SÜNNETİN VAHİY İLE İLGİSİ VE KUDSÎ HADÎS
Rasûl-i Ekrem (s.a.) -beşer arasından seçilmiş ve insanca yaşamış olması bakımından- şüphesiz bizim gibi bir insandır. Fakat insanlara örnek olarak gönderilişi, Allah'ın kendisine hitap etmesi için gerekli kemâl ve ruh kuvvetine sahip oluşu bakımlarından diğer insanlardan -hattâ getirdiği dinin özellikleri gözönüne alımca- aynı zamanda diğer peygamberlerden farklı, erişilmez vasıflar temsil etmektedir.
Devamlı olarak ilâhî kontrol ve yardım onunla beraber olmasa, insan olması bakımından, hatâ edebilirdi. Halbuki hem hatâ edebilmesi, hem de Allah'ın hoşnut olacağı şekilde insanlara örnek olması düşünülemez. Bu akıl yönünden böyle olduğu gibi, bütün sünnetlerinin vahye dayandığını bildiren âyet ve hadîsler de aynı özelliği ispat etmektedir:
“O kendi arzusu ile söylemez o (söylediği) kendisine vahyedilen bir vahiyden başka bir şey değildir.”[1]
Mıkdâm b, Ma'dî-kerib'in rivayetine göre Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur :
“Bana Kur'an ve onunla beraber onun gibisi verildi... Şunu iyi biliniz ki, Allah Rasûlünün haram kıldığı da Allah'ın haram kıldığı gibidir..” [2]
Âyet, kutsî hadîs ve hadîs arasındaki farkları iyi anlıyabilmek için kısaca vahyi ve çeşitlerini görmemiz gereklidir.[3]
Vahiy:
Bu kelime “vahyetmek” ve “vahyedilen şey” karşılığı olarak -iki mânada- kullanılır.
Birincisinin lûğat mânası: Bir şeyi, gizli bir yoldan ve bir anda bildirmek ve anlatmaktır.
Dindeki mânası ise: Allah'ın, peygamberlerine bildirmeyi istediği haber ve kaideleri, gizli bir yoldan ve onların -Allah'dan olduğunu- şüphesiz olarak bilecekleri bir şekilde bildirmesidir.[4]
Vahyin Şekilleri:
Bir âyette Allah’ın dilediğini kullarına bildirme şekilleri şöyle anlatılmaktadır:
“Vahyile, yahut perde arkasından veya elçi gönderip ona kendi izniyle dilediğini vahyetmesi şekillerinden başka hiçbir insanla Allah'ın konuşması olmaz.” [5]
Bu âyet-i kerîmeden Allah'ın kullarına hitabının üç şekli olduğu anlaşılmaktadır:
I- “Vahyile”: Uykuda veya uyanıkken, peygamberin kalbine (zihnine) Allah'ın, istediği mânayı bir anda ve peygamberin, Allah'tan olduğunu şüphesiz bileceği şekilde koyması ve getirmesidir.
II- “Perde arkasından”: Yani, peygamber Allah'ı görmeksizin onun sözünü duyar. Nitekim Hz. Mûsâ ile böyle bir konuşmanın yapıldığını Kur'ân-ı Kerîm'den öğreniyoruz; [6]
III- Uykuda veya uyanıkken “elçi (melek) gönderip” dilediğini peygamberine ulaştırması. Meleğin gelmesi şekli de iki türlü olmaktadır:
A- Görülerek:
1) Meleği Allah'ın yarattığı asıl şekliyle,
2) Bir insan şekline girmiş olarak, görmek suretiyle. Bunlardan birincisi (ilk vahiy ve mi'râcda... olduğu gibi) çok az vuku bulmuştur. İkincisi ise (meselâ eshâb'dan Dihye gibi) bir insana benzer şekilde meleğin gelmesidir ki daha çok görülmüştür.
B- Bazan da Rasûlullah (s.a.) meleği görmez, fakat çıngırak sesine (veya arı vızıltısına) benzer bir ses duyardı. Bu sırada yanında olanlar onda -her zaman görmedikleri- bir nevi vecd hâli görürlerdi. İşte bu şekilde -yine melek aracılığı ile- gelen vahiy de çok tekerrür etmiştir.
Vahyin çeşitleri hakkında “Buhârî” nin camiinde özel bir “bâb” vardır.[7]
“Vahyedilen Şey” Mânasındaki Vahyin Bölümleri:
Bu bakımdan, vahyedilenler iki kısma ayrılır:
A- Okunan vahiy: Bu Kur'an-ı Kerîm'dir ve şu özelliklerinde ümmetin icmâı vardır:
1- Peygamber Efendimize (s.a.) uyanıkken Cibrîl vasıtasıyla gelmiştir.
2- Uykuda ve -yukarda gördüğümüz- diğer vahiy yollarıyla gelmemiştir.
Bunlardan başka Kur'an-ı Kerîm'in şu özellikleri de vardır:
3- Gerek namazda, gerekse namaz dışında okunarak ibadet edilir.
4- Yalnız mânasıyle nakli (rivayeti) caiz değildir.
5- Hem söz hem. de manasıyla mu'cizdir. (Benzerini getirmek imkânsızdır.)
6- Şekli ve mânası Allah tarafından korunmaktadır.
7- Abdesti olmayanın ona dokunması haramdır.
8- Boy abdesti alması gereken kimse onu okuyamaz.
9- Her harfini okumanın on sevabı vardır.
10- Belli kısımlarına âyet ve sûre adı verilir.[8]
B- Okunmayan vahiy: Bu da sünnettir. Bunun özellikleri:
1- Yalnız mânası Allah tarafından vahyedilmiştir, sözleri Rasûlullah'a aittir.
2- Bu sebeple -ilerde göreceğimiz gibi- mânayı iyi anlıyanların, onu yalnız mânasıyle nakletmeleri caiz görülmüştür.
3- Lâfzı mu'ciz değildir.
4- Okunarak ibâdet edilmez. (Namazda âyet yerine okunmaz.)
5- Uykuda ve uyanıkken, meleksiz ve melekle... türlü vahiy şekilleriyle gelmiştir.
6- Kur'an için yukarda sayılan diğer özellikler burada aranmaz.
Not: Peygamber Efendimiz'in bazı ictihadları (kendi akliyle meseleleri çözüp hükme bağlaması) olmuş, bunlar arasında bazılarında isabet bulunmadığı Allah tarafından bildirilmiş ve tashih edilmiştir. Bu yüzden bazı kimseler O'nun (s.a.) her sünnetinin vahye dayanmış olduğuna itiraz ederler. Halbuki:
a- İctihad etme ve bazan bunda yanılmanın dinde caiz olması da Rasûlullah’ın (s.a.) ümmetine tebliğ etmesi gereken şeylerdendir. Bunu aynı zamanda fi'len tebliğ etmiş olmak için yanılmış olabilir.
b- Hatâsı dînî bir kaide olarak kalıp bize intikal etmiş değildir. Yukarda söz konusu edilen İlâhî kontrol, bu hatâları derhal tashih etmiş ve onun her sünneti böylece vahyin süzgecinden geçmiştir.[9]
Kutsi Hadîsler
Hadîsler arasında kudsî, ilâhî veya rabbânî adıyla anılan bir çeşit hadîsler daha vardır ki bunlar bize tevatürle değil, âhâd yoluyla Rasûlullah (s.a.) den nakledilmiş ve Efendimiz tarafından da Allah'a nisbetle (ona ait söz gibi) ifade edilmiştir.
Bunlar Allah sözü mü, Rasûlullah (s.a.) sözü müdür? Kur'an-ı Kerîm'in mi yoksa sünnetin mi özelliklerini taşır? Bu konularda İslâm âlimlerinin iki görüşü vardır :
A- Kudsî hadîslerin hem sözleri hem de mânası Allah’tandır. Bu görüşü ileri sürenleri şu hususlar destekler gibi görünmektedir:
1- Bunlar Allah'a nisbet edilmiş ve isimlerine “kutsî, rabbânî veya ilâhî” denmiştir.
2- “Ey kullarım...” gibi birinci şahıs (mütekellim) zamirleri kullanılmıştır.
3- Bunlar, Rasûlullah'tan (s.a.) öte geçerek Allah'tan rivayet edilmekte ve şu rivayet ifadeleri kullanılmaktadır:
a- Rabbından rivayet ettiği hadiste Rasûlullah şöyle buyurdu...
b- Kendisinden Rasûlullah’ın (s.a.) rivayet ettiği (hadîste) Allah şöyle buyurdu.
Bu görüş sahipleri kutsî hadîslerin Allah'a ait olduğunu ileri sürmekle beraber, bunların da Kur'an-ı Kerîm'in taşıdığı özellikleri taşıdığını iddia etmiyorlar. Onlara göre de bu hadîsler diğer hadîsler gibidir. Onlardan farklı olduğu yerler (yukarda geçenlerden başka):
(a)- Allah'ın ve ni'metlerinin büyüklüğünden bahseder.
(b)- Ahâd yolla geldiği için tenkide tâbidir.
B- Kutsî hadîsler hakkındaki ikinci görüş: Bunların mânası, diğer hadisler gibi Allah'tan, sözleri ise Rasûlullah'tandır. Yalnız Rasûlullah’ın bunları, “Allah dedi...” şeklinde ifâde etmesi, bu hadîslerde geçen hususlara, ümmetinin dikkatini çekme gayesi taşımaktadır.[10]
Vahyin bir kısmının hem söz hem mâna olarak bir kısmının da yalnız mânasıyle gönderilmesi, Allah'ın bu ümmete bir rahmeti ve lutfudur. Çünkü hepsinde, Kur'anda olduğu gibi, söz de Allah'tan olsaydı aynen- kelimesi kelimesine- bellenmesi, böylece nakledilmesi gerekirdi. Bunda ise bilhassa ilk devirler için güçlük bulunduğu ortadadır.
Kutsî Hadîse bir örnek:
Ebû-Zerr (r.a.) ın rivayetine göre Rasûlullah (s.a.)’in Allah Teâlâ'dan rivayet ettiği bir (hadîste) Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor:
“Ey kullarım, ben zulmü kendime haram ettim, onu aranızda da haram kıldım, artık birbirinize zulmetmeyin”.
“Ey kullarım, (kendinize kalsanız) hepiniz sapıksınızdır, ancak benim doğru yolu gösterdiklerim müstesna; benden hidayet isteyin ki sizi ona ileteyim”.
“Ey kullarım, benim yedirdiklerim müstesna hapiniz açsınızdır. benden rızık isteyin ki size vereyim.”
“Ey kullarım, benim giydirdiklerimden başka hepiniz çıplaksınızdır, giydirmemi isteyin, sizi giydireyim.”
“Ey kullarım, siz gece ve gündüz günah işliyorsunuz, ben de bütün günahları affederim; tekrar -bana yönelerek- af dileyiniz sizi affedeyim.”
“Ey kullarım, siz bana zarar veremezsiniz ki bunu yapasınız, keza bana, fayda veremezsiniz ki bunu yapabilesiniz.”
“Ey kullarım, sizin geçmişiniz geleceğiniz, insan ve cin (hepiniz), içinizden kalbi en temiz olanınız gibi olsalar, bu benim mülkümde bir şey artırmaz.”
“Ey kullarım, geçmişiniz geleceğiniz, insan ve cin (hepiniz), kalbi en bozuk bir adam gibi olsalar, bu da benim mülkümde hiçbir şeyi eksiltmez.”
“Ey kullarım, geçmişiniz geleceğiniz, insan ve cin (hepiniz) bir yerde toplanıp benden (bir şeyler) isteseler, ben de her insana dilediğini versem bu, bende bulunandan, denize batırıldığında bir iğne ucunun ondan eksilttiği kadardan daha fazlasını eksiltemez.”
“Ey kullarım, sizin için sıralayıp sakladığım, sonra aynen önünüze getireceğim işler ancak ve yalnız sizin amellerinizdir. İyi bulan Allah'a hamdetsin, başkasını bulan ise yalnız kendi başını dövsün.”[11]
[1] Necm: 53/4.
[2] Mişkât, c. I, s. 57. Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 8
[3] Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 8
[4] el-Hadîs ve'1-muhaddisûn, s. 12. Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 8
[5] Şûra: 42/51.
[6] Tâhâ: 20/1.
[7] c. I, bâb: 1. Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 8-9
[8] Kavâidü't-tahdîs, s. 65; el-Hadîs ve'1-muhaddisûn, s. 15.
[9] Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 9-10
[10] el-Hadîs ve'1-muhaddisûn, s. 18; Kavâidü't-tahdîs, s. 64 ve devamı.
[11] Müslim, c. IV, s. 1994; Mişkât, c. I, s. 714. Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 10-12