Bu Blog içinde Ara

27 Haziran 2012 Çarşamba

Masiyet İnsanın Düşmanlarını Cesaretlendirir

Masiyet İnsanın Düşmanlarını Cesaretlendirir


Günah işleyen kula, düşmanı saldırma cesareti bulmaya başlar. Şeytanlar ona eziyet etme, aldatma, vesvese verme, korkutma, üzme ve hatırlamasında yararı, unutmasında zararı bu­lunan şeyleri unutturma gibi şeylerde de cesaret bulurlar. Yine onu zayıf gördüklerinden kendilerine güvenirler ve onu günaha iterler.
İnsî şeytanlar onun yanında veya gıyabına yapabildikleri eziyeti yapma cür'etkârlığında bulunurlar. Ailesi, hizmetçisi, evlatları ve komşuları hatta hayvanlar ona karşı cesur ve küs­tah olurlar. Nitekim seleften bir zat "Vallahi ben Allah'a karşı bir günah işliyorum ve bunu hanımımdan ve bineğimin huyun­dan hissediyorum." demiştir.
Yöneticiler de ona ceza vermede katı olurlar. Ki zaten adil­ce davrandıklarında Allah'ın belirlediği hadleri ve cezaları uy­gularlar.
Kişinin nefsi de ona karşı cesurlaşır; ona arslan kesilir, inatçı olur. Bir hayır işlese dinlemez ve itaat etmez. Aksine ki­şiyi istese de istemese de helaka sürükler.
Çünkü itaat Yüce Allah'ın kalesidir; ona giren güvencede olur, terkedince yol kesiciler ve başkaları göz dikerler. Kendisini onlara karşı koyacak hiçbir şey bulunmaz. Zira Allah'ı zikretmek, itaat etmek, sadaka, cahili aydınlatmak, iyiliği emir, kötülükten nehiy yapmak kuldan belâları defeden birer koruyucudurlar. Bu, hastalığı kovan ve onunla savaşan bedenlerin direnç gücüne benzer. Bu güç düştüğünde hastalık mikrobu gelip vücudu istila eder ve sonuç ölüm olur. Öyleyse kulun, kendisim müdafaa eden bir şeyi bulundurması şarttır. Zira iyiliklerin ve kötülüklerin ne­ticeleri bunların insanda bıraktıkları duygular birbirleriyle hep kavga halindedirler ve daha Önce açıkladığımız gibi söz bunlar­dan güçlü olanın olur. İyilikler tarafı ne kadar güçlü olursa kötü­lüklere karşı koymak o kadar kolay olur. Zira Allah iman etmiş kimseleri kötülüklere, günahlara vs. karşı korur, kollar. İman ise söz ve eylemdir. İman ne kadar güçlü olursa Allah'ın koruyup kol­laması o kadar çok olur. Allah'tan yardım dileriz.
Günahın cezalarından biri de nefsine en çok ihtiyaç duy­duğu vakitte kulu yüz üstü bırakmasıdır. Çünkü herkes dünya ve ahirette kendisine yarar ve zarar verecek şeyleri öğrenmeye ihtiyaç duyar. İnsanların en bilgim bunu detayıyla bilendir.
İnsanların en güçlüsü ve akıllısı ise nefsine ve iradesine karşı güçlü olan ve onu yararına kullanıp zararına olacak şey­den men'edendir.
İşte insanların bilgileri, gayretleri ve seviyeleri burada farklılık gösterir; onların en bilgilileri mutluluğu ve mutsuzlu­ğun sebep ve yollarını bilendir.
Masiyetler bu bilginin aklına gelmesini, iki dünyada ken­disi için en iyi ve en faydalı olanla meşgul olmasını engeller ve orada perde olurlar.
Kişi bir günaha düşecek olsa ve ondan kurtulmaya ihtiya­cı olsa kalbi, nefsi ve organları onu yüz üstü bırakırlar. Bu şu kimsenin haline benzer: Adamın kılıcı iyice paslanmış ve kınına yapışıp kalmış, çıkarılamaz hae gelmiştir. Aniden düşmanı gö­zükür; onu öldürmeye gelmektedir. Hemen kılıcına sarılır ve çı­karmaya çalışır, ama nafile. O arada düşman gelir onu öldürür.
Bunun gibi kalp de günahlardan paslanır hastalıktan sert­leşir. Düşmanıyla savaşma istediğinde de yanında hiçbir şey bu­lamaz. Kul sadece kalbiyle savaşır, saldırır, hücum eder. Uzuv­lar kalbe bağlıdır. Bağlı bulunduğu şeyde güç yok ise uzuvlar ne yapabilir?
Nefis de öyledir; şayet nefis mutmain nefis ise şehvetlerle ve masiyetlerle kirlenir. Nefs-i emmare ise güçlenir ve arslanlaşır. Kişinin nefs-i emmaresi ne kadar güçlenirse nefs-i mutma-innesi o kadar zayıflar, sonunda hakimiyet ve tasarruf nefs-i emmareye kalır.
Nefs-i mutmainne ise hemen hemen ölür. Çünkü insana fayda vermeyecek, ama sadece elem ve ızdıraplan hissedecek kadar cansız kalır.
Anlatılmak istenen şudur: Kul bir sıkıntı veya belâya du­çar olduğunda kalbi, dili ve azaları onun için en faydalı şeyleri yapmayıp onu yüz üstü bırakırlar. Kalbi onu Allah'a tevekküle, tevbeye, O'na yönelmeye, yalvarıp önünde boyun bükmeye, zelil olmaya çekmez. Dili onu Allah'ı anmaya itmez. Dili zikretse bi­le kalbiyle dilini bir araya getiremez. Kalbini diline hapseder ama ikisini birden zikredilen zâta hapsedemez. Bilakis dua ve zikrini gafil, dikkatsiz ve oyun-oynaştaki bir kalple yapar. Kul azalarından ibadet etmek suretiyle kendisine yardımda bulun­malarını ister de onu dinlemez itaat etmezler.
Tüm bunlar günah ve masiyetlerin eseridir. Bu kimse şu komutana benzer: komutanın, düşmanlara karşı, kendisini mü­dafaa eden bir ordusu vardır. Onları ihmal eder, zayıf ve sahip­siz bırakır, irtibatını keser. Sonra düşmanın saldırdığı bir vakit­te onlardan kendisim korumaları için -güç ve kuvvetleri olmadı­ğı halde- her şeylerini ortaya koymalarını emreder.
Bu böyle... Bir de bundan daha korkunç ve tehlikeli bir du­rum var. O da ölüm ve Allah'a yolculuk anında kalbinin ve dili­nin onu yüz üstü bırakmaları. Bazen bir çoğunda da görüldüğü gibi- kişi diliyle şehadet söyleyemez.
Birisine "Lâilahe illallah, de" denilmiştir de, o "aah, Söyle­yemiyorum" demiştir.
Diğer birisine böyle söylenmiştir de, o "Şah, rah" gibi an­lamsız sözler söylemiş ve ölmüştür.
Başka birine "Lâilâhe illallah, de" denilmiş o ise şu şiiri söyleyip hemen ölmüştür:
Ey soran yorgun-bitkin kadın;
Rahatlatan hamama giden yol nerede? diye.
Bir başkasına "Lâ ilahe illallah de" denmiştir de, o "Tata-na Lannana..." diye şarkı söyleye söyleye ölmüştür.
Bir başkasına ölüm anında böyle söylendi, o "Söylediğin şey bana fayda vermez. Günah bırakmayıp işledim" dedi ve şe­hadet getiremeden can verdi.
Bir diğerine söylendi, o "O bana fayda vermez. Allah için bir kez namaz kıldığımı dahi hatırlamıyorum" dedi ve söyle­medi.
Bir başkasına böyle dendi, o ise "Karşındaki söylediğin şe­yi inkar ediyor" dedi ve öldü.
Birisine böyle söylendi, o "Onu her söylemeye çalışmamda dilim tutuluyor" dedi.
Bir dilencinin ölüm anında yanında bulunan birisi bana onun "Allah için bir para. Allah için bir para" diye diye Öldüğü­nü anlattı.
Bir tüccar bana, bir yakım Ölürken ona "Lâilahe illallah" telkin ettiklerini, ancak onun "şu parça ucuzdur, şu müşteri iyi­dir. Bu şöyledir..." diye diye öldüğünü anlatır.
Sübhanallah! İnsanlar böylesi nice ibret verici olaylara şa­hit olmuşlardır. Ölüm vakti gelmiş bu kimselerin insanlara giz­li kalanı ise daha büyük, daha büyüktür.
Kul zihnî anlayışı, kavrayışı ve gücü varken şeytan onu ele geçirmiş ve ona istediği günahları işlettirmiş, kalbini Allah'ı zi­kirden gafil yapmış, diline Allah'ı zikirden azalarını O'na tâat ve ibadetten uzaklaştırmışken, gücünün bittiği, kalbinin ve bede­ninin canın çıkması elemiyle meşgul olduğu bir anda şeytan ona neler yaptıramaz ki?
Üstelik şeytan ondan son arzusuna kavuşabilmek için tüm güç ve enerjisini toplamış, elinden gelen tüm imkanlarını seferber etmiştir. Artık bu, şeytanın onda yapacağı son işidir. O vakit, şeytanın onun karşısında en güçlü, onun da şeytan karşısında en güçsüz olduğu bir vakittir. Acaba o gün kim se­lamete çıkabilecek? İşte orada "Allah, inananları, dünya haya­tında da, ahirette de sağlam sözle tesbit eder (o sözden asla ay­rılmazlar, daima o tevhid sözüyle Allah'ın birliğini haykırır­lar). Allah, zalimleri de saptırır ve Allah, dilediğini yapar."[1]
Allah'ın, kalbini zikrinden gafil bıraktığı, onun da hevası-na uyduğu ve her işi tefrit olan kişi hüsnü hatime (güzel ölüme) nasıl muvaffak kılınır. Ona nasıl yardım edilir? Kalbi Allah'tan uzak ve O'ndan gaflette olan, nevasının kalesi, şehvetlerinin esi­ri, dili Allah'ın (c.) zikrine kuru, azaları tâatinden uzak ve ma-siyetiyle meşgul. Kimsenin güzel biçimde ölüme muvaffak kılın­ması uzak ihtimaldir.
Sanki o zalim günahkârlar güven için akit yapmış, imza almışlar: "Yoksa sizin istediğiniz hükmü verebileceğinize dair kıyamete kadar sürecek andlarınız mı var üzerimizde? Sor onla­ra: Onların hangisi buna kefil olacak?"[2]
Şairin dediği gibi
Ey kötü eylemleriyle birlikte güven içinde olduğunu sanan!
Yoksa sana gelmiş imzalı bir güvence mi var?
İki şey birden var sende korkusuzluk ve hevaya uymak.
Oysa bunların biri dahi kişiyi helak eder.
Müttakiler korku yolunda yürüdüler
Sen ise o yola hiç girmedin
Sendeki en tuhaf şey ise senin,
Yakında terkedeceğİn hayat için ebedi yurdu önemsemeyişin
Allah aşkına söyle kim aptal? Sen mi,
Yoksa alış-verişinde aldanmış zavallı adam mı?


[1] İb­rahim, 27
[2] Kalem, 39, 40