Bu Blog içinde Ara

27 Haziran 2012 Çarşamba

Allah'a Hüsnüzan Beslemek

Allah'a Hüsnüzan Beslemek


Bazıları da şu kudsî hadisi yanlış anlarlar "Ben kulumun bana karşı beslediği zanna göre davranırım. Artık o hakkımda di­lediği zanda bulunsun." Yani: Zannında ne varsa ben ona onu ya­parım. Şüphe yok ki, hüsnü zannı ancak iyilik yapan kişi besler. Hüsnü zanlı kimse Rabbinin onun iyiliğinin Ödülünü vereceği, va­adinden dönmeyeceği ve tevbesini kabul edeceği inananda olur.
Büyük günahlarda, zulümde ve emirlere aykırılıkta ısrar eden kişiye gelince günahların, zulmün ve haramın onunla Rab-bi arasında oluşturduğu soğukluk ve uzaklık, Rabbine karşı hüsnü zan beslemesine engel olur. Bu insanlar arasında da böy­ledir: Firar eden ve efendisine itaatten çıkan kişi efendisine hüsnü zan besleyemez. Hiçbir zaman kötülük yapmanın peyda ettiği soğuklukla hüsnü zan bir arada bulunamaz. Çünkü kötü­lük yapan kişi karşısındakine, ona yaptığı kötülük oranında ya­bancılaşır. İnsanlardan Rabblerine en çok hüsnü zan besleyen­ler O'na (c.) en çok itaat edenlerdir. Hasan-ı Basrî'nin söylediği gibi: "Mü'min Rabbine iyi zan besleyip güzel amel yapmıştır. Günahkâr ise O'na (c.) kötü zan besleyip kötü amel yapmıştır."
Allah'tan kaçıp gazab ve Öfkesini celbeden şeyleri yapan kişi, Rabbine nasıl hüsnü zan besleyebilir? Rabbinin hak-hukukunu ve emrini önemsemeyip zayi eden, nehyini hafife alıp işle­yen ve onda ısrar eden kimse O'na nasıl hüsnü zan besleyebilir? Allah'a savaş açan, dostlarına düşmanlık, düşmanlarına dost­luk besleyen, sıfatlarını inkar eden, Allah'ın ve Rasûlünün be­yan ettiği vasıf ve özelliklerine kötü zanda bulunan, kişi O'na nasıl hüsnü zan besleyebilir? Allah'ın konuşma, emretme, razı olma, gazab etme gibi özelliklerini kabul etmeyen O'na nasıl hüsnü zan besleyebilir? Nitekim yüce Allah, kendisinin "işit­mesinin ancak bazı "cüziyatla" alâkalı olduğuna inananlara şöyle seslenmektedir:
"Rabbinize karşı beslediğiniz o zannımz sizi helak etti, böylece zar.ara uğrayanlardan oldunuz"[1]. Bunlar Allah'ın kendilerinin bildiği çoğu eyleri bilmediğini sanınca,
O'nun hakkında su-i zan beslemiş oldular ve bu zanları on­ları helak etti. Bu, Allah'ın kemâl sıfatlarını ve yücelik vasıfla­rını inkar edenin ve O'nu layık olmadığı şeylerle nitelendirenin halidir. Bu kimse hâlâ Allah'ın kendisini cennete koyacağını sa­nıyorsa bu kendi kendisini aldatmadır veya şeytanın, onu Rab­bine hüsnü zan beslemeyi süslü göstererek kandırmasıdır.
Bu noktayı iyi düşün. Kendisinin Allah'a varacağını, Al­lah'ın sözlerini işittiğini, kendisini gördüğünü, gizli veya açık her şeyi bildiğini, hiçbir şeyinin O'na gizli kalmadığını, huzuru­na götürülüp tüm yaptıklarından sorguya çekileceğini yakinen bildiği halde daima O'nun gazabını celbedecek şeyler yapan, emirlerini yerine getirmeyen, O'nun hukukuna riayet etmeyen bir kul tüm bunlarla birlikte Rabbine nasıl hüsnü zan besleye­bilir? Bu nefislerin aldatmasından ve kuruntuların kandırma­sından başka nedir?
Ebû Ümâme Sehl b. Hanîf şöyle anlatıyor: Urve b. Zübeyr ile birlikte Âişe'niri (r.) yamna gittim. Âişe şöyle anlattı: Keşke Rasûlullah'ı hastalığında görseydiniz!. Kendisinin o vakit altı veya yedi dinarı vardı. Buna onu sadaka vermemi emretti. An­cak hastalığı ve acısıyla meşguliyetim beni oyaladı. Allah ona şi­fa verdiğinde bana sorarak "Ne yaptın? Altı dinarı dağıtmışmiydin?" dedi. Ben "Hayır vallahi senin acın beni meşgul etti, yapa­madım" dedim. Onu istedi, getirdim. Avucuna koydu ve "Bu paralar varken Allah'a kavuşan bir peygamberin O'nun (c) hak­kındaki zannı nasıldır?" buyurdu. Bir rivayete göre: "Bunlar ya­randayken Allah'a varırsa Muhammed'in Rabbine zannı nasıl­dır?" demektir?
Aman Allah'ım! Acaba, kullara türlü türlü haksızlık ve zu-lümleriyle Allah'a varacak olan zalimlerin ve büyük günah işle­yenlerin Allah'a (c.) zanları nasıl acaba? Eğer "Hakkında, hiçbir zalime ve fasığa azap etmeyeceğine dair hüsnü zan besledik" sözlerinin kendisine bir fayda vereceğini sanıyorsa, kul Allah'ın yasakladığı her türlü şeyi yapsın. Çünkü ateş ona dokunmaya­cak! Sübhanallah... İnsanın kendi kendini aldatması onu nere­lere götürüyor!
İbrahim (a.s.) da kavmina "Allah'tan gayri uydurma bir ilâh mı istiyorsunuz? Peki alemlerin Rabbi hakkındaki zanmmz nedir?"[2] demişti. Yani: Siz, Allah'tan başkasına ibadet etmişken, O'nun size ne yapacağını sanıyorsunuz?
Bu noktayı iyice düşünen kimse Allah'a iyi zan beslemenin anlamının güzel amel yapmak olduğunu bilir. Çünkü kulu güzel amele O'nun sevap vereceği, ödüllendireceği, kabul edeceği hu­susundaki hüsnü zannı iter. Şu halde kişiyi iyi amele iyi zannı teşvik eder, Rabbine ne kadar iyi zan beslerse ameli o kadar iyi olur. Aksi takdirde hevâ-hevese uymakla birlikte hüsnü zan beslemek acizliktir. Nitekim Tirmizî'nin ve Ahmed b. Hanbel'in Şeddâd b. Evs'ten naklen yaptıkları rivayette Rasûlullah (s.) "Akıllı nefsini Allah'ın emrine boyun eğdiren ve ölüm sonrası için çalışandır. Aciz ise heva-hevesine uyan, sonra da Allah'a karşı ümit ve temenniler besleyen kişidir"
Özetle; hüsnü zan ancak kurtuluş vesileleri bulunduğunda olur. Helak sebepleri mevcutken hüsnü zan gerçekleşmez.

Hüsnüzan İle Kendini Aldatma Arasındaki Fark


Şayet: "Bilakis o durumda da hüsnü zan geçerli olur. Al­lah'ın rahmeti, affı ve cömertliği kızgınlığından çok olur." de­nirse...
Deriz ki: Evet öyle.. Allah (c.) tüm bunlardan daha yüce, cömert, asil ve merhametlidir. Fakat bu lâyık olduğu yere ko­nar. Zira Allah hikmet, izzet, intikam, şiddetle yakalama, ceza­yı hak edeni cezalandırma gibi vasıflara da sahiptir. Hüsnü zan-nın dayanağı sadece Allah'ın sıfatları ve isimleri olsaydı mütta-kî ile günahkâr; mü'minle kâfir, dost ile düşman ortak olurdu. O sebeple Allah'ın gazabını celbetmiş, lanetine maruz kalmış, ha­ramlarını çiğnemiş bir günahkâra O'nun isim ve sıfatları bir fayda vermez. Bilakis hüsnü zan ancak tevbe eden, pişman olup günahlardan tamamen sıyrılan, geri kalan ömründe hayır ve tâ-ate yönelen, sonra da hüsnü zan besleyen kimseye fayda verir. İşte hüsnü zan budur. Birincisi ise aldanmadır, avunmadır. Her işimizde Allah'tan yardım dileriz.
Bu konuyu fazlaca uzattığımızı düşünme. Çünkü Allah'a hüsnü zan besleme ile hüsnü zan deyip avunmayı birbirinden ayıramayan kimsenin buna ihtiyacı çoktur. Allah şöyle buyurur: "îman edenler, hicret edip Allah yolunda cihad edenler. Allah'ın rahmetini umanlar onlardır. Allah çok bağışlayıcı, çok merha­metlidir"[3] Allah tembelleri ve fasıkları değil, öteki­leri ümit edebilir kimseler olarak zikretmiştir. Başka bir âyette "Rabbin, işkenceye uğradıktan sonra hicret eden, sonra cihad eden ve sabreden kimseleri... Şüphesiz Rabbin onları bağışlayı­cı ve çok merhametlidir...[4] buyurmuştur. Yüce Allah bu şeylerden sonra, onu yapan kimselere bağışlayıcı ve merha­metli olduğunu söylemiştir.
Sonuç olarak meseleyi bilen kişi ümidi doğru yerde besler; aldanmış cahil kimse ise yersiz davranır.

Allah'ın Affına Dayanıp Emir Ve Nehîylerini Yerine Getirmemek


Cahillerin pek çoğu Allah'ın rahmetine, affına ve keremi­ne güvenip emir ve nehiylerine riayet etmemişler. O'nun azabı­nın çetin olduğunu ve günahkârlar güruhundan geri çevrileme­yeceğini unutmuşlardı. Afva güvenen ve günahlarda ısrar eden kimse inatçı ve dikkafalı ahmak bir kabadayı gibidir.
Mâruf Kerhî, "İtaat etmediğinin rahmetini ummak rezillik ve ahmaklıktır" demiştir.
Hasan-ı Basrfye "Seni sürekli ağlar görüyorum?" denildi. O "Allah'ın beni bir kenara atıp yüzüme bakmamasından korku­yorum" dedi.
Hasan-ı Basrî şöyle derdi: "Bir takım kimseleri bağışlan­ma temennileri eğlendirip oyalamış, sonunda bu dünyadan tev-be etmeden gitmişlerdir. Onlar: 'Çünkü biz Rabbimize hüsnü zan besliyoruz' derlerdi. Yalan söylüyorlar; zanlan iyi olsaydı amelleri de iyi olurdu."
Bir adam, Hasan-ı Basrî'ye "Ey Ebû Saîd! Bizi yüreğimiz ağzımıza gelene kadar korkutan kimselerin sohbetinde bulun­mamıza ne dersin?" diye sordu. O "Vallahi, seni korkutan kim­selerle arkadaşlık yapıp sonunda güvenliğe ulaşman, sana hep güvence veren kimselerle arkadaşlık yapıp sonunda korkularla karşılaşmandan iyidir" dedi.
Buhârî ve Müslim'de geçen ve Üsâme b. Zeyd'den rivayet edilen bir hadiste Resûlullah şöyle buyurmuştur: "Kıyamet gü­nünde bir kimse getirilip Cehennem'e atılır; bağırsakları kar­nından dışarı fırlar ve o halinde değirmen çeviren merkep gibi döner. Cehennemdekiler onun yanına toplanırlar ve "Ey filan, bu ne hâl? Bize iyiliği emreden ve bizi kötülükten nehyeden sen değil miydin?" derler. O da: "Evet, iyiliği emrederdim, ama onu yapmazdım. Kötülükten nehyederdim de onu kendim ya­pardım" der.
Ahmed b. Hanbel, Ebû Râfı'den şöyle rivayet etmiştir: Ra-sûlullah kabristandan geçerken "Yazık sana" dedi. Ben, bana söylüyor sandım. "Hayır, bu filanın kabri; onu filan oğulların­dan zekât alması için göndermiştim. Ondan bir hurma almış. Şu anda ona ateşten bir zırh giydirildi."
Yine Ahmed'in Müsned'inde geçen ve Enes b. Malik kana­lıyla rivayet edilen bir hadiste Rasûlullah şöyle buyurdu. "İsra gecesi dudakları ateşten makasla kırpılan kimseler gördüm. 'Kim bunlar?' diye sordum. Dediler ki: Ümmetinden dünya ehli-vâiz ve hatipler; insanlara iyiliği emrederler, ama kendilerini unuturlardı."
Aynı kitapta, aynı sahâbiden rivayetle gelen hadiste Rasû­lullah şöyle buyurmuştur: "Miraç gecesi bakırdan tırnaklarıyla yüz ve göğüslerini tırmalayan kimseleri gördüm. "Ey Cebrail, bunlar kim?" dedim. "Bunlar insanların etini yiyen, namusları­nı kirleten kimselerdir" dedi.
Aynı kitapta, aynı sahâbiden şöyle rivayet edilmiştir: Ra­sûlullah "Ey kalpleri evirip çeviren! Kalbimi dinin üzere sabit kıl" duasını çok söylerdi. Biz "Yâ Rasûlallah! Sana da getirdiğin Kur'an'a da inandık; hâlâ hakkımızda korkuyor musun?" dedik. "Evet" kalpler Allah'ın iki parmağı arasındadır; onu dilediği gi­bi evirip çevirir." buyurdu.
Aynı kitapta, aynı sahâbiden yapılan rivayete göre; Rasû­lullah Cebrail'e "Mikail'i hiç gülerken görmedim, neden acaba?" diye sordu. Cebrail "O cehennem yaratıldığından bu yana hiç gülmedi" dedi.
Müslim'in yine Enes'ten yaptığı rivayette Rasûlullah şöyle buyurmuştur: "Dünyada çok sefa görmüş cehennemlik biri geti­rilir ve orada bir an bekletilir. Sonra ona "Ey ademoğlu! şimdi­ye kadar hiçbir iyilik gördün mü, hiçbir nimetle karşılaştın mı?" denir. O "Vallahi hayır ey Rabbim" der. Dünyada en çok sıkıntı çekmiş cennetlik biri de getirilir ve bir anlığına cennete konur. Ona "Ey ademoğlu, şimdiye kadar hiç sıkıntı gördün mü, başına hiç musibet geldi mi?" der. O "Hayır vallahi ey Rabbim, başıma hiçbir kötülük gelmedi, hiçbir sıkıntı görmedim." der.
Ahmed Müsned'de Berrâ b. Azib'den şöyle rivayet etmiştir: "Rasûlullah'la birlikte vefat eden bir ensarın cenazesine katıl­dık, kabrine gittik. Defnedilince Rasûlullah oturdu, biz de otur­duk. Sanki başımızda kuşlar uçuşuyordu. Rasûlullah elindeki bir çubukla yeri çizip duruyordu. Birden başını kaldırdı ve iki üç kez "Kabir azabından Allah'a sığının" buyurdu. Sonra şöyle an­lattı: Mü'min bir kul dünyadan ayrılıp ahirete yöneldiği vakit yüzleri güneş gibi parlayan beyaz yüzlü melekler, beraberlerin­deki cennetliklerin kefenleri ve cennet tabutlarıyla birlikte gö­zün görebildiği en uzak noktaya inerler. Sonra ölüm meleği ge­lerek adamın baş ucuna oturur ve "Çık ey mutmain nefis, çık. Allah'tan bir mağfirete ve hoşnutluğa" der. Bunun üzerine nefis (can) suyun akışı gibi akar ve melek onu yakalar. Yakalayınca bir göz açıp kapama süresi bile geçmeden melekler onu yakala­yıp o kefene ve o tabuta koyarlar. Ondan, yeryüzünde duyulan en güzel misk kokusu yayılır. Onunla birlikte göğe yükselirler. Her bir melek zümresinin yanından geçerken o melekler bunla­ra "Bu hoş ruh da nedir?" derler. Bunlar "Filan oğlu filanın ru­hudur" derler. Ve onu en güzel adlarla anarlar." Her gökteki ce­naze törenlerine bir üst göğe en yakın mukarrabin melekleri de katılır. Sonunda ruh yedinci göğe yükselir. Yüce Mevla "Kulu­mun kitabını iliyyûn (=en yüksekler)e yazın ve onu yeryüzüne geri döndürün. Çünkü ben onları ondan yarattım, oraya döndü­rürüm ve tekrar oradan çıkarırım" buyurur. Böylece onun ruhu yeryüzüne geri döndürülür. İki melek gelerek yanına oturur. Ona "Rabbin kim?" derler. O "Rabbim Allah" der. "Dinin nedir?" derler, "Dinim İslâm" der. "Size gönderilen adam kimdir?" diye sorarlar, "O (=Muhammed) Allah'ın elçisidir" der. "Bilgilerin ne­lerden ibaret?" derler. "Yüce Allah'ın kitabını okudum, ona inandım, kabul ettim" der.
O orada gökten biri şöyle seslenir: "Kulum doğru söylüyor. Ona cennetten köşkler verin, cennet giysileri giydirin, ona cen­nete giden kapıyı açın" Bunun üzerine kişiye cennetin ruhu, ne­fesi ve güzelliği geliverir, kabri ona bir gözün görebildiği en uzak mesafe kadar genişletilir.
Sonra yanına güzel yüzlü, şık giyimli ve hoş kokulu bir adam gelir ve "sana sürür verecek şeyle sevin. Bu, vaad olundu­ğun gündür" der. Adam "Kimsin sen? Zira yüzün iyilik getiren bir yüz" diye sorar. O "Ben senin sâlih amelinim" der. Adam: "Rabbim, kıyameti kopar, kıyameti kopar ki aileme ve sermaye­me kavuşayım." der.
Kâfir kul da dünyadan ayrılıp ahirete yöneldiği vakit gök­ten gözünün alabildiği her yeri dolduracak kadar kalabalık si­yah yüzlü, rahip cübbeli melekler gökten iner ve yöneldiği va­kit yanına gökten siyah yüzlü, rahip cübbeli melekler iner ve gözün alabildiği en uzak yere otururlar. Sonra ölüm meleği ge­lerek başucunu oturur ve "Ey pis nefis! Çık, Allah'tan bir öfke ve kızgınlığa" der. Bedenine dalar ve şişin ıslak yünden çekilip çıkartılması gibi onu çıkarıp tutar. Ama melekler bir göz açıp kapama süresi dahi beklemeksizin onu alır ve o rahip cübbesi-ne koyarlar. Oradan yeryüzünde koklanmış en çirkin leş koku­su çıkar. Melekler onu alıp göğe yükseltirler. Yanlarından geç­tikleri her melek zümresi bunlara "O pis ruh, da neci?" diye so­rar. Onlar "Filan oğlu filanın ruhu" derler ve dünyada anıldığı en çirkin adları zikrederler. Gök kapılarının ona açılmasını is­tenir ama açılmaz."
Peygamber sonra "Onlara göğün kapıları açılmaz ve deve iğne deliğinden girene dek cennete giremezler."[5] âye­tini okudu. Yüce Allah "Onun defterini siccîn'de (=en alt yer ta­bakasında) yazın" der ve onun ruhu ortaya fırlatılır." Yüce Allah şöyle buyurur: "Her kim Allah'a ortak koşarsa gökten yere dü­şüp kuşlar tarafından kapılmış veya rüzgar kendisini bir uçu­rumdan aşağı atmış kimse gibi olur"[6] Ruhu bedenine döndürülür. Onun yanma iki melek gelip otururlar. Ona "Rab­bin kim?" diye sorarlar, "Haah haah, bilmiyorum" der. "Dinin nedir?" derler. "Haah haah bilmiyorum" der. Gökten bir ses yük­selir: "Kulum yalan söyledi. Ona ateşten yataklar serin! Ona ce­henneme giden kapıyı açın!" der. Hemen cehennemin sıcaklığı ve acısı ona ulaşıverir, kabir onu kaburgaları parçalanacak de­recede sıkar. Sonra çirkin, kötü giyimli ve pis kokulu bir adam gelir ve "Sana acı verecek şey için geldim; müjdeler sana! Bu va­ad olunduğun günündür." der. Kabirdeki "Kimsin sen? Senin yüzün kötülük getiren bir yüz" der O "Ben kötü amelinim" der. Adam "Rabbim kıyameti koparma!" diye yalvarır Allah'a.
Ahmed'in bir başka rivayetindeki ifade şöyledir: "Sonra ona elinde bir dağa vursa onu toprak gibi ufalayacak demir bir çubukla kör, sağır ve dilsiz biri gönderilir. Sonra Allah onu ön­ceki haline getirir. Melek ona öyle bir vuruş vurur ki adam in­san ve cinler dışındaki tüm canlıların işiteceği bir sesle çığlık atar. Sonra cehenneme girmesi için bir kapı açılır ve ona ateş­ten bir yatak serilir".
Yine Müsned'de Berrâ'dan yapılan bir rivayet şöyledir "Bir gün Rasûlullah bizimle iken bir kalabalık gördü ve "Bunlar ni-Çin toplanmışlar?" dedi. "Bir kabir kazıyorlar." denildi. Rasûlullah birden irkildi ve arkadaşlarının yanından hızla ayrılıp kab­re gitti; dizi üzeri çöktü. Ne yaptığına bakmak için karşı tarafı­na geçtim. Sakalı, gözyaşıyla yaşarana kadar ağladı. Sonra bize yöneldi ve "Ey kardeşlerim! Böylesi gün için hepiniz hazırlık ya­pın" dedi.
Müsned'de Büreyde'den yapılan şu rivayet geçmektedir: "Rasûlullah bir gün yanımıza geldi ve üç kez "Ey insanlar! Sizin­le benim aramdaki alâka neye benzer? biliyormusunuz?" diye seslendi. Oradakiler "Allah ve Rasûlü daha iyi bilir" dediler. Şöyle buyurdu: Bu alâka gelecek bir düşmandan korkan kimse­lerin işine benzer. Bunlar, gözetlesin diye aralarından birisini gönderirler. O düşmanı görür ve haber vermek için onlara do^-ru koşar. Milleti uyaramadan önce düşmanın onlara ulaşmasın­dan da korku içindedir. Elbisesiyle işaret ederek "Ey insanlar onlar geldiler, (nolur acele edin) ey insanlar geldiler, ey insanlar geldiler" der.
Müslim Câbir'den Rasûlullah'm şöyle buyurduğunu riva­yet etmiştir: "Her sarhoş edici haramdır. Allah içki içene Tine-tülhabâl içtirmeye söz vermiştir." "Tinetülhabâl nedir?" diye so­rulunca Rasûlullah "Cehennem ehlinin rakısı -bir rivayette: ce­hennem ehlinin meyva suyu-" buyurdu.
Müsned'de, Ebû Hüreyre'den Rasûlullah'm şöyle buyurdu­ğu rivayet edilmiştir: "Ben sizin görmediklerinizi görüyor işitme­diklerinizi işitiyorum. Gökyüzü inledi, inlemesi de hak oldu. Gök­te dört parmaklık bir yer bulunsa mutlaka orada secde eden bir melek vardır. Benim bildiklerimi bilseydiniz az güler, çok ağlar, yatakta hanımlarınızdan haz almaz ve dağlara çıkıp Allah'a yal­varırdınız" Ebû Zer der ki: "Vallahi dikilen bir ağaç olsaydım".
Müsned'de, Câbir'den şöyle rivayet edilmiştir: Sa'd b. Muaz vefat ettiğinde Rasûlullah'la birlikte cenazesine gittik. Rasûlul­lah cenaze namazını kıldıktan sonra elini kabrin üzerine koyup üstünü düzledi. "Sübhânallah" dedi, biz de uzun uzun "sübhânal-lah" dedik. Sonra tekbir getirdi, bizde tekbir getirdik. Rasûlul-lah'a (s.) "Neden Sübhânallah, Allahu Ekber, dedin?" denilince
"Vallahi kabir bu salih kulunu sıktı, daralttı, sonunda Al­lah onu rahatlattı, kurtardı" buyurdu.
Sahih-i Buhârî'de Ebû Sa'd'den Rasûlullah'm şöyle buyur­duğu rivayet edilmiştir: "Cenaze konulup erkeklerin omuzları üzerinde taşınırken, bu adam salih biriyse "Beni götürün, beni götürün" der. Değilse "Vaah bana, nereye götürüyorsunuz be­ni?" der. Sesini insan dışında herkes işitir. İnsan da onu işitsey-di bayılırdı."
İmam Ahmed, Ebû Ümâme'den (r.) Rasûlullah'm şöyle bu­yurduğunu rivayet etti. "Kıyamet günü güneş bir mil yaklaştırı­lır, sıcaklığı şu kadar arttırılır, kafalar kazan kaynar gibi kay­nar. İnsanlar günahlarının miktarına göre tanınırlar. Kimisinin teri topuğuna, kimisinin ki bacağına, kimisininki göbeğine ka­dar ulaşır. Kimisini de ter boğar."
Yinei Müsned'de İbn Abbas'tan şöyle rivayet edilmiştir: Ra­sûlullah "Sûr görevlisi melek, sûru ağzına almış, yüzünü eğip ne zaman sûra üfürülmesi emredilecek diye kulak kabartmışken ben nasıl neşe ve sevinç içinde olabilirim?" buyurdu. Sahâbiler "Peki ne diyelim?" dediler.
"Allah bize yeter. O ne iyi koruyucudur, sadece Allah'a da­yandık deyin" buyurdu.
Müsned'de, İbn Ömer'in rivayetiyle zikredilen hadiste Ra­sûlullah "Her kim kendini büyük görür ve kibirli yürürse Allah kendisine öfkeli iken O'nun huzuruna varır" buyurmuştur.
Yine Buhârî ve Müslim'in İbn Ömer kanalıyla zikrettiği hadiste Rasûlullah şöyle buyurmuştur. "Sizden biri öldüğünde ona makamı sabah ve akşam gösterilir. Cennetlikse cennetlik, cehennemlikse cehennemliktir. Ona "Allah kıyamet günü seni tekrar diriltene kadar yerin burası" denilir.
Buhârî ve Müslim'de İbn Ömer kanalıyla zikredilen hadis­te Nebî şöyle buyurmuştur: "Cennetlikler cennete, cehennemlik­ler cehenneme girdikten sonra ölüm getirilir ve cennetle cehen­nemin arasında durdurulur. Sonra birisi şöyle nida eder: Ey cennet ehlil ebedilik var; artık hiç ölüm yok. Ey cehennem Ehlil ebedilik var; bir daha ölüm yok. Bu cennete kilerin sevincine se­vinç, cehennemdekilerin hüznüne hüzün kadar."
Müsned'de zikredildiğine göre İbn Ömer "Biri haramdan kazanılmış on dirhemle bir elbise satın alan kişinin Allah hiçbir namazını -o hal üzerine bulunduğu sürece- kabul etmez" dedi. Sonra parmaklarını kulaklarına götürürek
"Bunu Rasûlullah'tan işitmediysem sağır olayım." dedi. Müsned'de, Abdullah b. Amr'ın rivayetiyle gelen hadiste Rasûlullah şöyle buyurdu: "Her kim sarhoşluğundan dolayı bir vakit namazı terkederse sanki dünya ve üzerindeki kendisinin­miş de kaybetmiş gibi olur. Her kim sarhoşluğundan dolayı dört kez namazı terkederse, ona Tiynetülhabâl içirmesi Allah üzeri­ne hak olur." "Tiynetülhabâl nedir?" diye sorulunca Nebî "Ce­hennemliklerin meşrubatı!" buyurdu.
Müsned'de Abdullah b. Amr'ın rivayetiyle zikredilen bir hadiste Rasûlullah şöyle buyurmuştur: "Her kim bir defa içki içerse kırk sabah boyunca hiç bir namazı kabul olmaz. Tevbe ederse Allah (c.) tevbesini kabul eder. Tekrar yaparsa Allah (c.) yine kırk sabah boyunca hiç bir namazını kabul etmez. Eğer tev­be ederse Allah (c.) tevbesini kabul eder." Bilmiyorum üçüncüde mi, dördüncüde mi, şöyle buyurdu: "Tekrar içkiye dönecek olur­sa kıyamet günü ona Radğatülhabal (=Habal çamuru) içirmek Allah üzerinde bir haktır."
Müsned'de yine Ebû Musa kanalıyla zikredilen hadiste Rasûlullah şöyle buyurmuştur. "İnsanlar kıyamet günü üç kez Allah'ın huzuruna getirilirler. İlk ikisi cedelleşme ve mazeret beyan etmedir. Üçüncüsünde ise defterler ellerde uçuşur; kimi­si onu sağ eliyle, kimisi sol eliyle alır.
Müsned'de, İbn Mes'ud'un rivayetiyle zikredilen hadiste Allah Rasûlü (s.) "Küçümsenen basit günahlardan sakının; zira bunlar bir araya gelip kişiyi helak ederler.
Bu bir arazide konaklayan şu kimselerin haline benzer: "Bunlardan biri gidip bir odun getirir, sonra başkası gidip bir odun getirir. Böylece bir odun yığını oluştururlar. Sonra ateş ya­kıp topladıklarını yok ederler."
Ebû Hüreyre'den yapılan rivayete göre Rasûlullah şöyle buyurmuştur: "Cehennemin üzerine bir köprü kurulur. Onu ilk geçen ben olurum. O gün peygamberlerin duaları " Allah'ım ko­ru, koru!" olur. Köprünün iki ucunda sâdân dikeni gibi kancalar bulunur. İnsanlar dünyadaki amellerine göre bunlara kapılıve-rirler. Kimisi ameliyle bağlanır, kimisi oraya sarkar sonra kur­tulur. Allah kullar arasındaki hükmünü sona erdirip "Lailahe illahlah" şehâdetinde bulunanlardan bazılarım bağışlayarak ce­hennemden çıkarmak istediğinde meleklere onları çıkarmaları­nı emreder. Melekler onları secde izinden bilirler. Zira Allah ce­henneme insanoğlunun secde izini yemesini yasaklamıştır. Bunlar kül haline gelmiş halde cehennemden çıkarılırlar. Sonra üzerlerine hayat adı verilen bir su dökülür ve bunlar otun sel ar­tığı çamurda bitişi gibi biterler.
Sahih-i Müslim'de, Ebû Hüreyre'den rivayet edilen hadis­te Rasûlullah (s.) şöyle buyurmuştur: Kıyamet gününde halktan ilk sorgulanacak üç kişiden biri şehid olarak ölmüş kimsedir. Bu huzura getirilir. Allah (c.) ona ihsan ettiği nimetleri sayar o da onları ikrar eder. Allah (c.) "Bunlara karşılık ne yaptınız?" der. O "Senin yolunda, ölene kadar savaştım" der. Allah (c.) "Yalan söyledin. Bilakis "o cesurdur" denilsin diye savaştın. Nitekim bu söz de söylenmiştir." buyurmuştur. Sonra verilen emir üzerine yüzü koyun cehenneme atılır. İkincisi de ilim öğrenip öğretmiş, Kur'an okumuş kimsedir bu da getirilir ve kendisine verilen ni­metler sayılır. O da bunları ikrar eder. Allah (c.) "Bunlara kar­şın ne yaptın?" der. O da "Ya Rab! İlim öğrendim ve öğrettim, Kur'an okudum" diye cevap verince Allah (c.) "Hayır, yalan söy­lüyorsun. İlmi sana âlim desinler diye öğrendin. Kur'an'ı sana kurra (Kur'an okuyucu) desinler diye okudun. Nitekim bu söz de söylenmiştir." buyurur. Verilen emir üzerine bu da yüzü koyun sürüklenerek ateşe atılır. Üçüncüsü de Allah'ın (c.) kendisine bolluk verip her türlü nimetten ihsan ettiği kimsedir bu da hu­zura getirilir. Allah (c.) ona ihsan buyurduğu nimetleri sayar. O da onları itiraf eder. Allah (c.) "Bunlara karşın ne yaptın?" der. O "Ey Rabbım! Servetimi sırf senin uğrunda, sevdiğin yollarda harcadım, deyince Allah (c.) "Hayır, yalan söylüyorsun. Riyakâr­sın, bunları sana cömerd desinler diye yaptın; bu söz de söylen­miştir," buyurur. Sonra emrolunur ve o da sürüklene sürüklene ateşe atılır.
Şeyhülislam İbn Teymiye'yi şöyle derken işittim: İnsanla-ttn en hayırlıları peygamberler olduğu gibi en şerlileri peygamberlerden olmadıkları halde onlar gibi görünen, kendisinin on­lardan olduğu vehmini veren kimselerdir. Peygamberlerden sonraki en hayırlı insanlar ise âlimler, şehidler, sıddıklar ve ih-laslılar olduğu gibi, en şerlileri bunlardan olmadıkları halde kendilerini bunlar gibi gösteren kimselerdir."
Sahîh~i Buhârî'de geçen ve Ebû Hureyre'den (r.) rivayet edilen bir hadiste Nebî (s.) şöyle buyurmuştur. "Her kimde ma­lı veya namusu ile ilgili kardeşine bir borcu varsa, canının alı­nıp,dinarsız dirhemsiz kalmadan (böylece borcunu para yoluyla ödemi imkanını kaybetmeden) önce gidip ondan helâllik dilesin. Çünkü bu durumda sevapları varsa alınıp ona verilir. Sevaplar yoksa diğerinin günahları alınıp bunu yüklenir. Sonra da cehen­neme atılır." Ebû Hureyre'den rivayet edilen sahih bir hadiste Peygamber şöyle buyurmuştur: Her kim haksız yer bir karış toprağı alırsa kıyamet gününde yerin yedinci katma batındır." Buhârî ve Müslim'de geçen ve Ebû Hureyre'den rivayet edilen bir hadiste Nebî "İnsanoğlunun kullandığı sizin şu ateşiniz ce­hennem ateşinin yetmiş parçasından biridir veya yetmişte biri­dir" buyurdu. Oradakiler "Ya Rasûlullah! Bu ateş dahi olsa azap olarak yeterdi." dediler. Rasûlullah "İşte cehennem ateşinin bu­nun dışında 69 parçası daha vardır, hepsi de bunun ısısmdadır." buyurdu.
Müsned'de Muaz'dan şöyle rivayet edilmiştir. "Allah Rasûlü (s.) bana şöyle tavsiye etti." Öldürülsen de yakılsan da Allah'a (c.) şirk koşma! Aileni ve malını terketmeni söyleseler de sakın ana babana âsî olma. Farz bir namazı kasten sakın terketme. Çünkü kasten bir farz namazı terkeden kimse Allah'ın güvence­sinden, himayesinden çıkmıştır. Sakın içki içme, çünkü o her kö­tülüğün başıdır. Günah işlemekten sakın; zira günah Allah'ın gazabım indirir!"
Bu konudaki hadisler zikrettiklerimizden kat kat fazladır. Nefsim düşünen kimsenin kendini günahlara bırakmaması, boş ümitlere kapılmaması ve hüsnü zanna tutunmaması gerekir.
İmam Ahmed der ki: Bize Ebû Muaviye, ona A'meş, ona Süleyman b. Meysere, ona da Târik b Şihâb anlattı: Allah Rasû-lu "Bir adam bir sinekten dolayı cennete girdi, başka birisi de sinek sebebiyle cehenneme girdi buyurdu" "Bu nasıl oldu ya Ra-sûlallah?" dediler. Şöyle buyurdu: "İki adam putları olan bir bel­deden geçiyorlardı. Bunların âdetlerine göre putlarına kurban vermeyen oradan geçemezdi.
Birine "Kurban kes" dediler. O "Benim hiçbir şeyim yok" dedi. "Bir sinek de olsa, kurban sun" dediler. Bunu yapması üze­rine onu salıverdiler ve bu kişi cehenneme girdi. Diğerine de kurban sunmasını söylediler. O "Allah'tan başka hiç kimseye kurban sunmam" dedi. Bunun üzerine boynunu uçurdular ve bu cennete girdi. İşte, kul bir kelime konuşur ve onun sebebiyle ce­hennemin derinliğine yuvarlamverir."
Bazı aldanmışlar da Allah'ın kendisine dünyada ihsan et­tiği nimetlere güvenirler ve bu ihsanını ahirette değiştirmeyece­ğini düşünürler. Bu kimseler bu nimetlerin Allah'ın onu sevme­sinden kaynaklandığını ve ahirette daha fazlasını vereceğini sa-narlar. Bu bir aldanmadır.
Ahmed b. Hanbel der ki: Bize Yahya b. gayrân, ona Rüş-deyn b. Sa'd, ona Harmele, b. İmran Tücîbî, ona Ukbe b. Müs­lim, ona da Ukbe b. Âmir, Rasûlullah'tan şöyle rivayet etti. "Gü­nahlarına rağmen Allah'ın bir kula arzuladığı dünyalıkları ver­diğini görürsen, (bil ki) bu bir istidraçtır helaka doğru çekiştir"
Peygamber sonra şu âyeti okudu: "Kendilerine yapılan uyarıyı unutunca.üzerlerine her nimetin kapılarını açıverdik; kendine verilenle sevinince daldıkları sırada ansızın onları ya­kaladık, birden bire bütün umutlarını yitirdiler”[7]
Seleften birisi şöyle demiştir: Alah'ı (c.) sen günahlar içinde yüzdüğün halde sana nimetlerini göndermeye devam ede görürsen dikkat et. Çünkü bu seni helaka götürek bin im­tihandan başka bir şey değildir. Zira Allah (c.) şöyle buyurmuş­tur: "insanlar bir tek ümmet olacak olmasaydı, Rahman'ı inkar edenlerin evlerine gümüşten tavanlar ve üzerine binip çıka­cakları merdivenler yapardık. Ve evlerine kapılar ve üzerine yaslanacakları koltuklar, kanepeler... Bütün bunlar, sadece aünya metâından (=geçici dünya malından) ibarettir. Rabbinin batında ahiret (günahlarından) korunanlara mahsustur."[8]
Yüce Allah bu zannı taşıyan kimseye şöyle cevap vermiş­tir: "Fakat insan böyledir; Rabbi'ne ne zaman kendisini sınayıp ona ikramda bulunur, ona nimet verirse; "Rabbim bana ikram etti" der. Ama Rabb'i onu sınayıp rızkını daraltırsa: "Rabbim be­ni küçük düşürdü der. Hayır..."[9]. Yani, her nimet ve bolluk verdiğim kimseye ikram ve iyilikte bulunuyor, her belâ ve musibet verdiğim ve rızkını az verdiğim kimseyi de küçük dü­şürüyor, bunu onu perişan yapmak için yapıyor değildir. Bilakis buna nimet vermekle belâya sokar, diğerine musibet vererek ih­san ve iyilikte bulunurum.
Tirmizî Rasûlullah'tan (s.) şöyle rivayet etmiştir: "Allah (c.) dünyayı sevdiğine de verir sevmediğine de. İmanı ise sadece sevdiğine verir."
Seleften bir zat şöyle der: Bilmeden cahilce, Allah'ın nimet ve ihsanlarının tuzağına düşen nice kimseler vardır. Bilmeden cahilce Allah'ın kendisini koruyup kollamasına aldanan nice ki­şiler vardır. Bilmeden, cahilce insanların övgüsüyle sarhoş olan; ona aldanan nice kişiler vardır.


[1] Fussılet, 23
[2] Sâffât, 86, 87
[3] Bakara, 218
[4] Nahl, 110
[5] A'râf, 40
[6] Hacc, 31
[7] En'am, 44
[8] 2uhruf, 33-35
[9] Fecr, 15-17