Kaynak: Makâlât – Prof.Dr.Haydar Baş, İcmal Yay., 13.Baskı, İst-1995
- Fena fiş-şeyh ‘onda yok olma’ uydurması (S.15)
Fenâ fi'ş-Şeyh: Mürşidin muhabbetinde yok olma, erime ve kaybolma demektir. "Onda yok olma" ile başlayan bu hâl, sonsuz teslimiyeti gerektirir. Yaptığı işlerde hikmetler aranır.
- Seyrül suluk ‘manevi yolculuk’ yalanı (S.17)
"Seyr-i Sülûk'a karar vermiş bir insanın, İslâm'ın zahirî düsturlarım tam bilmesi şarttır." Aşağı-yukarı, iddianın özü budur. Buna cevaben deriz ki; Seyr ü Sülûk'ta bulunan insanın, İslâm'ın zahirî düsturlarını tam bilmesi mümkün değildir. Seyr ü Sülük için esas; teslimiyet, mahviyet ve hizmettir. İslâm'ın zahirî düsturlarının öğrenilmesi bu yolculukta hâl iledir. Yani burada, kâl'in (sözün) değeri yoktur. Maksadı Allah rızası olan sâlikin hâli; zikir7, havfullah, muhabbetullah-tır. Durum bu olunca, İslâm'ın zahirî düsturlarını bilmeyen ümmî insan için "Seyr ü Sülûk'ta bulunamaz" iddiası ilmî mesnedden mahrumdur. Seyr ü Sülük'un zahir ile ilgisi olmakla beraber esası manevî bir yolculuktur. Nitekim Peygamberimiz, "Her insanın kalbinden Allah'a bir yol gider" hadisi ile bu yolculuğun sahasını belirlemiştir. Şu kadar var ki, Seyr ü Sülûk'ta olan sâlikin hatâya düşmesine mani olmak için mürşid-i kâmilin, İslâm'ın zahirî düsturlarını bilmesi lüzumludur. Hâl böyle iken, geçmiş devirlerde "Kurbiyet Ma-kamı'na kadem basmış insan-ı kâmillerin birçoklarının dahi ümmî olduğunu görmekteyiz. Meselâ, Peygamber Efendimizin methiyesini kazanmış Uveysü'l-Karani, tasavvuf tarihinde büyük velîlerden olduğu rivayet edilen (intisabından evvel eşkiya olan) Fudayl b. lyaz9, mezhep imamı İmamı Şafii Haz-retleri'nin mürşidi çoban Şeybân-ı Rai Hazretleri, yakînen tanıdığımız Yunus Emre, onunla aynı devirde yaşayan Hz. Mevlânâ'nın talebesi olan Kuyumcu Selahaddin gibi büyükler ümmî kâmillerdir. Zahir ilmi bilmemelerine rağmen hâlleri, yaşayışları İslâm'ın tâ kendisi idi. O halde esas; zahirî ilimleri bilmek değil, İslâm'ı yaşamaktır. Bu yolculukta teslimiyet, mahviyet ve hizmet olursa vuslata ermemek için hiçbir sebep yoktur. Esasen, bu manevî mektebin gayesi budur. Aksi halde, dörtbaşı mamur bir insanın bu yola intisabına niçin gerek duyulsun? Bu hususu böylece noktaladıktan sonra esasa geçelim.
- Fena fir-resul uydurması (S.19)
Resulullah muhabbetinin gönül âleminde kök almağa başladığı bu an, mânâ âleminin hazinelerinin bulunduğu 'Nefs-i Mutmainne'10 halidir. Bu hâl ve makamda hazineler unutulur, hep ötesi düşünülür. Bu durumda nefis mutmain olmuş, gönül de Huzur-u Resûlullah'a varmıştır. Her an Peygamber aşkı artar; gittikçe korlaşan bu sevda, sâliki Peygamber huzurundan ayırmaz. Bu makamda
da sâlik, mürşidin direktifine göre ya 'Hak' ya da 'Hay' ismini
vird edinir. Bu hale 'Fena fi'r-Resul' denir.
- “Fena fil-lah tecelli-i zat zuhur eder.” Yalanı (S.19)
Nefsin bu halinden sonra Tecelli-i Zât zuhur eder. Bu, Seyr-i Sülûk'ta kemâl noktasıdır. Bu halde Fena fi'llah zuhur eder. İkilik ortadan kalkmıştır.
- Beka billah, baka Ender uydurması (S.19)
Bu hallerden sonra Beka Bi'llah, Beka Ender halleri zuhur eder ki, bunlar çok yüce hallerdir.
- İrşad’ görevli olmayan veliler uydurması (S.41-42)
Velîlerin büyük bir kısmı:nânevî yolculuklarımtamamla-mış olmalarına rağmen, irşâd'la görevli değillerdir. Onlar öyle "şerefli bir cemaattır ki, kemâl derecesine vusulden sonra mükemmelleşmişler fakat halkı davete memur olmamışlardır(17)
- Gazali’nin ilm-i Ledün yanılgısı (S.43)
Gazalî de'vahy' ile 'nübüvvet ilmi' ve ledün ilmi' arasında daki ilgiyi ş öyle belirtir: "İlham, Küllî Ruh'un, berraklığına ve kaabiliyetine bağlı olarak insan ruhunu uyarmasıdır. O, vah- yin basit bir şeklidir. Çünkü vahy, gaybı açık olarak bildirme- dir; ilham ise, gaipteki şeye bir işarettir. Vahy'den hasıl olan ilme 'Nebevi ilim'; ilhamdan hasıl olan ilme ise 'ilm-i ledün denir.”
- Haydar Baş müridini insanı kamile taptırıyor. (S.52)
Birinci nükte: Rabıtada kul kendi varlığını terkedip insan-ı Kamilin varlığına bürünerek, sanki ortada olan kendi değil de O'dur diye düşünerek, onun eli ve dili ile Hakk'a yalvarmâkta ve müracaat etmektedir. Bu varlıktan soyunma hali, nefsin terbiyesinde 'ben' davasından vazgeçrnede en müessir yoldur.
- İslam’da Kurb-u Nübüvet, Kurb-u Velayet ayrımı yoktur. (S.55)
Bu Konuda son söz İmam-ı Rabbânî'nin (ks) olsun:
"İnsanları Allah'a ulaştıran yol ikidir. Birinci yol, kurb-u 'nübüvvete taâlhîkeden yoldur. Asaleten bu yoldan ulaşanlar
enbiyadır.Onlara salat ve selam.Bir de onların ashab-ı ki-ramı... ikinci yol, kurb-û velâyettir... Allahü Teâlâ'nın umum velî kulları bu yoldan ulaşırlar. Bu yolun muktezası ve reisi Hz. Ali Murtazadır. Allah (cc) ondan razı olsun.Resûlullah'ın" (sav) mübarek ayağı Onun mübarek başı üzerinde_gibidir.Hz. Hasan, Hz. Hüseyin ve Hz.Fatıma bu makamda onunla ortak-tıriar. Onlardân sonra bu ulvi vazife Abdülkadir Geylânî'ye verilmiştir. Kutuplardan olsun, nücebâ'dan olsun, aktâb olsun hepsi onun Tavassutu ile Allah'a ulaşırlâr.."
9. Allah’a resulune ve sahabeye iftira (S.57)
Ashab-ı kiramın hayatına bakıldığında, onların tavassut müessesesine ne derece sarıldıkları çok çarpıcı bir şekilde
görülmektedir. O kadar ki Sahabe-i Kiram, sadece tavassut
müessesinin Resulullah'ın (sav) şahs-ı şahanelerini vesile_ittihaz etmekle kalmamış; O'nun elbisesinden yırtılan
parçayı vücudundan ayrılan kılı, ağzından çıkan tükrüğü, su içtiği kabı, su içtiğinde arta kalan suyu... dahi irşad, hidayet
ve kemalât yolunda ilerlemeğe vasıta kabul etmişlerdir.
- Ahmed bin Hanbel’e Halid bin Velid’e iftira (S.58)
Buharî'de "Resûl-ü Ekrem'in mübarek saçıyla teberrük" bahsinde sarih şöyle demektedir: "Ahmed İbn-i Hanbel'in Müsned'inde İbn-i Şîrin'den rivayetine göre, Ubeydetü's-Sel- manî hazretleri; "Resûl-ü Kibriya'nın vücud-i mukaddesinden ayrılan bir tüyü, benim nazarımda, yeryüzünde mekşuf olan , ve yer altında medfun bulunan bütün altın ve gümüş hazine- lerinden daha kıymetlidir ve daha sevimlidir" demiştir..
Birçok siyer ve tabakat ulemasının bildirdiklerine göre Halid İbn-i Velid'in serpuşunda Resulü Ekrem'in birkaç tane mübarek saçından mahfuz imiş. Bu cihetle bu seyf-i ilâhî hangi gazaya gitse kendisine feth ü zafer müyesser olurdu... Bu büyük İslâm dilaveri pek iyi bilmişti ki, Resûl-ü Kibriya'nın makdem-i nasıyesine münasip olan feth ü zaferidir, her müşkülün sühunetle iktihamıdır."
11.Sofilerin batıl inançlarını örtmek için içtihat imamların yapılan iftira (S.70-71)
İnsanların, Hak'tan kendine feyz lütfedilmiş olan bir zat ila bulunmaları, onun tutum ve davranışlarından istifade etme leri ve böylece de feyizyâb olmaları, hem vazifelerinden ve hem de menfaatlerindendir. Nitekim mezhep imamlarımız dahi bu seçkin zevatı aramış ve onların terbiyesini kabul et- mislerdir. Meselâ mezhep imamlarımızdan İmam-ı Şafiî, Şey-bân-ı Râî adında bir çobana intisab etmiş ve ondan tefeyyüz etmiştir. Kendisine; "Senin gibi bir zât böyle bir bedeviden bilgi alır mı?" diye sorulduğunda; "Bu adam, bizim bilmedik- lerimizi bilir" cevabını verirdi. Ve yine Ahmed b. Hanbel Hazretleri, Ma'ruf el- Kerhî'ye başvurur, ondan sorar, ahze der ve amel ederdi.
Ahmed b. Hanbel'in Bağdatlı Ebu Hamza'dan tefeyyüz ettiği yine bilinen bir gerçektir. Hatta oğluna, "Sûfilerle sohbeti tavsiye ederim. Onlar, ilimleri ile, murakabeden edindikleri feyz ile, Allah korkusunu hakkı ile tanımaları ile ve halkın mâsivâ ve abeslerinden uzak kalmaları ile âl-i himmet olunmakla bizi geçmişlerdir" buyurmuştur.
İmam-ı Mâlik ise "Tasavvuf bilmeyen fakih fişka, tasav vufu bilip de fıkhı bilmeyen ise zındıklığa duçar olabilir buyurdu
- Abdulkadir Ciyli’nin “Hem halkın, hemde Hakk’ın karşılığıdır.” İftiarsı (S.72)
Bilelim ki, "kâmil insan", Abdulkerim Ciylî'nin dediği gibi "Hem Hakk'ın, hem de halkın mukabilidir."
Kâmil insan, bütün âlemleri kendinde toplayan âlemdir. İnsan, suret açısından küçük, mânâ açısından ise büyük bir âlemdir. Cenab-ı Hakk'ın sıfat ve esmasının tecellisinden ibarettir. Bu sebeple onda harikulade hâllerin görülmesi tabiîdir, Meselâ, peygamberlerde mucizelerin, evliyada kerametlerin zuhuru bu sebeptendir. Onun için hem mucize hem de keramet Allah'tan olunca, peygamber ve velîye ulûhiyet atfetmek küfrü gerektirir.
13. “Sen olmasaydın,Alemleri yaratmazdım.” Uydurması (S.76-77)
O, Cenab-ı Hakk'ın ruh olarak yarattığı ilk insan olmasına rağmen, maddesiyle bu âleme en son peygamber olarak teşrif etmiştir. Bir kudsî hadiste; "Sen olmasaydın, sen olmasaydın alemleri yaratmazdım". buyurulmuştur._Bu yüzdeın Peygamberimiz, sebeb hilkattir.Bu münasebetten ki, O'na,Fahr-i Âlemde deniyor
14. “O, sadece bir beşer değildir.”İftirası (S.77)
Mübarek vücutları. Hakken nisbet kokularını taşırdı. Bazı-larının"zân ve iddiâ-ettikleri-gibi, O, sadece-bir beşer değildir. O,bir beşerdir ama, Tecelligâh-ı Hak olan bir beşer... Kulluk makamında ekmel bir kul...
15. Allah ve rasulune bir iftira (S.78)
Fahr-i Âlem buyuruyor: "Bu ümmet içerisinde kırk kişi İbrahim meşrebi üzerinde, yedi kişi Musa meşrebi üzerinde, üç kişi İsa meşrebi üzerinde bulunur. Bunlar. mertebelerine göre insanların efendisidir. "Peygamberimizin belirttiğine göre: bunlar ile yağmur yağdırılır.Allah, bunlar vasıtasıyla belâyı defeder ve bunlar yüzü suyu Hürmetine insanları rızıklandırır.