HAYIR YOLLARI
Ebu Hureyre (r.a)'den, Rasulullah (s.a)'tan buyurdu ki-. "Her kim bir mü1 minin dünya sıkıntılarından bir sıkıntısını giderirse, Allah o kimsenin Kıyamet günü sıkıntılarından bir sıkıntısını giderir. Her kim zorda kalmışa kolaylık sağlarsa, Allah da o kişiye dünyada da âhirette de kolaylık verir. Her kim bir müslümanın kusurunu örterse, Allah da dünyada da âhirette de onu(n kusurlarını) örter. Kul kardeşine yardıma devam ettikçe, Allah da o kula yardıma devam eder. Her kim bir ilim arayarak bir yoldan gidecek olursa, Allah o sayede (ona) Cennet'e giden bir yolu kolaylaştırır. Bir topluluk Allah'ın evlerinden bir evde toplanıp Allah'ın Kitab'mı okur ve kendi aralarında onu tedris edecek olurlarsa, mutlaka üzerlerine sekinet (Allah'ın huzur ve sükûnu) iner. Rahmet onları örter. Melekler etraflarını çevirir, Allah onları kendi nezdindekiler arasında anar. Her kimi ameli geciktirecek olursa, nesebi onu ileriye götüremez
.[1]
Bu Hadisin Önemi:
Nevevi der ki: Bu büyük bir hadistir. Çeşitli ilim, kaide ve âdabı topluca ihtiva etmektedir.[2]
Bu hadis, İslâm kardeşliğinin hukukunu yerine getirmeyi, ilim talebini, Yüce Allah'ın kanununa (Kur an-ı Kerime) okumak, anlamak, gereğince amel etmek ve insanlara tebliğ etmek bakımından gereken ihtimamı göstermeyi teşvik etmektedir. [3]
Sıkıntıları Gidermenin Fazileti:
Rasulullah (S.A.S.)'ın: "Her kim bir müminin dünya sıkıntılarından bir sıkıntısını giderecek olursa Allah da onun Kıyamet günü sıkıntılarından bir sıkıntısını giderir." bölümündeki "gidermek" anlamına gelen ( ) fiili
Buhâri ile Müslim'in müştereken rivayetlerinde ( ) şeklindedir. O sıkıntıyı kim izâle eder ve hafifletirse, demektir. Elbisenin boğaz kısmını gevşetmek, rahat bir nefes alabilecek şekilde gevşetmek ve açmak tabirinden alınmıştır. Buhâri ile Müslim'deki rivayette yer alan kelime ise, bundan daha geniş bir açıklığı ifade eder. Bu da sıkıntıyı tamamıyla izâle etmek ve böylelikle sıkıntısını, kederini gidermek manasını ihtiva eder. Sıkıntı (el-kür-beh), kişiyi ruhunu kapsayacak şekilde üzüntü ve kedere düşüren büyük zorluk ve sıkıntı demektir. Yüce Allah: "Andolsun ki biz insanı bir zorluk içinde yarattık."(ei-Beied, 90/4} diye buyurmaktadır. İbn Cerir'in görüşüne göre âyet-i kerimede anlatılmak istenen, işlerin zorlu ve sıkıntılı hallerine göğüs germek anlamıdır.[4] Çünkü insan bu dünya hayatında kendi bedeninde, çoluk çocuğunda, aile halkında, malında, dininde, kendisini üzüntü ve kedere boğan pek çok şeye maruz kalır. O bakımdan bu sıkıntılarla karşı karşıya kalan kişiyi, akide kardeşlerinin bu sıkıntıdan kurtarmak için çalışmaları görevleridir. Acı ve üzüntülerini, güçleri yettiğince hafifletmeye çalışmaları gerekir. Müslüman haksızlık yapabilir. Haksızlık (zulüm) ise insan tabiatının özelliklerindendir. Nitekim Şair Mütenebbi şöyle demiştir: "Zulüm nefsin özelliklerindendir. Eğer sen zulmetmekten kendini koruyan birisini görürsen bil ki o, bir sebepten ötürü zulmetmemektedir."
İşte böyle bir durumda zulümden alıkoymak imkânı olduğu halde kişiyi zulümde bırakmak helâl değildir. Çünkü Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: "Kardeşine zalim olsun mazlum olsun yardımcı ol! Peki ya zalim olursa ben ona nasıl yardımcı olayım? denilince şöyle buyurdu: "O taktirde sen de onu zulümden alıkoyar yahut engellersin. İşte bu ona yardımındır.[5]
Müslüman dinine bağlılığından ötürü zulme maruz kalabilir. Bundan dolayı kendisini kederlendiren, üzen belâlarla karşı karşıya kalabilir. Yeryüzünün hüsrana batmış, azgın, zorba ve tağutlarından, dağların dahi kaldıramayacağı belâlarla karşı karşıya kalabilir. İşte böyle bir durumda canımızla, malımızla, dilimizle, kalemimizle bu müslümanın sıkıntılarını rahatlatmaya, gidermeye çalışmak bizim görevimizdir. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Şayet din hususunda sizden yardım isteyecek olurlarsa, onlara yardım etmek sizin görevinizdir.'Vei-En/â/, s/72)
Bunu yapacak ve müslümanların maddi ve manevi sıkıntılarını gidermek iYin çalışacak olursak, hiç şüphesiz -denildiği gibi- karşılık, amelin türünden olacaktır. Allah da bizi koruyacak, Kıyamet gününün sıkıntılarını bu sıkıntıların en büyük ve en ağır olanlarını giderecektir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Ey insanlar! Rabb'inizden korkun. Şüphesiz Kıyametin sarsıntısı çok büyük birşeydir. Onu göreceğiniz o günde bütün emzikliler emzirdiklerini unuturlar. Her hamile de yükünü bırakır. Sen insanları sarhoş görürsün, halbuki onlar sarhoş değillerdir, fakat Allah'ın azabı pek çetindir. "(el-Hacc, 22/2)
Âişe (r.a.)'den, O, Rasulullah (s.a)'ı şöyle buyururken dinlemiş: "İnsanlar Kıyamet gününde çıplak ayaklı, elbisesiz ve sünnetsiz olarak hasredilecek-lerdir." Ey Allah'ın Rasulü dedim, kadınlar ve erkekler hep birlikte, biri diğerine bakarak mı? Rasulullah (S.A.S.) şöyle buyurdu: "Ey Âişe, durum insanların birbirlerine bakmalarına imkân tanımayacak kadar ağır ve çetin olacaktır.[6]
Zorluk İçinde Olana Kolaylık Sağlamak:
Rasulullah (S.A.S.)'ın: "Zorluk içinde olana kolaylık sağlayana Allah dünyada da âhirette de kolaylık sağlar" buyruğunda sözü geçen zorluk çeken {el-mu'sir) borçlarını ödeyemeyecek kadar borçlan çoğalmış ve kendisine ağır gelen kimse demektir. Buna kolaylık sağlayan kimse ise ya sıkıntısını atlatıp Allah kendisine genişlik vereceği ve borcunu kolaylıkla ödeyebileceği zamana kadar ona mühlet tanımakla olur ki, bu hususta Yüce Allah-. "Eğer (borçlu) zorîuk sahibi ise ona kolaylıkla ödeyeceği zamana kadar süre tanımak gerekir"(eı-Baica>-a, 2/28O) diye buyurmaktadır. Eğer bu kişi borca batmış bir kimse ise, borcun bir kısmını indirmek ya da sıkıntısını giderecek bir miktarı ona vermek suretiyle olur. Buhâri ile Müslim'de Ebu Hureyre'den Peygamber (s.a)'in şöyle dediği rivayet edilmektedir: "Bir tacir insanlara borç verirdi. Borcunu ödeyemeyen birisini gördü mü hizmetçilerine onu bağışlayın, olur ki Allah da bizi bağışlar, derdi. Allah da onu bağışladı.[7]
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Eğer (alacağınızı) büsbütün tasadduk ederseniz bu sizin için hayırlıdır, eğer bilirseniz."(ei-Baka™, 2/2SO) Yine Rasulullah (S.A.S.) şöyle-buyurmaktadır: "Her kim zorluk çekene mühlet tanır yahut da onun borcunu indirirse, Allah o kimseyi kendi gölgesinde barındıracaktır.[8] Hiç şüphe ve tereddüt olmamalı ki, bizler dehşetleri çok büyük bir güne, Allah'ın dosdoğru yolundan sapan kimseler için oldukça zor bir güne doğru yol alıyoruz. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "O günde hak mülk (egemenlik ve hüküm) yalnız Rahmân'ın olacaktır. O gün kâfirlere çok zordur. "(ei-Furkân, 25/26) Yine bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: "Artık o Sûr'a üfürüldüğü zaman, işte o kâfirler için çok zor ve kolay olmayan bir gündür. " (el-Muddessir, 74/8 10)
Allah'a iman edip haklarını yerine getiren, Allah'ın kullarının üzerindeki haklarım ifa edip onlara yardımcı olan, onlara kolaylık sağlayana gelince; Allah da onun işlerini kolaylaştırır, zorluklarını giderir. Aynı şekilde Allah, Kıyamet gününde her türlü zorluğu ona kolaylaştırır, ona yardımcı olur, ona sebat verir. Bu ise dünya hayatında onun kardeşlerine yaptıklarının bir karşılığı, mükâfatı olacaktır. [9]
Müslümanların Kusurlarını Örtmek:
Rasulullah (S.A.S.)'ın: "Her kim bir müslümanı (kusurlarını) örterse, Allah da dünyada da âhirette de onu (kusurlarını) örter" buyruğuna gelince; aslolan dosdoğru yol Ü2ere giden müslümanın kendisi için sevdiği şeyi kardeşi için de sevmesidir. Müslüman kardeşinde herhangi bir kusur veya bir eksiklik görecek olursa, ona, dosdoğru yolu bulması ve salâh üzere yürümesi için dua etmeli, ona gizlice samimi olarak öğüt vermelidir. Çünkü böylesi İmâm Şafii'nin de şu beyitlerinde söylediği gibi nasihatin kabul edilmesi açı-sından daha uygundur:
"Tek başıma iken bana nasihatini bol bol ver,
Topluluk içerisinde ise bana öğüt vermekten uzak dur;
Çünkü insanlar arasında Öğüt vermek bir çeşididir azarın,
Böyle birşeyi işitmek hoşuma gitmez.[10]
Müslüman, kardeşinin yanılması ve ufak tefek hataları dolayısıyla sevi-nemez, mutlu olamaz. Onun bu hata ve yanlışlıklarını toplantılarda zevkle dile getireceği mevzular haline getirip böylelikle kardeşini rezil etmeye Rabb'inin ve Rasulünün emirlerine muhalefet etmeye kalkışamaz.
Abdullah b. Ömer (r.a.) dedi ki: Rasulullah (s.a) minbere çıktı ve yüksek bir sesle seslenip şöyle buyurdu: "Ey diliyle müslüman olup da imanın kalbine girmediği topluluklar, müslümanlara eziyet vermeyin, onları ayıplamayın, onların gizli kusurlarını araştırmayın. Çünkü hiç şüphesiz müslüman kardeşinin kusurlarını araştıran kimsenin Allah da kusurlarını araştırır. O kimin kusurlarını da araştınrsa, evinin içinde olsa dahi onu rezil eder.[11]
Hadis-i şerif, müslümanların kusurlarını araştırıp onları rüsvay edecek şekilde açığa çıkarmanın, imanın henüz kalplerinde iyice yer etmediği zayıf iman sahipleriyle münafıkların yapacağı bir iş olduğunu göstermektedir. Ancak burada insanların bu hususta iki türlü olduğunu da bilmek gerekir:
1- İnsanlar arasında itaat ve salâhı ile tanınan ve kötülüğü bilmeyen kimse. Böyle bir kimseden herhangi bir yanlışlık yahut bir yanılgı görülecek olursa, onu görenin bunu örtmesi icabeder. Böyle bir kişinin durumunu açığa vurmak Yüce Allah'ın haram kıldığı gıybetin kapsamına girer. Aynı şekilde böyle bir tutum iman edenler arasında kötülük ve çirkinliklerin yayılması anlamına da gelir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Şüphe yok ki, mü'minler arasında çirkinliklerin yayılmasını sevenler için dünyada ve âhirette çok acıklı bir azab vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz.'Ven-Nur, 24/19)
İlim adamları derler ki: Burada mümin aleyhine kötülüğün yayılmasından kasıt, ondan sâdır olan kötülüklerin yahut da uzak bulunduğu şeylerle itham edilmesinin açığa vurulması anlamına gelir.[12]
2- İşledikleri, masiyetleriyle tanınan, bunları açıktan işleyen, buna aldırış etmeyen, söylenenlere de kulak asmayan i kimseye gelince; bu türden olan insanların gıybeti olmaz. Aksine insanlara böylelerinin halini açıklamak mutlaka gereklidir; ta ki onun kötülüğünden korunabilsinler. Eğer kötülüklerinden vazgeçmeyecek olursa, böyle bir kimsenin durumunun te'dib edilmesi, yaşayışını da düzene sokması için yöneticilere götürülmesi gerekir. Bu ise ona had uygulamak yahut tazir ile mümkün olur. [13]
Müslüman Kişinin Kendi Kusurunu Örtmesi:
Bizzat masiyet işleyenin durumuna gelince; bunun da kendisini setret-mesi Yüce Allah'a tevbe etmesi gerekir. Zeyd b. Eslem'den dedi ki: Adamın birisi Rasulullah (s.a) döneminde kendisinin zina ettiğini itiraf etti. Rasulul-lah (s.a) bunun için bir kamçı getirilmesini istedi. Ona kırık bir kamçı getirildi. "Bundan daha güçlü birşey olsun" diye buyurdu. Bu sefer henüz kabza bölümü kesilmemiş yeni bir kamçı getirildi, bu sefer; "Ondan daha aşağı olsun" dedi. Bunun üzerine ona kabza takılmış ve yumuşamış bir kamçı getirildi, Rasulullah (s.a) emir vererek ona celde vuruldu, sonra şöyle buyurdu: "Ey insanlar, artık Allah'ın hadlerinden vazgeçmeniz (onları gerektirici işleri yapmamanız) zamanı geldi. Her kim bu pisliklerden herhangi birşey işleyecek olursa, Allah'ın setretmesiyle o da kendisini açığa vurmasın. Çünkü kim bize içyüzünü açıklayacak olursa, biz de ona Allah'ın Kitab'ını (hükmünü) uygularız.[14]
Abdullah b. Mes'ud (r.a) dan: Bir adam Rasulullah (s.a)'a gelip şöyle dedi: Ey Allah'ın Rasulü, ben Medine'nin uzak yerlerinden birisinde bir kadın ile birlikte oldum. Cima dışında, ondan her türlüsüyle faydalandım. İşte ben huzurundayım, hakkımda dilediğin hükmü ver. Ömer (r.a) ona: Allah seni setretmiştir, keşke sen de kendini saklamış olsaydın, dedi.[15]
Bütün Hayır Alanlarında Yardımlaşmaya Teşvik
Rasulullah (S,A.S.)'ın: "Kul kardeşinin yardımında olduğu sürece Allah da kula yardımcı olur" buyruğunda sözü geçen "hayır üzere yardımlaşmak", topluma güç, kaynaşma ve sağlamlık kazandırır. Böyle bir toplumu kimse kahredemez yahut ona bir zarar veremez. Bundan dolayı Kur'ân-ı Kerim bunu teşvik buyurmaktadır. Yüce Allah buyuruyor ki: "İyilik ve takva üzere yardımlasınız, günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmayınız.'VeJ-Mâide, 5/2) Aynı şekilde kötülük üzere yardımlaşmayı da Allah ve Rasulünü gazablandıran hususlarda yardımlaşmayı yasakladığı gibi, iyilik üzere yardımlaşmak da sadaka çeşitleri arasında sayılır. Rasulullah (S.A.S.) şöyle buyurmaktadır: "Kişiye bineğine binmesi hususunda yardımcı olman yahut üzerine eşyasını kaldırmasında yardımcı olman da bir sadakadır.[16] Diğer taraftan orucun, namazın ve sair ibadetlerin sevab ve mükâfatı vardır. Enes (r.a)den, dedi ki: Rasulullah (s.a) ile birlikte bir seferde bulunuyorduk. Kimimiz oruç tuttu, kimimiz oruç tutmadı. Oruçlu olmayanlar elbiselerini bellerine dolayarak işe koyuldular, -bir rivayette de çadırları kurdular- binekleri suladılar. Oruç tutanlar ise bazı işleri yapamadılar. Rasulullah (S.A.S.) bunun üzerine şöyle buyurdu: "Bu gün oruçlu olmayanlar ecri alıp götürdüler.[17]
Yani onlar da tıpkı oruçlular gibi, ecir ve mükâfat aldılar. [18]
İhtiyaç Sahiplerine Şefaatte bulunmak (İltimas), Yardımlaşma Kabilindendir:
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Kim güzel bir şefaatte bulunacak olursa, ondan kendisin bir pay vardır.%n-Nts&,^85)
İbn Kesir der ki: "Kim bir işin gerçekleşmesine çalışır da bunun sonucunda bir hayır meydana gelecek olursa, onun da bundan bir payı olur.[19]
Mücâhid der ki: Bu âyet-i kerime insanların birbirleri lehine yapacakları şefaatler (iltimaslar) hakkında nazil olmuştur. Kardeşi lehine şefaatte bulunan kimsenin eğer bu şefaati kabul olunacak olursa, onun iki ecri vardır: Birisi kardeşine sağladığı hayrın ecri, diğeri ise nezdinde şefaatte bulunulan kimsenin o hayır işi yapması halinde alacağı ecrin misli bir ecir.
Burde b. Ebi Burde'den, dedi ki: Dedem Ebu Burde bana babası Ebu Musa'dan, O Peygamber (s.a) den şöyle buyurduğunu haber verdi: "Müminin mü'mine karşı durumu birbirini güçlendiren bir bina gibidir." Sonra da parmaklannı birbirine geçirdi. Peygamber (s.a) da oturduğu sırada bir adam gelip birşeyler diledi yahut bir ihtiyacının karşılanmasını istedi. Peygamber yüzünü bize doğru çevirip şöyle buyurdu: "Haydi şefaatte bulununuz, size ecir verilsin. Allah da Peygamberi dili üzre dilediği hükmü versin.[20]
Yani bir kimse bana bir ihtiyacını arz edecek olursa, onun lehine benim nezdimde şefaatçi olunuz. Şüphesiz bundan dolayı* sizin için bir sevap vardır. Allah Peygamberi dili vasıtasıyla ihtiyaçların karşılanmasının gereği yahut karşılanmaması hususunda dilediğini hükme bağlayacaktır. Şüphesiz ki bu, şanı Yüce Allah'ın kaza ve kaderi ile olur.
Hafız İbn Hacer der ki: Hadis-i şerifte gerek fiilen işlemek gerekse de her türlü yolla ona sebep teşkil etmek suretiyle hayra bir teşvik vardır. Bir sıkıntının giderilmesi hususunda yahut zayıf bir kimseye yardım ile ilgili olarak büyük bir kişi nezdinde şefaatte bulunmaya da teşvik vardır. Çünkü herkesin başkanın yanma ulaşmaya gücü yoktur. Huzuruna girmek imkânını ya da maksadını açıklama fırsatını bulamaz ki, başkan da onun halini gerçek haliyle bilmek imkânını elde edebilsin. İşte bundan dolayı Rasulullah (s.a), insanların kendisine ulaşmasını zorlaştıracak şekilde teşrifatçılar ve perdedarlar edinmezdi. [21]
Haram Kılınan Şefaat:
Allah'ın haklarına yahut kullarının haklarına bir tecavüzü gerektiren şefaat (iltimas) haramdır. Böyle bir şefaat yerilmiştir, Allah bunu yasakmıştır. Böyle bir şefaatte bulunan kimseye onun bu çalışması sonucu bu işteki haksızlıktan dolayı vebal söz konusudur. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Kim de kötü bir şefaatte bulunacak olursa, ondan kendisine bir pay vardır. "(en-Nisâ, 4/85) Durumun imama (İslâm devlet başkanına) ulaşması halinde, hadler hususunda şefaat de bu kabildendir. Bunun böyle olduğuna Hz. Üsâme ile ilgili meşhur hadis tanıklık etmektedir. O, hırsızlık yapan Mahzu-moğulîarına mensup kadına şefaatte bulunmak isteyince, Rasulullah (S.A.S.) kendisine şöyle demişti: "Sen Allah'ın hadlerinden bir had hususunda mı şefaat ediyorsun?[22]
Bu hadlerin imama (devlet başkanına) ulaşmasından önce (hak sahipleri nezdinde) şefaatte bulunmaya gelince, İbn Abdilberr'in dediği gibi bu, hoş ve güzel birşeydir. [23]
Hadis-i Şerifin Selefin Hayatındaki Etkisi:
Bu ümmetin hayırlı selefinin siretini yakından tanıyan bir kimse, İslâm'ın yüce buyruklarının onların söz ve davranışlarında açık bir şekilde görüldüğünü tesbit eder. Onlar gerçekten başkaları için güzel bir örnektirler. İlim ile amel arasındaki bağlantıyı kurmuşlardı. Onlar sebebiyle pek çok kimse İslâm'ın doğru yolunu bulabilmiştir. Günümüz İslâm' ümmetinin vakıasına gelince; -Rabb'inin, rahmetiyle esirgedikleri müstesna- bu ümmet, arasında semavi Öğretiler kâğıt üzerindeki mürekkepten ve kasetlere kayıtlı sözlerden, vakıadaki etkisi oldukça cılız birtakım konferans ve hitabelerden ibaret hale gelmiştir. Allah'ın yardımı olmadan bizim ne masiyetten uzak durmaya ne de bir iyilik yapmaya gücümüz vardır.
İbn Sa'd, Uneyse'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Çevrede çobanlık yapan kızlar koyunlarını Ebu Bekr es-Sıddık (r.a)'ın yanına getirirler, O da kendilerine: "Afra'nın kızının süt sağdığı gibi, size süt sağmamı ister misiniz?" derdi. Ebu Bekir ticaretle uğraşan bir kimse idi. Her sabah pazara çıkar, birşeyler satar birşeyler satın alırdı. O'nun da bir miktar koyunu vardı. Bu koyunları sabah otlamaya giderlerdi. Kimi zaman bu koyunları arasında bizzat kendisi çıkar, kimi zaman çıkmasına gerek kalmaz, başkaları koyunlarını otlatırdı. O da çevredeki koyun sahiplerinin sütünü sağardı. Halifelik üzere kendisine bey'at edilince çevredeki koyun çobanı kızlardan birisi söyle dedi: Artık sen bizim koyunlarımızın sütünü sağmazsın. Ebu Bekir bu sözü işitinci şöyle dedi: Hayır, Allah'a yemin ederim, size bu koyunları sağmaya devam edeceğim. Üzerime aldığım bu işin daha önce huy edindiğim bu davranışımı değiştirmeyeceğini umarım. Böylelikle koyunlarını sağmaya devam etmişti.[24]
el-Evzai'den nakledildiğine göre Hz. Ömer gece karanlığında dışarı çıkmıştı, Talha (r.a) O'nu gördü. Ömer bir eve girdi, sonra bir başka eve girdi. Sabah olunca Talha, Ömer'in girdiği eve girdi. Kör ve kötürüm, oldukça yaşlı bir kadınla karşılaştı. Bu adam ne diye sana geliyor? deyince kadın şu cevabı verdi: Şu vakitten beri belli sürelerde yanıma gelir. Benim işime yarayacak şeyleri getirir, beni rahatsız edecek şeyleri yanımdan alıp götürür. Bunun üzerine Talha kendi kendisine şöyle dedi: Hay anasız kalasıca ey Talha! Sen Ömer'in yanlışlıklarını mı takip edip ortaya çıkarmak istiyorsun?[25]
Mücahid -yüce Allah'ın rahmeti üzerine olsun- şöyle der: Bir yolculukta O'na hizmet edeyim diye Ömer (R.A.)'in oğlu ile arkadaşlık ettim, fakat O bana hizmet ediyordu.[26]
Esenlik Yurduna Ulaştıran Yol, Din İlmidir:
Rasulullah (S.A.S.)'ın: "Her kim ilim aramak kastıyla bir yolu izleyecek olursa, Allah onun sebebiyle ona Cennet'e giden bir yolu kolaylaştırır" buyruğundan maksat, gerçek anlamıyla yolu takib etmek olabilir. Bu ise Yüce Allah'ın bizim için takdir etmiş olduğu çeşitli araçlar ve yollarla ilim adamlarının meclisine ulaşmak için yürümekle olur. Rasulullah (S.A.S.) bununla ilim elde etmeye götüren yolu manevi olarak izlemeyi de kastetmiş olabilir. Sözgelimi ilmi bellemek, onu karşılıklı olarak müzâkere etmek, etüd, mütalaa yapmak, onu kavramaya çalışmak ve buna benzer yollar. Hz. Peygamberin: "Allah kendisine onunla Cennet'e ulaşan bir yol kolaylaştırır" buyruğu ile de Cennet'in yolunun ta kendisi olan ilmi elde etmesinin kolaylaştırılacağını da kastetmiş olabilir, yahut da eğer bununla Allah rızasını arıyor ise, o ilim ile yararlanmasının, gereğince amel etmesinin de kolaylaştırılacağını kastetmiş olabilir. Bu durumda ilim onun hidayetine, Cennet'e girişine sebep teşkil eder. Ya da Yüce Allah kıyamet gününde Sırât'ı geçmek, ondan sonraki ve önceki dehşetli hallerden esenlikle geçmek suretiyle Cennet'e ulaştıran yolu kolaylaştıracaktır, anlamına da gelebilir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
O halde faydalı ilim, Yüce Allah'ı tanımanın, O'nun rızasına ulaşmanın, O'na yakınlaşmanın bir yoludur. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Muhakkak Allah'tan, kulları arasında ancak âlim olanlar korkar."(Fatır, 35/28) [27]
İlmin En Faziletlisi:
İmam Şafii -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- şöyle der: "Bir meşgaledir bütün ilimler. Kur'ân, hadis ve dinde fakih olma bilgisi dışında. İlim dediğin şey kendisinde "haddesanâ" diye geçendir. Bunun dışında kalansa, şeytanların vesvesesidir.[28]
Yine İmam Şafii şöyle demektedir: "Ben hadis âlimlerinden birisini gördüm mü adetâ Rasulullah (s.a)'ın Ashabından birisini görmüş gibi oluyorum. Allah onları hayırla mükâfatlandırsın. Onlar bu işin aslını bizim için muhafaza edip bellediler. O bakımdan onların bizim üzerimizdeki liitufları büyüktür.[29]
Yüce Allah da şöyle buyurmaktadır: "Size şüphesiz bir nur ve bir Kitap gelmiştir ki, Allah, rızâsına uyanları onun vasıtasıyla selâmet yollarına iletir. Onları izniyle karanlıklardan aydınlığa çıkarıp kendilerini dosdoğru bir yola ulaştinr.'Vel-Mdide, 5/15-16)
Allah'ın Kitabına karşı ilim talibinin görevleri aşağıdaki gibidir:
1- Lahne düşmemesi ve okuduğu sırada tecvid kaidelerine riâyet edebilmesi için ilim adamlarının nezaretinde kıraetini güzelleştirmeye gayret etmelidir.
2- Kur'ân-ı Kerim'den gücü yettiği kadar bölümünü ezberlemesi gerekir. Çünkü Allah'ın Kitab'ını ezberlemenin Allah nezdinde çok büyük bir mevkii vardır.
3- Allah'ın Kitabının manalarını anlayabilmek ve böylelikle de ümmetin selefinin yolunu izleyebilmek için bütün gücü ile gayret göstermelidir.
Ebu Abdurrahman es-Süiemi der ki: Bize Kur'ân-ı Kerim'i Osman b. Af-fan, Abdullah b. Mes'ud ve başkaları gibi okutanlar şunları anlattılar: As-hab, Rasulullah (s.a)'tan on âyet-i kerime öğrendiler mi o on âyet-i kerimedeki ilim ve ameli öğrenmedikçe başkasına geçmezlerdi. O bakımdan onlar şöyle demişlerdir: Biz böylelikle Kur'ân'ı, ilim ve ameli birlikte öğrenmiş olduk.[30]
4- Kur'ân-ı Kerim'i kavramak, anlamak için yapacağı inceleme esnasında aşağıdaki usûl ve ilkelere riâyet etmelidir. Bu usûl ve ilkeleri Şeyhülislam İbn Teymiyye, her ilim talibine incelemeyi, Öğütlediğim değerli risalesi "Usûl-i Tefsir Mukaddimesinde açıklamış bulunmaktadır:
a) Kuranın Kuran ile tefsiri,
b) Kuranın Sünnet iletefsiri,
c) Kur'ân'ın Ashabın sözleriyle tefsiri,
d) Kur'ân'ın Tâbi'inin sözleriyle tefsiri.
Ve mücerred re'ye dayanarak tefsirden uzak durmalıdır. Çünkü ilim adamlannın cumhuru bunun haram olduğu görüşündedir. Ebu Bekir {R.A.) der ki: "Eğer Allah'ın Kitab'ı hakkında bilmediğim şeyi söyleyecek olursam, hangi yer beni taşır ve hangi semâ beni gölgelendirir?[31]
Ömer (R.A.) de şöyle demiştir: "Bu Kitaptan size açıklanan şeylere tabi olunuz ve gereğince amel ediniz. Ondan bilemediğinzi de o Kitab'ın sahibi Rabb'inize havale ediniz."
Müslümanların akide, ahlâk, muamelât ve ibadetlerinde üzerlerine hücum eden ve onları değişik fırka ve gruplara ayıran sapıklığın biricik sebebi, Kur'ân-ı Kerim'i anlamak için gerekli olan sağlıklı yöntemden uzak olmalarıdır. Kimi mutasavvıflar Yüce Allah'ın: "Sana yakin (ölüm) gelinceye kadar Rabb'ine ibadet et."/d-Hia, 15/99) âyetini ele alır ve bunu İslâm'la ilgili olmayan görüşlerine tabi olarak mükellefiyetlerin kaldırıldığına delil gösterir. Bu bilmez mi ki Ashabı Kiram, Allah onların canını alıncaya kadar Rab'lerine ibadet ettiler, cuma ve cemaatleri muhafaza ettiler. Rafızi bir kimse gelir Yüce Allah'ın: "Muhakkak Allah size bir inek kesmenizi emreder."(eiBakam, 2/67) âyetini ele alır ve bundan maksadın, kendisine gelen iftiradan uzak olduğu semâdan inen vahiyle bildirilen Rasulullah (s.a)'ın kendisini Cennet'le müjdelediği sevgili hanımı, Sıddıkın kızı Âişe es-Sıddıka (r.anhâ) olduğunu söyler.
Kelâm âlimlerinden sapık olanların sapık görüşlerine kendisini kaptırmış kişi gelir, hikmet dolu Zikrin (Kur'ân-ı Kerim'in) önünde tam bir muhtaç, zelil, güçsüz, ondan hidayet ve doğruluğu arayan bir kişi gibi duracak yerde, Öğretmen ve üstad tavrını alarak, kelâm ilimlerinden üstadlarının kısır ve zayıf akıllarına binaen ortaya koymuş oldukları usûl ve kaidelere uysun diye âyetlerin boyunlarını eğer büker ve: "Rahman (olan Allah) Arşa istiva etti.'Vrd-Hd, 20/5} âyetini ele alarak; "yani orayı istilâ etti" diye açıklar; böylelikle de bu ümmetin selefinin kabul ettiği kanaate muhalefet eder. [32]
İlim Talibinin Sünnete Karşı Görevleri:
1- Eğer hadis ilminde yetkin kimselerden ise, Rasulullah (s.a)'dan sahih olan buyrukları araştırmakta olanca gayretini ortaya koymalı yahut da bu alanda yetkili oldukları kabul edilen ilim adamlarına tabi olmaları, gece karanlığında odun toplayan ve Önüne gelen her şeyi alan kimse gibi olmamaları gerekir. Çünkü bu, bir çok ilim talebesinin müptelâ olduğu bir hastalıktır. Onlar bu işin kolay olduğunu zannederler. Yüce Allah buyuruyor ki: "Siz onu kolay birşey zannedersiniz halbuki o, Allah nezdinde büyük birşeydîr.'Ven-Nur, 24/15)
2- Buhâri ile Müslim'den ezberleyebildiği kadarını ezberlemelidir. Çünkü bu iki kitap, Rasulullah (s.a)'tan sabit olmuş buyrukların en sahihlerini toplamaktadırlar.
3- Hadislerin fıkhını iyice kavramaya çalışmalı ve bu alanda istikamet üzere oldukları, sağlıklı anlayışa sahip oldukları, ümmetin selefinin izlediği yola tabi oldukları kabul edilmiş, bu alanda kendisinden önce geçmiş üstad-lara öğrencilik yapmalı, kendi anlayışını onların anlayışlarının önüne geçirmemeli ve herhangi bir delil olmaksızın ileri sürülmedik bir anlayışı ileri sürmemelidir.
4- İlim taleb eden kimsenin Sünnet-i Seniyyede yer alan görevleri yerine getirmesi onun yasakladıklarından sakınması gerekir. Çünkü Yüce Allah bildiği ile amel etmeyene gazab eder. Ta ki, onun bu bilgisi Kıyamet gününde aleyhine bir delil teşkil etmesin ve ta ki, bildiği ile amel ettiği için başkasına iyi ve güzel bir örnek olsun. Aynı şekilde Sünnet-i Seniyyede öngörülen müstehabları da gücü yettiğince yerine getirmeli, mekruhlardan uzak kalmaya çalışmalıdır. [33]
İlim Talebinin Hükmü:
Yüce Allah, ilim adamlarından övgü ile söz etmiş ve onları başkalarına üstün kılmıştır:
"De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?"fe*-zümer, 39/9) Yine ilim adamlarının Kıyamet gününde derecelerini yükseltmek va'dinde bulunmuştur: "Allah sizden iman edenleri ve kendilerine ilim verilenleri dereceler ile yükseltsin...'Vef-MücddeJe, 58/iD Aynı şekilde Rasulullah (s.a), gerek bu hadiste görüldüğü gibi, gerekse başka hadislerde de ilim talebini teşvik etmiştir. Bilinmesi gereken hususlardan birisi de ilim talebinin hükümlerinin farklı farklı olduğudur:
1- Kimi ilim talebi, erkek kadın her müslümana farzdır. Rasulullah (S.A.S.) şöyle buyurmaktadır: "İlim talebi her müslümana farzdır.[34] Bu ise mutlaka bilinmesi gerekli olan ilimdir. Yüce Allah'ın isim ve sıfatlan ile bilinmesi, O'nun üzerimizdeki haklarını bilmek gibi. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Şunu bil ki, gerçekten, Allah'tan başka hiçbir ilâh yok-tur.Vuhammed, 47/19) Aynı şekilde Allah'ın bize farz kılmış olduğu şeylerin nasıl eda edileceğini bilmek de bu tür ilimler arasındadır. Taharet, namaz, oruç ve benzeri diğer farzlar gibi. Yine kulların, yerine getirilmesi gerekli (vacib, farz) haklarına dair bilgi de bu türdendir.
2- Farz-ı kifâye olan bilgi. Müslümanlardan bir topluluk bu bilgiyi elde edecek olursa, diğerlerinden bunu öğrenmek mükellefiyeti sakıt olur. Ferai-zi (İslam miras hukukunu) bilmek, ilim talibinin, sahih olan rivayet ile olmayanı ayırdedebilmesini sağlayan hadis ilmini öğrenmek gibi.
3- Müstehab olan bilgi. Bütün din ilimleri böyledir, ilim taleb eden kimsenin gücü yettiği kadarıyla bu ilimlerden öğrenmesi bir görevdir. Nitekim Yüce Allah: "Ve dedi ki: Rabb'im, ilmimi artır."(Tû-hö, 20/114} Rasulullah (S.A.S.) de şöyle buyurmuştur: "Allah kimin hakkında hayır dileyecek olursa, onu dinde fakih (inceden inceye bilgi sahibi) kılar.[35]
İlmi Yaymaya Teşvik:
İlim bir nurdur, cehalet zulumâttır. İlim adamlarının Yüce Allah'ın kalplerine yerleştirmiş olduğu bu nuru avama yaymaları görevleridir. Ta ki, cehalet geri çekilsin, aydınlık her tarafı kaplasın. İnsanlar Rab'lerinin haklarını bilip onları yerine getirsin, birbirlerine karşı haklarını da öğrenip onları eda etsinler. Bu yolla insanlar iyi bir hayat sürerler. Bundan dolayı Rasulullah (S.A.S.) şöyle buyurmuştur: "Benden bir âyet dahi olsa tebliğ ediniz.[36] Ayrıca ondan işittiklerini tebliğ edenlere yüzlerinin parlak olacağı müjdesini vermiştir. Rasulullah (S.A.S.) şöyle buyurmuştur: "Bizden birşey işitip de onu işittiği gibi tebliğ edenin Allah yüzünü ak etsin. Çünkü kendisine tebliğ olunan nice kişi, bizzat işitenden daha kavrayışlıdır.[37] Aynı şekilde tebliğ edenin kendisine tabi olanların ecri gibi ecir alması da sözkonusudur. Nitekim Rasulullah (S.A.S.) şöyle buyurmuştur: "Kim bir hidayete çağıracak olursa, onun için de ona tabi olanların ecirleri gibi bir ecir vardır. Ve bu, onların ecirlerinden herhangi birşey eksiltmez.[38]
Aynı şekilde tebliğde bulunan kimsenin insanlar arasında yaymış olduğu ilmin de ölümünden sonra kendisine fayda sağlayan şeyler arasında olduğu bilinmelidir. Nitekim Rasulullah (S.A.S.) şöyle buyurmaktadır: "Şüphe yok ki, mü'mine ölümünden sonra amel ve hasenatından yetişen şeyler arasında, öğretmiş ve yaymış olduğu ilim de vardır.[39] [40]
Kur'an Okumak Üzere Toplanmanın Fazileti:
Rasulullah (s.a)'ın: "Eğer bir topluluk Allah'ın evlerinden bir evde toplanıp Allah'ın Kitab'ını okur, kendi aralarında onu müzâkere edecek olurlarsa, mutlaka üzerlerine sekinet (ilahi huzur ve sükûnet) nazil olur, rahmet onları kuşatır, melekler etraflarını doldurur ve Allah onları kendi nezdinde-kiler arasında zikreder" buyruğu ile mescidlerde oturmanın, Yüce Allah'ın Kitab'ını okumak üzere toplanmanın müstehap olduğuna delil getirilmektedir. Şayet hadis-i şerif Kur'ân öğrenip öğretmeye dair kabul edilecek olursa, bunun müstehap olduğunda görüş ayrılığı yoktur. Rasulullah (S.A.S.) de şöyle buyurmaktadır: "Sizin en hayırlınız Kur'ân'ı öğrenip öğretendir.[41]
Eğer hadis mutlak olarak Kur'ân-ı Kerim'in müzakere edilmesi kastıyla mescidlerde toplanmak gibi, bundan daha genel olarak anlaşılacak olursa, şüphesiz ki bu da müstehaptır. Nitekim Rasulullah (S.A.S.) kimi Ashabından kendisine Kur'ân okumalarını istedi. Abdullah b. Mes'ud'dan, dedi ki: Rasulullah (s.a) bana: "Bana Kur'ân oku!" diye buyurdu. Ben: Ey Allah'ın Rasulü dedim, Kur'ân sana indirilmiş olduğu halde ben sana Kur'ân mı okuyacağım? "Evet" diye buyurdu; bunun üzerine ben de ona Nisa Sûresini okudum. Nihayet şu: "Her ümmetten birer şahid, bunların üzerine de seni şahid getirdiğimiz zaman halleri nice olur!'WNisâ, 4/4J) âyetine gelince; "Artık bu kadarı ile yetin" dedi. Ona dönüp baktığımda, gözlerinden yaş aktığını gördüm.[42] Şu kadar var ki, Kur'ân okumak üzere toplanma esnasında onlardan birilerinin okuması diğerlerinin de onu dinlemesi, daha sonra bir di-gerinin okuyup onu da dinlemeleri ve bunu bitirinceye kadar devam etme-leri gerekir. Bütün toplananların tek bir sesten okumalarına gelince, bu İmam Malik'in Şam halkına karşı tepki gösterdiği hususlardan birisidir. [43]
Allah'ın Kitab'ını Evinde Okumaya Gayret Harcayanın Mükâfatı:
1- Sekinetin inmesi: Sekinet, huzur ve vakar demektir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "îmanlarını kat kat artırmaları için müminlerin kalbine huzur ve sükûnu (sekineti) indiren odur..."(ei-Feth, 48/4)
Ibn Abbâs der ki: mü'minlerin kalbine huzur ve sükûnu (itminanı) indiren odur, demektir. Katâde de şöyle demektedir: Müminlerin kalbine vakarı indiren odur. Burda mü'minlerden kasıt ise Allah ve Rasulünün çağrısını kabul ederek, Allah ve Rasulünün hükmüne itaatle boyun eğen -Hudeybiye Gününde- Ashab-ı Kiramdır. Bununla kalpleri huzur bulunca, Allah da imanlarına iman kattı.[44]
2- Rahmetin kuşatması: Rahmet ise rikkat (kalp inceliği), atıfet ve mağfiret demektir. Yüce Allah'tan ise rahmet ihsan ve razı oluştur. Allah'ın evinde Kur'ân'ı müzâkere edenlere rahmetin inişi ise, imanın alâmetidir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Rahmetim ise her şeyi kuşatmıştır. Onu sakınanlara, zekâtını verenlere, bir de âyetlerimize iman edenlere yazacağım."M-A'râ/, 7/156) Aynı şekilde bu, ihsanın da alâmetidir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Şüphe yok ki, iyi hareket edenlere Allah'ın rahmeti pek yakındır.'7ei-AW. 7/56) Rahmetin onları kaplaması ise onları tamamen kuşatması ve örtmesi demektir.
3- Melekler onları kuşatır. Bu şu demektir: Yüce Allah'ın Kitab'ını mü-zekere etmek üzere toplanan kimseler, her türlü eziyet ve hoşa gitmeyen şeyden yana güvenlik, esenlik içerisinde ve koruma altındadırlar. Bu melekler onlara mağfiret ile dua ederler. Aynı şekilde meleklerin onlarla oturmasının da Yüce Allah'ın bildiği bir meyvesi de vardır. Nitekim hayırlı kimselerle oturmanın meyvesi olduğu gibi.
4-Yüce Allah onları kendi katında bulunanlar arasında anar. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Siz beni anın ki, ben de sizi anayım."(ei-Baka™, 2/152) Rasulullah (S.A.S.) de kudsi hadiste, Yüce Allah'ın şöyle buyurduğunu nakletmektedir: "Ben kulumun benim hakkımda zannettiği gibi kuluma tecelli ederim. Beni anacak olursa, ben onunla birlikteyim. Beni içinde anarsa, ben de onu kendi zatımda anarım. Beni bir topluluk içerisinde anarsa, ben de onu onlardan daha hayırlı bir topluluk arasında anarım.[45]
Yüce Allah'ın kulunu anması, ona olan rahmet, şefkat ve mağfiretini dile getirir. Nitekim yalnızca anmak bile, kul için bir şeref ve bir üstünlüktür. Kul, yeryüzü hükümdar ve sultanlarının meclislerinde kendisinden söz edip hayırlı bir şekilde övdüklerini işitecek olursa ne kadar sevinir, ne kadar sürura boğulur! Bu anıştan ne kadar çok iyilik bekler ve umut eder! Kulun bütün umutlarını ve ihtiyaçlarını bilen ve hiçbir şeye muhtaç olmayan (Yüce Allah)'ın anısı dolayısıyla kul nasıl umutlanmaz, nasıl birçok şeylere arzulamaz. [46]
Mükafat Amelleredir, Neseblere Değildir:
Rasulullah (S.A.S.)'ın: "Amelinin geri bıraktığı kimseyi nesebi ileriye götüremez" bölümü ile ilgili olarak Nevevî -Allah'ın rahmeti üzerine olsun-şunları söylemektedir: Ameli eksik olan bir kimse güzel amel sahiplerinin mertebesine ulaşamaz. O bakımdan böyle bir kimsenin nesebinin şerefine, atalarının faziletine güvenerek eksik amel yapmaya kalkışmaması gerekir.[47]
Buna Yüce Allah'ın şu buyruğu da tanıklık etmektedir: "Herkes için amellerine göre dereceleri vardır.'Vei-En'am, e/132)
Yüce Allah bir başka yerde de şöyle buyurmaktadır: "Sûra üfürüldüğün-de o günde aralarında akrabalık bağı olmayacaktır. Birbirlerini de sormaz lar. "(el-Mii'mimm, 23/101)
Buhâri ile Müslim'de de Ebu Hureyre (r.a)'den şöyle dediği nakledilmekledir: "Rasulullah (S.A.S.)e: "Pek yakın akrabanı uyarıp korkut."(eş-Suarâ. 26/214) âyeti indirildiğinde Rasulullah {s.a) şöyle buyurdu: "Ey Kureyş topluluğu, siz canlarınızı Allah'tan satın alınız (kendinizi kurtarınız), benim Allah'a karşı size hiçbir faydam olamayacaktır. Ey Abdülmuttalib oğlu Abbas, Allah'a karşı sana benim hiç bir faydam olmayacaktır. Ey Rasulullah (s.a)'ın halası Safiyye, Allah'a karşı benim sana hiçbir faydam olmayacaktır. Ey Muhammed'in kızı Fâtıma, malımdan neyi istersen benden iste, (ama) Allah'a karşı benim sana hiçbir faydam olmaz.[48]
Kıyamet gününde insanın mevkii, iman ve ameline göredir. İster üstün bir nesep sahibi olsun, ister zayıf. İşte bu anlam çerçevesinde şairin birisi şöyle demiştir:
Ömrüm hakkı için insan ancak dini ile değerlidir. O bakımdan nesebine güvenerek takvayı sakın terketme! Andolsun ki İslâm, Selman-ı Farisi'yi yükseltmiştir. Şirk ise soylu Ebu Leheb'i alçaltmıştır.[49]
Hadisten Anlaşılan Bazı Hükümler:
1- Hadis-i şerifte, amellerin türüne göre, karşılıklarının verileceği belirtilmektedir.
2- Hadis-i şerif, Allah'ın kullarına ihsanda bulunmayı (iyilik yapmayı) teşvik etmektedir.
3- Hadis-i şerif, küçük ve büyük günahlardan tevbe hususunda eli çabuk tutmayı teşvik etmektedir.
4- Hadis-i şerif Yüce Allah'ın Kitab'ına gereken ihtimamı göstermeyi teşvik etmektedir.
5- İlmi müzâkere ve okumak için, Allah'ın evlerinde oturanın faziletini dile getirmektedir. [50]
[1] Hadisi Müslim rivayet etmiştir. Bk. Müslim Şerhi, V, 550, (Müslim, Zfcr 38, -Çeviren)
Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 371-372
[2] Müslim Şerhi
[3] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 372.
[4] İbn Kesir, VIII, 426
[5] Buhâri, VIII, 58; İkrah, 7
[6] Müslim Şerhi, V, 712
Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 372-374.
[7] Müslim Şerhi, V,712
[8] Müsiim Şerhi, V, 851
[9] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 374-375.
[10] İmam Şafii, Divan, 56
[11] Bk. Sahihu'l-Câmi, 7862
[12] Câmiu'l-Ulumi ve'1-Hikem, 321
[13] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 375-376
[15] Müslim Şerhi. V,607; (Müslim, Tevbe, 42; Ebu Dâvud, Hudud, 31; Tirmizi, Tefsir 11 nci sure H. 4 -Çeviren-)
Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 376-377.
[16] Buharı, IV, 15 (Cihâd 128); Müslim Şerhi, III, 46.
[17] Müslim Şerhi ,\\\, 178
[18] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 377.
[19] İbn Kesir, II, 324
[20] Buharı, VII, 80, (Edeb 36)
[21] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 378.
[22] Buhari, VH1, 16, Hudud, 12
[23] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 379.
[24] Hayatu's-Sahâbe, III, 168
[25] îbnü'l-Cevzi, Menâkibu-Umer, 68
[26] Câmiu'l-Ütumi ue'l-Hikem, 322
Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 379-380.
[27] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 380-381.
[28] Şafii, 88.
[29] Aynı yer
[30] İbn Teymiyye, Mecmuu'l-Fetâuâ, XIII, 331
[31] İbn Teymiyye, A.g.e., XIII, 371
[32] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 381-383.
[33] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 383-384.
[34] Bk,Sahihu7G3mi, 3S0S
[35] Buharı, I, 27, Hm, 13; Müslim Şerhi, IV, 584
Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 384-385.
[36] Buhâri, İV, 143, el-Enbiyâ, 50
[37] Bk. Sahihu'l-Câmi, 6640
[38] Müs/İm Şerhi, V, 532
[39] îbn Mace ve Beyhaki rivayet etmiş olup el-Elbâni hasen olduğunu belirtmiştir. Bk. Sahihu'l-Câmi, 2227
[40] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 385.
[41] Buharı, VI, 108, Fedâilul-Kur'ân, 21
[42] Buhâri, aynı yer.
[43] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 385-386.
[44] İbn Kesir, VIİ, 311
[45] Buharı, VIII, 171, Tevhid, 5
[46] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 386-387.
[47] Müslim Şerhi, V, 551
[48] Bk. Sahihu'i-Câmi, 7859
[49] el-Vâfi fi Şerhi'İ-Erbain en-Neveuiyye, 312.
Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 388.
[50] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 389.