Bu Blog içinde Ara

13 Haziran 2012 Çarşamba

Hadis Rivayeti ve Sahabiler:

Hadis Rivayeti ve Sahabiler:


Tebliğ görevi ve fazileti yanında “bile bile Rasulullah’a yalan isnad etmenin cehennemdeki yerine hazırlanmak” anlamına geldiği gerçeği ashab-ı kiram’da “ihtiyatlı davranıp kesin kanaat edinmedikçe hadis rivayet etmemeyi (tesebbüt)” prensip haline getirmiştir.
Buna halifelerin meseleyi takibi, sahabilerin birbirlerini kontrolleri, şüphelendikleri konularda onu en iyi bilene götürmeyi alışkanlık haline getirmiş olmalarını da ilave etmek gerekmektedir. Ashab-ı kiram’da Hz. Peygamber’in hadislerini bellemek ve yaşamak için ne derece ciddi ve samimi bir istek varsa, O’ndan bir bilgi nakletmekte de o derece bir titizlik görülmektedir. Bu titizliktir ki, onlardan kimilerini bir aylık yolu teperek bildikleri hadisleri tekid etmeye veya bilmediklerini öğrenmeye sevketmiş, “rihle” denen ilim yolculuklarını, ilk kaynağından ilim alma usulünü başlatmalarına vesile teşkil etmiştir. Bütün bu gayretlerin temelinde yatan dini hamiyeti, dine hizmet ve sağlam bilgi edinme niyet ve disiplinini görmekteyiz. [1]          

Âlim Sahabeler:


Ashâb'tan bazıları ilimleriyle meşhur olmuştur. Bunlardan bir kısmı Kur'an-ı Kerîm'i, Sünnet'i, fıkhı, câhiliye edebiyatını, ensâbı, eyyâmu'l-Arab denen târihi iyi bilen kimselerdîr. Bilhassa fetvaları ve Kur'an'la ilgili açıklamalarıyla tanınmışlardır. Kendisinden en ziyade fetva rivâyet edilen kimse İbnu Abbâs'tır. Sonra Hz. Ömer, Hz. Ali, Ubey İbnu Ka'b, Zeyd İbnu Sâbit, Ebu'd-Derda, İbnu Mes'ud, İbnu Ömer, Hz. Aişe (radıyallahu anhüm ecmaîn) gelir. Mesruk şöyle der: "Sahâbe'nin ilmi altı kişide toplanmıştır: Ömer, Ali, Ubey, Zeyd, Ebu'd-Derdâ, İbnu Mes'ûd. sonra bu altının ilmi de Hz. Ali ve Abdullah İbnu Mes'ud'da toplanmıştır". Irâkî: "Hz. Ali ile İbnu Mes'ûd hususî gayretle, öbürlerinin ilmini de kendi ilimlerine katmışlardır" diyerek, Mesrûk'un sözünü açıklığa kavuşturur.
Bunlardan sonra şu yirmi kişi gelir:
Hz. Ebu Bekr, Hz. Osman, Ebu Mûsa, Muâz İbnu Cebel, Sa'd İbnu Ebi Vakkâs, Ebu Hüreyre, Enes, Abdulah İbnu Amr İbni'l-Âs, Selmân, Câbir, Ebu Saîd, Talha, ez-Zübeyr, Abdurrahmân İbnu Avf, İmrân İbnu Husayn, Ebu Bekre, Ubâdetu'bnu's-Sâmit, Muâviye, İbnu'z-Zübeyr, Ümmü Seleme Hz. (radıyallahu anhüm ecmaîn).
Suyutî, Tedrîb'de ilk gruba girenlerin fetvalarından birer iri cild teşkîl etmenin mümkün olduğunu, ikinci grubtakilerden birer cüz (küçük çapta risâle) teşkil etmenin mümkün olduğunu belirtir.[2]

Abadile (Abdullahlar):


Yukarıda ismi geçen âlim sahâbilerden bazılannın adı Abdullah olduğu için, onların Abâdile (Abdullahlar) diye ayrıca gruplanması eskiden beri âdet olmuştur. Bunlar: Abdullah İbnu Ömer, Abdullah İbnu Abbas, Abdullah İbnu'z-Zübeyr, Abdullah İbnu Amr İbni'l-Âs.
Abdullah İbnu Mes'ud bunlar arasında zikredilmez. Çünkü öbürleri abâdile diye şöhrete erdikleri sırada Abdullah İbnu Mes'ud vefat etmiş bulunuyordu. Öbürleri, imamların kendilerine muhtaç olup müracaat edecekleri vakte kadar yaşadılar.
Bunlar bir meselede görüş birliğine varınca: "Bu Abâdile'nin görüşüdür" denir. Bazıları İbnu Zübeyr'i buraya dahil etmez.
Ashab arasında 220-300 kadar başka Abdullah'lar da mevcuttur ancak Abâdile denince onlar kastedilmez.[3]
Adları Abdullah olan fakîh ve muhaddis dört sahâbî. Abâdile, Abdullah kelimesinin çoğulu olup "Abdullahlar" anlamına gelmektedir. Ashâb içinde iki yüz kadar Abdullah adında sahâbî bulunduğu halde Abâdile denilince fıkıh ve hadîs'te Abdullah adını taşıyan üç veya dört sahâbî kasdedilmiş ve bunlar bu isimle şöhret bulmuşlardır. Bunlar; Abdullah İbn Abbâs (ö. 65/687-688), Abdullah İbn Ömer (ö. 74/693), Abdullah İbn Amr (ö. 65/687-688) ve Abdullah İbn Zübeyr (ö. 73/692)'dir (r.anhum). İslâm âlimlerinden bazıları Abdullah İbn Zübeyr yerine Abdullah İbn Mes'ud (ö. 32/652-653)'u Abâdile'den kabul etmektedirler. Fakat İbn Mes'ud'un Abâdile'den olmadığı kanaati daha yaygındır.[4]
Bu büyük sahabîler İslâm fıkhına olan vukûfiyetleri ve verdikleri fetvalarla meşhurdurlar. Bu sahâbîler Hz. Peygamber (s.a.s.) devrinin genç, dinamik, gayretli, ilim ve ibâdete son derece düşkün kimseleriydi. Bu Abdullahlar, Cenâb-ı Allah'ın bir lûtfu olarak Rasûlullah'tan sonra uzun müddet yaşamış ve diğer büyük sahâbilerden de öğrendiklerini kendilerinden sonra gelen nesillere öğretmişlerdir. Abâdile herhangi bir İslâmî problemin çözümünde aynı görüşü belirtmiş ve aynı paralelde ictihâd etmişlerse onların bu görüşüne "Abâdile'nin görüşü" denir. Bu tabir fıkıh usûlünde yerleşmiş bir tabirdir.[5]

Sahabelerin Sayısı:


Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) vefat ettiği zaman hayatta olan Sahâbelerin miktarı hususunda bazı tahminler yürütülmüştür. Bunlar arasında epeyce bir fark gözükmektedir. Sözgelimi Ebu Zür'ati'r-Râzi, o sıralarda Mekke-Medine havâlisinde 114 bin müslüman bulunduğunu söyler. Ali İbnu'l.-Medînî yüzbinden fazla der. er-Râfi'î 30 bin kadar Medine ve 30 bin kadar da Arap kabilelerinde olmak üzere toplam 60 bin kadar müslüman bulunduğunu kaydeder. Sahâbe hayatlarını incelemek üzere te'lif edilen kitaplârda ismen zikredilenler onbini bulmaz. Bunların en hacimlisi olan el-İsabe'de İbnu Hacer 12.293 adet tercüme verir ise de bunlardan bir bölümü, kitabın el-Kısmu'r-Râbî bölümlerinde kaydedilen ve sahabe sayılmayan şahıslardır, bir kısmı da Künâ bölümünde, ismi göstermek üzere mükerreren kaydedilen şahıslardır. Şu halde ismen bilinen sahabeler onbin civarında kalmaktadır.[6]
Sahabilerin sayısını kesin olarak belirtmeye imkan yoktur. 40-120 bin arasında değişen rakamlar kitaplarda yer almaktadır. Ashabın biyografisine tahsis edilmiş eserlerde ise, 10-12 bin sahabi tanıtılmaktadır. Hicretin bir veya ikinci yılında bizzat Hz. Peygamber’in emriyle yapılmış ilk nüfus sayımı dışında, bilhassa son yıllarda gerçekleştirilmiş herhangi bir nüfus sayımından bahsedilmemektedir. Bu sebeple istatistiğe dayalı dayalı rakam vermek imkanı yoktur.[7]

En Son Vefat Eden Sahabe:


Ashab'tan en son hayatta kalan Ebu't-Tufeyl Âmir İbnu Vâsile el-Leysî (radıyallahu anh)'dir. Vefat tarihi ihtilaflıdır: 100-110 arasında değişmektedir. Kûfe'de yaşamış ise de Mekke'de vefat ettiği kabul edilmektedir. Medîne'de en son vefat eden hususunda ihtilaf edilmiştir: Sâib İbnu Yezîd veya Câbir İbnu Abdillah veya Sehl İbnu Sa'd veya Mahmud İbnu'r-Rebî (radıyallahu anhüm)'dir. Mekke'de en son ölenin Abdullah İbnu Ömer (radıyallahu anh) olduğu da söylenmiştir. Basra'da Enes İbnu Mâlik (90-93 yıllarından birinde) veya Abdullah İbnu'l-Hâris (85-89); Kûfe'de Abdullah İbnu Ebî Evfa (86 veya 88 yılında) veya Amr İbnu Hureys (95 veya 98 yılında); Şam'da Abdullah İbnu Busr Mâzinî (88); Dımeşk'te Vâsile İbnu Eska el-Leysî (85 veya 86); Cezîre'de Urs İbnu Umeyre el-Kindî; Filistin'de Kays İbnu Sa'd İbnu Ubâde (85); Yemame'de Hirmâs İbnu Ziyâd Bâhilî; Bâdiye'de Seleme İbnu'l-Ekva l64) en son vefat eden sahabe(radıyallahu anhüm ecmain)dir.[8]

Sahabelerle İlgili Literatür:


Sahabe neslini tanıtan hal tercümesi kitapları pek çoktur. Ancak bunlardan üç tanesi pek meşhur ve yaygındır. Şimdi bunları sırasıyla tanıyalım:
1) İbn Abdilberr el-Kurtubi (463/1071)’nin “el-İstiab fi ma’rifeti’l-ashab”ı 3500 kadar biyografiyi ihtiva eden bu eser, el-İsabe kenarında ve müstakillen basılmış bulunmaktadır.
2) İbnu’l-Esir el-Cezeri (630/1233)’nin “Üsdü’l-ğabe fi ma’rifeti’s-sahabe” 8000 kadar biyografiyi ihtiva eden bu değerli eserin son 7. cildi hanımlara tahsis edilmiştir.
3) İbn Hacer el-Askalani (852/1448)’nin “el-İsabe fi temyizi’s-sahabe”si 12279 biyografiyi tetkik eder. El-İsabe, konuya ait eserlerin en hacımlısı olması yanında farklı tertibi ile de dikkat çekmektedir. Kendisinden önceki iki eser gibi alfabetik olma genel özelliği içinde her harf için dört kısım düşünülmüş ve uygulanmıştır.
a) Herhangi bir hadis ya da haberde sahabi olduğu açık ya da kapalı şekilde belirtilmiş olanlar, (Elif harfinden bu gruba girenler 1/13-93’dedir)
b) Sahabe arasında zikredilen çocuklar. Bunlar, Hz. Peygamber vefat ettiğinde temyiz yaşının altında bulunmaktadırlar. Hz. Peygamberin onları görmüş olması ihtimalinden dolayı sahabiler arasında zikredilirler (bk. 1/93-99)
c) Hem İslamdan önce hem de İslam döneminde yaşadıkları bilinen fakat Hz. Peygamberle görüşmemiş kimselerdir. Bunlara, “sahabi olduklarına bazı kitaplarda işaret edilenler” denebilir (bk. 1/99-117)
d) Daha önceki biyografik eserlerde yanlışlıkla sahabi olarak zikredilenler (bk. 117-136). Bu dördüncü gruba dair ilk çalışmayı İbn Hacer yapmıştır. O, bu noktayı özellikle vurgular.
Sahabi biyografisi ile ilgili Türkçe’de bazı teşebbüsler olmuşsa da hiç biri tamamlanamamıştır.[9]   

Asr-ı Saâdet:


Peygamber Efendimiz (s.a.s.)'in dönemi.
Peygamber Efendimiz'den itibaren İslâm Tarihi, Hz. Peygamber dönemi, Hulefâ-i Râşidûn, Emevîler, Abbâsîler, Selçuklular, Osmanlılar gibi muhtelif dönemlere ayrılmıştır. İşte bu dönemlerin başında yer alan Hz. Peygamber dönemine müslüman âlimler "Asr-ı Saâdet" adını vermişlerdir.
"Mutluluk Devri" manasını ifade eden bu terkip, gerçekten de o dönemin bir kelimeyle ifade edilmesini sağlayan isabetle seçilmiş bir terkiptir.
Çünkü Peygamber Efendimiz (s.a.s.) döneminde bizzat O'nun rehberliği ve liderliğinde ashab-ı kirâm, İslâm'ın dînî-dünyevî bütün emirlerini anlamış, yaşamış ve yaşatmışlardı. Hz. Peygamber'in eğitiminden geçmiş olan ashab-ı kirâm, İslâm davasına gönülden bağlı idiler. Samimiyet ve ihlâs içerisinde yalnız bir Allah'a kul olmuşlar, O'nun Resûlüne gönül vermişlerdi. Ruhlarını, düşüncelerini, davranış ve yaşayışlarını Allah ve Rasulunun istediği şekilde şekillendirmişlerdi; Kitap ve Sünnet, onlara yön veriyordu. Bu sebeple de inandıkları ulvî davalarını her şeyin üstünde tutuyor; dinleri uğruna mallarını, hatta canlarını feda etmede zerre kadar tereddüt göstermiyorlardı.
İşte bu anlayış ve yaşayışa sahip bulunan fertlerden oluşan İslâm toplumunda, tam bir birlik ve beraberlik, âhenk ve uyum, dayanışma ve yardımlaşma, kaynaşma ve aktivite hakimdi. Müslümanlar, idarî, siyasî, ictimaî, iktisadî, ilmî, askerî, adlî gibi çok muhtelif yönlerden olgunluğun zirvesinde idiler. Belki idarî müesseseler gelişmemişti, ama idarenin en mükemmeli veriliyordu. Henüz dünya imparatorlukları dize getirilmemişti müslümanlar dünyanın dört bir tarafına hâkimiyetlerini götürememişlerdi, ama bunun temelleri sağlam bir şekilde ve muvaffakiyetle atılmıştı. Müslümanların hayat standardı ve refah seviyesi pek yüksek değildi ama, zaten onlar müreffeh, mutantan ve lüks ve israfa yönelik bir hayatın arayıcıları değillerdi. Muhtelif ilimlere dair muntazam, sistemli eserler yazılmamıştı ama, ashab-ı kirâm, gerçek bilgiye yani vahye sahip çıkmış, ilmin önem ve değerini gayet iyi anlamışlardı. Henüz o dönemde devamlı silâh altında tutulan ve talim yaptırılan teçhizatlı ordular yoktu ama; İslâm cemiyetinin her bir ferdi, gözünü budaktan esirgemeyen ve şehidliği mertebelerin en yücesi bilen cesaret timsali mücahid bir kişiliğe sahipti. Adliye sarayları, mahkeme salonları, adliyeye dair diğer organizasyonlar henüz mevcut değildi ama; "Hırsızlık yapan, kızını Fâtıma da olsa elini keserdim." diyen bir peygamberin tabîleri, adaletin eşsiz örneklerini sergilemişlerdi.
Yani cemiyetin her köşesinde huzur, güven, emniyet, asayiş, nizam, intizam ve istikrar vardı. Bu dönem, daha sonraki müslüman nesillere örnek teşkîl eden mutluluk ve saâdet dönemiydi.
Bundan dolayı da elbette ki bu dönem "Âsr-ı Saâdet" diye anılacaktı.[10]

Aşere-i Mübeşşere:


Hayatta iken Hz. Peygamber (s.a.s.) tarafından Cennet'le müjdelenen ashabın ileri gelenlerinden on kişi için kullanılan bir tabir.
Kur'an-ı Kerîm'de bu hususta herhangi bir delil mevcut olmamakla birlikte, Rasulullah'ın sahîh hadisleriyle sabit olan bu ashabın Cennetlik oluşları, İslâm'ın genel prensipleri dahilinde gayet tabi bir olaydır. Aşere-i Mübeşşere tabirinin yanısıra "el-mubeşşirun bi'l-Cenneh" tabiri de bu sahabeler hakkında kullanılmıştır. Bu meşhur on sahabi şunlardır: Hz. Ebû Bekr (ö. 634), Hz. Ömer (ö. 643), Hz. Osman (ö. 655). Hz. Ali (ö. 660), Hz. Abdurrahman b. Avf (ö. 652), Hz. Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh (ö. 639), Hz. Talha b. Ubeydullah (ö. 656), Hz. Zubeyr b. Avvam (ö. 656), Hz. Sa'd b. Ebi Vakkâs (ö. 674), Hz. Said b. Zeyd (ö. 671).
Bu büyük sahabilerin kendilerine has özellikleri vardır. Meselâ: Mekke'de ilk müslüman olan bu şahsiyetler Hz. Peygamber'e ve İslâm davasına büyük katkıları olan kişilerdir. Bu büyük sahabilerin hepsi İslâm devletinin müşriklere karşı giriştiği ilk büyük cihat hareketi olan Bedir gazvesinde bulundukları gibi, Hz. Peygamber'e, O'nu ve İslâm'ı sonuna kadar koruyacaklarına dair Hudeybiye gününde ağaç altında Bey'at etmişlerdir. İslâm akidesi için Allah yolunda en yakın akrabalarına karşı çarpışmaktan geri durmamışlardır. Hadis âlimlerinden bazıları eserlerine bu on sahabinin rivayet ettikleri hadîslerle başlamışlardır. Ayrıca sırf Aşere-i Mübeşşere'nin hayatlarını konu alan müstakil eserler kaleme alınmıştır. Bunların faziletleri ve Rasulullah tarafından Cennet'le müjdelendikleri sahih hadis kaynak ve mecmualarında sabittir.[11]


[1] İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları: 84.
[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 1/533-534.
[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 1/534.
[4] Tecrîd-i Sarîh Tercümesi: I/27.
[5] Ahmed Ağırakça, Şamil İslam Ansiklopedisi: 1/2
[6] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 1/534-535.
[7] İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları: 86.
[8] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 1/535.
[9] Mesela bk. H. Zihni, el-Hakaik “Zı” harfine kadar gelebilmiştir. Hersekli Mehmed Kamil’in “Metaliu’n-nucum”u da yarımdır. Asr-ı Saadet’in Ashab-ı Kiram bölümünde 200 küsür sahabi tanıtılmaktadır. Türkçe’de bir Ashab-ı Kiram (Hz. Peygamber’in Müslüman Çağdaşları) Ansiklopedisi’ne ihtiyaç bulunmaktadır; İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları: 86-87.
[10] Ahmet Önkal, Şamil İslam Ansiklopedisi: 1/171-172.
[11] Tirmizî, Menâkıb: 25; Ahmed b. Hanbel, Müsned: 1/193; Şamil İslam Ansiklopedisi: 1/172.