Bu Blog içinde Ara

14 Haziran 2012 Perşembe

SÜNNETİN İSLAM'DAKİ YERİ VE SÜNNETLE İLGİLİ KIRK HADİS

SÜNNETİN İSLAM'DAKİ YERİ VE SÜNNETLE İLGİLİ KIRK HADİS


A. SÜNNETİN İSLAM'DAKİ YERİ


Sünnet, genel manâda Kur'an-ı Kerim'in Hz. Peygamber tarafından yapılmış bir yoru­mu, hadis de bu yorumun yazılı belgeleridir. Hz. Peygamber'in bütün ifadeleri Kur'an'ın ge­niş bir tefsirini, hadisçilerin tüm sözleri de sün­netin detaylı bir şekilde şerhini oluşturmakta­dır.
 İslâmî ilimlerin hepsinin Kur'an'dan sonra­ki ikinci kaynağı sünnettir. İlim dallarının şekil­lenmesi ve yönlendirilmesinde Hz. Peygam­ber'in yaşantısının söz, fiil ve takrirlerinin belir­leyici bir rolü vardır. Değişik branşlardaki ilim adamları, eserlerinde sünnete büyük önem vermişler, görüş ve tezlerini hadislerle destek­lemeye, sünnetin karşıtı olan bidat fikir ve dü­şünceleri reddetmeye çalışmışlardır. Dinin ha­yata yansıması olarak değerlendirilen sünnet kavramının Hz. Peygamber'in bütün davranışlarını içine alıp almadığı, hangi sünnetlerin bağlayıcı olup olmadığı konusu bu görüş ve tezlerin odak noktasını oluşturmaktadır.[1] Bu açıdan sünnet kavramının iyi bir şekilde anla­şılması büyük önem arzetmektedir.

1. Sünnetin Tanımı


Sünnet sözlükte; iyi olsun, kötü olsun yol ve âdet manâlarına gelir. Terim olarak sünnet; Hz. Peygamber (s,a.)'in söz, fiil ve takrirlerin­den ibaret olan uygulamalara denir.[2] Fıkıh usûlü âlimlerine göre sünnet farz, vacip gibi şer'î ahkâmın bir çeşidini oluştururken, kelâm-cılara göre sünnet, bidatin karşıtı olarak kulla­nılır. Hadisçilere göre sünnet, Hz. Peygamber­in söz, fiil ve takrirlerinin yanısıra onun ahlâkî sıfatlan, hayatı ve savaşları demek olan sîreti ile meğâzîsi ve kendine vahiy gelmeden önce iba­det için çekildiği Hira Mağarası' ndaki yaşayışı da sünnetten sayılır.[3] İmam Şâfû (ö.204/819)'ye göre  sünnet tabiri yalnız Hz.  Peygamber'in sünnetini içine alır.[4] Amidî (ö.631/1234)'nin açıklamalarına göre de sünnet kelimesi bazen Hz. Peygamber'in nafile ibadetleri hakkında, bazen de Hz. Peygamber'in fiilleri hakkında kullanılır.[5] Hanefilere göre ise sünnet, Hz. Pey­gamber ve ashabının uygulamalarını kapsar.[6] Râşid halife denilen ilk dört halifenin uygu­lamaları da "sünnet" kavramıyla ifade edilir. Nitekim Hanefi âlimlerden Serahsî (ö.483/1090) sünnet lafzının yalnız Resûl-i Ekrem'e mahsus olmadığını, selefin Hz. Ebû Bekir ve Ömer'in tatbikatlarını da sünnet kavramıyla ifade ettik­lerini belirtir.[7]
Yeni bir sünnet tanımı denemesinde ise sünnetin, Hz. Peygamber'in kendi döneminde İslâm toplumunu, akide, tebliğ, eğitim, ahlâk, hukuk, siyaset, ekonomi gibi çeşitli alanlarda; kısacası bireysel, toplumsal ve evrensel olmak üzere hayatın her alanında, yönlendirip yönet­mede, Kur'an başta olmak üzere, esas aldığı ilke ve prensipler bütününün oluşturduğu bir "zihniyet" ya da "dünya görüşü" olduğu belir­tilmektedir.[8]
Kısacası sünnet, "et-Tarîkatü'1-meslûketü fi'd-dîn: Dinde takip edilen yol" demektir.[9] Sünnet denildiğinde mutlak manâda Hz. Peygam­ber'in sünneti, hayat tarzı, yaşayış modeli, İslâm'ı yaşayarak yorumlaması kastedilmek­tir.[10] Sünnet ister hadisçilerin anladığı geniş manâda, ister fıkihçıların anladığı daha dar anlamda ele alınsın, her iki durumda da müslümanı yakından ilgilendirmektedir. Sünnet müslümanın din olarak alacağı, hayatına aktaracağı ve yaşayacağı bir çok ilke ve kurallar bütününü kapsamaktadır.
Hz. Peygamber'in hayat tara, zihniyeti ya da dünya görüşü demek olan sünnet bütün müsltimanları ilgilendirdiğinden dinde önemli bir yere sahiptir.

2. Sünnetin Önemi


Sünnet, ilahi vahiy ve ilhamın eseridir. Bu açıdan sünnetin dindeki konumu Kur'an âyet-leriyle sabittir. Allah Teâlâ, Resulünün kendi hevâsından konuşmadığını, her ne konuşmuş ise onun kendisine vahyedilen bir vahiyden ibaret olduğunu bildirmiş [11] kullarına bilgilerini ilahi vahiy ve ilhamla donattığı böyle bir pey­gamberin emrettiklerini yapmalarını, yasak et­tiklerinden de kaçınmalarını emretmiştir.[12] Çün­kü peygamber'e itaat Allah'a itaatla aynı sayıl­mıştır.[13] Hz. Peygamber yeryüzünde Allah adı­na konuşmuş, insanları Allah'ın kitabına çağır­mış ve bu ilahi kitabı onlara açıklamıştır.[14] O, Kur'an'ı öğretmiş, gereken yerlerini yorumla­mış ve onu yaşanılır hale getirmiştir. Yalnız Allah'ın emir ve yasaklarını açıklamakla kal­mamış, gerektiğinde iyiliği emredip kötülükleri yasaklamış, iyi olan şeyleri helâl, kötü olan şeyleri de haram kılmıştır.[15] Dolayısıyla sünnet yalnız Kur'an'ı açıklayan bir şerhçi yani şârih niteliğiyle kalmamış, aynı zamanda Allah adı­na hüküm koyan bir sâri' yetkisiyle de dinde önemli bir görev üstlenmiştir. Bu durumda İslâm Dini'nin doğru anlaşılabilmesi, sünnet bilgisini zorunlu kılmaktadır.
Kur'an, bunların yanı sıra Hz. Peygam-ber'in dindeki konumunu belirtirken onun müminlere kendi canlarından bile daha yakın olduğunu [16] Allah'ı ve ahiret gününü umanlar için onda en mükemmel örnek bulunduğu­nu,[17] onun doğru yola Allah'ın yoluna götürdüğünü [18] müminlere karşı son derece şefkatli ve merhametli olduğunu,[19] müminlerin onu herşeyin üstünde tutmaları gerektiğini,[20] evle­rinde okunan Allah'ın âyetlerini ve hikmeti hatırlamalarını,[21] onun verdiği hükme karşı iç­lerinde bir burukluk duymayıp ona teslim ol­malarını,[22] anlaşmazlığa düştükleri bir konuda Allah'a ve Resulüne başvurmalarını emret­miş,[23] onun emrine aykırı davranmaktan sakınmalarını, aksi takdirde acı bir azaba uğra­yacaklarını bildirmiştir.[24]
Hadisler açısından da durum bundan farklı değildir. Hz. Peygamber bir hadisinde kendisi­ne Kur1 an ve onunla birlikte onun gibisinin ve­rildiğini ifade etmiştir.[25] Kur'an'la birlikte Resûl-i Ekrem'e verilen şeyin sünnetten başka bir şey  olduğunu  düşünmek  mümkün  değildir. Nitekim Cibril (a.s), Resûl-i Ekrem'e Kur'an'ı indirdiği gibi sünneti de indirirdi.[26] Bu özelliği sebebiyle sünnet Kur'an'ın yanında dinin te­melini oluşturmakta ikinci ana kaynak değe­rindedir. Birinci kaynak şüphesiz sözlerin en hayırlısı olan Allah'ın kitabıdır. Allah'ın kitabı­nın gösterdiği yolda yürüyen Resûl-i Ekrem'in yolu ise diğer bütün yolların en güzelidir.[27] Müminler kendilerine bırakılan Kur'an ve sün­netten oluşan bu iki hidayet kaynağına sımsıkı sarıldıkları sürece asla doğru yoldan sapmayacaklardır.[28]
Resûl-i Ekrem (s.a.), Kur'an ile sünnetten oluşan bu İki hidayet ve ilim kaynağını, yağan yağmura benzetmiştir. Bu yağmurdan yarar­lanmada topraklar birbirinden farklı olduğu gibi, onun sünnetinden faydalanmada da insanlar birbirlerinden farklıdır. Fakat onun yo­luna uyanlar, bu duyarlılığı kendinde bulanlar Allah'ın dininde anlayış sahibi olanlardır. Al­lah, hakkında hayır dilediği insanlara bu ik­ramda bulunmaktadır.[29]
Bir diğer hadisinde Resûl-i Ekrem, kendisi­ni ateş yakan bir adama benzetmiştir. Ateşin etrafı aydınlatmaya başlaması üzerine böcekle­rin ateşe yaklaşması ve içine düşmesi tehlike­sine karşı onlara engel olmaya çalışan adamın yaptığı gibi, o da ümmetini cehenneme düş­mekten alıkoymaya, bunun için de onları ke­merlerinden tutmaya çalışmaktadır.[30]
Şurası bir gerçektir ki, ona itaat edenler cennete gireceklerdir.[31] O, cennet yolunun davetçisidir. Yalnız müslümanları değil, bütün insanlığı cennete çağırmaktadır. Onun ziyafeti­ne koşanlar, o ziyafetten bir parça bile olsa alanlar sonuçta' ebedî kurtuluşa ereceklerdir. Çünkü ona itaat gerçekte Allah'a itaattir. O, Allah için çalışmış, hakkı batıldan ayırmıştır.[32] Musa (a.s.), yaşasaydı ona uyacak,[33] İsa (a.s.) gibi bir peygamber yeryüzüne indiği zaman onun şeriatiyla ve sünnetiyle amel edecektir.[34] Bütün müminler onun getirdiği şeylere uymadıkça, sünnetine tâbi olmadıkça olgun mümin olamazlar.[35] Müminler, imanın tadını tadabil-meleri için Allah'ı ve onun Resulünü her şey­den daha çok sevmelidirler.[36] Böyle bir pey­gamberin sünnetini terk etmek elbetteki düşü­nülemez. Bütün peygamberlerin kendi başları­nın derdine düştükleri bir günde bile ümmetini düşünen bir peygamberin sünnetine sırt çevirilemez. Bunların yanı sıra, Resûl-i Ekrem, mü­minleri Kur'an'ın muhkem âyetlerini bırakarak müteşabihle uğraşmaktan,[37] Kur'an ve sünnet gibi iki temel kaynak varken ehl-i kitabın yolu­na uymaktan,[38] çok soru sormaktan sakındırmış, peygamberleri konusunda ihtilaf etmele­rinden dolayı geçmiş ümmetlerin helak olduk­larını belirterek onlara kendi yoluna tâbi olma­larını  emretmiştir.[39]  Ayrıca  sünnetinden  yüz çevirenlerin kendisinden olmadığını, sünnetini sevmenin kendisini sevmek olduğunu beyan etmiş, Allah'ın rahmetinden uzak olan altı sınıf insanı sayarken de sonuncusu olarak sünnetini terk edenleri göstermiştir.[40] Bir diğer hadisinde Resûl-i Ekrem, her işin bir canlı ve coşkulu zamanı olduğunu, her canlılığın da bir sükûnet döneminin bulunduğunu, kendi sünnetinde sükûnet bulanın hidayete ereceğini, sünnetin­den başka bîr şeyde sükûnet bulanın ise helak olacağını haber vermiştir.[41]
Ashab-ı kiramdan da sünnetin önemine dair değerli sözler nakledilmiştir. Meselâ, İbn Mesûd sünnete büyük değer verir, arkadaşları­na Resûl-i Ekrem (s.a.)'den bir hadis rivayet ettiği zaman onun hakka en uygun, hidayete ve takvaya en yaraşır söz olduğuna inanmala­rını söylerdi.[42] Sahabe ve diğer ilk müslümanlar sünnet üzere olanın doğru yol üzere olduğu görüşünde idiler.[43]
Sonuç olarak sünnet, Resûl-İ Ekrem'in yo­ludur. Bu yolun takip edilmesi zaruri ve zorun­ludur. Çünkü bu, örnek bir yoldur. Bu yola uymak, diğer müslümanlara bu konuda örnek olmak olgun iman sahibi olmanın bir gereğidir.

3. Sünnete Uymak


Resûl-i Ekrem'i örnek alabilmek, yoh nda yürüyebilmek için önce onu sevmek gerekir. Onu sevmek, ona itaat etmek Allah Teâlâ'nm emridir.[44] Resûl-i Ekrem'i sevmek ise ona uy­mak, onun yolundan gitmekle olur.[45] Onun sünnetini bütün incelikleriyle yaşayan kimsenin kalbini Allah Teâlâ iman nuruyla aydınla­tır. Bütün davranışlarında Resûl-i Ekrem'in sünnetine uymaktan daha şerefli bir makam yoktur.[46] Resûl-i Ekrem'in yoluna girmek, gö­nüllere hayat, gözlere nur, göğüslere şifa ve ruhlara lezzet verir.[47]
Resûl-i Ekrem'in sünnetine en ciddi şekilde uyan insanlar şüphesiz onun ashabıdır. Tarihi rivayetler bu gerçeği çok açık bir şekilde ortaya koymuştur. Onlar, Resûl-i Ekrem'in sözlerine kayıtsız şartsız boyun eğerek, imkanları ölçüsünde emirlerini yerine getirmişler, yasakların­dan kaçınmışlardır. Onlar hayatları boyunca Resûl-i Ekrem'in izinden gitmişler, söz ve dav­ranışlarında ona uymanın bereketini yaşamış­lardır. Bu suretle ahlâkları, Resûl-i Ekrem'in yoluna uymakla en güzel şekilde süslenmiştir. Onlar Resûl-i Ekrem'in her konudaki sünnetle­rini kendi yaşayışlarında uygulamışlar ve böy­lece sünnete uymanın bütün yönlerinden isti­fade etmişlerdir. Bunlar kuru birer iddiadan ibaret değildir. Ashab-ı kiramın bütün davra­nışlarında Allah Resûlü'nü örnek aldıkları, en küçük hareketlerine bile dikkat ettikleri, onunla birlikte ağlayıp, onunla birlikte sevindikleri bir gerçektir.[48] Nitekim Evzâiyye mezhebinin ku­rucusu   Şamlı   fıkıh   ve   hadis   âlimi   Evzâî  (ö.l57/774)'nin ashab-ı kiram ve tabiîn hakkın­da onların hayatları boyunca sünnete tâbi ol­mayı ve devamlı şekilde Kur'an okumayı âdet edindiklerini söylemesi de aynı gerçeğe işaret eder.[49] Evzâî'nin de ifade ettiği gibi Resûl-i Ekrem'in düşünce ve davranışlarına uygun bir şekilde hayat tarzı takip edenler hiç şüphesiz onun sahabileridir. Bu anlatılanları doğrulayan sahabe hayatından sayısız örnekler vardır.
Meselâ, Resûl-i Ekrem'in emirlerine tesli­miyette hiçbir tereddüt göstermeyen Hz. Ebû Bekir, onun sünnetlerine tâbi olmakta da ke­sinlikle ihmalkâr davranmazdı. Bu hususta "Resûlullah (s.a.)'in sünnetlerinden hiç birini terketmeyip hepsiyle amel ettim. Zira onun yolunu terkedersem dalâlete düşmekten korka­rım" demiştir.[50] Hz. Ömer de Medineliler'in mi-kât yeri olan Zü'1-huleyfe'de iki rekat namaz kıldığı zaman bazı kimselerin kendisine niçin böyle yaptığını sormaları üzerine, "Ben ancak Resûlullah (s.a.)'den gördüğüm gibi yapı­yorum [51] diye cevap vermiştir.
Ebû Seleme'nin oğlu ve Resûl-i Ekrem'in evlatlığı olan Ömer adındaki çocuk, bir defa­sında Resûl-i Ekrem'le birlikte yemek yemişti. Çocuğun  yemek  esnasında  elini  kabın  her tarafına dolaştırdığını gören Resûl-i Ekrem, çocuğa yemeğe başlarken besmele çekmesini, sağ eliyle ve önünden yemesini söylemiş, Re­sûl-i Ekrem'in bu ikaz ve uyarısından sonra Ömer, yemeğe her zaman besmele ile başla­maya, sağ eliyle yemeye ve önünden yemeye özel dikkat göstermiştir.[52]
Yine rivayetlere göre adamın biri, sahabi Abdullah b. Öne Kur'an'da korku namazı ile ikamet halinde kılınan namazı gördüklerini, fakat seferi namaza dair her hangi bir hüküm bulamadıklarını söylediği zaman İbn Ömer'in ona cevabı şöyle olmuştur:
"Ey kardeşim biz hiçbir şey bilmezken Al­lah bize Muhammed (a.s.)'ı peygamber olarak gönderdi. O nasıl yapmışsa btz de öyle yapa­rız. Bunun dışında başka bir şey bilmeyiz.[53] Hatta İbn Ömer'in bu konuda seferi namazın iki rekat olduğunu, sünnete muhalefet efenin kafir bile olacağını söylediği rivayet olunmuş­tur.[54] Diğer bir sahabi Übey b. Ka'b da mümin­lere öğütlerinde itaat yolunu ve şeriata uymayı benimsemelerini, yeryüzünde Allah'ın emri ve Resûlullah'ın sünneti üzere bulunan her kulun kalp huzuru ile Allah Teâlâ'yı zikretmesi ve Allah   korkusundan   dolayı  gözlerinden  yaş akıtması halinde Allah Teâlâ'nın o kimseye ebediyen azab etmeyeceğini söyleyerek sünnetle amel etmeye teşvik etmiştir.[55]
Sünnete uyma konusunda Abdullah b. Mesûd da titiz davrananlardandır. İbn Mesûd, sünnetlerle yetinmenin bidatlarla amel etmek­ten daha güzel olduğunu söylemiş,[56] kendisine sorulan sorulara Allah'ın kitabı ve Resûlullah-ın sünneti ile cevap vermiş, bunların dışında bir şeye gücünün yetmeyeceğini ifade etmiş­tir. [57]İbn Mesûd, sünnet eğitimine büyük önem vermiş, bunun için Mesrûk b. el-Ecda (ö.63/683)'ı halka Kur'an ve sünneti öğretmesi için görev­lendirmiştir.[58]
Yine ondan nakledilen bir diğer habere göre,[59] Allah'a müslüman olarak kavuşmak is­teyen namazlarını ezan okunan yerlerde yani camilerde kılmalıdır. Çünkü Resûl-i Ekrem (s.a.), "sünen-i hüdâ"yı meşru kılmıştır. Sünen-i hüdâ, dini tamamlamak için devamlı olarak yapılan sünnetlerdir. Bunları terk etmek uygun değildir. Yapmayanlar, kınanır. Cemaatle na­maz, ezan ve ikamet bu çeşit sünnetlerdendir. Şayet bir kimse cemaatı terk edip evinde na­mazını kılarsa, Resûl-i Ekrem'in sünnetini terk etmiş olur. Resûl-i Ekrem'in sünnetini terk eden bir kimse de dalâlete düşer. Münafıklığı bilinen kişilerin dışında hiç kimse asr-i saadette cemaatı terk etmiyordu. Onlar iki kişi arasında dahi olsa ayakları yerde sürünerek mescide getirilir ve safta namaza durdurulurdu.[60] Bu rivayete göre, cemaate devam etmek ciddi bir iştir. Müslüman onu hastalık, yaşlılık ve buna benzer mazeretler dışında terk etmemelidir.
Bir başka rivayet Yemenlilerle ilgilidir. Yemenliler, Resûl-i Ekrem'e gelerek kendileri­ne sünneti ve İslâm'ı öğretecek birini gönder­mesini isterler. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem, yanında bulunan sahabilerinden Ebû Ubeyde-nin elini tutarak onun bu ümmetin emin ve güvenilir kişisi olduğunu bildirmiş, Kur'an ve sünnet öğretmesi için onu Yemen'e gönder­miştir.[61] Yemenliler'in bu ilim sevgisi hadisler­de hikmetin Yemenli olduğu şeklindeki bîr ifa­de ile övülmüştür.[62]
Tabiîn âlimleri de sünnete uyma noktasın­da sahabenin izinde gidenlerdendir. Nitekim İbrahim en-Nehaî (Ö.95/714) İbn Şîrîn (ö.HO/728), gibi âlimler kendi görüşleriyle hüküm vermez, ancak duydukları rivayetlerle, yani hadis ve sünnet bilgileriyle cevap verirlerdi. Şa'bî (Ö.103/721) de aynı şekilde İbn Mesûd'dan işittiği bilgilerle cevap verir, kendi fikrini söylemek­ten çekinirdi. Şa'bî kıyas yapmaktan sakındırır, kıyasla haramın helal, helalin haram yapılaca­ğını belirtir, ashab-ı kiramdan nakledilen riva­yetleri öğrenmiş olan kişilerin verdikleri bilgi­lerle amel edilmesi gerektiğini söylerdi.[63] Onlar rivayete dayanan bilgiler dışında konuşmaktan çekinirlerdi. Atâ (ö.H5/713)'ya sorulan sorular­da Atâ'nm kendi cevabını söylemesi istendi­ğinde Atâ, yeryüzünde kendi görüşünün din edinilmesinden korktuğunu, böyle bir şeyden dolayı Allah'tan haya ettiğini söylemiştir.[64] Öyle ki Katâde (Ö.117/735), kırk sene kendi gö­rüşüyle bir hüküm vermemiştir.[65] Kısacası geçmiş âlimler sünnete uymanın kurtuluş ol­duğunu söylemişlerdir.[66]
Sünnete uyma konusundaki sahabe ve on­dan sonrakilerin bu örnek davranışları oütün müslümanlara rehber olmalı, sünnetin örnek alındığı bir hayat tarzı kuşaktan kuşağa akta­rılmalıdır.

4. Sünneti Örnek Almak


Resul-i Ekrem (s.a.), her konuda "üsve-i hasene" yani, kendisine uyulacak ve arkasın­dan gidilecek örnek bir insandı. İnsanlık için onun her davranışı örnek olacak nitelikteydi. Bu gerçeği Kur'an-ı Kerim; "Sizin için Allah'ın Resulünde uyulması gereken güzel bir örnek vardır [67] âyetiyle ifade eder. Bu durumdan ise Allah'a ve ahiret gününe inanıp da Allah'ı çok zikreden kimseler İstifade ederler. Çünkü böy-lelerİ Resûl-i Ekrem'in her haline ibret gözüyle bakarlar. Onu örnek alarak ömür boyu bu şe­kilde yaşarlar. Müslümanların en önemli göre­vi, Allah'ın kitabına ve Resûlultah'ın sünnetine sımsıkı bağlı olmaktır. Onların kitab ve sünnete bağlılığı, gölgenin şahsa bağlılığı gibi olmalı, bu hususta büyük bir hassasiyet göstermelidirler. Bu şekildeki bir hassasiyetin örnekleri ilk müslümanlarda görülmüştür.
Meselâ Hz. Ömer bazen bir şey yapmaya karar verir, fakat birisinin; "Ey müminlerin emiri, Resûlullah böyle bir şey yapmış veya yapılmasını emretmiş değildir" demesi üzerine onu yapmaktan vazgeçerdi.[68] Aynı şekilde Kur'an'ın toplanması meselesinde Hz. Ebû Bekir'e müracaat edilerek Kur'an âyetlerinin bir araya getirilmesi istendiğinde Hz. Ebû Be­kir, Kur'an'ın toplanması işi kendisine havale edildiğinde de Zeyd b. Sabit, "Resûlullah (s.a.)'in yapmadığı bir şeyi nasıl yaparız" diye tereddüt etmişlerdir.[69]
Resûl-i Ekrem'i örnek almada sahabi Ab­dullah b. Ömer'in ayrı bir yeri vardır.[70] Abdul­lah, Resûl-i Ekrem'in kendisi hakkında Abdul­lah'ın iyi insan olduğunu, fakat bir de gece namazı kılsa daha güzel olacağını söylemesi üzerine, o günden itibaren gece namazını hiç terketmemiştir.[71] Resûl-i Ekrem'in vefatından sonra ona olan sevgisinden dolayı, namaz kıldığı yerleri Öğrenip oralarda namaz kılar,[72] yürüdüğü yollarda yürür,[73] gölgelendiği ağaç­ların altında oturur ve kurumasınlar diye onları sulardı.[74] Abdullah'ın bu halini görüp yadırga­yanlar bile olurdu. Nitekim Nafi (6.117/735), Resûlullah'ın yaptıklarını aynen yapmaya çalı­şan İbn Ömer'in bu halini görenlerin "Bu a-dam galiba deli!" diyeceklerini söylerdi.[75] Ab­dullah, selamlaşma konusundaki sünnetleri ye­rine getirmek hususunda son derece titiz dav­ranır, hiç bir işi olmadığı halde, sadece müs-lümanlarla selamlaşmak için sokağa çıkar, bü­yük küçük karşılaştığı herkese selam verirdi.[76]
Zeyd b. Eşlem bir defasında İbn Ömer'i elbi­selerinin düğmelerini çözmüş bir halde namaz kılarken görmüş, kendisine niçin böyle yaptı­ğını sorduğunda İbn Ömer, "Resûlullah (s.a.)'i böyle namaz kılarken gördüm. Onun için bu şekilde kılıyorum [77] diye cevap vermiştir.
Ashab-ı kiram, Resûl-i Ekrem'in davranış­larına öylesine dikkat ederlerdi ki, o ne yap­mışsa onlar da aynısını yapmaya çalışırlardı. Resûlullah (s.a.)'in bir hasır üzerinde geceleyin namaz kıldığını gördüklerinde onunla beraber namaz kılmak için koşup gelmişlerdi.[78] Enes b. Malik, Resûl-i Ekrem'in gece ayaklan şişinceye kadar namaz kıldığını öğrendiğinde kendisi de Resûl-i Ekrem'e uyarak ayakları şişinceye ka­dar gece namazı kılardı.[79] Nitekim ibn Mesûd'un öğrencisi Mesrûk b. el-Ecda (ğ.63/683),[80] meşhur hadis âlimi, hadiste emiru'l-müminîn Şu'be b. el-Haccâc tö.160/777) da ayakları şişinceye ka­dar namaz kılanlardandı.[81]
Sahabenin Resûl-i Ekrem'i örnek alma işi bazen mimiklerine bile yansırdı. Bir defasında Abdullah b. Mesûd, yanında bulunan insanla­ra hadis rivayet ederken rivayet sırasında bir yerde gülmüş, Resûlullah (s.a,)'i böyle yapar­ken gördüğünü söylemiştir.[82]
Hz. Abbas vefat etmeden önce Resûlullah-ın Yemen kumaşına sarılarak gömülmüş olma­sından dolayı yakınlarına kendisini Yemen kumaşına sarmalarını ve öylece defnetmelerini vasiyet etmiştir.[83] Abdullah b. Abbas'a adamın birinin hac için gelenlere şerbet ikram ettikleri­ni, Resûîullah'ın böyle yapmasından dolayı mı şerbet verdiklerini, yoksa süt ve baldan daha ucuz olduğu için mi böyle yaptıklarını sorması üzerine İbn Abbas, Resûlullah'ın sünnetini îakip ettiklerini söyleyerek cevap vermiştir.[84]
Yine rivayetlere göre Hz. Ömer dostlarıyle birlikte otururduğu bir sırada kendisine pa­muklu bir gömlek getirmişlerdi. Hz. Ömer gömleği giyerken, "Avret yerini örttüğüm ve kendisiyle güzel göründüğüm bu elbiseyi bana giydiren Allah'a hamdolsun" diye dua etmiş, sonra da yanındakilere dönerek, bir defasında Resûl-i Ekrem'le birlikte olduğu bir sırada Re­sûl-i Ekrem'e yeni bir elbise takdim edildiğini, Resûl-i Ekrem'in elbiseyi giyerken okuduğu duayı okuduğunu söylemiştir.[85] Yine bir gün Hz. Ömer, Kabe'yi tavaf ettiği sırada Hacer-i Esved'i öpmüş ve aslında onun yararı ve zararı olmayan bir taş parçası olduğunu bildiğini, Resûlullah'ın bu taşı öptüğünü görmüş olma­saydı, asla öpmeyeceğini söylemiş, ardından; "Ama biz Resûlullah'ın yaptığı hiçbir şeyi terk-etmeyiz. O ne yapmışsa, biz de öylece yaparız [86] demiştir. Hz. Ömer'in bu sözü hikmeti bilinmese dahi Resûl-i Ekrem'i örnek almanın ve onun sünnetine tâbi olmanın gereğini gös­terir. Onun bu davranışı Resûl-i Ekrem'e uyma konusunda büyük bir prensip olarak kabul edilmiştir.[87]
Bu örnekler ashab-ı kiramın bütün davra­nışlarında Hz. Peygamber'i örnek aldıkları ve yaşayışlarını onun talimatlarına uygun olarak düzenledikleri gerçeğini ortaya koymaktadır. Sünneti örnek almak, yalnız sahabe kuşağı ile sınırlı değildir. Hz. Peygamberdin örnek haya­tını yaşamak, onun sünnetini yaşatmak her müslümanın en başta gelen görevleri arasındandır.

5. Sünneti Yaşatmak


Resûl-i Ekrem (s.a.)'e uymak, onun getirdiği sünnetlerin yaşanmasıyla mümkündür. Kişi, ancak bu şekilde yaşayarak kurtuluşa erer. Müslüman dinini yaşarken olaylar karşısında iki çeşit davranış sergilemek durumundadır. Karşılaştığı şey kötü ise ondan kaçınır, iyi İse ona yaklaşır. Yani ya seçer, ya çekinir. İyiyi seçer ve kötüden çekinirse bunun adı takva olur. Takva yolu da ancak Resûl-i Ekrem'in sünnetini ihya etmekle, onu hayata geçirmekle gerçekleşir. Nitekim Resûl-i Ekrem bir hadisin­de; "Kim benim sünnetimi ihya ederse beni ihya etmiştir. Kim de beni ihya ederse beni sevmiştir. Beni seven de cennette benimle birlikte olur [88] buyurmuştur.
Hadiste sünnetin ihyâsı, yani diriltilip can­landırılması, yaşanır hale getirilmesi söz konu­su edildiğine göre tarihi süreç içinde zamanla sünnetin terk edileceği anlaşılmaktadır. Nite­kim kıyamete yakın zamanlarda ümmetinin kendi sünnetini terkedeceklerini, önceki millet­lerin yollarını adım adım izleyeceklerini,[89] za­manla dinin yok olup giderek sünnetin terk edilmeye başlanacağını, ipin lif lif çözüldüğü gibi dinin de birer birer, sünnet sünnet terk edileceğini haber veren Resûl-i Ekrem [90] ahir zamanda yalancı, deccal kimselerin müslü-manlan fitne ve dalâlete sürükleyeceklerini be­lirtmiş, ümmetinden bu gibi adamlardan uzak durmalarını istemiştir.[91] Resûl-İ Ekrem, böyle zamanlarda helal yiyen, sünnete uygun amel eden kişinin cennete gireceğini söylemiş, asha­bın o gün böyle kişilerin çok olduğunu söyleme­leri üzerine, bunun kendi asrından sonraki top­luluklar için söz konusu olacağını belirtmiştir.[92] Resûl-i Ekrem, durumun böylesine nazik olduğu sünnetlerin unutulduğu bir dönemde, kendisinden sonra uygulanmayan bir sünnetini uygulamaya koyan, onu ihya edip canlandıran kişiye,[93] o sünnetle amel edenlere verilen sevap kadar sevap verileceğini haber vermiş metinin fesada uğrayıp bozulduğu dönemlerde sünnetine sarılanların yüz şehit sevabı kazana­caklarını belirtmiş [94] böylece zor zamanlarda sünnete uymanın önemine işaret etmiştir.[95]
Saadet asrında Resûl-i Ekrem'in sohbetine kavuşamamış, onunla beraber olamamış olan müminler için sünneti yaşamanın yolu, Resûl-i Ekrem'in hadislerine kulak vermek, hadis ki­taplarını okumaktır ve Resûl-i Ekrem'in sünne­tini sevenlerin sohbetine katılmaktır. Bu hal ise kıyamet gününe kadar devam edecektir. Çün­kü salih insanlarla ve takva sahibi kullarla bir­likte olmak sünneti, sünnetin sahibi Resûl-i Ekrem'i haürlaür. Müslümanlar Resûl-i Ekrem'in sünnetiyle amel ettikleri gibi yine onun tavsiyesiyle hayırlı ve güzel olan şeylerle, İslâm yo­lunda açılan güzel iyi çığırlarla da amel etmeli­dirler.

6. İyi Çığır Açmak


Hadislerde hayırlı, güzel olan yola "sün­net [96] doğru olan yola "hüdâ" terimleri kul­lanılır.[97] Hayırlı yollar "hazine"Iere benzetile­rek, bu hazinelerin anahtarlarının bulunduğu, Allah Teâlâ'nın bu iyilikleri açacak, kötülükleri kilitleyecek anahtarı verdiği kulun iyi bir kul olduğu, kötülükleri açacak, iyilikleri kilitleyecek anahtarı verdiği kulun da kötü bir kul olduğu belirtilir.[98] Başkalarını doğru ve eğri yola davet eden herkesin kıyamet günü bir kişi bile davet etse o davet ettiği şeye davet ederek dirileceği haber verilir.[99]
Sünnette iyi çığır açmanın faziletine dair nakledilen hadisin aslı şudur:
Rivayet edildiğine göre bedevilerden bir takım insanlar Resûl-i Ekrem (s.a.)'in yanına gelirler. Üzerlerinde yün elbiseler vardır. Resûl-i Ekrem, gelenlerin durumlarının iyi olmadığını, ihtiyaç içinde olduklarını görünce halkı onlara sadaka vermeye teşvik eder. Fakat halk, Resûl-i Ekrem'in bu davetine icabet etmekte gecikirler.
Onların geç kalmasından dolayı rahatsız olan Resûl-i Ekrem'in bu rahatsızlığı yüzünden belli olur. Bir süre sonra ensardan biri bir kese gü­müş getirir. Sonra bir başkası gelir. Sonra diğer sahabiler birbirlerinin peşlerinden gelirler. Ni­hayet Resûl-İ Ekrem bu duruma çok sevinir. Sevinci yüzünden anlaşılan Resûl-i Ekrem bu olayın arkasından şöyle buyurur:
"Kim İslâm'da güzel bir çığır (sünnet) açar da kendisinden sonra onunla amel olunursa o kimseye bu çığırla amel edenlerin ecri kadar sevap yazılır. Amel edenlerin sevaplarından da bir şey eksilmez.[100]
Bu hadise göre, güzel ve doğru olan şeyle­re teşvik eden kimseye, kıyamet gününe kadar o yolda gidenlerin sevapları kadar sevap yazı­lacaktır. Hayırlı işler ilim konusunda olabilece­ği gibi, başka konularda da olabilir. Ensardan olan kişinin ilk olarak bir kese gümüş getirme­si, hayır yolunu açması, güzel bir çığıra ön ayak olarak diğer sahabilerin de bir şeyler ge­tirmesine sebep olması sevindirici bir gelişme olduğundan Resûl-i Ekrem bu durumu mem­nuniyetle karşılamış, bundan dolayı son dere­ce sevinmiştir. Burada önemle belirtilmesi ge­reken nokta, sonradan icad edilen, ortaya çı­karılan her şeyin bidat olduğu düşüncesine kapılarak hayırlı işlere engel olmanın doğru olmadığıdır. İslâm'ın gayesi doğruyu, güzeli, iyi ve hayırlı olanı yerleştirmek, bunların devamı­nı sağlamaktır.
Hadiste geçen "sünnet-i hasene"ye, yani hayırlı yolu ortaya çıkarana ve onunla amel edene Resûl-i Ekrem sevap vadetmiştir.[101] Fa­kat açılan bu çığır şer'an haramı helal kılmak veya helali haram kılmak gibi meşru bir şeye aykırı düşmemelidir.[102] Sabit bir hükmü nes-hetmediği sürece, kıyamete kadar yeni bir çığır açma işi devam etmektedir. Bu hükmün, bu ümmet için sünnet olarak isimlendirilmesi bir şereftir.   Resûl-i  Ekrem'in  sünnet dediği  bir uygulamanın  bidat  olarak  değerlendirilmesi sünnetin tam anlaşılamadığını gösterir. Kişinin kendi seçimine bağlı olarak nafile  ibadetler yapıtaşı caizdir. Bu ibadetler vakit tayin edil­meksizin mükellefin gücü dahilinde olan iba­detlerdir. Şeriatta bu ibadetlerin yapılmasını yasaklayan veya Resûl-i Ekrem'in yaptığı mev­cut nafile ibadetlerle yetinmeyi emreden dinî bir emir (nass) mevcut değildir. Ne var ki, yeni bir çığır açmak güzel ve caiz olsa da bu durum müslümanlann sorumluluklarını daha da artı gından, yapılması gereken hayırlar daha da çoğalacaktır. Nafile ibadet yapanın bu durumu caiz kabul edilse de Resûl-i Ekrem'in sünnetine uymak daha evlâ ve daha güzeldir.[103]
Söz konusu "iyi çığır açma" hadisi tarihte bazıları tarafından yanlış anlaşılmış, Hz. Pey­gamber adına uydurulan bir takım sözlere da­yanak olarak kullanılmaya çalışılmıştır. Çok derin hadis ve sünnet bilgisine vâkıf olduğu belirtilen [104] yedinci asır muhaddisleri arasında zikredilen [105] meşhur Endülüslü âlim ibn Arabî (6.638/1240) bu nokta üzerinde önemle durmuş, eserlerinde bu meseleye dikkat çekmiştir.
İbn Arabi'ye göre bir grup insan vardır ki, şeytan bunlara doğruluğunda şüphe olmayan temelinde doğru olan bir yolla, Hz. Peygam-ber'in "Kim iyi bir çığır açarsa, bu kişiye onun ve  onunla  amel edenlerin  sevabı vardır"108 hadisiyle kendilerine vesvese verir. Bu hadisle amel etmeyi onlara sevdirdikten sonra, onları kendi hallerine bırakır. Bu durumda bazı in­sanlar, hayra olan gayretleri ve onunla amel edenlerin   sevaplarını   elde   etmek   amacıyla harekete geçerler. Kendilerine ait olan iyi bir sünnet ortaya koysalar ve bunu da kendilerine nispet etseler bilirler ki bu durumda, halk naza­rında itibar görmeyeceklerdir. Ama Hz. Pey-gamber'in hadisi olduğu takdirde bunun kabul edileceğine inanır, dolayısıyla bunu hadis ola­rak uydurur. Bu davranışını da "Kim iyi bir çı­ğır açarsa" hadisinin hükmü içine girdiği zan­nıyla tevil eder. Sonuçta Hz. Peygamber adına yalan uydurulmasını, onun söylemediği, diliyle telaffuz etmediği şeyleri onun adına nispet etmeyi caiz görür. Hatta bu işi, usûlün destek-lemesiyle de bir hayır zanneder. Melek ona Hz. Peygamber'in kasıtlı olarak kendi üzerinden yalan söyleyenin cehennemdeki yerine hazır olması [106] hadisi ile, yine kendi üzerinden söy­lenen bir yalanın başka birinin üzerinden söy­lenen yalan gibi olmadığını, kasıtlı olarak onun üzerinden yalan söyleyenin cehennemdeki yerine hazır olmasını belirten hadisi [107] hatırlat­tığı zaman, bütün bunları şeytanın hatırına ge­tirdiği vesvese ile yorumlayarak bu gibi şeyle­rin dalalete götürdüğü zaman söz konusu ol­duğunu, halbuki kendisinin sadece hayır olan bir sünnet çıkardığını söyler. Bu kişi iyi bir sün­net koyduğundan sevap kazandığı kesin ol­makla birlikte, Resûlullah (s.a.) adına yalan söylediğinden, demediği bir şeyi ona isnad ettiğinden dolayı da günahkardır.[108] Tabiidir ki bu yol iman sahibi, akıllı bir müminin başvura­cağı bir yol değildir. İyi çığır açma düşüncesiy­le şeytanın oyuncağı olmamaya da son derece dikkat etmek gerekir.
Yukarıdaki örneğin aksine güzel çığır aç­manın olumlu örnekleri de vardır. Öldürülme­den önce iki rekat namaz kılma âdeti buna örnek olarak verilebilir. Bu âdet sahabi Hubeyb b. Adî'ye dayanır. Hubeyb b. Adî hicretle 3- yılında gönderilen Recî seriyyesinde Uhyan oğulları tarafından esir edilerek Mekkeli müşrik­lere satılan sahabilerdendir.[109] Müşrikler Hubeyb'i öldürmek için darağacına yaklaştırdıklarında Hubeyb, izin verirlerse iki rekat namaz kılaca­ğını söyledi. Onlar da kendisini bıraktılar. Hubeyb iki rekat namaz kıldı, sonra şehit edil­di. Böylece Hubeyb, ölümden önce iki rekat namazı ilk ortaya çıkaran kişi oldu.[110]
Zararlı bîr yol, kötü bir çığır açmak da yu­karıdaki hadisin devamında ifade edilmiştir. Şimdi onun üzerinde duralım.
Resûl-i Ekrem (s.a.), bir kimse İslâm'da kö­tü bir çığır açar da kendinden sonra onunla amel olunursa, o kimsenin aleyhine bu çığırla amel edenlerin günahı kadar günah yazılaca­ğını, amel edenlerin günahlarından da bir şey eksilmeyeceğini haber vermiş,[111] yeryüzünde işlenen ilk cinayeti kötü çığıra bir örnek vere­rek şöyle buyurmuştur; "Zulmen öldürülen hiç kimse yoktur ki, onun kanından Adem'in ilk oğluna bir pay olmasın. Çünkü ölümü ilk orta­ya çıkaran odur. [112]
Bu hadiste haksız yere kan dökmenin üğır vebal ve sorumluluğuna işaret edilmektedir. Kıyamet gününde kullar arasındaki hesab işle­rine ilk olarak kan davalarıyla başlanacak ol­ması onun son derece önemli olduğunu gös­termektedir.[113] Kötü çığırın bir diğer örneği de bir müslümanm haram olmayan bir konuda soru sorarak o şeyin haram kılınmasına sebep olmasıdır.[114] Gereksiz yere müslümanlara ve meşakkat vermek, böyle kötü bir çığıra ön ayak olmak doğru görülmem iştir.
Sonuç olarak İslâm, hayırlı ve güzel olan şeyleri teşvik ederken, kötü ve zararlı olanları da yasaklamıştır. Zira dinî açıdan kötü olan şeyler, Kur'an'ın ve sünnetin karşıtıdır, zıddı-dır. Onlarla mücadele etmek gerekir.

7. Sünnet Muhaliflerine Karşı Çıkmak


Yapılan yanlışlıklar karşısında susmamaya, yeri geldiği zaman ona müdahale etmeye ça­lışmak dinî olduğu kadar aynı zaman da insanî bir görevdir. Bu yanlışlıklar dinî sahada yapılır­sa, onu düzeltmeye çalışmak daha da bir ö-nem kazanır. Müslümanları sünnet ve hadisle amel etmeye yönlendirmek yerine, ideolojik sebeplerle İslâm'ı tahrif etmeye, sünneti red­detmeye, sünnet hakkında insanların kafalarını karıştırmaya, kısacası sünnetsiz İslâm arayışına girerek sünnete rağmen başka alternatifler ileri sürmeye  tepkisiz  kalınamaz.[115]  Peygamberin verdiği hükme razı olmayan, sünnete muhalefet eden böyle birine karşı ilk uyarı Allah Teâlâ'dan gelmiştir.
Rivayet edildiğine göre ensardan bir adam, hurma suladıkları Harre su yollan hakkında Zübeyr b. Avvâm'la münakaşa etmiş, durum Resûl-i Ekrem'e arzedildiğinde Resûl-i Ekrem, Zübeyr'in sulamasını, sonra suyu komşusuna bırakmasını söylemiştir. Ensardan olan kişi bu­na kızmış, Resûl-i Ekrem'in verdiği hükme razı olmamıştır. Bunun üzerine "Hayır, Rabbine ye­min otsun ki onlar aralarında çıkan anlaşmaz­lıklarda seni hakem yapıp sonra da verdiğin hükümden dolayı nefislerinde hiçbir darlık bul­madıkça ve tam bir teslimiyetle teslim olma­dıkça iman etmiş olamazlar [116] âyeti inmiştir.
Sahabe, Resûl-i Ekrem'in sözleriyle, onun sünnetiyle amel etmeyen söz ve davranışların­da onun yolundan gitmeyenlere karşı açıkça tavrını ortaya koymuş ve bu hususta yer yer kendilerini ikaz etmişlerdir. Bu konudaki riva­yetlerden birine göre, İki adam bir dava için Resûl-i Ekrem'in huzuruna çıkmışlardı. Resûl-i Ekrem de her iki tarafın delillerini dinledikten sonra hükmünü verdi. Fakat davayı kaybeden adam verilen hükme razı olmayarak Hz. Ö-mer'e gidilmesini istedi. Davayı kazanan Hz. Ömer'e bir mesele hakkında Resûl-i Ekrem'in kendi lehine ve diğer adamın aleyhine hük­mettiğini, ama adamın verilen hükmü kabul etmediğini, onun için kendisine geldiklerini söyledi. Bunun üzerine davayı kaybedene Hz, Ömer olayın doğru olup olmadığını sordu. Onun durumu tasdik etmesi üzerine, "Ben gelinceye kadar yerlerinizden ayrılmayın" dedi ve sonra da evine girdi. Az sonra kılıcını ku­şanmış olarak yanlarına çıktı. Resûl-i Ekrem'in verdiği hükme razı olmayan adamın boynunu vurarak işini bitirdi. Bu olayın ardından Nisa sûresinin altmişbeşinci ayeti nazil oldu ve Hz. Ömer'in herhangi bir kabahatinin olmadığını bildirdi.[117] Hz. Ömer karakteri icabı vakarlı ve heybetli bir zat olduğundan Allah Resulüne muhalefet edenlere karşı bazı defalar Resûl-i Ekrem'den adamın boynunu vurmak için izin istediği olurdu.[118] Yine Hz. Ömer bir gün Abdurrahman b. Avfın oğlu Ebû Seleme'nin ipekten bir gömlek giydiğini görmüş ve derhal elini gömleğin yakasından sokarak boydan boya yırtınıştı. Abdurrahman b. Avf, Resûlullah (s.a.)'in ipek gömlek giymesine izin verdiğini, neden böyle yaptığını sorması üzerine Hz. Ömer:
Evet ama sadece senin giymene müsaade etti. Çünkü sen kaşıntının çokluğundan şika­yette bulunmuştun. Senden başkasına ise, izin vermedi" diye cevap vermiştir. [119]
Bir başka sahabi Abdullah b, Muğaffel, ar­kadaşlarından birinin sapanla taş attığını gör­düğünde ona böyle taş atmamasını, zira Resûlullah'ın sapanla taş atmaktan ümmetini sakındırdığını, sapan taşıyla av avlanmayaca­ğını, düşmanın bozguna uğratılmayacağım söyledi. Bir müddet sonra o adamın yine aynı işi yaptığını gördü. Bu defa ona, Resûlullah'ın sapan taşı atılmasını yasakladığını haber ver­diği halde hâlâ atmaya devam ettiğini, artık bundan kendisine ebedi söz söylemeyeceğini söyledi.[120] Aynı şekilde İbn Şîrîn (ö.UO/728) de hadise kendi görüşüyle karşılık veren biriyle bir daha konuşmayacağını söylemiştir.[121] Gerçi din kardeşi ile üç günden fazla dargın durmak yasak edilmiştir. Fakat bu nefsani ve dünyevi sebeplerden dolayı olan dargınlıktır. Fasıklar ve bilerek sünnete muhalefet edenlerle devamlı surette konuşmamak caizdir. Zira onlara karşı olan dargınlık dinî ve uhrevidir. Bundan dolayı da ebediyen devam etmesi söz konusudur.[122]
Resûl-i Ekrem'in sünnetine muhalefet edenlere karşı çıkmak ve onları uyarmak vazife­si sadece Abdullah b. Muğaffel'e ait bir özellik değildi. Ashabdan her biri yeri ve zamanı gel­dikçe üzerine düşen görevi ifâ etmekten geri durmaz,  ne  pahasına  olursa  olsun  hakikati söylemekten çekinmezlerdi. Çünkü onlar Re-sûl-i  Ekrem'in sözünün karşısında başka bir söze asla tahammül edemezlerdi. Nitekim Ebû Saîd el-Hudrî, bir mecliste Resûl-i Ekrem'in hadisine itiraz eden bir adama, böyle birisiyle aynı  çatı  altında  olamacağını  söylemiştir.[123] Aynı şekildeki bir tepkiyi Ebu'd-Derda da gös­termiştir.    Ebu'd-Derda,   Muâviye   b.    Ebû Süfyan'ın huzurunda bulunduğu bir gün Re­sûl-i    Ekrem'den    bir   hadis    rivayet   eder. Muâviye de ona karşı kendi görüşünü söyler. Bunun üzerine Ebu'd-Derda, bundan böyle bir daha kendisiyle aynı diyarda oturmayacağını söyleyerek o yeri terk eder.[124] Bir diğer sahabi Abdullah b. Ömer, bir gün yanında bulunan bazı kişilere kadınların gece mescide gitmeleri­ne engel olunmaması şeklindeki hadisten bahseder. İbn Ömer'in çocuklarından birisinin on­lara mani olunmazsa mescidleri fesat yuvasına çevireceklerini söylemesi üzerine İbn Ömer, oğlunun göğsüne vurarak hiçbir şekilde hadise karşı gelmemesi söyler ve onu azarlar.[125]
İbn Ömer'le ilgili diğer bir rivayet de şöyledir: Abdullah b. Mervân'm saltanatı zamanında Haccac, hac emiri tayin edilmişti. Haccac, Arafat vakfesinin sünnet vaktini geçirmiş, zamanında yapmamıştı. Haccac'ın hutbe okuduğu sırada orada bulunan Abdullah b. Ömer, onun Ka­be'yi yıkan, Allah dostlarını öldüren bir zalim olduğunu, şimdi de Resûlullahın sünnetini tahrif ettiğini söyleyerek Haccac'a karşı çıkmıştır.[126]
Bir diğer örnek de Ebû Saîd el-Hudrî ile il­gilidir. Ebû Saîd, Resûlullah (s.a.) döneminde gördüğü bayram namazlarında, hutbenin na­mazdan sonra okunması sünnetinin Medine valisi Mervâri tarafından namazdan öne alın­masına sessiz kalmamış, Mervân'ın elbisesin­den çekerek bunu yapmamasını, sünnet olan uygulamayı değiştirmemesini söylemiştir.[127] Yine Emeviler döneminde cuma hutbesinde dua için ellerini kaldıran Bişr b. Mervân'a sa­habeden Umâre b. Rueybe tepki göstermiş, cuma günü Bişr'i dua ederken gördüğünde onun iki elini Allah'ın cezalandırmasını, kendisinin Resûlullah'ı minberde iken baş parmağı takip eden şehadet parmağıyla işaret etmek dışında bir şey yapmadığını söyleyerek sünnet olan uygulamayı savunmuştur.[128]
Sahabi İmran b. Husayn, bir sohbetinde yanında bulunan arkadaşlarına Hz. Peygam-ber'in, "Hayanın hepsi hayırlıdır" buyurduğu­nu söyler. Orada bulunanlardan birinin bazı kitaplarda bir kısım hayanın sekinet ve Allah'a ta'zim olduğunu gördüklerini, ama onun zayıf olanının da bulunduğunu söylemesi üzerine İmran, adamın bu sözüne kızar, hatta gözleri bile kıpkırmızı olur. Adama, "Bana bak, ben sana Resûlullah'tan hadis rivayet ediyorum. Sen ise, buna itiraz ediyorsun ha!" diye çıkışır. İmran'ın yanında bulunan arkadaşları, adamın münafık veya zındıklıkla itham olunan, sünne­te muhalif kimselerden olmadığını, onun ken­dilerinden biri olduğunu söyleyerek İmran'ı yatıştırmaya çalışırlar.[129] Nitekim Ebû Hureyre de birine Resûl-i Ekrem (s.a.)'den hadis rivayet ettiği zaman, ona karşılık darb-ı mesel ve ata­sözü anlatmamasını, reye dayalı sözlerle hadi­se karşı çıkmamasını söyler. [130]Sünnete aykırı davrananları İbn Abbas da zaman zaman uya-nr. Tavus (ö.lO6/724)'un ikindiden sonra iki rekat namaz kıldığını gören İbn Abbas, ona bunu bırakmasını söyler. Tavûs'un namaz kılınabile­ceğini söylemesi üzerine İbn Abbas, o halde ikindiden sonra namaz kılmanın yasaklanmış olduğunu, Allah ve Resulü'nün bir işte hüküm verdikleri zaman artık müminler için orada seçme haklarının bulunmadığını söyleyerek karşılık verir.[131] Yine İbn Abbas "Resûlullah şöyle buyurdu, falan ise şöyle dedi" demeniz­den dolayı cezalandırılmaktan veya yere batı­rılmaktan korkmuyor musunuz?" derdi.[132] Saîd b. el-Müseyyeb (6.94/712) de ikindiden sonra iki rekat namaz kılan birini gördüğünde adama namaz kılmasından dolayı değil, ama sünnete aykırı davranmasından dolayı Allah'ın kendi­sini cezalandırabileceğini söylerdi. [133]
Saîd b. Cübeyr (6.95/713), hadis rivayet etti­ği bir gün, adamın birinin Allah'ın kitabında ona muhalif şeylerin bulunduğunu söylemesi üzerir-e Saîd, adama Resûlullah'ın Allah'ın kitabını en iyi bilen olduğunu söyleyerek cevap vermiştir.[134] Ömer b. Abdülaziz (6.101/719) de memurlarına yazdığı mektuplarda Resûlullah (s.a.)'in sünnet olarak koyduğu bir şeyde artık hiç kimsenin o konuda görüş beyan etme hak­kının bulunmadığını söylemiş,[135] kendisinin bidat çıkaran değil, sünnete uyan biri olduğu­nu ifade etmiştir.[136]
Sahabenin ve ondan sonra gelenlerin Resûl-i Ekrem'e muhalefet edenlere karşı bu ka­dar şiddetli davranmalarının sebebi hiç şüphe­siz ona olan saygılarıdır. Eğer Resûl-i Ekrem'e muhalefet din düşmanlarından gelmişse, bu hususta onlar her türlü Vsal çarelerine başvur­muşlar, onlara engel olmaya çalışmışlardır. Bunun yanında muhalefet kasdı olmaksızın sırf bilgisizlikten veya ietihaddan kaynaklanan bir sebepten dolayı Hz. Peygamber'in sünnetine aykırı hareket eden bir müslüman olmuşsa ashab-ı kiram böylelerini de İkaz ve irşad etmiş ve kendilerine doğru yolu., yani sünnet yolunu göstermişlerdir. Ashabın sünnetin korunmasına yönelik bu ciddi gayretleri diğer müslümanlara da örnek olmalıdır. Zira hadise ve sünnete yönelik itirazlar ilk devirlerle sınırlı kalmamış, asırların geçmesiyle sünnet ve hadis inkarcıla­rının sayısı daha da artmıştır. Nitekim Resûl-i Ekrem, kendisinden sonra sünneti tanımak istemeyenlerin olacağını, koltuğuna yaslanmış, kamı tok bir takım adamların hadislerini inkar edeceklerini haber vermiş, rnüslümanlan böyle bir tehlike karşısında çok önceden uyarmıştır.[137] Bu tehlikelere karşı hadislere sahip çıkıl­malı, hadisler her kuşaktan güvenilir kimseler tarafından öğrenilerek dinde aşırılık gösterenle­rin tahrifleri, bâtıl taraftarların yersiz iddiaları ve cahillerin tevilleri bu ilimden uzaklaştırılma­lıdır.[138] Özellikle hadis ilmi mensuplarına bu noktada büyük görev düşmektedir.[139] Ayrıca hadisçilerle birlikte her müslüman hadis ve sünnete yönelik saldırılara karşı durmalı, mu­haliflere karşı İslâm'ı uygun tarz ve rnetodlarla savunmalıdır. Sünneti savunma işi dinî bir hassasiyet, ciddi bir gayret gerektirir. Kişiler, sünnete bağlılık oranında bu önemli göreve sahip çıkabilirler.

8. Sünnete Bağlılıkta İnsanların Durumu


Her mümin bilgisi ve imkanı ölçüsünde sünnete bağlanmaya, o yolda bir hayat yaşa­maya çalışır. Bu durum müslüman olmanın bir gereğidir. Mümin, Allah Teâlâ'nın emirlerini yerine getirmeye, Resulünün sünnetleriyle amel ermeye gayret göstermelidir. Bunun için Resûl-i Ekrem'in tâat, ibadet, âdâb ve güzel ahlâkla il­gili hallerini araştırmalı, nefsini Allah Resûlü'ne tam uydurmaya ve onu örnek almaya çalışmalıdir. Resûl-i Ekrem'in âdâb, ahlâk, fiil ve dav­ranışlarına sımsıkı bağlanmaya, onun beğen­diğini beğenmeye, beğenmediğini terk etmeye, onun sabrettiğine sabretmeye, düşmanlık bes­lediğine düşmanlık, dostluk beslediğine de dost­luk beslemeye yönelmelidir.[140] Sünnetle amel konusunda insanlar birbirinden farklıdırlar. B yüzden İbn Arabi (6.638/1240}, sünnetle amel etme konusunda insanları üç kısma ayırır:
Ona göre bir kısım insan sırf bâtını olur. Bu kişi, dinî hükümlerin zahirleri, yani dış anlam­larıyla değil de kendi dünyasına, hevâ ve he­vesine göre ürettiği bâtını, gizli bir takım yo­rumlarla amel etmeye çalışır. Böyie bir yol şeriatın hükümlerini bâtınîlik gibi işlemez bir duruma getirdiğinden kötüdür. Bu yolda yürü­yen biri Kur'an'ı ve ona bağlı olarak da sünne­ti devre dışı bıraktığından sünnetle amel etmesi söz konusu değildir.
Bîr kısım İnsan sırf zahirî olur. Dinî hüküm­leri yalnız zahirine, dış görünüşüne göre anla­yan, şekilci anlayış sahibi demektir. Bu düşün­ce kişiyi tecsim ve teşbihe, yani Allah'ın bir cisim ve şekil gibi düşünülmesi fikrine götürür. Ya da bu şekildeki zahirî ve şekilci anlayış sa­hibi kişi, bir fakihin mezhebine bağlı olan biri­dir. Böyle biri, her an bağlı olduğu mezhepten dışarı çıkma korkusu içindedir. Bu kişi, Resûl-Ekrem'in sünnetlerinden bir sünnet işitse, bir başka mezhebin fakihine göre o sünneti zayıf sayar ve onunla ameli terkeder. Ona sünnetin faziletiyle ilgili bin tane sahih hadis getirilse, onu dinlemek istemez. Bağlı bulunduğu faki-hin kendi kitabında bu sünneti zikretmemesi sebebiyle geçmiş selef ve tabiîn âlimlerine de kötü zanda bulunur. Din açısından böyle oİ-mak yerilmiştir.
Bir kısım insan da anlayabildiği kadarıyla şeriata uyar. Şeriat sahibi nereye yürürse ora­ya yürür, nerede durursa orada durur. Mu­hammedi fiillerden en küçük bir şey terk et­meksizin bütün gayretini ve himmetini oraya sarfeder. Güvenilir hadis kitaplarını okurken gönlüne doğan şeylere veya güvenilir hocala­rına itibar ederek amel eder. İşte orta yol ve sünnet budur. Bununla amel eden de sünnet ehlidir. Allah sevgisi ancak bu yolu takip et­mekle elde edilir.[141]
Yine İbn Arabi'ye göre sünnetle amel et­meye çalışan kişi, kendisi için yapılması mu­bah olan Resûl-i Ekrem'in yaptığı işlere bak­malı, Resûl-i Ekrem'e ait özel durumlardan olmayan fiillerinde onu örnek almalıdır. Resûl-i Ekrem'den rivayet edilen onun fiillerini açıkla­yan sahih ve zayıf bütün haberlere tâbi olmalı, bu rivayetleri vârid oldukları şekilde üzerine bir şey ilave etmeden, bir şey de eksiltmeden a-mel etmelidir. Eğer rivayetler farklı ise, bir za­man bir rivayetle başka bir zaman da başka rivayetle amel ederek bir defa da olsa her riva­yetle amel etmelidir. Sabit olan rivayet üzerin­de amele devam etmeli, bundan bir şey ihmal etmemelidir.[142]
Sünnetle amel konusunda samimi olmaya, dini ve mezhebleri istismar etmemeye dikkat etmek gerekir. Mezheblerin İslâm kültüründeki yerleri ve müslümanlara olan hizmetleri takdir edilmeye değerdir. Sünnet ve hadisin yorum­lanmasında, müslümaniann hayatına aktarıla­rak yaşanır hale getirilmesinde mezheb imam­larının, müctehid ilim adamlarının büyük e-mekleri vardır. Onların ilmî çalışmalarından istifade edilmeden, sünnetin doğru anlaşılması mümkün değildir. Amellerin fazileti ve ahlâkla ilgili hadislerle amel etmek söz konusu olmakla birlikte, ahkâmla ilgili ciddi konularda mezheb imamlarının görüşlerine başvurmak, onları re­ferans almak şarttır.
Sünnetle amel konusunda her müslümanın doğruyu yanlıştan ayırabilecek kadar dinî ilim­leri öğrenmesi, mümkünse özellikle hadisleri anlayabilecek derecede ilim tahsil etmesi gere­kir. Mümin, bir hadis dinlediğinde hadisi doğru bir şekilde anlamişsa, hiçbir münakaşaya girişmeksizin onu kabule hazır olmalıdır. Bir konuda veya bir ihtilafta Hz. Peygamber'in bir hadisi gündeme geldi mi, artık orada teslim olmalıdır.[143] Dârânî (ö.215/830)'n in "Bizim haki­katlerimize iki şahit vardır ki, biri Kitab diğeri de Sünnettir" sözünü hatırlamalı, Kitab ve Sünnetin onaylamadığı bir hayat tarzına itibar etmemelidir. Cüneyd el-Bağdâdî (ö.297/909)'nin söylediği, "Bizim mezhebimiz Kitab ve Sünnete bağlanmış, İlmimiz de Resûlullah (s.a.)'in ha­disine kenetlenmiştir [144] ifadesini de ölçü ala­rak her işinde Kur'an ve sünnete, dinin temel ilkelerine uymaya çalışmalıdır.

9. Sünnette Öngörülen İlkeler


Kulun Allah'a karşı sevgi, saygı ve bağlılı­ğını gösteren duygu, düşünce ve davranış bi­çimlerine ibadet denir. Her insanın belli oran­larda ibadet etmesi, dinî bir yükümlülüktür. Bu yükümlüğü yerine getirmede belli ölçüler, ilke­ler vardır. Sünnette öngörülen bu ilkelerin en önemlileri an t silerde kolaylık, süreklilik ve Öl­çülü olmaktır.

a. Kolaylık


Kur'an ve sünnette üzerinde durulan temel ilkelerden biri kolaylıktır. Allah Teâlâ, kullarına zorluk değil kolaylık dilediğini bildirirken,[145] Resûl-i Ekrem de kendisinin zorlaştırıcı ve şaşırtıcı değil, öğretici ve kolaylaştırıcı olarak gönderildiğini,[146] İslâm'ın kolay olduğunu, kimsenin onu zoriaştiramayacağını belirtirdi.[147] Ayrıca Resûl-i Ekrem her fırsatta sahabilerine kolaylaştırıp zorlaştırmamalarını, müjdeleyip nefret ettirmemelerini tavsiye eder,[148] kendisi de karşılaştığı işlerde serbest olursa hep kolay olanı tercih eder, ümmetine zorluk çıkarmak istemezdi.[149] Bu konuda son derece titiz dav­ranırdı. Bazen uzun süreli namaz kılmak istedi­ği halde, ağlayan bir çocuk sesi duyar, bundan dolayı namazı uzatmaktan vaz geçer, annesi­nin çocuğuna karşı olan ilgisini düşünerek namazı kısa tutar, hafif kildırırdi.[150]
İmamlık yapanlara namazı kısa tutmalarını, cemaat içinde yaşlı, hasta, zayıf, ihtiyaç sahibi insanların bulunduğunu belirtir,[151] ashabını bıktırmamak için zaman zaman vaaz eder,[152] âlemlere rahmet olarak gönderildiğini, rahmet ve merhamet peygamberi olduğunu sözleriyle ve uygulamalarıyla gösterirdi.[153] Çünkü kalple­rin arzulu ve istekli zamanları olduğu gibi, is­teksiz olduğu zamanlar da vardır. Bu durumda ağırlaştınp zorlaştırmak yerine, hafifletip kofaylaştırmak daha güzeldir. İşte sünnetin ruhu ve Allah Resulü'nün yolu budur. Bu yol, sünnetin yaşanmasında göz önüne alınması gereken bir ilke, gerçekleştirilmesi gereken bir idealdir.
Dinin içindeki emir ve yasaklara uyma ko­nusunda azimet ve ruhsat olmak üzere iki yol söz konusudur. Kişiler, kendi durumlarına göre her iki şekilde de amel edebilirler. Ruhsat, da­ha hafif, daha kolay olan dinî tekliflerdir. Kolaylaştırma teshil, hafifleştirme tahfif, demektir. Azimet, daha ağır ve daha zor olan sorumlu­lukları yüklenmek demektir. Zorlaştırma anla­mına gelen ta'sîr, tas'îb, ağırlaştırma manasına gelen teşdîd kelimeleri de azimetle eş değer olan terimlerdir. Allah Teâlâ, azimetlerle amel edilmesini sevdiği gibi ruhsatlarla amel edilme­sini de sever.[154] Zayıf ve güçsüz olanlar, azi­metle amel edebildikleri gibi zaman zaman ruhsatlarla da amel etmeli, Kur'an ve sünnet­teki emirleri gönül rahatlığı içinde yerine ge­tirmelidirler. Çünkü ibadetlerde kalp huzuru aranır. Kalp huzuruyla yapılan ibadetlerin de­vamlı  olması,  kesintiye  uğramadan  sürekli yapılması daha kolay olur.

b. Süreklilik


Alışkanlık haline getirilen, âdet olarak be­nimsenen sünnetlerin, daha geniş anlamıyla ibadetlerin devam ettirilmesi, bir mazeret olmadikça terk edilmemesi gerekir. "Amellerin Allah'a en sevimlisi az da olsa devamlı olanı­dır [155] buyuran Resûl-i Ekrem, ibadetlerinde bu prensibe dikkat etmiş, bazı özel durumlar dışında başladığı ibadetleri hiç kesintiye uğ­ratmamıştır. Ayrıca bu prensibi ailesine öğret­miş, onlar da bir işe başladılar mı artık ona devam etmişlerdir.[156] Başladığı ibadröt sonra tembellik yüzünden bırakanların bu davranış­larını doğru bulmayan Resûl-i Ekrem Abdullah b. Amr'ı bu konuda uyarmış ona; "Abdullah, falan gibi olma, gece ibadetine kalkıyordu son­ra onu bıraktı [157] buyurmuştur. Resûl-i Ekrem gece virdini yapamadan uyuyup kalan birinin gündüz, sabah ile öğle arası o virdini yapması­nı tavsiye etmiştir ki, bu da ibadetlere geç de olsa devam edilmesinin önemini gösterir.[158] Ayrıca başladığı ibadetleri bırakan kişilerden Allah Teâlâ'nın da razı olmayacağı belirtilmiştir [159] Demek ki Allah rızası kastedilerek başlanı­lan ibadetlere devam etmeli, az da olsa sürekli yapmaya özen göstermelidir. Bu yol, normal ve güzel olan orta bir yoldur. İşlerin hayırlısı orta olandır. Bunun ötesinde ifrat denilen aşın gitme, ölçüsüz hareket etme durumu vardır kî bu yol doğru bir yol değildir.

c. Ölçülü Olmak


Kur'an ve sünnetin yaşanmasında ifrat ve tefritten, aşırılıktan uzak durmalı, Içülü ve dengeli olmalıdır. Aşın gidenler, taşKinhk ya­panlar helak olurlar.[160] Sözlerinde ve davranış­larında ölçüsüz davranan, ne söylediğini, ne yaptığını bilmeyenler hem kendilerine hem de diğer insanlara zarar verirler.
Ölçüye dikkat edebilmek için yapılan iba­detlerin insanın gücü dahilinde olması gerekir. Güç sınırını aşan ibadetlerin kişiyi  layacağı, zamanla  kesintiye  uğrayacağı vapılamaz hale geleceği açıktır. Bunu önceden kestirmek zor değildir. Hıristiyanların güç sınırlarını aşaral üzerlerine gerekli olmadığı halde, sırf Allah rızasını kazanmak üzere kendilerine bir takım sorumluluklar yükleyerek ibadette aşırı gitme­leri, sonra da bunun gereğini yerine getireme-yip   terketmeleri   Kur'an   diliyle   kendilerinin kınanmalarına sebep olmuştur.[161] Kur'an'ın bu konudaki uyarısını dikkate alan Resûl-i Ekrem (s.a.), kolaylığı, ruhsatı bırakarak orta yoldan ayrılan, ibadet ve tâat noktasında ifrata, zorlu­ğa kaçan sahabilerine zaman zaman ikazlarda bulunmuştur. Abdullah b. Amr'ın sürekli İbadet etme teklifini aynı şekilde güç yetiremeyeceği gerekçesiyle kabul etmemiştir.[162] Nitekim Abdullah, yaşı ilerleyip de söz konusu bu iba­detleri yapmakta zorlanır hale geiince yaptığı­nın doğru olmadığını anlamış, Resûl-i Ekrem-in oruçla ilgili söylediği üç günü kabul etmiş ol­mayı ailesinden, malından ve çocuğundan da­ha çok istemiş, kendisinin ağırlaştırdığını, do­layısıyla kendisine de ağırlaştırdığını belirterek pişmanlık duyduğunu ifade etmiştir.[163]
Ebu'd-Derda'nm sürekli oruç tutması ve gece namazı kılarak eşini ihmal ettiğini öğrensn Selman-ı Fârisî'nin aşırı gitmemesi konu­sunda Ebu'd-Derda'ya yaptığı uyarılan doğru bulan Resûl-İ Ekrem, onun bu tavrını son de­rece beğen mş ve "Gerçekten Selman doğru söylemiştir [164] buyurarak kendisini takdir et­miştir.[165]
Aralarında Ali b. Ebû Talib, Abdullah b. Amr, Osman b. Maz'ûn'un bulunduğu üç kişiden birinin ömrümün sonuna kadar bütün gece uyumaksızın namaz kılacağını, bir diğerinin hayatı boyunca gündüzleri oruç tutacağını, oruçsuz gün geçirmeyeceğini, üçüncü kişinin de sağ olduğu sürece kadınlardan uzak kala­cağını, asla evlenmeyeceğini öğrenen Resûİ-i Ekrem, Allah'a yemin ederek, kendisinin Al­lah'tan en çok korkan ve O'na en saygılı olan kişi olduğu halde bazen oruç tuttuğunu, bazen da tutmadığını, geceleri namaz kıldığını, sonra yatıp uyuduğunu, kadınlarla da evlendiğini söylemiş ve ardından;
Benim sünnetimden yüz çeviren kimse benden değildir" buyurmuştur.[166]
Osman b. Maz'ûn'un fazla ibadet etmek, kendisini tamamen ibadete vermek (tebettül), ve erkeklik özelliğini gidermek konusunda Re-sûl-i Ekrem'den İzin istediğinde Resûl-İ Ekrem ona bu konuda izin vermemiştir.[167] Yukarıda isimJeri geçen bu sahabiler, kolay yoldan çıkıp Allah'ın emretmediği ibadetleri kendi kendile­rine adamışlardır. Bundan dolayı Resûl-i Ek­rem, onları kınamış, kendi yoluna irşad ede­rek; "Benim sünnetimden yüz çeviren [168] bu­yurmuştur. Yani, sahabeden bu kişilerin yaptı­ğı gibi kendi yolunun güzel olmadığına inana­rak onu kabul etmeyenin kendisinden olmadı­ğını ifade ermiştir. Halbuki Resûl-i Ekrem fazla ibadet yapmayı, ümmetine olan şefkat ve merhametinden dolayı terk etmiş, bu konuda onlara zorluk çıkarmak istemediğinden onlara orta yolu tutmalarını tavsiye etmiştir. İbadet etmeyi sevdiği halde halk kendisini görür de amel ederler, böylece de kendilerine farz olur korkusuyla bazı amelleri yapmamıştır.[169]
İnsanın yaratılış gereği aceleci, gelir geçer iştahlı olması, yaptığı işlerde uzun süre sebat edememesine, sürekli devam ettiği işlerde yor­gunluk ve bıkkınlık hissetmesine sebep olur. Bu durum bir çok insan için söz konusudur. İnsan zamanla usanır, yorulur. Halbuki Allah Teâlâ usanmaz, yorulmaz. Hayatın her alanın­da, meslekler, görevler ne olursa olsun aşırı idealist davranarak din adına kişinin ailesini, çoluk çocuğunu, yakınlarını, dost ve arkadaş­larını, komşularını, eli altında çalıştırdığı insan­ları, varsa bakmakla sorumlu olduğu hayvan­ları dahi ihmal etmemeli, imkanları ölçüsünde amel etmelidir. Allah'ın rızasının nerede, ne zaman kazanılacağı bilinemez. Bu ilâhi bir sır olduğundan bazen küçük gibi görünen amel­lerde bile bu sır ortaya çıkabilir. Bu sır kapısını aralayan olmamıştır. Hiç beklenmedik bir an­da bir yetimin başının okşanması, bir garibin sırtının sıvazlanması, aç olan bir hayvanın kar­nının doyurulması, susuz olan bir köpeğin su­suzluğunun giderilmesi Allah'ın rızasının kaza­nılmasına sebep olabilir. Rızayı, sülûkü kshpta değil, kalpte aramalıdır. Azimetle amel etmek elbette ki güzel olmakla birlikte, yerine göre ruhsatlarla amel etmekte o kadar güzeldir. Bunların hepsi dindir, Resûl-i Ekrem'in sünne­tidir. Bu din kolaydır, onu zorlaştırmamalıdır. Dinle yarışa giren kimseye din üstün gelir. Amellerde aşırı gitmekten sakınmalı, ölçülü olmalı, orta yolu tutulmalıdır.[170] Bu yol daha tutarlıdır. Mümin her işinde ölçüye dikkat et­meli, kendini yıpratacak, aile ve toplum haya­tını olumsuz yönde etkileyecek bir yaşantıya özenmemelidir.
Resûl-i Ekrem'in sünnetine uymayan kişiyi ne gibi sonuçların beklediğini tahmin etmek zor değildir. Sünnetten uzak kalan kişinin içine düştüğü konum ya dalâlet, ya da bidat orta­mıdır. Halbuki bidatlardan saklamak dinin en temel emirlerinden biridir.

10. Bidatlardan Sakınmak


Bidat sözlükte, sonradan ortaya çıkan şey demektir. Bu ister âdet, ister İbadet çeşidinden olsun aynıdır. Dinî anlamı İse, sahabe devrin­den sonra, kanun koyucu olan şâriin, yani Allah ve Resûlü'nün söz, fiil, açıktan ve işaretle izni olmaksızın ortaya çıkan fazlalık ve eksikliğe denir. Hadislerde bidatin dinî manâsı kaste­dilmiştir. Yalnız bidat, dört halife, sahabe, son­ra onlardan sonra gelen tabiîn, sonra da on­lardan sonra gelenlerin yollarına ters düşen şeylerdir.[171] "Sünnetime ve râşid halifelerin sünnetine uyun [172] hadisi gereğince dört halife döneminde ortaya çıkan şeyler bidat değildir. Zia hadiste onların sünnetine sarılmak emre-dildiğinden onların sünneti, Resulün sünneti gibidir. Sahabe zamanında ortaya çıkan şeyler bidat sayılmaz.[173]
Hadislerde "sonradan çıkan işlerden sakı­nılması [174] her bidatin sapıklık olduğu, sapık­lıktan da kaçınılması gerektiği [175] "dinde olma­yanı ortaya çıkaranın kişinin bu işinin reddedi­leceği [176] şeklindeki ifadeler yukarıdaki çerçeve içinde değerlendirilmelidir. Dinde her bidattan maksad, ashabın yoluna aykırı olan, dalâlet sayılan bidatlardır. Aksi takdirde bidatlar ara­sında dinî ilimlerle, eser telifiyle uğraşmak gibi güzel, makbul olanlar olduğu gibi, kötü olan (seyyie), yani reddedilenler de vardır.[177]
Bidatlardan sakındırmanın yanı sıra sünne­tin bırakılıp kişilerin arzu ve heveslerinin din edinilmesinin tehlikesine de işaret eden Resûl-i Ekrem, arzuların insanı saptırmasından, da'âlet ve sapıklığa düşürmesinden endişe ettiğini,[178] gök kubbenin altında işlenilen en büyük güna­hın kişisel arzu ve isteklerin peşinden koşmak olduğunu sık sık ifade etmiş,[179] Allah Teâlâ'nın en çok buğzettiği, sevmediği insanlardan biri­nin de İslâm geldikten sonra cahiliyet yolunu arayan, onun peşinde giden kişiler olduğunu belirtmiştir.[180]
Ashâb-ı kiramın bidatlardan sakınma ve sakındırma konusunda önemli bir yeri vardır. Onlar Resûl-i Ekrem döneminde yapmadıkları şeyleri az olsun çok olsun, küçük olsun büyük olsun ortaya çıkaranları reddetmiş, onların bu durumlarını asla tasvip etmemişlerdir.
Hz. Ömer'in bidatlarla mücadele konusun­daki tavrı çok serttir. Bir adamın Kur'an'tn mü-teşabih âyetleriyle ilgili halka bazı şeyler sora­rak kafaları karıştırmaya çalıştığını haber alan Hz. Ömer adama, "Bidat arıyorsun ha!" diyerek hazırladığı hurma dallarıyla adamı başı kana-yıncaya kadar dövmüştür. Bu dövme işi birkaç kez tekrar ettiğinden sonuçta adam yaptıkla­rından tevbe etmek zorunda kalmış, Hz. Ömer de onun halkla oturmasına izin vermiştir.[181]
Abdülmelik b. Mervân, cuma günü, sabah ve ikindi namazlarından sonra konuşma yapmak için halkı ikna etmeye çalışmış, sahabi Gudayf b, Hâris'e bu konuda bir haber gön­dermiş, fakat Gudayf, bunların bidat olduğunu, bunları doğru bulmadığını belirtmiş, sünnete uy­manın bidat uydurmaktan daha hayırlı oldu­ğunu söyleyerek bu duruma karşı çıkmıştır.[182]
Bir defasında vaaz eden bir adamın yanın­da duran İbn Mesûd, adama sapıklık ve bidat uydurduğunu, Muhammed (a.s.) ve ashabın­dan daha doğrusunu gösteremeyeceğini söy­leyerek,   tepkisini  göstermiş,   bunun   üzerine adamın yanında onu dinleyenler meclisi terk-edip gitmiş, kimse kalmamıştır. [183] İbn Mesûd, halka devamlı olarak aşınlığa kaçmamayı, bidat­lardan sakınmayı, eskiye yani Kur'an'a sarıl­mayı tavsiye etmiştir.[184] Bir başka sahabi İbn Abbas,   kendisinden   tavsiye   isteyenlere   Al­lah'tan korkmasını, istikamet üzere olmasını, sünnete uyup, bidat işlememesini söylemiş, [185] İbn Şîrîn (6.110/728) insanların bidata alıştıktan sonra, artık bir daha sünnete dönmeyecekleri­ni, [186] Evzâî (ö. 157/774) de bidat çıkaran bir a-damın  haramlardan  çekinme duyarlığı  olan vera anlayışını kaybedeceğini ifade etmiştir. [187]
Bunların dışında bidatlara dalan topluluk­lardan Allah Teâlâ'nın sünnetleri çekip çıkara­cağı,[188] bidat işleyen kişilerin kılıçla öldürülme­yi helal saymış olacakları,[189] bidat taraftarları­nın sapıklığın taraftarları oldukları, onların varacakları yerin cehennem olacakları gelen rivayetler arasındadır.[190]
Bidatin sünnetin karşıtı ve zıddı olduğu, ondan uzak durulması gerektiği yukarıdaki rivayetlerin ortak özelliğidir. Mümin kişi, bidat-tan uzak durmalı, sünnete yönelmelidir. Ne gibi şeylerin sünnet olduğu ilimler arası yapüan taksimatlara göre değişmekle birlikte biz bura­da hadislerden genel bir tarama yaparak, ha­dislerde ne gibi şeylerin yapılmasının teşvik ve tavsiye edildiğini belirlemeye, bu konuda bir fikir vermeye çalışacağız.

11. Sünnette Tavsiye Edilen Hususlar


Hadislerde diğer bir ifadeyle sünnette sün­net olduğu belirtilen, yapılması tavsiye ve teş­vik edilen pek çok husus vardır. Bunlardan bazılarını şöylece sıralayabiliriz:
Resûl-i Ekrem (s.a.), konuşmalarında, hut­be ve vaazlarında ashabını Allah'ın kitabına teşvik eder, ona yönlendirirdi.[191] Kitabullah'tan sonra fiilî davranışları olan sünnetine rağbet etmeyene kendi yolunda giden biri olarak bakmaz, sünnetinden yüz çevirenin kendinden olmayacağını beyân eder,[192] sünnetin sözlü ifade şekilleri olan hadislerin insanlara ulaştı­rılması konusunda ashabını teşvik ederdi.[193] Ruhsat verilen şeyleri kabullenmeyip ondan yüz çevirenlere karşı gazaplanır, kendisinin herkesten daha fazla Allah'ı bilen ve ondan en çok korkan kimse olduğunu hatırlatırdı.[194]
Ramazan gecelerini ihya etmeyi sünnet kıl­dığını belirtir,[195] nikaha, evlenmeye teşvik eder, "Nikah benim sünnetimdir" buyurarak onunla amel etmeyenin sünnetinden yüz çe­virdiğini, evlenmeyenin kendi yolunu terk etti­ğini ifade ederdi.[196] İstekle namaz kılar,[197] kişi­nin her şeyden sıyrılarak namaza, Allah'ın hu­zuruna durmasını, onun katındaki sevabı um­masını ona rağbet etmesini söylerdi.[198] Kendi­sine hediye edilen güzel bir elbiseyi isteyen kişiyi geri çevirmezdi. Varsa verir, yoksa başka bir zamanda gelmesini söylerdi. Gece olup ta yatağa yatılacağı zaman müminlerin Allah'a yönelmelerini, ona dayanmalarını tavsiye e-der, bu konuda ashabına dualar öğretirdi.[199]
Ashabının saç ve sakallarını siyaha boyamala­rını tavsiye eder,[200] müşrik de olsa kişinin an­nesine ona yardımda bulunmasını söylerdi.[201]
Medine'ye rağbet etmeyen, oradan çıkmak isteyenlerin kötü insanlar olduklarını ifade eder,[202] ilmi artan kişinin dünyaya rağbetinin artmasını Allah'tan uzaklaşma olarak görürdü.[203] Müminleri mallanndan sadaka vermeye,[204] atıcı­lığı öğrenmeye,[205] Allah yolunda canla malla savaşarak şehid olmaya,[206] Kur'an'i yedi harf üzere okumaya, zayıf olanların bu kolaylıktan yararlanmaya, [207] cuma namazını hangi idare altında olursa olsun kılmaya,[208] sabah nama­zının sünnetini edâ etmeye teşvik ederdi.[209]
Resûl-i Ekrem bu sayılanların dışında müslümanları Allah'a iman etmeye, sonra da dos­doğru olmaya,[210] namazı tam olarak kılmaya, zekatı vermeye, diğer amellere de aynı şekilde devam etmeye,[211] kimseye muhtaç olmamak için sırtında odun toplayıp onu satmaya, hiç kimseye el açmamaya,[212] haram yiyip içme-meye, haram giymemeye teşvik ederdi.[213]
Bütün bunların dışında Resûl-i Ekrem, ha­dislerinde zandan sakınmaya, başkalarının gizli hallerini araştırmamaya, onların gizli sözlerini dinlememeye, yarışa girmemeye, müşteri kizış-tırmamaya, sırt çevirmemeye, buğzetmemeye,[214] işçi ve hizmetçilere, müslümanın eli altın­da çalıştırdığı kimselere iyi davranmaya, ye­meği onlarla paylaşmaya,[215] yumuşak davranmaya,[216] merhamet etmeye, bağışlamaya [217] iyi­lik etmeye, kardeşlerini güler yüzle karşılama­ya, kovadan başkasının kabına su boşaltmak da olsa iyilik yapmaya,[218] sadakaya geçimini üstlendiklerinden başlamaya, yüksek el olup, alçak el olmamaya,[219] müminlerin dünya sıkıntı­larından birini gidermeye, kusurlarını örtbas etmeye, zor durumda olana kolaylık gösterme­ye, din kardeşinin yardımına koşmaya, ilim öğrenmek için yola çıkmaya, Allah'ın evlerin­den birinde toplanıp, Allah'ın kitabını okuma­ya, onu anlamaya,[220] zalim olsun mazlum olsun din kardeşine yardım etmeye,[221] iyiliklerin en üstününü yapmaya, ilişkiyi kesene gitmeye, vermeyene ihsanda bulunmaya, kötü konuşa­na cevap vermeden geçip gitmeye,[222] Allah için alçak gönüllü olmaya,[223] kalbin yumuşa­masını sağlamak İçin fakire yemek yedirmeye, yetimin başını okşamaya, [224]büyüğe saygı gös­termeye, küçüğe merhamet etmeye, İyiliği emredip kötülüğü engellemeye,[225] insanların arasını düzeltmeye,[226] Allah'a ibadet edip ona hiçbir şeyi ortak koşmamaya, toptan Allah'ın ipine sarılmaya, iş başındaki idarecilere nasi­hat etmeye, dedi kodu yapmamaya, mal israf etmemeye, çok soru sormamaya,[227] misvak kullanmaya, bıyıkları kısaltmaya, mazmaza, istinşak yapmaya, sakal bırakmaya, tırnakları kesmeye, koltuk altı kıllarını yolmaya, sünnet olmaya, kasık kıllarını kesmeye, makadı yıka­maya,[228] kurban kesmeye teşvik ederdi.[229] Utanmanın, koku kullanmanın peygamberlerin sünnetinden olduğunu belirtirdi.[230]
Bunların dışında adaletli olmaya, Allah'a ibadet ederek yetişip büyümeye, kalbi mescit­lere bağlamaya, Allah için sevişmeye, sağ eli­nin verdiğini sol eli bilmeyecek derece sadaka vermeye, kimsenin olmadığı bir yerde Allah'ı zikretmeye, nikahın dışında bir durum için Allah'tan korkmaya,[231] borçtan ve günahtan Allah'a sığınmaya, borçlanıp yalan konuşma­maya, söz verip yerine getirmemezlik etmemeye,[232] zengin ise borcunu geciktirmemeye,[233] israf etmemeye,[234] alışveriş yapanların doğru söyleyip malın kusurlarını açıklamaya,[235] güze! ahlâk sahibi olmaya, kalbi rahatsız eden ve insanların öğrenmesini istemediğimiz şeyleri yapmamaya,[236] çocuklar arasında eşit davran­maya,[237] haya sahibi olmaya, tesettüre dikkat etmeye,[238] emaneti korumaya [239]can ve mal konusunda güvenilir kişi olmaya, dilinden ve elinden insanlara zarar vermemeye, Allah'a itaat yolunda nefisle mücadele etmeye, hata ve günahları terk etmeye,[240] güzel söz söylemeye, yemek yedirmeye, insanlar uyurken gece namazı kılmaya,[241] katı kalpli, cimri ve kibirli kimse olmamaya,[242] güç sınırları İçinde ibadet yapmaya, az da olsa ona devam etme­ye,[243] ömrün uzaması, rızkın bollaşması, kötü ölümün uzaklaşması için Allah'tan korkmaya, yakınları ziyaret etmeye,[244] gönül zenginliği kazanmaya,[245] sabretmeye, gözü tok, ve iffetli olmaya,[246] hayırlı amellere acele etmeye, dini az bir dünya menfaati karşılığında satmama­ya [247] kendini hesaba çekmeye, ölümden son­rası için çalışmaya, heyecanın peşine düşme­meye rağbet ettirmiş, bu salih amellere yönlen­dirmiştir.[248] Bunlara ilave olarak müslümanın müslümana kanının, ırzının ve malının haram olduğunu, ona zulmetmemesini, yardımsız bı­rakmamasını, hor görmemesini,[249] müslümanın müslüman üzerinde haklarının olduğunu, karşılaştığı zaman ona selam vermesini, aksırdığında ona rahmet dilemesini, hastalandığın­da onu ziyaret etmesini, davet ettiği zaman davetine gitmesini, öldüğünde cenazesinde bulunmasını, kendisi için sevdiğini din kardeşi için de sevmesini, yokluğunda ona karşı sa­mimi davranmasını söylerdi.[250]
Bu sayılanlar dışında Resûl-i Ekrem, Allah'ın ihsanı ve rahmetine fazla güvenerek tembel olmamaya, ama onun rahmetinden de hiçbir zaman ümit kesmemeye bu ümitle dünyayı terk etmeye teşvik etmiş,[251] sünnet ve hadisle­rinde hep güzel şeylere, iyiliğe, doğruluğa, er­deme, kısacası "örnek ahlâk" sahibi olmaya yönlendirmiştir. Âleme değil âlemlere rahmet olarak gönderilen Resûl-i Ekrem, "rahmet pey­gamberi" oluşunu sözleriyle, her türlü hal ve hareketleriyle göstermiş, ümmetini her konuda kendisini örnek almaya rağbet ettirmiştir. İşte Hz Peygamber'in yolu, sünneti bunlardır. Kim bunlarla amel ederse o sünnet ehlidir.
Sonuç olarak dinin ikinci kaynağı duru­munda olan sünnet, Kur'an'ın anlaşılmasında, yaşanmasında, İslâm Dini'nin pratiklerinin be­lirlenmesinde önemli bir yere sahiptir. Sünnet, referans alınmadan İslâm'ın doğru anlaşılması mümkün değildir. Allah'a kul olmanın ölçüsü ve örneği Hz. Peygamber'in sünnetidir. Genel halk için kolaylık ve ruhsat, yapabilenler için azimet müslümanlığı esas alınmalı, herkes kendi gücüne göre amel etmelidir.[252] Sünnet, farz­ları tamamlayan, yapılmasında sevab olan Hz. Peygamber'in emir ve yasaklarıdır. Olgun, kâmil bir mümin olabilmek için sünneti bütün incelikleriyle yaşamak gerekir.

B. SÜNNETLE İLGİLİ KIRK HADİS


Buradaki hadisler, Sünnetin İslâm'daki yeri ve önemi konusunun daha iyi anlaşılmasına katkıda bulunacağı düşünülerek hadis kitap­larının Kur'an ve sünnete bağlanmayı konu edinen "İ'tisâm" bölümlerindeki hadislerden seçilmiştir.

Hz. Peygamberi Sevmek


1. Enes b. Malik'ten rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Sizden hiçbiriniz ben kendisine oğlundan babasından ve bütün insanlardan daha sevgili olmadıkça gerçek manâda  iman  etmiş olamaz.[253]

Hz. Peygamber'e Tâbi Olmak


2. Abdullah b. Amr'dan rivayet edildiğine göre Nebiyy-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Hiç kimsenin arzusu benim getirdiklerime tâbi olmadıkça olgun mümin olamaz. [254]

Hz. Peygambere İtaat


3. Ebû Hureyre'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Bana itaat eden Allah'a itaat etmiş, bana isyan eden de Allah'a isyan etmiş olur. [255]

Emredileni Yapmak


4. Ebû Hureyre'den rivayet olunduğuna göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Size emrettiğim şeyi alın, yasakladığım şeyden de kaçının. [256]

Yolların En Hayırlısı


5. Câbir b. Abdullah'tan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Bundan sonra biliniz ki sözün en hayırlısı Allah'ın kitabıdır. Yolların en hayırlısı da Mu-hammed'in yoludur. İşlerin en kötüsü, sonra­dan çıkarılanlardır. Her bidat sapıklıktır. [257]

Hz. Peygamberin Fiillerine Uymak


6. İbn Ömer radiyallahu anhümâ'dan riva­yet edildiğine göre şöyle demiştir:
Nebiyy-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem altından bir yüzük edinmişti. İnsanlar da altın­dan birer yüzük edindiler. Bunun üzerine Nebiyy-i Ekrern (s.a.) şöyle buyurdu:
Ben altından bir yüzük edinmiştim." Onu attı ve şöyle dedi: "Artık onu ebediyen takma­yacağım." Bunun üzerine, insanlar da yüzükle­rini attılar. [258]

Hz. Peygamberi Örnek Almak


7. Abis b. Rebîa'dan rivayet olunduğuna göre şöyle demiştir: Ben Ömer radiyallahu anh'ın Hacerülesved'i öptüğünü gördüm. O esnada şöyle diyordu:
"Ben senin taş olduğunu, bir fayda ve zarar vermeyeceğini biliyorum. Şayet Nebi sailallahu aleyhi ve sellemin seni öptüğünü görmesey­dim, ben de öpmezdim.[259]

Hz. Peygamberin Yaptığından Çekinmemek


8. Aişe'den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
"Resûlullah sailallahu aleyhi ve sellem bir iş yapmış, ona ruhsat vermişti. Bu durum as­habından bazılarına ulaştığında sanki onlar bundan hoşlanmadılar ve onu yapmaktan çekindiler. Resûlullah (s.a.) bunu duydu ve ayağa kalkarak şöyle hitap etti:
Bazı kişilere ne oluyor ki benim ruhsat verdiğim bir iş kulaklarına ulaştığında ondan hoşlanmıyorlar ve çekiniyorlar. Allah'a and olsun ki ben onların Allah'ı en iyi bileni ve ondan en çok korkanıyım.[260]

Doğru Yol


9. Abdullah b. Mesûd'dan rivayet edildiği­ne göre kendisi şöyle demiştir:
Resûlullah sailallahu aleyhi ve sellem bir gün bize bir çizgi çizdi. Sonra, "Bu Allah'ın yoludur" buyurdu. Ardından bunun sağından solundan bazı çizgiler çizdi. Sonra, "Bunlar (bir takım) yollardır. Onlaıdan her yolun başında, ona çağıran bir şeytan vardır" buyurdu. Sonra da şu âyeti okudu: "Şüphesiz ki bu benim dosdoğru yolumdur. O halde ona uyun. Başka yollara tâbi olmayın. Sonra sizi onun (Allah'ın) yolundan ayırır. [261]

Sünnetten Yüz Çevirmek


10. Enes'ten rivayet edildiğine göre Pey­gamber sallallahu aleyhi ve sellemin ashabın­dan birkaç kişi Peygamber (s.a.)'in zevcelerine onun gizlice yaptığı ibadetini sordular. Sonuçta onlardan biri: Ben kadınlarla evlenmeyeceğim dedi. Bir diğeri: Ben et yemeyeceğim" diye söyledi. Bir başkası: Ben yatakta uyumayaca­ğım dedi. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.) Al­lah'a hamd ve sena ederek şöyle buyurdu:
"Bazı kimselere ne oluyor ki, şöyle şöyle diyorlar? Ama ben hem namaz kılıyor, hem uyuyorum. Hem oruç tutuyor, hem de tutmu­yorum. Kadınlarla da evleniyorum. Kim benim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir. [262]

Sünnete Tâbi Olmak


11. İmrân b. Husayn'dan rivayet edildiğine göre İmrân Kur'an'ın indiğini Resûlullah sallal­lahu aleyhi ve sellemin de bir takım sünnetler koyduğunu belirttikten sonra (Resûlullah'in şöyle buyurduğunu) söylemiştir:
"Bize uyun, vallahi bize uymazsanız doğru yoldan çıkarsınız. [263]

Hz. Peygamberin Ümmetine Karşı Durumu


12. Ebû Hureyre'den rivayet edildiğine gö­re Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Benim ve ümmetimin örneği ateş yakan bîr adamın örneği gibidir. Hayvanlar ve kele­bekler onun içine düşmeye başlarlar. Ben sizi kemerlerinizden tutuyorum, siz ise onun içine atılıyorsunuz. [264]

Hz. Peygamberin Getirdiği Hidayet Ve İlim


13. Ebû Musa rivayet edil­diğine göre Nebiyy-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Allah'ın benimle göndermiş olduğu hida­yet ve ilim bol yağan yağmura benzer. Yağmu­run yağdığı yerin bir bölümü verimli bir top­raktır; yağmur suyunu emer, bol çayır ve ot bitirir. Bîr kısmı da suyu emmeyip üstünde tutan çorak bir yerdir. Allah burada biriken sudan insanları faydalandırır. Hem kendileri içer, hem de hayvanlarını sular ve ziraatlarını o su sayesinde yaparlar. Yağmurun yağdığı bir yer daha vardır ki, düz ve hiçbir bitki bitmeyen kaypak arazidir. İşte bu, Allah'ın dininde anla­yışlı olan ve Allah'ın benimle gönderdiği hida­yet ve ilim kendisine fayda veren, onu hem öğrenen hem de öğreten kimse ile, buna başını kaldırıp  kulak  vermeyen,   Allah'ın   benimle
gönderdiği hidayeti kabul etmeyen kimsenin benzeridir. [265]

Raşid Halifelerin Sünneti


14. Abdurrahman b. Amr es-Sülemî'den rivayet edildiğine göre kendisi Irbâz b. Sâri-ye'yi şöyle derken dinlemiştir:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bize öyle bir vaaz etti ki ondan gözler yaşardı, kalp­ler titredi. Biz dedik ki: Yâ Resûlallah, bu ve­da eden birinin vaazına benziyor, bize ne tav­siye edersiniz? Bunun üzerine şöyle buyurdu:
Ben sizi gecesi gündüzü gibi aydın olan bir din üzerinde bıraktım. Benden sonra ancak helak olanlar ondan sapar. Sizden kim yaşarsa pek çok ihtilaf görecektir. Benim sünnetimden ve hidayete erdirilmiş râşid halifelerin sünne­tinden bildiklerinize sarılın. Onları dişlerinizle sıkıca tutun. Başınızdakine siyah bir köle bile olsa itaat edin. Çünkü mümin burnuna yular takılmış deve gibidir. Nereye götürülürse boyun eğer.[266]

Ümmetlerin Sünnete Uyanları


15. Abdullah b. Mesûd'dan rivayet edildi­ğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Benden önce Allah'ın peygamber gön­derdiği her ümmet içinde o peygamberin üm­metinden havarileri, sünnetine tâbi olan ve emrine uyan kişiler olmuştur. Sonra onların ardından yapmadıklarını söyleyen ve emrolun madıkları şeyleri yapan bir takım kötü nesiller gelir. Onlara karşı eliyle cihad eden mümindir. Onlara karşı diliyle cihad eden mümindir. Kal­biyle cihad eden de mümindir. Bunun ötesin­de imandan bir hardal danesi yoktur.[267]

Sünnet Yolu


16. Abdullah b, Amr'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöy­le buyurmuştur:
"İsrail Oğullan yetmişiki fırkaya ayrıldılar. Benim ümmetim yetmişüç fırkaya ayrılacaktır. Biri dışında hepsi cehennemdedir. Ashab-ı kiram: Ey Allah'ın Resulü o fırka kimdir? diye sordular. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem:
"Benim ve ashabımın üzerinde bulunduğu yol" buyurdu. [268]

Sünnete Sarılmak


17. Ebû Hureyre'den rivayet edildiğine gö­re Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Kim ümmetimin bozulduğu bir zamanda sünnetime sarıhrsa ona yüz şehid sevabı var­dır. [269]

Sünneti Yaşatmak


18. Zeyd b. Milha'nın babasından, onun da dedesinden rivayet edildiğine göre Resûlullah saîlallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Din, garip olarak başladı ve tekrar garip hale dönecektir. Benden sonra insanların de­ğiştirdikleri sünnetimi düzeltmeye çalışanlara ne mutlu! [270]

Sünnetle Amelin Karşılığı


19. Ebû Saîd el-Hudrî'den rivayet edildiği­ne göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Kim helal yer, sünnetle amel eder ve in­sanlar kötülüğünden emin olursa cennete gi­rer. Bir adam: "Yâ Resûlallah, bugün insaniar içinde böyleleri çoktur" dedi. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem şöyle buyurdu:
"Bu gelecek asırlarda olacak. [271]

Sünnet Bilgisi


20. Ebû Mesûd el-Ensârf den rivayet edil­diğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sel­lem şöyle buyurmuştur:
"Cemaata Allah'ın kitabını en iyi okuyanı imam olur. Eğer okuma konusunda eşit iseler, sünneti en iyi bilenleri, sünnet konusunda da eşit iseler hicret bakımından en önce hicret edeni İmam olur. [272]

Sünneti Sevmek


21. Enes b. Mâlik'ten rivayet edildiğine gö­re Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Enes'e şöyle buyurmuştur:
Yavrucuğum, kalbinde kimseye karşı kö­tülük olmadan sabahlamaya ve akşamlamaya gücün yeterse bunu yap." Sonra bana şöyle dedi:
Yavrucuğum, bu benim sünnetimdir. Be­nim sünnetimi yaşayan beni sevmiştir. Beni seven de cennette benimle birlikte olur. [273]

Sünneti İhya Etmek


22. Kesîr b. Abdullah el-Müzenî'nin baba­sından, onun da dedesinden rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Benden sonra terk edilen sünnetlerimden bir sünneti İhya edip canlandırana o sünnetle amel edenlerin sevaplarından bir şey eksilmek-sizin onlann sevabı kadar sevap vardır. Kim de Allah ve Resulünün razı olmadığı kötü bir bi­dat çıkarırsa o bidatîa amel edenlerin günahla­rından bir şey eksilmeksizin onlann günahı kadar günah vardır. [274]

Sünnetle Amel


23. Aişe'den rivayet edildiğine göre Resû­lullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyur­muştur:
"Evlenmek benim sünnetimdir. Benim sün­netimle amel etmeyen benden değildir. Ev­lenin, ben sizin çokluğunuzla diğer ümmetlere övünürüm. İmkanı olan evlensin. Olmayan da oruç tutsun. Zira oruç, siperdir.[275]

Safları Sünnete Göre Düzeltmek


24. Ebû Abdullah Numân b. Beşîr'den riva­yet edildiğine göre (kendisi) Resûlullah saliallahu aleyhi ve sellemi şöyle buyururken işitmiştir:
Ya saflannızı düzeltirsiniz, ya da Allah Teâlâ sizin aranıza düşmanlık, buğz ve kalplerinize ih­tilaf koyar da birbirinizden yüz çevirirsiniz. [276]

Sünnete Uygun Yemek


25. Câbir'den rivayet olunduğuna göre Resûlullah saltallahu aleyhi ve sellem parmakları yalamayı, yemek tabağını silmeyi emretti ve:
"Sizler, gerçekten bereketin hangisinde ol­duğunu bilmezsiniz" buyurdu.[277]

Sünnete Uygun Yatma Hazırlığı


26. Ebû Musa {el-Eş'arî)'den rivayet olun­duğuna kendisi şöyle dedi: Medine'de bir ev, geceleyin ev halkı ile birlikte yanmıştı. Durum Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme haber verilince:
"Ateş, size düşmandır. Uyuyacağınız zaman onu söndürünüz" buyurdu.[278]

Sünnete Uygun Davranmamanın Sonu


27. İkrime b. Ammâr'dan rivayet edildiğine göre kendisine İyâs b. Seleme b. el-Ekva, ba­basının şöyle dediğini nakletmişim Bir adam Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin yanın­da sol eliyle yemek yedi. ResûM Ekrem adama:
"Sağ elinle ye" buyurdu. Adam: Yapamı­yorum, dedi. Bunun üzerine Resûl-İ Ekrem: "Yapamaz ol" diye beddua etti. Adamın bunu yapmaması kibrinden dolayı idi. Adam bir daha elini ağzına götüremez oldu. [279]

Dinde Aşırı Gitmemek


28. Abdullah (b. Mesûd)'dan göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem üç defa şöyle buyurmuştur:
"Asm gidenler helak olur. [280]

Dini Zorlaşt1rmamak


29. Enes b. Mâlik'ten rivayet edildiğine gö­re Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Kendinize zorluk çıkarmayın. Sonra Allah da size zorluk çıkarır. Zira bir topluluk kendile­rine zorluk çıkardı, Allah da onlara zorlaştırdı. İşte onlardan geriye kalanlar kilise ve manas­tırdadırlar. "Bir ruhbanlık çıkardılar. Halbuki biz onu farz kılmamıştık.[281]/[282]

İyi Çığır Açmak


30. Ebû Cuhayfe'den rivayet edildiğine gö­re Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
Kim İslâm'da güzel bir çığır, yol açar da ken­disinden sonra onunla amel olunursa o kimseye bu çığırla amel edenlerin ecri kadar sevap yazılır. Amel edenlerin sevaplarından bir şey eksilmez. Kim de kötü bir çığır açar da kendisinden sonra onunla amel olunursa o kimseye de o çığırın ve onunla amel edenlerin günahı yazılır. Onların günahlarından da bir şey eksilmez.[283]

Kötü Çığır Açmanın Vebali


31. Abdullah (b. Mesûd)dan rivayet edildi­ğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Haksız yere öldürülen her insanın kanın­dan Adem'in ilk oğluna bir pay vardır. Çünkü öldürme işini ilk ortaya çıkaran odur. [284]

Kur'an İle Yetinmemek


32. Mikdâm b. Ma'dîkerib el-Kindî'den riva­yet edildiğine göre Resûlulîah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Koltuğuna yaslanmış bir adamın benim hadislerimden bir hadisin okunup ta şöyle de­me zamanı yaklaşmıştır: Bizimle sizin aranızda Allah Teâlâ'nın kitabı vardır. Onda helal bul­duğumuz şeyleri helal, haram bulduğumuz şeyleri de haram kılarız. Dikkat edin, Resûlui­lah sallallahu aleyhi ve sellemin haram kıldığı şeyler, Allah'ın haram kıldığı şeyler gibidir. [285]

Ehl-İ Kitaba Kimler Uyar


33. Şeddâd b. Evs'ten rivayet edildiğine göre Resûluilah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Bu ümmetin kötüleri kendilerinden önce geçen ehl-İ kitabın yollarına tıpa tıp uyacaklar­dır. [286]

Bidat Çıkarmamak


34. Aişe'den rivayet edildiğine göre Resûlui­lah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Kim bizim bu iş (din)imizde olmayan bir şey ortaya çıkarırsa o şey reddedilir. [287]

Bidatçının Ameli


35. Huzeyfe'den rivayet edildiğine göre Resûluilah sallallahu aleyhi ve selfem şöyle bu­yurmuştur:
"Allah, bidat sahibinden oruç, namaz, sada­ka, hac, umre, cihad, tevbe ve fidyeden hiçbir şey kabul etmez. Kıl hamurdan çıktığı gibi o da İslâm'dan çıkar. [288]

Bidatin Ahiretteki Zararı


36. Enes b. Mâlik'ten rivayet edildiğine gö­re Nebiyy-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Havuz başında benim yanıma bir takım adamlar geleceklerdir. Onları gördüğüm ve ba­na arzolundukları zaman benden uzaklaşacak­lardır.
Ben: Yâ Rabbi, ashabım ashabım, diyece­ğim. Bana: Sen onların senden sonra neler icad ettiklerini bilmezsin" denilecektir. [289]

Hz. Peygamber'den Sonra Çıkarılan Bidatlar


37. İbn Abbâs'tan rivayet olunduğuna göre şöyle demiştir:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, vaaz etmek üzere aramızda doğrulup ayağa kalktı ve şöyle buyurdu:
Ey insanlar! Şüphesiz ki siz yalınayak, çıp­lak ve sünnetsiz olarak Allah'ın huzuruna top­lanacaksınız. 'İlk defa yoktan var ettiğimiz gibi yeniden yaratacağız, bu va'dimizdir. Biz ger­çekten bunu yapmaya muktediriz. [290]Haberi­niz olsun! Kıyamet günü insanların ilk giydiri­leni ibrahim'dir. Haberiniz olsun! Ümmetim­den bir takım kimseler getirilip sol tarafa, ce­hennem tarafına sevk edileceklerdir. Ben:
Ey Rabbim! Bunlar benim ashabım, be­nim ümmetim, derim. Bunun üzerine:
Sen, bunların senden sonra ne bidatler or­taya çıkarıp ne kötülükler yaptıklarını bilmez­sin, denir. Bunun üzerine ben, salih kul (İsa'nın) dediği gibi derim:
"Ben aralarında bulunduğum sürece du­rumlarını gözettim; fakat sen beni öldürüp aralarından alınca, onların denetleyicisi ve gözetleyicisi sadece sen oldun. Sen her şeye hak­kıyla şahitsin. Onları cezalandiracaksar şüphe siz ki onlar senin kullarındır. Eğer onları bağışlayacaksan, mutlak güçlü ve hikmet sahibi ancak sensin.[291] Bunun üzerine bana şöyle denilir:
Gerçekten onlar, sen kendilerinden ayrıldı­ğından beri, topukları üzerinde geri dönüp, din­darlıktan dinsizliğe yönelmeye devam ettiler.[292]

Dinin Onda Biriyle Amel Edenin Durumu


38. Ebû Hureyre'den rivayet edildiğine gö­re Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
Siz öyle bir zamandasınız ki emrolunan şeylerin onda birini terk eden helak olur. Son­ra öyle bir zaman gelir ki, emrolunduğu şeyle­rin onda birini yapan kurtulur. [293]

Kur'an Ve Sünnetle Yaşayan Bir Grup


39. Muâviye'den rivayet edildiğine göre kendisi Resûlullah sallallahu aleyhi ve seliemi şöyle buyururken dinlemiştir:
"Ümmetimden bir grup Allah'ın emrini tut­maya mutlaka devam edecektir. Onları aşağı­layan veya muhalefet edenler kendilerine zarar veremeyecektir. Sonuçta Allah'ın emri, onlar insanlara üstün oldukları halde gelecektir.[294]

İki Temel Kaynak


40. Mâlik'ten rivayet olunduğuna göre ken­disine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin şöyle buyurduğu haberi ulaşmıştır:
Size iki şey bıraktım. Onlara sıkı sarıldığı­nız sürece yolunuzu şaşırmazsınız: Allah'ın ki­tabı ve Resûlü'nün sünneti.

Sonuç


Sünnetle İlgili kırk hadisin bir değerlendir­mesini yapacak olursak şunları söyleyebiliriz:
Dinin sahibi Allah Teâlâ'dir. Hz. Peygam­ber de Allah'ın eiçisidir. Müminler Allah elçisini her şeyden daha çok sevmeli, onu her şeye tercih etmelidirler. Onu her şeyden fazla sev­medikçe, kişisel arzu ve heveslerden vazgeçip ona uymadıkça gerçek manâda olgun bir mü­min olmak mümkün değildir. Çünkü ona itaat gerçekte Allah'a itaat, ona isyan Allah'a İsyan­dır. Böyle bir konuma sahip oian bir peygam­berin emirleri yerine getirilmeli, yasaklarından kaçınılmalıdır. Onun yolu yolların en hayırlısı-dır. Bu hayırlı yolda onun davranışlarına u-yulmalı, hareketleri örnek alınmalıdır. Onun yaptıklarından kesinlikle çekinilmemeli, onun davranışları dışında bir yol aranmamalıdır. Çünkü o Allah'ı en iyi bilen ve ondan en çok korkandır. Onun yolu en doğru yoldur. Onun yolundan yüz çevirenler, ona uymayanlar da­lâlete düşer, doğru yolu kaybederler. Halbuki insanlık düşünürse onun sayesinde cehen­nemden kurtulmaktadır. O insanlığın muhtaç olduğu bir yağmura benzeyen hidayet ve ilmi getirmiştir. Bu hidayet ve ilim onun sünnetinde mevcut olduğu gibi, onun hidayete erdirilmiş râşid halifelerinin yolunda da mevcuttur. Her ümmet içinde peygamberlerin sünnetlerine uyanlar bulunduğu gibi bu ümmet içinde de peygamberin yoluna uyanlar bulunacaktır. Ne var ki onlar içinde zamanla bölünüp parça­lanmalar olacaktır. Sayıları yetmişlerle de İfade edilse bu fırkalar içinde sünnet yolunu, asha­bın yolunu izleyenler kurtulacaktır. Ümmetin bozulduğu, firkalaşmaların yoğun olduğu or­tamlarda sünnete sarılanlar yüz şehid sevabı alacaklardır. Sünnete sarılma, onu yaşatma konusunda çaba sarfeden bu insanlar ne kadar mutlu insanlardır. Bu çaba ve gayretlerin karşı­lığı cennet olacak, bu insanlar cennette Hz. Peygamber'le birlikte bulunma bahtiyarlığına kavuşacaklardır. Durum böyle olunca sünnetle amel etmeye önem vermek gerekmektedir. Hayatın her alanında, aile yuvası kurmak için evlenmede, namaz kılmak için saf tutmada, yemek yemede, yatmada kısacası günlük ha­yatın her aşamasında mümkün olduğu kadar sünnetle amel etmeye çalışmalıdır. Yalnız bu­rada ölçüye dikkat etmeli, dini yaşarken aşırıya girmemeli, dini zorlaştırmamalıdir. Mümin yap­tığı her işin güzel olmasına özen göstermeli, güzel çığır açmaya gayret etmeli, yanlış ve kötü çığıra ön ayak olmaktan çekinmelidir. Bu yan­lışlık bazen din adına sünneti devre dışı bıra­karak yalnız Kur'an'la yetinme şeklinde ortaya çıkabileceği gibi, bazen de müminleri bırakıp başkalarını, müslüman olmayanları taklit etme şeklinde de ortaya çıkabilir. Halbuki bu İki yol ve yöntem de yanlıştır. Dinde olmayan kötü bir şey çıkarmanın bu ameli reddolunacağı gibi, 6 kişinin ibadetleri de kabul olunmaz. Bidatçının ahiretteki zararı ise daha büyük olacak Hz. Peygamberin havuzundan kovula caktır. Bidatların çoğaldığı, sünnetlerin kay­bolduğu bir zamanda samimi olarak dini emir­lerden onda birini yapmaya çalışanlar kurtulu­şa ereceklerdir. Şartlar ne kadar olumsuz olur­sa olsun kıyamete kadar bu ümmet içinde bir grup sürekli Kur'an ve sünnet yolunda yaşa­maya devam edecek, hiçbir muhalefete aldırış etmeyeceklerdir. Zamanlar ne kadar değişirse değişsin dünya durdukça insanlık Hz Pey-gamber'in getirdiği dinin muhatabıdır. Bu ilahi dinin çağrısına kulak veren müslümanlar asla dalâlete düşmeyeceklerdir. Müslümanları dalâ­lete, sapıklığa düşmekten koruyacak olan te­mel kaynaklar da hiç şüphesiz Allah'ın kitabı ve Resulünün sünnetidir.
Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah'a mah­sustur.



[1] İbn Hibbân, Sahih, {trc. M, Erdoğan), Sünnet, s. 65-72. 150 vd.; Dihlevî, Huccetuiİahi'i-bâliğa. 395; Kırbaşoğlu, İslâm Düşüncesinde
[2] İbnü'l-Esîr, Mhâye, II, 409; Cürcânî, Tarifât, s. 122; Leknevî, Tuhfetü't-ahyâr, s. 9, 68-92.
[3] Serahsî, Usûl, I, 114; Âmidî, İhk&m, !, 156; Koçyiğit, Hadis Istılahları, s. 401
[4] Serahsî, Usûl, 1,113-114.
[5] Âmidî, tokam, 1,156.
[6] Serahsî, UsûU 114.
[7] Serahsî, Usûl, 1,114.
[8] Kırbaşoğlu, İslâm Düşüncesinde Sünnet, s. 83.
[9] Serahsî, Usûl, I, 114. bk. Âmidî, Mâm, i, 156; Leknevî, Tuhfetü'l-ahyâr, s. 75,
[10] Nevevî, Riyâzü's-sâlihîn, (trc. M. Yaşar Kandemir, İ. Lütfi Çakan, Raşit Küçük, Giriş), 1,15.
[11] Neon (53), 3-4.
[12] Haşr (59),7.
[13] Nisa (4), 80.
[14] Nahl (16), 44.
[15] A'râf (7). 156.
[16] Ahzâb (33). 6.
[17] Ahzâb(33),21.
[18] Şûra (42), 52-53.
[19] Tevbe (9), 128.
[20] Tevbe (9), 24.
[21] Ahzâb (33), 34.
[22] Nisa (4), 65.
[23] Nisa (4), 59.
[24] Nûr (24), 63.
[25] Ebû Dâvûd, Sünnet 5.
[26] Dârimî, Mugaddime 49.
[27] Buhârî, İtisâm 2; Müslim, Cuma 43; Ibn Mace. Mukaddime 7.
[28] Muvatta, Kader 3.
[29] Buhârî, İlim 20; Müslim, Fedâil 15.
[30] Buhârî, Rikâk 26; Müslim, Fedâil 17-18.
[31] Buhârî, İtisâm 2.
[32] Buhârî, İtisâm 2.
[33] Müsned,in,383.
[34] Müslim, İmân 246.
[35] Hatib, Târifıu Bağdâd, IV; 369; Begavî, Mesâbîhu a-sünne, 1,160.
[36] Buhârî, İmân 9; Müslim, İmân 67; Tirmizî, İmân 10; Nesâî. İmân 3; İbn Mâce. Fiten 23; Müsned, III, 103.
[37] Buhârî, Tefsir (65), 3; Müslim, İlim 1.
[38] Buhârî, Tevhid 51.
[39] Buhârî, İtisâm 2; Müslim, Hac 412.
[40] Münzirî. Terğıb, 1. 48.
[41] Münzirî, Terğib, I, 51.
[42] İbn Mâce, Mukaddime 2.
[43] Dârimî, Mukaddime 19.
[44] Âl-ilmrân, (31.31.
[45] Gazali, İhya, IV, 360; Kadı Iyâz, Şifâ, II. 60.
[46] Kastallânî, Meoâhib, II, 100.
[47] Kastallânî, Mevâhib, D, 101.
[48] Müslim, Cenâiz 108.
[49] Zehebî, Tezkira, 1,180; Süyûtî, Miflâh, s. 80.
[50] Buhârî, Humus 1; Müslim, Cihâd 52; Ebû Dâvûd. Harâc 18; Müsned, 1,10.
[51] Müslim, Miisâfirîn 13.
[52] Buhâri. Et'ıme 2.
[53] Nesâî Taksîru's-salât   1;   İbn  Mâce,   İkame   73;  Muvatta, Kasru's-salât 7.
[54] İbn Abdülber. Beyânü'l-Mm. 11. 238: Kadı !yâz Şifâ, II, 32.
[55] Ebû Nuaym, Hilye, I, 253; Kadı lyâz, Şi/â, II, 32.
[56] İbn Abdülber, Beyânü'MHm, II, 230: Münziri, Terğib, I, 44; Süyûtf, Miftâh, s. 76.
[57] Dârimî, Mukaddime 17.
[58] İbnSa'd, Tabafcdt, VI, 81.
[59] Müslim, Mesâcid 256-257.
[60] Müslim, Mesâcid 256-257.
[61] Müslim, Fedâiiu's-sahabe 54.
[62] Buhârî, Menâkıb 1; Müslim, İmân 82.
[63] Dârimî, Mukaddime 17.
[64] Dârimî, Mukaddime 17.
[65] Dârimî, Mukaddime 17.
[66] Dârimî, Mukaddime 16.
[67] Ahzâb(33),21.
[68] Şa'rânî,   Tenbîhu'l-muğterrin   {çev,   Ömer   Temizel,   İslâm Büyüklerinin Örnek Ahlakı, s. 21.
[69] Buhârî, Fedâilu'l-Kur'an 3; Tirmizî, Tefsir {% 18; Müsned, 1,13.
[70] İbn SaU Tabakât, IV. 145; İbn Abdülber, İstîâb, İH. 951; İbnü'l-Esîr, Üsdü'1-ğâbe, III, 341; İbn Hacer, İsâbe, II, 349.
[71] Buhârî, Ashâbu'n-Nebi 19; Müslim, Fedâiİu's-sahabe 139; İbn SaU Tabakât, IV, 147.
[72] Buhârî, Salât 89; Taberânî, Mu'cemuT-fcebîr, I, 344.
[73] Ebu Nuaym, Hiive, 1,310; Hatîb, Târihu Bağdâd, I, 172; İbn Hacer, İsâbe, II, 349.
[74] Münzirî, Terğîb I, 46; İbnü'i-Esir, Ûsdû't-ğâbe, III, 341; Süyûtî, Miftâh, s. 72.
[75] Hâkim, Müstedrek,  IH, 561; Ebû Nuaym, H/ye.  I, 310: Zehebî, A'lamü'n-nübeîâ, III, 213.
[76] İbn Sa'd, Tabakât, 1V,155; Ebû Nuaym, Hı/ye, I, 310; Zehebî, A'lamü 'n-nübelâ. IIİ, 213; M. Yaşar Kandemir, "Abdullah b. Ömer", DİA., i, 127.
[77] İbn Sa'd, Tabakât, IV, 175; Münzirî, Terğib, I, 46; Süyûtİ, Miftöh, s. 72.
[78] Buhârî, Libâs 43; Müslim, Müsafirîn 215.
[79] Zehebî, A'Mmû'n-nÛbelfl, III, 400.
[80] İbn Sa'd, Tabakât, VI, 81.
[81] İbnü'1-Imâd, Şezerât, 1, 247; Leknevî, İkâme, s. 90-91.
[82] Buhârî, Rikâk51; Müslim, İmân 310.
[83] İbn Sa'd, Tabakât, IV, 33.
[84] İbn Sa'd. Tabakât, IV, 25.
[85] Tirmizî, Deavât 107; Hennâd, Kitabü'z-zühd, 1,350.
[86] Buhâri, Hac 50; Müslim, Hac 248; Ebû Dâvûd, Menâsik 46; Nesâî, Menâsik 147; İbn Mâce, Menâsik 27; Hz. Ebû Bekir'in de buna benzer bir sözü için bk. Müttekî, Kenzu'i-ummâl, III, 34.
[87] İbn Hacer, Fethu't-bâri, III, 463.
[88] Münâvî, Feyzu'lkadİr, VI, 40; bk. Tirmizî, İlim 16.
[89] Buhâri, Enbiyâ 50, İtisâm 14; Müslim, İlim 6. 
[90] Dârimî. Mukaddime 16.
[91] Müslim, Mukaddime 4.
[92] Tirmizî, Kiyâme 60; Münzirî, Terğîb, I, 43.
[93] Münzirî, Terğîb, 1, 51.
[94] Münziri, Terğîb, 1,44.
[95] Hadis ilminin önemi hakkında geniş bilgi için bk. Avcı, Hadis İlmi, Hadiselerin Fazileti, s. 13-41.
[96] Müslim, İlim 15.
[97] Müslim, İİim 16.
[98] Münzirî, Terğîb, I, 55-56.
[99] Münzirî, Terğîb, I, 56.
[100] Müslim, Zekat 69, İlim 15; İbn Mâce, Mukaddime 14.
[101] bk. İbn Arabî, Fütuhat, II, 562 (262. bâb).
[102] bk. İbn Arabi, Fütuhat, III, 56 {324. bâb).
[103] İbn Arabî, Fütuhat I, 495; a.e., 1,329, II, 254.
[104] İbnü'l-Imâd, Şezerât, V, 190.
[105] Kettânî, Risd/e, s. 335.
[106] Buhârî, İlim 38; Müslim, Mukaddime 2.
[107] Müslim, Mukaddime 2.
[108] İbn Arabî, Fütuhat, I, 282.
[109] Buhârî, Cihad 170; EbÛ Dâvûd. Cihad 105.
[110] Buharı. Cihad 170; İbn Ebî Şeybe. Musonnef, VII, 259; İbnü'l-Esîr, Üsdul-ğâbe. II, 121.
[111] Müslim, Zekat 69. İlim 15: İbn Mâce. Mukaddime 14.
[112] Buhârî, Cenaiz 32. İiisâm 15. Enbiyâ 1; MüsÜm, Kasâme 27; Tirmi2î. İlim 14: İbn Mac*, Diy^t 1: Müs.wd, i. 383, 430, 433.
[113] Müslim, Kasâme 28.
[114] Buhârî, İtisâm 3; Müslim, Fedai! 132.
[115] bk. Nevevî, Riyâzu's-sâlihm, (Sünnete Yöneltilen İtirazlar) I, 36-38; Aydınlı, Sünen-i Dârimt, II, 46-48; Çakın, Hadis İnkarcı­ları, s. 24-65.
[116] Nisa (4), 75; Buhârî, Şirb 6,7, Sulh 12; Müslim, Fedâil 129; Ebû DâvÛd, Akdiye 31; Tirmizî, Ahkâm 26, Tefsir (4), 13; Nesâî, Kudât 19,27; İbn Mâce, Mukaddime 2, Rühûn 20; Müsned, i, 165, IV, 5.
[117] İbn Kesir, Te/sîr, I, 789; Süyûtî, Dürru'l-mensûr, II, 585. İbn Ebû Hâtim'in tahriç ettiği bu hadis zayıf olmakla birlikte, za­yıf   olmayan   başka   bir   tarikle   de   rivayet   edilmiştir,   bk. Davudoğlu, Sahîh-i Müslim Tercemesi, X, 146.
[118] İbn Sa'd, Tabakât, IV, 11; Beyhakî, Delâil, III, 141.
[119] İbnSa'd,Taba*dt,m, 130.
[120] Buhârî, Zebâih 5: Müslim. Sayd 54; İbn Mâce, Sayd 11.
[121] Dârimî, Mukaddime 40. Ubâde b. Sâmit ile ilgili bir örnek İçin bk. Dârimî, Mukaddime 40.
[122] İbn Hacer, Fethu'l-bâri, IX, 608.
[123] Şafiî, Risale, s. 93; Süyûtî, Miftâh, s. 48.
[124] Muvatta, Büyü 33; İbn Mâce, Mukaddime 2. İbn Mâce'nin rivayetinde olay Ubâde b. Sâmit ile Muâviye arasında geç­mektedir.
[125] Buharı, Cuma 13; Müslim, Salat 139,
[126] Kami! Miras, Tecrid Tercemesi, IX, 386.
[127] Buhârî, İdeyn 6.
[128] Müslim, Cuma 53; Ebû Dâvûd, Salât 224.
[129] Buhârî, Edeb 77; Müslim, İmân 61; Ebû Dâvûd, Edeb 6.
[130] İbn Mâce. Mukaddime 2, Taharet 65.
[131] Dârimî. Mukaddime 39. İkindiden sonra güneş batıncaya kadar nafile nama2 kıhnmayacağıyla  ilgili hadis için bk. Dârimî, Salât 143.
[132] Dârimî, Mukaddime 39.
[133] Dârimî. Mukaddime 39. m Dârimî, Mukaddime 49.
[134] Dârimî, Mukaddime 39.
[135] Dârimî, Mukaddime 39.
[136] Dârimî, Mukaddime 39.
[137] Ebû Dâvûd, Sünnet 5, tmare 33; Tirmizî, İlim 10; İbn Mâce, Mukaddime 2; Dârimî, Mukaddime 49; Müsned, II, 367, IV, 131,132, VI, 8.
[138] Hatîb, Şeref, s. 28; a. mlf., Cami, 1, 128.
[139] Bu konuyla ilgili geniş bilgi için bk. Çakın, Hadis İnkarcıları, Ankara ts.
[140] Serrûc, Lürna (çev. H. Kamif Yılmaz), s. 95.
[141] İbn Arabi Fütuhat, 111,501.
[142] İbn Arabî, Fütuhat, III, 501.
[143] İbn Arabi, Fütuhat, I, 298 (61. bâb).
[144] Serrâc, Lüma, s. 104; Hatîb, Târihu Boğdâd, VII, 243.
[145] Bakara (2), 185.
[146] Müslim, Talâk 29; Müsned, İÜ, 328, VI, 116.
[147] Buhârî, İmân 29.
[148] Buhârî, Meğâzî 60; Dârimî, Mukaddime 24.
[149] Buhârî, Menâkıb 27; Müslim, Fedâil 77.
[150] Müslim, Salât 192.
[151] Müslim, Salât 186-187.
[152] Buhârî, İlim 12; Müslim, Münâfikîn 83.
[153] Müslim, Fedâil 126;Tirmizî, Deavât 118.
[154] Münâvî, Feyzu 'l-kadtr, 11, 293
[155] Buhârî, İmân 32; Müslim, Müsâfirîn 215.
[156] Müslim, Müsâfirîn 218.
[157] Buhârî, Teheccüd 19; Müslim, Sıyâm 185.
[158] Müslim, Müsâfirîn 142; Ebû Dâvüd, Tatavvu 19,
[159] İbnü's-Sünnî tarafından Hz. Aişe'nin sözü olarak rivayet edilmiştir, Gazâlî, İhya, I, 205, 359. (İrâkî'nin açıklaması).
[160] Müslim, İlim 7; Ebû Dâvûd, Sünnet 5; Dârimî, Mukaddime 19; Müsned, 1,386.
[161] Hadîd (57), 27. bk. Ebû Dâvûd, Edeb 52.
[162] Ebû Nuaym, Hilye, I. 283; Leknevî, İkâme, s. 127.
[163] Buharı, Savm 54-59, Nikah 89; Müslim, Sıyâm 181; Nesâî. Sıyâm 76
[164] Buharı, Savm 51, Edeb 85.
[165] Ibn Hacer, Fethu'l-bârt, IV, 211.
[166] Buhârî, Nikah 1; Müslim, Nikah 5; Nesâî, Nikah 4; Dârimî, Nikah3;Müsned,I!, 158.
[167] İbnü'1-Esîr, Ûsdü't-ğ&be, 111,599.
[168] Müslim, Nikah 5.
[169] Buhârî, Teheccüd 5.
[170] Buhârî, İmân 29.
[171] Leknevî, İkâme, s. 16-19.
[172] Ebû Dâvûd, Sünnet 5; Tirmizî, İlim 16; İbn Mâce, Mukaddime 6; Dârimî, Mukaddime 16; Müsned, IV, 126, 127.
[173] Leknevî, İkame, s. 20, 24.
[174] Ebû Dâvûd, Sünnet 5; Tirmizî, İlim 16; İbn Mâce, Mukaddime 6; Dârimî, Mukaddime 16; Müsned, IV, 126,127.
[175] Müslim, Cuma 43.
[176] Buhârî, Sulh 5; Müslim, Akdiye 17; İbn Mâce, Mukaddime 2; Müsned, VI, 270.
[177] Leknevî, İkame, s. 21.
[178] Münzirî, Terğfb, I, 49-50.
[179] Münzirî, Terğîb, 1, 50.
[180] Buhârî, Diyât 9.
[181] Dârimî. Mukaddime 19.
[182] Münzirî , Terğîb, 1,50.
[183] Münzirî Terğîb, 1,53.
[184] Dârimî, Mukaddime 19.
[185] Dârimî, Mukaddime 19.
[186] Dârimî, Mukaddime 23.
[187] Dârimî, Tezkira, 1,180.
[188] Dârimî, Mukaddime 16.
[189] Dârimî, Mukaddime 16.
[190] Dârimî, Mukaddime 16.
[191] Müslim, Fedâilu's-sahabe 36.
[192] Buhârî, Nikah 1.
[193] Ebû Nuaym, Müstahrec alâ Sahihi Müslim, I, 41
[194] Müslim, Fedâil 128.
[195] Ebû Dâvûd, Ramazan 1.
[196] Buhârî, Nikah 1; İbn Mâce, Nikah 1.
[197] İbn Huzeyme, Sahih, II, 225.
[198] İbn Hibbân, Sahih, VI, 297.
[199] Buhârî. Deavât 5, 6,8; Müslim, Zikr 56.
[200] İbn Mâce, Libas 33.
[201] Müslim, Zekat 50.
[202] İbn Htbbân, Sahih, IX, 51.
[203] Dârİmî, Mukaddime 34.
[204] Müsned, IV, 265.
[205] Ebû Avâne, Müsned, IV, 504.
[206] Heysemî, Mecmeu'z-zeuâid, VII, 151.
[207] Heysemî, Mecmeu'z-zeuâid, VII, 151.
[208] Taberânî, Mu'cemü'l-eusat, II, 64.
[209] Müslim, İmân 62; Tirmizî, Zühd 61
[210] EbÛ Dâvûd, Salât 145; Tirmizî, Salât 188; Nesâı, Salât %Tahrim 2.
[211] EbÛ Dâvûd, Salât 145; Tirmizî, Salât 188; Nesâı, Salât %Tahrim 2.
[212] Buharî, Zekat 50, Büyü 15; Müslim, Zekat 106,107.
[213] Müslim, Zekat 65; Dârimî, Rikak 9.
[214] Buhârî, Vasâya 8; Müslim, Bîrr 28; Tirmizî, Birr 56.
[215] Buhârî, Et'ıme 55; Müslim, Eymân 42; Ebû Dâvûd, Et'ıme 50; Tirmizî, Et'ıme 19.
[216] Müslim, Birr 74-76; İbn Mâce, Edeb 9; Müsned, IV, 362, 366.
[217] Buhârî, Edeb 18, 27; Müslim, Fedâil 65; Ebû Dâvûd, Edeb 145; Tirmizî, Birr 12.
[218] Müslim, Birr 144; Tirmizî, Birr 45, Et'ıme 30.
[219] Buhârî, Nafakat 2; Müslim, Zekat 95.
[220] Müslim, Zikr 38; Ebû Dâvûd, Vitir 14.
[221] Buhârî, Mezâlim 4; Müslim, Birr 62.
[222] Müsned, III, 438.
[223] Müslim, Birr 69; Muvatta, Sadaka 12.
[224] Müsned, II, 263, 387.
[225] Ebû Dâvûd, Edeb 58; Tirmizî, Birr 15.
[226] Buhârî, Sulh 2; Müslim, Birr 101; Tirmizî, Birr 26.
[227] Buhârî, İstikraz 19; Müslim, Akdiye 10,12,13; Muvatta, Kelâm 2.
[228] Nesâî, Zinet 1.
[229] İbnMâce.EdâhîS.
[230] Tirmizî, Nikah 1; Müsned, V, 421.
[231] Buhârî, Ezan 36; Müslim, Zekat 91.
[232] Buhârî, Ezan 149; Müslim, Mesâcid 129.
[233] Buhârî, Havâlât 1; Müslim, Müsâkât-33.
[234] Müsned, I, 447.
[235] Buhârî, Büyü 19; Müslim, Büyü 43.
[236] Müslim, Birr 14.15; Tirrnizî, Zühd 52.
[237] Müsned, IV, 275, 278, 375.
[238] Ebû Dâvûd, Hammâm 1; Nesâî, Gusül 7.
[239] Müsned, II, 177.
[240] Müsned, VI, 21, 22.
[241] Müsned, 1,156.
[242] Buhârî, Eymân 9, Edeb 6, Tefsir (68) 1; Müslim, Cennet 46.
[243] Müsned, II, 350, VI, 40, 61,176, 241.
[244] Buhârî, Büyü 13; Müslim, Birr 20.
[245] Müsned, II, 243.
[246] Müsned, III, 12,47.
[247] Müslim, İmân 186; Tirmizî, Fiten 30.
[248] Tirmizî, Kıyamet 25; İbn Mâce, Zühd 30.
[249] Müslim, Birr 32; Ebû Dâvûd, Edeb 35.
[250] Tirmizî, Edeb 1; İbn Mâce, Cenaİz 1; Darimî, İsti'zan 5.
[251] Müsned, II, 235, 256, 264, 319, 326, VI, 125; Buhârî, Rikak 18, Merdâ 19; Müslim, Münafikîn 71-73, 75, 76, 78; İbn Mâce, Zühd, 20; Darimî, Rikak 24.
[252] Sünnetin Dindeki Yeri, (Tartışmalı İlmi Toplantı) s. 22, 560.
[253] Buharı, İmân 8; Müslim, İmân 70; Nesâî, İmân 19; İbn Mâce Mukaddime 9.
[254] Beğavî, Mesâbîhu's-sünne, I, 160; bk. Hatîb, Târihu Bağdâd, IV, 369.
[255] Buharı, Ahkâm 1, Cihad 109; Müslim, İmare 32-33; Nesâî, Beyat 27, İstiaze 49; İbn Mâce, Mukaddime 1; Müsned, II, 253,270,313,386.
[256] Buhâri, İ'tisâm 6; Müslim, Hac 412, Fedâil 130, Nesâî, Hac 1; İbn Mâce, Mukaddime 1.
[257] Müslim, Cuma 43.
[258] Buhârî, Meğâzî 74, İtisâm 4; Müslim, Libâs 52; Müsned, IV, 195.
[259] Buhârî, Hac 50; Müslim, Hac 251.
[260] Buhârî, Edeb 72; Müslim, Fedâil 127-128.
[261] En'âm (6), 153; Dârimî, Mukaddime 23; Müsned, 1,435,465.
[262] Buhârî, Nikah 1; Müslim, Nikah 5; Nesâî, Nikah 4; Dârimî, Nikah 3; Müsned, H, 158,111,241, 259,285, V, 409.
[263] Müsned, IV, 445; Sââtî, Fethu'r-rabbânî I 187
[264] Buhârî, Rikâk 26; Müslim, Fedâil 17-19.
[265] Buhârî, İlim 20; Müslim. Fedâil 15.
[266] Ebû Dâvûd, Sünnet 5; Tirmizî, İlim 16; İbn Mâce, Mukaddi­me 6; Musned, IV, 126.
[267] Müslim, İmân 80.
[268] Tirmizî, İmân 18.
[269] Beğavî,  Mesâbîhu's-sünne,  I,   163;   Heysemî,  Mecmeu'z-Zeuâid, 1,172.
[270] Tirmizî. İmân 13.
[271] Tirmizî, Kıyame 60.
[272] Müslim, Mesâcid 290; Ebû Dâvûd, Salâl 60; Tirmizî, Mevâkît 60: Nesât. İmamet 3; Müsned. IV, 121, V, 272.
[273] Tirmizî, İlim 16.
[274] Tirmizî. İlim 15: İbn Mâce, Mukaddime 15.
[275] Nesâî, Nikah 11; İbn Mâce, Nikah 1, 8; Müsned, III, 158, 245,354..
[276] Buhârî. Ezan 71; Müslim, Salât 127.
[277] Müslim, Eşrİbe 133-135.
[278] Buhârî, Uti'zân 49; Müslim, Esnbe 101;
[279] Müslim, Eşribe 107.
[280] Müslim, İlim 7; Ebû Dâvûd, Sünnet 5; Dârimî, Mukaddime 19; Müsned. I, 336.
[281] Hadîd (57) 27.
[282] Ebû Dâvûd. Edeb 52.
[283] Müslim, Zekat 69, İlim 15; İbn Mâce, Mukaddime 14.
[284] Buhârî, Cenâiz 32, İtisâm 15, Enbiyâ l;Müslim, Kasâme 27; Tirmizî, İlim 14; İbn Mâce, Diyât 1; Müsned, 1,383.430,433.
[285] Ebû Dâvûd. Sünnet 5, İmare 33; Tirmizî, İlim 10; İbn Mâce, Mukaddime 2; Dârimî, Mukaddime 49; Müsned, II, 367, IV, 131,132, VI, 8.
[286] Müsned. IV, 125; Sââtî, Fethu'r-rabbânî, I, 198.
[287] Buhârî, Sulh 5; Müslim, Akdiye 17: İbn Mâce, Mukaddime 2; Müsned, VI, 270.
[288] İbn Mâce. Mukaddime 7.
[289] Buhârî. Rikâk53. Filen 1; Müslim, FedM 40: Müsned, 1,349,455.
[290] Enbiyâ (21), 104.
[291] İbn Mâce. Mukaddime 7.
[292] Buhârî. Enbivâ 8. Rikâk 45: Müslim. Cennet 58.
[293] Tİrmizî. Fiten 79.
[294] Buhârî, Menâkıb 28; Müslim, İmân 247, İmâre 173-175.