Masiyet Kula Kendini Unutturur
Günahların bir cezası da kula kendisini unutturmasıdır. Kendi unutulunca da onu ihmal eder, ifsad eder ve helake sürükler.
Soru: Kul kendisini nasıl unutabilir ki! Kendisini unuttuğunda onu kendine ne getirir? Kendisine unutması ne manaya gelir?
Cevap: Evet, kul kendisini son derece büyük bir unutuşla unutur, yüce Allah "Allah'ı unutup, Allah'ın kendilerine nefislerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. Asıl fasıklar işte onlardır."[1] Onlar Rabblerini unutunca, Allah da onları unutmuş, kendilerine nefislerini unutturmuştur. Nitekim Yüce Allah "Allah'ı unuttular, O da onları unuttu" buyurmuştur.
Yüce Allah kendini unutanı iki şekilde cezalandırmıştır.
Birincisi: Yüce Allah onu unutmuştur.
İkincisi: Ona kendini unutturmuştur.
Yüce Allah'ın kulunu unutması onu terketmesi, ve bitir-mesidir. O durumda helak kişiye, elin ağıza yakınlığından daha yakındır. Yüce Allah'ın kula kendini unutturması ise, ona yüksek zevk ve hazlarmı, mutluluğunun, kurtuluşunun ve selametinin sebep ve yollarını unutturmasıdır. Tüm bunlar unutmasının yol açtığı zararlar, aklına gelmez. Onları hatırına getirmez, gayretini o yönde sarfetmez ki hatırlasın da o yönde gayret göstersin. Zira, bunlar onun aklının ucundan geçmez ki o yönde adım atsın, onları tercih etsin.
Yüce Allah ayrıca ona nefislerinin ayıplarını, kusurlarını, felaketlerini unutturur. Böylece onları ortadan kaldırmak aklına gelmez.
Yine ona nefsinin ve kalbinin hastalıklarını ve acılarını unutturur da onları tedavi etmek ve kendini fesada ve helâka sürükleyecek bu hastalıkları ve illetleri ortadan kaldırmak, onun aklına gelmez. Hastalığı aslında çok ağırdır ve tehlikelidir, ama o bunun farkında da değildi. Onu tedavi etmek aklının ucundan geçmez.
Bu genel ve özel cezaların en büyüklerindendir. Kendini terkeden ve zayi eden maslahatını, hastalığını, şifasını ve mutluluğunun, kurtuluşunun, selametinin ve ebedî nimetlerde daimî bir yaşamının vasıta ve yollarını unutan kimsenin bu cezasından daha büyük ceza nedir ki?
Bu noktayı iyi düşünen kimse çoğu insanların gerçekten de kendisini unuttuğunu, Allah'tan pay ve hazzını zayi ettiğini, onu aldandığı bir alış-verişte çok az bir pahaya sattığını görür. Btınun farkına ancak ölüm anında varırlar. Bir de "teğabün günü", yani kulun bu dünyada nefsiyle yaptığı akitte, ahiretiyle ilgili yaptığı ticarette aldandığını anladığı gün varırlar.
Zira herkes bu dünyada ahireti için bir ticaret yapar. Kendilerinin kazançlı ve kârlı olduğunu sanan hüsrandakiler dünya hayatını, zevkini ve hazzını ahiret ve ahiretteki haz karşılığında satın almışlar; dünya hayatı zevklerini sonuna kadar kullanmışlardır. Onlarla hazlanmışlar onlara razı olup onlarla tatmin olmuşlardır. Tüm gayretleri de o istikamette olmuştur. Bunlar almış, satmış, ticaret yapmışlar, uzaktakini yakındaki, veresiyeyi peşin, görünürde olmayanı göz önündeki hazır karşılığında satmışlar ve "Asıl akıllılık budur" demişlerdir. Onlardan biri şiirin de şöyle der:
Gördüğünü al işittiğin şeyi boş ver
Bunlar "Hâli hazırda bu dünyada görüp bildiğim bir şeyi, görünürde olmayan, veresiye ve başka bir dünyada bulunan bir şeyle nasıl değişirim" derler. Buna bir de iman zayıflığı, şehvetin güçlülüğü, dünya sevgisi ve hem cinslerine benzeme merakı aklenir. Çoğu insanlar bu zararlı alış-veriş içindedirler.
Yüce Allah bunlar için şöyle buyurur: "İşte onlar dünya hayatını ahiret karşılığında satın almış kimselerdir. Artık on-lardan azap hafifletilmez, onlar yardım da olunmazlar".[2] "Onların ticareti kârlı olmadı, doğru yolu da bulamadıır."[3] "Teğâbün günü" insan bu ticarette aldandığının farkına vardığında çok büyük pişmanlık duyacak ve aJı-vah îdecek.
Kazançlılar ise fâniyi bakî, değersizi nefis, küçüğü büyük karşılığında satmışlar ve şöyle demişlerdir: "Bu dünyanın başından sonuna değeri nedir ki Allah'tan ve ahiret yurdundan hazzımızı bunun karşılığında satalım?" Kul bu dünyadan, hakikatte bir anlık rüya gibi olan ve ebedî yurtla karşılaştırılması imkansız olan bu kısa sürede neler elde edebilecek ki? Zira Yüce Allah şöyle buyurur: "Sanki onlar sadece gündüzün, görüşüp tanıştıkları bir saat kadar dünyada kalmış olurlar."[4]
"Sana (kıyamet) saat(in)den soruyorlar: Demir atması (gelip çatması) ne zaman diye. Sen nerede, onun vaktini söylemek nerede? Onun bilgisi Rabb'ine aittir. Sen ancak ondan korkacak olanları uyarıcısın. Onlar onu gördükleri zaman sanki (dünyada) bir akşam veya onun kuşluk vaktinden fazla kalmamış gibi olurlar"[5]
"Onlar tehdid edildikleri azabı gördükleri gün, sanki gündüzün sadece bir saati kadar (dünyada) kalmış gibi olurlar (Bu), bir tebliğdir."[6]
"Ve buyurdu: "Yeryüzünde yıllar sayısınca ne kadar kaldınız?" "(Herhalde) bir gün, yahut günün bir kısmı kadar kaldık; sayabilenlere sor", dediler. Buyurdu ki: "Sadece az bir zaman kaldınız, keşke bilseydiniz!"[7]
"O gün Sûra üflenir ve o gün suçluları (yüzleri kapkara, gözleri) gömgök (kör bir durumda) süreriz. Kendi aralarında gizli gizli konuşurlar: "(Dünyada ne kadar kaldınız? diye) sadece on gün kaldınız" Onların dediklerini (yani ne kadar kaldıklarım) biz daha iyi biliriz. En akıllıları ise: "siz yalnız bir gün kaldınız" der."[8]
Kıyamet günüyle karşılaştırıldığında dünyanın gerçeği budur. Bunlar arada çok az kalacaklarını, bu yurdun ötesine başka bir yurdun, ebedî ve asil yaşam yurdunun bulunduğunu bilince, en büyük aldanmanın bakî yurdu fânî yurda karşılık satmak olacağını gördüler ve akıllıca bir ticaret yaptılar, akılsız insanların ticaretine kanmadılar. Onlar ticaretlerinin ne kadar kâr getirdiğini, satm aldıkları malın ne kadar olduğunu yine o "teğâbün günü"nde öğreneceklerdir. Bu dünyada herkes alıp satmakta, ticaret yapmaktadır. "Herkes nefsini satar; nefsini ya azad eder ya helak eder."
"Allah, mü'minlerden canlarını ve mallarını cennet kendilerinin olmak üzere satın almıştır. Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler. Bu (söz) Allah'ın üzerine bir borçtur.
(Allah), Tevrat'ta İncil'de ve Kur'an'da (mü'minlere böyle söz vermiştir.)
Kim Allah'tan daha çok sözünde durabilir? O halde O'nunla yaptığınız bu alışverişinizden ötürü sevinin. Gerçekten bu, büyük nimettir."[9]
Bu, bu ticaretin ilk ödemesidir. Ey iflas etmişler! Ticaret yapın.
"Tevbe eden, ibadet eden, hamdeden, seyahat eden, rükû eden, secde eden, iyiliği emredip kötülükten meneden ve Allah'ın sınırlarını koruyan, (Onları çiğnemeyen) insanlar (yani onlara da bu ödül vardır)[10].
"Ey iman edenler! Size, acı azaptan kurtaracak bir ticaret göstereyim mi? Allah'a ve Elçisine inanırsınız, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda savaşırsınız. Eğer bilirseniz sizin için en iyisi budur."[11]
Özetle: günahlar kula bu kârlı ticaretin zevkini unutturur ve onu zararlı alışverişlerle meşgul eder. Bu da ceza olarak yeter. Allah'tan yardım dileriz.
Günahlar Nimetleri Yok Eder
Günahların bir cezası da eldeki nimetleri yok edip devam etmekte olanları kesmesi, bulunanları kaldırması ve sürecekleri engellemesidir. Çünkü Allah'ın (c.) nimetlerinin elde olanlarının muhafazasında, olmayanların elde edilmesinde O'na itaat kadar etkili birşey yoktur. Zira katındakine ancak O'na (c.) itaatle ulaşılır. Yüce Allah herşey için bir sebep ve âfet kılmıştır. Allah'a itaat nimetlerin sebepleri: O'na (c.) itaatsizlik da bunları engelleyici âfetlerdir. Allah verdiği bir nimetin devam etmesini irade ettiğinde kuluna, o nimet hakkında kendisine itaat etmek suretiyle onu korumasını ilham eder. Nimetinin zevalini irade ettiğinde de onu yüz üstü bırakır ve kişi o nimette Allah'ın emrine aykırı hareket eder.
İşin garibi kul bunu kendinde ve başkasında müşahade ederek isyanlarından dolayı nimetleri ellerinden alınanların haberlerini duyarak bunu bilmişken Allah'a isyan üzere hayat sürdürmeye devam eder. Sanki bunlar bu hükümden istisna edilmişler, sanki onlara genelden farklı özel muamele yapılacak. Sanki bu tüm insanlar için geçerli, kendisi için değil. Sanki bu azap başkalarına ulaşacak, ona değil. Bundan daha büyük cehalet, bunun üzerinde bir nefse zulüm var mıdır? Hüküm Yüce ve Büyük Allah'ındır.
Günah Meleği Kuldan Uzaklaştırır
Günah kulu, yaratıkların kendisine en yararlısı, onu en çok düşüneni ve mutluluğu ona yakınlıkta olan kimseden -ki o görevlendirilmiş hafaza meleğidir- uzaklaştırıp; düşmanına, onu en çok aldatana, en çok zararlısına -ki o şeytandır- yaklaştırır. Çünkü kul günah işlediğinde melek günahın büyüklüğü oranında kuldan uzaklaşır. Hatta bir yalandan dolayı ondan çok uzaklara gider. Bir hadiste "Kul bir yalan söylediğinde ondan çıkan kokunun pisliğinden, melek bir menzil uzağa gider" buyu-ruhnuştur. Kulun bir yalanından dolayı melek bu kadar uzakla-şırsa daha büyük ve daha çirkin günahlar işlediğinde ne kadar uzaklaşır acaba?
Seleften bir zat şöyle der: "Bir günah işlendiğinde yer Allah'tan imdat ister, melekler Rabblerine koşarlar ve gördükleri dehşeti O'na şikâyet ederler."
Seleften başka bir zât da: "Sabah olduğunda melek ile şeytan kulun yanında bitiverirler. Kul Allah'ı anıp, tekbir, hamd ve tahlil (Lailâhe illallah sözü) getirdiğinde şeytan oradan yok olur ve kişiye melek arkadaşlık eder. Ama kul gününe başka şeylerle başlarsa melek gider ve kulun arkadaşı şeytan olur" der.
Melek itaat ve üstünde hükümranlığın kendisine ait olması için kula yaklaştıkça yaklaşır. Melekler sonunda hayatında da, ölüm esnasında da, öte dünyada da onun arkadaşı dostu ve kollayıcısı olurlar. Yüce Allah'ın buyurduğu gibi: "Rabbimiz Allah'tır, diyen, sonra doğru yol üzere devam edenler... Bunların üzerine melekler şöyle diyerek inerler: Korkmayın, üzülmeyin, vaad olunduğunuz cennetle sevinin. Biz dünya hayatında da ahirette de sizin dostunuz"[12]
Kulun arkadaşı melek olursa, ona yaratıkların, en nasi-hatçisi, en faydalısı ve en iyisi arkadaş olmuş demektir. Artık ona sebat verir, öğretir, yüreğini güçlendirir. Allah da o kişiye yardım eder, onu destekler: "Hani Rabb'in meleklere şöyle vahyediyordu: Ben sizinleyim. İman edenlere sebat verin..."[13]
Ölüm esnasında melek ona "Korkma, üzülme, seni sevindirecek şeyleri düşünerek coşku içinde ol!" der. Melek, kulu dünya hayatmdayken ona en çok ihtiyaç duyduğu anlarda, ölüm esnasında ve kabirdeki sorgu esnasında "sabit söz" (Lailâhe illallah) ile destekler, sebat ettirir.
Kul için meleğin onunla arkadaşlığından daha faydalı bir şey yoktur! Uyanıkken, uyurken, hayatında, Ölüm esnasında, kabirde her yerde onun arkadaşıdır. Issızlığında şenliği, yalnızlığında arkadaşı ve sırdaşıdır. Düşmanına karşı savaşır, ondan korur, ona karşı yardım eder. Kula hayırları sayar, hayırları müjdeler, tasdike teşvik eder. Nitekim hem peygamber sözü hem de sahabi sözü olarak rivayet edilen bir eserde şöyle denilir: "Ademoğlunun kalbine, ara ara bir meleğin uğraması vardır, bir de şeytanın. Meleğin uğrayışı iyi ve güzel vaadlerde bulunmak vaadolunanı (cennet, cehennem vs.) tasdik ettirmek, şeytanın uğrayışı ise kötü vaadlerde bulunmak hakkı yalanlatmak şeklinde olur."
Melek kula çok yaklaştığında kul artık onun diliyle konuşmaya başlar; diline hep doğru, ve güzel sözler konulur. Kul melekten uzaklaşıp şeytana yaklaştığında ise bu defa da onun diliyle konuşmaya başlar; diline iftira, sövme gibi kötü sözler konulur. Öyle ki bir adpm konuşurken dilinde melek, diğeri konuşurken dilinde şeytan bulunur.
Bir hadiste "Huzur ve sükûnet Ömer'in dilinde konuşuyor" denilmiştir. Onlardan biri salih birisinden hikmetli bir söz işittiğinde "Bunu senin diline olsa olsa melek koymuş olmalı" der, aksi söz işittiğinde de o kişiye "Onu diline ancak şeytan koydu" derdi. Zira melek kalbe hakkı atar, diline hakkı koyup hakkı söyletir. Şeytan da kalbe batılı atar sonra onu diline koyup söylettirir.
İşte günahların bir cezası da kulu, mutluluğa ona yakınlığında, komşuluğunda ve arkadaşlığında olan dostundan uzaklaştırıp, mutsuzluğu, helak, fesad, ona yakınlığında ve dostluğunda olan düşmanına yaklaştırmasıdır. Hatta birisi bu kişiye âdice dav-ransa ve sövse melek onu müdafaa eder. Nitekim Rasûlullah'ın huzurunda iki adam tartıştı. Biri diğerine sövüyor, o ise susuyordu. Sonunda bir kelimeyle cevap verdi. Bunun üzerine Rasûlullah hemen kalktı. Adam "Yâ Rasûlullah! Ona cevap vermeye başlayınca kalktın?" dedi. O "Melek seni müdafaa ediyordu. Sen cevap verince (o gitti) şeytan geldi. Orada oturacak değildim" buyurdu.
Müslüman, bir kardeşine gıyabında dua ettiğinde melekler "âmîn" derler.
Mü'min, muvahhid ve Rasûlullah'ın yoluna, sünnetine uyan bir kul günah işlediğinde Arş'ı taşıyan ve Arş'ın etrafındaki melekler ona dua ederler.
Abdestli uyuduğunda bir meleğin korumasında sabahlar.
Mü'minin meleği onu müdafaa eder, korur, onun için kavga eder, ona öğretir, ayağını sabitleştirir, ona cesaret verir. Hâl böyle olunca komşusuna kötülük yapmak, ona eziyet etmek, onu uzaklaştırmak, kovmak mü'mine yakışmaz. Zira melek onun komşusu ve misafiridir.
İnsan bir misafire ikramda bulunmak komşuya iyilik yapmak iman gereklerinden ve sonuçlarından olduğuna göre, en değerli misafirlere, en hayırlı ve iyi komşuları ikrama ne demeli? Kültürlü türlü günah, zulüm ve çirkinlik işleyerek eziyet edince o beddua eder ve "Allah seni hayırla ödüllendirmesin" der. Bunun gibi kul itaat ve ibadetiyle meleğe ikram edince, melek ona hayır duada bulunur.
Bir sahabî şöyle diyor: "Beraberinizde sizden hiç ayrılmayan birileri var. Onlardan utanın ve onlara ikramda bulunun."
Çok değerli ve cömert kimseden utanmayan, ona saygı gösterip yüceltmeyenden daha âdî kim vardır?
Nitekim Yüce Allah bu anlama dikkat çekerek şöyle buyurmuştur: "Üzerinizde koruyucu (yaptıklarınızı zaptedici melek)ler vardır. Değerli yazıcılar yaptığınız herşeyi bilirler."[14].
Yani bu değerli kaydedicilerden utanın, onlara ikramda bulunun, saygı gösterin. Sizin gibi birilerinin daha sizi görmelerinden utanacağınız şeyleri onların yanında yapmayın. Zira insanoğlunun rahatsız olduğu şeylerden melekler rahatsız olurlar. İnsan gözü önünde günah işleyen ve fısk-ı fücur yapan kimseden -kendisi aynı şeyi yapıyor olsa da- rahatsız olduğuna göre acaba melekler yalancılardan ne kadar rahatsızlanırlar? Allah'tan yardım dileriz.
Günahlar Helake Davetiye Çıkarır
Günahlar kulun dünya ve ahiretinde helâkına yol açacak şeyleri celbederler. Zira günahlar birer hastalıktır. İnsanda iyice yerleştiğinde mutlaka öldürür.
Bedenin sağlığı ancak; gücünü muhafaza eden besinleri olmak, fazlası bedene zararlı maddeleri ve salgılan dışarı atmak, bedene acı veren ve zararından korkulan şeylere karşı perhiz tutmakla sağlandığı gibi; kalbin hayatı da sadece, gücünü muhafaza ettiren iman ve salih amellerle beslenmek, nasûh (kararlı) bir tevbe ederek kalpten atıkları ve zararlı salgıları atmak, ona zarar verecek bir türlü besinden kaçınmayı gerektiren perhizi uygulamakla -ki perhiz sağlığa ters düşen her türlü şeyden kaçınmaktır- sağlanır.
Takva bu üç hususu barındıran şeydir. Bunlardan ne kadarı ne miktarda eksik olursa takva o kadar eksik olur.
İşte günahlar bu üç şeyin zıttıdırlar. Zira günahlar (kalbe) zararlı maddeleri toplar, perhizi bozar ve günahlarla birlikte nasûh bir tevbe zorlaşacağından atıkları dışarı atamazlar.
Bir bak; içinde salgıların ve hastalık yapıcı maddelerin/mikropların biriktiği, onun bunları atmadığı ve bunlara karşı bir perhiz uygulamadığı bir bedenin sağlığı ve devamı nasıl mümkün olur? Şair ne güzel söylemiş:
Olası bir elem korkusundan
Bedenini perhizle korudun.
Senin için daha layıktı!evlaydı.
Allah korkusuyla günahlardan korkup kaçınman.
Kim emirleri yerine getirerek gücünü korur, nehiylerden kaçınarak perhiz tutar, nasûh bir tevbe ederek atıkları atarsa hayrın ondan yana bir şikâyeti kalmaz, şer de ondan kaçacak yer bulamaz.