Kaynak: İhyau'ulumi'd-din Cilt 1 - İmam Gazali, Bedir Yay., Tercüme: Ahmed Serdaroğlu, İstanbul 1985
- İmam-ı Gazali hakkında uydurulan rüya (S.3-4)
Gazâlî'nin mânevi cephesine babanlar da Onun pek büyük bir mutasavvıf, pek kıymetli bir ehli hâl olduğunu teslim etmekte, maddî varlıklara kıymet vermeyen ruhundaki ulvî tecellilere meftun olmaktadırlar. (Rûhü'l Beyân) tefsirinden naklettiğim şu rüya cidden ibretâmizdir: «Râgıb İsfahanî'nin (El-Muhadarât) adlı eserinde kaydettiğine göre, imâm Şâzeli şunları söylemiş: Mescid-i Aksu'da istirahat için biraz yaslanmış idim. Uyumuşum; rüyamda gördüm ki mescidin dışında haremin ortasına bir taht kurulmuş. Derken takım lakım birçok insanlar geldiler.
Ben:
— Bu kalabalık nedir? diye sordum.
— Bütün nebi ve resuller (aleyhimüsselâm) toplandı. Muham-med aleyhisselâmın huzurunda Hüseyn Hallaç için şefaate gelmişler. Bu zât onun hakkında terbiyesizlikte bulunmuş da., dediler.Bir de tahta baktım, üzerinde yâlnız başına Peygamberimiz (S.A.V.)oturuyor. İbrahim, Musa, İsa ve Nuh (aleyhimüsselâm) dâhil diğerbütün Peygamberler yere oturmuşlar... Ben onların ne konuşacaklarını işiteyim ve göreyim diye ayağa kalkdım. Derken Hz. Musa, Peygamberimizle (A.S.) konuşmağa başladı. Dedi ki:
— Sen: «Benim ümmetimin ulemâsı Benî îsrâilin Peygamber
leri gibidir» buyurdun. Onlardan birini bize göster bakalım.. Peygamberimiz:
leri gibidir» buyurdun. Onlardan birini bize göster bakalım.. Peygamberimiz:
— Şudur! dedi: ve Gazâlî'ye işaret buyurdu. Hazret-i Musa-ona bir suâl sordu. Fakat O, on tane cevâb verdi. Bunun üzerineMusa aleyhisselâm: «Cevâb suâle uygun olmalıdır. Suâl bir, cevâbise on!...» diyerek itiraz etti. imâm Gazali:
— Bu itiraz sana da vâridtir. Hanı sana, bu elindeki nedir? diye sorulmuştu! Bunun cevâbı: «Sopamdır» demekti. Ama sen birçok sıfatlar zikrettin! diye cevâb verdi:
Ben Mııhammed aleyhisselâmın büyüklüğünü; İbrahim, Musa ve İsa (aleyhimüsselâm) gibi peygamberler yerde otururken, onun yalnız başına taht üzerinde bulunuşunu düşünüyordum. Birden bir şahıs beni müz'ic bir şekilde dürttü, yâni bana vurdu. Uyandım baktım ki, bir kayyım Mescid-i Aksâ'nın kandillerini yakıyor. Bana:
— Şaşına! Zira bütün peygamberler O'nun nurundan yaratılmışlardır, dedi. Ben bayılarak düşmüşüm. Cemâat namazı kıldıktan sonra ayıldım. Ve o kayyimi aradım. Fakat bugüne kadar bulamadım.»
- Katip Çelebi’nin Gazali hakkındaki cehaleti (S.4)
İmâm Gazali'nin en mühim eseri olan bu kitâb, zahirî ve manevî ilimlerin bir memzûcudur. Kâtib Çelebi (Keşfü'z - Zünûn) adlı meşhur eserinde onun hakkında şunları söylemektedir:
“Bu kitâb mev'ize kitâblarının en büyüklerindendir. Hatta onun hakkında: Bütün İslâm kitâbları yok olsa da yalnız İhya kalsa, giden, bütün kitâbların yerini tutardı, denilmiştir.”
- Yine bir rüya, Allah ve Resulune iftira (S.7)
Vaktiyle Mağrib'de Ebû'l-Hasen b. Harzehem nâmında herkesin sevib saydığı büyük bir âlim varmış. Bu zât (İhyâu Uhîmi'd-Dîn) i okuyunca: «Sünnete muhaliftir; bid'attir bu!» diyerek memlekette ne kadar İhya nüshası varsa, hepsinin toplanıp yakılmasını emretmiş. Halk derhal emre imtisâlen bulabildikleri bütün nüshaları getirmişler, Ve Cum'a günü yakmağa karar vermişler. Cum'a gecesi Ebû'l-Hasen bir rüya görmüş. Rüyasında camiye girmiş ve caminin bir kösesinde bir nur parladığını müşâhade etmiş. Bir de, bakmış ki, o nur Uz. Peygamber (S.A.V.) dir. Yanında da Hz. Ebû Bekirle Hz. Ömer fR.A.) oturuyorlar. Bu arada imâm Gazali, elinde İhyâu Ulûmi'd-Dîn olduğu hâlde huzura gelerek: «Yâ Resûlallah! Şu adam benim has-rnımdır» demiş ve kitabı takdim ettikten sonra ilâve etmiş: «Yâ Resûlallah! Bu kitaba bir bak! Eğer şu adamın dediği gibi bunda senin/ sünnetine muhalefet ve bid'at eseri varsa, ben Hak Teâlâ'ya tevbA ediyorum. Sence makbul ve şerîatine muvafık bir şey ise adalet] iktizâsı hasmımdan hakkımı alarak beni şad eyle!»
Resûl-i Ekrem (S.A.V.) kitabı alarak baştan sona bir göz gezdirdikten sonra: «Vallahi bu güzel bir şey!» diyerek Hz. Ebû Bekir'e uzatmış. O da aynı şekilde kitabı kanşdırdıktan sonra: «Ya Resûlallah! Seni Hak Peygamber olarak gönderen Allaha yemin ederim ki, bu kitâb hakîkaten güzeldir» demiş ve kitabı Hz. Ömer'e vermiş. Ömer (R.A.) da kitaba bakarak aynı şeyi söylemiş. Bunun üzerine Resûlullah (S.A.V.) Ebıi'l - Hasen'in soyulmasını ve müfteri haddi (cezası) olmak üzere şiddetle dövülmesini emir buyurmuş. Emri derhal yerine getirilmiş ve Ebu'l-Haseni dövmeye başlamışlar. Sırtına beş kırbaç vurulduktan sonra Hz. Ebûbekir rikkate gelerek şefaat etmiş ve: «Yâ Resûlallah! Bu zâtın böyle yapması senin sünnetini iâzîm maksadiyle bir ictihadda bulunmasından ileri gelmiştir. Bunu af buyur!» demiş. Ebû'l-Hasen yaptığına pişman ve hatâsına tevbe etmiş, imâm Gazâlî de onu afv eylemiş. Ebû'l-Hasen bir daha ömrü boyunca Ihyâ'yı elinden bırakmamış ona tazimde bulunmuş, imâm Ebû'l-Hasen uykusundan uyandığı zaman rüyasını arkadaşlarına anlatmış. Bundan sonra tam bir ay, vurulan yerleri sızlamış. Vefatında dahî o kırbaç yerleri sırtında müşahede olunmuş. Ibn Subki (Tabakat) nam eserinde bu hikaye’nin sahih olduğunu söylemiştir.Anlayana bu kadarı kafidir sanırım.
- Allah’ı bir rüyada görme yalanı ve Yusuf En Nessac’ın Allah’a iftirası (S.33-34)
«Hazret-i İmâm (kuddise sırruh)Bazı kitâblarında demiştir ki: Ben önceki hâlimde sâlihlerin hâllerini ve ariflerin makamlarını inkâr ederdim. Nihayet Hak Teâlânın yardımı imdadıma yetişti ve rüyada Allahü zülcelâl hazretlerini gördüm. Bana "— Yâ Ebâ Hâmid!.." dedi. Ben, acaba bana şeytan mı söylüyor, diye düşünürken, Hak Teâlâ buyurdu: "Hayır, ben seni altı tarafından kuşatmış [ilmim, iradem ve kudretim seni sarmış] olan Allah'ım... Ey Ebû Hâmid!.. O yazdığın kitâbları terk eyle. Öyle bir topluluğun sohbetlerine devama başla ki, Ben onları arzımda kendime nazargâh eylemişimdir. Onlar, öyle bir cemaattir ki, dünyâyı ve âhireti benim muhabbetime karşılık satmışlardır." Ben sordum: Yâ Rab! İzzetin hakkıçün Senden yalvarırım ki, onlara hüsn-i zan çeşnisini bana tattır. Hak Teâlâ, da hî buyurdu ki: Maksadını hâsıl eyledim. Dileğini kabul ettim. Onlar ile senin aranda perde olan ve gayeye erişmeğe engel teşkil eden dünya sevgisiyle uğraşmandır. O hâlde, dünyâdan ihtiyarın ile [dilemenle,] çıkıp git. Mecburî olarak çıkmazdan evvel... Muhakkak ki, Ben senin üstüne envâr-ı kuds'ümden [mukaddes nurlarımdan] bir nur imza eyledim. Artık doğrul ve lisânına gelen kelimât-ı kud-siyeyi söyle!... dedi.» İmâm Gazâlî der ki: «Ben bu lâtif rüyadan sevinç ve ferahlık duygularıyla uyandım. Şeyhim Yûsuf en-Nessac hazretlerine koştum ve gördüğümü kendisine anlattım. Şeyh tebessüm etti ve dedi ki: Ey Ebû Hâmid! Bu hâl bizim bidayette olan elvâhımızdır ki, biz onu mahv etmişizdir. Lâkin eğer benimle sohbet ve tam ülfet edersen senin basiret gözüne esmed-i te'yid ile cila veririm. Tâ ki 'Arş, Kürsî ve havâlisinde olan Mukafrebîn meleklerini göresin. Sonra o mertebeye dahî razı olmazsan, ta ki ebsâr-i idrâkinden âciz olduğunu sen idrâk ve müşahede edib ondan sonra güzer-i tabiatinden safi ve Tûr-ı akl üzere raakıy olup hazret-i Musa'ya olan hitâb gibi Hak Tela'dan «Ene Allahü Rabbü'l-Alemin» hitabını istimâ edersin...»
- Büyük şeyh Ebul – Abbas Ahmed bin Ebi’l Hayı Es-Seyyad El – Yemani Allah adına yalan söylüyor (S.42)
Büyük Şeyh Ebû'l - Abbâs Ahmed bin Ebi'l-Hayr es-Sayyad. el-Yemenî Kuddise sirruh hazretleri, İmâm'ın tercürne-i hâlinden bahs ederken buyuruyorlar ki: «Birgün Yemen'de otururken maneviyât âleminde bana bir keşf oldu, gök kapıları açıldı, meleklerden bir bölük belirdi ve cümlesi yeryüzüne indiler. Yanlarında yeşil hil'atler [güzel elbiseler] ve gayet lâtif bir binek vardı. Kabirlerden bir kabrin yanma vardılar, başucunda toplandılar. O kabirden bir şahsı çıkardılar, hil'atleri ona giydirdiler, ol dabbeye [bineğe] bindirdiler ve semâya alıp gittiler. Bir semâdan ötekine yükseldiler yedisini de geçip, sonra yetmiş perdeyi aralayıp hep yükseldiler. Ben bu hâlden dolayı hayretler içindeydim. Acaba bu zât kimdir, diyordum. Bana denildi ki: Bu, Gazali'dir... Fakat, yüksele yüksele hangi mertebelere çıktı bilemedim...» Sonradan anlaşıldı ki, Yemen'de bu keşfin olduğu gün, Hüccetü'l-İslâm Zeynü'd-Dîn İmâm Gazâlî hazretlerinin vefatı günü idi. Rahmetullahi teâlâ...
- Şeyh Şemseddin Ebu Abdullah Muhammed el-Celali en Nesai, Allah adına yalan söylüyor (S.42-43)
Şeyh Şemsüddin Ebû Abdullah Muhammed el-Celâlî en-Nesâî der ki: «İmâm Gazâlî hazretten, kendisini mezarın içine şeyh Ebû JBekr en-Ncssâc koysun diye vasiyet etmişti. Bu vasiyet mucebince şeyh vakta ki, bu hizmeti görüp lâhdden çıktılar, hâli değişmiş, yüzü kül gibi olmuş görüldü. Size ne oldu, niçin böyle değişip sarardınız soldunuz efendim dediler. Bir şey demedi. Sonunda israf edip yemin verdiler, muhakkak bildiriniz dediler. Ö da mecbur kalıp anlattı: Ne zaman ki, İmâmın nâşını lahd [mezarın dibi] içine koydum, kıble tarafından bir sağ elin çıktığını gördüm. Hatiften (gizlilerden) bir ses bana şöyle seslendi: Muhammed Gazâlî'nin elini Seyyidü'l-Mürselîn-Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellemin eline koy!.. Ben de denileni yaptım. İşte mezardan çıktığımda benzimin solup sararmış olmasının sebebi budur... Kaddesallahu Teâlâ ruhahü'l-aziz.» (Mevzûâtü'l - Ulûm. C. 2, S. 822.)
- Yine bir rüya Allah ve resulüne büyük iftira (S.43)
Şeyh Arifi Billah Ebi'l-Hasen eş-Şâzelî kuddise sirruh — ki asrının seyyidi, dünyânın bereketi idi —buyururlar ki: Resûlullah aleyhissalâtü vesselam Efendimizi rüyada gördüm. Hz. Musa ve Hz. İsâ aleyhisselâmlara, İmâm Gazali ile mübâhat eylediler [övündüler] ve buyurdular ki: Sizin ümmetinizde böyle hayırlı var mıdır? Onlar, yoktur dediler. (Mevzûâtü'l- Ulûm. C, 2, S. 823.)
- Başka bir rüya Allah ve resulüne büyük iftira (S.43-44)
Rivayet olunur ki, Mağrib ülkesinde Ebû'l-Hasen adında bir İmâm [önder, devlet reisi] vardı. Sofuydu, halk tarafından sevilirdi, İhya kitabının aleyhinde bulunanlara kandı, içinde sünnete muhalif bid'atler var sandı ve yakılmasını emr etti. Şehir ve kasabalardaki İhya nüshalarının toplanıp getirilmesini istedi. Herkes, İhyâ'lan getirdiler ve cuma günü yakılması kararlaştırıldı. Vakta ki cuma gecesi [perşembeyi cumaya bağlıyan gece] oldu. Ebû'l-Hasen rüyasında şöyle gördü: Camiye girmiş, köşede bir nur parlıyor, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem hazretleri, yanlarında Ebû Bekir ve Ömer radiyallahu teâlâ anhümâ olduğu hâlde oturmuşlar. İmâm Gazali de önlerinde oturmuştu. Elinde İhya kitabını tutup «Ya Resûlallah!.. Şu kimse benim hasmımdır» dedi. Sonra İhyâ'yı Efendimizin eline verdi. Ya Resûlallah! Şu kitaba nazar buyurunuz. Eğer şu kimsenin zumu [zannı] gibi bunda senin sünnetine muhalefet ve bid'at eseri varsa ben Hak Teâlâ'ya tevbe ve rücû edeyim. Eğer senin katında makbul ve müstahsen [beğenilen] ve senin yoluna; Şerîate, Sünnete uygun ise, doğru yolu bulmağa yararlı ise, adalet eyle, bana düşmanlık eden bu zâttan hakkımı alıver, beni sevindir, dedi. Resûlullah Efendimiz (S.A.) İhyâ'ya, evvelinden âhirine kadar sahîfe besahîfe nazar buyurdular ve sonra: Vallahi, bu kitâb muhakkak ki, güzel bir şeydir, dediler. Sonra Ebû Bekr'e sundular. O da aynı şekilde tedkîk etti ve sonra Yâ Resûlallah ! Hudâ-yı Zülcelâl hakkıçün — ki seni Hak Dîn ile peygamber kılıp gönderdi — elbette bu kitâb güzeldir, iyidir, de- di. Daha sonra İhyâ'yı Hz. -Ömer'e sundular. O da baktı ve Hz. Ebn Bekir gibi söyledi. Bunun üzerine Cenâb-ı Risâletmeâb sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz emr eyledi, Ebû'l-Hasen'in gömleğini çıkarıp sırtını açsınlar, hadd-i müfteri [iftira .ezası] ile şiddetle darb etsinler. Beş kırbaç [veya sopadan] sonra Hz. Ebû Bekir şefaat edip, «Yâ Resûlallah! Onun böyle etmesi yine senin sünnetinin uğrundadır. Niyeti oydu. Ama içtihadında [düşüncesinde] hatâ etti», dedi. İmâm Gazali de hakkından vaz geçip, afv etti.
Vakta ki, İmâm Ebu'l-Hasen uykusundan uyandı, sırtında kırbaç izleri apaçık duruyordu. Yakınlarına ve etrafına olup bitenleri haber verdi ve bir ay kadar, o darbeler sebebi ile ıztırab çekti, hasta yattı. Sonra bunların acısı geçti. Vefat ettiği zaman baktılar ki, o darbelerin izleri hâlâ sırtında duruyor. Bu hâdiseden sonra, İmâm Ebu'l-Hasen îhyâ'yı her zaman okurdu. O kitabı, tazim ve tebcil ey-
ler, kendisine rehber edinirdi.
- Ömer bin Muhammed Sühreverdi Allah’a ve resulüne iftira ediyor.(S.51)
Tasavvuf ulularından ve şâfiî fakihlerinden Şihabüddin Ebu Hafs Ömer bin Muhammed Sühreverdî hazretleri «Avarifü'l - Me'â-rif» adlı kitabında, İmâm Gazali ve İhyâ'sı ile ilgili şu keşfini nakleder:
«Âlem-i mânâda Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemi görmüştüm. Mefhâr-i mevcudat Şems-i dü-cihân hazretleri ihya kitabına nazar buyurmaktadır. Kitâbu Kavaaidi'l-'Akaaid kısmındaki "Allahü Teâlâ Nebiyyi'l - ummiyyi'l - Kureyşî Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellemi Araba ve Aceme; cin ve insin kâffesine peygamber olarak göndermiştir" cümlesini okuyunca, Resûlıdlah Efendimiz-memnun ve mahzuz oldular. Etrafına bakıp, "Gazali nerededir?" buyurdular... Gördüm ki, İmâm Gazali birden Efendimizin önünde görüldü, kemâl-i edeb ile selâm verdi. Fahr-ı Kâinat Efendimiz selâmını aldılar. Gazali, onun mübârek ellerini hürmetle öptü
- İbrahim Teymi’ye Hızır denilen hayali kişinin şahsında Allah ve resulüne iftira ediyor.(S.978)
Hızır aleyhisselam'ın, İbrahim Teymi'ye öğrettiği ve âkşam sabah okunmasını tavsiye ettiği «Müsebbiat-i asere» yi okursa bütün bu duaların faziletlerini bir araya toplamış olur. Kerz b. Vebere'den — Allah rahmet etsin— (1074) diyor ki:
Şam'da bulunan bir kardeşliğim beni ziyarete gelerek, getirmiş (olduğu hediyeyi kabul etmemi benden rica etmişti. Ben de kendisine:
— Bu hediyeyi sana kim verdi? Diye sordum. O da :
— İbrahim Teymî verdi, dedi. Ben :
— Bunu sana kim verdi diye sormadın mı? Dedim. Kerz: — Evet sordum ve o da bana şöyle dedi: Bir gün Kabe'nin bir köşesinde zikir ve teşbih ile meşgul iken bir zât yanıma gelerek bana selâm verdi ve sağ tarafıma oturdu. Ömrümde böyle güzel yüzlü, temiz giyinmiş, beyaz tenli ve güzel kokulu bir inşân görmemiştim. Kendisinden, kim olduğunu ve nereden geldiğini sorduğumda, Hızır olduğunu söyledi. Bunun üzerine yanıma niçin geldiğini sorduğumda, beni Allah için sevdiğini ve selâm vermek için bana verilmek üzere bir hediyesi olduğunu söyledi. Hediyenin ne olduğunu kendisinden
sorduğumda, şöyle dedi:
— Her sabah güneş doğup yeryüzüne yayılmadan ve akşam güneş batmadan önce, Fatiha, Muavvezeteyn, İhlâs, Kâfirûn sûreleri ile Âyetü'l - Kürsî'yi yedişer kere oku, sonra yedi kere :
de ve Resûl-i Ekrem üzerine yedi salâvat getir. Yedi kere de kendin, ebeveynin ve bütün mü'minler için Allah'tan mağfiret dile, sonunda da yine yedi kere «Allahım! Bana, anne ve babama ve bütün mü'minlere peşin, veresiye, dünya ve âhirette Senin lûtfuna lâyık şekilde muamele et. Bize, bizim lâyık olduğumuz muameleyi yapma. Sen bağışlayıcısın, cömertsin, ilim sahibisin, kerîm, raûf ve rahimsin.» de. îşte akşam sabah, bunlara devam et, dedi.
Ben merak ettim ve :
— Bu hediyeyi kimden aldığını öğrenmek isterim, dedim. O:
— Hazret-i Muhammed aleyhisselâm'dan aldım, dedi. Ben:
— Bunları okuyanın sevabı nedir? Dedim. O:
— Hz. Muhammed'i (S.A.V.) gördüğün zaman sevabını ondan
sor, dedi.
sor, dedi.
İbrahim Teymî bunun devamını şöyle anlatıyor: Bir gün rüyasında melekler kendisini alıp Cennet'e götürdüler. Oradaki nimetleri gördü ve gördüğü şeyleri anlattı. Sonra diyor ki: Bu büyük nimetlerin kimlere ait olduğunu meleklerden sordum. Onlar da: «Senin amelin gibi amel edenlere aittir.» dediler. Meyvelerinden yedirip, şerbetlerinden içirdiklerini anlattı. Sonra devamla diyor ki: Resûl-i Ekrem, yanında şarkı garbı dolduracak genişlikte yetmiş saf melâike ve yetmiş Peygamber olduğu hâlde yanımıza gelerek bana selâm verdi ve elimden tuttu. Ben :
— Ya Resulallah! Hızır bana bunları öğretti ve sizden duyduğu-
nu söyledi, ne buyurursunuz, dedim, Resûl-i Ekrem Efendimiz: — Hızır, doğru söyledi, onun söyledikleri hakikattir. O, yeryüzünün en âlimi ve ebdallerinden birisi olup, yeryüzünde Allahu Teâ-la'nın askerlerinden birisidir, buyurdu. Bunun üzerine ben :
— Yâ Resulallah! Bunlara benim gibi devam ettiği hâlde rüyâm-
da olduğu gibi sizi göremiyenlere de bu nimetler var mı? Dedim. Re-
da olduğu gibi sizi göremiyenlere de bu nimetler var mı? Dedim. Re-
sul-i Ekrem :
— Beni hak Peygamber olarak gönderen Allaha yemîn ederim ki, bunları okuyan kimse böyle bir rüya ister görsün ister görmesin, Allah ona bu mükâfatlan verir. Bütün günâhlarım bağışlar. Gadab ve kin hastalıklarını ondan kaldırır. Günâh meleklerine bir sene kadar günâhlarını yazmamalarını emreder. Beni hak Peygamber gönderen
Allaha yemîn ederim ki, bunlan ancak saîd olanlar yapar, şâkî olanlar terkeder, buyurdu. İbrahim Teymî, bir ara dört ay yemedi ve içmedi. Belki de bu hâli, bu rüyayı gördükten sonra idi.
Allaha yemîn ederim ki, bunlan ancak saîd olanlar yapar, şâkî olanlar terkeder, buyurdu. İbrahim Teymî, bir ara dört ay yemedi ve içmedi. Belki de bu hâli, bu rüyayı gördükten sonra idi.
- İmam-ı Gazali ,”gücünden kaldırılan perdeler nisbetinde ilahi müşahadeye ilahi mazhar olur.” İddiası (S.981)
Fakat Arifler, Allahü Tealâ'nın Celâl ve Cemâlîni, basiret gözü ve marifet nuru ile müşahede ederler ki, bu baş gözünden çok daha kuvvetlidir. Gerçi O (Allah C.C.)'nun Celâl ve Cemâlini bütün künhü ile idrâk etmek beşer kudretinin fevkindedir. Ona kimsenin gücü yetmez. Ancak herkes, gözünden kaldırılan perdeler nisbetinde müşâhede-i ilâhiye mazhar olur. Allahü Teâlâ'nın Celâl" ve Cemâlinin nihayeti olmadığı gibi, bu perdelerin de sonu yoktur. Yalnız «Nur» diye anılan ve bu perdelere ulaşmakla aslına vâsıl oldum zannedilen perdsler yetmistir.
- İlmin haricinde keşf yolu iddiası (S.982)
Biz bu ince mânâları burada bırakalım. Çünkü bunlar muamele ilmi'nin haricindedir. Bu mânâlara, ancak temiz tefekküre sâhib olan kimse keşf yolu ile erebilir.
- İbrahim Edhem Ebdalın şahsında Allah’a iftira ediyor (S.1008)
İbrahim bin Ethem, bir ebdaldan şöyle hikâye ediyor: Ebdâl gecenin birinde denizin kenarında namaz kılıyordu. Bu sırada tesbîh eden bir es duydu. Etrafına baktı kimseyi göremedi:
- Kimsin, sesini duyuyor, kendini göremiyorum? Deyince :
— Ben bu deryaya müvekkel bir meleğim, yaratılalıdanberi AH ahi bu şekilde tesbîh ederim, dedi. Kendisine:
— Adın nedir? Diye sorduğumda :
- Mehyehaîl, dedi. Kendisine:
— Bu teşbihin sevabı nedir? Diye sorduğumda.
— «Yüz kere bu teşbihi okuyan kimse, Cennetteki yerini görmeden ölmez» dedi. Tesbîh şudur :
Âhiret yolcusu bu ve benzeri duaları okuyup kendisinde bir heves uyandığı zaman, devam etsin; kalbi nereden zevk alıyor ve gönlüne hayır ilham oluyorsa ondan ayrılmasın.
- Hz.Ömer’ e iftira (S.1026)
Hz. Ömer (R.A.), gece virdinden bir âyet okuyamadığı vakit, gündüzleri bayılırdı, hattâ bu yüzden bir hasta ziyareti gibi, günlerce ziyaret edildiği rivayet edilmiştir
- Yusuf bin Mihran, “horoz suretinde bir melek vardı.” Allah’a iftira ediyor (S.1029)
Yusuf b. Mihran da şöyle demiştir: Arş-ı A'zâm'ın altında horoz sûretiride bir melek var. Tırnakları içindeki mahmuzlan yeşil zeberceddendir. Gecenin üçte biri geçtiği vakit, kanatlarını çırparak: «Kalkacak olanlar kalksın.» diye bağırır. Gecenin üçde ikisi geçince : «Kalkacak olanlar kalksın.» diye seslenir. Sabah olduğu vakit, yine
kanat çırparak: «Gafiller kalksın.», diye seslenir.
- “Vehb otuz sene başını yere başını yere koymamıştır.”(S.1029)
Rivayete göre, Vehb (1138),otuz sene başını yere koymamıştır ve: «Evimde serili döşek görmektense, şeytân'ı görmek daha hoşuma gider. Zîra yatak, inşânı uyumağa davet eder.» demiştir. Bu zâtın deriden bir minderi vardı, uykusu geldiği vakit, göğsünü ona dayar, üzerinde bir iki süründükten sonra, tekrar namaza kalkardı.
- “Allahu Tealayı rüyada gördüm.”yalanı (S.1029)
Zatın biri de şöyle anlatıyor: Allahu Teâlâ'yı rüyamda gördüm ve şöyle buyurduğunu işittim: «İzzet ve Celâlim hakkı için, elbette Süleyman-ı Teymî'ye ikram edeceğim. Çünkü o, kırk sene yatsı abdesti ile sabah namazını kılmıştır.» Denildi ki: Onun kanaatine göre inşânın hatırına uyku geldiği zaman abdesti bozulur.
- “Eski alimlerden biri sıddıklara şöyle ilham etti.” Diye Allah adına yalan söylüyor.(S.1034-5)
Eski alimlerden birisi de şöyle anlatıyor: Allahu Teâlâ bâzı sıddıklara şöyle ilham etmiştir:
— Benim birtakım kullarım var, ben onları severim onlar beni
sever; ben onları, onlar da beni arzular. Onlar beni, ben de onları anarım. Onlar bana bakar, ben de onlara bakarım. Onların yolunagirersen seni.de severim, girmezsen sana küserim. Sıddık:
sever; ben onları, onlar da beni arzular. Onlar beni, ben de onları anarım. Onlar bana bakar, ben de onlara bakarım. Onların yolunagirersen seni.de severim, girmezsen sana küserim. Sıddık:
— Yâ Rab! Onlann alâmeti nedir? Dedi. Allahu Teâlâ :
— Çoban, koyununa gölge aradığı gibi, bunlar da gölgeye riâyet eder. Yâni güneş doğuşundan zevale kadar ibâdet ederler. Kuş yuvasına döndüğü gibi, öğleden akşama kadar yine ibâdete dönerler.Akşam olup herkes yataklarına yatıp uzandıkları sırada da onlar, ayaklarını toplar ve yüzlerini benim karşımda yerlere sererler. Benim sözümle bana yalvanr, benim in'am ve ihsanım karşısında eğilir, bâzan ağlar, bâzan inler ve bâzan kendilerinden geçer ve bâzan da hayretler içinde kalırlar. Benden dolayı çektikleri vehmini gördüğüm ve ana olan sevgilerinden ötürü yaptıkları şikâyetleri duyduğum için,onlara ilk ikramım, benim nurumdan onların kalbini nûrlandırmaktır. Bu sayede ben onlardan haber verdiğim gibi, onlar da benden haber verirler. Sonra, yer ve gökler ve bunlarda bulunan herşey onlar için terazinin bir gözüne konsa, bunu onlar için azımsarım yâni onlara daha çoğunu veririm ve nihayet rahmetimle onlara yönelirim ne sanırsın? Rahmetimle yöneldiğim kimseye istediğini vermez miyim? Elbette veririm buyurmuştur.
Kaynak: İhyau'ulumi'd-din Cilt 2 - İmam Gazali, Bedir Yay., Tercüme: Ahmed Serdaroğlu, İstanbul 1985
1. Gazali’ye göre “Sema (dönüş) keşfe sebep olabilir. Uyanıkken hakkı müşahade eder veya gayb’tan kendine sesler gelir.”yalanı (S.724-725)
Keşif sebeblerinin birisi de, semâ'ın yardımı ile kalb neş'esinin uyanmasıdır. Bu sayede daha önce güç yetiremediği şeyleri müşahedeye güç yetirir. Nitekim deve, devecinin sarkılan sayesinde daha önce taşıyamadığı ağır yükleri taşıyabilmesi gibi. Devenin işi ağır yükleri taşımak olduğu gibi, kalbin işi de melekûtun esrarını düşünmek ve keşf yolu ile müşahede etmektir. İşte bu sebeblerdendir ki semâ', keşfe sebeb olabilir. Belki kalb temizlenip cilâlandığı zaman, basiret gözü ile uyanıklık hâlinde Hakk'ı müşahede eder veya hafiften [gâib ten] kendisine sesler gelebilir. Uyku halinde de rüya ile bunlara ulaşabilir. Rüya ise nübüvvetin kırk altı cüzünden bir cüzdür.
2. Muhammed b. Mesruk – ı Bağdadi hafiften ses gelmesi yalanı (S.725)
Bu keşfin hakikatini öğreten ilim. muamele ilmi dışındadır. Nitekim Muhammed b. Mesrûk-ı Bağdadî şöyle anlatıyor; Gençliğimde çakır keyf bir gece gezintisinde kendi kendine şu şiiri söyleyerek gidiyordum:
«Tûr-i Sina'da öyle bağlık var ki, oraya uğradığımda, o üzüm sularını bırakıp su içenlere şaşarım»;
Tam bu sırada hatiften şöyle bir ses duydum:
Cehennem'de de su var ki, onu boğaz sordukça [yudum yudum içtikçe], bağırsakları ağzına gelir».
İşte benim tevbe ederek ilim ve ibâdetle meşgul olmama sebeb olan hâdise budur. Şimdi kalbi temizlemekte tegannînin te'sîrini gör. Hattâ hakikat, vezinli ve mânâsı anlaşılan sözlerle kendisine tecellî ederek kulaklarını çekti ve kendisi de hâlini düzeltti.
3. “Hızır diye varlığı olmayan bir kimsenin basiret sahibi kimseleri muhtelif şekilde görülebilir.” Yalanı (S.725-726)
Ebedi makkam olan Cennet'ten, yemekler ve azgınlığı hiç bir fayda sağlamayan nefis zevkleri seni meşgul eder» dedi. Bunu duyan utbetü'l-Gulâm, bir sayha ederek bayıldı düşdü. Cemâat da bir lokma yemeden ortada kaldı. -Yemeğin tadına bakmadan sofralarını kaldırdım. Kalb, cilalanmış iken, hatiften sesler duyulabileceği gibi, Hızır Aleyhisselâm'ın sureti de müşahede edilebilir. Hızır, basiret sahibi kimselere muhtelif şekillerde görünebilir. İşte melekler de bu hâllerde Peygamberlere görünür; ya gerçek suretleri ile, veya bâzı hâlleri tem-sil ve hikâye edecek kılık ve kıyafetlerde görünürler. Resûl-i Ekrem (S.A.V.), Cebrail Aleyhisseiâm'ı iki defa asıl sureti üzerinde görmüştür. Resûl-i Ekrem, Ufku doldurmuştu, buyurdu. Allahü Teâlâ'nın
«O vahyi ona öğreten, kuvveti şiddetli Cebrail'dir. O akıllı ve me'-mûriyetinde müstakimdir. O, ufuk-ı âlâda idi» (53 — Necm: 5, 6, 7)
İnsânın kalbi böyle cilâlandığı sıralarda başka gönüllerde saklı ilan şeyleri de keşfedebilir ve buna firaset denir
Cilt 1
- el-Mekki’nin kısaca hayatı (S.7)
EBÛ TALÎB el-MEKKİ, Sünnî tasavvufun önde gelen isimlerinden meşhur sufi ve muhaddis Şeyh Ebu Talib el-Mekkî (ra), iran asıllı Cebel halkındandır. Fakat Mekke'de yetiştiği için el-Mekkî nisbesiyle anılmıştır. Tam adı, Muhammed b. Ebi'l-Hasan Ali b. Atiyye el-Harisî'dir. Doğum tarihi tam olarak bilinmemektedir. Gençlik yıllarında hayatının büyük bölümünü nefs mücahedesi ve riyazetle geçiren Şeyh Ebu Talib'in hadis aldığı hocalar arasında Ali b. Ahmed el-Masisi ve Ebu Bekir el-Müfid'i görmekteyiz. Meşhur müfessir İbni Mücahid'in dostu olan İbni Salim'in de talebesi olmuştur. Yetiştiği Mekke'den ayrıldıktan sonra Basra'ya giden Şeyh Ebu Talib, orada Salimiye mektebine katılmıştır. Hicri 386 yılında (M. 1006) Bağdat şehrinde vefat etmiş ve Malikiye mezarlığında defnedilmiştir. Şeyh Ebu Talib el-Mekkî'nin en iyi bilinen eseri 'Kûtü'l-kulCıb' Kalplerin Azığı adlı kitabı olup kendinden çok sonra yaşamış olan imam Gazzâlî'nin îhyâu Ulûıni'd-din adlı eserinin ana kaynağı olmuştur.
- Kıyamet gününde Allah’ın bir insan suretinde görüneceği iftirası (S.9-10)
Allah Teala'nın yaratılmamış bir iradesi (=meşî'et) ve yaratılmış olan kararları (=irade) vardır. Bununla Allah Teala kendilerinin günahkar olmalarını istemeden, yaratılmışların hataları meydana gelir. Şeytan, en nihayet Allah'a itaat etmiştir. Allah Teala, Kıyâmet gününde bir insan suretinde temessül etmiş bir halde, bütün yaratılmışlar"tarafından bila vasıta idrak edilebilir bir şekilde görünecektir.(=teceIlî).
- İbrahim et-Temimi’ye Hızır’ın verdiği hediye yalanı (S.30-32)
Eğer Hızır'ın (as) İbrahim et-Temimi'ye hediye ettiği ve ona kuşluk vakti ve akşam vakti söylemesini tavsiye ettiği 10 adet yedişerdi zikri söylerse, o zaman üzerindeki lütf-u ilahi kemal bulmuş olur. Hızır (as) bu kelimeleri ona verirken, Allah Resulü'nüri (sav), bunların faziletinden bahsettiğini ve anlatılamayacak kadar yüce bir 'özelliğe sahip olduklarını söylemiş, bunlara devam edenin, Allah tarafından cennetle müjdelenmiş kulları olduğunu ilave etmiştir.
Konuyu uzatmamak için bunların faziletlerini tafsilatıyla anlatmamayı uygun gördük. Kul, bu kelimeleri devamlı olarak söylerse üzerindeki lütf-u ilahi kemal bulmuş olur. Bunları sürekli olarak zikretmek, dağınık olarak verdiğimiz bütün duaların sevabla-nm onun için bir araya getirir.
Bunu Sa'id b.Sa'id, Ebi Tıyba'dan, o Kurz b. Vebere'den nvayet ederek şöyle demiştir: Abdaldan biri şöyle demişti: Şam'dan bir kardeşimiz geldi ve bana bir hediye vererek şöyle dedi: Ey Kurz, hediyemi kabul et. O, gerçekten de çok güzel bir hediyedir. Değerini bil!
Ben de şöyle dedim: Ey kardeşim, bu hediyeyi sana kim hediye etti? Dedi ki: Bunu bana İbrahim et-Temimi hediye etti. O zaman şöyle dedim: Peki, İbrahim'e, bunu kimin verdiğini sormadın mı?
Dedi ki: Tabii ki sordum. Bana şu cevabı verdi: Kabe'nin avlusunda oturuyordum. Sürekli tekbir, hamd ve tesbihde bulunuyordum. Yanıma bir adam geldi ve bana selam vererek sağ tarafıma oturdu. Kendi zamanımda ondan daha güzel yüzlü, daha güzel elbiseli, daha beyaz ve daha güzel kokulu birini görmemiştim. Ona şöyle dedim: Ey Allah'ın kulu, sen kimsin ve nereden geldin?
Bana dedi ki: Ben Hızır'ım. Bunun üzerine ona: Peki ne için bana geldin? diye sordum. Dedi ki: Sana selam vermek ve sana Allah için duyduğum sevgiden dolayı geldim. Hem yanımda sana hediye etmek istediğim bir hediye var. Dedim ki: Nedir o? Dedi ki: Güneş doğup ışıklarını yeryüzüne yaymadan ve batmadan önce şunları yedişer kez okutmandır: Yedi kez Fatiha suresi; Yedi kez Nas suresi; Yedi kez Felak suresi; Yedi kez İhlas suresi; Yedi kez Kafirun suresi; Yedi kez Ayete'l-Kürsi; Yedi kez Sübhanallah velhamdülillah vela ilahe illallah vallahü Ekber demen; Yedi kez Allah Resulü'ne (sav) salat etmen; Yedi kez kendi nefsin, anne-baban, çocukların, hanımın, yaşayan ve ölmüş bütün müminler için istiğfarda bulunman; Yedi kez şöyle dua etmen:
"Allahım! Benim ve onlar için er veya geç, din, dünya ve ahiret için Sana layık olanı yap! Ey Mevlamız, bize layık olmadığımız şeyleri yapma! Muhakkak ki Sen, Çok bağışlayıcı, Halim, Cömert, Kerim, Şefkatli ve Merhametli olansın".
Sakın kuşluk ve akşam vakitlerinde bu duaları etmemezlik yapma. Ona dedim ki: Sana bu hediyeyi kimin verdiğini öğrenmeyi çok isterim. O zaman şöyle dedi: Onu bana Muhammed (sav) verdi. Dedim ki: Peki bunun sevabı nedir? Dedi ki: Muhammed (sav) ile karşılaştığında, sevabını ona sor, O sana bildirecek.
- Rüyanın Tasavvufta bir nass gibi kabul edilmesi hurafesi (S.31-32)
İbrahim et-Temimi bundan sonra, o gece uykusunda meleklerin kendisine geldiklerini ve cennete taşıdıklarını görmüş ve cennette gördüklerini çok güzel bir şekilde anlatmıştır. O der ki: Meleklere, bütün bunların kimin için hazırlandığını sordum. Bana şu cevabı ; verdiler: Bunlar, senin yaptığın amelleri yapanlar içindir.
İbrahim et-Temimi, o gece cennetin meyvalarından yediğini Ve meleklerin kendisine cennet şaraplarından sunduklarını kaydeder ve der ki: Ve Allah Resulü (sav) yanıma geldi. Beraberinde yetmiş peygamber ve her bir saffı doğu ile batı arasını dolduran yetmiş saf halindeki melekler vardı. Bana selam verdi ve ellerimden tuttu. Ben de, 'Ey Allah Resulü! Hızır bana bu hadisi senden duyduğunu haber verdi' dedim, Allah Resulü (sav) de şöyle buyurdu: Hızır doğru söylemiş. Hızır doğru söylemiş. Sana anlattığı her şey haktır. O, yeryüzü halkının alimi, Abdal'ın reisi ve Allah'ın yeryüzündeki askerlerinden biridir.
Cilt 2
- Sahabelerin ileri gelenleri de insan olarak yaratılmamış olmayı temenni ederlerdi. İddiası (S.315)
Korku meselesinde Tabiun'un öncesinde yaşayan Sahabe de farklı davranmamışlardır. Sahabe'nin ileri gelenleri de, insan olarak yaratılmamış olmayı temenni ederlerdi. Halbuki onlardan birçoğu, sayısız hadiste bildirildiği üzere yakinen cennetle müjdelenmişlerdi.
Mesela Ebu Bekir (ra) bir kuşa bakarak, "Keşke senin gibi bir kuş olsaydım, bir insan olarak yaratılmasaydım" demiştir. Ömer (ra) de, "Ailemin konukları için boğazlanan bir koç olmayî ne kadar :da çok isterdim" demiştir. Ebu Zerr (ra) ise şöyle derdi: "Kesilen bir ağaç olmayı ne kadar da çok isterdim". Talha ve Zübeyr (ra) de şöyle demişlerdir: "Hiç yaratılmamış olmayı ne kadar da isterdik". Osman (ra) ise şöyle derdi: "Öldüğüm zaman bir daha diriltilmemeyi çok isterdim".
- İbrahim Ethem’e Kabe’nin içinden Allah’tan gelen ses yalanı (S.315)
İbrahim Edhem'den (ra) şöyle bir hadise nakledilmiştir: "Bir gece Kabe'yi tavaf ediyordum. Çok yağmurlu ve çok karanlık bir geceydi. Kapının girişinde durdum ve şöyle dedim: 'Ey Rabbım, beni Sana asla karşı gelmeyecek şekilde günahtan uzak tut'. Kabe'nin içinden bir ses şöyle dedi: Ey İbrahim, sen Ben'den masumiyet istiyorsun. Bütün mümin kullarım da Ben'den bunu istiyorlar. Eğer onları masum kılarsam, Ben kime lütufta bulunacak, kimi bağışlayacağım?!".
Cilt 3
- Marifet yolunda onyedi makam vardır. Yalanı (S.13)
Marifet yolunda on yedi makam vardır. Bunların en alttaki, su-yun üstünde, havada yürümek ve yeraltı hazinelerini ortaya çıkarmaktır. Bütün bunlar, dünyanın süsleridir. Bu meyanda Cüneyd'den (ra) şu hadise nakledilmiştir: Abdal zümresinden dört zat, bir bayram gecesi el-Mansur camiinde toplanmışlardı. Sehere çıktıklarında içlerinden biri, 'Bayram namazını Beyt-i Makdis'de kılmaya niyet ettim' dedi. Diğeri, 'Ben de Tarsus'ta kılmaya niyet ettim' dedi. Üçüncüleri ise, 'Ben de Mekke'de kılmaya niyet ettim' dedi. Dördüncüleri sükut ediyordu. Bu zat, ariflik bakımından hepsinden ileriydi. Ona, 'Sen neye niyet ettin?' diye sordular. Şu cevabı verdi: 'Ben, bütün arzulan terketmeye ve bu mescidden başka bir yerde namaz kılmamaya niyet ettim'. Bunun üzerine diğerleri, 'Sen içimizde en bilgili olansın' dediler ve onunla beraber oturdular."
- Bir Cüzamlı mağarada yanlış itikadı (S.83)
Abdülvahid'den şu olay nakledilmiştir: O, arkadaşlarıyla birlikte Basra civannda bir yere gitmişti. Yolda, bir mağaraya sığınmak zorunda kalmışlardı. Mağarada, vücudu parçalanmış bir cüzzamlı vardı. Her tarafından cerahat akıyor, irinler sızıyordu. Ona, 'Be adam, Basra'ya gitsen de şu hastalığını tedavi ettirsen' dediler. Bunun üzerine adam, başını semaya doğru kaldırarak şöyle dedi: 'Ey Rabbim, hangi günahımdan dolayı bunları bana musallat ettin? Beni, Sana karşı tahrik ediyor ve Senin takdirini beğenmiyorlar. Ey Rabbim, günahımdan dolayı Sen'den mağfiret niyaz ediyorum. Beni dilediğin gibi kınayabilirsin, o günahı bir daha işlemeyeceğim'. Abdülvahid dedi ki: Bunun üzerine, adamı kendi halinde bırakarak oradan ayrıldık.
- İnsanın elinde harikulade bir olayın gerçekleşmesi yalanı (S.254)
Kul, marifet makamlarından biri olan bu makama yerleştirildiği zaman, sözkoriusu keramet ve icabetlere mazhar olur. Bu makamın üstünde, ondan daha faziletli olan seksen üç makam daha vardır. Bu icabet ve kerametlerin sıddıklardan olan resullerin abdalı için sözkonusu olmayıp ancak salihlerden olan nebilerin abdalı için cari olduğu söylenmiştir.
Resullerin abdalının nebilerin abdalına üstünlüğü, resullerin nebilere ve sıddıkların diğer salihlere olan üstünlüğü gibidir. Nitekim ulemadan bir zat şöyle demiştir: Bu kerametlerin ancak safdil sadıkların ellerinde zuhur ettiğini gördüm. Allah Resulü (sav) de bu meyanda şöyle buyurmuştur: "Ümmetimden cennete girenlerin çoğu safdillerdir".
- Bir Arifin Allah adına söylediği yalanları (S.255)
Müşahedeleri açıklanan ariflerden bir zat şöyle demiştir: Allah Teala otuz yıl boyunca kalbi ve uzvi amellerle ibadet ettim. Bu süre zarfında bütün çabamı sarfedip bütün kuvvetimi ortaya koydum. Sonunda Allah katında benim için bir şeycikler olabileceğini düşünmeye başladım.
-Semavâtın keşiflerini uzun uzun anlattıktan sonra sözüne şöyle devam etti:- Sonra meleklerden bir safîin yanına ulaştım. Sayılan Allah Teala'nın bütün yarattıkları kadar vardı. 'Siz kimsiniz?' diye sorduğumda, 'Biz, Allah Teala'nın sevdikleriyiz. Üçyüz bin yıldır şuracıkta O'na ibadet ederiz. Bir an dahi aklımızdan O'ndan başkasına dönük bir istek geçmemiştir. Bu sürede, O'ndan başkasını anmış da değiliz' dediler. Bunun üzerine yaptığım bütün amellerden haya ettim ve onları, cehennem azabı kesinleşmiş kimselere hibe ettim. Ta ki cehennemdeki azapları hafifletilsin.
- Tasavvuf’un yalan masalları (S.228-229)
İnsanların abdal zümresinden bir arife, 'Senin mühib olduğunu söylüyorlar, ne dersin?' denilmişti. O da, şu karşılığı vermişti: Ben muhib değilim. Çünkü muhib, zahmettedir. Ben ise mahbubum. Yine ona, 'Halk senin için Yedilerden biri diyor, ne dersin?' dediklerinde şöyle karşılık verdi: Ben, Yedilerin hepsiyim. Beni gördüğünüzde, Kırkladı görmüş olursunuz. Soru sahipleri şaşkınlıkla sordular: Sen, tek bir insansın, bu nasıl olur? O, şu cevabı verdi: Ben, Kırkladın hepsini gördüm. Onlardan herbirinden de bir ahlak aldım.
'Senin Hızır'ı gördüğünü söylüyorlar, buna ne dersin?' diye sordular. Bunun üzerine o zat tebessüm etti ve şöyle dedi: Hızır'ı görene hay'ret etmek gerekmez. Esas hayret edilmesi gereken, Hızır'ın görmek istediği ve ondan saklandığı için göremediği kimsedir. Yemin ederimki, Allah Teala katında öyle yaratılmışlar vardır ki ne insan, ne de melekler tarafından görülmüşlerdir.
Bize şöyle bir hadise anlatılmıştı: Hasan (ra) Haccac'ın adamlarına yakalanmamak için Habib el-Acemi'nin evine saklanmıştı. Haccac'ın adamları onu takip ediyorlardı. Hasan (ra) askerlerin hemen ardından eve gireceklerini anlayınca arka duvardan atlayıp kaçmak istedi. Habib Ebu Muhammed kendisine şöyle dedi: Otur bakalım. Askerler eve girdiler ve Habib'e 'Hasan nerede? Bize senin evine gizlendiğini söylediler" dediler. O da, 'Bir şey görebiliyor musunuz? İsterseniz evi tamamen arayın' dedi.
Askerler, evi tamamen aradılar ve elleri boş halde çıktılar. Onlar çıktığında Hasan (ra), Habib'e 'Nasıl oldu da beni görmediler?' diye sordu. O da, 'Çünkü sen Allah katındaydın, bu yüzden de seni göremediler. Eğer benim yanımda olsaydın seni görürlerdi' dedi. Habib, Hasan'ın (ra) arkadaşlarından biriydi. Hasan (ra)-ise, ondan derecelerce yüksekteydi. Ama Allah Teala onu arkadaşına muhtaç etmişti.
- Beyazıd-i Bestami ve Ebu Muhammed söyledikleri yalanlarla sünetullahı inkar ediyorlar. (S.229)
Beyazıd-ı Bestami'ye, 'Kaf dağına gittin mi?' diye sorulmuştu. O şöyle dedi: 'Kaf dağı, Kef, Ayn ve Şad dağlarına göre daha yakındır". 'Onlar hangi dağlar?' diye soruldu. O da, 'Bu dağlar, aşağı arzları kuşatmış dağlardır. Bu arzlardan her birinde, Kafdağı mesabesinde bir dağ vardır. Kaf dağı, bu dağların en küçüğü,, bulunduğumuz arz ise o arzların en küçüğüdür.
Ebu Muhammed, Kaf dağına tırmandığını ve Nuh'un (as) gemisinin zirvede bulunduğunu gördüğünü söylemiştir. O, bu dağı da, gemiyi de anlatmıştır. Yine o, şöyle demiştir: Allah Teala'nın Basra şehrinde öyle bir kulu var ki, oturduğu yerden ayağını kaldırdığı zaman onu Kaf dağının üstüne koyabilir. Hatta, bütün dünyanın bir veli için bir adımlık mesafe olduğu söylenmiştir. Allah Teala'nın bir velisi, tek adım attığında beşyüz yıllık mesafeyi alır. Bir ayağını Kaf dağına koyduğunda, diğerini de başka bir dağın üzerine koyarak yeryüzünü tamamen aşabilir.
- Fücer bin Muaz seni isterim kurnazlığı altında Allah’ı ve ikramlarını inkar ediyor. (S.231)
Onunla ilgili olarak Büceyr b. Muaz bazı müşahedeleri naklet-ımiştir. Bir defasında onu, yatsı namazından sabah namazına kadar ayak parmaklarının üstünde, çenesini göğsüne yaslamış ve sağa sola dönmeksizin tek bir noktaya bakar halde gördüğünü, ardından seher vakti secdeye kapandığını ve oturarak şöyle dua ettiğim nakletti:
Allahım, bir topluluk Seni talep ettiler ve Sen onlara arzın içini verdin. Onlar da bundan razı oldular. Ben ise, böyle bir talepten Sana sığınırım. Bir topluluk istediğinde ise onlara suda ve havada yürüme gücünü verdin, onlar da bundan hoşnut kaldılar. Ben ise, böyle bir talepten Sana sığınırını. Bir topluluk da Sen'den talep ettiklerinde, onlara yeryüzünün hazinelerini verdin. Bütün gözler onlara dönünce aldıklarına razı oldular. Ben, bundan da Sana sığınırım.
Bu şekilde velilerin kerametlerine dair yirmi küsur makamı sıraladı. Neden sonra benden tarafa bakıp beni görijnce, "Yahya?" dedi. Ben de, 'Evet efendim' dedim. Bana, "Ne zamandan beri oradasın?' diye sordu. "Yatsı namazından beri' deyince sükut etti.
Bunun üzerine, 'Efendim bana birazcık anlatır mısınız?' dedim. Bana şunları anlattı: Sana uygun olan kısmını anlatayım. Rabbim beni felek-i esfele koydu. Sonra beni melekût-i süflâda dolaştırdı. Ba'na iki arzı ve sera'ya kadar onların altını gösterdi. Sonra da felek-i ulviîye çıkardı ve gökleri dolaştırdı. Bana oradaki cennetleri ve Arş'a kadar olan makamları gösterdi. Sonra da huzurunda durdurdu ve 'Gördüklerinden dilediğini iste' buyurdu.
Ben de, 'Allahım, gördüklerimin hiçbirini güzel bulmadım. Ben yalnız Seni istiyorum' dedim. Bunun üzerine, 'Sen Benim hakiki kulumsun, Bana sadakatle kulluk ediyorsun. Sana şunları yapacağım..' buyurarak birçok şey sıraladı. Yahya b. Muaz sözüne şöyle devam etti: Bu durum beni çok etkilemiş ve kalbim anlattıklarıyla dolarak şaşırmıştım. 'Efendim, niçin Marifetullah'ı istemediniz?' diye sordum. Bana öyle yüksek bir sesle haykırdı ki tarif edemem ve şöyle dedi: Sus, yazık sana ki bana baskın yaptın.
- Allah’ı gördüm diyen mürid Beyazıd-ı Bestami’yi görünce öldü yalanı (S.232)
Ebu Türab en-Nahşebi (ra) müridlerin birinden hoşlanmaktay- j di. Onu barındırır, ihtiyaçlarını temin ederdi. Mürid ise, sürekli ibadet ve vecdleriyle meşgul olurdu. Ebu Türab, bir gün ona şöyle dedi: Beyazıd'ı bir görsen. Ama mürid, 'Ben onu göremeyecek kadar meşgulüm' diyerek bu isteğe kulak asmadı.
Ebu Türab, müridin onu görmesinde ısrar edince, mürid kendini kaybederek şöyle dedi: Sana ne oluyor? Ben Allah Teala'yı gördüm, Beyazıd'ı görme ihtiyacım kalmadı. Ebu Türab şöyle der: Bu sözü üzerine kendimi tutamadım ve şöyle dedim: Yazık sana! Beyazıd'ı bir kez görsen senin için Allah Teala'yı yetmiş kez görmenden daha faydalı olurdu.
Mürid sözüme çok şaşırdı ve onu yadırgayarak, 'Nasıl olur?' diye sordu. Ebu Türab da şu karşılığı verdi: Söylediğine bak! Sen Allah Teala'yı kendi yanında görüyorsun ve O sana, senin mikdarına göre tecelli ediyor. Beyazıd'ı ise Allah Teala'nın katında görürsün. Allah Teala ona da, mikdarınca tecelli etmektedir.
Bunun üzerine ne demek istediğimi anladı ve 'Beni ona götür" dedi. Ebu Türab uzun bir kıssa anlattıktan sonra şöyle devam etti: Bir tepenin üzerinde durduk ve Beyazıd'ı beklemeye başladık. Nehirden bize doğru gelmeye başladı. Sırtında kürk vardı. Yanımızdan geçerken, genç müride 'İşte bu Beyazıd'dır, ona iyice bak' dedim. Genç ona bakınca olduğu yerde düşüp kaldı. Onu ayıltmaya çalıştığımızda, vefat etmiş olduğunu gördük. Beyazıd ile birlikte onu defnettikten sonra kendisine, 'Sana bakışı onu öldürdü' dedi. Beyazıd bana, 'Hayır, senin arkadaşın çok sıdk sahibi biriydi. Onun kalbine bir sır yerleştirilmişti. Ama bu sır kendi halinde iken açılmıyordu. Beni gördüğünde kalbinin sırn açıklandı. Ama o, bu sırrı taşıyamadı. Çünkü zayıf müridler makamında idi. Sırnn ağırlığı da onu canından etti' dedi.
- ‘Allah’ın Sevdiği kullarına “kün=ol” emrini verir. İsterlerse kıyameti kopartabilirler.’ Küfrü (S.233)
bu tür. hadiseleri yadırgamamak gerekir. Çünkü Allah Teala, mahbub kullanna henüz dünya hayatında iken cennet ehlinin ahi-ret hayatında ilk hediyesi olan 'Kün=Ol' emrini verir. Onlar bu hediyenin kendilerinde "ölene dek kalması için onu çok az kullanırlar. Rabierine duydukları muhabbetin büyüklüğü sebebiyle de bu emri kullanmak istemezler.
Onların marifetleri, kendileri dışındakiler! geçmiştir. Allah Teala onlara 'Kün' emrini vermekle, Kıyamet hakkında 'Kün=Ol' deme hakkını da vermiş olmaktadır. Cennet ve cehennemin üzerindeki perdenin kaldırılmamasmı istemek de onlara bırakılmıştır. Onlar, kevn ve mekanın ötesinde varolan gerçekleri de, kıyametten önce insanlara ifşa etmezler. Bunlar, batın olanlar için zahir olsa da, Allah Teala'ya yakini imanın olabilmesi için O'nun yaratışı gereği perdelenmislerdir.
- ‘Allah’ın sevdiği kullar kıyametin kopmaması için dua etselerdi,kıyamet dahi kopmazdı’ şirki (S.234)
Bu beldede Allah Teala'nın öyle kulları var ki, eğer zalimlerin helak edilmesi için dua ederlerse, bir gece içinde yeryüzünde tek bir zalim dahi kalmayıp hepsi de ölür. Ama onlar bunun için dua etmezler. 'Niçin?' diye sorulduğunda ise şöyle dedi: Çünkü onlar O’nun istemediği birşeyi istemezler. Sehl bunu söyledikten sonra Allah Teala'mn bu velilerin dualarından kabul ettiklerine dair bir
çok hadiseyi anlattı. Sonunda ise şöyle dedi: Eğer Kıyamet'in kopmaması için dua etselerdi, Kıyameti dahi kopartmazdı.
Kul Allah Teala katında böyle bir mekana ulaşıp kendisin» 'Kün' emri verildiği zaman bu durum onun şöyle demesini gerekti rir: Allahım beni istediğin şeye muvaffak et, istemediğin şeyden be ni koru. Çünkü ben, cahil bir beşerim. Tedbiri Senin gibi güzel ya pamam, kaderleri bilemem, işlerin akıbetlerine dair bilgim olamaz Sözümde çelişki, irademde kararsızlık olmasından korkarım.
'Kün=Ol"Kâne=Oldu' fiilinin altında gizlidir.Eğer 'Kân'e' vartjhriasaydı, hiçbir şey olmazdı. Muhibban için 'Kâne' fiili, 'Kün' emrinden daha sevimlidir. Çünkü hem O, hem de onlar için 'Kün' emrinin misalleri vardır. Ama ne O, ne de onlar için 'Kâne'nin emsal ve benzeri yoktur. Onlar öyle kimselerdir ki, hiçbir nefs onlar için gizlenen göz aydığınlığını bilemez. Onlar Allah Teala'yı seven, O'nun mülkünde zühd sahibi olan kullardır.
- Beyazıd-i Bestami sinsi bir münafık olarak Allah’la savaşıyor. (S.218)
O'nun bekasından sonra fani olsan da zahir olursun,
O, artık kevnsiz olmuştur. Çünkü sen O'sundur. ,
Bu, mevcuduyla vecd bulma, kayyumiyeti ile kiyam mekanıdır. Halbuki daha önce kevniyle vecd sahibi ve kıyamıyla kaimdir. Beya-zıd-ı Bestami şöyle derdi: Allah Teala sana, Musa peygamberin mü-nacatını, İsa peygamberin ruhaniliğini ve İbrahim peygamberin dostluğunu verse de sen O'ndan daha fazlasını iste. Çünkü O'nun katında bunlardan kat kat daha fazlası vardır. Eğer bunlarla yetinirsen seni bununla perdeler. Bu, onların ve onlann haline sahip olanların imtihanıdır. Onlar emsal, yani peygamberlerin emsalidirler.
Kul, talep edilenin tamamına bakmadığı ve rağbet edilenin yapısına vakıf olmadığı zaman Rabbi onu mahbub makamına kor. Onu sığındırır, şefkat gösterir, onu gözler, Zatı ile onunla yüzlesin Kul da O'na yönelir, böbürlenmeden O'nun yakınlığına koşar. Yüzünde başka bir yüz, elinde başka bir el görmeksizin kayyûmiyetini müşahede ederek şahitliğini ifa eder. Bu, ariflerden talep sahibi olanların varmak istedikleri son noktadır.
- Tasavvuf mükaşefesi böyle yalanlara kapı açar. (S.239)
Muhibban ariflerden bir zat şöyle demiştir: Mükaşefe yoluyla kırk huri gördüm. Onlar havada süratle gidiyorlardı. Üzerlerinde altın, gümüş ve mücevherlerden ziynetler vardı. Onlara çok dikkatli bir şekilde baktığım için kırk gün cezalandırıldım. Daha sonra öncekilerden daha güzel ve gösterişli seksen huri gördüm. Bana, onlara bakmam söylendi. Secdeye kapandım ve onlan görmemek için gözlerimi Dumdum. 'Sen'den başkasından Sana sığınırım, benim bunlara ihtiyacım yok' dedim. Ben böyle yakarırken, onlar
önümden ayrıldılar.
Allah Teala'nın her asırda, çeşitli bölgelere dağılmış böyle kullan vardır. Bunlar, insanların gözlerinden uzak, saklı olarak yaşarlar. Akıllar yetersizliklerinden dolayı onların sıfatlarını idrak edemez. Kalplerde de onların tam olarak tarifi mümkün olamaz."/
Çünkü sahip oldukları sıfatların en basiti, hareket ve sükunlarında gösterdikleri ihlastır. Oysa bu sıfat bizler için en değerli sıfatlardan biridir. İhlas ehline göre ihlas, Halik ile muamelede mahluku devreden çıkarmaktır. Bu muameleye zaten dahil olmayanlar, ondan nasıl ihraç edileceklerdir?! Mahlukatın başı nefstir. Kalp nefsle bulanmamışsa, ondan nasıl arındırılacaktır?!
Muhibbana göre ihlas, hiçbir ameli nefs için yapmamak, yapılan amele menfaat veya beklenti katmamaktır. Aksine amel tamamen Zat-ı İlahi'yi tazim için yapılmalıdır. Celal ve kerem sahibi Rabbi'nin muhabbetine hiç kimseyi ortak koşmamalıdır. Kalbini gözüne takılan herhangi bir güzelliğe bağlamamalıdır. Çünkü kalbi, sonsuz güzellikle dolmuştur. Bu noktaya varmanın yolu marifet sahibi olmaktır. Marifet sahibi olabilmek için de aynel-yakin görmek gerekir.
Haber, görmek gibi değildir. Görmek ise, ancak yakinin nuruyla gerçekleşebilir. Nefsani hevalann bulunması ise, hakiki manada yakine engeldir. Perde kaldırıldığı ve heva bertaraf olduğu zaman aynel-yakin doğar. Hüsn, cemal, gözalıcılık ve kemaliyet sıfatlarından doğan nurlar, aynel-yakinde mevcuttur. Aynel-yakin de göz ardından göz gibi derecelere sahiptir. Tıpkı nur üstündeki nur gibi. Bütün nurlar da sonunda nurların nuruna bağlanır.
- Bişri’nin Hızır’la buluşması yalanı (S.240)
Başkaları da Bışrm Hızırla (as) buluşmasını şöyle nakletmiş-lerdir: Bişr dedi ki: Hızır'a (as) duyduğum şevk, beni kaygılandırmaya başlamıştı. Bir defasında Allah Teala'ya dua ederek bana, benim için en önemli olacak bir şeyi öğretmesi gayesiyle Hızır'ı (as) göstermesi için dua ettim. Nihayet onu gördüm. Kalbimi ve kafamı meşgul eden şeyi hemen söyledim: Ey Eba Abbas, bana bir şey öğret de, onu söylediğimde halkın kalplerinden saklanayım, onlar nazarında hiçbir değerim olmasın. Hiç kimse de beni salah ve dindarlıkla tanımasın.
Hızır (as) şöyle dedi: Allahım, kalın perdeni üzerime ser. Örtülerini üzerime koy. Beni gaybımn en saklı yerine koy. Beni yarattıklarının kalplerinden saklı tut. Hızır (as) bu duayı söyledikten sonra kayboldu. O günden sonra onu bir daha hiç görmedim ve özlemini duymadım. Her gün öğrettiği duayı okumayı adet edindim.
- İslamı şahıslarında zelil göstermek isteyen zelil insanlar. (S.243)
' Şeyhlerden biri, Cüneyd'in hocası Ebu Hasan el-Küreyni'den şunu nakleder: Adamın biri onu üç kez yemeğe davet etmiş ama her defasında da daveti geri çevrilmiştir. Nihayet dördüncü seferde onu evine sokmayı başarmıştı. Adam, bunun sebebini sorduğunda Ebu Hasan şöyle demiştir: Nefsim yirmi yıl boyunca zillete rıza gösterdi ve kovulan bir köpeğe dönüştü. Kovulduğunda gider, çağrıldığında ise gelir ve önüne bir kemik atılır. Sözünün sonunda şöyle demiştir: Eğer beni elli kez reddettikten sonra tekrar davet etsen, davetine icabet ederdim.
" "Başka bir şeyh de kendi hocası hakkında şunu rivayet etmiştir: Bir mahalleye yerleştim ve orada dürüstlüğüyle tanınır hale geldim. Bunun üzerine kalbim karıştı. Mahallenin ortasındaki bir hamama girdim, orada kıymetli bir elbise dikkatimi çekti ve onu çalıp üstüme giyindim. Yamalı giysimi de onun üstüne giyindikten sonra hamamdan çıktım.
Hamamdakilerin bunu farkedip beni yakalamaları için yavaş yavaş yürümeye başladım.Sonunda beni yakaladılar ve yamalı elbiseyi çıkarttıktan sonra değerli giysi üstümden çıkardılar. Ardından tokatlayıp hırpaladılar. Artık o semtte hamam hırsızı olarak taınnmaya başlamıştım. Nefsim ancak o zaman sükunete erdi.
- Bestami’ye göre ya Tasavvuf kaidelerine uyarsın yada müşrik kalırsın sapıklığı (S.244-245)
Bestam şehrinin sakinlerinden, halk nazarında itibarı olan,bir zat vardı ki Beyazıd-ı Bestami'nin meclisinden asla ayrılmazdı. Birgün kendisine şöyle dedi: Ey Beyazıd, otuz yıldır hiç aralıksız oruç tutuyor ve geceleri de hiç uyumaksızın namaz kılıyorum. Buna rağmen kalbimde senin anlattığın ilme dair hiçbir şey göremiyorum. Oysa ben, bu ilmi tasdik ediyor ve onu çok seviyorum.
Beyazıd-ı Bestami ona şöyle dedi: Sen üç yüz yıl oruç tutsan Ve gecelerini de ibadetle geçirsen dahi, bu ilmin zerresini bulamazsın. Adam, 'Niçin?' diye sorunca şu karşılığı verdi: Çünkü sen, nefsin tarafından perdelenmişsin. Adam, Teki bunun çaresi var mıdır?' diye sorunca, 'Evet' dedi. Adam, 'Onu bana öğret' dediğinde, 'Sindiremezsin' dedi. Adam ısrar edince Beyazıd-ı Bestami şöyle dedi: Şu anda berbere git, saçını ve sakalını kestir. Sonra bu elbiseyi çıkartıp bir aba giy. Sonra da boynuna ceviz dolu bir torba as ve çocukları çevrene topladıktan sonra şöyle de: Bana kim bir tokat atarsa, ona bir ceviz vereceğim. Sonra tanıdıklarının bulunduğu çarşıları dolaş.
Bunun üzerine adam, 'Sübhanallah, bana bühlafı nasıl söylersin?' dedi. Beyazıd şöyle dedi: 'Sübhanallah' sözün şirktir. Adam, "Nasıl olur?' diye sordu. Bestami şöyle cevap verdi: Çünkü sen nefsini tazim ediyorsun. Bu yüzden de onu teşbih ediyorsun. Adam, Ben asla böyle yapmam, bana başka bir yol göster1 deyince Beya-zıd-ı Bestami şöyle dedi: Herşeyden önce bundan başla. Adam, 'Bunu yapamam' deyince, 'Sana kabullenemezsin dememiş miydim?' dedi.
- Ensar ve muhacirlerden olan üçyüz onüç abdal olduğu yalanı (S.255-256)
Buna göre ilk makam, hususi marifet makamı olmakta ve batıni sıfatı açıklamak suretiyle ta'arrufun (tanışmanın) gerçekleşmesini temin etmektedir. Bundan sonra makam-ı mahbub olan husuisi muhabbet makamı ona dahil olmaktadır. Kul, işte bu makamdan sonra 'Hullet' makamına yükseltilmektedir ki o; gaybi sırlara Arş'ın balkonlarından ve Kuds çadırlarından göz atma makamıdır Sıddıklar, İsa'nın (as) nüzuluna kadar baki olacaklardır. Abdal olarak bilinen bu kimselerin dünya üzerindeki toplattı sayılan üç
yüzdür. Bunlar dışında Allah Teala'nın takdir ettiği sayıda şehitler ve salihler vardır. Bu zümreler ise üç tabakadır. Hepsi de mukar rebun ve sâbikun/öne geçenler olarak tavsif edilirler.
Bugünki Kutub da, imam olarak yedi büyüğün, kırk abdalın, 'yetmişlerin, üçyüze kadnr hepsinin imamına denk bir imana sahiptir. O, Ebu Bekir-i Sıddık'ın (ra) yerini tutan zattır. Ondan sonra üç büyük gelir ki onlar, üç Halife'nin abdalıdırlar. Sonra yedi abdal, ardından on abdal, ardından üçyüz onüç abdal gelir ki bunlar, En-sar ve Muhacirler den olan Bedir ashabına (ra) abdallarıdır.
- Tevrat öne çıkarılarak Allah’a yapılan iftira (S.276)
Bu konuda israiliyat kaynaklı haberlerden birinde şu hadise nakledilmektedir: Adamın biri iki yüz yıl boyunca sürekli Allah'a isyan etmiş, O'nun emirlerine cüretkârlıkla karşı çıkmıştı. Bu kim-
tılar öldüğünde israil oğullan onu ayaklanndan tutup bir çöplüğe attılar. Bunun üzerine Allah Teala, Musa'ya (as) onun naaşım yıkamasını ve halkın huzurunda kefenlemesini emretti. O, kendisine emredileni yaptı, îsrailoğullan bu duruma şaşırdılar ve İsrailoğul-ları içinde Allah Teala'ya ondan daha çok isyan eden ve gijnah işle-Ben yoktur nasıl böyle yaparsın?' diye sordular. Musa (as) da,, 'Bu biliyorum, ama Allah Teala bana böyle yapmamı emretti' dedi. İsrailoğullan, 'Öyleyse Rabbine bunun sebebini sor" dediler.
Musa (as) bunu Rabbine arzettiği zaman Allah Teala şöyle buyurdu: 'Onlar doğru söylüyorlar, o kimse bana iki yüz yıl isyan etti. Ama günlerden bir gün Tevrat'ı açtı ve orada habibim Muham-med'in ismini gördü. Onu öptü ve gözlerine sürdü. Ben de bu yüzden ona şükranda bulundum ve iki yüz yıllık günahını affettim''.
- Hz.Abbas’ın şahsında Ebu Lehep için uydurulan bir rüya (S.276)
Bu anlamda bir hadise, Abbas b. Abdülmuttalib'den de rivayet edilmiştir. O öyle demişti: Ebu Leheb ile kardeşlik ve dostluğum vardı. O öldüğü zaman, Allah Teala onun durumunu bildirdi (Tebbet suresi). Bu beni çok üzdü ve tasalandırdı. Bir yıl boyunca Allah Teala'ya dua ederek rüyada bana onu göstermesini niyaz ettim.
Sonunda onu rüyamda gördüm, ateşte yanıyordu. Durumunu sordum. 'Sürekli ateş azabındayım, ancak haftanın bir gecesi azabım hafifletiliyor. O geceyi azap görmeksizin geçirebiliyorum' dedi. Bunun nasıl olduğunu sordum.
Bana şunları söyledi: Pazartesi gecesi Muhammed'in (sav) doğum gecesiydi. O gece, Ümeyme gelmiş ve Amine hatunun onu doğurduğunu müjdelemişti. Ben de onun doğumuna çok sevinmiş ve cariyelerimden birini azad etmiştim. Allah Teala işte bunun hürmetine pazartesi geceleri azabımı kaldırmak suretiyle beni mükafaatlandırdı.
Cilt 4
- Tasavvuf İslam içersinde insanlara hak ile batılı karıştırıp sunan bir dindir. (S.68)
Uzun süre aç kalma haliyle bilinen bir çok alim vardır. Bunlar? dan kimisi onbeş, kimisi yirmi gün, kimisi dejbir ay aç durabilmekteydi. Örnek olarak İbni Anar el-Avefi, Abdurrahman b. İbrahim, İbrahim et-Temimi, Haccac b. Karafîsa, Hafs b. el-Abid el-Masısi, - Müslim b. Sa'd, Züheyr el-Bena'i, Süleyman el-Havvas, Sehl b. Abdullah ve İbrahim el-Havvas'ı zikredebiliriz.
Ebu Bekir-i Sıddık (ra) altı gün aç durabilirdi. Abdullah b. Zü-beyr (ra) ise yedi gün aç kalabilirdi. İbni Abbas'ın (ra) arkadaşı Ebu'l-Cevza' da yedi gün aç duranlardandı.
Rivayete göre Süfyan-ı Sevri (ra) ve İbrahim Edhem (ra) üçerli günler halinde aç dururlardı. Biz de dokuzar ve beşer günlük sürelerle aç duranlara şahit olduk. Ancak çoğunluk üçer günlük dönemlerde aç kalmayı tercih ederdi.
Ulemadan bir zat şöyle demiştir: Kırk gün kesintisiz aç kalmayı başaran kimseye melekûttan bir kudret verilir. Aynı alimin şöyle dediği de nakledilir: Kul, gaybi melekûttan bir kudrete muttali olmadıkça zühdün hakikatine ermiş sayılmaz.
Başka bir zat ise şöyle demiştir: Kul, gaybi kudretlerden birini bizzat gözüyle görmedikçe ve bu kudreti devamlılık üzere müşahede etmedikçe melekût ilmine nüfuz eden bir ilme, kendinden ayrılmaz bir irfan haline, istikamet üzere daim olmaya ve sağlam bir yakini imana ulaşmış sayılmaz. Gaybi kudrete şahit olan kul, onu sürekli müşahede eder ve bu noktada Allah Teala tarafından malum olur. O'nun havass kullarından ve kayyumiyetine mazhar olanlardan biri olur. Bu yola giren kul için, senede en az kırk gün aç kalmak gerekli olur. Öğün vakitlerini ertelemek suretiyle de dört ay aç kalabilir. Bunun nasıl olacağını daha önce açıklamıştık.
Nefs riyazetiyle ilgili tarif ettiğimiz bu yol sayesinde geceler gündüzlere, gündüzler de gecelere karışır ve kırk gün, bir gün bir gece gibi olur. Mukarrebun zümresinden bazıları da bu yolu izlemişlerdir. Buna ancak, Allah Teala tarafından murad edilen, o yola sevkedilen ve nefsini oyalayacak, beşeri tabiatını susturacak, adet ve alışkanlıkları unutturacak derecede güçlü bir mükaşefeye muttali kılınan kullar muktedir olabilirler. Bu mükaşefe, onları açlığı unutturup işin hakikatini gösterir. Bu sayede açlığı da hiç farkında olmaksızın uzayıp gider.
- Hind fakirlerinin ve Budistlerinin şahsında İslam’a yapılan iftira (S.69)
Biz de bu yolda yürümeyi başarmış bazı kimseler tanıdık. Onlar melekût işaretlerden bir kısmına muttali olmuş, ceberûti kudretin bir takım tezahürlerine mükaşefe yoluyla şahit olmuşlardı. Allah Teala, bu tezahürlerle ve bu tezahürlerden dilediği şekilde kendilerine tecelli etmişti.
Yukarıda anlattığımız zümreden bir zat, bir rahiple karşılaşmış ve onunla durumu hakkında görüşerek kendisini müslüman etmeye niyetlenmişti. Rahibi, içinde bulunduğu aldanmışlık halinden kurtarmak istiyordu. Ona islamın faziletlerine dair birçok şey ahlattı.
Rahip, uzun uzun onu dinledikten sonra şöyle dedi: Mesih (as), kırk gün aç kalırdı. Ben, bunun bir mucize olduğuna inanıyorum. Hiç bir peygamberin de böyle bir mucizeye sahip olamadığını düşünüyorum. Bunun üzerine sufi ona şöyle dedi: Eğer elli gün aç kalırsam, bulunduğun hali terkedip İslama girmeyi kabul eder, biz Muv hammed (sav) ümmetinin hak, sizin de batıl üzere olduğunuzu itiraf eder misin?
Rahip, 'Evet' dedi. Elli gün boyunca yanından hiç ayrılmaksızın bekledi. Bir ihtiyacı için çıktığında bile rahibin gözü onun üzerinde oluyordu. Elli gün dolduktan sonra, 'İstersen biraz daha uzatayım' dedi ve açlık süresini altmış güne tamamladı.
Rahip sufinin sabır ve tahammülüne şaştı ve onun dininin üstünlüğüne iyice ikna oldu. Sufiye, 'Hiç bir beşerin Mesih'in (as) fiilini aşabileceğini sanmazdım. Ama bu sizin ümmetiniz ilim ve fazilet bakımından peygamberlere benziyor'dedi. Sufinin açlığı, onun, İslama girmesine vesile oldu.
İbrahim et-Temimi ve Haccac b. Karafisa kesintisiz kırk gün gün aç durabilenlerdendi. Yirmi, otuz gün aç durabilenler ise sayı bakımından oldukça fazladır. Bunlara örnek olarak da Sehl b. Ab-, dullah ve Basralılar'dan bir topluluğu zikredebiliriz.
Ayda sadece iki, üç ya da dört kez yemek yiyenlerin sayısı ise l burada yer verilemeyecek kadar çoktur. Şamlılar ve Yarımadalılar # arasında birçokları bu adete sahipti.
Mürid, iftar yemeğini ikiye taksim etmek istediğinde bir somunu akşam girdiğinde yiyerek nefsini susturur. Diğer somunu da sa-hur vaktinde yiyerek ertesi günün orucu için kuvvet toplamış olur. Bu, güzel bir alışkanlıktır.
- “Kabe’yi beraber tavaf ederken ayaklarını altında altın , gümüş, elmas ve yakutlar kaynıyordu.” Yalanı (S.166)
Kabe'ye komşu olanlardan bir zat şunu anlatmıştır: Allah yo- lunda infak için ayırdığım birkaç dirhemim vardı. Bir gece zifiri karanlıkta Kabe'yi tavaf eden bir fakir gördüm. Davranışı güzel, vakarlı biri idi. O tavaf ederken ben de ayak izlerini takip ediyordum. Hissedemeyeceği şekilde arkasından yürüyordum. Yedi tavafını bitirdikten sonra Kabe kapısı ile Hacer-i Esved'in arasında durdu.
Gizli bir sesle dua ediyordu. Sesini işitmek için kulak verdiğimde şöyle dediğini duydum: Gördüğün gibi açım, gördüğün gibi çıplağım, ey gördüğünü gören, ey Gören fakat Görülmeyen! Dikkatlice baktığımda üzerindeki elbisenin çok eski olduğunu ve vücudunu zor örttüğünü gördüm. Sadaka için ayırdığım dirhemlerin, bundan daha iyisine verilemeyeceğini düşündüm. Arkasından gittiğimde Zemzem kuyusunun üstündeki kubbenin bir kenannda tavaf namazı kıldığını gördüm.
Hemen eve gittim ve parayı aldım. O zatı bulup paraları kendisine verdim ve şöyle dedim: Allah size şu mukaddes mekanda ve bu güzel halde merhamet buyurdu. Bunlan alın ve ihtiyaçlarınız için kullanın. Parayı izarının cebine bıraktığımda, cebi delik olduğu için paralar yere saçıldı. Onlara baktı ve sadece beş dirhem aldıktan sonra şöyle dedi: Dört dirheme iki izar alırım, bir dirhemi ile de üç gün geçinirim. Kalanına ihtiyacım olmaz.
Ertesi gece baktığımda yeni izan ile tavaf ettiğini gördüm. Kendi kendime onun durumunu düşünürken elimi kavradı ve bana yedi kez tavaf ettirdi. Ayaklarımızın altında yeryüzünün en değerli madenleri, altın, gümüş, elmas ve yakutlar kaynıyordu. İçlerinde insanlar tarafından henüz bilinmeyen taşlar bile vardı. Sonra bana şöyle dedi: Bunların tamamı bize verildi, ama biz zühdü tercih ettik. Halkın elinden almak bizim için daha sevimlidir. Çünkü Allah Teala için daha sevimli ve bizim için de istemek bakımından daha kolaydır. Ayağımızın altındakiler ise ağırlık ve fitneden başka bir şey değildir. Anlayış sahibi kullar için bunda bir ok rahmet ve nimetler gizlidir.
- Hızır yardımına gelirken Hızır’dan kaçması yalanı (S.211)
Şeyhlerden birinin şöyle dediği anlatılmıştır: Halk içinde onbir gün yaşadım. Bu süre zarfında hiçbir şey yemedim. Nefsim, halkın kuru otlarının üstüne çıkmak istedi. O anda Hızır'ın (as) bana doğru geldiğini gördüm. Kendisinden kaçmaya yeltenirken arkadan baktığımda, dönüp gittiğini gördüm. Bakınız, bir Allah dostu tevekkülümü bozmaktan nasıl uzaklaştı? Bunun üzerine 'Ondan neden kaçtın?' diye soruldu. O da, 'Nefsim, yiyecek bir şeyler getirmesini arzu etmişti' dedi.