1- Güvenilir Kaynak:
Dinimizin, Kur'an-ı Kerîm'den sonra ikinci kaynağı olan Hadîs-i Şerifleri kavrayıp onlardan istifâde etmenin çok kolay bir iş olmadığı geçmiş bahislerde anlaşılmıştır. Zira, Hadîslerin bir kısmı sahîh, bir kısmı hasen, bir kısmı da zayıftır. Mevzu (uydurma) olanlar da ayrı bir grup teşkil etmekte.
Bu sebeple öncelikle, hadîsin kaynağına dikkat etmeye ve sıhhati hususunda âlimlerin şehadet ettiği kitaplara yönelmeye gerek var. Kütüb-i Sitte, Muvatta gibi kaynaklar bu mevzuda en güvenilir kaynakları teşkil eder. Bunların hadîsleri makbûldür.
Ancak makbûl bir hadîsle de hemen amel etmemize mâni bazı ihtimaller var, şöyle ki:
* Hadîs mensûh olabilir.
* Hadîs bir başka rivayetle muhalefet halinde olabilir.
* Hadîsi âlimler farklı farklı anlamış olabilir.
* Mezhebimizde amel edilmemiş olabilir.[1]
2- Güvenilir Şerh:
Bu ihtimaller bizi, ister istemez, hadîsleri güvenilir şerhlerden okumaya sevk edecektir. Hele hadîs ahkâma müteallik ise, haram, helal bildiriyorsa ve alış-veriş, şüf'a, gibi muâmelât ve kul hakkını ilgilendiren konulara giriyorsa, şerhe müracaat bir zarûret olur.[2]
3- Ehliyetli Tercüme:
Bir hususa daha dikkat çekeceğiz. O da hadîslerde Arap dilinin gereği olarak Hz. Peygamber'in yer verdiği teşbîhli ifâdeleridir. Teşbihli, mecazlı ifâdelere hadîslerde sıkça yer verilmiştir. Bu çeşit rivâyetlerde, kullanılan kelimelerin lügat manası değil, bunun gerisinde asıl kastedilen mânanın araştırılması gerekir. Bir Arap için bunu yakalamak kolay olsa bile, en azından anlamın bir kısmında kastedilen manayı yakalamak bir gayr-ı Araba zorluk arzeder. Bu durum da bizi, şerhlere müracaata sevkeder. Hadîsleri tercümeden okuyanların da, şerhe veya ehliyetli kimselerin yaptığı tercümelere başvurması gerekir. Çünkü ehliyetli kişi mutlaka lafzî mânada takılıp kalmaz, hadîsin kasteddiği gerçek mânâyı arar. Aramayan tercümeci zâten ehliyetli değildir. Bu hususun ehemmiyetini belirtmek için bir başarısız tercüme örneği vereceğim. Daha önce bir başka vesileyle zikri geçen: hadîsi bir kitapta aynen şöyle tercüme edilmiştir: "Allah Teâla'nın en çok sevmediği kimse, sığırın diliyle yalanması gibi, dilini dişleri üzerinde dolaştıran hatiptir".
Şurası muhakkak ki, hatîbin dilini dişleri üzerinde dolaştırması, örf, adet yönüyle hoş karşılanmamış olsa bile, Allah'ı en ziyade gazaba sevkedecek bir davranış bir fısk, bir isyan olamaz. Öyle ise Resûlullah (aleyhissalâtu vesselam) bir başka şey kastedmiş olmalıdır: Geçimliğini diliyle toplamak, yani belâgatı, güzel ifâdeyi insanları aldatma vasıtası yapmak gibi... Hadisin metninde "diş" kelimesinin bulunmayışı, tercümenin bozukluğunu zaten katmerleştirir.[3]
4- Metod Bilgisi:
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın hadîslerinde hâkim olan beyan metodunun bilinmesi, hadîsleri hakkıyla anlamada kolaylık sağlar ve yanılmaları asgariye indirir. Metod kelimesiyle kastettiğimiz hususları bir kaç madde hâlinde şöyle özetleyebiliriz:
l - Muhatab'a Göre Hitap: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in bilhassa ahlâkiyat ve içtimaî münasebetler ve güzel amelleri beyan ve onlara teşvîkle alakalı hadislerinde muhatabları, içinde bulunulan şartları iyi bilmek gerekir. Bu hususun ehemmiyetine binâen, muhaddisler, esbâb-ı vürud dediğimiz. Hadislerin beyanına veya sünnetin vukûuna sebep olan âmilleri bilme işini, ulûmu'l-hadîsin müstakil bir şubesi kılmışlardır. Esâsen sâdece hadîs değil, bütün sözlerin değerlendirilmesinde "Kim söylemiş, kime söylemiş, ne makamda, hangi maksadla, ne zaman söylemiş?" gibi bir kısım sorulara cevap aranır, söz böylece, içtimaî çerçevesine oturtularak anlaşılmaya çalışılır.
Sözgelimi, en efdal amel hangisidir? sorusu Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e farklı zamanlarda farklı şahıslar tarafından sıkça sorulur. Birçoğuna her seferinde "cihad" dediği, bir defasında "hiçbir amel'in fazilette cihada yetişemeyeceği" de belirtildiği halde, bir zâta "oruç" diye cevap vermiş, bir başkasına "hicret", bir başkasına "secde", "Allah'a iman"... "vaktinde kılınan namaz", Hz. Aişe (radıyallalhu anhâ)'ye "hacc" yaşlı bir kadın olan "Ümmü Hânî (radıyallahu anha)"ye "Günde yüz kere Allahuekber, Sübhanâllah, Elhamdülillah, demektir" diye cevap vermiş. Resûlullah'ın muhatap ve içtimaî şartları nazar-ı dikkate alma prensibi göz önüne alınmadığı takdirde aynı soruya verilen cevapların farklılığı şaşırtıcı olabilir.
2- İstikballe ilgili haberler teşbihe dayanır. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) kendisinden sonra çıkacak pek çok içtimaî fitneleri, bu fitnelerin liderlerini bir kısım teşbihlerle anlatmıştır. Sözgelimi kötülükte baş çekecek, dîne zarar verecek şahısları Deccal olarak isimlemiş, bunlara karşı çıkıp, tahribatlarını tamir edecek kimselere de Mehdî demiştir. Yeryüzünün her tarafında, her bir cemiyet ve hatta cemaatlerde bile kıyâmete kadar gelecek kötüler ve iyiler hep Deccal ve Mehdî olarak isimlendirilir. Bilhassa Deccâl üzerinde daha çok durulur. Bununla ilgili bilginin ferdler üzerinde hâsıl edeceği müsbet tesiri artırmak için, rivâyetler sanki tek Deccal çıkacakmış gibi bir tasvirde bulunur. Ve ayrıca çıkacak bu şahısların, zamanlarında kullanacakları teknik imkânlar onların şahsî güçleri imiş gibi ifâde edilir. Böylece, Deccal deyince, zihinde, insanüstü, harika güce sâhip, kabul edilmesi aklı zorlayan bir mahlûk imajı canlanmaktadır. Bu durum, bazı safdilleri hurâfemsi inançlara iterken, bir kısım teslimiyeti zayıfları da ahir zamanla ilgili bu ve benzeri hâdisat ve eşhası inkara sevketmektedir.
Öyle ise mûteber kitaplarımızda gelen istikbâle matuf ihbarâtı mecâzi tasvirler kabûl edip, Kur'an ve Hadîs'in umumi prensipleri çerçevesinde asıl maksadı aramak gerekmektedir. Aksi takdirde safsataya veya inkâra düşülerek, o çeşit hadîslerin vermek istediği dersten mahrum kalınır.
3- Hadîslerde rakamlar: Hadisler çeşitli vesilelerle rakamlar verir: 7 büyük günah, fıtrattan 5 şey, münafığın 3 alameti... gibi. Bu çeşit rakamlar gerçek bir miktara delalet etmez. Sözgelimi, ayrı ayrı hadîslerde 3'er, 4'er, 5'er, 7'şer gruplamalar halinde verilen bu büyük günahlar tedkik edilse, her seferinde farklı günahların zikredildiği görülür. Bütün hadîslerde büyük "günah" kelimeleri kullanılarak zikredilenlerin sayısı, bazı tahkiklerde 17'yi bulmuştur. Diğer taraftan âyet ve hadîslerin getirdiği ölçülere vurunca "büyük günahlar" listesine dahil edilen günahların sayısını ûlema çok artırmış ve mesela Zehebî yetmiş tanesini teker teker saymıştır.
Aynı şekilde gayb alemiyle ilgili bir kısım rakamlar hadîslerde zikredilmiştir. Cennetle, cehennemle, Kürsî ve Arşla ilgili genişlik, uzaklık veya yakınlık ifâde eden, sualsiz cennete gireceklerin miktarını belirten, bir kısım meleklerin adedini gösteren ve yüksek miktarlara ulaşan rakamlar var. Ulema, yaptığı tahkike dayanarak bunların da, değişmez, sâbit miktarları belirtmek için değil, kesretten kinaye olmak üzere kullanıldığını ifade etmişlerdir.
Şu halde küçük rakamların çoğu durumlarda ta'limde kolaylık olsun diye listelemeler yapmak maksadıyla kullanıldığını, büyük rakamların da çokluğu ifade (yani kesretten kinâye) için kullanıldığını nazar-ı dikkatten uzak tutmamak gerekir.
4- Tebliğde yardımcı unsurlar: Din nazarında ehemmiyetli sayılan bir kısım meseleler vardır. Bunlar kaçınılması gereken kötülükler sınıfına girdiği gibi, yapılması gereken iyilikler sınıfına da girebilir. Ne var ki, bunlara terettüp eden iyilikler veya kötülükler sayıyla, rakamla ifade edilemez. Ayrıca bunların şümûlü zamana, zemine, ferde göre de değişebileceğinden tatminkâr, sabit bir açıklaması da yapılamaz. Ama mü'minlerce berikilerin "iyilik", ötekilerin "kötülük" olarak benimsenmesi, benimsettirilmesi gereklidir.
İşte bu maksadla, hadîslerde bâzı yardımcı unsurlar kullanılmıştır. Bunlar, dinimizin ısrarla üzerinde durduğu, çokça ehemmiyet verdiği ve dolayısıyla önemleri mü'minler tarafından yeterince anlaşılıp, kabul edilmiş olması gereken, çoğu kere inanca giren şeylerdir.
İşte iyilik veya kötülük hususlarında ehemmiyet ve ciddiyetlerinin benimsettirilmesi istenen her ne varsa, bu umumen kabûl edilmiş, bilinen şeylerle, onun arasında bir irtibat, bir benzerlik kurulur. Böylece o şey dahi, herkesçe hemen bilinen, kavranan bir durum kazanır. Mesela şu hadîs-i şerife nazar edelim: "Allah ve âhirete inanan ya hayır konuşsun ya sükut etsin". Bu irşâdla hayırlı konuşmamak, mü'minin nazarında, birden ebedi hayatı için yegâne muteber sermayesi olan imanını tehlikeye atan ciddi bir tehlike oluvermektedir. Sadece hakkı konuşan, her konuştuğu Hak olan Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın ağzından bunu işitmek bir mü'min nazarında fevkâlade müessir bir şeydir. Dünyanın en iyi konuşan en belagatlı bir hatibi, en zeki aydın bir muhatabına sükut etmenin faydaları, mâlâyânî konuşmanın zararları üzerine yapacağı uzun açıklamalarla elde edemeyeceği tesiri, Resûlullah'ın bu kısa sözü, zekaca vasat, hatta vasatın altında ümmî bir mü'minde hâsıl eder.
Şeytan unsuru da bu maksadla en ziyade kullanılan tebliğde müessiriyet unsurlarından biridir. Kötülük ve çirkinlikleri ifade için onları şeytana nisbet edip şeytana benzetme usulünün eskiden beri Araplarda cârî bir örf olduğunu belirten İslam âlimleri, Kur'ân-ı Kerîm'in bir kısım ayetlerinde de bu maksatla şeytan kelimesinin kullanıldığını belirtirler. Mesela:
Şeytan unsuru da -tebliğde müessiriyet düşüncesiyle- en ziyade kullanılan unsurlardan biridir. Kadı İyâz şahıs cinsinden olsun, fiil cinsinden olsun her kötü şeyin "şeytan"la veya "şeytanın ameli"yle ifade edildiğini belirtir. Kur'ân-ı Kerim'de şeytan kelimesinin birçok ayette bu maksadla kullanıldığını söyleyen Kadı İyâz, Kur'an'dan bazı misaller de verir: "Hz. Eyyub (aleyhisselam)'un kıssasında geçen "...Doğrusu şeytan bana yorgunluk ve azab verdi" diye seslenmişti" (Sa'd: 38/41) ayetini zahiri mânasıyla benimsememiz mümkün değildir. Çünkü, Hz. Eyub'u şeytan'ın hasta ettiğini, vücuduna hastalığı onun koyduğunu söylemek asla câiz değildir. Çünkü bunlar, Allah'ın irade ve izni ile vukûa gelir... Keza (Hz. Musa'nın hizmetçisi tarafından söylenen) "...Onu söylememi şeytandan başkası unutturmadı" (Kehf: 18/63)... Keza, cehenem'deki zakkum ağacını tasvir için sarfedilen "Muhakkak ki o, çılgın ateşin dibinde bitip çıkacaktır, ki tomurcukları şeytanların başları gibidir" (Saffat: 38/64-65) kelam-ı ilâhi de böyledir.
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) aynı şekilde pek çok çirkinlikleri, isyan fiilleri, pis şeyleri şeytana nisbet ederek mü'min nazarında o şeylerin fenâlığın kolayca tesbit etmiştir. Çünkü şeytan ve şeytanın kötülüğü mü'minler nezdinde mâlumdan, temel bilgilerinden biridir, imanın bir parçasıdır.
"Yattığınız zaman şeytan herbirinizin ensesine üç düğüm atar ve her bir düğümü vururken: "Gecen uzun olsun!"... der. Uyanıp Allah'ı zikrederse düğümün biri çözülür, abdest alırsa bir düğüm daha çözülür, namaz da kıldı mı hiçbir düğüm kalmaz, hepsi çözülür, böylece dinç olarak sabaha erer, geceleyin kalkmadığı takdirde, tembel uyuşuk bir ruhla sabaha erer".
Yanında geceyi hep uykuyla geçiren birisinden bahsedilince Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "O, kulaklarına şeytanın akıtmış olduğu birisidir" buyurmuştur.
Mescide saçı sakalı karmakarışık gelen bir zata kendisine çeki düzen vermek üzere çıkmasını eliyle işaret ettikten sonra: "Böyle (kendinize çeki düzen vermeniz) şeytan gibi saçı sakalı karışık olmaktan daha iyi değil mi?" der.
Hergün karşılaşılan bir ihtiyatsızlığa da Hz. Peygamber bu tarzda dikkat çeker: "Birbirinize silahı çevirerek şakalaşmayın. Zira bilemezsiniz, şeytan boşandırıverir de kendinizi cehennem çukurunda bulursunuz".
Örnek çok. Resûlullah, bu üslubla, "melek", "sadaka", "hicret", "eski milletler", "cahiliye" , "kıyamet günü", "kıyamet alâmeti" gibi, müslümanlarca ehemmiyeti çok iyi bilinen, imanının bir parçası hâlini almış birçok unsurları geniş çapta kullanmıştır. Bunlarla ilgili açıklamaya burada gerek görmüyoruz. Ancak hadîsleri açıklarken yeri geldikçe ve gerektikçe dikkat çekecek, bazı izahlar sunacağız.
Şu halde, hadîsleri okurken, metnin lugâvî mânasına bağlanıp kalmaktan ziyade, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın asıl kasdının ne olabileceğini tefekkür etmek, araştırmak daha uygundur. Ancak bunu yaparken bâtınilerin yaptığı gibi işi ifrata götürüp, İslamın umumi prensiplerine ters düşen tevillere kaçmak da doğru değildir.
Cenab-ı Hakk'ın ihlas ve iyi niyet sahiplerini daima doğruya hidayet edeceğine inanabiliriz. Şu halde bize düşen; aşkla, samimiyetle Resul-i Ekrem (aleyhisselatu vesselam)'i anlamak için adım atmak, gayret göstermektir.
Bir bahçeye giren, istediği daldan meyve alamasa da, nasibsiz kalmaz, ulaşacağı dallar bulabilir, sepetini doldurabilir. Bütün iş sepeti doldurmak arzusuyla, Sünnet Bahçesi'ne girmektedir. Rahmet-i Rahman kimseyi boş çevirmeyecek kadar zengindir, engindir.[4]
Cevamiu’l-Kelim:
Az söz ile çok manayı ifade eden edebî vecizeler. Bu tariften hareketle, Kur'an-ı Kerîm'in tamamı bir cevâmiu'l-Kelim olduğu gibi, Hz. Peygamber'in bir çok hadisleri de birer cevâmiü'l-kelimdir:
Hz. Peygamber'in bizzat kendi ifadelerine göre, Yüce Allah O'nu cevâmiü'l-kelim ile göndermiştir. Buharî'nin bir rivayetinde şöyle buyrulmaktadır:
"Ben cevâmiü'l-Kelim ile gönderildim. Ben (bir aylık mesafedeki düşmanların gönüllerine) korku salmak sûretiyle yardım olundum. Bir de ben bir defasında uyuduğumda, bana yerdeki hazinelerin anahtarları getirilerek, iki avucumun içine konuldu "[5]
Hz. Peygamber'e mahsus kılınan bu özelliklerden biri olan cevâmiü'l-kelim'in Kur'an-ı Kerîm olarak da tefsir edildiğini yukarıda kaydettik. Çünkü Kur'an'ın her ayeti, her cümlesi müstesna bir uslûba sahip olduğundan, Peygamberimiz tarafından tebliğ edildiğinde onu duyan cahiliye şairleri nazmının güzelliği ve icazı karşısında hayran kalmaktan başka bir şey yapamamışlardır.
İmam Nevevî cevâmiü'l-kelim'i şöyle açıklar: "Bize nakledildiğine göre cevâmiü'l-kelim Allah Teâlâ'nın daha önceki kitaplarında yazılmış bulunan bir çok emrinin, Hz. Peygamber'e sadece bir, iki veya bu kadar az bir emir içinde toplaması veya özetlemesidir"[6]
Kur'an-ı Kerîm bu kadar cevâmiü'l-kelim ifadelerle bir çok hikmetleri anlatmaktadır. Meselâ "O halde sen emrolunduğun şeyi açıkça söyle ve müşriklerden yüz çevir" (el-Hıcr: 15/94) âyet-i kerimesini duyan bir müşrik, böyle kısa bir ifade ile bu kadar büyük bir hikmeti ifade etmesi karşısında secde etmekten kendini alıkoyamamıştır. Hz. Peygamber'in hadislerinde de cevâmiü'l-kelim olanlar az değildir. Yine O'nun (s.a.s.). bizzat ifade ettiği gibi, zaten kendisi "Arab'ın en fasîhi idi"[7] Bu durumda "Hz. Peygamber'e mahsus olan cevâmiü'l-kelim iki tür hâlinde karşımıza çıkmaktadır." Birincisi Kur'an'dır; yani O'na Allah tarafından indirilen ilahî ayetlerdir. İkincisi ise Hz. Peygamber'in hadisleridir.
Meselâ "Allah, adaleti, ihsanı ve akrabaya vermeyi emreder; edebsizlikten (fahşâdan), fenalıktan (münkerden) ve azgınlıktan (bağyden) de meneder. Öğüt almanız için size böyle nasihatte bulunur" (en-.Nahl: 16/90) ayeti, Hasan-ı Basrî'nin de söylediği gibi, hayır ve iyilik sayılan her şeyi emretmiş, kötü veya şer namına ne varsa onların hepsini de yasaklamıştır. Bir tek âyet böylesine şumullü ve sayısız hikmetleri içine almaktadır.
Cevâmiü'l-kelim'in ikinci nevi olan, Hz. Peygamber'in sünnetlerinde yer almış olan bir çok haber de bugün elimize ulaşmış bulunmaktadır.[8] Bazı âlimler cevâmiü'l-kelim niteliğinde olan kısa, veciz, fakat oldukça geniş hikmetleri ihtiva eden hadisleri bir araya getirerek, "Erbaîn"ler yazmışlardır. Nevevî'nin meşhur "Erbain'i" bunların başında yer alır. Bundan başka el-Hafız Ebu Bekr b. es-Sinnî'nin, el-İcâz ve Cevâmiü'l-Kelim Mine's-Süneni'l-Me'sûra'sı da aynı türden hadis mecmualarındandır.
Hz. Peygamber'in cevâmiü'l-kelim niteliğindeki hadislerinden bazıları: "Ameller niyetlere göredir... "[9] "Sizi neden men ettiysem ondan kaçınınız, neyi de emrettiysem, gücünüzün yettiği oranda onu yerine getiriniz... "[10] "Her sarhoşluk veren şey haramdır. "[11] "Beyyine (delil) davacı üzerine, yemin de inkâr edenedir"[12] Bu misalleri daha çoğaltmak mümkündür. Türkçe'ye bile açıklayarak tercüme etmek zorunda olduğumuz bu tür hadislerin Arapça ifadeleri oldukça beliğ ve vecizdir.[13]
Tahric:
İstinbat (hüküm, netice çıkarmak), tedrib (eğitmek) ve tevcih (yönlendirmek).
Muhaddislerin bir hadis hakkında söyledikleri "ahrecehü'l-Buharî" sözü, o hadisi insanlara açıkladı, kaynağını yani hadisin kendi yollarıyla zikreden isnadındaki ricali zikretmek suretiyle beyan etmesi anlamına gelir. Muhaddislerin bir hadis hakkında söyledikleri "harrecehü'l-Buharî" sözü de kaynağını zikretti anlamındadır.
Muhaddislerin ıstılahında "tahric" bir çok anlamlarda kullanılmaktadır. Bunları şu şekilde özetlemek mümkündür:
1- Tahric, kaynağını, çıktığı yeri insanlara açıklamak anlamına gelen "ihrac"ın müteradifidir. Muhaddisler, mesela "bu Buharî'nin ihrac ettiği bir hadistir" derler. Bunun manası, rivâyet etti ve isnadını müstakilen zikretti demektir.
2- Tahric, hadisleri kitaplardan çıkarıp rivayet etmek anlamında da kullanılmaktadır. Sehavî, tahrici, muhaddisin hadisleri cüzlerden, meşihattan, kitap vb. yerlerden çıkarması ve bizzat kendisinin hocalarından ya da akranından birinin merviyatından nakletmesi şeklinde tarif etmektedir.
3- Hadisin asli kaynaklarını göstermek ve bu kaynaklara nisbet etmek anlamında da kullanılmaktadır. Bu da hadisi müelliflerden kimlerin rivâyet ettiğini açıklamak suretiyle olur.[14] Bu tanımda geçen, hadisin kaynağını göstermek o hadisin bulunduğu kitapları zikretmek suretiyle olur. Bu tür durumlarda "Buharî bu hadisi Sahih'inde zikretti" veya "Bu hadisi Tabarânî Mu'cem'inde irad etmiştir" gibi ifadeler kullanılır.
Yine bu tanımda geçen aslı hadis kaynakları sözünden maksat ise, aşağıda açıklanacak olan kitaplardır.
1- Müelliflerinin hocalarından Hz. Peygambere uzanan isnadlarla aldıkları hadisleri topladıkları sünnet kitapları, Meselâ Kütüb-i Sitte, Muvatta, Ahmed b. Hanbel'in Müsned'i, Hakim'in Müstedrek'i ve Abdurrazzak’ın Musannaf'ı hadisin aslî kaynaklarındandır.
2- Az önce zikredilen kitaplara tabi olan sünnet kitapları, önceki kitaplardan bir kaçını bir araya toplayan Humeydî'nin el-Cem'u beynes-Sahihayn"ı türündeki kitaplar veya bazı kitapların etrafını toplayan, Mizzî'nin "Tuhfetu'l-eşref bi marifeti'l etraf" türü kitaplar veya hadis kitaplarının özetlenmesiyle oluşan kitaplardır.
3- Tefsir, fıkıh ve tarih gibi başka ilim dallarında te'lif edilmiş ve hadislerle istişhad eden kitaplar. Bu tür kaynaklar için, müelliflerin hadisleri müstakilen rivâyet etmeleri şartı koşulmaktadır. Yani o müellifin hadisleri kendinden önce yaşamış olan bir müellifin kitaplarından alması gerekmemektedir. Bu tür kaynaklara misal olarak Taberî'nin Tefsir'i, İmam Şâfiî'nin el-Ümm adlı eseri gösterilebilir. Müellifleri, bu kitapları sünnet naslarını toplamak için te'lif etmemişlerdir. Aslında bu müellifler kitaplarını başka ilimler hakkında yazmışlardır. Fakat araştırmalar içerisinde ayetlerin tefsiri, hükümlerin açıklanması ve diğer hususlarda hadisleri delil göstermektedirler. Hadisleri ele alırken, hocalarından Hz. Peygamber'e ulaşan isnadla kendilerine gelen senetlerle zikretmektedirler. Bu hadisleri önceki kitaplardan direkt iktibas etmemektedirler. İşte bunlar hadisin aslî kaynaklarıdır.
Bir kitapta bulunan hadisleri isnadları ile birlikte çıkarmak ve her bir hadisin, varsa diğer isnadlarını göstererek sıhhat durumlarına işaret etmek gayesiyle pek çok tahric niteliğinde kitap yazılmıştır. Meselâ Irakî'nin, İmam Gazzalî'nin İhyâ'sında yer alan hadisleri “Tahricu Ehadisi'l-İhya” adlı kitabında toplamıştır. Bu kitapta bazı hadislere vakıf olmaması dolayısıyla ikinci defa, takat daha küçük bir kitap tasnif etmiş ve bu kitaba da "el-Muğni an hamli'l-isfar fi'l esrar fi tahrici mâ fi'l-İhya mine'l-ahbar” adını vermiştir. Irakî kitabında her hadisin geliş yollarını (turukunu), sahabi ravilerini, mahrecini, sıhhat ve zayıflık derecesini göstermiştir. Zeynuddin Kâsım b. Kutlubuğa da, "Tuhfetu'l-İhya fima fate min tahrici ehadisi'l-İhya" adında bir kitap tasnif etmiştir.[15] Bunların dışında kırkı aşkın tahric kitabı yazıldığı bildiriliyor.[16]
Tahric usulünü ve ilmini bilmenin hadisle meşgul olanlar için büyük önemi vardır. Çünkü tahric yardımıyla hadislerin asli kaynaklarını tesbit etme imkanına ulaşılmaktadır.[17]
Birbirine Aykırı Görünen İki Hadîsten Birini Tercih
Uzlaştırma imkânı ve nesih olayı bulunmayınca birbirine aykırı görünen iki hadîsten birini, aşağıda sayacağımız sebep ve özelliklerden biri veya bir kaçı ile diğerine tercih eder ve bununla amel ederek diğerini bırakırlar. Bu bırakışın mânası şudur: Gerçekten birbirine aykırı iki hadîs Peygamberimize ait olamıyacağına göre bu hadîslerden ancak birisi ona aittir ve diğeri, ya kesin olarak veya muhtemelen onun değildir. İşte bu sebeple ona ait olan alınır, diğeri ise terkedilir.
Eğer bu tercih dahi yapılamazsa her iki hadîsle de amel edilmeyip, tercih imkânını araştırmaya devam edilir.[18]
Bir hadîsin diğerine hangi sebep ve özelliklerden dolayı tercih edilebileceği konusu, âlimler tarafından ele alınmış, biraz önce adı geçen Hâzimî 50, Irâkî ise “en-Nüket” inde 100 kadar sebep tesbit etmiştir. Süyûtî “Tedrîb” inde bu sebeplerin 7 grupta toplanabileceğini ileri sürüyor.[19] Belli başlı sebepleri gruplar halinde ve örneklerle sunuyoruz:[20]
1- Durumuna Göre Tercih:
1- Râvî sayısının çokluğu. Çünkü az kimsenin yanılması, çok kimsenin yanılmasından daha mümkün ve makuldür.
Erkek tenasül uzvuna dokunmakla abdest almanın gerekeceğine dair olan hadîsi, buna zıt olan hadîse tercih edenler, birinci hadîsin râvî sayısını gozönüne almışlardır.
2- Râvîler sika olmak şartıyle vasıtaların az oluşu (âlî isnad).
3- Râvînin fakîh, nahivci, dilci (dil ve lûğat âlimi) oluşu; bu özellikleriyle ilgili hadislerde tercih sebebi olur.
4- Sadece yazanın hadîsine ezberleyeninki tercih edilir. Hem ezberleyen hem de yazan ise daha üstündür.
5- Râvînin günahtan kaçınır, sağlam inanç sahibi, bid'at'tan uzak, hadîsçiler ve âlimlerle düşer kalkar, erkek, hür, soyu belli, ismi açık oluşu bu vasıfların zıdlarma göre tercih sebebidir.
6- Adaleti daha açık olan, böyle olmayana tercih edilir.
7- Olay kendi başından geçenin hadîsi başkasına tercih edilir. Nitekim yıkanacak olarak sabahlayan oruçlunun orucunun sahîh olduğu hakkındaki Ümmü-Seleme (Peygamberimizin zevcesi) hadîsi, aksini ifade eden el-Fadl b. el-Abbâs hadîsine tercih edilmiştir.
8- Hadîsi daha güzel ve tam olarak nakleden râvîninki böyle olmayana tercih edilir. İfrâd haccı konusunda Hz. Câbir'in hadîsini tercih edenler bunu gozönüne almışlardır. Çünkü Peygamber Efendimiz'in haccını en muntazam ve tam anlatan o olmuştur.
9- Yalnız mânayı koruyarak hadîs rivayetini tercih edeninkine, hadîsin kelime ve üslûbunu da aynen nakledeninki tercih edilir.
10- Hadîs kaza (mahkeme hükmü) ile ilgili olup birinin râvîsi Hz. Alî diğerinin râvîsi başkası olursa;
Haram ve helâl konusu ile ilgili olup birinin râvîsi Muâz (r.a.) olursa;
Ferâizle ilgili bulunur birinin râvîsi Zeyd b. Sabit olursa... bu zatların, sözü geçen konularda ihtisasları bulunduğu için, hadîsleri başkalarınınkine tercih edilir.[21]
2- Hadîsi Elde Ediş (Tahammül) Tarzına Göre Tercih:
1- Bulûğdan (ergenlik çağından) önce hadîsi almış olana, bulûğdan sonra elde etmiş olanınki tercih edilir.
Zührî'den hadîs alanlar arasında Mâlik ile Süfyân b. Uyeyne'yi mukayese edenler birincisini trecih ederler. Çünkü o Zührî'den hadîs öğrenirken yetişkin çağda olduğu halde, Süfyân çocukluğunda Zührî'ye devam etmiştir.
2- Hadîsi alma (tahammül) yollarını ve bunların derecelerini daha önce görmüştük.[22] Bu alış derecelerine göre de tercih yapılmaktadır.[23]
3- Rivayet Şekline Göre Tercih:
1- Yalnız mânası nakledilene, hem sözleri hem de mânası nakledilen tercih edilir.
2- İşitmeyi (semâ'ı) açıkça ifade eden “haddesenâ, semi'tü... gibi” rivayet şekli başkalarına tercih edilir.
3- Hadîsin meydana geliş sebebi (sebeb-i vürûdu) de anlatılmış olan böyle olmayana tercih edilir.
4- Merfû olduğu ittifakla sabit olan, bu hususta ihtilâf edilene,
5- İhtilafsız rivayet edilen, rivayet tarzında ihtilâf bulunana (farklı rivayet edilen) e tercih edilir.
Develerin zekâtı konusunda, sayı yüz yirmiyi geçince zekâtın nasıl verileceğine dair Enes hadîsini tercih edenler, aynı konudaki Hz. Alî hadîsinin rivâyetindeki farklılığı ileri sürmüşlerdir.[24]
4- Hadîsin Vürûdu (Meydana Gelişi) Zamanına Göre Tercih:
1- Mekke'li hadîslere Medîne'li hadîsler tercih edilir.
2- Kolaylıktan zorluğa doğru tekâmül gösteren hadîslerde, ikinciler birincilere tercih edilir. Zira ikincilerin daha sonraki zamanlara ait olduğu anlaşılır. İslâm yirmi üç senelik bir süre içinde tedricen (kolaydan, zora eksikten tama doğru) gelişerek yerleşmiştir.
3- Efendimiz'in (s.a.) vefatı zamanına yakın tarih taşıyan hadîs, tarihsiz olana tercih edilir.[25]
5- Doğrudan Doğruya Hadîsin Lâfzına (Metin) Göre Tercih:[26]
1- Hâss (özel hükümlü) hadîs âmm (genel) olana tercih edilir.
2- Tahsise uğramamış (hükmünün kapsamı daraltılmamış) âmm böyle olmayana tercih edilir.
3- Hakikat üslûbu mecaza tercih edilir. (Genellikle delâleti daha açık ve kesin olanlar kapalı ve ihtimalli olanlara tercih edilir.
4- Râvînin -hadîs hakkında- bir açıklama ile rivayet ettiği, böyle olmayana tercih edilir.
“Alan ve satan, birbirinden, ayrılmadıkça muhtardır.” hadîsinin Abdullah b. Ömer yolundan geleninde şöyle bir açıklama (tefsir) vardır: Abdullah (r.a.) alış veriş yapıp da bunu kesinleştirmek isteyince bir miktar yürür sonra dönerdi. Bu hareket (râvînin tefsiri) hadîsteki “birbirinden ayrılmadıkça” ifadesinin maddî bakımdan ayrılmak mânasında olduğunu anlatmış oluyor.[27]
6- Hadîslerin Ortaya Koyduğu Hükme Göre Tercih:
1- Bir hadîs -İslâmdan önceki- durumu aynen ibka ediyor diğeri onu değiştirerek yeni bir hüküm getiriyorsa ikincisi tercih edilir.
2- Bazılarına göre yasaklamayı gösteren, mubah veya farzı gösterene tercih edilir. (Bazı maddelerde olduğu gibi burada da görüş ayrılığı vardır ve bazılarına göre bununla tercih yapılamaz. Çünkü haram da vacib de... birer hükümdür).
3- İlâhî emirleri yerine getirme konusunda ihtiyata daha elverişli olanlar tercih edilir. Meselâ kanın abdesti bozup bozmamasında, birinci şık kabul edilir yeniden abdest alınırsa namaz şüphesiz sahihtir. İkinci şıkka göre şüphe vardır.
4- Haddi (şer'î cezayı) kaldıran, zıddına tercih edilir.[28]
7- Başka Sebeplerle Tercih:
1- Kur’ân’ın açık âyetlerine uyan, uymayana tercih edilir.
Bir hadîs, “Kim bir namazı uyuyarak geçirir veya unutursa uyanıp hatırlayınca hemen kılsın, onun keffâreti ancak budur.” Meâlindedir.[29]
Buna karşı bazı vakitlerde namaz kılmayı yasaklayan hadîsler vardır.
Bazı âlimlere göre unutarak veya uyuyarak geçirilen namaz ne zaman hatırlanırsa o zaman kılınır. (İsterse mekruh vakitte olsun). İşte bunu tercih edenler:
“Namazları –geçirmekten- koruyunuz...”[31] gibi âyetlerin takviyesini gözönüne alıyorlar.
2- Bir başka sünnete uyarak kuvvetlenen, tek kalana tercih edilir. Evlendirme konusunda iki hadîs var:
a- “Velîsiz nikâh yoktur.” [32]
b- “Dulla velînin bir işi yoktur.” [33]
Birincisini ikinci hadîse tercih edenler şu hadîsin takviyesini ileri sürerler:
“Velisinin izni olmadan hangi kadın kendisini nikahlarsa nikâhı bâtıl (hükümsüz) dır.” [34]
3- Râşid halîfelerin tatbik ettiği hadîs diğerlerine tercih edilir. Bayram tekbirlerinin beş veya yedi olacağını gösteren hadîs, dört diyene tercih edilmiştir. Çünkü birincisini Hz. Ebû bekir ve Ömer (r.a.) tatbik etmişlerdir.
Bu kitabın hacmine göre burada belli başlı tercih sebepleri sayılmıştır. Bunlardan bazıları üzerinde görüş ayrılıkları vardır. Hadîs ve İslâm Hukuku konusunda ihtisası bulunan âlimler, daha başka bir çok karineleri de gözününe alarak bu tercihi yapmaktadırlar.[35]
Bazı Hadîs Râvîleri (26 Kişinin Kısa Biyografyası)
Rasûlullah (s.a.) buyurdu:
“Bu ilmi, her nesilden kâmil olan kişiler taşıyacak; ondan, mütecavizlerin tahrifini, yalancıların sahtekârlığını, câhillerin tevlîni ayırıp temizleyecektir.”[36]
I- Ashâb Tabakasından
1- Hz. Ebû-Bekir (r.a.)
Kureyş kabilesinden. Ebû Kuhâfe Osman'ın oğlu Abdullah (Ebû-Bekr (r.a.).
Özellikleri:
İslâm ümmetinin en üstün kişisi, Rasûlullah'ın (s.a.) ilk halîfesi, hicret ve mağara (Ğar) arkadaşı, en olgun veziri (yardımcısı) ve Kur'ân-ı Kerîm'i, yazılı bulunduğu taş, tahta ve kemik parçalarından kitap halinde ilk toplayan...
Rasûl-i Ekrem (s.a.) den nakledilen haberlerin kabulü konusunda ihtiyat ve dikkat ölçülerini kullanan ilk kişi de kendisidir. İbn-Şihâb'm rivayetine göre bir büyük anne Hz. Ebû-Bekr'e (r.a.) gelerek kendisini vâris kılmasını istemiştir. Hz. Ebû-Bekr (r.a.):
“Allah'ın kitabında sana ait bir şey bulamadım. Rasûlullah’ın (s.a.) da seninle ilgili bir şey söylediğini bilmiyorum.” demiş ve ashaba dönerek -bu konuda- bilgilerine müracaat etmiştir. Muğîre ayağa kalkmış ve: “Rasûlullah (s.a.) büyük anneye altıda bir hisse verirken ben –yanında- bulundum” demiştir. Ebû Bekr'in (r.a.) cevabı:
“Seninle beraber bir başkası daha var mı?” şeklinde bir soru olmuş, Muhammed b. Mesleme (r.a.) ın da aynı şeye şehâdet etmesi üzerine hükmü yerine getirmiştir.
Hz. Ebû Bekir, on üçüncü hicret yılında (m. 634), 63 yaşında vefat etmiştir (r.h.).[37]
2- Ömer b. el-Hattâb (r.a.)
el-Hattâb oğlu Ömer, Ebû-Hafs, el-Fârûk.
Özellikleri :
Rasûlullah’ın (s.a.) veziri, Allah'ın kendisiyle İslâmı kuvvetlendirdiği ve ülkeler fethettirdiği kişi, doğruluk timsâli, Allah'ın husûsî ilhamının mazharı...
Bu sonuncu vasfıyle ilgili olarak Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurur:
“Eğer benden sonra peygamber gelecek olsaydı; kendisinden şeytanın kaçtığı, kendisiyle imanın üstün geldiği ve daveti açıklayan Ömer olurdu.”[38]
“Allah, hakkı, Ömer'in diline ve kalbine koymuştur.”[39]
Muhaddislerin hadîs naklinde titiz ve sıkı davranmalarını kaideleştirenlerden biri de Hz. Ömer'dir, (r.a.). Nakledildiğine göre Ebû Mûs el-Eş'arî (r.a.) bir gün Hz. Ömer'in evi önüne gelerek kapının önünde üç kere selâm vermiş, kendisine içeri girme izni verilmeyince (içerden ses gelmeyince) de dönüp gitmişti, Hz. Ömer, peşinden bir adam göndererek onu çağırttı ve sordu:
Niçin döndün?
Çünkü Rasûlullah’ın (s.a.) şöyle buyurduğunu duydum:
“Biriniz -bir başkasına- üç kere selâm verir de cevap alamazsa dönsün.”[40]
Ya buna ait bir delil (şâhid) getirirsin veya sana yapacağımı bilirim!
Râvî Ebû-Saîd der ki: Ebû-Mûsâ, rengi sararmış olarak bize geldi, biz oturuyorduk,
“Sana ne oldu?” diye sorduk, durumu haber verdi ve:
“İçinizde, Rasûlullah'ın (s.a.) bu sözünü duyan.var mı?” diye sordu. Biz de:
“Evet hepimiz duyduk.” dedik. Sonra içlerinden bir adamı onunla beraber gönderdiler, Ömer'e gelerek duyduğunu haber verdi.
Zehebî bu haberi naklettikten sonra şöyle der:
“Hz. Ömer, Ebû-Mûsâ'nın verdiği haberin, bir başka sahâbînin daha kabulüyle –kendince- kuvvet bulmasını arzu etmişti. Bunda, iki sika râvînin verdiği haberin, bir tek kişinin verdiğinden daha üstün ve kuvvetli olduğuna delil vardır. Aynı zamanda, hadîsin yollarının çoğaltılmasına, böylece haberin zan derecesinden kesin ilim derecesine çıkmasını sağlamaya da teşvik vardır. Çünkü bir kişinin, unutması veya yanılması mümkündür, fakat başkaları tarafından da muhalefet görmeyen iki kişinin unutup yanılması nerdeyse mümkün değildir”.[41]
Hz. Ömer (r.a.) sahâbî'nin hadîs naklinde yanılmasından ve rivayet yüzünden insanların Kur'ân-ı Kerîm'i hıfzetmeyi ihmal edeceklerinden korktuğu için, az rivayette bulunulmasını emrederdi.
Büyük halîfe, hicretin yirmi üçüncü yılında (m. 644) ve -en kuvvetli ihtimalle- altmış üç yaşında şehid edilmiştir, (r.h.)[42]
3- Hz. Osman (r.a.)
Emevîler'den, Affân oğlu Osman, (Ebû Amr, zü'n-nûreyn.)
Özellikleri:
Kendisinden meleklerin haya duyduğu, ümmeti tek mushaf üzerinde birleştirerek okuma ve yazma ihtilâfını önleyen, kumandan ve valileri; Horasan'dan Mağrib'e nice ülkeler fetheden, ilk defa İslâmı kabul edenler arasında yer alan, dâvasında sâdık, namaz, oruç ve infak (içtimaî yardım) ibâdetlerine düşkün, büyük kişidir. Rasûlullah (s.a.) kendisinin cennetlik olduğuna şehâdet etmiş ve sevgili kızları Rukayye ile Ümnıü-Külsûm'u ona nikahlamıştır. (Birincisi vefat edince diğerini vermiştir.) Kur'ân-ı Kerîm'i bizzat Rasûlullah'tan öğrenenlerin en üstünüdür, önce Habeşistan'a sonra da Medine'ye olmak üzere iki kere hicret etmiştir.
Kur'ân-ı Kerîm'i toplatıp yazdırırken takip ettiği metodu ve gösterdiği titizliği bilenler onun derece ve payesini anlarlar.
Bir isyan hareketinde evinde, Kur'ân-ı Kerîm okurken şehid edilince seksen küsur yaşında bulunuyordu. On iki yıl hilâfette bulunmuş ve (35/655) yılında şehid edilmiştir, (r.h.).[43]
4- Hz. Alî (r.a.)
Ebü'l-Hasan, Alî b. Ebî-Tâlibi'1-Hâşimî.
Özellikleri:
Ümmetin kadısı (hâkimi), İslâm’ın kahramanı, Rasûlullah (s.a.)in damadıdır. İlk müslümanlardan olup, tereddütsüz olarak İslâmı kabul etmiştir. Allah yolunda hakkıyle savaşmış, ilim ve ameli birlikte yürütmüştür. Rasûlullah (s.a.) onun da cennetlik olduğuna şâhidlik etmiş ve hakkında şunları söylemiştir:
“Ben kimin yakını ve dostu isem, Alî de onun yakını ve dostudur.”[44]
“Sen bana, Musa'ya göre Hârûn gibisin; yalnız benden sonra peygamber yoktur.”[45]
“Seni ancak mümin sever ve senden yalnız münafık nefret eder.” [46]
Hz. Alî hadîsi kabul konusunda titiz davranır hattâ kendisine hadîs nakleden kimseye yemin ettirirdi. Osman b. el-Muğîre'nin nakline göre o şöyle demiştir:
“Ben Rasûlullah (s.a.) den bir hadîs duyunca -Allah'ın nasîb ettiği kadar- ondan faydalanırdım. Bir başkası ondan bana bir hadîs rivayet edince ona yemin teklif ederdim, -doğru olduğuna- yemin ederse haberini kabul ederdim...”
Kendisi Rasûl-i Ekrem (s.a.) den aldığı bazı hadîsleri de kaydetmişti. Nitekim şu sözü bunu teyid etmektedir: “Rasûlullah'tan (s.a.), Kur'ân-ı Kerîm'le şu sayfada olanlardan başkasını yazmadık.” [47]
Bir sözü:
“Size gerçek (din) âlimi kimdir haber vereyim mi?.. İnsanlara Allah rahmetinden ümit kestirmeyen, emirlerine karşı hareket etmeye de ruhsat vermeyen ve Allah'ın azabından onları emniyette kılmayandır.”
Kırkıncı hicret yılında (m. 660), altmış yaş civarında şehîd edilmiştir. (r.a.)[48]
[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/166-167.
[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/167.
[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/167-168.
[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/168-172.
[5] Buhârî, Ta'bîr: 22, İ'tisâm: 1.
[6] İbn Recep el-Hanbelî, Cevâmiü'l-Hıkem fi Şerhi Hamsıne Hadîsen min Cevâmiü'l-Kelim, Dârü't-Türâs, (t.y.) s. 2.
[7] Tecrid-i Sarih Tercümesi: 1/455.
[8] İbn Recep el-Hanbelî, Cevâmiü'l-Hıkem fi Şerhi Hamsıne Hadîsen min Cevâmiü'l-Kelim, Dârü't-Türâs, (t.y.) s. 3.
[9] Buharî, Bed'ü'l-vahy: 1.
[10] Buharî, İ'tisam: 3.
[11] Buhârî, Vudû': 71; Eşribe: 4, 10; Müslim, Eşribe: 67-69....
[12] Buharî, Rehn: 6; Tirmizî, Ahkâm:12.
[13] Talat Sakallı, Şamil İslam Ansiklopedisi: 1/303-304.
[14] M. Tahhan, Usulu't-Tahric ve Diraseti'l-Esânid, Riyad (t.y), s. 8-9.
[15] Hacı Halife, Kesfu'z-Zunun, İstanbul 1941, 43,1, 24.
[16] Kettanî, er-Risaletü'l-Müstatrafe, Beyrut 1986, s. 185-191.
[17] Sabahaddin Yıldırım, Şamil İslam Ansiklopedisi: 6/92.
[18] Tedrîb, s. 392.
[19] Aynı eser, s. 388. Örnekler için bak. el-I'tibâr, s. 8-22.
[20] Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 144
[21] Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 144-145
[22] Bak. s. 37
[23] Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 145
[24] Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 145-146
[25] Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 146
[26] Bu grupta geçen terimler için Fıkıh Usûlü'nün ilgili bölümlerine bakınız,
[27] Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 146
[28] Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 146-147
[29] Müslim, c. I, s. 477. Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 147
[30] Tâhâ: 20/14. Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 147
[31] Bakara: 2/238. Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 147
[32] Mişkât, c. II, s. 169. Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 147
[33] Mişkât, c. II, s. 168. Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 147
[34] Mişkât, c. II, s. 168. (Aynı mealde). Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 147
[35] Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 147
[36] Mişkât: 1/82. Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 149
[37] Tezkiretü'l-huffâz, c. I, s. 2. Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 151
[38] Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 152
[39] Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 152
[40] Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 152
[41] Tezkiretü'1-huffâz c. I, s. 6.
[42] Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 151-152
[43] Tezkiratü'l-huffâz, c. I, s. 9. Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 152-153
[44] Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 153
[45] Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 153
[46] Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 153
[47] Tezkiratü'l-huffâz, c. I, s. 10.
[48] Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 153-154