SÜNNET ÜZERİNE
Sünnet
I-Tarifi: Sünnet lügatta yol, usûlü, adet, iyi olsun kötü olsun gidişat ve alışkanlık haline getirilen davranışlar manalarına gelir. Kuran'da sünnetin belirttiğimiz bu lügat manasında kullanıldığını gösteren ayetter bulunmaktadır:
“Kendilerine hidayet geldiği zaman insanları inanmaktan ve Rablerinden mağfiret dilemekten alıkoyan, sadece evvelkilerin sünnetinin (gidişatının) kendilerine gelmelerini beklemeleridir.”[
1]
Hz.Peygamberi (SAV)'in bir hadis-i şerifinde de bu lügat manası görülür:
“Her kim iyi bir çığır açarsa, .onun ve onunla amel edeceklerin sevabı o kimseye aittir. O kimselerin sevabından ise bir eksilme söz konusu olmaz.Her kim kötü bir yol açarsa.onun ve onunla amel edeceklerin günahı o kimseye
aittir. O kimselerin günahlarından bir eksilme olmaz.” [2]
Bu manaya uygun olarak, muhaddisler sünnet denince, Hz.Peygamber (s.a.v)'in sözleri, fiilleri. takrirleri (tasvip buyurduğu davranışları) ve gerek peygamberliğinden önceki devreye, gerekse peygamberlik devresine ait olsun şekil ve şemailini, huy ve ahlaki güzelliklerini anlamışlardır.
Fıkıh usûlü alimleri de, sünneti, Hz.Peygamber (SAV)'den Kuran-ı Kerim dışında sadır olan ve şeri hükme delil
olabilecek vasıftaki söz. fiil ve takrirler olarak tarif etmişlerdir. Bu bakımdan sünnet, farz, vücûb, nedb, sıhhat, butlan, fesad gibi hükümlerin delillerinden bir delil ve teşri kaynaklarından
bir kaynaktır.
Kavli. fiili ve takriri sünnet terimlerinin izahı:
1- Kavli (sözlü) sünnet (es-sünnetu'l Kavliyye): Bu sünnetler Hz.Peygamber (SAV)'in çeşitli maksad ve münasebetlerle söylediği sözlerdir. Kavli (sözlü) sünnet çoktur. Meselâ:
“Ameller ancak niyetlere göredir.” [3]
2-Fiili sünnet (es-Sünnetu'l Fi'liyye): Bunlar, Peygamberimizin ibadet esnasında ve genel davranışlarında bize ulaşan uygulamaları ve yaptıkları işlerdir. Namaz kılışı, davalara bakışı ve benzeri davranışlarıdır.
Peygamberimizin fiillerini üç grupta toplayabiliriz:
a) Hz.Peygamber (s.a.v)'in bir beşer, bir insan olarak yaptığı fiillerdir. Yeme, içme, giyinme, uyuma, oturup kalkma gibi.
b) Hz.Peygamber (SAV)'in sırf kendisine mahsus özel fiilleri. Gece teheccüd namazı kılmasının kendisine farz oluşu, dörtten fazla hanımla evlenmesi gibi.
c) Hz.Peygamberin s.a.v.) teşrii (hüküm koyma) niteliğindeki hem kendisinin hem de ümmetin uyması gereken fiiller bu gruba girmektedir. Mesela namaz kılışı, oruç tutuşu, haccedişi böyledir. Peygamberimizin bu tür fiilleri kendisi hakkında farz ise, ümmet için de farzdır, vacibse vacibtir, caizse caizdir.
3- Takriri Sünnet (es-Sünnetu't Takririyye): Takriri sünnet, Hz Peygamberin huzurunda müslümanların söylediği bir sözü veya yapılan bir hareketi veyahut gıyabında söylenen ve yapılan söz ve hareketleri işittikten sonra, onlara karşı çıkmaması, sükût etmesidir. Bu sükût ve karşı çıkmama; söylenen sözlerin, yapılan işlerin mubah ve caiz
olduğunu gösterir. Şu bir hakikattir ki. Hz.Peygamberin batıl ve islamın kabul etmediği söz ve tavır karşısında sessiz kalması düşünülemez. Takriri sünnete misal:
Ebu Said el-Hudri'nin rivayetine göre; ashab-ı kiramdan biri, bir sefer sırasında, yılan sokmuş bir kabile reisini Fatiha suresini okuyarak tedavi eder, karştlığında da bir miktar koyun ahr. Arkadaşları “koyunları paylaşalım” derler. Tedaviyi yapan “hele durun. Rasûlüllah'a bir soralım” der. Dönüşte durumu arz ederler. Rasûlüllah (SAV):
Fatiha'nın şifa vereceğini nereden, biliyorsunuz? (İyi etmişsiniz). Koyunları bölüşün, bir pay da bana ayırın, buyurmuştur.[4]O'nun bu sözü Kuran'la tedavi karşılığında ücret almayı açık tasvib ve tecvizdir.
Söz, fiil ve takrirden ibaret olan sünnet. Kuran'ın yanında ilahi vahyin iki kısmından birini teşkil etmektedir. Zira Allah (CC) Hz.Peygamberin s.a.v.)“kendi heva ve hevesinden konuşmadığını, her ne konuşmuş ise onun, kendisine vahyedilen bir vahiy olduğunu” beyan etmiştir. [5] Nitekim bu manayı Hz.Peygamberin şu hadis-i şerifi de tekid etmektedir:”Bana Kuran verildi, .bir de onunla birlikte onun gibisi verildi”.[6]
II- Sünnetin İslamdaki Yeri ve Önemi
Sünnetin İslamdaki konumu ile, İslamın temel kaynağı olan Kur'ana göre, Hz. Peygamber (s.a)'ı n sünnetinin yerinin ve değerinin bilinmesi anlaşılmaktadır. Sünnet Kur'an'ın daha iyi anlaşılması için yaşanmış bir tefsiri ve İslamın ise nasıl yaşanacağına dair bir numunedir. Öyleki Hz. Peygamberin (s.a) tefsir olunmuş bir Kur'an ve yaşayan bir islam olduğunu biliyoruz. Hz. Peygamber (s.a)'in bu durumunu mü'minlerin annesi Hz. Aişe (r.a) anlayışı ve basireti ile anlamış ve Rasûlüllah (s.a) 'in ahlakından sorulduğunda “O'nun ahlakı Kur'andı” diye net bir ifade ile cevap vermiştir. [7]
Sünnetin verilerini inceleyip Kur'an-ı Kerimin verileriyle karşılaştırdığımızda, şu altı şekilden biri ile karşılaşırız:
1- Sünnet Kur'andaki hükümleri tekrar etmiş, Kur'an'daki hükümlere tam tamına uygun hükümler ihtiva etmiştir. Bu durumda sünnetin konumu Kur'an 'ınkini teyid edici nitelikte kabul edilir. Mesela Hz. Peygamber (s.a.v)'in “Bir müslümanın malı (başkasına) onun gönül hoşnutluğu olmaksızın helal değildir”[8] mealindeki hadisi Kur'an-ı Kerim'in “Ey iman edenler! Mallarınızı aranızda haksız, sebeblerle yemeyin. Karşılıklı rızaya binaen yapılan ticaret olursa başka” [9]mealindeki ayetin getirdiği hükmün aynısını ifade etmektedir.
2- Sünnet Kuran'daki açıklanmaya muhtaç mücmel[10]ve müşkil naslarını açıklayıcı hükümler getirir. Sünetin, Kur'an'ın mücmel naslarnı tefsir etmesi şöyledir: Mesela Kur'an'da sadece namazının kılınması veya zekatın verilmesi gerektiğinden bahsedilmektedir. Namaz vakitleri ve rekatları, namazda neyin nasıl okunacağı, zekatın verilmesi gerekli olan ve olmayan mallar vb. hususlardan hiç bahsedilmemektedir. İşte bu mücmel ifadeleri açıklayan sünnettir.
Sünnet'in Kur'an'daki müşkil[11] lafza açıklık getirmesine misal olarak da “sabahın beyaz ipliği (aydınlığı) siyah ipliğinden (karanlığından) ayırd edilinceye kadar yiyin için”[12] mealindeki ayette geçen el-hayt (iplik) lafızlarından maksadın gündüzün berraklığı ve gecenin karanlığı olduğunu hadisten öğreniyoruz.
3- Sünnet Kur'an'ın umumi olan hükmünü tahsis eder. Buna Hz. peygamber (s.a)'in şu hadisi örnek olarak verilebilir:” Kadın, halası, teyzesi, erkek veya kızkardeş’inin kızı üzerine nikahlanamaz. Bunu yaparsanız akrabalık bağlarınızı koparmış olursunuz. [13]Bu hadis şu ayetin umumunu tahsis etmektedir: “Bunların (yukarıda evlenilmesi haramdır diye sayılanların) dışındakiler size helal kılındı.[14]”Zira söz konusu ayette, bu hadiste geçenlerle ilgili bir yasak yoktur.
4- Sünnet, Kur'an Kerim'in mutlak ifadelerini takyid (sınırını tesbit) eder. Mesela “Hırsızlık yapan erkek veya hırsızlık yapan kadının ellerini kesin”[15] mealindeki ayette sağ mı yoksa sol elin mi kesileceği, yine elin nereden kesileceği belirtilmemiştir. Sünnet ise mutlak ifade ile yer alan bu hükmü, sağ elin kesilmesi ve bilekten kesme şeklinde kayıtlamıştır.
5- Sünnet Kur'an'da olmayan hükümler koyar. Buna pek çok misal verilebilin: Yırtıcı hayvanların elinin yenmesinin helal olmadığı, denizin suyunun temiz, ölüsünün helal olduğu , ehlî eşeklerin etinin yemenin haram olduğu v.b. ziyade hükümler sünnet tarafından ortaya konmaktadır.
6- Sünnet, Kur'an'da yer alan bazı hükümleri nesheder (yürürlükten kaldırır). Meseia, Kufan'ın “Birinize ölüm geldiği zaman, eğer bir hayır (mal) bırakacaksa, anaya babaya, yakınlara münasip şekilde vasiyette bulunmak Allah'tan korkanlar üzerine bir borçtur”[16] mealindeki ayetin hükmü “Varise vasiyyet yoktur”[17]hadisi ile neshedilmiştir.
İslamın kutsal kitabı Kur'an derinlemesine incelendiğinde Kur'an nazarında Hz. Peygamber (s.a)'in konumu, dolayısıyla sünnetin yeri ve değeri ile ilgili olarak pek çok ayeti kerimeyi bulabiliriz. Bu konuyla ilgili olarak bu ayetleri tasnif etmek mümkündür.[18]
Bunlar:
1- Hz.Peygambere itaati emreden ayetler:
Bu konu ile ilgili ayetler Kuran'da pek çoktur, biz sadece bir kaçını zikredip, diğerlerinin yerini belirtmekle yetineceğiz.
“Peygamber size neyi verdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa ondan sakının ve Allah'tan korkun. Çünkü
Allah'ın azabı şiddetlidir.” [19]
“De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki. Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah bağışlayandır, esirgeyendir. De ki: Allah'a ve peygambere itaat edin! Eğer dönerlerse muhakkak ki Allah, kafirleri sevmez.” [20]
“Kim Rasûle itaat ederse. Allah'a itaat etmiş olur.” [21]
“Biz hiçbir peygamberi. Allah'ın izniyle kendisine itaat edilmesinden başka bir maksadla göndermedik” [22]
“Allah'a ve peygambere itaat edin ki size de merhamet edilsin.
Bunların dışında Allah'a itaat ve Rasûlüne[23] itaatin zikredildiği pek çok ayetlerin sadece yerlerini veriyoruz. [24]
Bu gruptaki ayetlerde belirtilen itaat ve Hz. Peygambere s.a.v.)uyma sadece sahabeye has bir husus değildir. Ayetlerin nüzulünün hususi ve özel bir sebeble olması ayeti sadece onlara has kılmaz. Ayetler bütün müslümanlara şamildir. Bu.bu şekilde bilinmesi gereken bir gerçektir. Böylece bütün müslümanların Rasûlüllah'a s.a.v.)itaat ve uyma kapsamına dahil olduklarını söylemek hiç de zor olmayan bir husustur.
2- Hz.Peygamberin s.a.v.)hükümlerine boyun eğmeyi emreden ayetler:
“Ey İman edenler! Allah'a taat edin, Rasûle ve sizden olan emir (yetki) sahiplerine itaat edin. Eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz Allah'a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız meseleyi Allah'a ve Rasûlüne götürün. Böyle yapmak en iyisi ve sonuç bakımından da en güzeldir.”[25]
“Allah ve Rasûlü bir konuda hüküm verdiği zaman artık mümin bir erkeğin veya kadının bir seçme yapmaya hakkı yoktur. Zira kim Allah'a ve Rasûlüne karşı gelirse apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” [26]
“Aralarında hükmetmesi için Allah'a ve Rasûlüne çağrıldıkları zaman müminlerin cevabı “işittik ve itaat ettik” sözünden başka birşey olmaz. Kim Allah'a ve Rasûlüne itaat eder. Allah'tan korkar ve O'nun azabından korunursa, işte sonunda kazanacak olanlar onlardır.”[27]
“De ki: Allah'a itaat edin, Peygambere itaat edin. Eğer (kabul etmeyip) dönerseniz.ona gereken, kendisine yükletilen (duyurma görevini yapmak) dır. Eğer ona itaat ederseniz, doğru yolu bulursunuz. Peygambere düşen, sadece açık şekilde duyurmaktır. [28]
“Asla, Rabbinin hakkı için, onlar aralarındaki ihtilaflı konularda seni hakem yapıp, sonra da içlerinde hiçbir hoşnutsuzluk duymadan senin verdiğin hükme boyun eğip, tam anlamıyla teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar. [29]Bu konudaki ayetler Hz.Peygamberin s.a.v.)Allah'ın (c.c.)hükümlerinden ayrı olarak çeşitli konularda hüküm koyma yetkisine sahip olduğunu açıkça görmekteyiz. Bu konular bize sünnet yoluyla intikal etmekte ve biz bu hükümleri sünnet kanalıyla öğrenmekteyiz.
3- Hz.Peygambere isyan etmemeyi, ona karşı çıkmamayı emreden ayetler:
“Kim Allah'a ve Rasûlüne itaat ederse, Allah onu altından ırmaklar akan cennetlere sokar,orada ebedi kalırlar. İşte büyük kazanç ta budur. Kim de Allah ve Rasûlüne karşı gelir, O'nun sınırlarını tecavüz ederse, Allah onu ebedi kalacağı bir ateşe sokar.” [30]
“Kim de kendisine doğru yol belli olduktan sonra peygambere karşı gelir ve müminlerin yolundan başka bir yola uyarsa onu gittiği yolda bırakırız ve cehenneme sokarız.” [31]
“Ey iman edenler! (Kendi aranızda) gizli konuştuğunuz zaman, günah işleme, düşmanlık ve peygambere karşı gelme üzerinde konuşmayı . İyilik ve takva üzerinde konuşun ve huzurunda toplanacağız Allah'tan korkun.”[32]
“Çünkü onlar Allah'a ve Rasûlüne karşı geldiler. Kim Allah'a ve Rasûlüne karşı gelirse, Allah'ın cezası pek çetin olur.” [33]
4- Hz.Peygamberin s.a.v.)Kur'an'ı açıklama görevinden bahseden ayetler:
“Sana da bu zikri (Kuran'ı) indirdik ki, kendilerine indirilenleri insanlara açıklayasın, ta ki düşünüp öğüt alsınlar.” [34]
“Biz her peygamberi mutlaka kendi kavminin diliyle gönderdik ki, onlara (emredildikleri söyleri) açıklasın.” [35]
“Biz sana kitabı indirdik ki, hakkında ihtilafa düştükleri şeyi açıklayasın ve inanan bir kavim için (o kitap) yol gösterici ve rahmet olsun.” [36]
5- Hz. Peygamber (s.a)'in haram kılma yetkisi olduğunu ifade eden ayetler:
“Kendilerine kitap verilenlerden, Allah'a ve ahiret gününe iman etmeyen, Allah'ın ve'Rasûl'ünün haram kıldığını haram saymayan ve hak dinini din edinmeyen kimselerle, küçül (üp boyun eğ) erek elleriyle cizye verecekleri zamana kadar savaşın”. [37]
“Onlar ki, ellerindeki Tevrat ve İncil'de yazılı bulunan o elçiye, ümmi peygambere uyarlar, O (Peygamber) ki kendilerine iyiliği emreder, onları kötülükten nehyeder, onlara güzel ve temiz şeyleri helal, pis ve çirkin şeyleri haram kılar, üzerlerindeki ağırlıkları, sırtlarındaki zincirleri kaldırıp atar.[38]
6- Hz. Peygamber (S.A.V.)'in müslümanların uyması gereken üsve-i hasene (en güzel örnek) olduğuna dair
ayetler:
“Andolsun ki, Allah'ın Peygamberinde sizin için, Allahı ve ahireti arzu eden ve Allah'ı çok anan kimseler için (uyulacak) en güzel bir örnek vardır.” [39]
Yukarıda belirtilen ayetlere göre Hz. Peygamberin s.a.v.)konumu ve dolayısıyla sünnetin yeri ve değeri ile ilgili ayetlerin muhatabı sadece sahabe-i kiram değildir.
Kur'ana: inanan bir kimse bu ayetlerin muhatabının sadece sahabe-i kiram olmadığını, gelmiş ve gelecek bütün müslümanların bu ayetlerin muhatabı olduğunu bilmelidir. Bu emirlere uyma sünnetin hükümlerine boyun eğme ile olur. O halde Allah'a (c.c.)ve peygambere s.a.v.)itaati emreden, peygamberin verdiği hükümlere boyun eğmeyi gerektiren bu ayetlerin günümüzde manası şudur: Bir mesele ile karşılaşıldığında meseleyi Allah'a (c.c.)ve Rasûlüne s.a.v.)havale etmek, Alah'ın (c.c.)kitabı Kuran'a, Rasûlülah'ın s.a.v.)sünnetine başvurmak demektir
Şer'i delillerin ilk iki kaynağı kitap ve sünnettir. Bu iki kaynağın birbiri ile irtibatı iki noktada kendini gösterir:
1-Kaynaklarının bir olması
2-Yaptırım güçlerinin aynı olması.
Kaynaklarının bir olması: Kitap, Kuran-ı Kerim'dir ki biz ona vahy-i metlüv (okunan vahy) diyoruz. Yani Cebrail (as) Kuran-ı Kerim'in ayetlerini Hz.Peygambere s.a.v.)okuyarak tebliğ etmiştir, biz Kuran-ı Kerim'i okuyarak ibadet ederiz. Kuran'ın hem lafzı hem de manası muciz ve de Allah (c.c.)tarafından korunduğu “Onu biz indirdik. Biz koruyacağız” ayetiyle teminat altına alınmıştır
Sünnet te vahy-i gayr-i metlüv'dür. Kuran-ı Kerim'de olduğu gibi Hz.Peygambere s.a.v.)okunmamış ama manası O'na ilham edilmiş, ağzından çıkan sözler devamlı surette ilahi kontrole tabi tutulmuş, herhangi bir yanlışlık söz konusu olduğunda hemen Rasülüllah s.a.v.)ikaz edilmiş, uyarılmıştır.
Hz.Peygamber(S.A.V)'in ilahi kontrol altında tutulduğunu şu ayeti kerime açıkça ifade etmektedir:
“O kendi hevesine uyarak söz söylemez. Onun konuşması ancak bildirilen bir vahiyledir.”[40]
Yaptırım güçlerinin aynı olması: Sünnetin yaptırım gücünün aynı Kur'an'ı Kerim gibi olduğunu bize bildiren Allah Teâlâdır. (c.c.)Daha önce de zikredildiği üzere “Peygamber size neyi verdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa sakının ”[41] buyuran Hz. Peygamber (S.A.V) 'e kayıtsız şartsız uymamız gerektiğini bize hatırlatan [42]Hz.Peygamber (S.A.V)'in vereceği hükmü beğenmediğimiz takdirde imanımızdan olacağımızı [43] bildiren Kur'an-ı Kerim'dir. Böylece Allah Teala Rasûlüllah(S.A.V)'a tıpkı kendisi gibi kanun koyma yetkisini vermekte O 'nun koyduğu kanunları, Allah (c.c.)tarafından konmuş kanunlar gibi benimsememizi emretmektedir.
“Bana Kur'an ve onunla beraber onun gibisi (sünnet) verildi. Yakında karnı tok, koltuğuna yaslanmış birisi “size Kur'an yeter, O'nda neyi helal buluyorsanız, onu kabul ediniz, O'nda neyi haram bulursanız, onu da haram biliniz” diyecek. Şunu iyi biliniz ki Allah Rasûlü'nün haram kıldığı da Allah'ın (c.c.)haram kıldığı gibidir.[44]
“Size kendilerine sarıldığınızda hiç sapıtmıyacağınız iki şey bırakıyorum. AlIah'ın (c.c.)kitabı ve Rasûlüllah(S.A.V.)'in sünneti.”[45]
Yukarıda belirtildiği üzere hem Kur'an'ın, hem de sünnetin kaynağı vahiydir. Kaynağı vahiy oluşu itibariyle Kur'an'a uymak nasıl farz ise, Peygamberin sünnetine uymak da öyle farzdır.[46]
III-Sahabenin Sünnet Anlayışı ve Sünnete Sarılma
Sahabe se-hi-be fiilinden masdar olarak dostluk etmek, arkadaş olmak manalarına gelir. Sâhib kelimesinin çoğulu olarak eshab olarak da gelir. Sahabi sohbet eden kişi demektir.
Hadis İstılahında ise sahabi: Hz. Muhammed (S.A.V) ile peygamberliğinden sonra mü'min olarak görüşen ve araya irtidat devri girse de mü'min olarak vefat eden kimseye denir. Bu tariften anlaşıldığı gibi Rasûlüllah (S.A.V)'le her görüşen sahabi değildir. Sahabi olabilmek için mü'min olarak görüşüp mü'min olarak vefat etme şartı vardır.
Sahabe, Allah'ın (c.c.)gönderdiği son peygambere, O'na indirdiği Kur'an'a ve din olarak da bütünüyle İslam'a inan ilk nesildir. Bu iman ve inançları sebebiyle onlar Allah'ı kendilerine yegâne Rab, Rasûlünü de s.a.v.)kendilerine eşsiz bir örnek ve önder olarak kabul etmişlerdir.
İlk müslüman nesil olma şerefine nail olan sahabe, Allah'a (c.c.)ve Rasûlüne s.a.v.)itaatin Kur'an'a ve sünnete uymaktan geçeceğinin bilincinde idiler. Gerçekten sahabe gerek Hz. Peygamber(S.A.V)'in sağlığında ve gerekse vefatından sonra O'na uymayı, sünnetini yaşamayı kendilerine en büyük şiar edinmişlerdir. Hatta en önemsiz işlerde bile O'na uymada gereken titizliği göstermişlerdir. Bundan dolayıdır ki sahabe Rasûlüllah (S.A.V)'i kendisine uyulması gereken en güzel ve model kabul etmişlerdir. Böylelikle sahabe Yüce Allah'ın “Şüphesiz Allah'ın Rasûlünde sizin için en güzel örnek vardır.”[47]Şeklindeki fermanına uyup, Hz.Muhammed(S.A.V)'e uymuşlar ve O'nun rehberliğinde hayatlarını idame etmişlerdir.
Hz. Peygamber (S.A.V) tebliğ yanında Allah'dan (c.c.)gelen Kur'an'ı insanlara beyan etmekle de vazifeliydi. Hz. Peygamber (S.A.V) önce Allah'tan (c.c.)gelenleri tebliğ ediyor, daha sonra da ayetleri açıklıyordu. Bu duruma göre Hz. Peygamber (S.A.V.) yaşayan bir Kuran, canlı bir İslam, aynen uyulması gereken en güzel bir örnek konumunda idi.
Hz. Peygamber(S.A.V.)'in en güzel örnek (üsve-i hasene ) vasfı özellikle ibadetler bazında bizzat kendisi tarafından belirtilmiştir:
“Beni namaz kılarken nasıl görüyorsanız, siz de öyle namaz kılınız.”[48]
“Hac menasikinizi benden alınız.” [49]
Sahabe Hz. Peygamber (S.A.V)'den ibadet olarak ne gördüyse aynen almış ve tıpkı O'nun gibi yapmaya çalışmışlardır. Hatta sahabenin Hz.Peygamber (S.A.V)'e uyması o dereceye varmışti ki Rasûlüllah (S.A.V)'in yaptığını, neyin adab neyin rükün olduğunu öğrenmeksizin, ayrıca da sebep, illet ve hikmetini bilmeksizin, sormaksızın onlarda yapmışlar, aynı şekilde O'nun terkettiğini onlar da terkederek “Peygamber size neyi verdiyse alın, size neyi yasaklarsa onu da yapmayın ”[50] ilahi fermanına lâyıkıyla uymuşlardır.
Bir defasında Rasûlüllah (S.A.V) ashabına namaz kıldırıyordu. Ansızın nalınlarını çıkartıp sol tarafına koydu. Sahabe bunu görünce, onlar da nalinlerini çıkartıp koydular. Rasûlüllah (S.A.V) namazı bitirince “Sizi nalinlerinizi çıkarmaya sevkeden nedir?” diye sorunca onlar :”Senin nalınlarını çıkardığını görünce derhal bizler de çıkardık” dediler. Bunun üzerine Rasûlüllah (S.A.V) :
“Bana Cebrail (a.s) geldi ve nalinlerimde pislik olduğunu haber verdiği için ben de nalinlerimi çıkardım.” [51] buyurdular.
“Rasûlüllah (S.A.V) altından bir yüzük edinmişti. Bunun üzerine insanlar da altın yüzük edindiler.(Bir müddet sonra) Nebi (S.A.V) : “Ben altından bir yüzük edinmiştim, artık onu asla takmayacağım” buyurdu ve yüzüğü çıkartıp, attı. Bunun üzerine insanlar da yüzüklerini çıkarıp attılar. Daha sonra Nebi (S.A.V), gümüşten bir yüzük edindi, insanlar da gümüş yüzük taktılar. [52]
“Nebi (S.A.V) cuma günü ( minbere ) çıkınca cemaata “oturun” buyurdu. (Henüz mescide yaklaşan) İbnu Mesud bunu duyunca hemen mescidin kapısında (olduğu yere) oturdu. Bunu gören Rasûlüllah (S.A.V)): Ey Abdullah İbni Mesud gel ”buyurdu. [53]
Nebi (S.A.V) hutbe okurken, daha mescidin dışında O'nun “oturun” dediğini işiten Abdullah İbni Revaha bunu duyar duymaz Nebi (S.A.V) hutbesini bitirinceye kadar mescidin dışında oturdu. Onun bu hareketini Nebi (S.A.V) öğrenince ona şöyle dua etti: “Allah (CC) .senin Allah'a (CC) ve Rasûlüne s.a.v.)itaattaki azmini artırsın.”
“Bazı hanımları Nebi (S.A.V)'e sana (vefatından sonra en önce kavuşacak olan hangimizdir? deyince; O,”Kolu en uzun olanınızdır” diye buyurdular. [54] Hz. Aişe (r.a) diyor ki: Bu söz üzerine (Rasûlüllah (S.A.V)'ın diğer eşleri hangisinin kolunun uzun olduğunu (tesbit için kollarını ölçmeye başladılar. Haibuki (Nebi (S.A.V)'in muradına göre ) bizim kolu en uzun olanımız Hz. Zeyneb idi. Çünkü o eliyle (çeşitli) işler yapıyor ve (kazancını) sadaka olarak dağıtıyordu.[55]
IV-Sünnet Düşmanlığı
İslamın yeryüzünü şereflendirmesinden sonra insanlığın çehresi kısa sürede değişti de bu sayede bütün insanlık saadet ve mutluluğa gidecek yola sahib oldu. Az bir zaman içerisinde saf ve berrak bir hayat hüküm sürmeye başladı. Hz.Peygamber'(S.A.V) zamanında durum böyle iken, ne varki bu dönemin bitimini izleyen yıllarda İslamın ilk dönemdeki safiyeti korunamadı. Bilhassa sünnet-hadis üzerinde bir takım şüpheler ve istifhamlar gündeme gelmeye başladı. Teşrî (yasama ) kaynağı olarak sünnettin kaynak olamayacağı ve sünnete ihtiyaç olmayıp Kur'an'ın yeterli olabileceği tezi bir takım çevrelerce savunulmaya başlandı. Aslında biz sünneti hedef alan, onun aleyhinde bulunanları iki grupta toplayabiliriz. Bunlardan birinciler, müslüman oldukları veya öyle olduklarını iddia ettikleri halde, sünneti kabul etmeyenler ya da aleyhinde olanlardır. İlk dönemlerde bunları şöyle görüyoruz:
Hariciler, “hüküm sadece Allah'ındır”[56] ayetini kendilerine parola edinerek ve böylesi doğru bir hükümden yanlış anlam çıkardılar ve ayet-i kerimeyi istismar ederek Sıffin'de Hz. Ali (r.a) ile Hz. Muaviye (r.a) arasında vuku bulan savaşta, her iki taraftatan savaşa katılan sahabenin adaletini ve onlardan gelen rivayetleri bütünüyle redettiler. Hatta daha da ileri giderek sahabeyi küfür ve sapıklıkla itham etme bedbahtlığına da düştüler.
Mutezile akımına mensup olanlar, meseleyi akıl ve indî görüşleri ile ele aldıkları için, akılcı düşüncenin sonucunda, İslamın yayılıp gelişmesinde önemlli payı bulunan ve Allah (c.c.)tarafından tebcil edilen sahabeyi hesaba katmadılar. Onlardan gelen bütün haberleri de yalan sayarak reddettiler. Şia mezhebinin bir kısmı ise, devşirme yoluyla sahabeyi kabullendiler ve onların bir kısmından gelen rivayetleri kabul ettiler ve aldılar. Bir kısım sahabeden, mesela Hz.Ebubekr, Talha, Zubeyr, Amr ibn As ve Ebu Hureyre'den gelen rivayetleri kabul etmediler ve bu ashabı ve ashabtan büyük bir kesimi ta'n edip, yerdiler. Müminlerin annesi Hz. Aişe (r.a) 'ye ithamda bulundular. Ancak Hz. Ali ve taraftarlarından gelen hadisleri kabul ettiler. Mezhep imamlarının günahsızlıklarına inandıkları için, ancak imamları veya Hz.Ali (ra) taraftarları aracılığıyla gelen rivayetlere inandılar.
İkinci grup ise, İslam dışı cereyanlardır, müsteşrikler (oryantalistler)dir. Bunlar sadece sünnete değil, temelde herşeyiyle Islama karşıdırlar. Ne var ki bahsettiğimiz birinci gurubun tavrından da faydalanarak özellikle sünneti, hadisleri hedef almaktadırlar. Bu halleri de belli bir şuurdan kaynaklanmaktadır. Bunların amacı müslümanların zihnine şüphe tohumları atmak ve sünnet konusunun suni olarak üretilen bir takım safsatalarla tartışmaya açılmasını sağlamaktır. Şu bir gerçektir ki sünnet, ferdterin ve cemiyetlerin hayatındaki müşterekliği sağlamada temel işlev görmektedir. Bir toplumu güçsüz bırakmanın ve yıkmanın başta gelen yolu, onun müşterek değerlerini ve hayat tarzını yok etmekten geçer. Bu sebeble, önce müslümanları sünnet hakkında şüpheye düşürmeyi, sonra da onu ortadan kaldırarak İslam toplumlarının birlik ve beraberliğini yok etmeyi hedef almışlar ve üzülerek belirtelim ki bunda da azımsanayacak derecede başarı elde etmişlerdir. Bu gaye müsteşriklerin en art niyetisinden tutun da, en realist ve masum görünüşlü olanların da bile vardır. Görünüş itibarıyla en realist ve masum müsteşrikler bu davranış biçimleriyle pek çok saf müslümanı da kandırdıkları söylenebilir. Ancak şurası sevindiricidir ki geç te olsa, son zamanlarda onların gaye ve hedeflerini, metodlartrını inceleyip müslümanları uyaran alimler yetişmeye başlamıştır. Ne var ki, hâlâ onların oyunlarına gelen pek çok insan vardır. Üstelik böyle olanların çoğunun niyeti hakikati araştırıp bulmak da değildir.[57]
V-Sünneti Yaşamak
Rasûlülah s.a.v.)bizlere üsve-i hasene olduğu için onun sünnetini yaşamak biz müslümanlar için bir zorunluluktur. Çünkü şu bir gerçektir ki, sünnet, insanların din, dünya ve ahiretle ilgili çalışmalarından; alışveriş ve bu konuyla ilgili hükümlerden; icar, ariye, hibe, vakf, nikah ve talak gibi ihtiyaç duydukları bütün şeylerden bahseden ve bütün bu hususları içeren ilimdir.
Sünnetle amel etmekten maksad. Allah'ın (c.c.)Kur'an-ı Kerim ayetlerindeki isteğini yerine getirmektir. Çünkü peygamber efendimiz s.a.v.)Kuran'ı en iyi anlayan ve en mükemmel şekilde aktif hayata uygulayandır. Bu sebeble, sünnete sarılmakla Kur'an'a sarılma, .sünneti yaşamakla Kur'an'ı yaşamak kavramları arasında fark yoktur. Çünkü Allah (c.c.)Kur'an'da daha önce de işaret ettiğimiz gibi peygambere itaat, peygambere uyma, peygamberin verdiğini alm, .nehyettiğinden sakınma gibi hususlara dikkat çekmekte, bu yönde emir ve tavsiyelerde bulunmaktadır. Bütün hareket noktasının kaynağı vahy olan bir insanın emirleri, yasakları ve yaşama biçimi günahlardan, yalan ve yanlıştan, lüzumsuz fazlalıklardan uzak, Allah'ın (c.c.)gözetim ve denetiminde olacaktır. Böyle birinin hayat biçimi olan sünnete sarılmak ve yaşamak elbette ki dinin tâ kendisidir. Zaten İslam, fikri bir fantezi değil hayata uygulanacak bir sistemdir. İslam hayata uygulanan bir sistem olunca, bunun başka türlü bir izah tarzı da yoktur. Böyle olmazsa, herkes kendi anlayışına göre bir sünnet ihdas eder, buna göre amel etmeye çalışır. Bu durum ise, vahdet dini olan İslamın hedeflediği temel espriye aykındır. Bu sebeble peygamberimiz s.a.v.)birçok hadisi şeriflerde ısrarla sünnete sarılmamızı emretmişlerdir. “Sünnetimden yüz çeviren benim ümmetimden değildir” buyurması üzerinde durulması gereken bir husus olup, ciddi bir tehdit oluşturmaktadır. Yine Peygamberimiz s.a.v.)bir hadisi şerifte “altı sınıf insan vardır ki, onlara Allah ta lanet etti duaları makbul olan nebiler de lanet etti” buyurur ki bunlardan biri de sünneti terk eden kimsedir.[58]
Sünnet, inşaları karanlık yoldan kurtaran aydınlık yolları gösteren, tehlikeli geçitleri bildiren işaret taşlarıdır. Diğer bir deyişle sünnet, insanın bu var olma yok olma savaşında başarıya, zafere götüren yegane kurtarıcıdır. Sünnet üzere yaşamak, insana hayatını kurtarma imkanı sağlayacaktır. Ona zaferlerle dolu bir ömür verecektir.
Hz. Peygamber (SAV)'in her sünetine önem verip ona sarılmak ve sünnetin gerektirdiği tarzda yaşamak bir müslüman için yegane gaye ve hedef olmalıdır. Tabii ki bu öncelikle sünneti bilmekle, öğrenmekle mümkün olacaktır. Ferd ve toplum olarak sünnet eğitim ve öğretimini yaygınlaştırmamız ilk yapılması gereken iş olarak görülmektedir. Bunun da belli bir mekanı yoktur. Okul, cami ve ev bu iş için büyük önem arz eder.
Hz.Peygamber s.a.v.)örneğini pratiğe aktarabilmek için herşeyden önce insanlara peygamber sevgisini kazandırmak gerekir. Bu, işin imani yönüdür. Ayrıca sevmek, örnek almanın da en önemli şartıdır. Tabii ki sadece sevgi yetmez. Sevgi bilgiyle takviye edilirse kalıcı ve verimli olur. Hz.Peygamber (SAV)'in hayatı ki islamdır bir bütündür. Bunun bir kısmına sahip çıkıp öbür kısmını ihmal etmek taassubuna düşülmeyecek bir sünnet kültürü ancak sevgi ile bilginin mezcedilmesi ile mümkündür.
Bu noktada Peygamberimiz (SAV)'in ahlaki ve diğer özellikleri müslümanlara, bilhassa yeni yetişen nesle örnekleme metoduyla öğretilmelidir. Bunun için şunları yapmak bu işte başarıya ulaşabilmek için gereklidir:
1- İlk ve orta dereceli okullarda din kültürü ve ahlak bilgisi derslerinde peygamberimiz (SAV)'den çokça örnekler verilmelidir. Peygamberimizin SAV) yaşam tarzı ve modeli ders kitablartna girmelidir.
2- Vaizlerimiz, din görevlilerimiz gereksiz ve faydasız bazı bilgiler yerine, daha tatlı ve müşahhas olan peygamberi örnekleri cemaata aktarmalı ve mutlaka vaaz ve hutbelerinde malzeme olarak ayet ve hadislere genişçe yer vermelidirler.
3- Günümüzde revaçta olan özel TV ve radyo istasyonlarından müslümanlar da azami ölçüde yararlanmalı, peygamberimiz s.a.v.)ve seçkin ashabın hayatındaki güzel örnekleri daha geniş kitlelere duyurma çabası içine girmelidirler. Bunca menfi yayınlara karşı bu müslümanlar için zorunluluktur.
4- Her seviyedeki çocuk ve gençlik kitablarına onların anlayacağı şekilde peygamberimiz s.a.v.)ve ashabıyla ilgili örnekler alınmalıdır.
5- Ailelerin de sünnet konusu üzerinde eğilerek Hz.Peygamber (SAV)'i tanıtıcı yayınları aile içinde müştereken okuma faaliyeti içinde olmaları gerekir.
Buraya kadar sünnet üzerinde bir şeyler söylemeye çalıştık. Bu sebeple şunları rahatlıkla söyleyebiliriz:
a- Dîni kimlik ve kişiliğimizi koruyabilmek için İslamı, sünnetteki yorumuyla yaşamak zorundayız.
b- Sünnetten, nangi gerekçeyle olursa olsun yan çizmek, ayrılmak, bidat ve hurafelere kucak açmak demektir. Çünkü sünnet tslam kültürünün tâ kendisidir.
c- Buraya kadar işlenen nasstardan anlaşıldığına göre Hz.Peygamber (SAV)'den tezahür eden sünnet Kuran'ın öz kardeşidir.
O halde sünnetin günlük hayat programımıza düzenleyici olarak hakim kılınması için, onu kendi bütünlüğü içerisinde kabullenmek ve yaşamaya çalışmak gerekmektedir. Ayrıca da medeniyet kurmada sünnetin verilerinden de faydalanmak ve bu husustaki çalışmalara hız vermek müslümanların en önemli görevleri arasında gözükmektedir.
İşte tercemesi sunulan bu eser İmam Suyuti'nin, sünnetin İslam kültürü içerisindeki genel yapısı ve öğrenimini, sünnetin hüccet oluşunu, sünnet inkarcılarının sapıklıklarını ve sünnete uymanın zorunluluğunu delillere dayanarak doğru sonuçlara vardığı önemli bir çalışmasıdır. Türk okuyucusuna kazandırılan bu eser, günümüzde sünnet üzerinde odaklasan şüpheleri izale edici ve büyük bir boşluğu dolduracağı inancındayım.[59]
Ahmed Yıldırım
İMAM SUYÛTİ’NİN HAYATI
Nesebi
Abdurrahman b. Ebî Bekr b. Muhammed b. Sabık el-Hudayrî el-Esyûtî. Lakabı Celaluddin, künyesi Ebu'l Fadl'dır, Nisbeti el-Hudayrî ve el-Esyûtî şeklindedir. El-Esyutî şeklindeki nisbeti babası ve dedelerinin Kahire'ye gelmeden önce doğup yaşadıkları şehir Asyût'a nisbetledir. [60]
Doğumu
Suyûtî, Kahire'de 849/1445 yılı receb ayının başında doğdu. Küçüklüğünden itibaren eğitimi ile, babası ilgilendi. Kur'an-ı Kerimî, Tahrîm suresine kadar hıfzetti. Hıfzını henüz tamamlamadan beş yaşlarında babasını kaybetti. [61]
Suyuti Kendini Anlatıyor
İmam Suyûtî, Husnu'l Muhâdara adlı kitabında[62] kendisini tanıtır ve şöyle der:
Abdurrahman b. Kemal Ebibekir b. Muhammed b. Sabıkiddin b. el-Fahr Osman b. Nasırıddin Muhammed b.
Seyfiddin Hıdır b. Necmiddin Ebi's-Salah Eyyûb b. Nasırıddin Muhammed b. eş-Şeyh Humamiddin el-Hudayrî el-Esyûtî...
Büyük dedem Humamuddin hakikat ehli, tarikat şeyhi bir zattı…Ondan sonraki dedelerim ise ileri gelen ve idarî mekanizmalarda bulunan insanlardı. Büyük dedelerimden biri yaşadığı şehirde kalırdık, diğer biri de muhtesiblik yaptı.[63] Birisi de Emir Şeyhun ile yakın dostluğu olan bir tüccardı. Bu dedem Asyut'ta bir medrese inşa ettirmiş ve buna çeşitli vakıflar bağışlamıştı. Dedelerimden biri de çok zengin bir zat idi. Fakat büyüklerim içinde babamdan başka.hakkıyla ilime hizmet eden birini bilmiyorum....
Hudayrî şeklindeki nisbetimize gelince; bildiğim kadarıyla bu, Bağdat'ta bir mahalle olan Hudayriyye'ye nisbetle söylenmiştir.
Kendisine güvendiğim bir zattan duyduğuma göre, rahmetli babam şöyle demiş:“Büyük dedem arap değildi veya doğulu biriydi.” Fakat zahir olan Hudayrî nisbetinin yukarıda ismi geçen Bağdat'taki mahalleye nisbet olduğudur. 849/1445 yılı recep ayı başında, pazar gecesi akşamdan sonra doğmuşum. Babam hayattayken Hüseynî kabristanlığı çevresindeki evliyaullahın büyüklerinden olan Şeyh Muhammed Meczub'a götürüldüm. Bana hayır duada bulundu.
Yetim olarak büyüdüm. Sekiz yaşıma gelmeden Kur'an'ı hıfzettim. Sonra bazı hocalardan Umde'yi, Minhacu'l-Fıkh ve'l Usul'u, İbnu Malik'in Elfiyye'sini ezberledim. 864/1460 yılı başlarından itibaren de diğer ilimlerle iştigal etmeye başladım. Fıkıh ve nahiv bilgilerini bazı hocalarımdan aldım. Zamanın büyük miras alimi allame şeyh Şihabuddin eş-Şarmesahî'den feraiz bilgilerini öğrendim. 100 yaşının üzerinde olduğu söyleniyordu. Yine de doğrusunu Allah bilir. (C.C). Ona Mecmu'a olan şerhini kıraat ettim. 866/1462 yılı başlarında da yine hadisi bulamadım. Gözümden kaçmıştır deyip bir ikinci kez, bir üçüncü kez daha baktım fakat hadisi bu eserde bir türlü bulamadım. Hadise İbnu Kani'in Mu'cemu's Sahabe'sinde rastladım. Hocama gelip durumu bildirdim. Benden bunu duymasıyla yetinerek kendi nüshasını aldı. İbnu Mace ifadesinin üzerine iptal çizgisi çekti ve haşiyede onun yerine İbnu Kani ibaresini ekledi. Hocamın sırf benim sözümle kitabında değişikliğe gitmesi benim gözümde büyük bir olaydı. Bunu hocamın kalbimdeki büyüklüğüne, benim nefsimin de acziyetine bağladım ve sordum:
“Sabrediverseydiniz! Belki eski kanaatinize dönerdiniz. Şöyle cevap verdi:
“Hayır. Ben “İbnu Mace rivayet etmiştir”derken Burhan Halebi'nin sözüne uymuştum.
Vefat edinceye dek hocamdan ayrılmadım.
Hocamız allame, alimlerin alimi Muhyiddin Kafiyeci'nin yanında da ondört yıl bulundum. Ondan tefsir, usûl, arapça, meani ve başka ilimler aldım. Sonunda bana geniş çaplı bir icazet yazdı.
Şeyh Seyfuddin el-Hanefi'nin yanında da Keşşaf, Tevhid ve ona olan haşiyesi. Telhisu'l Miftah ve Azud derslerine katıldım.
Eser yazmaya ise 866/1462 yılında başladım. (İptal için) suyla yıkadıklarım ve yarıda bıraktıklarım hariç, eserlerim bugüne dek 300 kitaba ulaştı.
Hamd olsun, Şam, Hicaz, Yemen, Hind ve Tekrur (Sudan) bölgelerine yolculuklarda bulundum.
Haccettiğim zaman zemzem suyunu bazı niyetlerle içtim. Bu niyetlerimden ikisi şu idi. Fıkıhta Şeyh Seracuddin el-Bulkini'nin seviyesine ulaşayım. Hadiste de İbnu Hacer'in mertebesine varayım.
871/1466 yılı başlarından itibaren de fetva vermeye başladım. 872/1467 yılı başlarında da hadis imla meclisi tertip arapça eğitimi vermem için icazet aldım.
İşte bu yıl ilk telifim olan Şerhu'l İstiâze ve'l Besmele 'yi kaleme aldım. Hocamız Şeyhülislam Alemuddin el- Bulkinî'ye eseri incelettim. Esere bir de takriz yazdı. Vefat edinceye kadar fıkıh ilminde ondan istifade ettim.
Daha sonra oğlunun yanında bulundum. Babasının eseri olan Tedrib'i başından vekale, bahsine kadar ona kıraat ettim. Havi-i Sağîr'i başından adet kısmına dek, Minhac'ı başından zekat bahsine dek. Tenbih'i başından zekat bahsinin yakınlarına dek. Ravza'dan babu'l kadâ’nın bir kısmını. Zerkeşi'nin Tekmiletü Şerhi'l Minhac'ından ihyau'l mevât bahsinden vesâyâ kısmına kadar veya ona yakın bir yere kadar olan kısmı kendisinden dinledim. 876/1471 yılında ders ve fetva vermem hususunda bana icazet verdi ve hoca olarak ders verirken dersimde de hazır bulundu.
878/1473 yılında vefat edince Şeyhülislam Şerefuddin el- Münavî'nin yanına gittim. Minhac'ın'bir kısmını ona kıraat ettim. Katılamadığım birkaç meclis hariç bu kitabı Taksim'de ondan dinledim.Şerhu'l-Behce ve ona olan kendi haşiyesi ile Beydavî Tefsiri'nden bazı kısımları ders olarak ondan dinledim.
Hadis ve arapça için de hocamız imam allame Takıyyuddin eş-Şibli el-Hanefi'nin yanına gittim. Dört yıl onun eğitiminde bulundum. Arapça ile ilgili eserlerim olan İbnu Malik'in Elfiyye'sine olan şerhime ve Cemu'l Cevami'e takriz yazdı. Pek çok kez beni gerek eliyle (işaret ederek) ve gerekse diliyle ifade ederek ifade ne kadar ileri olduğumu başkalarına gösterdiler. Bir hadiste ilgili olarak ta benim görüşüme dönmüşlerdir: Şifa'ya olan şerhinde İbnu Ebi't Cemre'nin Isra'ya dair hadisini İbnu Mace'nin rivayet ettiğini belirtmişti. Ben bu hadisin senedini de bulmak istedim. İbnu Mace'yi bulunduğu yeri tesbit için açtım fakat bulamadim; kitabı tekrar baştan sona gözden geçirdim fakat ettim.
Yedi ilimde derin bilgiye mazhar oldum: Tefsir, hadis, fıkıh nahv, meâni, beyan, bedii .Bunlarda yetişmem arapların ve edibierin usulünce idi.Yoksa arap olmayanların ve felsefecilerin metodları üzere deği idi. Kanaat ima göre mütalaa ettiğim bazı nakil ilimleri ile fıkıh hariç bu yedi ilimde, bırakın başkalarını hocalarım dahi benim kadar geniş bilgiye sahib değildi. Fıkha gelince, aynı şeyi bu ilim için de söyleyemiyorum. Çünkü hocam bu ilimde daha ileri ve daha çok dirayet sahibi idi.
Bu yedi ilim dalından daha az seviyede usûl-ü fıkh, cedel, tasrif'de de mütaalalarım oldu. Bunlardan daha az seviyede de kompozisyon, risale yazma ve feraiz eğitimim oldu. Daha az seviyede de bir hocadan olmaksızın kıraat bilgisi öğrendim. Bunlardan daha az olarak ta tıb bilgisi tahsil ettim.
Matematiğe gelince; bu ilim bana en zor gelen ve kafama girmeyen şeydir. Matematikle ilgili bir meseleye baktığımda sanki bir dağı tâşıyormuşum gibi gelir. Fakat Allah'a (c.c.)hamdolsun şimdi bende ictihad etmekle ilgili alet ilimleri tamam olmuştur. Bunları Allah'ın (c.c.)nimetini anmak için zikrediyorum. Yoksa övünmek için veya övünerek kazanılacak bir dünyalığı elde etmek için anlatmıyorum. Çünkü kervan göçtü, yaşlılık başladı ve ömrün en güzel demleri geride kaldı.
İstesem herhangi meseleyle ilgili, bu hususta sarfedilen sözleri, nakli ve kıyası delileri, bu görüşleri ikmal eden hususları, bunların hilafına olan delillerle bu delillerin cevaplarını, bu meseledeki mezhepler arasındaki farklılıkları birbirleriyle muvazeneli şekilde bir eserle ortaya koyabilirim, Bu elbette benim kudretimden olacak bir hadise değildir. Ancak Allah'ın (c.c.)lütfündandir. Kuvvet ve güç Allah'a (c.c.)aittir. O ne dilerse olur. Kuvvet ancak O 'na aittir.
Talebeliğimin ilk yıllarında mantık ilmiyle ilgili bir şeyler okudum. Daha sonra Allah (c.c.)kalbime ondan hoşlanmama duygusunu yerleştirdi. Hem İbnu's Salahın da mantığın haram olduğuna dair fetvasını da duyunca [64] bu ilmi bıraktım. Allah da (c.c.)onun yerine bana en şerefli ilim olan hadis ilmini nasib etti.
Sema ve icazet suretiyle rivayet aldığım hocalarıma gelince bunlar pekçoktur. Onları Mucem'de biraraya getirdtm. Sayıları yüzelli civarındadır. Daha önemlisiyle yani dirayetle ilgili ilimlerli kıraat ettiğimden dolayı hadis dinlemeye fazla vakit ayıramadım.
İmam Suyuti daha sonra uzun uzadıya eserlerinin isimlerini zikreder. Biz bu kitablan Husnu'l Maksad fi Ameli'l Mevlid adlı eserdeki etüdde zikrettik. [65]
Suyuti'nin Dönemi
Üstad Abdulkadir Atâ Esrâru Tertibi'l Kuran'ın önsözündeki etüdde Suyuti'nin dönemini anlatırken, sözün başında şöyle der:[66]Memun'un halife olduğu dönemden itibaren, onun önderliğindeki sapık mutezili fikirler ve Kuran'ın mahluk olduğu sözünün musallat olmasıyla, Abbasi hilafet güneşi bulutlarla kaplanmış ve islam alemi çetin sıkıntılar yaşamıştır.Daha sonra bu bulutlar konfor ve toplumdaki laçkalık, dîni vicdan duygusunun donması ve de birbiriyle çatışan çeşitli kültürlerin aralarındaki mücadele sebebiyle iyice kesiflesmiştir. Bu akımlar islam topraklarını kendilerine meydan seçmişlerdi. Neticede durum Abbasi Devletinin yıkılmasına ve bu mücadelenin açık ve net bir şekilde Mısır ve Mağrip'de Fatımi halifeliği adıyla çirkin bir şekilde ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Fatımilerin liderleri kendilerinin Fattmatu'z Zehra'nın (ra) torunları olduğunu söyleyip, dinin sırları ilmi adını verdikleri felsefeyle karışmış yeni bir düşünce akımını müslümanlara zorla öğrettiler. Bu işin üstadlığını da yahudi propagandacısı Yakub bin Keleş'e verdiler. Mısır görünürdeki bu iki anarşi sebebinden çok çekti. Hurafelerin yayılmasıyla insanların kalplerindeki inançlar sarsıldı. Hatta Şam kadılarından bir tanesi,”bir öküzün son derece aç olduğunu haykırdığını ve Allah'ın (c.c.)rızasının insanlara hulul ettiğini ilan ettiğini gördüğünü” kaydetmiştir.
Fatımi hilafeti arkasında yıkıntılar, hurafeler, Hakim bin Emrillah'ın vehimli düşüncelerini, karışık yahudi fikirlerini bırakarak gitti. Bu yahudi fikirler de Karmati şii düşüncelerle mecz oldu. İslam diyarında bazı cahil akıllarda bu düşüncenin sıçrantıları hâlâ vardır.
Durum bu minval üzere olunca irfansız Memluk kölelerinin asyanın uzak yerlerinden gelip Mısır'da idareyi ele almaları tabii olmuştu. Memluklular dağ mıntıkalarında oranın şartlarında yetişmiş at üzerinde yaşayan kahraman insanlardı. Köleliğin ve ezilmişliğin sıkıntılarını yaşıyorlardı. Kahramanlıklarını ise islam için canla başla gayret etme ve Tatarları kendi bölgelerinden uzak tutmakla sarfettiler.
Fakat Memiuklular Devleti Mısır'da çelişkilerle doluydu. Emirler bir taraftan Hüseyniye mahallesinde anormal cinsi ilişkide bulunan sapık gençlere karşı şiddetle mücadele uyguluyorlar, diğer taraftan da şarkı söyliyenlerden vergi alıyorlardı. Bir nevi kavatlık yapıyor gibiydiler. Bununla beraber, medrese, dergah, sınırlarda han yapmaya, kütübhane inşasına, alimlerin konumunu yükseltmeye, onları baş makamlara getirmeye kendilerinden öncekiler olan Eyyubiler ve Fatımilerden daha çok önem verdiler.
Allah Teâlâ'nın (c.c.)arzu ettiği ve mahlûkât için koyduğu sünnet üzere siyasi çöküş ve İslama düşmanlıklar söz konusu olurken, bir taraftan da her konuda eserler veren pekçok müellifler, alimler, hadis hafızları, tarihçiler yetişti. Bunlar pekçok ilimle ilgili çok iyi eserler verebilen kimselerdi. Bunlardan bazıları şunlardır: İbnu Hacer el-Askalani, Bedruddin el-Ayni, es-Sehavi, el-Burhan el -Bukâî. es-Serrac el-Bulkînî, Şeyh Zekeriya el-Ensari, İbnu Haldun, Celaluddin Abdurrahman es-Suyuti. Suyuti ise bir takım asıl ve furû' ilimlerde ilim, tahkik, fıkıh ve ictihad yönüyle zamanının önde gelen kimselerinden bir tanesidir. [67]
Alimlerin Suyuti'ye Övgüleri
İbnu'l-'lmad el-Hanbeli'nin övgüsü:
“ Hadisleri senediyle rivayet eden, muhakkik, müdakkik, kıymetli ve faydalı eserler sahibi... İlâhi kudrete inanan bir insan için ciddi bir şekilde yazılıp hazırlanan eserlerinin çokluğu keramet olarak yeter.”[68]
İmam Şevkani'nin övgüsü:
“ Kuran ve sünnet hususunda büyük bir imam, lctihada yönelik ilimleri tam olarak kat be kat kuşatmış, bunlardan ortaya çıkan ilimleri de bilen bir insan.” [69]
Yine onun için şöyle der:
“Tüm ilimlerde zirveye çıktı, akranlarını geçti ve adı yayılıp şöhreti duyuldu. Hadiste el-Camiu's Sağir ve el-Cami'l Kebir gibi eserler, tefsirde ed-Dürrü'l Mensur, el-İtkan fi Ulumi'l Kuran gibi eserler yazdı. Her daldaki eserleri makbuldür.
Kendisi tüm bölgelerde güneş gibi olmuştur."[70]
İmam Suyuti'nin Vefatı
Pekçok eserine baktığımızda, gerçekten kendimizi, yaptığı işi ciddi ve iyi yapan çeşitli ilim dallarına sahip olan, hıfz ve ilim yönüyle yüksek tepelerden bir zirvenin önünde buluruz.
911/1505, Cumadul ûlâ ayının ondokuzu, cuma gecesi temiz ruhunu sahibine teslim etti. Kursun kalesine defnedildi. Burası Kahire dışında Babu1! Kırâfe'dedir. Her an kendilerinden ilim içmekte olduğumuz bizlere bırakmış olduğu mirasıyla, aramızda yaşamaya devam etmektedir.
Allah Teâlâ (c.c.)Suyuti'ye rahmet, eylesin. Kıyamette amellerini defterine koysun ve bizi de onun vesiylesiyle mükafatlandırsın. Son sözümüz, alemlerin rabbı olan Allah'a (c.c.)hamdetmek ve peygamberlerin en şereflisine salât-u selam getirmektir. [71]
Kitab Ve Tahkikinde Takip Edilen Yol
Kitab, adından da anlaşıldığı gibi, Rasûllüllah ın s.a.v.)sünneti olarak bize gelen haberlerin delil oluşu hususunda şüphe uyandıranlara karşı bir reddiyedir. Suyuti bu görüşe karşı Kuran ve sünnette varid olan naslarla delil getirmekte; meseleyi kolay ve anlaşılır bir üslûpta ele almaktadtr. Sözlerini kendinden önce geçen büyük alimlere nisbet etmektedir. İmam Beyhaki'nin İmam Şafii'den naklettiği haberleri zikretmesi gibi. Okuyunca göreceğiniz gibi eser konusunda ve ilmi değeri itibarıyla gayet kaliteli bir eser olmuştur.
Bu eser bundan önce pekçok kez basılmıştır fakat hemen hemen tamamında ilmi bir tahkik veya ta'lik. Kuran ayetlerinin ve hadis-i şeriflerin tahrici yapılmamıştır. Bu sebeble biz eserin tahkikinde aşağıdaki yolu takip ettik:
1- Kitabın ibarelerini Dâru'l Kütübi'l Mısriyye'de, hadis bölümünde 2169 no ile bulunan yazma nüsha ile matbu olanını karşılaştırarak hazırladık. Yazmadaki ibareleri aynen aldık ve matbu nüshadaki yanlışları da düzelttik.
2- Konuları birbirinden ayırmak için ara başlıklar attık.
3- Kuran ayetlerini tahric edip, geçtikleri yerleri belirttik.
4- Hadis-i şeriflerin hadis kitablarında geçtiği yerlere temas ettik.
5- Kitabta ismi geçen bazı zevatın kim olduklarını açıkladık.
6- Kitabın başına da Suyuti ile ilgili kısa bir etüd koyduk.
Allah Teâlâ'dan (c.c.)niyaz ediyorum; bu ameli kendi rızası için yapılmış. O'nun rızasını tahsil için uğraşılmış ve O'nun kerem ve lütfunu isteyerek gayret edilmiş olarak kabul buyursun.Allah Teâlâ'dan (c.c.)bu eserle her zaman ve her yerde müslümanlan faydalandıracağını ümid ediyorum. İçinde hayır ve doğruluk bulunan şeye muvaffak kılan Hz. Allah'tır. (C.C). [72]
MİFTAHU'L-CENNE Fİ'L İHTİCAC Bİ’S-SÜNNE
Bismillahirrahmanirrahim
Aliah'a hamdolsun.(C.C).O'na güveniyorum. Selam da O'nun seçkin kullarına olsun. Allah (c.c.)size merhamet etsin, şunu biliniz ki: Bazı ilimler vardır ilaç gibidir.Bazı görüşler de vardır ki abdesthane gibidir,ancak zaruret anında zikredilir. Allah'a (c.c.)hamd olsun ki, uzun zamandır mevcut olmayan fakat şimdilerde (kötü) kokusu yayılan bir görüş var, O da şu:
Bir rafizi zındığı sözünde ileri giderek sünnet-i nebeviyye ve rivayet edilen hadislerle amel edilemiyeceğini, sadece'Kur'an'ın delil olacağını söylemiştir. Allah Teâlâ (C.C), hadisi şeriflerin âliliğini ve şerefini arıtırsın.
Bu kişi bu sözüne delil olarak ta şu hadisi getirmiştir:
"Size benden bir hadis geldiğinde bunu Kur'an'a arzedin. Eğer bu hadisle ilgili Kur'an'da bir asıl buluyorsanız hadisi alın, bulamıyorsanız onu reddedin.[73]
Bu rafıziden bu hadisi ben de bu şekilde işittim. Başkaları da işitti. Bazıları oralı olmadı. Bazıları da bu sözün aslını feslini ve nereden çıktığını bilmiyor.
Ben bu sözün aslını ve batıl olduğunu insanlara açıklamak istedim. Çünkü bu, toplumu helâka götürecek en büyük sebeblerden bir tanesidir. [74]
Hadisin Delil Oluşunu İnkar Edenin Durumu
Allah (c.c.)size merhamet etsin. Şunu bilesiniz ki, usûl ilminde maruf olan şartlan taşıyan kavli olsun fiili olsun hadisler hüccettir. Rasûlüllah'ın s.a.v.)bu hadislerini inkar eden kimse küfre girer ve İslam dairesinden çıkar, yahudilerle, hristiyanlarla veyahutta Allah'ın (c.c.)murad ettiği diğer kâfir fırkalarla beraber haşrolunur.
İmam Şafii (ra)[75]birgün bir hadis rivayet eder ve “sahihtir”der. Birisi:
“Ey Ebu Abdillah! Sen de aynı kanaatta mısın? diye laf edince, bozulur ve şöyle der:
“Ey adam! Sen beni hiç hristiyan olarak gördün mü? Bana kiliseden çıkarken rastladın mı? Belimde hristiyan kuşağı gördün mü? Rasûlüllah'tan s.a.v.)hadis rivayet edeceğim hem de aynı görüşte olmayacağım ha! [76]
Zındıkların Ve Rafızilerden İyice Haddi Aşanların Görüşleri
Bu fasid görüşün aslı şuraya dayanın: Zındıklar ve rafızilerden[77] ipin ucunu iyice kaçıranlardan bir grup, sünnetin delil olarak kullanılmasını inkar etmiş ve sadece Kur'an'la yetinmeyi iddia etmişlerdir. Onların bunu söylemelerindeki gayeleri farklı farklıdır:
Bazıları nübüvvetin Hz. Ali'nin (ra) hakkı olduğuna. Cibril aleyhisseiamın peygamberlerin efendisine s.a.v.)gelişinde hata ettiğine inanmaktadırlar. Allah Teâlâ (c.c.)zalimlerin söylediklerinden çok beri ve yücedir.
Bunlardan bazıları da Rasûlüllah'ın s.a.v.)nübüvvetini kabul etmekte fakat şunu da söylemektedirler: “Halifelik Hz.Ali'nin hakkı idi.” Sahabe-i Kiram (ra) Hz. Ali (ra) yerine Hz.Ebubekir'e (ra) halifeliği tevdi edince, aklı bozuk bu kimseler (Allah'ın (c.c.)laneti üzerlerine olsun), “zulmettiler, halifeliği hakkı olana değil de hakkı olmayana verdiler” diye ashaba kafirdir dediler. Allah (C,C) onlara lanet etsin. Hz.Ali'yi (ra) de hakkını aramadı diye küfre nisbet ettiler. Bu görüşlerin üzerine de tüm hadisleri reddetmeyi bina ettiler. Çünkü onların iddialarına göre bunlar kafir olan bir topluluğun rivayetleridir.
İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râci'ûn.
Esasında zaruret hasıl olmasaydı, insanların birkaç asırdır ondan uzak ve rahat durduğu bu görüşün aslını anlatmayı helal görmüyordum. Bu görüşte olanlar dört imam zamanı ve onlardan sonraki zamanlarda çok olarak bulunuyordu ,ve dört imam ve onların ashabı derslerinde, münazaralarında ve eserlerinde bu görüş sahiplerini reddetmeye genişçe yer veriyorlardı. Ben inşâellah onların delillerinden bir demet sunacağım. Muvaffak kılacak olan ise Allah'tır. (C.C). [78]
İmam Şafii'nin Sünnete Bakışı
Allah Teâlâ (C.C), İslam dini, farzlar ve Kur'an'la ilgili olarak Rasûlünü s.a.v.)öyle bir yere koymuştur ki; onu, farz kıldığı taatlar ile haram kıldığı masiyetlerin kendisiyle bilindiği bir meşale olarak insanlara gönderdiğini açıklamıştır. Ayrıca kendisine imanla Rasûlüne s.a.v.)imanı beraberce zikrederek Rasûlüllah'ın faziletini beyan etmiştir.
Allah Tebareke ve Teâlâ (c.c.)bunu şöyle ferman ediyor:
“Allah'a, peygamberine ve indirdiğimiz Kuran'a iman ediniz. Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.”[81]
Yine Allah Teâlâ (c.c.)şöyle buyuruyor:
“Muhakkak müminler onlardır ki, Allah'a ve Rasûlüne iman etmişlerdir ve onun maiyetinde içtimai bir işle meşgul bulundukları zaman da ondan izin istemedikçe bırakıp gitmezler.” [82]
Allah Teâlâ (c.c.)bu ayette, onun dışında kalan hususların kendisine tabi olduğu imanın, başlangıçta tam olmasını Allah'a (c.c.)ve Rasûlüne s.a.v.)beraberce inanma şartına bağlamıştır.
İmam Şafii şunu da söyler:
Allah Teâlâ (c.c.)insanlara kendi vahyine ve Rasûlünün s.a.v.)sünnetine uymayı farz kılmıştır. Nitekim Kuran'da şöyle buyurmaktadır:
“Her ne kadar daha önce açık bir sapıklık içinde bulunuyorlar idiyse de, içlerinden, kendilerine Allah'ın ayetlerini okuyan, (kötülüklerden ve inkardan) temizleyen, kendilerine Kitab ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle Allah, müminlere büyük bir lütufta bulunmuştur. [83]
Allah Teâlâ (c.c.)başka ayetlerde de kitab ve hikmeti bir arada zikreder. Bu hususta İmam Şafii şöyle diyor:
Allah Teâlâ (c.c.)(ayette) kitabı zikretmiştir. Bu Kuran-ı Kerim'dir. Hikmeti de zikreîmiştir. Kuran bilgisini beğendiğim bir kimseden bununla ilgili olarak şöyle dediğini duydum:
“Hikmet. Rasûlüllah'ın s.a.v.)sünnetidir.”
Allah Teâlâ (c.c.)bir ayette de şöyle buyumaktadır:
“Ey iman edenler! Allah Teâlâ'ya itaat ediniz ve peygambere’de, sizden olan emir sahiplerine de itaatta bulununuz. Sonra birşey hakkında ihtilafa düşerseniz, onu Allah Teâlâ'ya ve peygamberine arz ediniz.”[84]
ilim ehlinden bazıları bu ayette geçen “emir sahiplerinden muradın Rasûlüllah'ın s.a.v.)gönderdiği seriyyelerin komutanları olduğunu söylemişierdir.”İhtilafa düşerseniz”in manası da yine de Allah Teâlâ (c.c.)en iyisini bilir birşeyde anlaşmazlığa düşerseniz demektir. İhtilafa düşerseniz diye kastedilenler de seriyyeye katılanlar ve itaat etmekle emrolundukları komutanlarıdır. “Onu Allah Teâlâ'ya ve peygamberine arz ediniz” kavlinden murad, Allah'ın (c.c.)ve Rasûlü'nün s.a.v.)sözüne bakın demektir. Yine de burada kastedileni en iyi Allah bilir.(C.C).
İmam Şafii bunları söyledikten sonra açıklamalarına devam etmiş, sonra şöyle demiştir:
Allah Teâlâ (c.c.)onlara, Rasûlüne itaatin kendisine itaat demek olduğunu bildirmiş ve şöyle buyurmuştur:
“Hayır; Rabbine andolsun ki! Aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar.” [85]
İmam Şafii Rasûlüllah'ın s.a.v.)emrine uymanın farz oluşuna şu ayeti de delil getirir:
(Ey müminler!). Peygamberi, kendi aranızda birbirinizi çağırır gibi çağırmayın. İçinizden, birini siper ederek sıvışıp gidenleri, muhakkak ki Allah bilmektedir. Bu sebeble, onun emrine aykırı davrananlar, başlarına bir belâ gelmesinden veya kendilerine çok elemli bir azap isabet etmesinden sakınsınlar.[86]
İmam Şafii şu ayeti de delil olarak getirir:
“Peygamber size neyi verdiyse onu alın, size neyi yasakladıys'a da ondan kaçının.” [87]
İmam Şafii bu ayetlerin dışında, Rasûlüllah'ın s.a.v.)emrine uymayı, ona taatın zaruri olduğunu gösteren diğer ayetleri de zikreder. Bu durumda Allah Teâlâ (c.c.)Rasûlüne s.a.v.)itaati farz kıldığından dolayı, hiçkimse Rasûlallah'ın emrini reddedemez.(SAV). [88]
İmam Beyhaki'nin Sünnetin Delil Oluşuna Bakışı
Beyhaki meseleyi delillerle böylece ortaya koyduktan sonra şöyle der:
Sünnetin delil oluşu sabit olmasaydı. Rasûlüllah efendimiz s.a.v.)veda hutbesinde orada bulunanlara dini hususları öğrettikten sonra şöyle buyurmazdı:
“Bakın! Burada bulunanlarınız bulunmayanlara (anlattıklarımı) aktarsın. Çünkü kendisine aktarılan bazı kimseler dinleyenden daha iyi beller.”[89] Beyhaki sonra şu hadisi zikreder:
“Bizden işittiği hadisi işittiği gibi aynen rivayet edenin Allah (c.c.)yüzünü ağartsın. Çünkü kendisine aktarılan bazı kimseler dinleyenden daha iyi beller.” [90]
İleride açıklayacağımız gibi bu hadis mütevatirdir.
İmam Şafii de şöyle der:
Rasûlüllah s.a.v.)kendi sözünün dinlenip ezberlenmesi ve hakkıyla aktarılmasını [91] tavsiye etmiştir. Bu da onun
ancak hüccet olan şeyleri emrettiğinin delilidir. Çünkü[92] bu ya yerine getirilmesi gereken bir helaldir veya kaçınılması gereken bir haramdır veya da yerine getirilmesi gereken bir haddir veyahutta alınıp verilmesi gereken bir maldır veyahutta din ve dünya ile ilgili bir nasihattir. [93]
Beyhaki daha sonra Ebu Rafi'in rivayet ettiği hadisi zikreder[94]: Rasûlüllah s.a.v.)şöyle buyurdular:
“Sizden birinizi, koltuğuna yaslanmış olarak, kendisine emrettiğim veya nehyettiğim bir haber geldiğinde “bunu bilmiyorum. Biz Kuran'da bulduğumuza tabi oluruz” derken bulmayayım.” Hadisi Ebu Davud ve Hakim rivayet etmiştir. [95]
Beyhaki daha sonra da el-Mikdâm b. Ma'dikerib hadisini zikreder:
Nebi s.a.v.)Hayber günü bazı şeyleri haram kıldı. Ehli eşek eti vb. bunlardandır.[96]Allah Rasûlü s.a.v.)daha sonra da şöyle buyurdular:
“Kişinin koltuğuna oturup, bir hadisimi naklederek şöyle demesi yaktndır:
”Bizimle sizin aranızda Allah'ın kitabı var.(C.C).Onda helal olarak bulduğumuzu helal sayar, haram olarak bulduğumuzu da haram sayarız”.Dikkat edin! Rasûlüllah'ın s.a.v.)haram kıldığı da Allah'ın (c.c.)haram kıldığı gibidir.” [97]
Sadece Kuranla Amel Edilmesini Söyleyene Reddiyye Ve Cehaletinin Açıklaması
Beyhaki şöyle der :[98]
Rasûlüllah s.a.v.)(az yukarıda geçen) bu haberiyle kendisinden sonra ortaya çıkacak bidatçileri reddetmiştir. Söyiediği de daha sonra doğru olarak ortaya çıkmıştır.
Beyhaki daha sonra Şebib b. Ebi Fudâle el-Mekki'den senediyle şu rivayeti nakleder:
İmran b. Husayn (ra) şefaatla ilgili hadisi zikreder. [99] Oradakilerden bir tanesi:
“Ya Eba'n Nuceyd! Siz bizlere hadisler anlatıyorsunuz fakat biz bunlarla ilgili Kuran'da bir asıl bulamıyoıuz, deyince İmran kızar ve adama şöyle der:
“Sen Kuran'ı okudun mu?
“ Evet.
“ Peki Kuran'ın hiçbir yerinde yatsı namazının farzının dört, akşamınkinin üç, sabahınkinin iki, öğleyle ikindininkinin de dört rekat olduğuna rastladın mı?
“ Hayır.
“ Peki bunları kimden öğrendiniz? Bizden öğrenmediniz mi? Biz de Rasûlülah'tan s.a.v.)öğrenmedik mi? Peki Kuran'da kırk koyunda bir koyun, şu kadar devede şu kadar, şu kadar paraya şu kadar dirhem zekat düştüğüne rastladın mı?
“Hayır.
“Öyleyse bunları kimden öğrendiniz? Bizden öğrenmediniz mi? Biz de Rasûlüllah'tan s.a.v.)öğrenmedik mi? Keza Kuran'da “eski evi (Kabe'yi) tavaf etsinler”[100] ayetini okumadınız mı? Peki orada Kabe'yi yedi defa tavaf edin, Makam'ın arkasında iki rekat namaz kılın diye bir ifadeye rastladınız mı? Aynı şekilde Allah Rasûlü'nün s.a.v.)buyurduğu şu hususlar Kuran'da var mı?
“ Zekatını verecek olanın malını zekat tahsildarının ayağına kadar getirmesi, malını bulunduğu yerden uzaklaştırması, birbirlerine kız kardeşlerini vererek kişilerin mehirsiz evlenmesi İslamda yoktur.[101]
...Peki Allah Teâlâ'nın (c.c.)Kuran'ında şöyle buyurduğunu duymadınız mı?
“ Peygamber size neyi verdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa da ondan kaçının.” [102]
İmran daha sonra şöyle söyler:
“ Sizin bilginizin olmadığı, Rasulüllah'tan s.a.v.)öğrendiğimiz daha başka şeyler de var.
Beyhaki bu rivayeti verdikten sonra şöyle der:
“ Hadisin Kuran'a arz edilmesi” hadisine gelince, sahih değildir, batıldır. Batıl olduğu, hadisin kendisinden ortaya çıkıyor. Çünkü Kuran'da,sünnetin Kuran'a arz edilmesine dair bir işaret yoktur. [103]
Beyhaki'nin el-Medhal ilâ Delâili'n Nübüvve adlı Medhal-i Sağir eserindeki açıklamaları bu kadardır. Konuyu Medhal-i Kebir diye maruf el-Medhal ile's Sünen adlı kitabında daha genişçe ele almış ve şöyle demiştir:[104]
Rasulüllah'ın Sünnetlerini Öğretmek Ve Onlara Uymanın Farz Oluşu
Allah Teâlâ (c.c.)Kuran'ında şöyle buyuruyor:
“ İçlerinden, kendilerine Allah'ın ayetlerini okuyan, (kötülüklerden ve inkardan) kendilerini temizleyen, kendilerine kitab ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle Allah, müminlere büyük bir lütufta bulunmuştur.[105]
İmam Şafii şöyte der:
Kuran bilgisini beğendiğim bir kimseden bununla ilgili olarak şöyle dediğini duydum:
“ Hikmet, Rasûlüllah'ın s.a.v.)sünnetidir.” [106]
Beyhaki bunları aktardıktan sonra senedleriyle beraber Hasan, Katade ve Yahya b. Ebi Kesir'den “bu ayette geçen hikmetten mura. sünnettir” dediklerini rivayet eder. Ardından da el-Mikdam b. Ma'dikerib'ten senediyle beraber Allah Rasûlü'nün s.a.v.)şöyle buyurduğunu rivayet eder:
“ İyi bilin ki, bana Kuran ve onunla beraber bir misli verildi. Yine iyi bilin ki, bana Kuran ve onunla beraber bir misli verildi. Keza, bilesiniz ki, karnı tok kişinin koltuğuna oturup, şöyle demesi yakındır: “Size sadece Kuran yeter. Kuran'da helal olarak bulduğunuzu helal sayın. Haram olarak bulduğunuzu da haram kılın.” Şunu bilesiniz ki ehli eşek, yırtıcı tırnaklı hayvan ve zimmilerin yitik malı haramdır.” [107]
Beyhaki daha sonra başka bir tarikle el-Mikdam b. Ma'dikerib'den şöyle dediğini aktarır:
“ Rasûlüllah s.a.v.)Hayber günü ehli eşek etini ve başka bazı şeyleri haram kıldı ve şöyle buyurdu:
“Kişinin koltuğuna oturup, bir hadisimi naklederek şöyle demesi yakındır: “Bizimle sizin aranızda Allah'ın (c.c.)kitabı var. Onda helal olarak bulduğumuzu helal kabul eder, haram olarak bulduğumuzu da haram sayarız”.Oysa Rasûlüllah'ın s.a.v.)haram kıldığı da Allah'ın (c.c.)haram kıldığı gibidir.[108]
Beyhaki sonra da, bu hadisi sahih bir senedle Ebu Davud Sünen'inde rivayet etmiştir der. Ben de Hakim'in de
bunu rivayet ettiğini buraya eklemek isterim. [109]
Beyhaki daha sonra senediyle beraber Ebu Hureyre'den şu hadisi nakleder: Rasûlüllah s.a.v.)şöyle buyurdular:
“Size iki şey bırakıyorum.(Bunlara tutunursanız) asla dalalete düşmezsiniz: Allah'ın kitabı (c.c.)ve sürnnetim.Bu ikisi (kıyamette) havza kadar ayrılmadan beraberce geleceklerdir.”
Hadisi Hakim Müstedrek'inde rivayet etmiştir. [110]
İbnu Abbas'tan da senediyle beraber şu hadisi rivayet eder:
Rasûlüllah efendimiz s.a.v.)veda haccında insanlara hitab etti've şöyle buyurdu:
“ Ey İnsanlar! Size, onlara yapıştığınız takdirde asla sapıtmayacağınız iki şey bırakıyorum: Allah'ın (c.c.)kitabı ve sünnetim.” Bunu Hakim de rivayet etmiştir. [111]
Keza yine senediyle Urve'den şunu rivayet eder: Nebi s.a.v.)veda haccında hitab etti ve şöyle buyurdu:
“ Size, onlara yapıştığınız takdirde asla sapıtmayacağınız iki şey bırakıyorum: AIIah'ın kitabı (c.c.)ve sünnetim. “ Ey İnsanlar! Dediğim şeyi iyi dinleyin ve dediklerimi yaşayın”
Beyhaki senediyle İbnu Vehb'ten rivayet eder: Malik b. Enes'ten şöyle dediğini duydum:
“ Rasûlüliah'ın s.a.v.)veda haccında söylediği şu söze yapaş:
“Size iki şey bırakıyorum. Bunlara yapışırsanız asla sapıtmazsınız: Allah'ın kitabı {C.C) ve nebinin s.a.v.)sünneti.”
Beyhaki senediyle el-lrbad b. Sariye'den de şunu rivayet eder:
“ Rasûlüllah s.a.v.)birgün bizlere namaz kıldırdı. Sonra bizlere çok etkili vaazda bulundu. Gözler yaşlandı,kalpler duygulandı .Bir kişi:
“ Ya Rasûlellah! Bu sanki veda konuşmasına benziyor. Bizlere ne tavsiye edersiniz, deyince şöyle buyurdular:
“ Size Allah'tan (c.c.)korkmanızı, başı kuru üzüm gibi bir habeşi de olsa emirinizin emirlerini dinleyip itaat etmenizi tavsiye ediyorum. İçinizde benden sonra yaşayacaklar pekçok ihtilaf göreceklerdir. Sizler benim ve hidayet üzere olan raşid halifelerin sünnetine uyun, ona sımsıkı yapışın. Sonradan uydurulmuş şeylerden kaçının. Çünkü sonradan uydurulmuş herşey bidattir. Her bidat te delalettir.”
Diyorum ki: Bu hadisi Ebu Davud. İbnu Mace ve Müstedrek'inde Hakim rivayet etmiştir.[112]
Beyhaki Hz. Aişe'den senediyle beraber Rasûlüllah'ın s.a.v.)şöyle buyurduğunu rivayet eder:
“Şu altı kişiye, Allah (c.c.)ve duası makbul olan nebiler lanet etmiştir:
Allah'ın (c.c.)kitabına ilavede bulunan, Allah'ın (c.c.)kaderini yalanlayan, zorla musallat olarak'Allah'ın (c.c.)aziz kıldığı kimseyi zelil, zelil kıldığını da aziz eden. Allah'ın {C.C) haramlarını helal kılan, Allah'ın (c.c.)yakınlarıma yapılmasını haram kıldığını helal kılan, sünnetimi terk eden.”[113]
Ben de diyorum ki: Bu hadisi Taberani de rivayet etmiştir. Keza Hakim de rivayet etmiş ve sahihtir demiştir. [114]
Beyhaki İbnu Amr'dan Rasûlüllah'ın s.a.v.)şöyle buyurduğunu da senediyle beraber rivayet etmiştir:
“Her ibadet edenin dinçlik ve iştiyak zamanı, her iştiyaktan sonra da zayıflık ve gevşeme dönemi vardır. Kimîn gevşeme dönemi benim sünnetim doğrultusunda olursa hidayete erer, kiminki de başka şeyler doğrultusunda olursa helak olur.” [115]
Beyhaki yine senediyle Enes b. Malik'ten şu hadisi rivayet eder. Rasûlüllah s.a.v.)şöyle buyurdular:
“Sünnetimi canlandıran beni seviyor demektir. Beni seven de cennette benimle beraber olacaktır.” [116]
Ben de diyorum ki, hadisi Tirmizi de rivayet etmiştir. [117] Beyhaki yine senediyle beraber Rasûlüllah.'ın s.a.v.)şöyle buyurduğunu Ebu Hureyre'den rivayet eder:
“Ümmetimin fesada düştüğü zamanda sünnetimi yerine getirene yüz şehid sevabı vardır.”
Sünnetin Kısımları
İmam Şafii (ra) der ki [120]Rasûlüllah'ın s.a.v.)sünneti üç kısımdır:
1- Allah Teâlâ'nın (c.c.)hakkında ayet inzal ettiği, Rasûlüllah'ın da s.a.v.)kitabtaki gibi aynen sünnet kıldığı
hususlar.[121]
2- Allah Teâlâ'nın (c.c.)icmali olarak inzal ettiği, Rasûlülah'ın da s.a.v.)Allah Teâlâ'nın (c.c.)bu ayette icmali olarak neyi kastettiğini açıkladığ, umumi olarak mı yoksa bazı şahıslara özel olarak mı farz kıldığını,kulların bununla nasıl amel edeceklerini izah ettiği durumlar.
3- Kuran'da hakkında ayet bulunmayan sadece Allah Rasûlü'nün s.a.v.)sünnet olarak ortaya koyduğu hususlar.
Alimlerden bazısı şöyle demiştir:
Allah Teâlâ (c.c.)Rasûlüllah'ın s.a.v.)sünnetini itaatin farz olduğu hususlardan kılmıştır. Hakkında Kuran'da nas bulunmayan hususlardaki Rasûlülah'ın s.a.v.)koymuş olduğu sünnetler. Allah Teâlâ'nın (c.c.)ilmi ilâhîdeki rızasına muvafıktır.
Bazı alimler de şöyle demiştir:
Rasûlüllah'ın s.a.v.)sünnet olarak ortaya koyduğu her sünnetin Kuran'da bir aslı vardır. Mesela, namazın rekatları ve nasıl kılınacağı. Allah Teâlâ'nın (c.c.)Kuranda icmali olarak namazı farz kıldığı esasa dayanır.Aynı şekilde alışveriş ve diğer serî hususlarla ilgili koyduğu hükümler de Kuran'da bulunan bir asla dayanır. Nitekim Allah Teâlâ (c.c.)şöyle buyuruyor:
“ Mallarınızı aranızda haksızlıkla değil, karşılıklı rıza ile yapılan ticaretle yiyin.”[122]
Keza diğer bir ayette de şöyle buyurmakladır:
“ Allah alışverişi helal, faizi ise haram kılmıştır.” [123]
Bu durumda Allah Rasûlü s.a.v.)bazı şeyleri helal bazılarını da haram kılınca icmali olarak Kuran'da geçen namazı açıkladığı gibi bunda da Allah'ın (c.c.)neyi murad ettiğini açıklamış olmaktadır.
Bir kısım alimler de şöyle demiştir:
Rasülüllah s.a.v.)sünnetini Allah'ın Rasûlü olması hasebiyle ortaya koymaktadır. Dolayısıyla Rasûlüllah'ın s.a.v.)sünneti Allah'ın (c.c.)tarzıyla sabit olmuştur.
Bazı alimler de şöyle der:
Sünnet olarak koyduğu herşey Rasûlülah'ın s.a.v.)kalbine Allah (c.c.)tarafından konuimuştur. İşte Rasûlüllah'ın s.a.v.)sünneti Allah (c.c.)tarafından kalbine konan hikmet'tir.
İmam Şafii'den alıntılar burada bitti.
Beyhaki bundan sonra senedini de vererek Ömer b. el-Hattab'tan (ra) minberde şöyle dediğini rivayet eder:
“Ey insanlar! İctihad etmek Rasülüllah s.a.v.)tarafından yapılınca isabetli olurdu. Çünkü Allah (C.C.) ona hakkı gösteriyordu. Bizim görüş belirtmemiz ise zandır ve tahmindir. [124]
Rasûlüllah'ın (Sav) Hüküm Vermesi
Beyhaki senediyle beraber Şa'bi'den şunu rivayet eder:
“Rasûlüllah s.a.v.)hüküm veriyor, daha sonra verdiği hükmün hilafına ayet iniyordu. İnen ayetin hükmünü alıyor fakat ilk verdiği hükmü de değiştirmiyordu.
Rasûlüllah'ın s.a.v.)sünnet olarak, ortaya koyduğu hususların Allah'ın (c.c.)emriyle meydana geldiğini delil getirenler bunun iki şekilde söz konusu olduğunu söylerler:
“Ya kendisine gelen vahiyle. Ki bunu insanlara okuyordu.
“Ya da Allah (c.c.)tarafından kendisine verilmiş peygamberlik sıfatıyla “şu şekilde hükmediyorum” demesidir. Nitekim Buhari ile Müslim'in rivayet ettiği gibi. Rasûlüllah'ın s.a.v.)zinâkar bir şahsın kıssasında şöyle buyurduğu geçer:
“Aranızda Allah'ın (c.c.)kitabıyla hükmedeceğim.”[125]
Rasûlüllah s.a.v.)daha sonra sopa ve sürgün cezası verir. Oysa sürgün cezası Kuran'da yoktur.
Keza yine Buhari'yle Müslim'in rivayet ettiği Ya'lâ b. Umeyye'den gelen hadiste de şöyle geçer:
Rasûlüllah s.a.v.)(Mekke'ye yakın bir yer olan) Ci'rane'de iken üzerinde (umre için giyilmiş ve) aşırı derecede koku sürülmüş bir cübbe bulunan bir zat yanına gelir. Sorar:
“Ya Rasûlellah! iyice koku sürülmüş (ve ihram niyetiyle giyilmiş) bu cübbeyle umre yapmaya ne buyurursunuz?”
Rasûlüllah s.a.v.)bir müddet ona bakar, sükût eder. Ve vahy gelir. Allah Teâlâ (c.c.)şu ayeti inzal eyler:
“Hac ve umreyi Allah için tamamlayın.”[126]
Ayetin inzaliyle Rasûlüllah'ta s.a.v.)meydana gelen ağırlık hali geçtikten sonra “az önce bana umreden soran şahıs nerede” diye sorar ve ekler:
“Üzerindeki kokuya gelince onu üç kez yıka. Cübbeyi de çıkar. (Yerine ihram giy). Daha sonra da hacda yaptıklarını umrende de yap.”[127]
Beyhaki daha sonra senediyle beraber Tavus'tan nakleder:
“Yanımda, vahiyle bildirilmiş olan, diyetlerle ilgili hükümlerin bulunduğu bir sahife var. Rasûlüllah'ın s.a.v.)zekat ve diyetlerle ilgili farz kılmış olduğu hususlar kendisine vahiyle bildirilmiştir.”
Beyhaki senedini de zikrederek Hassan b. Atiyye'den şu rivayeti nakleder:
“Cibril (as) Kuran'ı indirdiği gibi sünneti de Rasûlüllah'a s.a.v.) indiriyordu. Kuran'ı öğrettiği gibi sünneti de ona öğretiyordu.” Bunu Darimi de rivayet etmiştir. [128]
Beyhaki yine senediyle el-Kasım b. Muhaymira tarikıyla
Fudayle'den şu hadisi rivayet eder:
Kıtlık olduğu yıl (aşırı pahalılık karşısnda),”Va Rasûlellah bizlere narh koy” denir. Rasulüllah ta s.a.v.)şöyle buyurur:
“Allah Teâlâ (c.c.) emretmediği bir sünneti sizlere hüküm olarak koymamı benden istemiyor. Bu sebeble onun
lütfü kereminden (dua ederek) bunu isteyiniz.” [129]
Beyhaki yine senediyle el-Muttalib b. Hanteb'den. Rasûlüllah'ın s.a.v.)şöyle buyurduğunu rivayet eder:
“Allah Teâlâ'nın (c.c.)emrettiği hususlardan hiçbir şeyi bırakmadım. Hepsini sizlere emrettim. Keza Allah Teâlâ'nın yasakladığı hususlardan hiçbir şeyi de bırakmadım, hepsini sizlere yasakladım. Cibril (as) bana şunu da bidirdi: Hiçbir nefis kendisine takdir olunan rızkı elde etmeden ölmeyecektir. Allah'tan (c.c.)korkun ve rızkı arama hususunda mutedil olun.”[130]
İmam Şafii de şöyle der:
“ Kendilerinden nakilde bulunduğum alimlerden sünnetle ilgili açıklamalardan hiçbiri bu genel mananın dışına taşmaz.”Rasûlüllah'ın s.a.v.)sünnet olarak koyduğu herşeye tabi olmamızı Allah Teâlâ (c.c.)farz kılmıştır. Ona uymayı kendisine uymak, ona uymamakta direnmeyi kendisine isyan olarak vaz' etmiştir. Bu (genel) hükümde hiçbir kimseyi dışarıda tutmadığı gibi, onun sünnetine uymamak için de bir çıkış yolu bırakmamıştır.”[131]
Beyhaki daha sonra da şöyle der:[132]
Allah Teala'nın (c.c.)Rasulüllah'(Sav) Uymayı Emretmesi Ve Ona İtaatin Allah'a (c.c.)İtaat Demek Olduğu
Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Muhakkak ki, sana beyat edenler aslında Allah'a beyat etmektedirler. Allah'ın eli onların ellerinin üzerindedir. Kim ahdini bozarsa, ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah'a verdiği ahde vefa gösterirse Allah ona büyük bir mükafat verecektir.”[133]
Bir diğer ayette de Allah Teâlâ (c.c.)şöyle ferman etmektedir:
“Kim Rasûle itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur.”[134]
İmam Şafii de şöyle der:
“Allah Teâlâ (c.c.)onlara, Rasûlüne s.a.v.)itaatin kendisine itaat demek olduğunu bildirmiş ve şöyle buyurmuştur:”
Hayır; Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar. [135]Bize ulaşan habere göre yine de en iyisini Ailah (c.c.)bilir bu ayet bir toprak meselesi yüzünden Zübeyr'i dava eden, peygamberimizin de Zübeyr'in lehine karar verdiği kişi hakkında nazil olmuştur. İşte peygamberimizin verdiği bu hüküm Rasûlüllah'ın s.a.v.)bir sünnetidir, yoksa hakkında ayet nazil olarak verilmiş bir hüküm değildir. [136] {Rivayet şudur):
Buharı ile Müslim, Abdullah b. Zübey’den rivayet ederlen. Ensardan bir zat, çorak arazideki hurmalıkları suladıkları su kanalının kullanımı hususunda Zübeyr'i dava eder. Ensari:
“Suyu sal da gelsin, der. Zübeyr de suyu salmaya yanaşmaz. Neticede Rasülüllah'a s.a.v.)davalaşırlar. Rasûlüllah (SAV):
“Ya Zübeyr! Önce sen sula, sonra da komşuna sal, deyince Ensari itiraz eder:
“Halanın oğlu olduğu için onu konuyorsun”.Bu söz üzerine Rasûlülah'ın s.a.v.)beti, benzi atar ve Zübeyr'e:
“Zübeyr! Tarlanı sula, sonra da su kapağına dek doluncaya kadar suyu salma, der. [137]
Zübeyr şöyle eler:
“Vallahi kanaatıma göre şu ayet bu mesele hakında nazil olmuştur:”
“Hayır; Rabbine and olsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden...”
Buharı ile Müslim Ebu Hureyre'den şu hadisi rivayet ederler: Rasulüllah s.a.v.)şöyle buyurdular:
“Bana itaat eden Allah'a (c.c.)itaat etmiş olur. Bana isyan eden de Allah'a (c.c.)isyan etmiş olur.”[138]
Buhari, Cabir b. Abdillah'tan şu hadisi rivayet eder: Peygamberimiz uyurken melekler yanına gelir. Bazıları “uyuyor”,baziları da “gözü uyur ama kalbi uyanıktır” der. Kendi aralarında:
“Bu dostunuzun durumu bir misale benzer. Hadi onun durumuyla ilgili bir misal verin, derler. Sonra da şöyle söylerler: Bu zatın durumu yeni bir ev yapıp, bir ziyafet tertib eden kimseye benzer. Bu zat ziyafete çağırmak için etrafa davetçi gönderir. Kim davete icabet ederse, eve girer ve ziyafetten yer. Kim de davete icabet etmezse eve girmez ve ziyafetten de yemez.
Melekler daha sonra kendi aralarında “bu misali ona yorumlayın da anlasın” derler. Bir kısmı şöyle söyier: “ “ “ “Fakat uyuyor”.Diğer bir kısmı da “gözü uyur ama kalbi uyanıktır derler. Sonra da misali şöyle yorumlarlar:
“Ev cennettir. Davetçi Muhammed'dir. (SAV). Kim Muhammed'e s.a.v.)itaat ederse Allah'a (c.c.)itaat etmiş olur. Kim de Muhammed'e s.a.v.)asi olursa Allah'a (c.c.)isyan etmiş olur. M.uhammed s.a.v.)insanlar arasında hak ile batılı birbirinden ayırıcı noktadır.[139]
Buhari,Ebu Hureyre'den rivayet eder Rasûlüllah s.a.v.)şöyle buyurdular:
“Yüz çevirenler hariç ümmetimin tamamı cennete girecektir.” Sordular:
“Ya Rasûlellah! Yüz çevirenler kimlerdir? Cevap verir:
“Bana itaat eden cennete girer, isyan eden de yüz çevirmiş olur.” [140]
İmam Şafii de (rh) şöyle der. [141]
“Allah Teâlâ (c.c.)Kuran'ında şöyle buyuruyor:” (Ey müminler!) Peygamberi, kendi aranızda birbirinizi çağırdığınız gibi çağırmayın. İçinizden birini siper ederek sıvışıp gidenler, .muhakkak ki Allah bilmektedir. Bu sebeble onun emrine aykırı davrananlar, başlarına bir bela gelmesinden veya kendilerine çok elemli bir azap isabet etmesinden sakınsınlar.” [142]
Bey haki, Sufyan'dan “onun emrine aykırı davrananlar, başlarına bir bela gelmesinden...sakınsınlar” ayetinde geçen beladan muradın “Allah'ın (c.c.)kalplerini mühürlemesi” olduğunu nakleder.
İmam Şafii de şöyle der:
Allah Teâlâ (c.c.)Rasûlüllah'ın s.a.v.)kendilerine emrettiği herşeyi yapmalarını, nehyettiği herşeyden de kaçınmalarını emretmiş ve şöyle buyurmuştur:
”Peygamber size neyi verdiyse onu alın. Neden de yasakladıysa ondan sakının.” [143]
Buhari ve Müslim de İbnu Mesud'dan şöyle dediğini rivayet eder:
“Dövme yapana, yaptırana, güzelleşmek için kaşlarını yolana, dişlerini inceltene, Allah'ın (c.c.) yarattığı şekli değiştirenlere Allah lanet etsin. (C.C).”
İbnu Mesud'un bu sözü Ümmü Ya'kub denilen bir kadına ulaşınca, kalkıp gelir: “Bana gelen habere göre şöyle şöyle dermişsin” der. İbnu Mesud da:
“Rasûlüllah'ın s.a.v.)lanet ettiğine ben niye lanet etmeyeyim ki? Hem Kuran'da da bu husus geçmiyor mu ki, deyince, kadın:
“İki kapak arasını okudum fakat bu dediğini bulamadım, der. İbnu Mesud da şöyle der:
“Kuran'ı okumuşsan onu bulmuşsundur. Sen Kuran'da “peygamber size' neyi verdiyse onu alın, neden de yasakladıysa ondan sakının” ayetini okumadın mı?
“Okudum.
“Hah işte! Rasûlüllah s.a.v.)(benim saydığım) şeyleri yasaklamıştır.[144]
İmam Şafii bu konuda şunu söylüyor:
Allah Teâlâ (c.c.)şöyle buyurarak Rasûlüllah'ın s.a.v.)doğru yola götürdüğünü beyan etmiştir:
“ Fakat biz onu (kitabı) kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle doğru yola eriştirdiğimiz bir nur kıldık. Şüphesiz ki
sen doğru bir yolu göstermektesin.” [145]İmam Şafii şunu da der:
Allah Teâlâ'nın (c.c.)Rasûlüllah'a s.a.v.)tabi olunmasını farz kılışı Rasûlüllah'ı s.a.v.)görenler ile onlardan sonra kıyamete kadar gelenleri kapsar.
Beyhaki bundan sonra senediyle beraber Meymun b. Mihran'ın “birşey hakkında ihtilafa düşerseniz, onu Allah'a ve Rasulüne arz ediniz”[146] ayetiyle ilgili olarak şöyle dediğini rivayet eder:
“Alimler şöyle demiştir Allah'a (c.c.)arz etmekten murad, kitabıdır. Rasûlüllah'a s.a.v.)arz etmekten murad, vefat ettikten sonra sünnetine arz edilmesidir.”
Beyhaki daha sonra Ebu Davud'un Ebu Rafi'den rivayet ettiği hadisi zikreder: Rasûlüllah s.a.v.)şöyle buyurdular:
“ Sizden birinizi, koltuğuna yaslanmış olarak, endisine emrettiğim veya nehyettiğim bir haber geldiğinde “bunu bilmiyoruz. Biz Kuran'da bulduğumuza tabi oluruz” derken bulmayayım. [147]
İmam Şafii de şöyle der: Bu hadis, onunla ilgili Kuran'da bir ayet bulamasalar bile müminlerin Rasûlüllah'tan s.a.v.)gelen emre uymalarını bildirip, buna uymanın zaruri olduğunu ortaya koymaktadır[148]
Beyhaki daha sonra yine Ebu Davud'dan, el-lrbad b. Sariye'den gelen hadisi zikreder:
O an beraberinde bulunan ashabı da bulunduğu halde (fethetmek üzere) Rasûlüllah s.a.v.)ile birlikte Hayber'e geldik. Hayber'in başındaki adam da azılı bir kafirdi. Rasûlüllah'ın s.a.v.)yanına gelip şöyle dedi:
“Ya Muhammedi Eşeklerimizi boğazlayıp, ürünlerimizi yiyip, kadınlanmıza da vurma hakkınız var mı?
Bu söz üzerine Rasûlüllah s.a.v.)celallendi ve şöyle buyurdu:
“ İbnu Avf! Atına atla git te ashabıma cennete sadece müminlerin gireceğini ve[149] namaza toplanmalarını söyle, buturdu.
Onlar da toplandılar. Rasûlüllah s.a.v.)namazı kıldırdıktan sonra ayağa kalkıp şöyle hitab etti:
“ Sizden biriniz koltuğuna yaslanıp. Allah (c.c.)sadece Kuran'da haram kıldığı şeyleri yasaklamıştır diye düşünerek böyle mi zaneder? Ddikat edin! Vallahi ben de bazı şeyleri emretim ve anlatım. Bazı şeyleri de yaskladım. Benim emirlerim ve yasklarım da aynı Kuran gibidir, belki de daha önceliklidir. (Bilesiniz ki) Allah Teâlâ (c.c.)sizlere, izin verilmedikçe zimmilerin evine girmenizi, kadınlarına vurmanızı ve gerekli öşrü verdikleri takdirde ürünlerini yemenizi yasaklamıştır.[150]
Beyhaki daha sonra şöyle der:
Hadisleri Reddeden Bir Takım Kimselerin Delil Olarak Getirdikleri, Zayıf
Şahısların Rivayeti Olan “Sünetin Kuran’a Arz Edilmesi”
Ne Dair Ki Haberlerin Batıl Oluşu
İmam Şafii şöyle der:
Rasûlüllah’tan s.a.v.)gelen bazı hadisleri reddeden bir kimse bana şu hadisi delil olarak gösterdi: “Benden size gelen haberi Kuran’a arz edin. Onu uyuyorsa, onu ben demişimdir. Kuran’a uymuyorsa onu ben demedim.”
O kimseye şöyle dedim:
“ Az çok rivayeti sahih olan hiçbir kimse bunu rivayet etmemiştir. Bu mechul bir kimseden gelen munkatı’ bir rivayettir. Biz ise böyle rivayetleri herhangi bir konuda delil olarak kabul etmeyiz.
Beyhaki de şöyle der: İmam Şafii bu sözüyle Halid b. Ebi Kerime’nin [151] Ebu Ca’fer tarikıyla Rasûlüllah’tan s.a.v.)rivayet ettiği hadisi kastetmiştir. Hadis şöyledir:
Rasulullah s.a.v.)Yahudileri çağırır ve onlara sorular sorar. Onlar da anlatırlar. Bu arada İsa (as)’a da itirafda bulunurlar. Bunun üzerine Rasülüllah s.a.v.)minbere çıkar ve insanlara hutbe irad eder:
“ Benden sonra hadisler yayılacaktır. Size Kuran’a uygun olarak gelen hadisler bendendir. Kuran’a mualif olarak sizlere gelen hadisler ise bana ait değildir.”[152]
Beyhaki bu rivayet için şöyle der:
Halid mechul bir kimsedir. Ebu Ca’fer de sahabi değildir ve hadis mınkatı’dır.
İmam Şafi de şöyle der:
Hadisler Kuran’a ters düşmez. Bilakis Rasûlüllah’ın s.a.v.)hadisleri, Allah Teâlâ’nın s.a.v.)ayetle âm mı has mı, nâsih mi mensuh mu kastettiğini açıklar. Akabinde Rasûlüllah’ın s.a.v.)sünnetiyle ortaya koyduğu (ve açıkladığı) farzlar insanlara mecburi olur. Allah Rasûlü’nün s.a.v.)emirlerini kabul eden kimse, Allah’ın (c.c.)emirlerini kabul etmiş olur.
Beyhaki de der ki:
Bu hadis hepsi de zayıf olan başka tariklerle de rivayet edinmiştir.
Beyhaki daha sonra İbnu Vehb,[153] Amr b. el Haris, el Esbeğ b. Muhammet b. Ebi Mansur[154] tarikıyle şu hadisi rivayet eder:
Ebu Mansur’a ulaştığına göre Rasûlüllah s.a.v.)şöyle buyurmuştur:
“ Hadisler üç kısma ayrılır: Size benden gelen ve Allah’ın (c.c.)kitabında geçmesi sebebiyle bildiğiniz hadisleri kabul edin. Size benden gelen fakat Kuran’da bulamadığınız ve yerini tesbit edemediğiniz hadisleri kabul etmeyin. Keza benden size gelen ve tüylerinizin diken diken olduğu, gönüllerinizin kırıldığı ve Kuran'da onun aksini bulduğunuz bir rivayet gelince onu da reddedin.”
Beyhaki der ki: Bu meçhul bir[155] kimseden gelen munkatı' bir rivayettir. Beyhaki daha sonra Astm b. Ebi'n
b. Hubeyş[156],A!i b. Ebi Talib tariktyla şu rivayeti nakleder:
“ Benden sonra raviler olacak, hadisierimi rivayet edecekler. Rivayet ettikleri hadisleri Kuran'a arz edin. Kuran'a muvafıksa rivayet edin. Kuran'a muvafık değilse onu almayın.” Beyhaki şöyle der: Darekutni demiştir ki: Bu hadiste vehm vardır. Doğrusu hadisin Asım tankıyla Zeyd b. Ali'den munkatı' olarak gelmiş olduğudur. [157]
Beyhaki senedini de zikrederek Bişr b. Numeyr[158] Hüseyin b. Abdillah [159] tankıyla onun babasından onun da Hz.Ali'den naklettiği hadisi zikreder: Rasûlüllah s.a.v.)şöyle buyurmuşlardır:
“ Bazı insanlar olacak, benden hadis rivayet edecekler. Size bir kimse hadis rivayet ettiğinde bu Kuran'a muvafıksa, onu ben dedim. Size bir kimse de hadis rivayet ettiğinde bu Kuran'a muvafık değilse onu ben demedim.”
Beyhaki (bu hadîsle ilgili olarak şöyle) der: Bu zayıf bir isnaddır. Böyle hadislerle delil getirilmez. Hüseyin b. Abdillah b. Dumeyre için İbnu Main, “hiçbir şey değildir.” Bişr b. Numeyr için de “sika değildir” demiştir.
Beyhaki daha sonra yine senediyle Salih b. Musa [160]
Abdulaziz b. Refî1[161] ,Ebu Salih, Ebu Hureyre tarikıyla şu hadisi rivayet eder Rasûlüllah s.a.v.)şöyle buyurdular:
“ Sizlere benden farklı farklı hadisler gelecektir. Kuran'a ve sünnetime muvafık olarak size gelenler bendendir. Kitaba ve sünnetime muhalif olarak gelenler ise bana ait değildir.”
Beyhaki (bu hadisle ilgili olarak şöyle) der Salih b. Musa et-Talhî bu rivayetiyle tek kalmıştır, zayıf bir kimsedir. Hadisiyle delil getirilmez.
Ben de diyorum ki:
“ Bununla beraber bu hadis aleyhimize değil lehimizedir. Gördüğünüz gibi hadiste “kitab ve sünnetime” muvafık olup olmaması ifadesi geçmektedir.
Beyhaki daha sonra Yahya b. Adem [162] İbnu Ebi Zi'b [163] Said el-Makburi. Ebu Hureyre tankıyla gelen şu hadisi rivayet eder: Rasûlüllah s.a.v.)şöyle buyurdular:
“ Size benden bir hadis rivayet edilir ve bunu benimseyip reddetmiyorsanız bunu ben demiş olayım veya olmayayım tasdik edin. Çünkü ben benimsenip reddedilmeyecek şeyleri söylerim. Eğer size benden bir hadis rivayet edilir ve bunu benimsemeyip reddediyorsanız, bunu kabul etmeyin. Çünkü ben, benimsenmeyip reddedilen sözü söylemem.”
Beyhaki (daha sonra) şöyle der. İbnu Huzeyme bu hadisle ilgili olarak şöyle demiştir. Bu hadisin sıhhati hususunda tenkidler yapılmıştır. Yeryüzünün ne doğusunda ne batısında İbnu Ebi Zi'b'in rivayetini Yahya b. Adem'den başka rivayet eden bir kimseyi bilen bir zat bilmiyoruz. Hadis alimlerinden hiçbir kimseyi de bu hadisin Ebu Hureyre'den geldiğini sahih olarak kabul ettiklerini görmedim. .
Beyhaki der ki:
Bu hadisin senediyle ilgili olarak Yahya b. Adem hakkında, keza hadisin metni hususunda pekçok ihtilaf vardır. Bunlar hadisin muzdarib olduğunu ortaya koymaktadır. Bazıları bu hadisin Ebu Hureyre'den gelişini reddeder, bazısı Ebu Hureyre'yi zikretmeden hadisi mürsel olarak rivayet eder. Bazıları da hadisin metninde “benden size hadis rivayet edildiğinde onu Allah'ın kitabına arz edin” ifadesini zikreder. (Bazısı da zikretmez). Buhari de Tarih-i Kebir'inde bu hadiste Ebu Hureyre'nin zikredilmesinin hata olduğunu belirtmiştir.
Beyhaki daha sonra el-Haris b. Nebhan[164] Muhammed b. Abdillah el-Arzemi, Abdullah b. Said b. Ebi Said [165]Ebu Hureyre tankıyla Rasûlüllah'tan s.a.v.)şu hadisi nakleder: “Size benim söylemediğim münasib bir hadis gelirse onu ben dedim (sayın).”
Beyhaki der ki: Bu batıl bir rivayettir, el-Haris ve ei-Arzemi metruk kimselerdir. Abdullah b. Said'in Ebu Hureyre'den rivayet etmesi ise fahiş mürsel bir rivayettir. Esasında Ebu Hureyre'den buna zıt olan bazı rivayetler vardır.
Beyhaki daha sonra Ebu Ma'şer es-Sindi, Said el-Makburi. Ebu Hureyre tarikıyla Rasûlüllah'ın s.a.v.)şöyle buyurduğunu rivayet eder:
“ Sizden birinizi koltuğuna yaslanmış olarak kendisine bir hadisim geldiğinde “sen bize Kuran oku” derken bulmayayim. Benim dediğim veya demediğim size benden gelen hayırlı haberi (ben dedim kabul edin.).Çünkü ben hayır söylerim. Benden size gelen şerli haberi işe (kabul etmeyin).Çünkü ben şer konuşmam.”
Beyhaki (bu hadisle ilgili olarak şöyle) der: Hadisin baş tarafı Rasûlüllah'tan s.a.v.)gelen haberlerin kabul edilmesine dair ki sahih hadislere muvafıktır.“ Benim dediğim veya demediğim” ifadesi ise Rasûlüllah'ın s.a.v.)sözü olması uygun düşmüyor ve kabul edilebilecek bir ifadeye de benzemiyor.
Beyhaki daha sonra Abdurrahman b. Selman b. Amr mevla'l Muttalib'in Ebu'l Huveyris'den onun Muhammed b. Cubeyr b. Mut'im'den naklettiği hadisi rivayet eder: Rasûlüllah s.a.v.)şöyle buyurmuşlardır:
“ Benden size rivayet edilen muvafık gördüğünüz hadisleri kabul edin. Benden rivayet edilen ve kabul etmediğiniz hadisleri de kabul etmeyin. Çünkü ben münker konuşmam ve o söz bana ait değildir.” Beyhaki bu hadis munkatt'dır der ve şöyle söyler:
“ Bu hususta en güzel ve en münasib (metni olan) sened, Rebia, Abdulmelik b. Said b. Suveyd, Ebu Humeyd veya Ebu Esîd tarikıyla gelen hadistir: Rasûlüllah s.a.v.)şöyle buyurmuşlardır:
“ Size benden gelen, kalplerinizin benimsediği, ruhen kabul ettiğiniz ve de kendinize yakın gördüğünüz bir hadis işitirseniz, ben buna sizden daha yakınım. Keza size benden gelen, kalplerinizin reddettiği, ruhen kabul etmediğiniz ve de size yakın bulmadığınız hadisten, ben sizden daha uzağım”.[166]
Beyhaki daha sonra Bükeyr, Abdulmelik b. Said, İbnu Abbas b. Sehl tarikıyla Ubey'den şöyle dediğini nakleder:
“ Rasûlüllah'tan s.a.v.)sizlere benimsenen ve ruhen kabul edilen bir haber gelince, (şunu bilesiniz ki) Rasûlüllah s.a.v.)hayrı söyler, hayır dışında konuşmaz. (Gelen hadisi bu özellikleri taşıyıp taşımadığını düşünerek değerlendiriniz).
Beyhaki der ki: Buhari şöyle demiştir:
“ Bu rivayet bunu Ebu Humeyd veya Ebu Esid'den rivayet edenin rivayetinden daha sahihtir. Bunu İbnu Lehia, Bukeyr b. el-Eşec'den, o da Abdulmelik b. Said'den.o da el-Kasım b. Suheyl'den.o da Ubey b. Ka'b'dan rivayet etmiştir.Ubey bu rivayette de aynı manayı ihtiva eden sözler söylemiştir. Bu durumda müsned hadis (Rasûlüllah'ın s.a.v.)kendisinden rivayet edilen hadis, bir sahabinin sözü olarak ta rivayet edildiğinden) malul olmaktadır.
Bununla beraber her hâlukârda, Rasûlüllah'tan s.a.v.)sahih olarak gelen hadis, akla uygun ve dinin asıllarına münasib olur. Allah'ın (c.c.)kendisine vermiş olduğu akılla. Allah Teâlâ'nın (c.c.)Rasûlüllah'ı s.a.v.)İslam içinde nasıl bir yere koyduğunu ve insanlara ona itaat etmeyi farz kıldığını bilen insan onu reddetmez. Rasûlüllah'ın s.a.v.)buyurduklarını tasdik eden ve hükümlerine uymayı benimsemiş olanın kalbi ondan uzaklaşmaz. Rasûlüllah'ın s.a.v.)sünnetleri şeriat-t şerife içinde güzel ve münasib olduğu gibi akıl sahipleri nezdinde, onların ahlakı yanında da güzel ve uygundur.
İşte yukarıda gelen haberlerle kastedilen sahih mana bu olabilir.
Beyhaki daha sonra senediyle beraber İbnu Abbas'tan şöyle dediğini nakleder:
“ Sizlere Rasûlüllah'tan s.a.v.)bir hadis aktardığımda bunu Kuran'da tasdik eden birşey bulamazsanız veya insanların ahlakında bu münasib görülmüyorsa ben o zaman yalan söylemişimdir.
Beyhaki Hz.Ali'den de (ra) şöyle dediğini nakleder:
“ Size Rasûlüllah'tan s.a.v.)bir hadis rivayet edildiğinde şunu aklınızda tutun: Rasûlüllah'ın s.a.v.)sünneti hidayete gütürür, muhtevasi gayet münasibtir ve ziyadesiyle takvayı ihtiva eder.(Gelen rivayetin bu özellikleri taşıyıp taşımadığına bakın).Ben de diyorum ki:
Bu söz yukarıda zikredilen hadis ışığında düşünüldüğünde anlaşılacak mana İmam Şafii'nin daha önce zikri geçen sözünün doğru olduğudur. O da, sahih sünnetin Kuran'da onunla ilgili sarih bir ifade geçmese bile Kuran'a aykırı olmayacağı bilakis onu destekleyeceğidir. Çünkü Rasûlüllah s.a.v.)insanların anlayamayacağı hususları Kuran'dan anlar. Nitekim kendilerine Eşekler ('in zekatı, onlara bakmak ve Allah yolunda kullanmak sebebi ile ecir alınıp alınmayacağı) sorulunca şöyle buyurmuşlardı:
“ Bu hususta Kuran'da bir ayet nazil ofmamıştır. Fakat tüm hususları muhtevi olan şu ayet-i kerime vardır. Herkes kendi durumunu bu ayete göre değerlendirsin: “Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu görür. Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu görür”.[167]
Rasûlüllah'ın s.a.v.)bu hükmü nereden çıkardığına iyi bak!
İbnu Mesud da İbnu Ebi Hatim'in rivayetinde şöyle der:
“ Herşey bize Kuran'da açıklanmıştır. Fakat bizim aklımız onları anlamaya yetmez. Bundan dolayı Allah Teâlâ (c.c.)şöyle buyurmuştur:
“ İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman için sana da bu Kuran'ı indirdik”.[168]
Sahabenin büyüklerinden ve ilk müslümanlardan olan İbnu Mesud bile böyle diyor. (Ya bizim durumumuz nasıl olur!)[169]
Sünnet Kuran'ı Açıklar
Bazı alimler “sünnet Kuran'ı açıklar” der. İbnu Burcan da [170]sünnetin Kuran! desteklediğine dair bir kitab yazmıştır.
Şafii ile Beyhaki Tavus tarikıyla Rasûlüllah'ın s.a.v.)şöyle buyurduğunu rivayet etmişlerdir:
“ Ben ancak Allah'ın (c.c.)kitabında helal kıldığını helal kılarım, keza sadece kitabında haram kıldığını haram kılarım. [171] İmam Şafii bu haberle ilgili olarak şöyle söyler: Bu haber munkatı'dır. Bununla beraber Rasûlüllah s.a.v.)bu haberdeki gibi yapmış ve böyle davranmakla emrolunmuştur. Allah Teâlâ (c.c.)ona kendisine vahyolunana tabi olmasını emretmiştir. Onun da kendisine vahyolunana tabi olduğunu görmekteyiz.Allah Teâlâ (c.c.) ,vahy olmayan hususlarda da onun sünetine uyulmasını vahiyle farz kılmıştır. Kim sünnetini kabul ederse Allah'ın (c.c.)emrini kabul etmiştir. Nitekim Allah Teâlâ (c.c.)“peygamber size neyi verdiyse onu alın, neden de yasakladıysa ondan sakının” [172]buyurmuştur.
Beyhaki şöyle der:
Hadiste geçen “Allah'ın (c.c.)kitabında” ifadesi eğer sahihse; Rasûlüllah (SAV).bununla kendisine vahyedileni kastetmiştir. Kendisine vahyedilen de iki kısımdır: Vahy-i metluv (Kuran) ;vahy-i gayr-i metluv (Allah'tan (c.c.)kendisine Kuran dışında gelen ilhamlar).
Şafii'nin de ayetten delil getirdiği gibi, İbnu Mesud bu ayet-i kerimeyi, Rasûlüllah'ın s.a.v.)sünnetini kabul edenin aslında Allah'ın (c.c.)kitabının emrini kabul etmiş olduğuna delil getirir. Çünkü Rasûlüllah'a s.a.v.)tabi olmanın mecburi oluşu, Kuran'ın ortaya koyduğu bir hükümdür.
Beyhaki daha sonra da (Rasûlüllah'ın s.a.v.)hadisinin bağlayıcı olduğuna misal olarak) önceden geçmiş olan dövme yapanlara laneti ihtiva eden hadisi zikreder. Ardından da şöyle der:[173]
Hulefa-İ Raşidin Ve Diğer Sahabilerin
Rasûlüllahtan (Sav) Gelen Habere
Dönmeleri
Beyhaki eserinde Kabisa b. Zueyb'den [174] şu rivayeti nakleder:
Bir nine Ebubekr es-Sıddık'a (ra) gelir ve “mirastan ne kadar pay alacağını” sorar. Hz, Ebubekr ona bu hususta Allah'ın (c.c.)kitabında birşey yoktur ve Nebiyyullah'ın s.a.v.)sünnetinde de birşey bilmediğini söyler. Sen hele gitte ben insanlara sorayım, der. İnsanlara bu hususta bildikleri (bir hadis olup olmadığını) sorar. El-Muğire b. Şu'be şöyle der:
“ Ben Rasûlüllah'ın s.a.v.)yanındaydım. Nineye altıda bir verdi.
“ Senden başka buna şahit olan var mı diye sorar.” Muhammed b. Mesleme el-Ensari kalkar ve aynı şeyi söyler. Bunun üzerine o nine için bu yönde karar verir.
Yine Beyhaki el-Müseyyeb'ten rivayet eder: Ömer b. el-Hattab (ra) “diyet baba tarafından akrabalara aittir. Kadın, kocasının diyetinden miras olarak birşey alamaz” diyordu. Ed-Dahhak b.Sufyan.Rasûlüllah'ın s.a.v.)kendisine Eşyem ed-Dıbâbî'nin diyetinden hanımmı da mirasçı kılmasını yazdığını ona haber verince, Hz.Ömer
Hükme döner. “Bunu Ebu Davud rivayet etmiştir”[175] Beyhaki Tavus'tan rivayet eder. Birgün Hz.Ömer: Rasûlülah'tan s.a.v.)duyan varsa Allah (c.c.)adına söylesin, cenin için diyet gerekir mi?
Hami b. Malik b. en-Nabiğa ayağa kalkar ve: İki hanımımla beraberdim. Biri diğerine çadır direğiyle vurdu ve kadın hemen düşük yaptı. Rasûlüllah da s.a.v.)ceninin tazminatı olarak bir köle azat edilmesine hükmetti,
der. Bunun üzerine Hz.Ömer şöyle der:
Bunu duymasaydık neredeyse bunun dışında, kendi görüşümüzle başka bir hüküm verecektik. [176]
Beyhaki İmam Şafii'nin şöyle dediğini nakleder. [177]
Hz. Ömer, hüküm vereceği bir meselede kendi görüşünün hilafına olan Dahhak'ın rivayet ettiği hadise tabi olmuştur. Cenin hususunda bu hadisi duymasaydı başka türlü hüküm vereceğini belirtmiş ve “bunu duymasaydık neredeyse bunun dışında, kendi görüşümüzle başka bir hüküm verecektik” demiştir.
Buharı ve Müslim de İbnu Şihab, Abdullah b. Amir b. Rebia tarikıyla rivayet ederler:
Hz.Ömer Şam'a doğru yola çıkar. (Şam yolunda bir köy olan) Serğ'e gelince Şam'da veba salgını olduğu haberi gelir. Abdurrahman b. Avf ta Rasûlülah'ın s.a.v.)şöyle buyurduğunu haber verince Serğ'den gerisin geri döner:
“ Bir yerde veba olduğunu duyarsanız oraya girmeyin. Veba olan yerde bulunuyorsanız oradan kaçıp çıkmayın.”[178]
İbnu Şihab der ki:
Salim b. Abdillah b. Ömer'in bana haber verdiğine göre. Hz. Ömer Abdurrahman b. Avf'ın naklettiği hadisten dolayı yanındaki insanlarla beraber geri dönmüştür. [179]
Buhari'de Aişe validemizden şöyle dediği rivayet edilir:
Abdurrahman b. Avf Rasûlüllah'ın Hecer mecusilerinden cizye aldığını haber verinceye kadar Hz.Ömer
mecusilerden cizye almıyordu. [180]
Beyhaki'nin Zeyneb b. Ka'b b. Ucre'den naklettiğine göre, bu hanıma Ebu Said el-Hudri'nin kızkardeşi el-Fureya b. Malik b. Sinan (kendi başından geçen şu hadiseyi) haber vermiştir:
Kendisi Benu Hudre'deki ailesinin yanına dönmek için Rasûlüllah'tan s.a.v.)izin ister. Çünkü kocası kaçan köleleri aramak için yola çıkmış. Kudum tarafında onlara yetişmiş fakat onlar da onu öldürmüşlerdi. Bu sebeple Rasûlüllah'tan s.a.v.)“aileme dönebilir miyim” diye izin ister:
“ Zira kocam beni kendisine ait bir evde geriye bırakmadı, deyince; Rasûlüllah da (SAV):
“ İddet müddetin dolana dek bulunduğun evde otur, buyururlar, EI-Fureya diyor ki:
“ Ben de dört ay on gün iddet bekledim. Osman b. Affan halife olunca, bana Rasûlüllah'ın s.a.v.)nasıl hüküm verdiğini sordurttu. Ben de haber yolladım. O da ona uyup aynı şekilde hüküm verdi. [181]
Beyhaki Hz.Ali'den (ra) (onun Rasûlüllah'ın s.a.v.)hadislerine bağlılığına misal olarak) şöyle dediğini rivayet eder:
“ Rasûlüllah'lan s.a.v.)bir hadis işittiğimde, Allah Teâlâ'nın (c.c.)müyesser kıldığı kadar ondan istifade ederdim. Ashabtan bir kimse bana bir hadis söylediğinde ise ona yemin ettirirdim. Yemin ederse ona inanırdım. Ebubekr de bana o şüphesiz doğru söylemiştir. Rasûlüllah'ın s.a.v.)şöyle buyurduğunu haber verdi:
“ Mümin bir kul günah işledikten sonra, güzelce abdest, alır, iki rekat namaz kılar ve Allah'tan (c.c.)affını isterse. Allah (c.c.)onu affeder”.Ahmed b. Hanbel rivayet etmiştir.[182]
Buhari ve Müslim rivayet ederler Zeyd b. Sabit İbnu Abbas'a sorar:
“ Hayızlı kadının en son iş olarak Kabe'yi tavaf etmeden yurduna dönebileceğine fetva mı veriyorsun? İbnu Abbas ta:
“ Eğer durum benim dediğim gibi değilse git ensardan filanca kadına sor bakalım. Rasûlüllah s.a.v.)ona benim dediğim şekilde emretmemiş mi? der.
Zeyd b. Sabit sorup öğrendikten sonra tebessüm ederek döner ve “doğru söylediğini anladım”der. [183]
İmam Şafii de şöyle söyler:
“ Zeyd (daha önce) nebi (as)'dan (bütün hacıların en son iş olarak Kabe'yi tavaf etmesi gerektiğini) duymuştu. İbnu Abbas'ın hayızlı kadının Kabe'yi tavaf etmeden dönebileceğine fetva verdiğini görünce bunu kabul etmedi. Rasûlüllah'ın s.a.v.)ise bu şekilde emrettiği haberi kendisine verilince, İbnu Abbas'ın görüşüne katılmasının kendisi için zaruri olduğunu kabul etti. [184]
Buhari ve Müslim Said b. Cübeyr'den rivayet etmişlerdir: İbnu Abbas'a dedim ki:
“ Nevf el-Bikali [185]Hızır'ın arkadaşı olan Hz. Musa'nın İsrailoğullarının peygamberi olan Musa peygamber olmadığını iddia ediyor”.İbnu Abbas ta:
“ Allah'ın düşmanı yalan söylüyor. Oysa Ubey b. Ka'b bana haber verdi ve dedi ki:
“ Rasûlüllah s.a.v.)bizlere hutbe irad etti...deyip Ubeyy'in kendisine naklettiği Musa (as) ile Hızır hadisini
nakleder. [186]
İmam Şafii diyor ki:
“ İbnu Abbas fakihliğine ve vera sahibi olmasına rağmen müslümanlardan bir kişiyi, onun sözünün hilafına bir hadis kendisine haber verildiği için yalancı saymış ve onun Allah'ın (c.c.)düşmanı olduğunu öne sürmüştür. [187]
Beyhak! [188] ve Hakim Hişam b. Cübeyr'den rivayet ederler:
Tavus ikindiden sonraları iki rekat (nafile) namaz kılıyordu. İbnu Abbas ona bu namazı bırakmasını tavsiye edince, “bırakmam” der. İbnu Abbas ta ona şöyle der:
“ Rasûlüllah s.a.v.)ikindiden sonra (nafile) namaz kılınmasını yasaklamışlardı. Bu kıldığın namazla sevap mı kazanıyorsun yoksa azaba mı uğrayacaksın bilemiyorum. Çünkü Atlah Teâlâ (c.c.)Kuran'da şöyle buyuruyor:
“ Allah ve Rasûlü bir işe hüküm verdiği zaman, mümin bir erkekle mümin bir kadın için kendi işlerinden dolayı Allah'ın ve peygamberin hükmüne aykırı olanı seçme hakkı yoktur.”[189]
İmam Şafii diyor ki:
İbnu Abbas, Rasûlüllah'tan s.a.v.)naklettiği haberle Tavus'un yaptığının yanlış olduğunu gördü. Kuran'dan bir ayet okuyarak ta Allah (c.c.)ve Rasulü s.a.v.)bir şeye hükmettiği zaman kişinin muhayyerlik hakkı olmadığını. artık onu yapması gerektiğini ona gösterdi. [190]
Müslim de İbnu Ömer'den nakleder:
“ Biz ürünün belli bir kısmını almak üzere tarlayı kiraya verirdik ve bunda da bir mahzur görmezdik. Ta ki Rafi' Rasûlüllah'ın s.a.v.)bunu yasakladığını haber vermesin kadar. Sonra bu hadis sebebiyle bu işi bıraktık. [191]
İmam Şafii der ki:
“ İbnu Ömer, mahsulün bir kısmını almak üzere tarlayı kiraya vererek istifade ediyor ve bunu helal biliyordu. Güvenilir bir kimse Rasûlüllah'ın .s.a.v.)bunu nehyettiğini haber verince, bunu öğrenir öğrenmez o işi bıraktı. [192]
Beyhaki Ata b. Yesar'dan rivayet eder:
Muaviye b. Ebi Sufyan altından veya gümüşten bir su kabını ağırlığından daha fazla altın veya gümüş karşılığında satar. Ebu'd Derda ona:
“ Rasûlüllah'tan s.a.v.)bu gibi şeylerin, kendi cinsleriyie bir tarafın ağır diğer tarafın da hafif olarak birbirleriyle değiştirilmesini nehyettiğini, peşin ve eşit ağırlıkta değiştirilebileceğine izin verdiğini duydum, der. Muaviye ise “bunda bir beis görmüyorum” deyince Ebu'd Derda {buna içerler ve) şöyle der:
“ Bu Muaviye'nin yaptığına uygun bir karşılık versem kim beni mazur görür! Ben ona Rasûlüllah'tan s.a.v.)bir haber veriyorum, o ise kendi görüşünü bana söylüyor. Bundan böyle senin bulunduğun yerde asla bulunmayacağım. [193]
İmam Şafii der ki:
“ Ebu'd Derda naklettiği hadisle Muaviye'nin yaptığının yanlış olduğunu görür. Muaviye'nin ise hadise rağmen yaptığını bırakmadığını görünce, bunu çok çirkin görerek onun bulunduğu yerden ayrılır. Çünkü Muaviye güvenilir bir kimsenin
“ Rasûlüllah'tan s.a.v.)naklettiği hadisi bir kenara bırakmıştı. [194] İmam Şafii şöyle bir rivayetin kendisine ulaştığını anlatır. [195]
Ebu Said el-Hudri bir adamla karşılaşır. Ona Rasûlüllah'tan s.a.v.)bir hadis nakleder. (Adam da onun zikrettiği hadisin hilafına başka bir hadis nakledip,) onun naklettiğini kabul etmeyince, ona:
“ Vallahi! Bundan böyle ikimizi bir çatı aynı anda barmdırmaz, diye sitem eder. İmam Şafii ardından şöyle der:
“ Naklettiği hadisi o şahsın kabul etmemesi Ebu Said'in canını sıkmıştır.[196]
Buhari ve Müslim, Abdullah b. Ömer'den Rasûlüllah'ın s.a.v.)şöyle buyurduğunu rivayet eder:
“ Kadınları gece (kılınan namazlar için) camiye gelmekten men etmeyin.”
(Bu hadis üzerine) Abdullah b. Ömer'in çocuklarından biri “vallahi onları camiye göndermeyiz. Çünkü başka işler çevirirler” deyince İbnu Ömer oğlunun göğsüne vurur ve:
“ Ben sana hadis anlatıyorum, sen ise bildiğini okuyorsun, der. [197]
Yine Buhari ile Müslim Abdullah b. Bureyde'den rivayet ederler Abdullah b. Muğaffel bir kişinin çakıl taşı attığını görünce, böyle yapmamasını söyler. Rasûlüllah s.a.v.)bundan men etmiş ve şöyle buyurmuştur der:
“ Bu avı vurmaz. Düşmanı da öldürmez. Sadece diş kırar, göz çıkarır”.
Abdullah daha sonra bu şahsın aynı şeyi yapmaya devam etiğini görünce (kızar've) şöyle der:
“ Ben sana Rasûlülah'ın s.a.v.)hadisini haber veriyorum. Sen ise hala taş atıyorsun. Senle bundan sonra asla konuşmayacağım.”[198]
Yine Buhari ile Müslim İmran b. Husayn'dan naklederler Rasûlüllah s.a.v.)şöyle buyurdular:
“ Haya (hangi sebepten kaynaklanırsa kaynaklansın) tamamı hayırdır. (İnsanı hayra götürür)”.
Büşeyr b. Ka'b hadisi rivayet eden İmran'a:
“ Fakat biz bazı kttablarda sükûnet ve vakarın hayadan kaynaklandığı gibi, zayıflık (ve acziyetin de esasında) hayadan kaynaklandığını buluyoruz, deyince; İmran b. Husayn bu söze öyle kızar ki, gözleri alev alev olur. Ona:
“ Ben sana hadis rivayet ediyorum, sense muhalefet ediyorsun, diye çıkışır.[199]
Bir rivayette de “sen ise bana kendi sayfalarından anlatıyorsun” ifadesi vardır.
Beyhaki ve Hakim[200] Hasan'dan rivayet ederler: İmran b. Husayn Rasûlüllah'ın s.a.v.)sünnetinden anlatırken, birisi:
“ Ya Ebu Nuceyd! Sen bize Kuran'dan anlatıver, der. O da ona şöyle cevap verir:
“ Sen ve arkadaşlarınız Kuran okuyorsunuz. Hadi bana namazın nasıl kılınacağını, kaç rekat olacağını ve nasıl kılınacağını anlat bakayım. Altının, devenİn, sığırın, çeşitli malların zekat miktarlarını söyle hele! Fakat ben bunların miktarlarını Rasûlüllah'tan s.a.v.)dinledim fakat sen o zaman yoktun. (Dolayısıyla Kuran'a bakarak bunları bilemezsin).
İmran daha sonra sözüne şöyle devam eder:
“ Allah Rasûlü s.a.v.)şu şu malda şu kadar zekatı farz kılmıştır, deyip (zekat miktarlarını anlatır). O zat ta:
“ Bizi ihya ettin. Allah ta (c.c.)seni ihya etsin, diye dua eder.
Bunu rivayet eden Hasan der ki:
Bu zat (kendisini fıkıhta öyle yetiştirdi ki) müminlerin fakihlerinden biri oldu ve bu hal üzere vefat etti.[201]
Sahabenin Rasûlüllahtan (Sav) Hadis Nakleden
Kimsenin Haberini Kabul Etmekte
Müttefik Oluşları
İmam Şafii der ki:
“Sahabe ve tabiun içinde, kendisine Rasûlüllah'ın s.a.v.)sünneti haber verildiği halde onu kabul etmeyen, ona rücû’ etmeyen ve sünnet olarak sabit kılmayan bir kimse bilmiyorum.
İmam Şafii daha sonra Salim b. Abdillah'tan şu rivayeti nakleder:
Ömer b. el-Hattab (ra) Kabe' yi tavaftan öncesi ile şeytan taşlamadan sonrasında koku sürünmeyi men etmişti. Hz.Aişe ise “Rasûlülah'ı s.a.v.)ihrama gireceği zaman ihramı için ve de ihramdan çıkmak için Kabe'yi tavaf etmesinden önce kokuladım”[202] demiştir. Bu durumda elbetteki Allah Rasûlü'nün s.a.v.)sünneti uyulmaya daha layıktır.
İmam Şafii der ki:
“ Salim tabi olmak hususunda, dedesi Hz. Ömer'in sözünü bırakmış. Hz.Aişe'nin verdiği haberle amel etmiştir. Ayrıca bu hadiseyi anlattığı kimseye Hz. Aişe'nin naklettiği haberin sünnet olduğunu, dolayısıyla Allah Rasûlünün s.a.v.)sünnetinin tabi olunmaya başkalarının yaptıklarından daha layık olduğunu bildirmiştir. Bu sebeble Rasûlüllah'ın s.a.v.)sünnetine uyması farz olmuştur.
İmam Şafii şunu da söyler:
“ Tabiundan sonra gelenler ve bizim kendilerine ulaştığımız zevat bu yolu takip etmişlerdir. Rasûlüllah'tan s.a.v.)gelen haberleri sabit kılmışlar, sünnet olarak benimsemişlerdir. Ona tabi olanı övmüşler, karşı gelen de kınanmıştır. Bu yoldan ayrılan kimse, bizim nazarımızda Rasûlüllah'ın s.a.v.)ashabının yolundan ve ashabtan sonra bugüne kadar gelmiş geçmiş ulemanın yolundan ayrılmıştır, cahiller grubuna dahil olmuştur.
Kitabın başından buraya kadar aktardıklarımın tamamı, gerek söz ve gerekse hadislerle delil getirme açısından İmam Şafii'nin (ra) tedkikatıdır. Allah (c.c.)ondan razı olsun. Kendi zamanında ortaya çıkan ve kendisiyle münazara ederek hadisleri reddeden zındıklar ve rafızilere cevap verme ihtiyacı doğduğundan dolayı, meseleyi sağlam bir şekilde ortaya koymuş ve uzunca tedkik etmiştir. Ondan ise bunları Beyhaki kitabında nakletmiş, güzel ilavelerde de bulunmuştur. Bu hususu daha önce beyan etmiştik.[203]
Beyhaki'nin Kitabında Zikredilen Ve Zikredilmeyen Diğer Rivayetler
Buraya kadar zikredilenler dışında, geriye Beyhaki'nin kitabında dağınık olarak zikredilen rivayetler kalmıştır. Şimdi bunları zikredeceğim ve beraberinde Beyhaki'nin ve İmam Şafii'nin zikretmediği diğer rivayetleri sunacağım:
Beyhaki senediyle Eyyub es-Sehtiyani'den [204] şöyle dediğini rivayet eder:
“ Bir kişiye bir sünneti aktardığında, “bunu bırak sen bize Kuran'dan haber ver” derse bil ki o sapıtmıştır.
Evzai de[205] der ki:
“ Bunun sebebi de hadislerin Kuran'ın üzerinde hüküm koyucu olarak gelmesinden, Kuran'ın ise sünnet üzerinde hüküm koyucu olarak gelmemesinden dolayıdır.
Beyhaki Eyyub'tan rivayet nakleder:
Bir şahıs Mutarrif b. Abdillah'ın yanında “bize hadis anlatıp durmayın. Kuran'dan bahsedin” deyince ona şöyle der:
“ Vallahi biz hadisleri Kuran'ın yerine anlatmıyoruz. Bilakis hadisleri anlatmaktaki gayemiz Kuran'ı en iyi bileni(n bildiklerini) anlatmaktır.
Buharı Mervan b. el-Hakem'den nakleder:
Hz.Ali'yle Hz.Osman'ı Mekke ile Medine arasında gördüm. Hz.Osman hac ile umrenin bir arada temettü' olarak yapılmasından nehyediyordu. Hz.AIi bunu görünce her ikisine birden telbiye getirir ve “lebbeyk bi haccetin ve umretin mean” (hac ve umre için huzurundayım ya Rabbi!) der. Hz.Osman da:
“ Görüyorsun ben insanları birşeyden men ediyorum, sense onu yapıyorsun, deyince Hz.Ali şöyle cevap verir:
“ Bir insanın sözüne bakarak Rasülüllah'ın s.a.v.)sünnetini bırakacak değilim.[206]
Müslim Süleyman b. Yesar'dan rivayet eder: Ebu Hureyre İbnu Abbas, Ebu Seleme b. Abdirahman b. Avf kendi aralarında, kocasının vefatı zamanında doğum yapan hamile kadının iddet müddetinin ne kadar olacağını müzakere ederier. İbnu Abbas,“kocasının vefatından sonra hamilelik veya dört ay on gün olan iddet müddetinden hangisi süre olarak daha uzunsa o kadar iddet bekler”,der. Ebu Seleme ise,“doğurunca iddeti biter, evlenebilir” der. Ebu Hureyre ise, “ben de bu kardaşcağızımın oğluyla (Ebu Seleme'yle) aynı kanattayım”,der. Rasûlüllah'ın s.a.v.)hanımı Ümmü Seleme'ye haber gönderip meseleyi sordururlar. O da şöyle cevap verir:
“ Sübey'a el-Eslemiyye kocasının vefatından az bir zaman sonra doğum yapmıştı. Rasûlüllah'tan s.a.v.)durumunu sordu. O da ona evlenebileceğini söyledi. [207]
Beyhaki el-Bera'dan nakleder:
“ Hepimiz bi zatihi hadisleri Rasûlüllah'tan s.a.v.)işitemiyorduk. Tarlalarımız, meşguliyetlerimiz vardı. Fakat insanlar da yalan konuşmuyordu. Rasûlüllah'tan s.a.v.)hadisi duyan duymayana aktarıyordu.
Beyhaki Katade'den rivayet eder:
“ Bir zat bir hadis rivayet ettiğinde ona "sen bunu bi zatihi Rasûlüllah'tan s.a.v.)işittin mi" diye sorulurdu. O da “ “ evet işittim” veyahutta “yalan söylemeyen biri bana nakletti” derdi. Vallahi bizler yalan konuşmuyorduk, yalanın ne olduğunu da bilmiyorduk.
Beyhaki Malik tarikıyla Reca'dan rivayet eder:
Abdullah b. Ömer hep Rasûlülah'ın s.a.v.)nasıl yaptığını, izlerini, hallerini araştırır ve buna çok önem verirdi. Hatta o derece önem veriyordu ki, bundan dolayı aklını kaybedeceğinden korkuluyordu.
Beyhaki Hasan tarikıyla Semure'den şöyle dediğini nakleder:
“ Rasûlüllah'tan s.a.v.)namazda iki duraksama öğrendim. Bir tanesi tekbir aldıktan sonra, diğeri de surenin kıraatini bitirdikten sonra.”
İmran b. Husayn da Semure'nin doğru söyleyip söylemediğini öğrenrpek için durumu mektupla Ubey b. Ka'b'a sorar. Cevaben Semure'nin doğru söylediğini yazar ve şöyle der:“ Semure hadisi Rasûlüllah'tan s.a.v.)duymuştur.
Beyhaki Muhammed b. Sirin'den nakleder:
“ İbnu Abbas fıtır sadakasını mecburi kılınca insanlar buna itiraz ettiler. O da Semure'ye “Rasûlüllah'ın s.a.v.)bunu emrettiğini bilmiyor musun”diye haber gönderir. Evet cevabı gönderince şöyle sitem eder: “O halde bunu şehir halkına öğretmene ne mani oluyor ki”
Beyhaki der ki:
İbnu Abbas, Rasûlüllah'ın s.a.v.)emrini yani fitir sadakası mecburiyetini şehir halkına öğretmediği için Semure'yi kınamıştır.
Buhari Abdullah b. Amr'dan rivayet etmektedir.
Rasûlüllah s.a.v.)şöyle buyurdular:
“ Bir ayet te olsa benden alıp nakledin. Keza benden hadislerimi de nakledin. Benim adıma yalan uydurmayın. Kim bilerek benim adıma yalan uydurursa cehennemdeki yerine hazırlansın.”[208]
Beyhaki İbnu'l Mübarek'ten nakleder. Ebu İsme Ebu Hanife'ye sorar:
“ Ben bu kitabtarı (içtihadı görüşleri) dinledim. Hadisleri ise kimden dinlememi mühasib görürsünüz?
“ Şia hariç düşüncelerinde adil olanlardan dinle. Çünkü Şiilerin İnancının temeli ashabı delalete nisbet etmeye dayanır. Bir kimse sultanın her dediğine boyun eğer ve bu sebeble herkes te o sultana boyun eğerse, o kimse ümmetin imamlarından biri olamaz.
Ben de diyorum ki:
“ Ebu Hanife (ra) şiiler için işte böyle diyor. Onun sözü benim kitabın girişindeki onlarla ilgili sözümden daha ileri seviyededir.
Beyhaki Harmele b. Yahya'dan nakleder: İmam Şafii'den şöyle dediğini duydum:
“ Bidat ehli içinde rafizilerden daha çok yalan yere iftira eden kimse yoktur.
Beyhaki Cabir b. Abdillah'tan nakleder:
Rasûlüllah'tan s.a.v.)bi zatini işitmediğim bir hadis, ashabtan bir zattan bana ulaştı. Bir deve satın alıp, azığımı yükledim ve bunu rivayet eden o sahabiye doğru bir ay yolculuk yaptıktan sonra Şam'a vardım. Bir de baktım ki bu zat Abdullah b. Uneys el-Ensari imiş. Ona geldim ve “Rasûlüllah'tan s.a.v.)işitmediğim, zulümîerle ilgili bir hadisi senin işittiğin haberi bana geldi. Bunu işitmeden senin veya benim vefat etmemden korktum” dedim. O da şöyle dedi:
“ Rasûlülah'tan s.a.v.)şöyle buyurduğunu işittim:
“ İnsanlar buhman, vücudları çıplak, sünnetsiz olarak haşrolu nacaklardır.”
“ Bu buhman'ın manası nedir diye sorduk. Şöyle buyurdu:
“ Yanlarında birşey bulunmayacak demektir.Uzak yakın herkesin net olarak duyacağı bir ses onlara seslenecek: “ Bugün malik ve hesap soracak olan benim. Bir tokata varıncaya kadar, cennetlik olan hak sahibine hakkını ödetmedikçe cehennemlik kimse cehenneme girmeyecektir. Keza cehennemlik olan hak sahibine hakkını ödetmedikçe cennetlik olan kimse cennete girmeyecektir.”
“ Bu ödeme nasıl olacak? Çünkü çıplak ve sünnetsiz geleceğiz ve yanımızda da birşey bulunmayacak, diye sorduk. Şöyle buyurdular:
“ Bu ya hak sahibine sevabından veme veya günahlarından yüklenme suretiyle olacaktır
Bunu Ahmed b. Hanbel ve Taberani rivayet etmiştir.[209] Beyhaki Ata b. Ebi Rabah'îan rivayet eder: Ebu Eyyub Rasûlüllah'tan s.a.v.)işittiği bir hadisi Ukbe b. Amir'e sormak için Mısır'a yolculuğa çıkar. Mısıra geldiğinde, o vakit oranın emiri olan Mesleme b. Muhalled el-Ensari'nin evine gelir. Mesleme'ye geldiği haberi ulaştırılır, hemen yanına gelir ve onunla kucaklasın. Sonra da “seni buraya getiren sebep nedir ya Eba Eyyub” diye sorar.O da:
“ Rasûlüllah'tan s.a.v.)işittiğim bir hadisi ben ve Ukbe dışında bilen bir kimse kalmadı. O hadisi sormaya geldim. Benimle beraber onun evini gösterecek biri gönderebilir misin? der.
0 da onunla Ukbe'nin evini gösterecek birini gönderir. Ukbe hemen dışarı çıkar ve onunla kucaklaşıp “ya Eba Eyyub! Seni buralara kadar getiren nedir?” diye sorar. O da şöyle der:
“ Rasûlülah'tan s.a.v.)İşittiğim bir hadis. Müminin ayıbını örtmekle ilgili bu hadisi senle ben dışında bilen biri kalmadı.Ukbe de şöyle der:
“ Evet. Rasûlüilah'ın s.a.v.)şöyle buyurduğunu işittim: “Kim dünyada müslürnan kardeşinin ayıbını örterse Allah ta (c.c.)kıyamette onun ayıbını örter".Ebu Eyyub:
“ Doğru söylediniz der. Hemen bineğine doğru ayrılır ve Medine'ye dönmek için biner. Mesleme b. Muhalled'in (onun tek bir hadis için katlandığı cefaya takdir olarak) gönderdiği hediyeyi ona ancak Mısır'ın Arış şehrinde yetiştirebildiler.[210]
Buhari ve Müslim Salih b. Hay'dan gelen şu rivayeti naklederler:
Şa'bi'nin yanındaydım. Horasanlı birisi ona şunu söyledi:
“ Biz Horasan'da, kişi cariyesini azad edip sonra onunla evlenirse bu, deveyi Allah (c.c.)yoluna kurbanlık verenin sonra da ona binmesine benzer, diyoruz. [211] (Bu hususta ne dersiniz?)
Şa'bi ona şöyle cevap verir:
“ Ebu Bürde b. Ebi Musa et-Eşari, bana babasından nakletti: Rasûlüllah s.a.v.)şöyle buyurdular:
“ Üç kimseye sevapları iki kez ödenir:
1-Yanındaki cariyesini güzel bir şekilde eğitip terbiye eden ve sonra da onu azad edip evlenen;
2-Allah'a (c.c.)ve efendisine olan yükümlülüklerini yerine getiren köle;
3-Ehl-i kitabtan olup kendi peygamberine iman eden. Rasûlüllah'a s.a.v.)yetişince de onu tasdik edip inanan
Kimse. [212]
Şa'bi soruyu sorana şöyle söyler:
“ Bu hadisi maddi bir karşılık almadan sana verdik. Önceleri bundan daha azı için, kişi Medine'ye yolculuk yapardı.
Beyhaki Said b. el-Müseyyeb'ten nakleder:
“ Bir tek hadis için günlerce yol teperdim.[213]
Beyhaki Zühri'den de şunu nakleder:
Urve b. Zübeyr'e naklettiği bir rivayetle ilgili olarak birisi “yalan atıyorsun” deyince ona şöyle der:
“ Ne yalan konuştum ne de konuşurum. Yalancıların piri doğru konuşanı yalancılıkla itham edendir.”
Beyhaki Osman b. Nufeyl'den nakleder:
“ Ahmed b. Hanbel'e “falanca Veki'.lsa b. Yunus ve İbnu'l Mübarek hakkında ileri geri konuşuyor”deyince:
“ Doğru kimseler hakkında yalancılıkla ithamda bulunan yalancının tâ kendisidir, dedi.
Müslim de İbnu Sirin'den nakleder:
“ Önceleri isnad aranmazdı fakat şimdilerde insanlara öyle bir zaman geldi ki, fitnelerin zuhr etmesi sebebiyle isnad sorulmaya başlandı. Kontrol edildi, ehl-i sünnetten olanın hadisi alındı, bidat ehlinden olanın ki bırakıldı[214]
Buhari Malik'ten nakleder Ömer b. Abdilaziz şöyle diyordu:
“ Allah Rasûlü s.a.v.)ve ondan sonra gelen halifeler sünnetler koydular. Onları alıp kabul etmek Allah'ın (c.c.)kitabını tasdik etmek. Allah'a (c.c.)taatı çoğaltmak ve Allah'ın (c.c.)dinine yardım etmek demektir. Kim onlarla yolunu çizerse hidayete erer, kim onlardan yardım alırsa muzaffer olur. Kim de peygamberin sünnetinin dışında bir yol tutarsa, müminlerin yolunun dışında bir yol tutmuş olur. Allah Teâlâ (c.c.)(bu kimseler) için şöyle buyuruyor:
“ Doğru yol kendisine apaçık belli olduktan spnra, peygamberden ayrılıp inananlardan başkasının yoluna uyan kimseyi, döndüğü yere döndürür ve onu cehenneme sokarız. Orası ne kötü bir dönüş yeridir”[215]
Beyhaki senediyle Müzeni'den veya Rebi'den nakleder:
“ Birgün iman? Şafii'nin yanında otururken üzerinde yünden bir cübbe, yün sarık ve yünden düğmeleri olan, elinde de asa bulunan bir zat çıkageldi. İmam Şafii onu hurmeten ayağa kalktı ve elbisesini topladı ve edebiice oturdu. Gelen ihtiyar zat ta selam verip oturdu. İmam Şafii hurmetkarane o zata baktı ve ona:
“ Sormak istediğiniz neydi, diye sordu. O zat ta:
“ Allah'ın (c.c.)dininde delil olan şey nedir?, dedi.
“ Allah'ın (c.c.)kitabıdır.
“ Başka nedir?
“ Rasûlüllah'ın s.a.v.)sünnetidir.
“ Başka nedir?
“ Ümmetin ittifakıdır, (icmadır).
“ Bunu nereden çıkarıyorsun?
“ Ümmetin İttifakının delil oluşunu Allah'ın (c.c.)kitabından çıkarıyorum.
İmam Şafii (bununla ilgili ayeti zikretmek için) bir müddet düşündü (fakat bulamadı). Gelen zat:
“ Sana üç gün üç gece mühlet. Allah'ın (c.c.)kitabında ümmetin ittifakının da delil olduğunu bulursan ne âlâ. Ama bulamazsan Allah'a (c.c.)tevbe et!
Bu söz üzerine İmam Şafii'nin çehresi değişti. Sonra gitti ve üç gün üç gece dışarı çıkmadı. Üçüncü günden sonra yanımıza geldi. Yüzü, elleri ve ayakları şişmiş, hastaydı. Oturur oturmaz o zat ta çıkageldi. Selam verd,. oturdu.
“ Delilini göster bakalım, dedi. İmam Şafii de şöyle cevap verdi:
Euzubiliahimineşşeytanirracim. Bismillahirrahmanirrahim: “Doğru yol kendisine apaçık beili olduktan sonra, peygamberden ayrılı, inananlardan başkasının yoluna uyan kimseyi, döndüğü yere döndürür ve onu cehenneme sokarız. Orası ne kötü bir dönüş yeridir”.[216]Allah Teâlâ'nın (c.c.)kişiyi müminlerin hilafına davranmak sebebiyle cehenneme atması onlara uymanın farz olduğunu gösteriyor.
Bunun üzerine o zat:
“ Doğru söyledin, dedi ve kalkıp gitti. Gidince imam Şafii şöyle dedi:
“ Her gün ve gecesi Kuran'ı üç defa okudum. Sonunda ayeti buldum.
Beyhaki ve Darimi Muaz b. Cebel'den rivayet ederler: Rasûlüllah s.a.v.)beni Yemen'e vali olarak gönderirken sordu:
“ Önüne bir mesele geldiğinde nasıl hüküm vereceksin?
“ Allah'ın (c.c.)kitabındakiyle.
“ Allah'ın (c.c.)kitabında yoksa?
“ Rasûlüllah'ın s.a.v.)verdiği hükümle.
“ Ya Rasûlüllah s.a.v.)o meselede her hangi bir hüküm vermemişse?
“ Kendi içtihadıma göre hüküm veririm. Bunu da terk etmem
Bunun üzerine Rasûlüllah s.a.v.)göğsüme vurdu ve şöyle buyurdu:
“ Allah Rasûlü'nün razı olduğu şekilde. Allah Rasulü'nün elçisini muvaffak kılan Allah'a (c.c.)hamd olsun.[217]
Beyhaki, Darimi ve Hakim Ubeydullah b. Ebi Yezid'den rivayet ederler:
Kendisine bir mesele sorulduğunda İbnu Abbas'ın şöyle hüküm verdiğini görürdü m: Allah’ın (c.c.)kitabında varsa onu söylerdi. Allah'ın (c.c.)kitabında yok fakat Rasülüllah'ın s.a.v.)sünnetinde varsa onu belirtirdi. Allah'ın kitabında (c.c.)ve Rasûlüllah'ın s.a.v.)sünnetinde yoksa, bu hususta Hz.Ebubekr ile Hz.Ömer'dan bir uygulama varsa onu söylerdi. Eğer ne Allah'ın (c.c.)kitabında, ne Rasûlüllah'ın s.a.v.)sünnetinde ve ne de Hz.Ebubekr ile Hz.Ömer'in uygulamalarında bununla ilgili bir hüküm yoksa kendi içtihadıyla hüküm verirdi. [218]
Beyhaki Malik kanalıyla Rebia'nın şöyle dediğini nakleder:
Allah Teâlâ (c.c.)kitabı nebisine inzal eyledi. Herşeyi açıklamayıp kitabında bazı şeyleri nebisinin sünnetine bıraktı. Rasûlüllah ta s.a.v.)sünnetlerini uyguladı. O da sünnetlerinde bazı hususları ictihad için boş bıraktı.
Beyhaki, Mesruk kanalıyla Hz.Ömer'den rivayet eder. Şöyle demiştir:
“ İnsanları yanlış amellerinden sünnete doğru çevir.
Buhari ve Müslim Ali b. Umeyye'den rivayet ederler: Ömer b. ef-Hattab'a (ra) dedim ki:
“ Ayet-i kerimede “...kafirlerin sizlere kötülük etmelerinden endişe ederseniz namazları kısaltmanızda bir beis yoktur...”[219]diye buyuruluyor. Oysa insanlar bugün emniyettedir. (O halde niçin seferde namazları kısaltıyoruz?) .Hz.Ömer de bana şöyle söyledi:
“ Ben de senin gibi buna şaşırmıştım. Bunu Rasûlüllah'a s.a.v.)sordum da bana “bu Allah Teâlâ'nın (c.c.)sizlere bir ihsanıdır. Allah'ın (c.c.) ihsanını kabul edin”diye buyurdular. [220]
Ulema bunu şöyle yorumlar:
Ashab, ayette geçen korku hali kalkınca namazın kısaltılmayacağını düşünmüşlerdi. Rasûlüllah ta s.a.v.)onlara bunun her iki halde yapılabilecek bir ruhsat olduğunu haber verdi.
Beyhaki, Umeyye b. Abdillah b. Halid'den nakleder: Bu zat Abdullah b. Ömer'e sorar:
“ Kuran-ı Kerim'de hadarda ve korku halinde namazın nasıl kılınacağını buluyoruz. Fakat seferdeyken nasıl kılınacağım bulamıyoruz”İbnu Ömer ona şöyle der:
“ Kardeşcağızımın oğlu! Allah (c.c.)bizlere Hz. Muhammed'i s.a.v.)gönderdi. Biz birşey bilmiyoruz.
Hz.Muhammed'i s.a.v.)nasıl yapıyor gördüysek öyle yapıyoruz.
Beyhaki İbnu Ömer'den Rasülüllah'ın s.a.v.)şöyle buyurduğunu nakleder:
“ Kuran'ın bir kısmı nasıl birbirlerini neshediyorsa, hadislerim de birbirlerini nesheder.
Beyhaki ez-Zübeyr b. el-Avvam'dan nakleder:
“ Rasûlüllah s.a.v.)bir söz söyler, bir müddet sonra bunu başka bir sözüyle neshederdi. Kuran ayetlerinin birbirlerini neshetrnesi gibi.
Beyhaki Mekhul'den nakleder:
“ (Açıklanmaya ihtiyacı olduğu için) Kuran, sünnetin ona muhtaç olmasından daha çok sünnete muhtaçtır” .Bunu Said b. Mansur da rivayet etmiştir.
Beyhaki Yahya b. Ebi Kesir'den şöyle dediğini nakleder:
“ Sünnet Kuran üzerinde hüküm koyucu olarak gelmiştir. Kuran ise sünnet üzerinde hüküm koyucu olarak gelmemiştir”. Bunu Darimi ve Said b. Mansur da rivayet etmiştir.[221]
Beyhaki, bu sözden muradın şu ayette de belirtildiği gibi, sünnetin Kuran'ı şerh edip tafsil etme makamına konulmuş olmasıdır. Yoksa ki sünnette Kuran'a muhalif bir şey vardır manasında değildir, der:
“ İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman için sana bu Kuran'ı indirdik”.[222]
Ben de diyorum ki:
Kuran'ın sünnete muhtaç olmasından anlaşılacak mana şudur: Sünnet Kuran'ı açıklar, özet olarak geçen hususları beyan eder. Çünkü Kuran-ı Kerimin içindekiler hazine olarak düşünülmesi caiz olursa, sakh hazineleri ortaya çıkaracak ve gizli yönlerini açıklayacak birine ihtiyacı vardır. Bu açıklayıcı da Kuran'ın kendisine inzal edildiği kimsedir.s.a.v.)İşte sünnetin Kuran üzerinde hüküm koyucu olması, Kuran'ın ise sünneti açıklayıcı ve onun üzerinde hüküm koyucu olmamasının manası budur. Çünkü sünnetin kendisi açıklamadır. Aynca i'caz ve icaz Kuran'ın seviyesinde değildir. Şöyle ki, sünnet Kuran'ı şerh etme durumundadır. Şerhin de haliyle şerh edilenden daha açık, tafsîlatlı ve genişçe olması gerekir. Yine de en iyisini Allah bilir.(C.C).
Beyhaki Hişam b. Yahya el-Mahzumi'den rivayet eder:
Sakif'ten bir zat Ömer b. el-Hattab'a (ra) gelir ve “Kabe'yi tavaf etmiş olan kadın hayız görürse veda tavafını yapmadan yurduna dönebilir mi?” diye sorar. Hz. Ömer de “hayir, dönemez” der. Bunun üzerine Sakifli zat:
“ Böyle bir kadın hususunda. “ Rasûlüllah s.a.v.)bana senin verdiğin hükmün aksine hüküm vermişti”,deyince Hz. Ömer adamın yanına yanaşır ve kırbacı patlatır. Sonra da şöyle azarlar:
“ Rasûlüllah'ın s.a.v.)sana hüküm verdiği bir meseleyi ne diye bana da soruyorsun? [223]
Beyhaki İbnu Huzeyme'den nakleder:
“ Rasûlüllah'tan s.a.v.)sahih bir hadis gelince kimsenin söz hakkı yoktur. [224]
Beyhaki Yahya b. Adem'den de şunu nakleder: Rasûlüllah'ın s.a.v.)sözü varken başkasının sözüne hacet yoktur. Rasûlüllah'ın s.a.v.)vefat edene dek o işi yaptığı anlaşılsın diye “bu Rasûlüllah'ın (SAV),Hz.Ebubekr'in (ra) ve Hz. Ömer'in (ra) sünnetidir” denirdi. [225]Beyhaki Mücahid'den nakleder: Peygamber hariç herkesin sözü alınır da alınmayabilir de. [226]
Beyhaki İbnu'l Mübarek'ten nakleder Ebu Hanife'nin şöyle dediğini duydum:
“ Rasûlülah'tan s.a.v.)bir haber gelirse başım gözüm üstüne. Ashabtan haberler gelirse, içlerinde tercihte bulunuruz. Tabiundan geldiğinde ise ya dedikleri gibi amel ederiz ya da etmeyiz,[227]
Müslim de Ebu Mesud el-Ensari'den Rasûlüllah'ın s.a.v.)şöyle buyurduğunu nakleder:
“ Bir topluluğa Kuran'ı en iyi bilenleri imam olur. Bunda eşitseler içlerinde sünneti en iyi bilen kimse imam olur. Bunda da müsavi iseler ilk hicret edenleri imam olur. [228]
Beyhaki Ebu'i Behteri'den nakleder:
Ali b. Ebi Talib'e “bize İbnu Mesud'dan bahseder misin” denince şöyle cevap verdi:
“ Kuran ve sünneti öğrendi, bunlarla yetindi. Bu da ilim olarak ona yetti. [229]
Beyhaki İbnu Abbas'tan da Rasûlüllah'ın s.a.v.)şöyle buyurduğunu nakleder:
“ Size Kuran'da bir husus bildirildiği zaman, herkes onunla amel etmek zorundadır. Hiç kimsenin onu terk etme özrü yoktur. Eğer Allah'ın (c.c.)kitabında o husus yoksa varid olan sünnetim geçerlidir. Eğer sünnetimde de yoksa ashabımın sözleri geçerlidir. Çünkü ashabımın gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız hidayete erersiniz. Ashabımın ihtilafı ise sizin için rahmettir. [230]
Beyhaki Hz. Ali'den de (ra) şu haberi nakleder:
Hz. Ali'nin yolu bir gün hüküm vermekte olan bir kâdı'nın yanına düşer. Neyin nasih neyin de mensuh olduğunu biliyor musun sorusuna “hayır” cevabı alınca, “hem kendini helak ettin hem de başkalarını helak ettin” der. [231]Beyhaki bunun aynısını İbnu Abbas'tan da rivayet eder. [232].
Beyhaki der ki: İmam Şafii şöyle demiştir:
“ Kuran'da neyin nasih neyin mensuh olduğuna ya Rasûlüllah'ın s.a.v.)haber vermesiyle yahut birinin önce, diğerinin de sonradan nasih olarak geldiğinin tarih olarak tespitiyle veya da hadisi işitenin haber vermesiyle veyahutta icmayla (birinin nasih diğerinin mensuh olduğuna ittifak edilmesiyle) delil getirilir.
Yine İmâm Şafii şöyle der:
“ Kuran'daki nesihlerin çoğu Rasûlüllah'ın s.a.v.)sünnetlerinin işaret etmesiyle bilinmiştir.1[233].
Beyhaki İbnu'i Mübarek'ten rivayet eder: Kendisine, “kişi ne zaman fetva verebilir” diye sorulunca:
“ Hadisleri biliyor ve ictihad edebilecek çapta ise, diye ise cevap verir. [234].
Beyhaki Cundub b.Abdillah'tan. Rasûlülah'ın s.a.v.)şöyle buyurduğunu nakleder:
“ Kuran'dan kendi görüşüne göre hüküm çıkaran kimse isabet etse de hata etmiştir. [235].
Beyhaki İbrahim et-Teymi'den rivayet eder: Ömer b. et-Hattab (ra),İbnu Abbas'a “bu ümmet, kitabları, nebileri ve kıbleleri bir olmasına rağmen nasıl oluyor da ihtilafa düşüyor” diye haber göndererek sordurur. İbnu
Abbas ta şöyle cevap verir:
“ Ey müminlerin emîri! Bizlere Kuran indirildi ve ne hususta inzal edildiğini bilerek onu okuduk. Bizden sonra öyleleri olacak ki, hangi hususta inzal edildiğini bilmeden Kuran'ı okuyacaklar. Bu sebeble de ayetlerle ilgili her topluluğun farklı görüşü olacak. Her topluluğun farklı görüşü olunca ihtilafa düşecekler, ihtilafa düşünce de savaşacaklardır.” Bunu Said b. Mansur Sünen'inde rivayet etmiştir.
Ben de diyorum ki:
Bundan anlaşılıyor ki, Kuran'dan hüküm çıkaracak kimsenin ayetlerin nüzul sebeblerini bilmesi gerekir. Ayetlerin nüzul sebebleri de hadislerden öğrenilir. Yine de en iyisini Allah (c.c.)bilir.
Beyhaki ve Darimi Şa'bi'den rivayet ederler:
Ömer b. el-Hattab (ra) (kadı) Şureyh'e şöyle bir talimat yazıp gönderir:
“ Bakman gereken bir dava geldiğinde Allah'ın (c.c.)kitabına bak ve onunla hüküm ver. Kuran'da yoksa Rasûlüllah'ın s.a.v.)nasıl hüküm verdiğine bak Onda da yoksa salihlerin ve adil imamların nasıl hüküm verdiklerine bak. Bunlarda da yoksa kendi içtihadına göre hüküm ver.[236]
Beyhaki ve Darimi İbnu Mesud'dan da şöyle dediğini rivayet ederler:
“ Sizden biri kadı olursa Allah'ın (c.c.)kitabındakiyle hükmetsin. Eğer Allah'ın (c.c.)kitabında yoksa Rasûlüllah'ın s.a.v.)hüküm verdiği gibi hüküm versin. Eğer orada da yoksa salihlerin ve adil imamların nasıl hüküm verdiklerine baksın. Onlarda da yoksa kendi içtihadına göre hüküm versin.
Beyhaki ile Darimi İbnu Mesud'dan şöyle dediğini de rivayet ederler:
Sizden biri kâdı olursa Allah'ın (c.c.)kitabındakiyle hükmetsin. Allah'ın (c.c.)kitabında yoksa Rasûlüllah'ın s.a.v.)hüküm verdiği gibi hüküm versin. Ne Allah'ın (c.c.)kitabında ne de Rasûlûllah'ın s.a.v.)verdiği hükümlerde bu yoksa, salihlerin hüküm verdiği gibi hüküm versin. Onların uygulamalarında da yoksa kendi içtihadına göre hüküm versin.[237]
Beyhaki ve Darimi İbnu Abbas'tan rivayet ederler: Allah'ın (c.c.)kitabında bulunmayan, Rasûlülah'ın da
s.a.v.)sünnetinde geçmeyen yeni bir görüş ortaya atan kimsenin Allah' a (c.c.)ne halde varacağı bilinmez. [238]
Beyhaki de Abdullah b. Amr'dan. Rasûlüllah'ın s.a.v.)şöyle buyurduğunu nakleder:
“ Arzuları benim getirdiklerime tabi olmadıkça bir müminin imanı kemâle ermez.” [239]
Beyhaki ile Lalekai Sünnet'inde Ömer b. el-Hattab'dan (ra) şöyle dediğini rivayet ederler:
“ Kendi görüşlerine göre hüküm verenlerden sakının. Çünkü onlar sünnetlerin düşmanlarıdır. Rasûlüllah'ın s.a.v.)hadislerini ezberlemek onlara zor ve meşakkatli gelmiş, onlar da kafalarına göre hüküm vermişlerdir. Hem kendileri sapıtmış hem de başkalarını yoldan çıkarmışlardır. [240]
Buharı de Ebu Vail'den nakleder:
Sehl b. Huneyf Sıffin'den dönünce, haber almak için kendisine durumu sorduk. (Müslümanların birbirleriyle harbetmesini kınayarak) şöyle dedi:
“ Din adına olan yanlış görüşleri kınayın! Ebu Cendel (Hudeybiye) gününü hatırlıyorum. Şayet Rasülüllah'ın s.a.v.)emrini kendi görüşüme uyarak reddetmeye muktedir olsaydım onu mutlaka reddederdim. (Hudeybiye antlaşmasına aykırı olarak müşriklerle savaşmak elimden gelseydi bunu yapardım). AIIah (c.c.)ve Rasûlü s.a.v.)bunu daha iyi biliyor. Oysa korktuğumuz bir işin akıbetini beklemek üzere kılıçlarımızı boynumuza her asısımızda, bu iş kolay bir şekilde lehimize neticelenmiştir. ( Bu sebeble Hudeybiye antlaşması başta hoşumuza gitmese de nihayetinde nasıl lehimize sonuçlandıysa. Sıffin'de de hakem kararıyla anlaşma yapılması da neticede hayırlı olmuştur). Fakat sizin (Sıffin'deki hakemlik meselesinde ayrı ayrı düşüncelerde olmasından kaynaklanan patlaklar) var ya. bir tarafını kapatıyoruz başka bir taraftan patlak veriyor.Bunu nasıl halledeceğimizi bilemiyoruz.[241]
Beyhaki ve Ebu Ya'la Ömer b. el-Hattab'ın (ra) şöyle dediğini rivayet ederler:
“ Ey insanlar! Din adına olan yanhş görüşleri kınayın! Vallahi ben hakkı söylemekten hiç geri kalmam .İşte Ebu Cendel günü de şayet Rasûlüllah'ın s.a.v.)emrini reddetmeye muktedir olsaydım, muhakkak onu reddederdim. Anlaşma yazılacak kağıt Mekkeliter ile Rasûlüllah'ın s.a.v.)önünde duruyordu. Rasûlüllah s.a.v.)başına “bismiliahirrahmanirrahim” yazın diye buyurdu. Mekkeliler ise,
“ Sen bizi senin anlattıklarını tasdik ettik mi sanıyorsun? Önceden yazdığın gibi şimdi de bismikellahümme (Allahım senin adınla) yaz, dediler.
Rasûlüllah s.a.v.)da buna razı oldu. Ben ise bu teklifi içime sindiremedim. Bunu gören Rasûlüllah (SAV):
“ Benim kabul ettiğimi gördüğün halde kabul etmiyor musun yoksa,diye buyurdu. Bunun üzerine ben de razı oldum. [242]
Beyhaki şu zevattan da çeşitli nakiller yapar:[243]
“ Din akla göre olsaydı, meshin mestin üstünden ziyade altına olması daha münasib olurdu. Fakat ben Rasûlüllah'ın s.a.v.)mestin üstüne mesh yaptığını gördüm”.[244]
“ Ümmet sünnete sarıldığı sürece doğru yoldan sapmaz.[245]
“ Sünnete tabi olmak dinin esasıdır. [246]
Sünneti terkettiğiniz zaman helak olursunuz. [247]
“ Önceden (alimler) “ümmet sünnet üzere oldukça doğru yolda baki kalır diyordu.” [248]
“ Ben nebi (as)'ın sünnetinin peşinden giderim. [249]
“ Sana Rasûlüllah’tan s.a.v.)bir hadis geldiğinde sakın ola onun aksine bir şey söyleme. Çünkü Hz.peygamber s.a.v.)Allah Teâlâ'dan (c.c.)(alıp) tebliğ ediyordu.” [250]
“ İlmin tamamı hadisleri bilmektir.” [251]
“ Bir şahıs Maük'e gelip bir mesele sordu. Ona “Rasûlüllah s.a.v.)bu hususta şöyle şöyle buyurdu” diye cevap verdi. Soruyu soran, “peki böyle olsa da olmaz mı, ne dersin” deyince, Malik ona şu ayeti okur:”..onun emrine aykırı davrananlar, başlarına bir bela gelmesinden veya kendilerine çok elemli bir azap isabet etmesinden sakınsınlar.”[252]
“ Malik şöyle demiştir: “Önceleri insanlar fetva verdiklerinde ne diye böyle fetva verdin diye sormuyorlardı. (Onların fetva için naklettiği) rivayetlerle yetiniyor ve ona boyun eğiyorlardı.” [253]
“ Malik b. Enes'ten dini hususlarda münakaşayı kınadığını duydum. O şöyle diyordu :”Bize çok münakaşacı bir zat geldiğinde onun fikirlerini Cibril'in (as) Nebi'ye (as) getirdiği hadislerle reddetmek isteri” [254]
“ Dayandığın şey hadisler hadisleri açıklayanları al. [255]olsun. İctihadlardan da hadisleri açıklayanları al. [256]
“ Sufyan'ın yanındaydım. Ona bir adam geldi ve “Ebu Hanife'yi suçlamıyor musun” dedi. Ona şöyle cevap verdi:
“ Nesi var ki? Ben onun şöyle dediğini duydum:
“ Allah'ın (c.c.)kitabıyla amel ederim. Onda bulamazsam
Rasûlüllah'ın s.a.v.)sünnetiyle amel ederim. Allah'ın (c.c.)kitabı ile Rasûlüllah'ın s.a.v.)sünnetinde yoksa ashabının sözünü alırım. (Aralarında ihtilaf olursa) dilediğiminkini alır, dilemediğiminkini de bırakırım. Onların sözlerinin dışına çıkıp, başkasının kavlini almam. Ama iş İbrahim, Şa'bi, İbnu Şîrîn, Hasan, Atâ İbnu'l Müseyyeb'edaha başkalarını da saydı geldiyse, onlar da ictihad etmiş kimselerdir. Onların yaptığı gibi ben de ictihad ederim.[257]
“ İmam Şafii bir gün bir hadis rivayet eder. Bir kişi “ya Eba Abdillah! Sen de bu hadisteki hükmü kabul ediyor musun” diye sorunca ona şöyle der: “Her ne zaman bir hadis rivayet eder de onu kabul etmezsem bilin ki aklım gitmiştir.” [258]
Yine Rebi'den:
“ Şafii'nin şöyle dediğini duydum: “ Kitabımda Rasûlüllah'ın s.a.v.) sünnetine aykırı birşey bulursanız,
Rasûlüllah'ın s.a.v.)sünnetini alın benim dediğimi bırakın. [259] Beyhaki, Mücahid'in “bir şey hakkında ihtilafa düşerseniz, onu Allah'a (c.c.)ve Rasûlüne s.a.v.)arz edin[260]ayetiyle ilgili şöyle dediğini nakleder:
“ Allah'a (c.c.)yani Allah'ın (c.c.)kitabına, peygamberine yani Rasûlüllah'ın s.a.v.) sünnetine arzediniz.” [261]
Beyhaki ve Darimi Ebu Zer'den rivayet ederler:“Rasûlüllah (SAV),emr-i bi'l ma'ruf-nehyi ani'l münkerde bulunmaktan, bir de sünneti insanlara öğretmekten geri kalmamamızı bizlere emretti. [262]
Beyhaki şu zevattan da rivayette bulunur:[263]
“Kuran'ı öğrendiğiniz gibi sünnetleri, miras ilmini ve kelimelerin i'rabını da öğrenin.[264]
“İnsanlar! İlim kaldırılmadan önce ilim öğrenin. İlmin kaldırılması ilim sahiplerinin tükenmesidir. Bidatlerden, lügat parçalayarak güzel konuşmaktan sakının. Eskilerin yolunda bulunun, (Kuran ve sünnete tutunun). Bu ümmetin son zamanlarında ise bazı topluluklar zuhur edecek; onlar Allah'ın (c.c.)kitabına çağırdıklarını iddia edecekler. Oysa onlar onu arkalarına atmışlardır.” Bunu Darimi rivayet etmiştir. [265]
“Ben, Ebu Osman, Ebu Nadre, Ebu Miclez, Halid, el-Eşec beraberdik. Hadisleri ve sünnetleri müzâkere ediyorduk. İçimizden biri "Kuran'dan bir sûre okusak daha faziletli olurdu”dedi. Bunun üzerine Ebu Nadre de şöyle dedi:”Ebu Said el-Hudri şöyle derdi:”Hadis müzakeresi Kuran okumaktan daha faziletlidir. [266]
Ben de diyorum ki:
Bu söz İmam Şafii'nin şu sözü gibidir' İlim öğrenmek nafile namazdan daha, faziletlidir.” Kuran kıraati da nafiledir. Hadisleri ezberleyip bellemek ise farz-ı krfayedir. Yine de en iyisini Allah (c.c.)bilir.
Beyhaki şu nakilleri de yapar:[267]
“Salih niyetli bir kimse için ilim veyahutta [268] hadis öğreniminden daha faziletli bir amel bilmiyorum.[269]
“Allah Teâlâ'nın (c.c.)rızasını arayan kimse için hadis öğreniminden daha faziletli birşey bilmiyorum. [270]
“Allah Rasûlünün s.a.v.)hadislerine hürmet etmek. Aliah'ın (c.c.)kitabına hürmet etmek gibidir. [271]
Beyhaki der ki:
Halid bu sözüyle, hadisin gerekli olduğunu kabul etmenin, ona hürmette kusur etmemenin, tabi olmanın farz olduğunu kastetmiştir.
Beyhaki şu nakilleri de yapar:[272]
“Ne zaman hadis ehlinden bir kişi görsem sanki Allah Rasûlünün s.a.v.)ashabından birini görmüş gibi olurum”[273]
“İmam Malik hadis rivayet etmek istediğinde abdest alır, divanın ortasına oturur, sakalını tarar, vakar ve heybetle kendisini toparlarından sonra hadis rivayet ederdi. Kendisine bu hâl hatırlatıldığında şöyle demişti:
“Allah Rasûlünün (c.c.)hadislerine ta'zım etmeyi seviyorum. İyice temizlenip abdest almadan hadis rivayet etmiyorum”.İmam Malik yolda, ayakta ve acelesi varken hadis rivayet etmekten de hoşlanmıyordu. Bu hali için de şöyle diyordu: “Rasûlüllah'tan s.a.v.)neyi rivayet ettiğimi düşüne düşüne rivayet etmeyi seviyorum.”[274]
“ Yatakta hasta yatıyorken Said. b. el-Müseyyeb'in yanına bir kişi gelir ve bir hadisten sorar. Said hadisi oturarak ona rivayet eder. Kendisine”sizi rahatsız etmek istememiştim “demesi üzerine de ona şöyle cevap verir' Rasûlüllah'ın s.a.v.)hadisini yatarak sana nakletmek içime sinmedi.”[275]
“ A'meş, abdestsizken hadis rivayet etmek istediğinde, teyemmüm alırdı." [276]
“ Dırar b. Mürre şöyle dedi: Hadis alimleri abdestsiz olarak hadis rivayet etmeyi hoş görmezlerdi.” [277]
“Rasûlüllah'ın s.a.v.) hadislerini abdestli olarak okumamız güzel görülürdü.” [278]
“ Bir zat yürürken İbnu'l Mübarek'e bir hadis sorar. O da ona bu halde hadis nakletmek ilme hürmete uygun düşmez” diye cevap verir. [279]
“ İmam Malik'in yanındaydım. Hadis rivayet ediyordu. Bir akrep gelip kendisini tam on altı kere soktu. Malik'in acıdan rengi değişiyor fakat zorlanak sabrediyor. Rasûlüllah'ın s.a.v.)hadisini bölmüyordu. Rivayet oturumunu bitirince insanlar ayrıldılar. Ona “senin yaptığına hayret ettim” dedim. Bana “evet, ben bunu Rasûlüllah'ın s.a.v.) hadislerine olan hürmetimden dolayı yaptım”dedi. [280]
“ Rasûlüllah'tan s.a.v.)duyduğum herşeyi yazıyor ve hazırlansın”.[281]
Ahmed b. Hanbel. Bezzar Taberani Zeyd, b. Erkam'dan rivayet etmişlerdir:
Ubeydullah b. Ebi Ziyad beni çağırttı. Yanına geldim. Bana dedi ki:
“ Kuran'da kendileriyle ilgili bir delil bulamadığımız, anlatılıp duran ve senin de rivayet ettiğin bu hadisler neyin nesidir? Rivayetine göre Rasûlüllah'ın s.a.v.)cennette bir havzt varmış!
Zeyd ona şöyle der:
“ Bunları bizlere anlatıp vaad eden Rasûlüllah'ın s.a.v.)kendisidir”.(Biz kendi kafamızdan çıkarmıyoruz). [282]
Taberani el-Mucemu'l Kebir'de Selman'dan rivayet eder: Rasûlüllah s.a.v.)şöyle buyurdular:
“ Benim adıma bilerek yalan uyduran cehennemde kalacağı yere hazırlansın. Benden kendisine ulaşan hadisi reddeden kimsenin kıyamette hasmıyım. Tanıyıp bilmediğiniz bir hadis te benden size ulaşırsa (hemen mevzudur demeyin) en iyisini Allah (c.c.)bilir deyin”.[283]
Taberani el-Mucemu'l Evsafta Cabirden rivayet eder: Rasûlüllah s.a.v.)şöyle buyurdular:
“ Benden kendisine (sahih senedle) ulaşan hadisi inkar edip yalanlayan, aslında üç kişiyi yalanlamıştır. Allah'ı (C.C), Rasûlünü s.a.v.)ve o hadisi rivayet edeni”.[284]
Ebu Ya'lâ ve el-Evsat'ta Taberani Enes'ten rivayet ederler Rasûlüllah s.a.v.)şöyle buyurdular:
“ Allah'tan (c.c.)kendisine fazileti muhtevi bir haber ulaşıp ta, bunu tasdik etmeyen kimse (onu kabul etmeyip, o haberde varid olan sevablı ameli de işlemeyeceğinden) o fazilete nail olamaz”.[285]
Ebu Ya'lâ Cabir b. Abdillah'tan rivayet eder: Rasûlüllah s.a.v.)şöyle buyurdular:
“ Muhtemelen sizden biri koltuğuna yaslanacak ve beni yalanlayacaktır. Ona benden bir hadis ulaşacak, o da “ Rasûlüllah s.a.v.) bunu söylememiştir. Bırak bunu, bize Kuran'dakilerden bahset “ diyecektir”.[286]
Şimdi naklettiğim bu rivayet (koltuğa yaslanıp hadisi reddetme) hadisinin beşinci tarikıdır. Aynı hadisin Ebu Rafi'.el-Mikdam. el-Irbad b. Sariye, Ebu Hureyre tarikleri daha önce geçmişti. Bu hadisin bir altıncı tariki daha vardır. O da şudur:
Taberani el-Mucemu'l Kebir'de Halid b. el-Velid'den rivayet eder: Rasûlüllah s.a.v.)şöyle buyurdular:
“ Ya Halid! İnsanlara namazın cemaatla kılınacağını ve cennete sadece müminlerin gireceğini [287] seslen”.
Rasûlüllah s.a.v.)daha sonra çıkıp gelerek, öğle sıcağında insanlara namazı kıldırdı. Namazdan sonra içlerinde ayağa kalkarak şöyle buyurdu:
“ Haksız olarak bir zimminin malının alınmasını haram kılıyorum. Muhtemelen sizlerden bazıları koltuğuna yaslanacak ve “sadece Allah'ın (c.c.)kitabında helal bulduğumuzu helal sayar, onda haram bulduğumuzu haram sayarız” diyecektir. Dikkat ediniz! Ben de zimmilerin mallarının haksız yere alınmasını haram kılıyorum”.[288]
Aynı hadisin bir yedinci tariki: onları ezberlemek istiyordum. Kureyşliler ise beni bundan men edip “ Rasûlüllah'tan s.a.v.)duyduğun herşeyi yazıyorsun, oysa o da bir insandır. Sükûnet halinde ve gadab halinde konuşmuş olabilir” dediler. Ben de yazmayı bıraktım. Durum Rasûlüllah'a s.a.v.)aktarılınca, bana “yaz” dedi. Ağzını işaret ederek “nefsim elinde olan Allah'a (c.c.)yemin ederim ki ,buradan haktan gayrisi çıkmaz” buyurdular. Bunu Darimi ve Hakim rivayet etmişlerdir.[289]
“ Ensardan bir zat Rasûlüllah'a s.a.v.)hafızasının zayıflığından şikayetçi olur:“Sizden hadisleri dinliyorum fakat aklımda tutamıyorum” der. Ona eliyle yazabileceğine işaret ederek “elinden istifade et” diye buyurur. Bunu Tirmizi rivayet etmiştir. [290]
Beyhaki ve Darimi Abdullah b.Dinar'dan rivayet ederler:
“ Ömer b. Abdilaziz (Medine valisi) Ebubekr b. Muhammed b. Amr b. Hazm'a şu emri yazıp gönderir:
“ Rasûlüllah'tan s.a.v.)varid olan sünnet ve hadisleri araştırıp yaz. Çünkü ilmin kaybolmasından, ilim ehlinin de
tükenmesinden korkuyorum.” [291]
Beyhaki ve Darimi Zûhri'den rivayet ederler: “Geçmiş ulemamız şöyle derdi: Sünnete yapışmak kurtuluştur”.[292]
Buraya kadar hulasa ettiklerim, Beyhaki'nin kitabından özetlemiş olduğum; sünnete yapışmanın gerektiği ve ona uymanın farz olduğuna dair ki hadis ve diğer rivayetlerdir.[293]