Bu Blog içinde Ara

27 Haziran 2012 Çarşamba

Dünyaya Kanmak; Dünyayla Aldanmak

Dünyaya Kanmak; Dünyayla Aldanmak


İnsanların en aldanmışları dünyaya ve onun peşin nimet­lerine aldanan, bunu ahirete tercih edip, ahiret yerine buna ra­zı olan kimselerdir. Hatta bunların bazıları: "Dünya peşin para, ahiret ise veresiyedir" derler. Bunlardan kimisi "Vaad olunan incidense peşin ödenen zerre daha iyidir" der. Kimisi "Dünyanın zevkleri peşin, ahiretinki ise şüphelidir; o yüzden şüphelinin ar­dına düşüp peşini bırakmam"
Bu, şeytanın en büyük aldatmaca ve kandırmacalarındandır. Dilsiz hayvanlar bunlardan daha akıllıdırlar. Çünkü hay­vanlar kendilerine zarar verecek bir şeyden korktuklarında, dövülseler dahi oraya yaklaşmazlar. Bunlar ise kendilerini helâka götürecek şeylere dalarlar.
Böylesi biri ya inanıyordur, ya inanmıyordun Eğer Allah'a, peygamberine Allah'la (c.) buluşmaya, O'nun (c.) amellerin karşılığını vereceğine inanıyorsa Kıyamet günü insanların en çok pişman olanı olacaktır. Çünkü yaptığını bile bile yapmıştır. Eğer inanmı­yorsa ahirette daha az pişman olacak ve daha az hayıfl anacaktır.
"Peşin para veresiyeden hayırlıdır" sözünün cevabı şudur: Peşin ile veresiyenin değerleri aynı ise peşin daha hayırlıdır. Eğer değerleri farklıysa ve veresiye daha üstün ise veresiye pe­şinden daha hayırlıdır. Dünya, başından sonuna ahirete göre bir nefes gibi iken, nasıl olur da ahirete değişilir? Nitekim Ah-med'in Müsned'inde ve Tirmizî'de, Müsetvred b. Şeddâd'ın riva-yetiyle zikredilen hadiste Rasûluilah şöyle buyurmuştur: "Dün­ya ahirete göre birinizin denize parmak batırması gibidir. Bak­sın bir; parmağında ne kadar yaşlık var kalıyor. Dünya o ıslak­lık, ahiret'ise deniz gibidir"
Bu peşini o veresiyeye tercih etmek en büyük ahmaklık, en çirkin cehalettir. Bütün dünyanın ahirete oranı böyleyken, sa­dece bir insanın ömrünün, ahirete oranı nasıldır? Akıllıya yara­şan hangisidir, peşini tercih edip ahiretteki daimî nimetten mahrum kalmak mı, yoksa değeri ve pahası biçilmez, sonsuz sa­yıdaki sürekli nimeti elde etmek için basit önemsiz ve hemen son bulacak nimeti terketmek mi?
Başka birinin "Şüpheli hatırına kesini terketmem" sözüne gelince; ona şu cevap verilir: Sen Allah'ın vaad ve vaîdinden, peygamberlerin doğruluğundan şüphede misin, yoksa buna ke­sin inancın var mı? Eğer buna kesin inanıyorsan, yakında sona erecek fani bir peşini, hiç kat'î ve sonsuz bir şeye tercih ediyor­sun. Eğer şüphede isen Allah'ın varlığına, kudretine, vahdani­yetine ve peygamberlerinin Allah'tan haber verdiklerinin doğru­luğuna işaret eden âyetlere bir göz at, tefekkür et, kendi içinde tartış. Ta ki peygamberlerin Allah'tan getirdiklerinin şüphe gö­türmeyen kesin hakikatler olduğunu, göresin. Allah'a yakışma­yan sıfatlar nisbet eden kimse O'na (c.) sövmüş, O'nu yalanla­mış, Rabblığmı, ve mülkün sahibi olduğunu inkar etmiş olur. Çünkü sağlıklı bir fıtrata sahip her kişinin nezdinde, hakiki hü­kümdarın aciz, hiçbir şeyi bilmeyen, işitmeyen görmeyen, ko-ftuşmayan, emretmeyen nehyetmeyen, ödül ve ceza vermeyen, bilediğini aziz dilediğini zelil kılmayan, mülkünün dört bir yanına elçilerini göndermeyen, hükümranlığı altındakilerin halle­riyle ilgilenmeyip onları kendi hallerine bırakan ve onlara boş hayaller veren biri olması imkansız ve muhaldir. Bu, insan hü­kümdarların dahi hükümdarlığını zedeler ve onlara bile yaraş­mazken, hakikî hükümdara nasıl yaraşır?
İnsan nutfe halinden büyüyüp kemale erene kadar ki ha­lini düşünürse kendisine bu ehemmiyeti verip çeşitli evrelerden ve hallerden geçiren zatın onu ihmal edip kendi haline bırakma­sının; ona hiç emretmemesinin, onu nehyetmemesin in, kendisi­ne karşı görevlerini ona öğretmemesinin, ödül ve ceza vermeme­sinin asla yaraşmayacağım bilir. Kul hakkiyle düşünecek olsa gördüğü veya görmediği her şey onun için tevhid, nübüvvet ve öbür dünyaya, Kur'an'm Allah (c.) kelâmı olduğuna delil olur. Bunun delil oluş yönünü "Eymânu'l-Kur'an" (Kur'an'daki ye­minler) isimli kitabımda, şu âyeti anlatırken açıkladım: "Hayır. Gördüklerinize ve görmediklerinize yemin ederim ki, bu şerefli bir elçinin sözüdür."[1]
Ayrıca "ve kendinizde de âyetler var; görmüyor musun?"[2] ayetinde de buna değindik ve insanın; yaradanın varlığına ve birliğine, peygamberlerinin doğruluğuna delil oldu­ğunu; yüce ve mükemmel sıfatlarının ispatı olduğunu söyledik.
Böylece fırsatı değerlendirmeyenin kişi her iki durumda da; inanması ve tasdik etmesi ile şüphe duyması ve yalanlama­sı durumlarında da kendini aldatmıştır.
Hem ahirete yakinen inanmak hem de gereğini yapma­mak nasıl olur?
Şayet akıllı biri çıkıp da "Öte dünyaya, cennet ve cehenne­me şüphe götürmez bir şekilde kesin inanç varken, onun gereği­ne göre amel etmekten geri durmak nasıl olur? Büyük bir cezay­la cezalandırma veya en güzel şekilde ikram ve ihsanlarda bu­lunma için yarın gelmesi istenen bir insanın gafil ve rahat biçim­de sabahlaması, hükümdarın huzuruna çıkışı aklına getirmeme­si, ona hiçbir hazırlık yapmaması mümkün müdür?" denilirse...
Deriz ki Vallahi bu doğru ve çoğu insanlar hakkında geçer­li bir sorudur. Bu ikisinin bir arada oluşu en hayret verici şey­lerdendir. Amelden geri kalmanın bazı sebepleri vardır:
Bunlardan biri bilgi zayıflığı ve yakın noksanlığıdır. Bilgi­nin ve bilmenin standart olduğu ve değişmeyeceği düşüncesi ise en bozuk ve en geçersiz görüşlerdendir. Halil İbrahim (a.s.) Al­lah'tan, gücünün yeteceğini bildiği halde yakîni artsın ve gıya­ben bildiği gözle görülür şekilde bilinene dönüşsün diye ölüleri diriltişini kendisine göstermesini istemiştir. Ahmed de Müs-ned'de Rasûlullah'tan şöyle rivayet etmiştir: "Haber verme, apa­çık görme gibi olmaz."
Bilgi azlığının yanına bir de menfî şeylerle iştigal etmesi nedeniyle ahireti aklına getirmemesi eklenirse; bunlara ayrıca doğanın talebleri, hevâ hevesinin galebesi, şehvetinin istilası, nefsin süslemesi, şeytanın aldatması, vaad gününün uzak görül­mesi, geleceğe dair uzun hayaller gaflet, dünya sevgisi, tevile sı­ğınma ve alışkanlıklara bağımlılık eklenince... İşte bu durumda insanın imanını ancak gökleri ve yeryüzünü tutup düşmesine engel olan tutabilir. Bu sebepten dolayı insanlar iman ve amel yönünden farklı farklıdırlar. Bu kalpte zerre miktarı iman kal­masına kadar varır.
Bu sebeplerin tümünün kaynağı basiret ve sabrın azlığı­dır. Bu yüzden yüce Allah sabır ve yakın ehlini övmüş; onları di­nin önderleri kabul etmiştir; Yüce Allah şöyle buyurur: "Sabret­tikleri ve âyetlerimize kesinlikle inandıkları zaman, onların içinden, buyruğumuzla doğru yola ileten önderler yetiştirmiş­tik."

Hüsnü Zan İle Aldanma Ve Kuruntu Arasındaki Fark


Böylece hüsnü zan ile aldanma arasındaki fark belli oldu, Özetle; beslenilen iyi zan kişiyi amel etmeye götürüyorsa bu doğ­ru bir hüsnü zan; tembelliğe ve günahlara dalmaya çağırıyorsa bu da aldanma kendi kendini aldatıp avunmadır. Hüsnü zan ümit demektir; her kimin ümidi onu itaate iletiyor ve günahlar­dan alıkoyuyorsa; o doğru bir ümit içindedir.
Her kimin de tembelliği ümit, ümidi tembellik, ihmalkâr­lık ve tefrit ise o aldanmış kimsedir.
Şayet bir adamın kendisine çok kazanç getirecek kadar ürün vermesi umulan bir arazisi bulunsa ancak o bunu nadasa bıraksa ve tohum atmasa, ekip biçmese ve bununla birlikte o tarladan, sürülen, ekilen sulanan ve bakımı yapılan bir tarla gi­bi verim alma hüsnü zanmm beslese herkes onu insanların en aptalı sayar!
Yine cima yapmadan çocuğunun olacağı veya ilim talep etmeden ve büyük gayretle onu tahsil etmeye çalışmadan za­manının en âlimi olacağı hüsnü zannını besleyen ve kalbinde bu yönde güçlü bir ümit taşıyan kimsenin durumu da bundan farklı değildir.
İşte aynen bunun gibi... Emirlerini yerine getirip yasakla­rından uzak durmak suretiyle Allah'a yaklaşmadan, yüksek dere­celeri ve daimî nimetleri kazanma hususunda hüsnü zan besle­yen ve büyük ümitler barındıran kimsenin hâli de aynen böyledir. Nitekim Yüce Allah "Onlar ki inandılar, hicret ettiler, Al­lah yolunda savaştılar; işte onlar, Allah'ın rahmetini umarlar. Allah, çok bağışlayan, çok merhamet edendir"[3]
Düşün bu âyeti, nasıl da onların ümitlerinin bu ibadet ve tâatleri yapmalarına bağlı olduğunu açıkladı. Bunun gibi boş ümit besleyip aldananlardan da söyle bahsedilebilir mi? Allah'ın hukukunu zayi edenler, onda gevşek ve ihmalkâr davrananlar, emirlerini bir kenara atanlar, kullarına zulmedip yasaklarını küstahça çiğneyenler...
Meselenin Özü şudur: Hüsnü zan ve ümit ancak Allah'ın şeriatında, kaderinde, sevabında ve kererhindeki hikmetinin ge­rektirdiği vesileleri yerine getirmekle olur. Kul önce bunları ya­par, sonra Rabbine; kendisim bırakmaması bunları kendisine faydalı şeylere ulaştırıcı kılması, bunlara ters düşen ve etkileri­ni ortadan kaldıran şeylerden koruması hususunda Allah'a ümit ve hüsnü zan besler.


[1] Hakka, 38-40
[2] Zâriyât, 21
[3] Bakara, 219