Bu Blog içinde Ara

27 Haziran 2012 Çarşamba

Allah'a Karşı Su-i Zan Beslemek

Allah'a Karşı Su-i Zan Beslemek


Allah (c.) nezdinde günahla­rın en büyüğü O'na (c.) su-i zan beslemektir. Çünkü Allah'a kö­tü zan besleyen kişi O'nun hakkında mukaddes kemâlinin aksi­ni düşünmüş, isimlerine ve sıfatlarına ters düşen bir zan besle­miştir. Bu yüzden Yüce Allah (a), hakkında kötü zan besleyen­lere, başka hiç kimseye vermediği tehditler vermiştir. "Allah hakkında kötü zanda bulunan münafık erkekler ve münafık ka­dınlar... Kötü olaylar kendi başlarına gelsin. Allah, onlara gazab etmiş onları lanetlemiş ve onlara cehennemi hazırlamıştır. Ora­sı da ne kötü bir yerdir."
Yüce Allah sıfatlarından birini inkar edenlere şöyle seslen­miştir: "İşte Rabb'inize karşı beslediğiniz bu zanmnız. Sizi helak etti, ziyana uğrayanlardan olup çıktınız"[2]
Dostu İbrahim'in kavmine şöyle dediğini haber vermişti: "neye tapıyorsunuz? Allah'tan başka uydurma tanrılar mı isti­yorsunuz? Alemlerin Rabb'i hakkında zamanız nedir?"[3]
Yani siz O'ndan gayrisine ibadet etmiş iken, O'nunla bu­luştuğunuzda size nasıl bir karşılık vereceğini sanıyorsunuz? Onun hakkında ne zan beslediniz de tutup O'nunla birlikte baş­ka şeylere de ibadet ettiniz? İsimleri, sıfatları ve Rabbliği husu­sunda O'nda ne eksiklikler gördünüz de başkasına ibadet etme ihtiyacı duydunuz? O'nun hakkında lâyık olduğu şeyleri sansay-dınız, düşünseydiniz; Onun her şeyi bildiğini, her şeye kaadir ol­duğunu, hiç kimseye muhtaç olmayıp her şeyin O'na muhtaç ol­duğunu, tüm yaratıklarına adaletle muamele ettiğini, yaratıkla­rının işlerini görme-ayarlama hususunda tek olup kimseyi ken­dine ortak etmediğini, her şeyin tüm inceliklerini bildiğini, ya­ratıklarından hiçbir şeyin O'na gizli kalmadığını, tek başına on­lara kâfi geldiğini ve hiçbir yardıma ihtiyacı olmadığını, zati iti­bariyle Rahman olup rahmeti için birinin O'nun duygusunu ka­bartmasına gerek kalmadığını zannetseydiniz ya!
Evet... Allah'ın (c.) merhameti kendindendir. Ancak kral­lar halkın ihtiyaçlarının gidermelerinde yardımcı olacak görev­lilere merhamet ve şefkatlerini harekete geçirecek aracılara ih­tiyaç duyarlar. Onlar muhtaç zayıf, aciz olmaları ve bilgilerinin kısırlıhğı nedeniyle zorunlu olarak vasıtalara ihtiyaç duyarlar. Her şeye gücü yeten, zatiyle her şeyden müstağni olan, her şeyi bilen, rahman, rahim olan ve rahmeti her şeyi kuşatan zat için ise O'nunla kullan arasına aracılar, vasıtalar sokmak O'nun (c.) Rabbliğinin, ilâhlığının, ve birliğinin değerini eksiltir. O'nun (c.) hakkında su-i zan olur. Bunu meşru kılması, izin vermesi müs-tahildir, akıl ve fıtrat bunu imkansız bir şey olarak görür. Akl-ı selimler bunun son derece çirkin olduğunu iyi idrak ederler.
Bunu şu husus iyice açıklar: Kul, kulluk ettiğine tazim gösterir, onu ilâhlaştırır, önünde boyun eğer, zelil olur.
Tam tazimde bulunulma, yüceltilme, ıslah edinilme, bo­yun eğilme ve önünde zelil olunmayı hak eden de Yüce Allah'tır. Bu sadece O'na ait bir haktır. Haksızlığın en çirkini de O'nun bu hakkını başkasına vermek veya o hususta başkalarını- özellikle kulu ve kölesi olan birini Allah'a (c.) ortak etmektir, nitekim Yü­ce Allah şöyle buyurur: "Size kendinizden bir misal verdi: (Ba­kın) size verdiğimiz rızıklarda; sizin ellerinizin altında bulunan (köleler, hizmetçilerden sizinle eşit derecede (yönetim hakkına sahip olan) birbirinizin hakkına dokunmak)dan çekindiğiniz ortaklar var mı (ki tutup kendi mülkümüzde, saltanatımızda bi­ze ortaklar atfediyorsunuz, kendi kullarımızı yarattıklarımızı bize eş koşuyorsunuz)? İşte biz aklını kullanan bir toplum için âyetleri böyle açıklıyoruz."[4]
Yani siz kölenizin rızkınızda-malmızda size ortak olması­nı kabul etmediğinize göre, nasıl olup da, sırf bana ait olan, benden başkasına yaraşmayan, benden başkasında mümkün olmayan şey, yani ilâhlık hususunda ban kullarımdan bir ta­kım ortaklar ediniyorsunuz? Her kim bunu sanırsa kadrimi kıymetimi hakkıyle bilmemiş, bana hakkiyle saygı gösterme­miş, bende olup hiçbir kulumda olmayan şeyi bana halis kılma­mış demektir.
Evet... Allah'la birlikte başkasına kulluk eden kişi Allah'ın tadrini bümemiştir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurur: "Ey in­sanlar, size bir temsil verildi, onu dinleyin: O Allah'tan başka yalvardıklarımz (var ya), onların hepsi bir araya toplansalar, bir sinek dahi yaratamazlar. Sinek onlardan bir şey kapsa, bu­nu ondan kurtarmazlar. İsteyen de âciz, istenen de. Allah'ı lâyi-"iyle takdir edemediler (O'nu gereği gibi bilemediler.) Allah Kuvvetlidir, üstündür."[5]
Allah'la birlikte, en küçük ve en güçsüz hayvanı yaratama­man, sineğin kendisinden kaptığı şeyi ondan kurtaramayan şey-lere-kimselere kulluk eden elbette Allah'ı lâyikiyle takdir ede­memiştir.
Yüce Allah yine şöyle buyurur: "Allah'ı gereği gibi bileme­kler. Halbuki kıyamet günü yer, tamamen O'nun avucu içinde­dir, gökler elinde durulmuştur. O, onların ortak koştuklarından uzak ve yücedir."[6]
Evet... Allah'a kulluğun hiçbir güce sahip olmayan, canlı­ların en acizini ve en zayıfım ortak eden, böylesi büyük ve güç- lü bir zâtı hakkiyle takdir edememiştir. Güçlü ve aziz olana za­yıf ve zelili ortak eden O'nu hakkıyla takdir edememiştir.
Bunun gibi "Allah kullarına hiç bir peygamber gönderme­di, hiçbir kitap indirmedi" diyen, hatta O'na kullarını ihmal et­mesi, zayi etmesi, kendi hallerine bırakması, boş ve eğlence ola­rak yaratması gibi kendisine yaraşmayan ve hoş olmayan şeyle­ri nisbet eden de Allah'ı hakkiyle takdir edememiştir. Allah'ın (c) en güzel isimlerini, en yüce sıfatlarını yok sayan, işitmesini, görmesini, iradesini, seçmesini, yaratıklarının üzerinde yüceler­de olmasını, dilediği kuluyla dilediğini konuşmasını reddeden, veya gücünün kapsamlılığını ve gücünün kulların -itaatlarıyla ve isyanlarıyla- tüm fiilleriyle ilintili olmasını reddedip bunu Al­lah'ın (c.) gücünün yetmesi, istemesi ve yaratması sıfatlarının kapsam alam dışında tutan, kulların, fiillerini Rabb'in istemesi olmaksızın kendilerinin yarattıklarını söyleyen, böylece mül­künde Allah'ın iradesi ve istemesi dışında şeylerin vuku buldu­ğunu ve Allah'ın olmayan şeyleri istediğini söyleyen kimse de Allah'ı (c.) hakkiyle takdir etmemiştir. Allah mecûsüerin kar­deşlerinin bu söylediklerinden münezzehtir. Yine "Allah kulu­nu, yapmadığı, onda hiçbir gücü ve tesiri olmayan, bilakis Al­lah'ın kendi fiili olan şeylerden dolayı cezalandırır. Allah kulu­nu o fiillere mecbur kılar (çünkü kulun iradesi yoktur) sonra onu cezalandırır" diyenler de (cebriyeciler) Allah'ı hakkıyla tak­dir etmemişlerdir. Bir zorlamadan bahsedilecek olursa Allah'ın zorlaması kulun kulu zorlamasından daha büyüktür. Sağlıklı bir akıl ve fıtrat bir efendinin kölesini bir işi yapmaya zorlayıp veya mecbur bırakıp sonra o yüzden onu cezalandırmasını çir­kin bulur. Peki âdillerin en âdili, hikmetlilerin en hikmetlisi merhametlilerin en merhametlisi nasıl olur da kulu, hiçbir etki­si olmaksızın, kendi iradesiyle olmaksızın bir işi yapmaya zorla­yıp sonra onu ebedî bir cezayla cezalandırabilir? Bunların sözle­ri mecûsüerin sözlerinden daha kötüdür. Her iki kesim de Al­lah'ın (c.) kadrini hakkiyle bilmemişlerdir.
Yine Allah'ı her mekânda kabul edip, O'nu kirden, pislik­ten ve ağıza alınmayacak nice yerlerden korumayan (uzak ka­bul etmeyen) ve Arş'ına istiva etmiş kabul etmekten kaçman da Allah'ı (c.) hakkıyla takdir edememiştir: "Güzel söz O'na çıkar, iyi amel O'nu yükseltir"[7] Melekler ve Rûh (Cebrail) de O'na yükselir, O"nun katından inerler. "(Allah) emri gökten ye­re tedbir eder (=buyruğunu indirir) Sonra emir, sizin saydığınız (yollar) dan bin yıl kadar süren bir günde O'na çıkar"[8] Bu kişi Allah'ı (c.) hükümdarlık tahtına istiva etmekten (otur­maktan, yerleşmekten) korumuş, sonra tutup O'nu (c.) insanın, hatta hayvanın orada olmaktan iğreneceği her türlü yerde ka­bul etmiştir.
Allah'm (c.) sevgisinin, rahmetinin, rızasının, gadabımn öfkesinin hakikatini "yapılan işlerde gerçekleştirilmesi hedefle­nen övgüye değer gayeler" olan hikmetinin hakikatini yok sa­yan, fiillerinin hakîki olduğunu reddeden, O'na isteyerek yaptı­ğı hiçbir fii| nisbet etmeyip tüm fiillerinin O'ndan kopuk meyda­na gelen fiiller olduğunu söyleyen, gelmesini, Arş'ımn üzerine istiva etmesini Turdağı'nda Musa ile konuşmasını, kıyamet gü­nü kulları arasında hükmetmek için zâtiyle geleceğini... Ve ben­zeri pek çok kemâl fiillerini ve sıfatlarını kabul etmeyen, böyle yapmakla Allah'ı hakkiyle takdir ettikleri vehminde olan kimse­ler de O'nu hakkiyle takdir edememişlerdir.
Yine O'na (dişi) arkadaş ve çocuk nisbet eden, veya Allah'ı yaratıkların bedenlerine girmiş kabul eden (hulülcüler) ya da Allah'ı mevcudatın tâ kendisi sayanlar da Allah'ı hakkiyle tak­dir edememişlerdir.
Yine; "Yüce Allah Rasûlullah'ın düşmanlarını ve onların ailelerini, soylarını yükseltmiş, sânlarını yüceltmiş, hükümdar­lığı, halifeliği ve gücü onlara vermiş, Rasûlullah'ın (s.) dostları­nı ve ailelerini ise alçaltmış, küçültmüş ve zelil etmiş nerede olurlarsa olsunlar onlara zilleti vurmuştur" diyenler de Allah'ı hakkıyla takdir edememişlerdir. Bu Yüce Allah'a yapılan son derece büyük bir hakarettir. O rafızîlerin söylediklerinden yüce­dir, büyüktür.
Bu söz yahudi ve hristiy ani arın alemlerin Rabbi hakkında söyledikleri şu sözden türetilmedir: "O, Allah zalim bir kral gön­derdi. O da kendisinin peygamber olduğu iddiasında bulundu, Allah'a karşı yalan uydurdu. Uzun süre yaşadı ve sürekli Allah adına yalanlar söyledi, "Allah şöyle emretti, şundan nehyetti" dedi durdu. Evvelki peygamberlerin ve nebilerin şeriatlarını neshedip siliyor, taraftarlarının kanlarını mallarını ve kadınla­rını helâl sayıyor ve "Allah bana bunu helâl etti" diyordu. Allah ona güç veriyor, destekliyor, yüceltiyor, aziz kılıyor, dualarına icabet ediyor, ona karşı gelenlere ulaşmasını mümkün kılıyor, güya doğruluğuna deliller sunuyor, ona düşman olan herkes üzerinde galip ediyor, her sözünü, hareketini doğruluyor, doğru olduğunun delillerini peyder pey sunuyordu." Bilindiği gibi bu tavır Yüce Allah'a saygısızlık; ilmi, hikmeti, rahmeti ve Rabbli-ği hususunda en büyük iftira ve itibarını zedelemedir. Yüce Al­lah inkarcıların sözlerinden uzak ve yücedir!
Bunların sözleriyle Râfızîlerin sözlerini karşılaştır; iki sö­zün şairin dediği gibi bulacaksın:
Bir annenin memesini paylaşıp birlikte emdiler. Karanlı­ğın zindanlığını bölüşüp "hiç ayrılmayalım" dediler.
Yine şunu söyleyen de Allah'ı hakkiyle takdir edememiş­tir: "Allah'ın dostlarına ve O'na bir an olsun âsi olmayanlara azap etmesi, onları cehenneme koyması, düşmanlarına ve ken­disine bir an olsun iman etmemiş kimselere de ihsanda bulunup onları nimetler diyarı cennete koyması mümkündür. Normalde O'nun için ikisi de aynıdır. Fakat Kitap ve Sünnetin haberleri bunun aksi istikamette gelmiştir. Biz buna, diğeri adaletine ve hikmetine ters düştüğünden imkansız olduğundan değil, sadece Kitap ve Sünnet'in böyle haber verdiğinden inanıyoruz.
Yüce Allah kitabında bunun mümkün olduğunu söyleyenle­re şiddetle karşı çıkmış ve böylesi bir yargıyı en kötü yargılardan kabul etmiştir. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Göğü, yeri ve iki­si arasmdakileri boş yere yaratmadık, bu inkâr edenlerin zannıdır, vay hallerine o kâfirlerin! Yoksa biz, inanıp iyi işler yapanla­rı, yeryüzünde bozgunculuk yapanlar gibi mi tutacağız? Yoksa sa­kınanları yoldan çıkanlar gibi mi tutacağız?"[9]
"Yoksa kötülükleri işleyen kimseler, kendilerine inanıp iyi ameller işleyenler gibi davranacağımızı mı sandılar? Yaşamaları ve ölmeleri onlarla bir olacak öyle mi? Ne kötü hüküm veriyorlar! Allah, gökleri ve yeri gerçek olarak yarattı, ta ki her can, kazan-dığıyla cezalandırılsın. Onlara haksızlık edilmez!"[10].
"Biz müslümanları suçlular-günahkârlar gibi yapar mıyız hiç?"[11]
Yine Yüce Allah'ın ölüleri diriltmeyeceğini, kabirdekini mahşere göndermeyeceğini sananlar; iyilere iyiliklerinin, kötü­lere kötülüklerinin karşılığım vereceği, mazlumun zalimden hakkını alacağını, O'nun ve rızası yolunda bu dünyada türlü türlü meşakkatlere tahammül edenlere en güzel biçimde ikram ve ihsanda bulunacağı o güne inanmayanlar; Allah'ı (c.) hakkiy­le takdir etmemişlerdir.
Yine Allah'ın (c.) emrini önemsemeyip yapmayan, nehyine kulak asmayıp işleyen, hak-hukukunu kale almayıp zayi eden, Kur'an'ım önemsemeyip ihmal eden, kalbi Allah'ı zikirden gaf­lette olan, hevâ-hevesini Allah'ın (c.) rızasını kazanmadan önde tutan, mahluka itaati Allah'a itaate tercih eden, Allah'ın (c.) kendisini görmesini, kendisinden haberdar olmasını tüm kalbi ve organlarıyla hafife alan insanlardan utanıp Allah'tan utan­mayan, insanlardan korkup Allah'tan korkmayan, insanlarla elinden gelen en iyi şekilde muamele edip Allah'la en düşük ve basit bir muamele ortaya koyan, insanlardan sevdiği birisinin bir işini görürken son derece büyük bir ciddiyet ve gayretle ken­dini o işe tamamen veren, bir çok maslahatının önüne geçiren, ancak şayet Allah yolunda bir iş yapacak olsa onu insanın in­sandan dahi hoşnut kalmayacağı biçimde yerine getiren, malın­dan O'nun yolunda, bir insana verildiğinde utanılacak miktarda infak eden kimse de Allah'ın kadrini hakkıyla bilmemiştir.
Saygı, tazim, itaat, zillet, boyun eğme, korku ve ümit gibi sırf Allah'a yapılması gereken şeylerde Allah'a (c), düşmanını ortak eden O'nun (c.) kadrini hakkiyle bilmiş midir? Şayet Al­lah'a, O'na en yakın kulunu ortak edinseydi bu O'nun (c.) hak­kına cür'etkârlık, cinayet, onu küçümseme, O'nunla başkasını ortak edinme olurdu. Peki Allah'la (c.) O'nun en sevmediği, en gadab ettiği, katında en değersiz, hatta hakîkî düşmanı olan bir yaratığını (şeytanı) müşterek ve ortak sayanın yaptığı ne olur? Zira Allah dışında kendisine tek ibadet edilen -yüce Allah'ın bu­yurduğu gibi- şeytandır. "Ey Adem oğulları, ben size and verme­dim mi: Şeytana kulluk etmeyin o sizin apaçık düşmamnızdır. Bana tapın doğru yol budur diye?"[12]
Hatta müşriklerin kendi zanlannca meleklere yaptıkları ibadetleri hakikatte şeytanlara ibadet olarak gerçekleşmiş, on­lar ise meleklere ibadet ettiklerini sanmışlardır: "O gün, onların hepsini mahşere toplar, sonra meleklere: "Bunlar size mi tapı­yorlardı?" deriz. (Melekler) derler ki: "Sen yücesin, bizim velimiz (koruyucumuz) onlar değil, sensin. Hayır, onlar cinlere tapıyor­lardı, çokları onlara inanıyorlardı."[13] Şeytan müşri-ği kendine ibadete çağırır, kendisini melek sandırır.
Güneşe, Ay'a ve yıldızlara tapanlarda böyledir. Onlarla ko­nuşan, bazı ihtiyaçlarını gören şeytandır. O, Güneş doğarken de batarken de şeytan Güneş'le birlikte olur. Böylece onların secde­leri Güneşe değil şeytana olur. İsa'ya ve annesine tapanlarda onlara değil şeytana tapar. Kişi güya kendisine ve annesine iba­det edilmesini emredene, buna razı olana kulluk ettiklerini sa-nar. Halbuki o kovulmuş şeytanların ta kendisidir, Allah'ın (c.) kulu da elçisi de değildir. Tüm bunlar Yüce Allah'ın şu buyruğu­nun tecellisidir: "Ey Âdem oğulları, ben size and vermedim mi: Şeytana kulluk etmeyin o sizin apaçık düşmanınızdır. Bana ta­pın doğru yol budur diye?"[14]
Evet... Adem oğlundan herhangi bir kul Allah'tan gayri hangi şeye kulluk etmişse o kulluk mutlaka şeytana olmuştur. İbadet eden, edilenden maksadına ulaşmada faydalanır. Kendi­sine ibadet edilen de (şeytan), edenden, saygı ve tazimde bulun­ması ve (şeytanın) en çok hoşlandığı şey olan kendisim Allah'a eş koşması yönünden faydalanır. O yüzden Yüce Allah şöyle bu­yurmuştur: "Hepsini bir araya topladığı gün: Ey cin (şeytan)lar topluluğu (der), siz insanlarla çok uğraştınız" Onların, insanlar­dan olan dostları derler ki: "Rabbimiz, birbirimizden faydalan­dık ve bize verdiğin sürenin sonuna ulaştık." (Allah da) buyurur ki: "Durağınız ateştir. Allah'ın dile (yip affet)mesi hariç, orada ebedî kalacaksınız "Şüphesiz Rabbin hüküm ve hikmet sahibi­dir, bilendir."[15]
Bu, şirkin Allah katında en büyük günah olmasının, tevbe edilmedikçe affolunmamasmın, ebedî azaba yol açmasının vs. sırrına zarif bir işarettir. Haramlılığı ve çirkinliği, yasaklanmış olmasından dolayı değildir. Bilakis, Allah'ın yüce vasıflarına ters düşen sıfatlara sahip olması nasıl imkansız ise, kullarına kendinden başka birisine kulluk etmelerine izin vermesi de öy­le imkansızdır. Rabbliğe, ilâhlığa, büyüklüğe ve yüceliğe sahip olan tek zatın, bunlarda kendisine ortak olunmasına izin verme­si veya buna razı olması nasıl düşünülebilir? Allah (c.) bundan yücedir büyüktür.


[1] Fetih, 6
[2] Fussilet, 24
[3] Sâffât, 85-87
[4] Rum, 28
[5] Hacc, 73, 74
[6] Zümer, 67
[7] Fâtır, 10
[8] Secde, 5
[9] Sâd, 27, 28
[10] Câsiye, 21, 22
[11] Kalem, 35-36
[12] Yasin, 60-61
[13] Sebe, 40-41
[14] Yasin, 60-61
[15] En'am, 128