Allah'a Karşı Su-i Zan Beslemek
Allah (c.) nezdinde günahların en büyüğü O'na (c.) su-i zan beslemektir. Çünkü Allah'a kötü zan besleyen kişi O'nun hakkında mukaddes kemâlinin aksini düşünmüş, isimlerine ve sıfatlarına ters düşen bir zan beslemiştir. Bu yüzden Yüce Allah (a), hakkında kötü zan besleyenlere, başka hiç kimseye vermediği tehditler vermiştir. "Allah hakkında kötü zanda bulunan münafık erkekler ve münafık kadınlar... Kötü olaylar kendi başlarına gelsin. Allah, onlara gazab etmiş onları lanetlemiş ve onlara cehennemi hazırlamıştır. Orası da ne kötü bir yerdir."
Yüce Allah sıfatlarından birini inkar edenlere şöyle seslenmiştir: "İşte Rabb'inize karşı beslediğiniz bu zanmnız. Sizi helak etti, ziyana uğrayanlardan olup çıktınız"[2]
Dostu İbrahim'in kavmine şöyle dediğini haber vermişti: "neye tapıyorsunuz? Allah'tan başka uydurma tanrılar mı istiyorsunuz? Alemlerin Rabb'i hakkında zamanız nedir?"[3]
Yani siz O'ndan gayrisine ibadet etmiş iken, O'nunla buluştuğunuzda size nasıl bir karşılık vereceğini sanıyorsunuz? Onun hakkında ne zan beslediniz de tutup O'nunla birlikte başka şeylere de ibadet ettiniz? İsimleri, sıfatları ve Rabbliği hususunda O'nda ne eksiklikler gördünüz de başkasına ibadet etme ihtiyacı duydunuz? O'nun hakkında lâyık olduğu şeyleri sansay-dınız, düşünseydiniz; Onun her şeyi bildiğini, her şeye kaadir olduğunu, hiç kimseye muhtaç olmayıp her şeyin O'na muhtaç olduğunu, tüm yaratıklarına adaletle muamele ettiğini, yaratıklarının işlerini görme-ayarlama hususunda tek olup kimseyi kendine ortak etmediğini, her şeyin tüm inceliklerini bildiğini, yaratıklarından hiçbir şeyin O'na gizli kalmadığını, tek başına onlara kâfi geldiğini ve hiçbir yardıma ihtiyacı olmadığını, zati itibariyle Rahman olup rahmeti için birinin O'nun duygusunu kabartmasına gerek kalmadığını zannetseydiniz ya!
Evet... Allah'ın (c.) merhameti kendindendir. Ancak krallar halkın ihtiyaçlarının gidermelerinde yardımcı olacak görevlilere merhamet ve şefkatlerini harekete geçirecek aracılara ihtiyaç duyarlar. Onlar muhtaç zayıf, aciz olmaları ve bilgilerinin kısırlıhğı nedeniyle zorunlu olarak vasıtalara ihtiyaç duyarlar. Her şeye gücü yeten, zatiyle her şeyden müstağni olan, her şeyi bilen, rahman, rahim olan ve rahmeti her şeyi kuşatan zat için ise O'nunla kullan arasına aracılar, vasıtalar sokmak O'nun (c.) Rabbliğinin, ilâhlığının, ve birliğinin değerini eksiltir. O'nun (c.) hakkında su-i zan olur. Bunu meşru kılması, izin vermesi müs-tahildir, akıl ve fıtrat bunu imkansız bir şey olarak görür. Akl-ı selimler bunun son derece çirkin olduğunu iyi idrak ederler.
Bunu şu husus iyice açıklar: Kul, kulluk ettiğine tazim gösterir, onu ilâhlaştırır, önünde boyun eğer, zelil olur.
Tam tazimde bulunulma, yüceltilme, ıslah edinilme, boyun eğilme ve önünde zelil olunmayı hak eden de Yüce Allah'tır. Bu sadece O'na ait bir haktır. Haksızlığın en çirkini de O'nun bu hakkını başkasına vermek veya o hususta başkalarını- özellikle kulu ve kölesi olan birini Allah'a (c.) ortak etmektir, nitekim Yüce Allah şöyle buyurur: "Size kendinizden bir misal verdi: (Bakın) size verdiğimiz rızıklarda; sizin ellerinizin altında bulunan (köleler, hizmetçilerden sizinle eşit derecede (yönetim hakkına sahip olan) birbirinizin hakkına dokunmak)dan çekindiğiniz ortaklar var mı (ki tutup kendi mülkümüzde, saltanatımızda bize ortaklar atfediyorsunuz, kendi kullarımızı yarattıklarımızı bize eş koşuyorsunuz)? İşte biz aklını kullanan bir toplum için âyetleri böyle açıklıyoruz."[4]
Yani siz kölenizin rızkınızda-malmızda size ortak olmasını kabul etmediğinize göre, nasıl olup da, sırf bana ait olan, benden başkasına yaraşmayan, benden başkasında mümkün olmayan şey, yani ilâhlık hususunda ban kullarımdan bir takım ortaklar ediniyorsunuz? Her kim bunu sanırsa kadrimi kıymetimi hakkıyle bilmemiş, bana hakkiyle saygı göstermemiş, bende olup hiçbir kulumda olmayan şeyi bana halis kılmamış demektir.
Evet... Allah'la birlikte başkasına kulluk eden kişi Allah'ın tadrini bümemiştir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurur: "Ey insanlar, size bir temsil verildi, onu dinleyin: O Allah'tan başka yalvardıklarımz (var ya), onların hepsi bir araya toplansalar, bir sinek dahi yaratamazlar. Sinek onlardan bir şey kapsa, bunu ondan kurtarmazlar. İsteyen de âciz, istenen de. Allah'ı lâyi-"iyle takdir edemediler (O'nu gereği gibi bilemediler.) Allah Kuvvetlidir, üstündür."[5]
Allah'la birlikte, en küçük ve en güçsüz hayvanı yaratamaman, sineğin kendisinden kaptığı şeyi ondan kurtaramayan şey-lere-kimselere kulluk eden elbette Allah'ı lâyikiyle takdir edememiştir.
Yüce Allah yine şöyle buyurur: "Allah'ı gereği gibi bilemekler. Halbuki kıyamet günü yer, tamamen O'nun avucu içindedir, gökler elinde durulmuştur. O, onların ortak koştuklarından uzak ve yücedir."[6]
Evet... Allah'a kulluğun hiçbir güce sahip olmayan, canlıların en acizini ve en zayıfım ortak eden, böylesi büyük ve güç- lü bir zâtı hakkiyle takdir edememiştir. Güçlü ve aziz olana zayıf ve zelili ortak eden O'nu hakkıyla takdir edememiştir.
Bunun gibi "Allah kullarına hiç bir peygamber göndermedi, hiçbir kitap indirmedi" diyen, hatta O'na kullarını ihmal etmesi, zayi etmesi, kendi hallerine bırakması, boş ve eğlence olarak yaratması gibi kendisine yaraşmayan ve hoş olmayan şeyleri nisbet eden de Allah'ı hakkiyle takdir edememiştir. Allah'ın (c) en güzel isimlerini, en yüce sıfatlarını yok sayan, işitmesini, görmesini, iradesini, seçmesini, yaratıklarının üzerinde yücelerde olmasını, dilediği kuluyla dilediğini konuşmasını reddeden, veya gücünün kapsamlılığını ve gücünün kulların -itaatlarıyla ve isyanlarıyla- tüm fiilleriyle ilintili olmasını reddedip bunu Allah'ın (c.) gücünün yetmesi, istemesi ve yaratması sıfatlarının kapsam alam dışında tutan, kulların, fiillerini Rabb'in istemesi olmaksızın kendilerinin yarattıklarını söyleyen, böylece mülkünde Allah'ın iradesi ve istemesi dışında şeylerin vuku bulduğunu ve Allah'ın olmayan şeyleri istediğini söyleyen kimse de Allah'ı (c.) hakkiyle takdir etmemiştir. Allah mecûsüerin kardeşlerinin bu söylediklerinden münezzehtir. Yine "Allah kulunu, yapmadığı, onda hiçbir gücü ve tesiri olmayan, bilakis Allah'ın kendi fiili olan şeylerden dolayı cezalandırır. Allah kulunu o fiillere mecbur kılar (çünkü kulun iradesi yoktur) sonra onu cezalandırır" diyenler de (cebriyeciler) Allah'ı hakkıyla takdir etmemişlerdir. Bir zorlamadan bahsedilecek olursa Allah'ın zorlaması kulun kulu zorlamasından daha büyüktür. Sağlıklı bir akıl ve fıtrat bir efendinin kölesini bir işi yapmaya zorlayıp veya mecbur bırakıp sonra o yüzden onu cezalandırmasını çirkin bulur. Peki âdillerin en âdili, hikmetlilerin en hikmetlisi merhametlilerin en merhametlisi nasıl olur da kulu, hiçbir etkisi olmaksızın, kendi iradesiyle olmaksızın bir işi yapmaya zorlayıp sonra onu ebedî bir cezayla cezalandırabilir? Bunların sözleri mecûsüerin sözlerinden daha kötüdür. Her iki kesim de Allah'ın (c.) kadrini hakkiyle bilmemişlerdir.
Yine Allah'ı her mekânda kabul edip, O'nu kirden, pislikten ve ağıza alınmayacak nice yerlerden korumayan (uzak kabul etmeyen) ve Arş'ına istiva etmiş kabul etmekten kaçman da Allah'ı (c.) hakkıyla takdir edememiştir: "Güzel söz O'na çıkar, iyi amel O'nu yükseltir"[7] Melekler ve Rûh (Cebrail) de O'na yükselir, O"nun katından inerler. "(Allah) emri gökten yere tedbir eder (=buyruğunu indirir) Sonra emir, sizin saydığınız (yollar) dan bin yıl kadar süren bir günde O'na çıkar"[8] Bu kişi Allah'ı (c.) hükümdarlık tahtına istiva etmekten (oturmaktan, yerleşmekten) korumuş, sonra tutup O'nu (c.) insanın, hatta hayvanın orada olmaktan iğreneceği her türlü yerde kabul etmiştir.
Allah'm (c.) sevgisinin, rahmetinin, rızasının, gadabımn öfkesinin hakikatini "yapılan işlerde gerçekleştirilmesi hedeflenen övgüye değer gayeler" olan hikmetinin hakikatini yok sayan, fiillerinin hakîki olduğunu reddeden, O'na isteyerek yaptığı hiçbir fii| nisbet etmeyip tüm fiillerinin O'ndan kopuk meydana gelen fiiller olduğunu söyleyen, gelmesini, Arş'ımn üzerine istiva etmesini Turdağı'nda Musa ile konuşmasını, kıyamet günü kulları arasında hükmetmek için zâtiyle geleceğini... Ve benzeri pek çok kemâl fiillerini ve sıfatlarını kabul etmeyen, böyle yapmakla Allah'ı hakkiyle takdir ettikleri vehminde olan kimseler de O'nu hakkiyle takdir edememişlerdir.
Yine O'na (dişi) arkadaş ve çocuk nisbet eden, veya Allah'ı yaratıkların bedenlerine girmiş kabul eden (hulülcüler) ya da Allah'ı mevcudatın tâ kendisi sayanlar da Allah'ı hakkiyle takdir edememişlerdir.
Yine; "Yüce Allah Rasûlullah'ın düşmanlarını ve onların ailelerini, soylarını yükseltmiş, sânlarını yüceltmiş, hükümdarlığı, halifeliği ve gücü onlara vermiş, Rasûlullah'ın (s.) dostlarını ve ailelerini ise alçaltmış, küçültmüş ve zelil etmiş nerede olurlarsa olsunlar onlara zilleti vurmuştur" diyenler de Allah'ı hakkıyla takdir edememişlerdir. Bu Yüce Allah'a yapılan son derece büyük bir hakarettir. O rafızîlerin söylediklerinden yücedir, büyüktür.
Bu söz yahudi ve hristiy ani arın alemlerin Rabbi hakkında söyledikleri şu sözden türetilmedir: "O, Allah zalim bir kral gönderdi. O da kendisinin peygamber olduğu iddiasında bulundu, Allah'a karşı yalan uydurdu. Uzun süre yaşadı ve sürekli Allah adına yalanlar söyledi, "Allah şöyle emretti, şundan nehyetti" dedi durdu. Evvelki peygamberlerin ve nebilerin şeriatlarını neshedip siliyor, taraftarlarının kanlarını mallarını ve kadınlarını helâl sayıyor ve "Allah bana bunu helâl etti" diyordu. Allah ona güç veriyor, destekliyor, yüceltiyor, aziz kılıyor, dualarına icabet ediyor, ona karşı gelenlere ulaşmasını mümkün kılıyor, güya doğruluğuna deliller sunuyor, ona düşman olan herkes üzerinde galip ediyor, her sözünü, hareketini doğruluyor, doğru olduğunun delillerini peyder pey sunuyordu." Bilindiği gibi bu tavır Yüce Allah'a saygısızlık; ilmi, hikmeti, rahmeti ve Rabbli-ği hususunda en büyük iftira ve itibarını zedelemedir. Yüce Allah inkarcıların sözlerinden uzak ve yücedir!
Bunların sözleriyle Râfızîlerin sözlerini karşılaştır; iki sözün şairin dediği gibi bulacaksın:
Bir annenin memesini paylaşıp birlikte emdiler. Karanlığın zindanlığını bölüşüp "hiç ayrılmayalım" dediler.
Yine şunu söyleyen de Allah'ı hakkiyle takdir edememiştir: "Allah'ın dostlarına ve O'na bir an olsun âsi olmayanlara azap etmesi, onları cehenneme koyması, düşmanlarına ve kendisine bir an olsun iman etmemiş kimselere de ihsanda bulunup onları nimetler diyarı cennete koyması mümkündür. Normalde O'nun için ikisi de aynıdır. Fakat Kitap ve Sünnetin haberleri bunun aksi istikamette gelmiştir. Biz buna, diğeri adaletine ve hikmetine ters düştüğünden imkansız olduğundan değil, sadece Kitap ve Sünnet'in böyle haber verdiğinden inanıyoruz.
Yüce Allah kitabında bunun mümkün olduğunu söyleyenlere şiddetle karşı çıkmış ve böylesi bir yargıyı en kötü yargılardan kabul etmiştir. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Göğü, yeri ve ikisi arasmdakileri boş yere yaratmadık, bu inkâr edenlerin zannıdır, vay hallerine o kâfirlerin! Yoksa biz, inanıp iyi işler yapanları, yeryüzünde bozgunculuk yapanlar gibi mi tutacağız? Yoksa sakınanları yoldan çıkanlar gibi mi tutacağız?"[9]
"Yoksa kötülükleri işleyen kimseler, kendilerine inanıp iyi ameller işleyenler gibi davranacağımızı mı sandılar? Yaşamaları ve ölmeleri onlarla bir olacak öyle mi? Ne kötü hüküm veriyorlar! Allah, gökleri ve yeri gerçek olarak yarattı, ta ki her can, kazan-dığıyla cezalandırılsın. Onlara haksızlık edilmez!"[10].
"Biz müslümanları suçlular-günahkârlar gibi yapar mıyız hiç?"[11]
Yine Yüce Allah'ın ölüleri diriltmeyeceğini, kabirdekini mahşere göndermeyeceğini sananlar; iyilere iyiliklerinin, kötülere kötülüklerinin karşılığım vereceği, mazlumun zalimden hakkını alacağını, O'nun ve rızası yolunda bu dünyada türlü türlü meşakkatlere tahammül edenlere en güzel biçimde ikram ve ihsanda bulunacağı o güne inanmayanlar; Allah'ı (c.) hakkiyle takdir etmemişlerdir.
Yine Allah'ın (c.) emrini önemsemeyip yapmayan, nehyine kulak asmayıp işleyen, hak-hukukunu kale almayıp zayi eden, Kur'an'ım önemsemeyip ihmal eden, kalbi Allah'ı zikirden gaflette olan, hevâ-hevesini Allah'ın (c.) rızasını kazanmadan önde tutan, mahluka itaati Allah'a itaate tercih eden, Allah'ın (c.) kendisini görmesini, kendisinden haberdar olmasını tüm kalbi ve organlarıyla hafife alan insanlardan utanıp Allah'tan utanmayan, insanlardan korkup Allah'tan korkmayan, insanlarla elinden gelen en iyi şekilde muamele edip Allah'la en düşük ve basit bir muamele ortaya koyan, insanlardan sevdiği birisinin bir işini görürken son derece büyük bir ciddiyet ve gayretle kendini o işe tamamen veren, bir çok maslahatının önüne geçiren, ancak şayet Allah yolunda bir iş yapacak olsa onu insanın insandan dahi hoşnut kalmayacağı biçimde yerine getiren, malından O'nun yolunda, bir insana verildiğinde utanılacak miktarda infak eden kimse de Allah'ın kadrini hakkıyla bilmemiştir.
Saygı, tazim, itaat, zillet, boyun eğme, korku ve ümit gibi sırf Allah'a yapılması gereken şeylerde Allah'a (c), düşmanını ortak eden O'nun (c.) kadrini hakkiyle bilmiş midir? Şayet Allah'a, O'na en yakın kulunu ortak edinseydi bu O'nun (c.) hakkına cür'etkârlık, cinayet, onu küçümseme, O'nunla başkasını ortak edinme olurdu. Peki Allah'la (c.) O'nun en sevmediği, en gadab ettiği, katında en değersiz, hatta hakîkî düşmanı olan bir yaratığını (şeytanı) müşterek ve ortak sayanın yaptığı ne olur? Zira Allah dışında kendisine tek ibadet edilen -yüce Allah'ın buyurduğu gibi- şeytandır. "Ey Adem oğulları, ben size and vermedim mi: Şeytana kulluk etmeyin o sizin apaçık düşmamnızdır. Bana tapın doğru yol budur diye?"[12]
Hatta müşriklerin kendi zanlannca meleklere yaptıkları ibadetleri hakikatte şeytanlara ibadet olarak gerçekleşmiş, onlar ise meleklere ibadet ettiklerini sanmışlardır: "O gün, onların hepsini mahşere toplar, sonra meleklere: "Bunlar size mi tapıyorlardı?" deriz. (Melekler) derler ki: "Sen yücesin, bizim velimiz (koruyucumuz) onlar değil, sensin. Hayır, onlar cinlere tapıyorlardı, çokları onlara inanıyorlardı."[13] Şeytan müşri-ği kendine ibadete çağırır, kendisini melek sandırır.
Güneşe, Ay'a ve yıldızlara tapanlarda böyledir. Onlarla konuşan, bazı ihtiyaçlarını gören şeytandır. O, Güneş doğarken de batarken de şeytan Güneş'le birlikte olur. Böylece onların secdeleri Güneşe değil şeytana olur. İsa'ya ve annesine tapanlarda onlara değil şeytana tapar. Kişi güya kendisine ve annesine ibadet edilmesini emredene, buna razı olana kulluk ettiklerini sa-nar. Halbuki o kovulmuş şeytanların ta kendisidir, Allah'ın (c.) kulu da elçisi de değildir. Tüm bunlar Yüce Allah'ın şu buyruğunun tecellisidir: "Ey Âdem oğulları, ben size and vermedim mi: Şeytana kulluk etmeyin o sizin apaçık düşmanınızdır. Bana tapın doğru yol budur diye?"[14]
Evet... Adem oğlundan herhangi bir kul Allah'tan gayri hangi şeye kulluk etmişse o kulluk mutlaka şeytana olmuştur. İbadet eden, edilenden maksadına ulaşmada faydalanır. Kendisine ibadet edilen de (şeytan), edenden, saygı ve tazimde bulunması ve (şeytanın) en çok hoşlandığı şey olan kendisim Allah'a eş koşması yönünden faydalanır. O yüzden Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Hepsini bir araya topladığı gün: Ey cin (şeytan)lar topluluğu (der), siz insanlarla çok uğraştınız" Onların, insanlardan olan dostları derler ki: "Rabbimiz, birbirimizden faydalandık ve bize verdiğin sürenin sonuna ulaştık." (Allah da) buyurur ki: "Durağınız ateştir. Allah'ın dile (yip affet)mesi hariç, orada ebedî kalacaksınız "Şüphesiz Rabbin hüküm ve hikmet sahibidir, bilendir."[15]
Bu, şirkin Allah katında en büyük günah olmasının, tevbe edilmedikçe affolunmamasmın, ebedî azaba yol açmasının vs. sırrına zarif bir işarettir. Haramlılığı ve çirkinliği, yasaklanmış olmasından dolayı değildir. Bilakis, Allah'ın yüce vasıflarına ters düşen sıfatlara sahip olması nasıl imkansız ise, kullarına kendinden başka birisine kulluk etmelerine izin vermesi de öyle imkansızdır. Rabbliğe, ilâhlığa, büyüklüğe ve yüceliğe sahip olan tek zatın, bunlarda kendisine ortak olunmasına izin vermesi veya buna razı olması nasıl düşünülebilir? Allah (c.) bundan yücedir büyüktür.