Din İki Kısımdır
Din iki kısımdır. Birisi emir-nehiy içeren "şer'î din", diğeri hesap ve ceza-mükâfaat dinidir. Her ikisi de yalnız Allah'a aittir.
Öyleyse hüküm verme olsun, amellerin karşılığını verme olsun, "Din" tamamiyle yalnız Allah'a aittir. Sevgi de her ikisinin aslını teşkil eder. Çünkü Yüce Allah bir şeyi meşru kılmış, em-retmişse onu sevmiş, ondan hoşnut olmuş, bir şeyden nehyet-mişse, sevdiği ve razı olduğu ile ters düştüğünden onu sevmemiş, ondan nefret etmiştir. İşte O'nun emir ve nehiyle ilgili dini tümüyle sevgi ve rızasına dayanmaktadır.
Kulun Allah'a şeriatla kulluk etmesi ancak onu severek ve ondan hoşnut olarak ibadetini yapması demektir. Nitekim Ra-sûlallah "Rabb olarak Allaha, din olarak İslâm'a peygamber olarak Muhammed'e razı olan kimse imanın tadım duyar." buyurmuştur. İşte bu din sevgiyle kurulmuş, sevgi için konulmuş sevgi üzerine tesis edilmiştir. Mükâfaat-ceza dinde böyledir. Çünkü o iyilik yapana iyilikle, kötülük yapana kötülükle karşılık vermeyi içerir ki bunların her ikisi Rabb'in sevdiği şeylerdir. Çünkü bunlar O'nun adaleti ve fazlukeremidir. Bu iki şey de Yüce Allah'ın kemâl sıfatlarındandır. Yüce Allah da sıfatlarım ve isimlerini sever, onları sevenleri de sever.
Her iki din Yüce Allah'ın üzerinde bulunduğu "doğru yol"dur. Çünkü Yüce Allah emir ve nehyinde, mükâfaat ve cezasında" "doğru yol" üzeredir. Nitekim Yüce Allah Hud'un (a.s.) kavmine şöyle dediğini haber buyurur: "Ben Allah'ı şahit tutuyorum siz de şâhid olun ki, ben sizin (Allah'a) ortak koştuklarınızdan uzağım. Haydi hepiniz bana tuzak kurun, sonra bana hiç göz açtırmayın. Ben, sizin de Rabb'iniz olan Allah'a dayandım. Hiçbir canlı yoktur ki O, onun perçeminden tutmuş olmasın (onu dilediği gifoi yönetmesin.) Gerçekten Rabbim, doğru yol üzeredir."[1]
Allah'ın Nebisi Hud; Rabb'inin yaratmasında, emir ve nehyinde ödüllendirme ve cezalandırmasında, kaza ve kaderinde vermesinde ve mahrum etmesinde, afiyetinde ve belâsında, muvaffak ve başarısız kılmasında doğru yol üzere bulunduğunu; tüm bunlarda isimlerinin ve sıfatlarının gerektirdiği adalet, hikmet, rahmet, ihsan, fazl-ü kerem, ödülü ve cezayı lâyık oldukları yere koyma, muvaffak kılma, rezil etme, verme, men'et-me, doğru yola iletme ve saptırmayı hak edene yapma gibi mükemmelliğinin gereklerinden ayrılmadığını, o yüzden en mükemmel övgü ve senayı hak ettiğini bilince, bu bilgiye dayanarak topluca bir arada bulunan kavmine, kendinden emin bir gönül, Allah'tan korkan ve (ona (c.) bağlanmış bir kalple şöyle seslendi: "Ben Allah'ı şâhid tutuyorum siz de şâhid olun ki, ben sizin (Allah'a) ortak koştuklarınızdan uzağım. O Allah'tan başka (taptığınız ilâhlardan!) Haydi hepiniz bana tuzak kurun, sonra bana hiç göz açtırmayın. Ben, benim de Rabbim sizin de Rabbi-fliz olan Allah'a dayandım. Hiçbir canlı yoktur ki O, onun perçeminden tutmuş olmasın (onu dilediği gibi yönetmesin) Gerçekten Rabb'im doğru yol üzeredir."[2]. Sonra Allah'ın gücünün kapsamlılığım, O'nun dışındaki herşey üzerindeki hakimiyetini, herşeyin O'nun büyüklüğünü boyun eğmesini şöyle dile getirmiştir. "Hiçbir canlı yoktur ki O, onun perçeminden tutmuş olmasın." Öyleyse perçemi başkasının elinde olan, başkasının saltanatı ve hakimiyeti altında bulunan kimseden ne diye korkayım? Bu en büyük cehalet, en çirkin zulüm olmaz mı?
Sonra Yüce Allah'ın hükmettiği ve takdir ettiği herşeyde doğru yol üzere bulunduğunu, dolayısıyla zulmünden ve haksızlık etmesinden korkulmayacağım haber vermiştir. Öyleyse Allah'tan başka kimseden korkmam; çünkü herşeyin perçemi O'nun elindedir. Rabbimin zulmetmesinden ve haksızlık etmesinden endişeye düşmem; çünkü O doğru yol üzeredir. Yüce Allah'ın kullarına verdiği hükmü ezelîdir, kesindir. Onlara kaza ve kaderi tamamen âdilcedir. Tüm kainat sadece O'nundur. Hamd ve övgü yalnız O'na mahsustur. Kullarına yaptığı tasarrufta hiçbir zaman adaletten ve fazl-u keremden ayrılmaz. Verir, aziz kılar doğru yola iletir ve muvaffak kılarsa bu fazlı ve rahmetiyledir. Mahrum bırakır, zelil eder, saptırır verezil-rüsvay ederse, bu da adaleti ve hikmetiyledir. O her ikisinde de doğru yol üzeredir."
Sahih bir hadiste Rasûlullah şöyle buyurmuştur: "Bir kul keder ve hüzün veren bir belâya müptela olurda "Allah'ım! ben senin kulunum. Perçemim senin elinde. Hakkımda verdiğin yargının gerçekleşmesi kesindir. Hakkımdaki kararın ve takdirin âdildir. Allahım! Senden, kendim onunla isimlendirdiğin veya kitabında indirdiğin veya kullarından sırf kendinin bilmesini tercih edip gayb ilminde kendi katında saklı bulunduğun her türlü ismin hatırına istiyorum. Kur'an-ı Kerim'i kalbimin baharı, göğsümün nuru, derdimin cilası, keder ve hüznümün gidericisi kıl" der ise, yüce Allah mutlaka onun keder ve hüznünü giderip yerine sevinç ve sürür verir." Sahabiler "Ey Allah Rasûlü! Bu duayı öğrenmeyelim mi? dediler. Rasûlullah "Bilakis, işitenin bunları öğrenmesi gerekir." buyurdu.
Hadisteki hüküm Rabb'in hem kevnî (kainattaki hükümranlığı) hem de emrî (yargı) hükmünü, kaza ve kaderde kulun hem kendi seçimiyle olanı hem de seçimi olmaksızın gerçekleşeni kapsar. Her iki hüküm kesindir, önlenemez. Her iki kaza-ka-der de zulüm içermez. İşte bu hadisenin ve ayetin bir şerhidir, aralarında büyük bir ilişki vardır.