Bu Blog içinde Ara

27 Haziran 2012 Çarşamba

Kaderî Cezalardan Kalbe Düşenler

Kaderî Cezalardan Kalbe Düşenler


Kaderî cezalar iki çeşittir. Birincisi kalp ve nefislere veri­leni, ikincisi bedenlere ve mallara verilenidir.
Kalplere verilen kaderi cezalar: Kalbe verilen ceza iki türlüdür: Birincisi: Kalpin sapmasına yol açan acılar İkincisi: Kalbin hayatım ve doğruluğunu sağlayan madde­lerin ondan kesilmesi.
Kalpten bunlar kesilince onda bunların tersi peyda olur. Kalbin cezası cezaların en şiddetlisidir. Bedenlere verilen ceza­nın aslı ve kaynağı da bu cezadır. Çünkü bu ceza güçlenir, iler­ler ve -bedenin acısının kalbe sirayeti gibi- kalpten bedene ge­çer. Can bedenden ayrıldığında bu durum devam eder. İşte o va­kit kalbin cezasının tesiri ortaya çıkar, ayan beyan belli olur. Kabir azabı denen azap da budur.

Bedenlere Verilen Kaderî Cezalar


Bedenlere verilen cezalar da iki çeşittir: Biri dünyadaki, diğeri ahiretteki cezalardır.
Bu cezaların ve azapların şiddeti ve süresi günahların yol açtığı fesada, insanda yaptığı tahribe göre farklı olur. Dünya ve ahiretteki günahlardan ve cezalarından sadece birine şer nisbet edilmez. Şer bunların tümüne verilen bir isimdir. Onun temelin­de de nefsin ve kötü amellerin şerri yatar. Bu ikisi Rasûlullah'ın hutbesinde şu sözüyle Allah'a sığındığı iki temel serdir: "Nefsi­mizin şerlerinden ve kötü amellerimizden Allah'a sığınırız." Kö­tü ameller nefislerin şerrinden kaynaklanır. Dolayısıyla her tür­lü şerrin kaynağı nefis olduğu ortaya çıktı. Zira kötü ameller onun dalları, meyvalarıdır.
Buradaki kötü amellerimiz diye anlattığımız "seyyiât-i âmâlinâ" terkibinin yapısı ve anlamı hususunda ihtilaf edilmiş­tir: Bazıları: Anlamı "amellerimizin kötü olanlarından" demek­tir, demişlerdir. Bu durumda terkip, nev'in cinsine (türün çeşi­dine) izafeti türünden bir terkip olur Yani anlamı şöyledir: amellerin iyileri de vardır, kötüleri de. Biz bunların kötülerin­den Allah'a sığınıyoruz. Bazılarına göre ise anlam "amellerin kötü cezalarından"dır. Bu durumda cümlenin takdiri şöyle olur: "Amellerimizin cezalarından -ki onlar bize kötülük yapar, acı verir- Allah'a sığınırız." Bu anlamda alındığı takdirde bu duada her türden serden Allah'a sığınılmış olunur ki, bu o görüşü ter­cih sebebi olur. Çünkü nefislerin şerri kötü amellere yol açar, onlar da kötü cezalara yol açarlar. Rasûlullah (s.) Önce "nefisle­rin şerri" ifadesiyle aynı zamanda, onun yol açtığı "kötü amel­leri de işaret etti ve bunu tekrar söyleme gereği duymadı. Çün­kü "nefislerin şerri" kötü amellerin aslım teşkil eder. Sonraki terkipte de şerrin sonunu dile getirdi. Ki o da kula kendi eliyle yaptığı amelden dolayı kötülük yapan kötülükler, yani cezalar ve acılardır. Böylece bu "sığınma duası" şerrin aslım, dalını, so­nunu ve neticesini birden içermiş, (tüm bunlardan Allah'a sığı­nılmış) olur.
Meleklerin mü'minlere yaptıkları dualardan biri şudur: "Ve onları kötülüklerden koru. Her kimi o gün kötülüklerden korumuşsan ona rahmet etmişsindir."[1] Bu dua hem kö­tü amellerden, hem de onların sahibine "kötülük yapan" cezala­rından koruması talebini içermektedir; zira Yüce Allah onları kötü amellerden koruduğunda aynı zamanda (kıyamet günün­de) kötü cezadan korumuş olur (yani ayette geçen her iki kötü­lük de kötü amel anlamındadır ve ondan Allah'a sığınmak, cezasmdan da sığınmayı içerir.) Gerçi şu da var: "Her kimi o gün kö­tülüklerden korumuş s an..." ifadesindeki kötülüklerden maksa­dın "korunulması istenen kötü amellerin o gündeki cezaları" ol­ma ihtimali daha büyüktür (Böylece dua o anlamı direkt ifade eder.)
Soru: Melekler dualarının başka yerinde zaten Allah'ın on­ları cehennemden korumasını istemişlerdir. Cehennemden ko­runmak "kötü cezadan onlardan konınma"nın ta kendisidir. Bu onlardan korumasını istedikleri "kötülükler"in "kötü ameller" olduğunu gösterir. Böylece meleklerin bu duaları Rasûlullah'ın (s.) biraz Önce geçen "sığınma duası"nın bir benzeridir. Sözümü­ze ayetteki "o gün" ifadesiyle cevap verilemez; çünkü duada Al­lah'tan istenilen, kötü amellerin şerrinden korumasıdır. O kötü ameller ise haddi zatında kötü ve şerlidirler.
Cevap: Allah'ın kötülüklerden (günahlardan) koruması iki türlü olur.
Birincisi: Günahları işlememesi için yardım etmesidir. Böylece ondan günahlar sadır olmaz.
İkincisi: Affetmek suretiyle onun cezasından koruması, böylece cezalandırmamasıdır. Böylece âyet, her iki hususun da Allah'dan istendiğini ifade etmiştir. "O gün" zarfı da emir cüm­lesinin ("onları koru") değil, şart cümlesinin ("her kimi korur­san") zarfıdır.
Meleklerden aktarılan bu sözlerin içeriğini bir tefekkür et; iman ve salih ameli Övmüşler, mü'minler için mağfiret dileyerek onlara iyilikte bulunmuşlardır. Mağfiret dilemenin öncesinde Allah'a ilminin ve rahmetinin genişliğiyle tevessül etmişlerdir. Zira ilminin geniş olması mü'min kullarının günahlarım ve bun­ların sebeplerini günahlardan tamamen uzak kalamayacak ka­dar zayıf olduklarını, düşmanlarının, nevalarının, doğalarının dünya ve süsünün kendilerine süslü gösterilmesinin istilası al­tında olduklarını bilmesi; onları daha yeryüzüne ilk koyduğun­da, onlar analarının karnında cenin iken bilmesi; geçmiş bilgi­siyle onların mutlaka kendisine karşı günah işleyeceklerini, kendisinin ise affetmeyi ve bağışlamayı sevmesini bilmesi, ve bir başkasının bilmediği pek çok şeyi bilmesi anlamını içerir.
"Rahmetinin genişliği"de onun hiçbir tevhid ehli mü'mini helak etmeyeceği geniş rahmet dairesinden ancak bedbahtların çıka­cağı herşeyi kuşatan rahmetinin kuşatmadığı kimseden daha bedbaht kimsenin bulunmadığı gerçeğini içerir. Bunu söyledik­ten sonra O'ndan yoluna -ki o; kendisine, yani kendisini tanıma­ya, sevmeye ve itaat etmeye ulaştıran yoldur- uyan, hastalan­madığı şeylere "tevbe" deyip sevdiği yola uyan tevbekârları ba­ğışlamasını istemişlerdir. Sonra da onları cehennem azabından koruyup cennetine koymasını, onları ve mü'minleri ataları, to­runları ve eşleriyle birlikte vaad ettiği Adn cennetlerine koyma­sını istemişlerdir. Yüce Allah elbette vaadinden dönmez. Ancak o cenneti onlara belli vaad ederken ortaya bir takım sebep ve ve­sileler koymuştur. Meleklerin, rahmetiyle -ki mü'minleri güzel ameller, melekleri onlara duaya muvaffak etmesi bu rahmetin tecellisidir- mü'minleri cennete koyması için Allah'a dua etme­leri bu sebeplerden biridir.
Yüce Allah daha sonra, meleklerin, bu duaların sonunda şöyle dediklerini haber vermiştir: "Şüphesiz Aziz ve Hakim olan sensin: Yani bunun kaynağı ve sebebi senin mükemmel gücün, mükemmel bilgindir. Çünkü "izzet" gücün kemali, "hikmefde il-min-bilginin kemalidir. Yüce Allah bu iki sıfatla, dilediği hükmü verir emreder, yasaklar, sevap ve ceza verir. Yaratmanın ve hü­küm vermenin kaynakları da bu iki sıfattır.
Asıl konuya dönelim: Günahların cezaları şer'î cezalar ve kaderi cezalar olmak üzere ikiye ayrılır. Bunlar ya kalpte ya be­den ya da her ikisindedir. Ölüm sonrasında berzah âleminde ve­rilen bir takım cezalar, öte dünyada insanların bir araya toplan­dığı yerde bir takım cezalar vardır. Günahın mutlaka cezası var­dır. Ancak kul, cehaletinden dolayı içinde bulunduğu cezayı his­setmez. Çünkü acıyı hissetmeyen sarhoş, uyuşuk ve uykudaki kişi gibidir; uyandığında acıyı hisseder. Günahların cezaya yol açması ateşin yanmaya, kırmanın kırılmaya, suda kalmanın bo­ğulmaya, zehirin ölüme, mikropların hastalıklara yol açması gi­bidir. Ceza bazen hemen gelir, bazen -az veya çok- gecikir. Nite­kim hastalık da sebebinden gecikir veya aynı vakitte olur. Bu n°ktada kul çoğu zaman yanlışa düşer. Bir günah işler ve tesi-rı:nı hemen görmez. Onun yavaş yavaş, zaman içerisinde görüleceğini bilmez. Nitekim zehirler ve mikroplar da etkilerini yavaş yavaş yaparlar. Kul ilaçlarla, perhizle ve zararlı atıkları dışarı atmakla tedavi olursa ne âlâ, aksi takdirde onu ölüme sürükler. Tek bir günah dahi gereği yapılmadığı takdirde helâka sürük­ler. Peki her saat, günah üstüne günah işleyen kişinin hâli nice olur?
Yüce Allah'ın ceza olarak gösterdiği şeyleri aklına getir. Bunların sana ulaşma ihtimalini düşün. Ben bunların bir kısmı­nı sana anlatacağım. Akıllı kimseye inandıktan sonra bunların bir kısmı dahi yeterli olur.
1. Bunların biri kalplere ve kulaklara mühür vurulması, gözlere perde çekilmesi, kalplere kilit ve mühür vurulması ve perdelenmesi, yüreklerin ve gözlerin ters çevrilmesi, kişiyle kal­bi orasına girilmesi, kalbin Allah zikrinden gafil edilmesi, insa­na kendisinin unutturulması, Allah'ın kalbini temizlemesi, göğ­sün -kişi gökyüzüne çıkarken olduğu gibi- dar ve sıkıntılı yapıl­ması, kalplerin haktan çevrilmesi, kalbin hastalığına hastalık katılmasıdır. İmam Ahmed'in Huzayfe'den rivayet ettiği gibi-ters yüz yapılması ve yozlaştınİmasıdır. Huzeyfe şöyle der: "Kalpler dört çeşittir: Birisi latif ve içinde aydınlatıcı bir lamba bulunan kalp. Bu mü'minin kalbidir. İkincisi perdeli, sarılı kalp. Bu kâfirin kalbidir. Üçüncüsü ters yüz olmuş, yozlaşmış kalp. Bu münafığın kalbidir. Dördüncüsü de iki madde, iman madde­si ile küfür maddesi tarafından beslenen kalptir. Bu da, bu iki­sinden galip olandandır.
2. Günahın bir cezası da tâat hususunda kişinin ayağının yere çaktırılması, kımıldamaz hale getirilmesidir.
3. Günahın bir diğer cezası kalbin sağır, ahras, kör yapıl­masıdır. Kalp ile ona fayda vermeyen hakikat arasındaki du­rum; sağırın kulağıyla ses, körün gözü ile renkler, ahrasın dili ile konuşma arasındaki durum gibidir. Böylece anlaşılmış olu­yor ki körlük, sağırlık ve ahraslık kalpde hakiki ve zatî (zatında olan), azalarda ise arazîdir (asıldan kaynaklanmayan)
Yüce Allah 'Şu var ki gözler kör olmaz, bilakis göğüslerde­ki kalpler kör olur"[2] Burada göz organının kör olması­nı inkar kastedilmemektedir. Nasıl öyle olsur ki; başka bir âyette "Köre güçlük yoktur"[3] denilmiş, bir başkasında "Su­rat astı ve döndü. Kör geldi diye"[4] buyurulmuştur. Bilakis anlatılmak istenen tam körlüğün hakikatte sadece kalp körlüğü olduğu, göz körlüğünün ona nazardan körlük sayılma­yacak kadar basit olduğudur. O yüzden de "tam ve güçlü bir kör-lük"e nisbeten yok sayılması mümkündür. Bunun Örnekleri ha­dislerde çoktur; örneğin Rasûlullah (s.) "Güçlü kişi güreşte baş­kasını yenen değildir. Bilakis o öfkelendiğinde kendine hâkim olan kimsedir" "Asıl fakir gezip dolaşan bir iki lokma elde eden kişi değildir. Fakir, insanlardan istemeyen, dolayısıyla fakirliği­nin farkına varılmayıp kendisine sadaka verilmeyen kişidir.
Özetle: Günahların bir cezası da kalbin kör sağır ve ahras yapılmasıdir.
Günahın bir cezası da bir yerin dibine geçirilmesi gibi kal­bin dibine geçirilmesidir. Sahibi farkına varmadan kalp esfel-i safiline (en alçaklara) geçirilir. Onun batırılmasının alâmeti pis­liklerde, rezaletlerde ve alçaklarda gezip durmasıdır. Allah'ın yükselttiği ve kendine yaklaştırdığı kalbin Arş'ın etrafında ge­zip durması gibi.
Günah işleyen iyilikten, hayırdan, yüce amellerden, söz­lerden ve ahlâktan uzaklaştırılır.
Seleften bir zat şöyle der: "Bu kalpler gezicidirler. Bazıla­rı Arş etrafında, bazıları ise pislik etrafında gezerler.
6. Günahların bir cezası da kalbin başka bir hayvanın kal­bine dönüştürülmesidir. İnsanın bedeni maymun, domuz gibi hayvana dönüştürüldüğü gibi kalbi de, ahlakî amelleri ve doğa­sı itibariyle kendisine benzediği hayvanın kalbine dönüştürü­lür. Kalplerin bazıları sahibiyle arasındaki benzerlikten dolayı domuz kalbine veya köpek, merkep, yılan, akrep vs. kalplerine dönüştürülür. Süfyan b. Uyeyne şu âyeti böyle tefsir eder: "Yer­yüzünde yürüyen hiçbir hayvan ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki, (onlar da) sizin gibi birer ümmet olmasınlar"[5] O der ki: İnsanların bazıları normal yırtıcı hayvan­ların ahlakı, bazıları köpeklerin ahlakı, domuzların ahlakı, merkeplerin ahlakı üzeredirler. Kimisi tavus kuşunun tüyüyle süslenmesi gibi elbisesiyle süslenir. Onlardan kimi merkep gibi inatçı ve geri zekâlıdır, kimisi horoz gibi başkasını kendisine tercih eder, kimisi güvercin gibi evcildir, dost olur, onunla dost olunur. Bazıları deve gibi kinli, bazıları koyun gibi her yönüyle iyidirler. Bazıları tilki gibi kurnazdırlar." Nitekim Yüce Allah cehennem ehlini bazen merkeplere, bazen köpeğe, bazen (genel olarak) hayvanlara benzetmiştir. İçteki bu benzerlik öyle güçle­nir ki zahiri görüntüye de yansır. Ancak bu görüntü gizli olur ve ancak feraset ehli kimseler tarafından görülür. Bu benzerli­ğin amellerde zuhur etmesini ise herkes görür. Bu güçlenir ve kişinin şekli iğrenç hale gelir. Allah dilerse daha sonra tam şe­kil değişimi yaşanır. Yüce Allah -yahudilere ve benzerlerine yaptığı gibi -onların zahirî görüntülerini tamamen hayvana dö­nüştürür. Nitekim yüce Allah yahudileri maymunlara ve do­muzlara dönüştürmüştü.
Sübhanallah! Nice ters yüz olmuş kalpler, nice hayvan kalbine dönüştürülmüş kalpler, nice bastırılmış kalpler vardır da sahibi bunun farkında değildir. Nice insanların Övmesine ka­nan, Allah'ın onu koruyuşuna aldanan, Allah'ın nimetleriyle is-tidrac edilen (azap tuzağına doğru çekilen) kimseler vardır! Tüm bunlar birer ceza ve zelil kılmadır. Cahil ise bunların bir keramet ve iyilik olduğunu sanır.
Günahların bir cezası da Allah'ın, (günah işlemek suretiy­le) tuzak kurana tuzak kurması, hile yapana hile yapması (kar­şılığım vermesi) alay edenle alay etmesi, haktan meyletmiş kal­bi daha da meylettirmesidir.
Günahların bir cezası da kalbi ters yüz etmesidir. Böylece kişi batılı hak hakkı batıl, iyiliği kötü kötülüğü iyilik olarak gö­rür. Bozgunculuk yapar, ama ıslah ettiğini düşünür. Allah yo­lundan alıkoyar, ama Allah (c.) yoluna çağırdığını sanır. Sapık­lığı hidayet karşılığında satın alır, ancak hidayet üzere olduğu­nu sanır. Heva-hevesine uyar, ama Allah'a uyduğunu sanar. Tüm bunlar işlenen günahların cezasıdır.


[1] Gâfır, 9
[2] Hacc, 46
[3] Nûr, 61
[4] Abese, 1-2
[5] En'am, 38