SÜNNETİN İSLAM'DAKİ YERİ VE SÜNNETLE İLGİLİ KIRK HADİS
A. SÜNNETİN İSLAM'DAKİ YERİ
Sünnet, genel manâda Kur'an-ı Kerim'in Hz. Peygamber tarafından yapılmış bir yorumu, hadis de bu yorumun yazılı belgeleridir. Hz. Peygamber'in bütün ifadeleri Kur'an'ın geniş bir tefsirini, hadisçilerin tüm sözleri de sünnetin detaylı bir şekilde şerhini oluşturmaktadır.
İslâmî ilimlerin hepsinin Kur'an'dan sonraki ikinci kaynağı sünnettir. İlim dallarının şekillenmesi ve yönlendirilmesinde Hz. Peygamber'in yaşantısının söz, fiil ve takrirlerinin belirleyici bir rolü vardır. Değişik branşlardaki ilim adamları, eserlerinde sünnete büyük önem vermişler, görüş ve tezlerini hadislerle desteklemeye, sünnetin karşıtı olan bidat fikir ve düşünceleri reddetmeye çalışmışlardır. Dinin hayata yansıması olarak değerlendirilen sünnet kavramının Hz. Peygamber'in bütün davranışlarını içine alıp almadığı, hangi sünnetlerin bağlayıcı olup olmadığı konusu bu görüş ve tezlerin odak noktasını oluşturmaktadır.[1] Bu açıdan sünnet kavramının iyi bir şekilde anlaşılması büyük önem arzetmektedir.
1. Sünnetin Tanımı
Sünnet sözlükte; iyi olsun, kötü olsun yol ve âdet manâlarına gelir. Terim olarak sünnet; Hz. Peygamber (s,a.)'in söz, fiil ve takrirlerinden ibaret olan uygulamalara denir.[2] Fıkıh usûlü âlimlerine göre sünnet farz, vacip gibi şer'î ahkâmın bir çeşidini oluştururken, kelâm-cılara göre sünnet, bidatin karşıtı olarak kullanılır. Hadisçilere göre sünnet, Hz. Peygamberin söz, fiil ve takrirlerinin yanısıra onun ahlâkî sıfatlan, hayatı ve savaşları demek olan sîreti ile meğâzîsi ve kendine vahiy gelmeden önce ibadet için çekildiği Hira Mağarası' ndaki yaşayışı da sünnetten sayılır.[3] İmam Şâfû (ö.204/819)'ye göre sünnet tabiri yalnız Hz. Peygamber'in sünnetini içine alır.[4] Amidî (ö.631/1234)'nin açıklamalarına göre de sünnet kelimesi bazen Hz. Peygamber'in nafile ibadetleri hakkında, bazen de Hz. Peygamber'in fiilleri hakkında kullanılır.[5] Hanefilere göre ise sünnet, Hz. Peygamber ve ashabının uygulamalarını kapsar.[6] Râşid halife denilen ilk dört halifenin uygulamaları da "sünnet" kavramıyla ifade edilir. Nitekim Hanefi âlimlerden Serahsî (ö.483/1090) sünnet lafzının yalnız Resûl-i Ekrem'e mahsus olmadığını, selefin Hz. Ebû Bekir ve Ömer'in tatbikatlarını da sünnet kavramıyla ifade ettiklerini belirtir.[7]
Yeni bir sünnet tanımı denemesinde ise sünnetin, Hz. Peygamber'in kendi döneminde İslâm toplumunu, akide, tebliğ, eğitim, ahlâk, hukuk, siyaset, ekonomi gibi çeşitli alanlarda; kısacası bireysel, toplumsal ve evrensel olmak üzere hayatın her alanında, yönlendirip yönetmede, Kur'an başta olmak üzere, esas aldığı ilke ve prensipler bütününün oluşturduğu bir "zihniyet" ya da "dünya görüşü" olduğu belirtilmektedir.[8]
Kısacası sünnet, "et-Tarîkatü'1-meslûketü fi'd-dîn: Dinde takip edilen yol" demektir.[9] Sünnet denildiğinde mutlak manâda Hz. Peygamber'in sünneti, hayat tarzı, yaşayış modeli, İslâm'ı yaşayarak yorumlaması kastedilmektir.[10] Sünnet ister hadisçilerin anladığı geniş manâda, ister fıkihçıların anladığı daha dar anlamda ele alınsın, her iki durumda da müslümanı yakından ilgilendirmektedir. Sünnet müslümanın din olarak alacağı, hayatına aktaracağı ve yaşayacağı bir çok ilke ve kurallar bütününü kapsamaktadır.
Hz. Peygamber'in hayat tara, zihniyeti ya da dünya görüşü demek olan sünnet bütün müsltimanları ilgilendirdiğinden dinde önemli bir yere sahiptir.
2. Sünnetin Önemi
Sünnet, ilahi vahiy ve ilhamın eseridir. Bu açıdan sünnetin dindeki konumu Kur'an âyet-leriyle sabittir. Allah Teâlâ, Resulünün kendi hevâsından konuşmadığını, her ne konuşmuş ise onun kendisine vahyedilen bir vahiyden ibaret olduğunu bildirmiş [11] kullarına bilgilerini ilahi vahiy ve ilhamla donattığı böyle bir peygamberin emrettiklerini yapmalarını, yasak ettiklerinden de kaçınmalarını emretmiştir.[12] Çünkü peygamber'e itaat Allah'a itaatla aynı sayılmıştır.[13] Hz. Peygamber yeryüzünde Allah adına konuşmuş, insanları Allah'ın kitabına çağırmış ve bu ilahi kitabı onlara açıklamıştır.[14] O, Kur'an'ı öğretmiş, gereken yerlerini yorumlamış ve onu yaşanılır hale getirmiştir. Yalnız Allah'ın emir ve yasaklarını açıklamakla kalmamış, gerektiğinde iyiliği emredip kötülükleri yasaklamış, iyi olan şeyleri helâl, kötü olan şeyleri de haram kılmıştır.[15] Dolayısıyla sünnet yalnız Kur'an'ı açıklayan bir şerhçi yani şârih niteliğiyle kalmamış, aynı zamanda Allah adına hüküm koyan bir sâri' yetkisiyle de dinde önemli bir görev üstlenmiştir. Bu durumda İslâm Dini'nin doğru anlaşılabilmesi, sünnet bilgisini zorunlu kılmaktadır.
Kur'an, bunların yanı sıra Hz. Peygam-ber'in dindeki konumunu belirtirken onun müminlere kendi canlarından bile daha yakın olduğunu [16] Allah'ı ve ahiret gününü umanlar için onda en mükemmel örnek bulunduğunu,[17] onun doğru yola Allah'ın yoluna götürdüğünü [18] müminlere karşı son derece şefkatli ve merhametli olduğunu,[19] müminlerin onu herşeyin üstünde tutmaları gerektiğini,[20] evlerinde okunan Allah'ın âyetlerini ve hikmeti hatırlamalarını,[21] onun verdiği hükme karşı içlerinde bir burukluk duymayıp ona teslim olmalarını,[22] anlaşmazlığa düştükleri bir konuda Allah'a ve Resulüne başvurmalarını emretmiş,[23] onun emrine aykırı davranmaktan sakınmalarını, aksi takdirde acı bir azaba uğrayacaklarını bildirmiştir.[24]
Hadisler açısından da durum bundan farklı değildir. Hz. Peygamber bir hadisinde kendisine Kur1 an ve onunla birlikte onun gibisinin verildiğini ifade etmiştir.[25] Kur'an'la birlikte Resûl-i Ekrem'e verilen şeyin sünnetten başka bir şey olduğunu düşünmek mümkün değildir. Nitekim Cibril (a.s), Resûl-i Ekrem'e Kur'an'ı indirdiği gibi sünneti de indirirdi.[26] Bu özelliği sebebiyle sünnet Kur'an'ın yanında dinin temelini oluşturmakta ikinci ana kaynak değerindedir. Birinci kaynak şüphesiz sözlerin en hayırlısı olan Allah'ın kitabıdır. Allah'ın kitabının gösterdiği yolda yürüyen Resûl-i Ekrem'in yolu ise diğer bütün yolların en güzelidir.[27] Müminler kendilerine bırakılan Kur'an ve sünnetten oluşan bu iki hidayet kaynağına sımsıkı sarıldıkları sürece asla doğru yoldan sapmayacaklardır.[28]
Resûl-i Ekrem (s.a.), Kur'an ile sünnetten oluşan bu İki hidayet ve ilim kaynağını, yağan yağmura benzetmiştir. Bu yağmurdan yararlanmada topraklar birbirinden farklı olduğu gibi, onun sünnetinden faydalanmada da insanlar birbirlerinden farklıdır. Fakat onun yoluna uyanlar, bu duyarlılığı kendinde bulanlar Allah'ın dininde anlayış sahibi olanlardır. Allah, hakkında hayır dilediği insanlara bu ikramda bulunmaktadır.[29]
Bir diğer hadisinde Resûl-i Ekrem, kendisini ateş yakan bir adama benzetmiştir. Ateşin etrafı aydınlatmaya başlaması üzerine böceklerin ateşe yaklaşması ve içine düşmesi tehlikesine karşı onlara engel olmaya çalışan adamın yaptığı gibi, o da ümmetini cehenneme düşmekten alıkoymaya, bunun için de onları kemerlerinden tutmaya çalışmaktadır.[30]
Şurası bir gerçektir ki, ona itaat edenler cennete gireceklerdir.[31] O, cennet yolunun davetçisidir. Yalnız müslümanları değil, bütün insanlığı cennete çağırmaktadır. Onun ziyafetine koşanlar, o ziyafetten bir parça bile olsa alanlar sonuçta' ebedî kurtuluşa ereceklerdir. Çünkü ona itaat gerçekte Allah'a itaattir. O, Allah için çalışmış, hakkı batıldan ayırmıştır.[32] Musa (a.s.), yaşasaydı ona uyacak,[33] İsa (a.s.) gibi bir peygamber yeryüzüne indiği zaman onun şeriatiyla ve sünnetiyle amel edecektir.[34] Bütün müminler onun getirdiği şeylere uymadıkça, sünnetine tâbi olmadıkça olgun mümin olamazlar.[35] Müminler, imanın tadını tadabil-meleri için Allah'ı ve onun Resulünü her şeyden daha çok sevmelidirler.[36] Böyle bir peygamberin sünnetini terk etmek elbetteki düşünülemez. Bütün peygamberlerin kendi başlarının derdine düştükleri bir günde bile ümmetini düşünen bir peygamberin sünnetine sırt çevirilemez. Bunların yanı sıra, Resûl-i Ekrem, müminleri Kur'an'ın muhkem âyetlerini bırakarak müteşabihle uğraşmaktan,[37] Kur'an ve sünnet gibi iki temel kaynak varken ehl-i kitabın yoluna uymaktan,[38] çok soru sormaktan sakındırmış, peygamberleri konusunda ihtilaf etmelerinden dolayı geçmiş ümmetlerin helak olduklarını belirterek onlara kendi yoluna tâbi olmalarını emretmiştir.[39] Ayrıca sünnetinden yüz çevirenlerin kendisinden olmadığını, sünnetini sevmenin kendisini sevmek olduğunu beyan etmiş, Allah'ın rahmetinden uzak olan altı sınıf insanı sayarken de sonuncusu olarak sünnetini terk edenleri göstermiştir.[40] Bir diğer hadisinde Resûl-i Ekrem, her işin bir canlı ve coşkulu zamanı olduğunu, her canlılığın da bir sükûnet döneminin bulunduğunu, kendi sünnetinde sükûnet bulanın hidayete ereceğini, sünnetinden başka bîr şeyde sükûnet bulanın ise helak olacağını haber vermiştir.[41]
Ashab-ı kiramdan da sünnetin önemine dair değerli sözler nakledilmiştir. Meselâ, İbn Mesûd sünnete büyük değer verir, arkadaşlarına Resûl-i Ekrem (s.a.)'den bir hadis rivayet ettiği zaman onun hakka en uygun, hidayete ve takvaya en yaraşır söz olduğuna inanmalarını söylerdi.[42] Sahabe ve diğer ilk müslümanlar sünnet üzere olanın doğru yol üzere olduğu görüşünde idiler.[43]
Sonuç olarak sünnet, Resûl-İ Ekrem'in yoludur. Bu yolun takip edilmesi zaruri ve zorunludur. Çünkü bu, örnek bir yoldur. Bu yola uymak, diğer müslümanlara bu konuda örnek olmak olgun iman sahibi olmanın bir gereğidir.
3. Sünnete Uymak
Resûl-i Ekrem'i örnek alabilmek, yoh nda yürüyebilmek için önce onu sevmek gerekir. Onu sevmek, ona itaat etmek Allah Teâlâ'nm emridir.[44] Resûl-i Ekrem'i sevmek ise ona uymak, onun yolundan gitmekle olur.[45] Onun sünnetini bütün incelikleriyle yaşayan kimsenin kalbini Allah Teâlâ iman nuruyla aydınlatır. Bütün davranışlarında Resûl-i Ekrem'in sünnetine uymaktan daha şerefli bir makam yoktur.[46] Resûl-i Ekrem'in yoluna girmek, gönüllere hayat, gözlere nur, göğüslere şifa ve ruhlara lezzet verir.[47]
Resûl-i Ekrem'in sünnetine en ciddi şekilde uyan insanlar şüphesiz onun ashabıdır. Tarihi rivayetler bu gerçeği çok açık bir şekilde ortaya koymuştur. Onlar, Resûl-i Ekrem'in sözlerine kayıtsız şartsız boyun eğerek, imkanları ölçüsünde emirlerini yerine getirmişler, yasaklarından kaçınmışlardır. Onlar hayatları boyunca Resûl-i Ekrem'in izinden gitmişler, söz ve davranışlarında ona uymanın bereketini yaşamışlardır. Bu suretle ahlâkları, Resûl-i Ekrem'in yoluna uymakla en güzel şekilde süslenmiştir. Onlar Resûl-i Ekrem'in her konudaki sünnetlerini kendi yaşayışlarında uygulamışlar ve böylece sünnete uymanın bütün yönlerinden istifade etmişlerdir. Bunlar kuru birer iddiadan ibaret değildir. Ashab-ı kiramın bütün davranışlarında Allah Resûlü'nü örnek aldıkları, en küçük hareketlerine bile dikkat ettikleri, onunla birlikte ağlayıp, onunla birlikte sevindikleri bir gerçektir.[48] Nitekim Evzâiyye mezhebinin kurucusu Şamlı fıkıh ve hadis âlimi Evzâî (ö.l57/774)'nin ashab-ı kiram ve tabiîn hakkında onların hayatları boyunca sünnete tâbi olmayı ve devamlı şekilde Kur'an okumayı âdet edindiklerini söylemesi de aynı gerçeğe işaret eder.[49] Evzâî'nin de ifade ettiği gibi Resûl-i Ekrem'in düşünce ve davranışlarına uygun bir şekilde hayat tarzı takip edenler hiç şüphesiz onun sahabileridir. Bu anlatılanları doğrulayan sahabe hayatından sayısız örnekler vardır.
Meselâ, Resûl-i Ekrem'in emirlerine teslimiyette hiçbir tereddüt göstermeyen Hz. Ebû Bekir, onun sünnetlerine tâbi olmakta da kesinlikle ihmalkâr davranmazdı. Bu hususta "Resûlullah (s.a.)'in sünnetlerinden hiç birini terketmeyip hepsiyle amel ettim. Zira onun yolunu terkedersem dalâlete düşmekten korkarım" demiştir.[50] Hz. Ömer de Medineliler'in mi-kât yeri olan Zü'1-huleyfe'de iki rekat namaz kıldığı zaman bazı kimselerin kendisine niçin böyle yaptığını sormaları üzerine, "Ben ancak Resûlullah (s.a.)'den gördüğüm gibi yapıyorum [51] diye cevap vermiştir.
Ebû Seleme'nin oğlu ve Resûl-i Ekrem'in evlatlığı olan Ömer adındaki çocuk, bir defasında Resûl-i Ekrem'le birlikte yemek yemişti. Çocuğun yemek esnasında elini kabın her tarafına dolaştırdığını gören Resûl-i Ekrem, çocuğa yemeğe başlarken besmele çekmesini, sağ eliyle ve önünden yemesini söylemiş, Resûl-i Ekrem'in bu ikaz ve uyarısından sonra Ömer, yemeğe her zaman besmele ile başlamaya, sağ eliyle yemeye ve önünden yemeye özel dikkat göstermiştir.[52]
Yine rivayetlere göre adamın biri, sahabi Abdullah b. Öne Kur'an'da korku namazı ile ikamet halinde kılınan namazı gördüklerini, fakat seferi namaza dair her hangi bir hüküm bulamadıklarını söylediği zaman İbn Ömer'in ona cevabı şöyle olmuştur:
"Ey kardeşim biz hiçbir şey bilmezken Allah bize Muhammed (a.s.)'ı peygamber olarak gönderdi. O nasıl yapmışsa btz de öyle yaparız. Bunun dışında başka bir şey bilmeyiz.[53] Hatta İbn Ömer'in bu konuda seferi namazın iki rekat olduğunu, sünnete muhalefet efenin kafir bile olacağını söylediği rivayet olunmuştur.[54] Diğer bir sahabi Übey b. Ka'b da müminlere öğütlerinde itaat yolunu ve şeriata uymayı benimsemelerini, yeryüzünde Allah'ın emri ve Resûlullah'ın sünneti üzere bulunan her kulun kalp huzuru ile Allah Teâlâ'yı zikretmesi ve Allah korkusundan dolayı gözlerinden yaş akıtması halinde Allah Teâlâ'nın o kimseye ebediyen azab etmeyeceğini söyleyerek sünnetle amel etmeye teşvik etmiştir.[55]
Sünnete uyma konusunda Abdullah b. Mesûd da titiz davrananlardandır. İbn Mesûd, sünnetlerle yetinmenin bidatlarla amel etmekten daha güzel olduğunu söylemiş,[56] kendisine sorulan sorulara Allah'ın kitabı ve Resûlullah-ın sünneti ile cevap vermiş, bunların dışında bir şeye gücünün yetmeyeceğini ifade etmiştir. [57]İbn Mesûd, sünnet eğitimine büyük önem vermiş, bunun için Mesrûk b. el-Ecda (ö.63/683)'ı halka Kur'an ve sünneti öğretmesi için görevlendirmiştir.[58]
Yine ondan nakledilen bir diğer habere göre,[59] Allah'a müslüman olarak kavuşmak isteyen namazlarını ezan okunan yerlerde yani camilerde kılmalıdır. Çünkü Resûl-i Ekrem (s.a.), "sünen-i hüdâ"yı meşru kılmıştır. Sünen-i hüdâ, dini tamamlamak için devamlı olarak yapılan sünnetlerdir. Bunları terk etmek uygun değildir. Yapmayanlar, kınanır. Cemaatle namaz, ezan ve ikamet bu çeşit sünnetlerdendir. Şayet bir kimse cemaatı terk edip evinde namazını kılarsa, Resûl-i Ekrem'in sünnetini terk etmiş olur. Resûl-i Ekrem'in sünnetini terk eden bir kimse de dalâlete düşer. Münafıklığı bilinen kişilerin dışında hiç kimse asr-i saadette cemaatı terk etmiyordu. Onlar iki kişi arasında dahi olsa ayakları yerde sürünerek mescide getirilir ve safta namaza durdurulurdu.[60] Bu rivayete göre, cemaate devam etmek ciddi bir iştir. Müslüman onu hastalık, yaşlılık ve buna benzer mazeretler dışında terk etmemelidir.
Bir başka rivayet Yemenlilerle ilgilidir. Yemenliler, Resûl-i Ekrem'e gelerek kendilerine sünneti ve İslâm'ı öğretecek birini göndermesini isterler. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem, yanında bulunan sahabilerinden Ebû Ubeyde-nin elini tutarak onun bu ümmetin emin ve güvenilir kişisi olduğunu bildirmiş, Kur'an ve sünnet öğretmesi için onu Yemen'e göndermiştir.[61] Yemenliler'in bu ilim sevgisi hadislerde hikmetin Yemenli olduğu şeklindeki bîr ifade ile övülmüştür.[62]
Tabiîn âlimleri de sünnete uyma noktasında sahabenin izinde gidenlerdendir. Nitekim İbrahim en-Nehaî (Ö.95/714) İbn Şîrîn (ö.HO/728), gibi âlimler kendi görüşleriyle hüküm vermez, ancak duydukları rivayetlerle, yani hadis ve sünnet bilgileriyle cevap verirlerdi. Şa'bî (Ö.103/721) de aynı şekilde İbn Mesûd'dan işittiği bilgilerle cevap verir, kendi fikrini söylemekten çekinirdi. Şa'bî kıyas yapmaktan sakındırır, kıyasla haramın helal, helalin haram yapılacağını belirtir, ashab-ı kiramdan nakledilen rivayetleri öğrenmiş olan kişilerin verdikleri bilgilerle amel edilmesi gerektiğini söylerdi.[63] Onlar rivayete dayanan bilgiler dışında konuşmaktan çekinirlerdi. Atâ (ö.H5/713)'ya sorulan sorularda Atâ'nm kendi cevabını söylemesi istendiğinde Atâ, yeryüzünde kendi görüşünün din edinilmesinden korktuğunu, böyle bir şeyden dolayı Allah'tan haya ettiğini söylemiştir.[64] Öyle ki Katâde (Ö.117/735), kırk sene kendi görüşüyle bir hüküm vermemiştir.[65] Kısacası geçmiş âlimler sünnete uymanın kurtuluş olduğunu söylemişlerdir.[66]
Sünnete uyma konusundaki sahabe ve ondan sonrakilerin bu örnek davranışları oütün müslümanlara rehber olmalı, sünnetin örnek alındığı bir hayat tarzı kuşaktan kuşağa aktarılmalıdır.
4. Sünneti Örnek Almak
Resul-i Ekrem (s.a.), her konuda "üsve-i hasene" yani, kendisine uyulacak ve arkasından gidilecek örnek bir insandı. İnsanlık için onun her davranışı örnek olacak nitelikteydi. Bu gerçeği Kur'an-ı Kerim; "Sizin için Allah'ın Resulünde uyulması gereken güzel bir örnek vardır [67] âyetiyle ifade eder. Bu durumdan ise Allah'a ve ahiret gününe inanıp da Allah'ı çok zikreden kimseler İstifade ederler. Çünkü böy-lelerİ Resûl-i Ekrem'in her haline ibret gözüyle bakarlar. Onu örnek alarak ömür boyu bu şekilde yaşarlar. Müslümanların en önemli görevi, Allah'ın kitabına ve Resûlultah'ın sünnetine sımsıkı bağlı olmaktır. Onların kitab ve sünnete bağlılığı, gölgenin şahsa bağlılığı gibi olmalı, bu hususta büyük bir hassasiyet göstermelidirler. Bu şekildeki bir hassasiyetin örnekleri ilk müslümanlarda görülmüştür.
Meselâ Hz. Ömer bazen bir şey yapmaya karar verir, fakat birisinin; "Ey müminlerin emiri, Resûlullah böyle bir şey yapmış veya yapılmasını emretmiş değildir" demesi üzerine onu yapmaktan vazgeçerdi.[68] Aynı şekilde Kur'an'ın toplanması meselesinde Hz. Ebû Bekir'e müracaat edilerek Kur'an âyetlerinin bir araya getirilmesi istendiğinde Hz. Ebû Bekir, Kur'an'ın toplanması işi kendisine havale edildiğinde de Zeyd b. Sabit, "Resûlullah (s.a.)'in yapmadığı bir şeyi nasıl yaparız" diye tereddüt etmişlerdir.[69]
Resûl-i Ekrem'i örnek almada sahabi Abdullah b. Ömer'in ayrı bir yeri vardır.[70] Abdullah, Resûl-i Ekrem'in kendisi hakkında Abdullah'ın iyi insan olduğunu, fakat bir de gece namazı kılsa daha güzel olacağını söylemesi üzerine, o günden itibaren gece namazını hiç terketmemiştir.[71] Resûl-i Ekrem'in vefatından sonra ona olan sevgisinden dolayı, namaz kıldığı yerleri Öğrenip oralarda namaz kılar,[72] yürüdüğü yollarda yürür,[73] gölgelendiği ağaçların altında oturur ve kurumasınlar diye onları sulardı.[74] Abdullah'ın bu halini görüp yadırgayanlar bile olurdu. Nitekim Nafi (6.117/735), Resûlullah'ın yaptıklarını aynen yapmaya çalışan İbn Ömer'in bu halini görenlerin "Bu a-dam galiba deli!" diyeceklerini söylerdi.[75] Abdullah, selamlaşma konusundaki sünnetleri yerine getirmek hususunda son derece titiz davranır, hiç bir işi olmadığı halde, sadece müs-lümanlarla selamlaşmak için sokağa çıkar, büyük küçük karşılaştığı herkese selam verirdi.[76]
Zeyd b. Eşlem bir defasında İbn Ömer'i elbiselerinin düğmelerini çözmüş bir halde namaz kılarken görmüş, kendisine niçin böyle yaptığını sorduğunda İbn Ömer, "Resûlullah (s.a.)'i böyle namaz kılarken gördüm. Onun için bu şekilde kılıyorum [77] diye cevap vermiştir.
Ashab-ı kiram, Resûl-i Ekrem'in davranışlarına öylesine dikkat ederlerdi ki, o ne yapmışsa onlar da aynısını yapmaya çalışırlardı. Resûlullah (s.a.)'in bir hasır üzerinde geceleyin namaz kıldığını gördüklerinde onunla beraber namaz kılmak için koşup gelmişlerdi.[78] Enes b. Malik, Resûl-i Ekrem'in gece ayaklan şişinceye kadar namaz kıldığını öğrendiğinde kendisi de Resûl-i Ekrem'e uyarak ayakları şişinceye kadar gece namazı kılardı.[79] Nitekim ibn Mesûd'un öğrencisi Mesrûk b. el-Ecda (ğ.63/683),[80] meşhur hadis âlimi, hadiste emiru'l-müminîn Şu'be b. el-Haccâc tö.160/777) da ayakları şişinceye kadar namaz kılanlardandı.[81]
Sahabenin Resûl-i Ekrem'i örnek alma işi bazen mimiklerine bile yansırdı. Bir defasında Abdullah b. Mesûd, yanında bulunan insanlara hadis rivayet ederken rivayet sırasında bir yerde gülmüş, Resûlullah (s.a,)'i böyle yaparken gördüğünü söylemiştir.[82]
Hz. Abbas vefat etmeden önce Resûlullah-ın Yemen kumaşına sarılarak gömülmüş olmasından dolayı yakınlarına kendisini Yemen kumaşına sarmalarını ve öylece defnetmelerini vasiyet etmiştir.[83] Abdullah b. Abbas'a adamın birinin hac için gelenlere şerbet ikram ettiklerini, Resûîullah'ın böyle yapmasından dolayı mı şerbet verdiklerini, yoksa süt ve baldan daha ucuz olduğu için mi böyle yaptıklarını sorması üzerine İbn Abbas, Resûlullah'ın sünnetini îakip ettiklerini söyleyerek cevap vermiştir.[84]
Yine rivayetlere göre Hz. Ömer dostlarıyle birlikte otururduğu bir sırada kendisine pamuklu bir gömlek getirmişlerdi. Hz. Ömer gömleği giyerken, "Avret yerini örttüğüm ve kendisiyle güzel göründüğüm bu elbiseyi bana giydiren Allah'a hamdolsun" diye dua etmiş, sonra da yanındakilere dönerek, bir defasında Resûl-i Ekrem'le birlikte olduğu bir sırada Resûl-i Ekrem'e yeni bir elbise takdim edildiğini, Resûl-i Ekrem'in elbiseyi giyerken okuduğu duayı okuduğunu söylemiştir.[85] Yine bir gün Hz. Ömer, Kabe'yi tavaf ettiği sırada Hacer-i Esved'i öpmüş ve aslında onun yararı ve zararı olmayan bir taş parçası olduğunu bildiğini, Resûlullah'ın bu taşı öptüğünü görmüş olmasaydı, asla öpmeyeceğini söylemiş, ardından; "Ama biz Resûlullah'ın yaptığı hiçbir şeyi terk-etmeyiz. O ne yapmışsa, biz de öylece yaparız [86] demiştir. Hz. Ömer'in bu sözü hikmeti bilinmese dahi Resûl-i Ekrem'i örnek almanın ve onun sünnetine tâbi olmanın gereğini gösterir. Onun bu davranışı Resûl-i Ekrem'e uyma konusunda büyük bir prensip olarak kabul edilmiştir.[87]
Bu örnekler ashab-ı kiramın bütün davranışlarında Hz. Peygamber'i örnek aldıkları ve yaşayışlarını onun talimatlarına uygun olarak düzenledikleri gerçeğini ortaya koymaktadır. Sünneti örnek almak, yalnız sahabe kuşağı ile sınırlı değildir. Hz. Peygamberdin örnek hayatını yaşamak, onun sünnetini yaşatmak her müslümanın en başta gelen görevleri arasındandır.
5. Sünneti Yaşatmak
Resûl-i Ekrem (s.a.)'e uymak, onun getirdiği sünnetlerin yaşanmasıyla mümkündür. Kişi, ancak bu şekilde yaşayarak kurtuluşa erer. Müslüman dinini yaşarken olaylar karşısında iki çeşit davranış sergilemek durumundadır. Karşılaştığı şey kötü ise ondan kaçınır, iyi İse ona yaklaşır. Yani ya seçer, ya çekinir. İyiyi seçer ve kötüden çekinirse bunun adı takva olur. Takva yolu da ancak Resûl-i Ekrem'in sünnetini ihya etmekle, onu hayata geçirmekle gerçekleşir. Nitekim Resûl-i Ekrem bir hadisinde; "Kim benim sünnetimi ihya ederse beni ihya etmiştir. Kim de beni ihya ederse beni sevmiştir. Beni seven de cennette benimle birlikte olur [88] buyurmuştur.
Hadiste sünnetin ihyâsı, yani diriltilip canlandırılması, yaşanır hale getirilmesi söz konusu edildiğine göre tarihi süreç içinde zamanla sünnetin terk edileceği anlaşılmaktadır. Nitekim kıyamete yakın zamanlarda ümmetinin kendi sünnetini terkedeceklerini, önceki milletlerin yollarını adım adım izleyeceklerini,[89] zamanla dinin yok olup giderek sünnetin terk edilmeye başlanacağını, ipin lif lif çözüldüğü gibi dinin de birer birer, sünnet sünnet terk edileceğini haber veren Resûl-i Ekrem [90] ahir zamanda yalancı, deccal kimselerin müslü-manlan fitne ve dalâlete sürükleyeceklerini belirtmiş, ümmetinden bu gibi adamlardan uzak durmalarını istemiştir.[91] Resûl-İ Ekrem, böyle zamanlarda helal yiyen, sünnete uygun amel eden kişinin cennete gireceğini söylemiş, ashabın o gün böyle kişilerin çok olduğunu söylemeleri üzerine, bunun kendi asrından sonraki topluluklar için söz konusu olacağını belirtmiştir.[92] Resûl-i Ekrem, durumun böylesine nazik olduğu sünnetlerin unutulduğu bir dönemde, kendisinden sonra uygulanmayan bir sünnetini uygulamaya koyan, onu ihya edip canlandıran kişiye,[93] o sünnetle amel edenlere verilen sevap kadar sevap verileceğini haber vermiş metinin fesada uğrayıp bozulduğu dönemlerde sünnetine sarılanların yüz şehit sevabı kazanacaklarını belirtmiş [94] böylece zor zamanlarda sünnete uymanın önemine işaret etmiştir.[95]
Saadet asrında Resûl-i Ekrem'in sohbetine kavuşamamış, onunla beraber olamamış olan müminler için sünneti yaşamanın yolu, Resûl-i Ekrem'in hadislerine kulak vermek, hadis kitaplarını okumaktır ve Resûl-i Ekrem'in sünnetini sevenlerin sohbetine katılmaktır. Bu hal ise kıyamet gününe kadar devam edecektir. Çünkü salih insanlarla ve takva sahibi kullarla birlikte olmak sünneti, sünnetin sahibi Resûl-i Ekrem'i haürlaür. Müslümanlar Resûl-i Ekrem'in sünnetiyle amel ettikleri gibi yine onun tavsiyesiyle hayırlı ve güzel olan şeylerle, İslâm yolunda açılan güzel iyi çığırlarla da amel etmelidirler.
6. İyi Çığır Açmak
Hadislerde hayırlı, güzel olan yola "sünnet [96] doğru olan yola "hüdâ" terimleri kullanılır.[97] Hayırlı yollar "hazine"Iere benzetilerek, bu hazinelerin anahtarlarının bulunduğu, Allah Teâlâ'nın bu iyilikleri açacak, kötülükleri kilitleyecek anahtarı verdiği kulun iyi bir kul olduğu, kötülükleri açacak, iyilikleri kilitleyecek anahtarı verdiği kulun da kötü bir kul olduğu belirtilir.[98] Başkalarını doğru ve eğri yola davet eden herkesin kıyamet günü bir kişi bile davet etse o davet ettiği şeye davet ederek dirileceği haber verilir.[99]
Sünnette iyi çığır açmanın faziletine dair nakledilen hadisin aslı şudur:
Rivayet edildiğine göre bedevilerden bir takım insanlar Resûl-i Ekrem (s.a.)'in yanına gelirler. Üzerlerinde yün elbiseler vardır. Resûl-i Ekrem, gelenlerin durumlarının iyi olmadığını, ihtiyaç içinde olduklarını görünce halkı onlara sadaka vermeye teşvik eder. Fakat halk, Resûl-i Ekrem'in bu davetine icabet etmekte gecikirler.
Onların geç kalmasından dolayı rahatsız olan Resûl-i Ekrem'in bu rahatsızlığı yüzünden belli olur. Bir süre sonra ensardan biri bir kese gümüş getirir. Sonra bir başkası gelir. Sonra diğer sahabiler birbirlerinin peşlerinden gelirler. Nihayet Resûl-İ Ekrem bu duruma çok sevinir. Sevinci yüzünden anlaşılan Resûl-i Ekrem bu olayın arkasından şöyle buyurur:
"Kim İslâm'da güzel bir çığır (sünnet) açar da kendisinden sonra onunla amel olunursa o kimseye bu çığırla amel edenlerin ecri kadar sevap yazılır. Amel edenlerin sevaplarından da bir şey eksilmez.[100]
Bu hadise göre, güzel ve doğru olan şeylere teşvik eden kimseye, kıyamet gününe kadar o yolda gidenlerin sevapları kadar sevap yazılacaktır. Hayırlı işler ilim konusunda olabileceği gibi, başka konularda da olabilir. Ensardan olan kişinin ilk olarak bir kese gümüş getirmesi, hayır yolunu açması, güzel bir çığıra ön ayak olarak diğer sahabilerin de bir şeyler getirmesine sebep olması sevindirici bir gelişme olduğundan Resûl-i Ekrem bu durumu memnuniyetle karşılamış, bundan dolayı son derece sevinmiştir. Burada önemle belirtilmesi gereken nokta, sonradan icad edilen, ortaya çıkarılan her şeyin bidat olduğu düşüncesine kapılarak hayırlı işlere engel olmanın doğru olmadığıdır. İslâm'ın gayesi doğruyu, güzeli, iyi ve hayırlı olanı yerleştirmek, bunların devamını sağlamaktır.
Hadiste geçen "sünnet-i hasene"ye, yani hayırlı yolu ortaya çıkarana ve onunla amel edene Resûl-i Ekrem sevap vadetmiştir.[101] Fakat açılan bu çığır şer'an haramı helal kılmak veya helali haram kılmak gibi meşru bir şeye aykırı düşmemelidir.[102] Sabit bir hükmü nes-hetmediği sürece, kıyamete kadar yeni bir çığır açma işi devam etmektedir. Bu hükmün, bu ümmet için sünnet olarak isimlendirilmesi bir şereftir. Resûl-i Ekrem'in sünnet dediği bir uygulamanın bidat olarak değerlendirilmesi sünnetin tam anlaşılamadığını gösterir. Kişinin kendi seçimine bağlı olarak nafile ibadetler yapıtaşı caizdir. Bu ibadetler vakit tayin edilmeksizin mükellefin gücü dahilinde olan ibadetlerdir. Şeriatta bu ibadetlerin yapılmasını yasaklayan veya Resûl-i Ekrem'in yaptığı mevcut nafile ibadetlerle yetinmeyi emreden dinî bir emir (nass) mevcut değildir. Ne var ki, yeni bir çığır açmak güzel ve caiz olsa da bu durum müslümanlann sorumluluklarını daha da artı gından, yapılması gereken hayırlar daha da çoğalacaktır. Nafile ibadet yapanın bu durumu caiz kabul edilse de Resûl-i Ekrem'in sünnetine uymak daha evlâ ve daha güzeldir.[103]
Söz konusu "iyi çığır açma" hadisi tarihte bazıları tarafından yanlış anlaşılmış, Hz. Peygamber adına uydurulan bir takım sözlere dayanak olarak kullanılmaya çalışılmıştır. Çok derin hadis ve sünnet bilgisine vâkıf olduğu belirtilen [104] yedinci asır muhaddisleri arasında zikredilen [105] meşhur Endülüslü âlim ibn Arabî (6.638/1240) bu nokta üzerinde önemle durmuş, eserlerinde bu meseleye dikkat çekmiştir.
İbn Arabi'ye göre bir grup insan vardır ki, şeytan bunlara doğruluğunda şüphe olmayan temelinde doğru olan bir yolla, Hz. Peygam-ber'in "Kim iyi bir çığır açarsa, bu kişiye onun ve onunla amel edenlerin sevabı vardır"108 hadisiyle kendilerine vesvese verir. Bu hadisle amel etmeyi onlara sevdirdikten sonra, onları kendi hallerine bırakır. Bu durumda bazı insanlar, hayra olan gayretleri ve onunla amel edenlerin sevaplarını elde etmek amacıyla harekete geçerler. Kendilerine ait olan iyi bir sünnet ortaya koysalar ve bunu da kendilerine nispet etseler bilirler ki bu durumda, halk nazarında itibar görmeyeceklerdir. Ama Hz. Pey-gamber'in hadisi olduğu takdirde bunun kabul edileceğine inanır, dolayısıyla bunu hadis olarak uydurur. Bu davranışını da "Kim iyi bir çığır açarsa" hadisinin hükmü içine girdiği zannıyla tevil eder. Sonuçta Hz. Peygamber adına yalan uydurulmasını, onun söylemediği, diliyle telaffuz etmediği şeyleri onun adına nispet etmeyi caiz görür. Hatta bu işi, usûlün destek-lemesiyle de bir hayır zanneder. Melek ona Hz. Peygamber'in kasıtlı olarak kendi üzerinden yalan söyleyenin cehennemdeki yerine hazır olması [106] hadisi ile, yine kendi üzerinden söylenen bir yalanın başka birinin üzerinden söylenen yalan gibi olmadığını, kasıtlı olarak onun üzerinden yalan söyleyenin cehennemdeki yerine hazır olmasını belirten hadisi [107] hatırlattığı zaman, bütün bunları şeytanın hatırına getirdiği vesvese ile yorumlayarak bu gibi şeylerin dalalete götürdüğü zaman söz konusu olduğunu, halbuki kendisinin sadece hayır olan bir sünnet çıkardığını söyler. Bu kişi iyi bir sünnet koyduğundan sevap kazandığı kesin olmakla birlikte, Resûlullah (s.a.) adına yalan söylediğinden, demediği bir şeyi ona isnad ettiğinden dolayı da günahkardır.[108] Tabiidir ki bu yol iman sahibi, akıllı bir müminin başvuracağı bir yol değildir. İyi çığır açma düşüncesiyle şeytanın oyuncağı olmamaya da son derece dikkat etmek gerekir.
Yukarıdaki örneğin aksine güzel çığır açmanın olumlu örnekleri de vardır. Öldürülmeden önce iki rekat namaz kılma âdeti buna örnek olarak verilebilir. Bu âdet sahabi Hubeyb b. Adî'ye dayanır. Hubeyb b. Adî hicretle 3- yılında gönderilen Recî seriyyesinde Uhyan oğulları tarafından esir edilerek Mekkeli müşriklere satılan sahabilerdendir.[109] Müşrikler Hubeyb'i öldürmek için darağacına yaklaştırdıklarında Hubeyb, izin verirlerse iki rekat namaz kılacağını söyledi. Onlar da kendisini bıraktılar. Hubeyb iki rekat namaz kıldı, sonra şehit edildi. Böylece Hubeyb, ölümden önce iki rekat namazı ilk ortaya çıkaran kişi oldu.[110]
Zararlı bîr yol, kötü bir çığır açmak da yukarıdaki hadisin devamında ifade edilmiştir. Şimdi onun üzerinde duralım.
Resûl-i Ekrem (s.a.), bir kimse İslâm'da kötü bir çığır açar da kendinden sonra onunla amel olunursa, o kimsenin aleyhine bu çığırla amel edenlerin günahı kadar günah yazılacağını, amel edenlerin günahlarından da bir şey eksilmeyeceğini haber vermiş,[111] yeryüzünde işlenen ilk cinayeti kötü çığıra bir örnek vererek şöyle buyurmuştur; "Zulmen öldürülen hiç kimse yoktur ki, onun kanından Adem'in ilk oğluna bir pay olmasın. Çünkü ölümü ilk ortaya çıkaran odur. [112]
Bu hadiste haksız yere kan dökmenin üğır vebal ve sorumluluğuna işaret edilmektedir. Kıyamet gününde kullar arasındaki hesab işlerine ilk olarak kan davalarıyla başlanacak olması onun son derece önemli olduğunu göstermektedir.[113] Kötü çığırın bir diğer örneği de bir müslümanm haram olmayan bir konuda soru sorarak o şeyin haram kılınmasına sebep olmasıdır.[114] Gereksiz yere müslümanlara ve meşakkat vermek, böyle kötü bir çığıra ön ayak olmak doğru görülmem iştir.
Sonuç olarak İslâm, hayırlı ve güzel olan şeyleri teşvik ederken, kötü ve zararlı olanları da yasaklamıştır. Zira dinî açıdan kötü olan şeyler, Kur'an'ın ve sünnetin karşıtıdır, zıddı-dır. Onlarla mücadele etmek gerekir.
7. Sünnet Muhaliflerine Karşı Çıkmak
Yapılan yanlışlıklar karşısında susmamaya, yeri geldiği zaman ona müdahale etmeye çalışmak dinî olduğu kadar aynı zaman da insanî bir görevdir. Bu yanlışlıklar dinî sahada yapılırsa, onu düzeltmeye çalışmak daha da bir ö-nem kazanır. Müslümanları sünnet ve hadisle amel etmeye yönlendirmek yerine, ideolojik sebeplerle İslâm'ı tahrif etmeye, sünneti reddetmeye, sünnet hakkında insanların kafalarını karıştırmaya, kısacası sünnetsiz İslâm arayışına girerek sünnete rağmen başka alternatifler ileri sürmeye tepkisiz kalınamaz.[115] Peygamberin verdiği hükme razı olmayan, sünnete muhalefet eden böyle birine karşı ilk uyarı Allah Teâlâ'dan gelmiştir.
Rivayet edildiğine göre ensardan bir adam, hurma suladıkları Harre su yollan hakkında Zübeyr b. Avvâm'la münakaşa etmiş, durum Resûl-i Ekrem'e arzedildiğinde Resûl-i Ekrem, Zübeyr'in sulamasını, sonra suyu komşusuna bırakmasını söylemiştir. Ensardan olan kişi buna kızmış, Resûl-i Ekrem'in verdiği hükme razı olmamıştır. Bunun üzerine "Hayır, Rabbine yemin otsun ki onlar aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem yapıp sonra da verdiğin hükümden dolayı nefislerinde hiçbir darlık bulmadıkça ve tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş olamazlar [116] âyeti inmiştir.
Sahabe, Resûl-i Ekrem'in sözleriyle, onun sünnetiyle amel etmeyen söz ve davranışlarında onun yolundan gitmeyenlere karşı açıkça tavrını ortaya koymuş ve bu hususta yer yer kendilerini ikaz etmişlerdir. Bu konudaki rivayetlerden birine göre, İki adam bir dava için Resûl-i Ekrem'in huzuruna çıkmışlardı. Resûl-i Ekrem de her iki tarafın delillerini dinledikten sonra hükmünü verdi. Fakat davayı kaybeden adam verilen hükme razı olmayarak Hz. Ö-mer'e gidilmesini istedi. Davayı kazanan Hz. Ömer'e bir mesele hakkında Resûl-i Ekrem'in kendi lehine ve diğer adamın aleyhine hükmettiğini, ama adamın verilen hükmü kabul etmediğini, onun için kendisine geldiklerini söyledi. Bunun üzerine davayı kaybedene Hz, Ömer olayın doğru olup olmadığını sordu. Onun durumu tasdik etmesi üzerine, "Ben gelinceye kadar yerlerinizden ayrılmayın" dedi ve sonra da evine girdi. Az sonra kılıcını kuşanmış olarak yanlarına çıktı. Resûl-i Ekrem'in verdiği hükme razı olmayan adamın boynunu vurarak işini bitirdi. Bu olayın ardından Nisa sûresinin altmişbeşinci ayeti nazil oldu ve Hz. Ömer'in herhangi bir kabahatinin olmadığını bildirdi.[117] Hz. Ömer karakteri icabı vakarlı ve heybetli bir zat olduğundan Allah Resulüne muhalefet edenlere karşı bazı defalar Resûl-i Ekrem'den adamın boynunu vurmak için izin istediği olurdu.[118] Yine Hz. Ömer bir gün Abdurrahman b. Avfın oğlu Ebû Seleme'nin ipekten bir gömlek giydiğini görmüş ve derhal elini gömleğin yakasından sokarak boydan boya yırtınıştı. Abdurrahman b. Avf, Resûlullah (s.a.)'in ipek gömlek giymesine izin verdiğini, neden böyle yaptığını sorması üzerine Hz. Ömer:
Evet ama sadece senin giymene müsaade etti. Çünkü sen kaşıntının çokluğundan şikayette bulunmuştun. Senden başkasına ise, izin vermedi" diye cevap vermiştir. [119]
Bir başka sahabi Abdullah b, Muğaffel, arkadaşlarından birinin sapanla taş attığını gördüğünde ona böyle taş atmamasını, zira Resûlullah'ın sapanla taş atmaktan ümmetini sakındırdığını, sapan taşıyla av avlanmayacağını, düşmanın bozguna uğratılmayacağım söyledi. Bir müddet sonra o adamın yine aynı işi yaptığını gördü. Bu defa ona, Resûlullah'ın sapan taşı atılmasını yasakladığını haber verdiği halde hâlâ atmaya devam ettiğini, artık bundan kendisine ebedi söz söylemeyeceğini söyledi.[120] Aynı şekilde İbn Şîrîn (ö.UO/728) de hadise kendi görüşüyle karşılık veren biriyle bir daha konuşmayacağını söylemiştir.[121] Gerçi din kardeşi ile üç günden fazla dargın durmak yasak edilmiştir. Fakat bu nefsani ve dünyevi sebeplerden dolayı olan dargınlıktır. Fasıklar ve bilerek sünnete muhalefet edenlerle devamlı surette konuşmamak caizdir. Zira onlara karşı olan dargınlık dinî ve uhrevidir. Bundan dolayı da ebediyen devam etmesi söz konusudur.[122]
Resûl-i Ekrem'in sünnetine muhalefet edenlere karşı çıkmak ve onları uyarmak vazifesi sadece Abdullah b. Muğaffel'e ait bir özellik değildi. Ashabdan her biri yeri ve zamanı geldikçe üzerine düşen görevi ifâ etmekten geri durmaz, ne pahasına olursa olsun hakikati söylemekten çekinmezlerdi. Çünkü onlar Re-sûl-i Ekrem'in sözünün karşısında başka bir söze asla tahammül edemezlerdi. Nitekim Ebû Saîd el-Hudrî, bir mecliste Resûl-i Ekrem'in hadisine itiraz eden bir adama, böyle birisiyle aynı çatı altında olamacağını söylemiştir.[123] Aynı şekildeki bir tepkiyi Ebu'd-Derda da göstermiştir. Ebu'd-Derda, Muâviye b. Ebû Süfyan'ın huzurunda bulunduğu bir gün Resûl-i Ekrem'den bir hadis rivayet eder. Muâviye de ona karşı kendi görüşünü söyler. Bunun üzerine Ebu'd-Derda, bundan böyle bir daha kendisiyle aynı diyarda oturmayacağını söyleyerek o yeri terk eder.[124] Bir diğer sahabi Abdullah b. Ömer, bir gün yanında bulunan bazı kişilere kadınların gece mescide gitmelerine engel olunmaması şeklindeki hadisten bahseder. İbn Ömer'in çocuklarından birisinin onlara mani olunmazsa mescidleri fesat yuvasına çevireceklerini söylemesi üzerine İbn Ömer, oğlunun göğsüne vurarak hiçbir şekilde hadise karşı gelmemesi söyler ve onu azarlar.[125]
İbn Ömer'le ilgili diğer bir rivayet de şöyledir: Abdullah b. Mervân'm saltanatı zamanında Haccac, hac emiri tayin edilmişti. Haccac, Arafat vakfesinin sünnet vaktini geçirmiş, zamanında yapmamıştı. Haccac'ın hutbe okuduğu sırada orada bulunan Abdullah b. Ömer, onun Kabe'yi yıkan, Allah dostlarını öldüren bir zalim olduğunu, şimdi de Resûlullahın sünnetini tahrif ettiğini söyleyerek Haccac'a karşı çıkmıştır.[126]
Bir diğer örnek de Ebû Saîd el-Hudrî ile ilgilidir. Ebû Saîd, Resûlullah (s.a.) döneminde gördüğü bayram namazlarında, hutbenin namazdan sonra okunması sünnetinin Medine valisi Mervâri tarafından namazdan öne alınmasına sessiz kalmamış, Mervân'ın elbisesinden çekerek bunu yapmamasını, sünnet olan uygulamayı değiştirmemesini söylemiştir.[127] Yine Emeviler döneminde cuma hutbesinde dua için ellerini kaldıran Bişr b. Mervân'a sahabeden Umâre b. Rueybe tepki göstermiş, cuma günü Bişr'i dua ederken gördüğünde onun iki elini Allah'ın cezalandırmasını, kendisinin Resûlullah'ı minberde iken baş parmağı takip eden şehadet parmağıyla işaret etmek dışında bir şey yapmadığını söyleyerek sünnet olan uygulamayı savunmuştur.[128]
Sahabi İmran b. Husayn, bir sohbetinde yanında bulunan arkadaşlarına Hz. Peygam-ber'in, "Hayanın hepsi hayırlıdır" buyurduğunu söyler. Orada bulunanlardan birinin bazı kitaplarda bir kısım hayanın sekinet ve Allah'a ta'zim olduğunu gördüklerini, ama onun zayıf olanının da bulunduğunu söylemesi üzerine İmran, adamın bu sözüne kızar, hatta gözleri bile kıpkırmızı olur. Adama, "Bana bak, ben sana Resûlullah'tan hadis rivayet ediyorum. Sen ise, buna itiraz ediyorsun ha!" diye çıkışır. İmran'ın yanında bulunan arkadaşları, adamın münafık veya zındıklıkla itham olunan, sünnete muhalif kimselerden olmadığını, onun kendilerinden biri olduğunu söyleyerek İmran'ı yatıştırmaya çalışırlar.[129] Nitekim Ebû Hureyre de birine Resûl-i Ekrem (s.a.)'den hadis rivayet ettiği zaman, ona karşılık darb-ı mesel ve atasözü anlatmamasını, reye dayalı sözlerle hadise karşı çıkmamasını söyler. [130]Sünnete aykırı davrananları İbn Abbas da zaman zaman uya-nr. Tavus (ö.lO6/724)'un ikindiden sonra iki rekat namaz kıldığını gören İbn Abbas, ona bunu bırakmasını söyler. Tavûs'un namaz kılınabileceğini söylemesi üzerine İbn Abbas, o halde ikindiden sonra namaz kılmanın yasaklanmış olduğunu, Allah ve Resulü'nün bir işte hüküm verdikleri zaman artık müminler için orada seçme haklarının bulunmadığını söyleyerek karşılık verir.[131] Yine İbn Abbas "Resûlullah şöyle buyurdu, falan ise şöyle dedi" demenizden dolayı cezalandırılmaktan veya yere batırılmaktan korkmuyor musunuz?" derdi.[132] Saîd b. el-Müseyyeb (6.94/712) de ikindiden sonra iki rekat namaz kılan birini gördüğünde adama namaz kılmasından dolayı değil, ama sünnete aykırı davranmasından dolayı Allah'ın kendisini cezalandırabileceğini söylerdi. [133]
Saîd b. Cübeyr (6.95/713), hadis rivayet ettiği bir gün, adamın birinin Allah'ın kitabında ona muhalif şeylerin bulunduğunu söylemesi üzerir-e Saîd, adama Resûlullah'ın Allah'ın kitabını en iyi bilen olduğunu söyleyerek cevap vermiştir.[134] Ömer b. Abdülaziz (6.101/719) de memurlarına yazdığı mektuplarda Resûlullah (s.a.)'in sünnet olarak koyduğu bir şeyde artık hiç kimsenin o konuda görüş beyan etme hakkının bulunmadığını söylemiş,[135] kendisinin bidat çıkaran değil, sünnete uyan biri olduğunu ifade etmiştir.[136]
Sahabenin ve ondan sonra gelenlerin Resûl-i Ekrem'e muhalefet edenlere karşı bu kadar şiddetli davranmalarının sebebi hiç şüphesiz ona olan saygılarıdır. Eğer Resûl-i Ekrem'e muhalefet din düşmanlarından gelmişse, bu hususta onlar her türlü Vsal çarelerine başvurmuşlar, onlara engel olmaya çalışmışlardır. Bunun yanında muhalefet kasdı olmaksızın sırf bilgisizlikten veya ietihaddan kaynaklanan bir sebepten dolayı Hz. Peygamber'in sünnetine aykırı hareket eden bir müslüman olmuşsa ashab-ı kiram böylelerini de İkaz ve irşad etmiş ve kendilerine doğru yolu., yani sünnet yolunu göstermişlerdir. Ashabın sünnetin korunmasına yönelik bu ciddi gayretleri diğer müslümanlara da örnek olmalıdır. Zira hadise ve sünnete yönelik itirazlar ilk devirlerle sınırlı kalmamış, asırların geçmesiyle sünnet ve hadis inkarcılarının sayısı daha da artmıştır. Nitekim Resûl-i Ekrem, kendisinden sonra sünneti tanımak istemeyenlerin olacağını, koltuğuna yaslanmış, kamı tok bir takım adamların hadislerini inkar edeceklerini haber vermiş, rnüslümanlan böyle bir tehlike karşısında çok önceden uyarmıştır.[137] Bu tehlikelere karşı hadislere sahip çıkılmalı, hadisler her kuşaktan güvenilir kimseler tarafından öğrenilerek dinde aşırılık gösterenlerin tahrifleri, bâtıl taraftarların yersiz iddiaları ve cahillerin tevilleri bu ilimden uzaklaştırılmalıdır.[138] Özellikle hadis ilmi mensuplarına bu noktada büyük görev düşmektedir.[139] Ayrıca hadisçilerle birlikte her müslüman hadis ve sünnete yönelik saldırılara karşı durmalı, muhaliflere karşı İslâm'ı uygun tarz ve rnetodlarla savunmalıdır. Sünneti savunma işi dinî bir hassasiyet, ciddi bir gayret gerektirir. Kişiler, sünnete bağlılık oranında bu önemli göreve sahip çıkabilirler.
8. Sünnete Bağlılıkta İnsanların Durumu
Her mümin bilgisi ve imkanı ölçüsünde sünnete bağlanmaya, o yolda bir hayat yaşamaya çalışır. Bu durum müslüman olmanın bir gereğidir. Mümin, Allah Teâlâ'nın emirlerini yerine getirmeye, Resulünün sünnetleriyle amel ermeye gayret göstermelidir. Bunun için Resûl-i Ekrem'in tâat, ibadet, âdâb ve güzel ahlâkla ilgili hallerini araştırmalı, nefsini Allah Resûlü'ne tam uydurmaya ve onu örnek almaya çalışmalıdir. Resûl-i Ekrem'in âdâb, ahlâk, fiil ve davranışlarına sımsıkı bağlanmaya, onun beğendiğini beğenmeye, beğenmediğini terk etmeye, onun sabrettiğine sabretmeye, düşmanlık beslediğine düşmanlık, dostluk beslediğine de dostluk beslemeye yönelmelidir.[140] Sünnetle amel konusunda insanlar birbirinden farklıdırlar. B yüzden İbn Arabi (6.638/1240}, sünnetle amel etme konusunda insanları üç kısma ayırır:
Ona göre bir kısım insan sırf bâtını olur. Bu kişi, dinî hükümlerin zahirleri, yani dış anlamlarıyla değil de kendi dünyasına, hevâ ve hevesine göre ürettiği bâtını, gizli bir takım yorumlarla amel etmeye çalışır. Böyie bir yol şeriatın hükümlerini bâtınîlik gibi işlemez bir duruma getirdiğinden kötüdür. Bu yolda yürüyen biri Kur'an'ı ve ona bağlı olarak da sünneti devre dışı bıraktığından sünnetle amel etmesi söz konusu değildir.
Bîr kısım İnsan sırf zahirî olur. Dinî hükümleri yalnız zahirine, dış görünüşüne göre anlayan, şekilci anlayış sahibi demektir. Bu düşünce kişiyi tecsim ve teşbihe, yani Allah'ın bir cisim ve şekil gibi düşünülmesi fikrine götürür. Ya da bu şekildeki zahirî ve şekilci anlayış sahibi kişi, bir fakihin mezhebine bağlı olan biridir. Böyle biri, her an bağlı olduğu mezhepten dışarı çıkma korkusu içindedir. Bu kişi, Resûl-Ekrem'in sünnetlerinden bir sünnet işitse, bir başka mezhebin fakihine göre o sünneti zayıf sayar ve onunla ameli terkeder. Ona sünnetin faziletiyle ilgili bin tane sahih hadis getirilse, onu dinlemek istemez. Bağlı bulunduğu faki-hin kendi kitabında bu sünneti zikretmemesi sebebiyle geçmiş selef ve tabiîn âlimlerine de kötü zanda bulunur. Din açısından böyle oİ-mak yerilmiştir.
Bir kısım insan da anlayabildiği kadarıyla şeriata uyar. Şeriat sahibi nereye yürürse oraya yürür, nerede durursa orada durur. Muhammedi fiillerden en küçük bir şey terk etmeksizin bütün gayretini ve himmetini oraya sarfeder. Güvenilir hadis kitaplarını okurken gönlüne doğan şeylere veya güvenilir hocalarına itibar ederek amel eder. İşte orta yol ve sünnet budur. Bununla amel eden de sünnet ehlidir. Allah sevgisi ancak bu yolu takip etmekle elde edilir.[141]
Yine İbn Arabi'ye göre sünnetle amel etmeye çalışan kişi, kendisi için yapılması mubah olan Resûl-i Ekrem'in yaptığı işlere bakmalı, Resûl-i Ekrem'e ait özel durumlardan olmayan fiillerinde onu örnek almalıdır. Resûl-i Ekrem'den rivayet edilen onun fiillerini açıklayan sahih ve zayıf bütün haberlere tâbi olmalı, bu rivayetleri vârid oldukları şekilde üzerine bir şey ilave etmeden, bir şey de eksiltmeden a-mel etmelidir. Eğer rivayetler farklı ise, bir zaman bir rivayetle başka bir zaman da başka rivayetle amel ederek bir defa da olsa her rivayetle amel etmelidir. Sabit olan rivayet üzerinde amele devam etmeli, bundan bir şey ihmal etmemelidir.[142]
Sünnetle amel konusunda samimi olmaya, dini ve mezhebleri istismar etmemeye dikkat etmek gerekir. Mezheblerin İslâm kültüründeki yerleri ve müslümanlara olan hizmetleri takdir edilmeye değerdir. Sünnet ve hadisin yorumlanmasında, müslümaniann hayatına aktarılarak yaşanır hale getirilmesinde mezheb imamlarının, müctehid ilim adamlarının büyük e-mekleri vardır. Onların ilmî çalışmalarından istifade edilmeden, sünnetin doğru anlaşılması mümkün değildir. Amellerin fazileti ve ahlâkla ilgili hadislerle amel etmek söz konusu olmakla birlikte, ahkâmla ilgili ciddi konularda mezheb imamlarının görüşlerine başvurmak, onları referans almak şarttır.
Sünnetle amel konusunda her müslümanın doğruyu yanlıştan ayırabilecek kadar dinî ilimleri öğrenmesi, mümkünse özellikle hadisleri anlayabilecek derecede ilim tahsil etmesi gerekir. Mümin, bir hadis dinlediğinde hadisi doğru bir şekilde anlamişsa, hiçbir münakaşaya girişmeksizin onu kabule hazır olmalıdır. Bir konuda veya bir ihtilafta Hz. Peygamber'in bir hadisi gündeme geldi mi, artık orada teslim olmalıdır.[143] Dârânî (ö.215/830)'n in "Bizim hakikatlerimize iki şahit vardır ki, biri Kitab diğeri de Sünnettir" sözünü hatırlamalı, Kitab ve Sünnetin onaylamadığı bir hayat tarzına itibar etmemelidir. Cüneyd el-Bağdâdî (ö.297/909)'nin söylediği, "Bizim mezhebimiz Kitab ve Sünnete bağlanmış, İlmimiz de Resûlullah (s.a.)'in hadisine kenetlenmiştir [144] ifadesini de ölçü alarak her işinde Kur'an ve sünnete, dinin temel ilkelerine uymaya çalışmalıdır.
9. Sünnette Öngörülen İlkeler
Kulun Allah'a karşı sevgi, saygı ve bağlılığını gösteren duygu, düşünce ve davranış biçimlerine ibadet denir. Her insanın belli oranlarda ibadet etmesi, dinî bir yükümlülüktür. Bu yükümlüğü yerine getirmede belli ölçüler, ilkeler vardır. Sünnette öngörülen bu ilkelerin en önemlileri an t silerde kolaylık, süreklilik ve Ölçülü olmaktır.
a. Kolaylık
Kur'an ve sünnette üzerinde durulan temel ilkelerden biri kolaylıktır. Allah Teâlâ, kullarına zorluk değil kolaylık dilediğini bildirirken,[145] Resûl-i Ekrem de kendisinin zorlaştırıcı ve şaşırtıcı değil, öğretici ve kolaylaştırıcı olarak gönderildiğini,[146] İslâm'ın kolay olduğunu, kimsenin onu zoriaştiramayacağını belirtirdi.[147] Ayrıca Resûl-i Ekrem her fırsatta sahabilerine kolaylaştırıp zorlaştırmamalarını, müjdeleyip nefret ettirmemelerini tavsiye eder,[148] kendisi de karşılaştığı işlerde serbest olursa hep kolay olanı tercih eder, ümmetine zorluk çıkarmak istemezdi.[149] Bu konuda son derece titiz davranırdı. Bazen uzun süreli namaz kılmak istediği halde, ağlayan bir çocuk sesi duyar, bundan dolayı namazı uzatmaktan vaz geçer, annesinin çocuğuna karşı olan ilgisini düşünerek namazı kısa tutar, hafif kildırırdi.[150]
İmamlık yapanlara namazı kısa tutmalarını, cemaat içinde yaşlı, hasta, zayıf, ihtiyaç sahibi insanların bulunduğunu belirtir,[151] ashabını bıktırmamak için zaman zaman vaaz eder,[152] âlemlere rahmet olarak gönderildiğini, rahmet ve merhamet peygamberi olduğunu sözleriyle ve uygulamalarıyla gösterirdi.[153] Çünkü kalplerin arzulu ve istekli zamanları olduğu gibi, isteksiz olduğu zamanlar da vardır. Bu durumda ağırlaştınp zorlaştırmak yerine, hafifletip kofaylaştırmak daha güzeldir. İşte sünnetin ruhu ve Allah Resulü'nün yolu budur. Bu yol, sünnetin yaşanmasında göz önüne alınması gereken bir ilke, gerçekleştirilmesi gereken bir idealdir.
Dinin içindeki emir ve yasaklara uyma konusunda azimet ve ruhsat olmak üzere iki yol söz konusudur. Kişiler, kendi durumlarına göre her iki şekilde de amel edebilirler. Ruhsat, daha hafif, daha kolay olan dinî tekliflerdir. Kolaylaştırma teshil, hafifleştirme tahfif, demektir. Azimet, daha ağır ve daha zor olan sorumlulukları yüklenmek demektir. Zorlaştırma anlamına gelen ta'sîr, tas'îb, ağırlaştırma manasına gelen teşdîd kelimeleri de azimetle eş değer olan terimlerdir. Allah Teâlâ, azimetlerle amel edilmesini sevdiği gibi ruhsatlarla amel edilmesini de sever.[154] Zayıf ve güçsüz olanlar, azimetle amel edebildikleri gibi zaman zaman ruhsatlarla da amel etmeli, Kur'an ve sünnetteki emirleri gönül rahatlığı içinde yerine getirmelidirler. Çünkü ibadetlerde kalp huzuru aranır. Kalp huzuruyla yapılan ibadetlerin devamlı olması, kesintiye uğramadan sürekli yapılması daha kolay olur.
b. Süreklilik
Alışkanlık haline getirilen, âdet olarak benimsenen sünnetlerin, daha geniş anlamıyla ibadetlerin devam ettirilmesi, bir mazeret olmadikça terk edilmemesi gerekir. "Amellerin Allah'a en sevimlisi az da olsa devamlı olanıdır [155] buyuran Resûl-i Ekrem, ibadetlerinde bu prensibe dikkat etmiş, bazı özel durumlar dışında başladığı ibadetleri hiç kesintiye uğratmamıştır. Ayrıca bu prensibi ailesine öğretmiş, onlar da bir işe başladılar mı artık ona devam etmişlerdir.[156] Başladığı ibadröt sonra tembellik yüzünden bırakanların bu davranışlarını doğru bulmayan Resûl-i Ekrem Abdullah b. Amr'ı bu konuda uyarmış ona; "Abdullah, falan gibi olma, gece ibadetine kalkıyordu sonra onu bıraktı [157] buyurmuştur. Resûl-i Ekrem gece virdini yapamadan uyuyup kalan birinin gündüz, sabah ile öğle arası o virdini yapmasını tavsiye etmiştir ki, bu da ibadetlere geç de olsa devam edilmesinin önemini gösterir.[158] Ayrıca başladığı ibadetleri bırakan kişilerden Allah Teâlâ'nın da razı olmayacağı belirtilmiştir [159] Demek ki Allah rızası kastedilerek başlanılan ibadetlere devam etmeli, az da olsa sürekli yapmaya özen göstermelidir. Bu yol, normal ve güzel olan orta bir yoldur. İşlerin hayırlısı orta olandır. Bunun ötesinde ifrat denilen aşın gitme, ölçüsüz hareket etme durumu vardır kî bu yol doğru bir yol değildir.
c. Ölçülü Olmak
Kur'an ve sünnetin yaşanmasında ifrat ve tefritten, aşırılıktan uzak durmalı, Içülü ve dengeli olmalıdır. Aşın gidenler, taşKinhk yapanlar helak olurlar.[160] Sözlerinde ve davranışlarında ölçüsüz davranan, ne söylediğini, ne yaptığını bilmeyenler hem kendilerine hem de diğer insanlara zarar verirler.
Ölçüye dikkat edebilmek için yapılan ibadetlerin insanın gücü dahilinde olması gerekir. Güç sınırını aşan ibadetlerin kişiyi layacağı, zamanla kesintiye uğrayacağı vapılamaz hale geleceği açıktır. Bunu önceden kestirmek zor değildir. Hıristiyanların güç sınırlarını aşaral üzerlerine gerekli olmadığı halde, sırf Allah rızasını kazanmak üzere kendilerine bir takım sorumluluklar yükleyerek ibadette aşırı gitmeleri, sonra da bunun gereğini yerine getireme-yip terketmeleri Kur'an diliyle kendilerinin kınanmalarına sebep olmuştur.[161] Kur'an'ın bu konudaki uyarısını dikkate alan Resûl-i Ekrem (s.a.), kolaylığı, ruhsatı bırakarak orta yoldan ayrılan, ibadet ve tâat noktasında ifrata, zorluğa kaçan sahabilerine zaman zaman ikazlarda bulunmuştur. Abdullah b. Amr'ın sürekli İbadet etme teklifini aynı şekilde güç yetiremeyeceği gerekçesiyle kabul etmemiştir.[162] Nitekim Abdullah, yaşı ilerleyip de söz konusu bu ibadetleri yapmakta zorlanır hale geiince yaptığının doğru olmadığını anlamış, Resûl-i Ekrem-in oruçla ilgili söylediği üç günü kabul etmiş olmayı ailesinden, malından ve çocuğundan daha çok istemiş, kendisinin ağırlaştırdığını, dolayısıyla kendisine de ağırlaştırdığını belirterek pişmanlık duyduğunu ifade etmiştir.[163]
Ebu'd-Derda'nm sürekli oruç tutması ve gece namazı kılarak eşini ihmal ettiğini öğrensn Selman-ı Fârisî'nin aşırı gitmemesi konusunda Ebu'd-Derda'ya yaptığı uyarılan doğru bulan Resûl-İ Ekrem, onun bu tavrını son derece beğen mş ve "Gerçekten Selman doğru söylemiştir [164] buyurarak kendisini takdir etmiştir.[165]
Aralarında Ali b. Ebû Talib, Abdullah b. Amr, Osman b. Maz'ûn'un bulunduğu üç kişiden birinin ömrümün sonuna kadar bütün gece uyumaksızın namaz kılacağını, bir diğerinin hayatı boyunca gündüzleri oruç tutacağını, oruçsuz gün geçirmeyeceğini, üçüncü kişinin de sağ olduğu sürece kadınlardan uzak kalacağını, asla evlenmeyeceğini öğrenen Resûİ-i Ekrem, Allah'a yemin ederek, kendisinin Allah'tan en çok korkan ve O'na en saygılı olan kişi olduğu halde bazen oruç tuttuğunu, bazen da tutmadığını, geceleri namaz kıldığını, sonra yatıp uyuduğunu, kadınlarla da evlendiğini söylemiş ve ardından;
Benim sünnetimden yüz çeviren kimse benden değildir" buyurmuştur.[166]
Osman b. Maz'ûn'un fazla ibadet etmek, kendisini tamamen ibadete vermek (tebettül), ve erkeklik özelliğini gidermek konusunda Re-sûl-i Ekrem'den İzin istediğinde Resûl-İ Ekrem ona bu konuda izin vermemiştir.[167] Yukarıda isimJeri geçen bu sahabiler, kolay yoldan çıkıp Allah'ın emretmediği ibadetleri kendi kendilerine adamışlardır. Bundan dolayı Resûl-i Ekrem, onları kınamış, kendi yoluna irşad ederek; "Benim sünnetimden yüz çeviren [168] buyurmuştur. Yani, sahabeden bu kişilerin yaptığı gibi kendi yolunun güzel olmadığına inanarak onu kabul etmeyenin kendisinden olmadığını ifade ermiştir. Halbuki Resûl-i Ekrem fazla ibadet yapmayı, ümmetine olan şefkat ve merhametinden dolayı terk etmiş, bu konuda onlara zorluk çıkarmak istemediğinden onlara orta yolu tutmalarını tavsiye etmiştir. İbadet etmeyi sevdiği halde halk kendisini görür de amel ederler, böylece de kendilerine farz olur korkusuyla bazı amelleri yapmamıştır.[169]
İnsanın yaratılış gereği aceleci, gelir geçer iştahlı olması, yaptığı işlerde uzun süre sebat edememesine, sürekli devam ettiği işlerde yorgunluk ve bıkkınlık hissetmesine sebep olur. Bu durum bir çok insan için söz konusudur. İnsan zamanla usanır, yorulur. Halbuki Allah Teâlâ usanmaz, yorulmaz. Hayatın her alanında, meslekler, görevler ne olursa olsun aşırı idealist davranarak din adına kişinin ailesini, çoluk çocuğunu, yakınlarını, dost ve arkadaşlarını, komşularını, eli altında çalıştırdığı insanları, varsa bakmakla sorumlu olduğu hayvanları dahi ihmal etmemeli, imkanları ölçüsünde amel etmelidir. Allah'ın rızasının nerede, ne zaman kazanılacağı bilinemez. Bu ilâhi bir sır olduğundan bazen küçük gibi görünen amellerde bile bu sır ortaya çıkabilir. Bu sır kapısını aralayan olmamıştır. Hiç beklenmedik bir anda bir yetimin başının okşanması, bir garibin sırtının sıvazlanması, aç olan bir hayvanın karnının doyurulması, susuz olan bir köpeğin susuzluğunun giderilmesi Allah'ın rızasının kazanılmasına sebep olabilir. Rızayı, sülûkü kshpta değil, kalpte aramalıdır. Azimetle amel etmek elbette ki güzel olmakla birlikte, yerine göre ruhsatlarla amel etmekte o kadar güzeldir. Bunların hepsi dindir, Resûl-i Ekrem'in sünnetidir. Bu din kolaydır, onu zorlaştırmamalıdır. Dinle yarışa giren kimseye din üstün gelir. Amellerde aşırı gitmekten sakınmalı, ölçülü olmalı, orta yolu tutulmalıdır.[170] Bu yol daha tutarlıdır. Mümin her işinde ölçüye dikkat etmeli, kendini yıpratacak, aile ve toplum hayatını olumsuz yönde etkileyecek bir yaşantıya özenmemelidir.
Resûl-i Ekrem'in sünnetine uymayan kişiyi ne gibi sonuçların beklediğini tahmin etmek zor değildir. Sünnetten uzak kalan kişinin içine düştüğü konum ya dalâlet, ya da bidat ortamıdır. Halbuki bidatlardan saklamak dinin en temel emirlerinden biridir.
10. Bidatlardan Sakınmak
Bidat sözlükte, sonradan ortaya çıkan şey demektir. Bu ister âdet, ister İbadet çeşidinden olsun aynıdır. Dinî anlamı İse, sahabe devrinden sonra, kanun koyucu olan şâriin, yani Allah ve Resûlü'nün söz, fiil, açıktan ve işaretle izni olmaksızın ortaya çıkan fazlalık ve eksikliğe denir. Hadislerde bidatin dinî manâsı kastedilmiştir. Yalnız bidat, dört halife, sahabe, sonra onlardan sonra gelen tabiîn, sonra da onlardan sonra gelenlerin yollarına ters düşen şeylerdir.[171] "Sünnetime ve râşid halifelerin sünnetine uyun [172] hadisi gereğince dört halife döneminde ortaya çıkan şeyler bidat değildir. Zia hadiste onların sünnetine sarılmak emre-dildiğinden onların sünneti, Resulün sünneti gibidir. Sahabe zamanında ortaya çıkan şeyler bidat sayılmaz.[173]
Hadislerde "sonradan çıkan işlerden sakınılması [174] her bidatin sapıklık olduğu, sapıklıktan da kaçınılması gerektiği [175] "dinde olmayanı ortaya çıkaranın kişinin bu işinin reddedileceği [176] şeklindeki ifadeler yukarıdaki çerçeve içinde değerlendirilmelidir. Dinde her bidattan maksad, ashabın yoluna aykırı olan, dalâlet sayılan bidatlardır. Aksi takdirde bidatlar arasında dinî ilimlerle, eser telifiyle uğraşmak gibi güzel, makbul olanlar olduğu gibi, kötü olan (seyyie), yani reddedilenler de vardır.[177]
Bidatlardan sakındırmanın yanı sıra sünnetin bırakılıp kişilerin arzu ve heveslerinin din edinilmesinin tehlikesine de işaret eden Resûl-i Ekrem, arzuların insanı saptırmasından, da'âlet ve sapıklığa düşürmesinden endişe ettiğini,[178] gök kubbenin altında işlenilen en büyük günahın kişisel arzu ve isteklerin peşinden koşmak olduğunu sık sık ifade etmiş,[179] Allah Teâlâ'nın en çok buğzettiği, sevmediği insanlardan birinin de İslâm geldikten sonra cahiliyet yolunu arayan, onun peşinde giden kişiler olduğunu belirtmiştir.[180]
Ashâb-ı kiramın bidatlardan sakınma ve sakındırma konusunda önemli bir yeri vardır. Onlar Resûl-i Ekrem döneminde yapmadıkları şeyleri az olsun çok olsun, küçük olsun büyük olsun ortaya çıkaranları reddetmiş, onların bu durumlarını asla tasvip etmemişlerdir.
Hz. Ömer'in bidatlarla mücadele konusundaki tavrı çok serttir. Bir adamın Kur'an'tn mü-teşabih âyetleriyle ilgili halka bazı şeyler sorarak kafaları karıştırmaya çalıştığını haber alan Hz. Ömer adama, "Bidat arıyorsun ha!" diyerek hazırladığı hurma dallarıyla adamı başı kana-yıncaya kadar dövmüştür. Bu dövme işi birkaç kez tekrar ettiğinden sonuçta adam yaptıklarından tevbe etmek zorunda kalmış, Hz. Ömer de onun halkla oturmasına izin vermiştir.[181]
Abdülmelik b. Mervân, cuma günü, sabah ve ikindi namazlarından sonra konuşma yapmak için halkı ikna etmeye çalışmış, sahabi Gudayf b, Hâris'e bu konuda bir haber göndermiş, fakat Gudayf, bunların bidat olduğunu, bunları doğru bulmadığını belirtmiş, sünnete uymanın bidat uydurmaktan daha hayırlı olduğunu söyleyerek bu duruma karşı çıkmıştır.[182]
Bir defasında vaaz eden bir adamın yanında duran İbn Mesûd, adama sapıklık ve bidat uydurduğunu, Muhammed (a.s.) ve ashabından daha doğrusunu gösteremeyeceğini söyleyerek, tepkisini göstermiş, bunun üzerine adamın yanında onu dinleyenler meclisi terk-edip gitmiş, kimse kalmamıştır. [183] İbn Mesûd, halka devamlı olarak aşınlığa kaçmamayı, bidatlardan sakınmayı, eskiye yani Kur'an'a sarılmayı tavsiye etmiştir.[184] Bir başka sahabi İbn Abbas, kendisinden tavsiye isteyenlere Allah'tan korkmasını, istikamet üzere olmasını, sünnete uyup, bidat işlememesini söylemiş, [185] İbn Şîrîn (6.110/728) insanların bidata alıştıktan sonra, artık bir daha sünnete dönmeyeceklerini, [186] Evzâî (ö. 157/774) de bidat çıkaran bir a-damın haramlardan çekinme duyarlığı olan vera anlayışını kaybedeceğini ifade etmiştir. [187]
Bunların dışında bidatlara dalan topluluklardan Allah Teâlâ'nın sünnetleri çekip çıkaracağı,[188] bidat işleyen kişilerin kılıçla öldürülmeyi helal saymış olacakları,[189] bidat taraftarlarının sapıklığın taraftarları oldukları, onların varacakları yerin cehennem olacakları gelen rivayetler arasındadır.[190]
Bidatin sünnetin karşıtı ve zıddı olduğu, ondan uzak durulması gerektiği yukarıdaki rivayetlerin ortak özelliğidir. Mümin kişi, bidat-tan uzak durmalı, sünnete yönelmelidir. Ne gibi şeylerin sünnet olduğu ilimler arası yapüan taksimatlara göre değişmekle birlikte biz burada hadislerden genel bir tarama yaparak, hadislerde ne gibi şeylerin yapılmasının teşvik ve tavsiye edildiğini belirlemeye, bu konuda bir fikir vermeye çalışacağız.
11. Sünnette Tavsiye Edilen Hususlar
Hadislerde diğer bir ifadeyle sünnette sünnet olduğu belirtilen, yapılması tavsiye ve teşvik edilen pek çok husus vardır. Bunlardan bazılarını şöylece sıralayabiliriz:
Resûl-i Ekrem (s.a.), konuşmalarında, hutbe ve vaazlarında ashabını Allah'ın kitabına teşvik eder, ona yönlendirirdi.[191] Kitabullah'tan sonra fiilî davranışları olan sünnetine rağbet etmeyene kendi yolunda giden biri olarak bakmaz, sünnetinden yüz çevirenin kendinden olmayacağını beyân eder,[192] sünnetin sözlü ifade şekilleri olan hadislerin insanlara ulaştırılması konusunda ashabını teşvik ederdi.[193] Ruhsat verilen şeyleri kabullenmeyip ondan yüz çevirenlere karşı gazaplanır, kendisinin herkesten daha fazla Allah'ı bilen ve ondan en çok korkan kimse olduğunu hatırlatırdı.[194]
Ramazan gecelerini ihya etmeyi sünnet kıldığını belirtir,[195] nikaha, evlenmeye teşvik eder, "Nikah benim sünnetimdir" buyurarak onunla amel etmeyenin sünnetinden yüz çevirdiğini, evlenmeyenin kendi yolunu terk ettiğini ifade ederdi.[196] İstekle namaz kılar,[197] kişinin her şeyden sıyrılarak namaza, Allah'ın huzuruna durmasını, onun katındaki sevabı ummasını ona rağbet etmesini söylerdi.[198] Kendisine hediye edilen güzel bir elbiseyi isteyen kişiyi geri çevirmezdi. Varsa verir, yoksa başka bir zamanda gelmesini söylerdi. Gece olup ta yatağa yatılacağı zaman müminlerin Allah'a yönelmelerini, ona dayanmalarını tavsiye e-der, bu konuda ashabına dualar öğretirdi.[199]
Ashabının saç ve sakallarını siyaha boyamalarını tavsiye eder,[200] müşrik de olsa kişinin annesine ona yardımda bulunmasını söylerdi.[201]
Medine'ye rağbet etmeyen, oradan çıkmak isteyenlerin kötü insanlar olduklarını ifade eder,[202] ilmi artan kişinin dünyaya rağbetinin artmasını Allah'tan uzaklaşma olarak görürdü.[203] Müminleri mallanndan sadaka vermeye,[204] atıcılığı öğrenmeye,[205] Allah yolunda canla malla savaşarak şehid olmaya,[206] Kur'an'i yedi harf üzere okumaya, zayıf olanların bu kolaylıktan yararlanmaya, [207] cuma namazını hangi idare altında olursa olsun kılmaya,[208] sabah namazının sünnetini edâ etmeye teşvik ederdi.[209]
Resûl-i Ekrem bu sayılanların dışında müslümanları Allah'a iman etmeye, sonra da dosdoğru olmaya,[210] namazı tam olarak kılmaya, zekatı vermeye, diğer amellere de aynı şekilde devam etmeye,[211] kimseye muhtaç olmamak için sırtında odun toplayıp onu satmaya, hiç kimseye el açmamaya,[212] haram yiyip içme-meye, haram giymemeye teşvik ederdi.[213]
Bütün bunların dışında Resûl-i Ekrem, hadislerinde zandan sakınmaya, başkalarının gizli hallerini araştırmamaya, onların gizli sözlerini dinlememeye, yarışa girmemeye, müşteri kizış-tırmamaya, sırt çevirmemeye, buğzetmemeye,[214] işçi ve hizmetçilere, müslümanın eli altında çalıştırdığı kimselere iyi davranmaya, yemeği onlarla paylaşmaya,[215] yumuşak davranmaya,[216] merhamet etmeye, bağışlamaya [217] iyilik etmeye, kardeşlerini güler yüzle karşılamaya, kovadan başkasının kabına su boşaltmak da olsa iyilik yapmaya,[218] sadakaya geçimini üstlendiklerinden başlamaya, yüksek el olup, alçak el olmamaya,[219] müminlerin dünya sıkıntılarından birini gidermeye, kusurlarını örtbas etmeye, zor durumda olana kolaylık göstermeye, din kardeşinin yardımına koşmaya, ilim öğrenmek için yola çıkmaya, Allah'ın evlerinden birinde toplanıp, Allah'ın kitabını okumaya, onu anlamaya,[220] zalim olsun mazlum olsun din kardeşine yardım etmeye,[221] iyiliklerin en üstününü yapmaya, ilişkiyi kesene gitmeye, vermeyene ihsanda bulunmaya, kötü konuşana cevap vermeden geçip gitmeye,[222] Allah için alçak gönüllü olmaya,[223] kalbin yumuşamasını sağlamak İçin fakire yemek yedirmeye, yetimin başını okşamaya, [224]büyüğe saygı göstermeye, küçüğe merhamet etmeye, İyiliği emredip kötülüğü engellemeye,[225] insanların arasını düzeltmeye,[226] Allah'a ibadet edip ona hiçbir şeyi ortak koşmamaya, toptan Allah'ın ipine sarılmaya, iş başındaki idarecilere nasihat etmeye, dedi kodu yapmamaya, mal israf etmemeye, çok soru sormamaya,[227] misvak kullanmaya, bıyıkları kısaltmaya, mazmaza, istinşak yapmaya, sakal bırakmaya, tırnakları kesmeye, koltuk altı kıllarını yolmaya, sünnet olmaya, kasık kıllarını kesmeye, makadı yıkamaya,[228] kurban kesmeye teşvik ederdi.[229] Utanmanın, koku kullanmanın peygamberlerin sünnetinden olduğunu belirtirdi.[230]
Bunların dışında adaletli olmaya, Allah'a ibadet ederek yetişip büyümeye, kalbi mescitlere bağlamaya, Allah için sevişmeye, sağ elinin verdiğini sol eli bilmeyecek derece sadaka vermeye, kimsenin olmadığı bir yerde Allah'ı zikretmeye, nikahın dışında bir durum için Allah'tan korkmaya,[231] borçtan ve günahtan Allah'a sığınmaya, borçlanıp yalan konuşmamaya, söz verip yerine getirmemezlik etmemeye,[232] zengin ise borcunu geciktirmemeye,[233] israf etmemeye,[234] alışveriş yapanların doğru söyleyip malın kusurlarını açıklamaya,[235] güze! ahlâk sahibi olmaya, kalbi rahatsız eden ve insanların öğrenmesini istemediğimiz şeyleri yapmamaya,[236] çocuklar arasında eşit davranmaya,[237] haya sahibi olmaya, tesettüre dikkat etmeye,[238] emaneti korumaya [239]can ve mal konusunda güvenilir kişi olmaya, dilinden ve elinden insanlara zarar vermemeye, Allah'a itaat yolunda nefisle mücadele etmeye, hata ve günahları terk etmeye,[240] güzel söz söylemeye, yemek yedirmeye, insanlar uyurken gece namazı kılmaya,[241] katı kalpli, cimri ve kibirli kimse olmamaya,[242] güç sınırları İçinde ibadet yapmaya, az da olsa ona devam etmeye,[243] ömrün uzaması, rızkın bollaşması, kötü ölümün uzaklaşması için Allah'tan korkmaya, yakınları ziyaret etmeye,[244] gönül zenginliği kazanmaya,[245] sabretmeye, gözü tok, ve iffetli olmaya,[246] hayırlı amellere acele etmeye, dini az bir dünya menfaati karşılığında satmamaya [247] kendini hesaba çekmeye, ölümden sonrası için çalışmaya, heyecanın peşine düşmemeye rağbet ettirmiş, bu salih amellere yönlendirmiştir.[248] Bunlara ilave olarak müslümanın müslümana kanının, ırzının ve malının haram olduğunu, ona zulmetmemesini, yardımsız bırakmamasını, hor görmemesini,[249] müslümanın müslüman üzerinde haklarının olduğunu, karşılaştığı zaman ona selam vermesini, aksırdığında ona rahmet dilemesini, hastalandığında onu ziyaret etmesini, davet ettiği zaman davetine gitmesini, öldüğünde cenazesinde bulunmasını, kendisi için sevdiğini din kardeşi için de sevmesini, yokluğunda ona karşı samimi davranmasını söylerdi.[250]
Bu sayılanlar dışında Resûl-i Ekrem, Allah'ın ihsanı ve rahmetine fazla güvenerek tembel olmamaya, ama onun rahmetinden de hiçbir zaman ümit kesmemeye bu ümitle dünyayı terk etmeye teşvik etmiş,[251] sünnet ve hadislerinde hep güzel şeylere, iyiliğe, doğruluğa, erdeme, kısacası "örnek ahlâk" sahibi olmaya yönlendirmiştir. Âleme değil âlemlere rahmet olarak gönderilen Resûl-i Ekrem, "rahmet peygamberi" oluşunu sözleriyle, her türlü hal ve hareketleriyle göstermiş, ümmetini her konuda kendisini örnek almaya rağbet ettirmiştir. İşte Hz Peygamber'in yolu, sünneti bunlardır. Kim bunlarla amel ederse o sünnet ehlidir.
Sonuç olarak dinin ikinci kaynağı durumunda olan sünnet, Kur'an'ın anlaşılmasında, yaşanmasında, İslâm Dini'nin pratiklerinin belirlenmesinde önemli bir yere sahiptir. Sünnet, referans alınmadan İslâm'ın doğru anlaşılması mümkün değildir. Allah'a kul olmanın ölçüsü ve örneği Hz. Peygamber'in sünnetidir. Genel halk için kolaylık ve ruhsat, yapabilenler için azimet müslümanlığı esas alınmalı, herkes kendi gücüne göre amel etmelidir.[252] Sünnet, farzları tamamlayan, yapılmasında sevab olan Hz. Peygamber'in emir ve yasaklarıdır. Olgun, kâmil bir mümin olabilmek için sünneti bütün incelikleriyle yaşamak gerekir.
B. SÜNNETLE İLGİLİ KIRK HADİS
Buradaki hadisler, Sünnetin İslâm'daki yeri ve önemi konusunun daha iyi anlaşılmasına katkıda bulunacağı düşünülerek hadis kitaplarının Kur'an ve sünnete bağlanmayı konu edinen "İ'tisâm" bölümlerindeki hadislerden seçilmiştir.
Hz. Peygamberi Sevmek
1. Enes b. Malik'ten rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Sizden hiçbiriniz ben kendisine oğlundan babasından ve bütün insanlardan daha sevgili olmadıkça gerçek manâda iman etmiş olamaz.[253]
Hz. Peygamber'e Tâbi Olmak
2. Abdullah b. Amr'dan rivayet edildiğine göre Nebiyy-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Hiç kimsenin arzusu benim getirdiklerime tâbi olmadıkça olgun mümin olamaz. [254]
Hz. Peygambere İtaat
3. Ebû Hureyre'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Bana itaat eden Allah'a itaat etmiş, bana isyan eden de Allah'a isyan etmiş olur. [255]
Emredileni Yapmak
4. Ebû Hureyre'den rivayet olunduğuna göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Size emrettiğim şeyi alın, yasakladığım şeyden de kaçının. [256]
Yolların En Hayırlısı
5. Câbir b. Abdullah'tan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Bundan sonra biliniz ki sözün en hayırlısı Allah'ın kitabıdır. Yolların en hayırlısı da Mu-hammed'in yoludur. İşlerin en kötüsü, sonradan çıkarılanlardır. Her bidat sapıklıktır. [257]
Hz. Peygamberin Fiillerine Uymak
6. İbn Ömer radiyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
Nebiyy-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem altından bir yüzük edinmişti. İnsanlar da altından birer yüzük edindiler. Bunun üzerine Nebiyy-i Ekrern (s.a.) şöyle buyurdu:
Ben altından bir yüzük edinmiştim." Onu attı ve şöyle dedi: "Artık onu ebediyen takmayacağım." Bunun üzerine, insanlar da yüzüklerini attılar. [258]
Hz. Peygamberi Örnek Almak
7. Abis b. Rebîa'dan rivayet olunduğuna göre şöyle demiştir: Ben Ömer radiyallahu anh'ın Hacerülesved'i öptüğünü gördüm. O esnada şöyle diyordu:
"Ben senin taş olduğunu, bir fayda ve zarar vermeyeceğini biliyorum. Şayet Nebi sailallahu aleyhi ve sellemin seni öptüğünü görmeseydim, ben de öpmezdim.[259]
Hz. Peygamberin Yaptığından Çekinmemek
8. Aişe'den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
"Resûlullah sailallahu aleyhi ve sellem bir iş yapmış, ona ruhsat vermişti. Bu durum ashabından bazılarına ulaştığında sanki onlar bundan hoşlanmadılar ve onu yapmaktan çekindiler. Resûlullah (s.a.) bunu duydu ve ayağa kalkarak şöyle hitap etti:
Bazı kişilere ne oluyor ki benim ruhsat verdiğim bir iş kulaklarına ulaştığında ondan hoşlanmıyorlar ve çekiniyorlar. Allah'a and olsun ki ben onların Allah'ı en iyi bileni ve ondan en çok korkanıyım.[260]
Doğru Yol
9. Abdullah b. Mesûd'dan rivayet edildiğine göre kendisi şöyle demiştir:
Resûlullah sailallahu aleyhi ve sellem bir gün bize bir çizgi çizdi. Sonra, "Bu Allah'ın yoludur" buyurdu. Ardından bunun sağından solundan bazı çizgiler çizdi. Sonra, "Bunlar (bir takım) yollardır. Onlaıdan her yolun başında, ona çağıran bir şeytan vardır" buyurdu. Sonra da şu âyeti okudu: "Şüphesiz ki bu benim dosdoğru yolumdur. O halde ona uyun. Başka yollara tâbi olmayın. Sonra sizi onun (Allah'ın) yolundan ayırır. [261]
Sünnetten Yüz Çevirmek
10. Enes'ten rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin ashabından birkaç kişi Peygamber (s.a.)'in zevcelerine onun gizlice yaptığı ibadetini sordular. Sonuçta onlardan biri: Ben kadınlarla evlenmeyeceğim dedi. Bir diğeri: Ben et yemeyeceğim" diye söyledi. Bir başkası: Ben yatakta uyumayacağım dedi. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.) Allah'a hamd ve sena ederek şöyle buyurdu:
"Bazı kimselere ne oluyor ki, şöyle şöyle diyorlar? Ama ben hem namaz kılıyor, hem uyuyorum. Hem oruç tutuyor, hem de tutmuyorum. Kadınlarla da evleniyorum. Kim benim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir. [262]
Sünnete Tâbi Olmak
11. İmrân b. Husayn'dan rivayet edildiğine göre İmrân Kur'an'ın indiğini Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin de bir takım sünnetler koyduğunu belirttikten sonra (Resûlullah'in şöyle buyurduğunu) söylemiştir:
"Bize uyun, vallahi bize uymazsanız doğru yoldan çıkarsınız. [263]
Hz. Peygamberin Ümmetine Karşı Durumu
12. Ebû Hureyre'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Benim ve ümmetimin örneği ateş yakan bîr adamın örneği gibidir. Hayvanlar ve kelebekler onun içine düşmeye başlarlar. Ben sizi kemerlerinizden tutuyorum, siz ise onun içine atılıyorsunuz. [264]
Hz. Peygamberin Getirdiği Hidayet Ve İlim
13. Ebû Musa rivayet edildiğine göre Nebiyy-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Allah'ın benimle göndermiş olduğu hidayet ve ilim bol yağan yağmura benzer. Yağmurun yağdığı yerin bir bölümü verimli bir topraktır; yağmur suyunu emer, bol çayır ve ot bitirir. Bîr kısmı da suyu emmeyip üstünde tutan çorak bir yerdir. Allah burada biriken sudan insanları faydalandırır. Hem kendileri içer, hem de hayvanlarını sular ve ziraatlarını o su sayesinde yaparlar. Yağmurun yağdığı bir yer daha vardır ki, düz ve hiçbir bitki bitmeyen kaypak arazidir. İşte bu, Allah'ın dininde anlayışlı olan ve Allah'ın benimle gönderdiği hidayet ve ilim kendisine fayda veren, onu hem öğrenen hem de öğreten kimse ile, buna başını kaldırıp kulak vermeyen, Allah'ın benimle
gönderdiği hidayeti kabul etmeyen kimsenin benzeridir. [265]
Raşid Halifelerin Sünneti
14. Abdurrahman b. Amr es-Sülemî'den rivayet edildiğine göre kendisi Irbâz b. Sâri-ye'yi şöyle derken dinlemiştir:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bize öyle bir vaaz etti ki ondan gözler yaşardı, kalpler titredi. Biz dedik ki: Yâ Resûlallah, bu veda eden birinin vaazına benziyor, bize ne tavsiye edersiniz? Bunun üzerine şöyle buyurdu:
Ben sizi gecesi gündüzü gibi aydın olan bir din üzerinde bıraktım. Benden sonra ancak helak olanlar ondan sapar. Sizden kim yaşarsa pek çok ihtilaf görecektir. Benim sünnetimden ve hidayete erdirilmiş râşid halifelerin sünnetinden bildiklerinize sarılın. Onları dişlerinizle sıkıca tutun. Başınızdakine siyah bir köle bile olsa itaat edin. Çünkü mümin burnuna yular takılmış deve gibidir. Nereye götürülürse boyun eğer.[266]
Ümmetlerin Sünnete Uyanları
15. Abdullah b. Mesûd'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Benden önce Allah'ın peygamber gönderdiği her ümmet içinde o peygamberin ümmetinden havarileri, sünnetine tâbi olan ve emrine uyan kişiler olmuştur. Sonra onların ardından yapmadıklarını söyleyen ve emrolun madıkları şeyleri yapan bir takım kötü nesiller gelir. Onlara karşı eliyle cihad eden mümindir. Onlara karşı diliyle cihad eden mümindir. Kalbiyle cihad eden de mümindir. Bunun ötesinde imandan bir hardal danesi yoktur.[267]
Sünnet Yolu
16. Abdullah b, Amr'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"İsrail Oğullan yetmişiki fırkaya ayrıldılar. Benim ümmetim yetmişüç fırkaya ayrılacaktır. Biri dışında hepsi cehennemdedir. Ashab-ı kiram: Ey Allah'ın Resulü o fırka kimdir? diye sordular. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem:
"Benim ve ashabımın üzerinde bulunduğu yol" buyurdu. [268]
Sünnete Sarılmak
17. Ebû Hureyre'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Kim ümmetimin bozulduğu bir zamanda sünnetime sarıhrsa ona yüz şehid sevabı vardır. [269]
Sünneti Yaşatmak
18. Zeyd b. Milha'nın babasından, onun da dedesinden rivayet edildiğine göre Resûlullah saîlallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Din, garip olarak başladı ve tekrar garip hale dönecektir. Benden sonra insanların değiştirdikleri sünnetimi düzeltmeye çalışanlara ne mutlu! [270]
Sünnetle Amelin Karşılığı
19. Ebû Saîd el-Hudrî'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Kim helal yer, sünnetle amel eder ve insanlar kötülüğünden emin olursa cennete girer. Bir adam: "Yâ Resûlallah, bugün insaniar içinde böyleleri çoktur" dedi. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem şöyle buyurdu:
"Bu gelecek asırlarda olacak. [271]
Sünnet Bilgisi
20. Ebû Mesûd el-Ensârf den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Cemaata Allah'ın kitabını en iyi okuyanı imam olur. Eğer okuma konusunda eşit iseler, sünneti en iyi bilenleri, sünnet konusunda da eşit iseler hicret bakımından en önce hicret edeni İmam olur. [272]
Sünneti Sevmek
21. Enes b. Mâlik'ten rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Enes'e şöyle buyurmuştur:
Yavrucuğum, kalbinde kimseye karşı kötülük olmadan sabahlamaya ve akşamlamaya gücün yeterse bunu yap." Sonra bana şöyle dedi:
Yavrucuğum, bu benim sünnetimdir. Benim sünnetimi yaşayan beni sevmiştir. Beni seven de cennette benimle birlikte olur. [273]
Sünneti İhya Etmek
22. Kesîr b. Abdullah el-Müzenî'nin babasından, onun da dedesinden rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Benden sonra terk edilen sünnetlerimden bir sünneti İhya edip canlandırana o sünnetle amel edenlerin sevaplarından bir şey eksilmek-sizin onlann sevabı kadar sevap vardır. Kim de Allah ve Resulünün razı olmadığı kötü bir bidat çıkarırsa o bidatîa amel edenlerin günahlarından bir şey eksilmeksizin onlann günahı kadar günah vardır. [274]
Sünnetle Amel
23. Aişe'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Evlenmek benim sünnetimdir. Benim sünnetimle amel etmeyen benden değildir. Evlenin, ben sizin çokluğunuzla diğer ümmetlere övünürüm. İmkanı olan evlensin. Olmayan da oruç tutsun. Zira oruç, siperdir.[275]
Safları Sünnete Göre Düzeltmek
24. Ebû Abdullah Numân b. Beşîr'den rivayet edildiğine göre (kendisi) Resûlullah saliallahu aleyhi ve sellemi şöyle buyururken işitmiştir:
Ya saflannızı düzeltirsiniz, ya da Allah Teâlâ sizin aranıza düşmanlık, buğz ve kalplerinize ihtilaf koyar da birbirinizden yüz çevirirsiniz. [276]
Sünnete Uygun Yemek
25. Câbir'den rivayet olunduğuna göre Resûlullah saltallahu aleyhi ve sellem parmakları yalamayı, yemek tabağını silmeyi emretti ve:
"Sizler, gerçekten bereketin hangisinde olduğunu bilmezsiniz" buyurdu.[277]
Sünnete Uygun Yatma Hazırlığı
26. Ebû Musa {el-Eş'arî)'den rivayet olunduğuna kendisi şöyle dedi: Medine'de bir ev, geceleyin ev halkı ile birlikte yanmıştı. Durum Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme haber verilince:
"Ateş, size düşmandır. Uyuyacağınız zaman onu söndürünüz" buyurdu.[278]
Sünnete Uygun Davranmamanın Sonu
27. İkrime b. Ammâr'dan rivayet edildiğine göre kendisine İyâs b. Seleme b. el-Ekva, babasının şöyle dediğini nakletmişim Bir adam Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin yanında sol eliyle yemek yedi. ResûM Ekrem adama:
"Sağ elinle ye" buyurdu. Adam: Yapamıyorum, dedi. Bunun üzerine Resûl-İ Ekrem: "Yapamaz ol" diye beddua etti. Adamın bunu yapmaması kibrinden dolayı idi. Adam bir daha elini ağzına götüremez oldu. [279]
Dinde Aşırı Gitmemek
28. Abdullah (b. Mesûd)'dan göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem üç defa şöyle buyurmuştur:
"Asm gidenler helak olur. [280]
Dini Zorlaşt1rmamak
29. Enes b. Mâlik'ten rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Kendinize zorluk çıkarmayın. Sonra Allah da size zorluk çıkarır. Zira bir topluluk kendilerine zorluk çıkardı, Allah da onlara zorlaştırdı. İşte onlardan geriye kalanlar kilise ve manastırdadırlar. "Bir ruhbanlık çıkardılar. Halbuki biz onu farz kılmamıştık.[281]/[282]
İyi Çığır Açmak
30. Ebû Cuhayfe'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
Kim İslâm'da güzel bir çığır, yol açar da kendisinden sonra onunla amel olunursa o kimseye bu çığırla amel edenlerin ecri kadar sevap yazılır. Amel edenlerin sevaplarından bir şey eksilmez. Kim de kötü bir çığır açar da kendisinden sonra onunla amel olunursa o kimseye de o çığırın ve onunla amel edenlerin günahı yazılır. Onların günahlarından da bir şey eksilmez.[283]
Kötü Çığır Açmanın Vebali
31. Abdullah (b. Mesûd)dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Haksız yere öldürülen her insanın kanından Adem'in ilk oğluna bir pay vardır. Çünkü öldürme işini ilk ortaya çıkaran odur. [284]
Kur'an İle Yetinmemek
32. Mikdâm b. Ma'dîkerib el-Kindî'den rivayet edildiğine göre Resûlulîah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Koltuğuna yaslanmış bir adamın benim hadislerimden bir hadisin okunup ta şöyle deme zamanı yaklaşmıştır: Bizimle sizin aranızda Allah Teâlâ'nın kitabı vardır. Onda helal bulduğumuz şeyleri helal, haram bulduğumuz şeyleri de haram kılarız. Dikkat edin, Resûluilah sallallahu aleyhi ve sellemin haram kıldığı şeyler, Allah'ın haram kıldığı şeyler gibidir. [285]
Ehl-İ Kitaba Kimler Uyar
33. Şeddâd b. Evs'ten rivayet edildiğine göre Resûluilah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Bu ümmetin kötüleri kendilerinden önce geçen ehl-İ kitabın yollarına tıpa tıp uyacaklardır. [286]
Bidat Çıkarmamak
34. Aişe'den rivayet edildiğine göre Resûluilah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Kim bizim bu iş (din)imizde olmayan bir şey ortaya çıkarırsa o şey reddedilir. [287]
Bidatçının Ameli
35. Huzeyfe'den rivayet edildiğine göre Resûluilah sallallahu aleyhi ve selfem şöyle buyurmuştur:
"Allah, bidat sahibinden oruç, namaz, sadaka, hac, umre, cihad, tevbe ve fidyeden hiçbir şey kabul etmez. Kıl hamurdan çıktığı gibi o da İslâm'dan çıkar. [288]
Bidatin Ahiretteki Zararı
36. Enes b. Mâlik'ten rivayet edildiğine göre Nebiyy-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Havuz başında benim yanıma bir takım adamlar geleceklerdir. Onları gördüğüm ve bana arzolundukları zaman benden uzaklaşacaklardır.
Ben: Yâ Rabbi, ashabım ashabım, diyeceğim. Bana: Sen onların senden sonra neler icad ettiklerini bilmezsin" denilecektir. [289]
Hz. Peygamber'den Sonra Çıkarılan Bidatlar
37. İbn Abbâs'tan rivayet olunduğuna göre şöyle demiştir:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, vaaz etmek üzere aramızda doğrulup ayağa kalktı ve şöyle buyurdu:
Ey insanlar! Şüphesiz ki siz yalınayak, çıplak ve sünnetsiz olarak Allah'ın huzuruna toplanacaksınız. 'İlk defa yoktan var ettiğimiz gibi yeniden yaratacağız, bu va'dimizdir. Biz gerçekten bunu yapmaya muktediriz. [290]Haberiniz olsun! Kıyamet günü insanların ilk giydirileni ibrahim'dir. Haberiniz olsun! Ümmetimden bir takım kimseler getirilip sol tarafa, cehennem tarafına sevk edileceklerdir. Ben:
Ey Rabbim! Bunlar benim ashabım, benim ümmetim, derim. Bunun üzerine:
Sen, bunların senden sonra ne bidatler ortaya çıkarıp ne kötülükler yaptıklarını bilmezsin, denir. Bunun üzerine ben, salih kul (İsa'nın) dediği gibi derim:
"Ben aralarında bulunduğum sürece durumlarını gözettim; fakat sen beni öldürüp aralarından alınca, onların denetleyicisi ve gözetleyicisi sadece sen oldun. Sen her şeye hakkıyla şahitsin. Onları cezalandiracaksar şüphe siz ki onlar senin kullarındır. Eğer onları bağışlayacaksan, mutlak güçlü ve hikmet sahibi ancak sensin.[291] Bunun üzerine bana şöyle denilir:
Gerçekten onlar, sen kendilerinden ayrıldığından beri, topukları üzerinde geri dönüp, dindarlıktan dinsizliğe yönelmeye devam ettiler.[292]
Dinin Onda Biriyle Amel Edenin Durumu
38. Ebû Hureyre'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
Siz öyle bir zamandasınız ki emrolunan şeylerin onda birini terk eden helak olur. Sonra öyle bir zaman gelir ki, emrolunduğu şeylerin onda birini yapan kurtulur. [293]
Kur'an Ve Sünnetle Yaşayan Bir Grup
39. Muâviye'den rivayet edildiğine göre kendisi Resûlullah sallallahu aleyhi ve seliemi şöyle buyururken dinlemiştir:
"Ümmetimden bir grup Allah'ın emrini tutmaya mutlaka devam edecektir. Onları aşağılayan veya muhalefet edenler kendilerine zarar veremeyecektir. Sonuçta Allah'ın emri, onlar insanlara üstün oldukları halde gelecektir.[294]
İki Temel Kaynak
40. Mâlik'ten rivayet olunduğuna göre kendisine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin şöyle buyurduğu haberi ulaşmıştır:
Size iki şey bıraktım. Onlara sıkı sarıldığınız sürece yolunuzu şaşırmazsınız: Allah'ın kitabı ve Resûlü'nün sünneti.
Sonuç
Sünnetle İlgili kırk hadisin bir değerlendirmesini yapacak olursak şunları söyleyebiliriz:
Dinin sahibi Allah Teâlâ'dir. Hz. Peygamber de Allah'ın eiçisidir. Müminler Allah elçisini her şeyden daha çok sevmeli, onu her şeye tercih etmelidirler. Onu her şeyden fazla sevmedikçe, kişisel arzu ve heveslerden vazgeçip ona uymadıkça gerçek manâda olgun bir mümin olmak mümkün değildir. Çünkü ona itaat gerçekte Allah'a itaat, ona isyan Allah'a İsyandır. Böyle bir konuma sahip oian bir peygamberin emirleri yerine getirilmeli, yasaklarından kaçınılmalıdır. Onun yolu yolların en hayırlısı-dır. Bu hayırlı yolda onun davranışlarına u-yulmalı, hareketleri örnek alınmalıdır. Onun yaptıklarından kesinlikle çekinilmemeli, onun davranışları dışında bir yol aranmamalıdır. Çünkü o Allah'ı en iyi bilen ve ondan en çok korkandır. Onun yolu en doğru yoldur. Onun yolundan yüz çevirenler, ona uymayanlar dalâlete düşer, doğru yolu kaybederler. Halbuki insanlık düşünürse onun sayesinde cehennemden kurtulmaktadır. O insanlığın muhtaç olduğu bir yağmura benzeyen hidayet ve ilmi getirmiştir. Bu hidayet ve ilim onun sünnetinde mevcut olduğu gibi, onun hidayete erdirilmiş râşid halifelerinin yolunda da mevcuttur. Her ümmet içinde peygamberlerin sünnetlerine uyanlar bulunduğu gibi bu ümmet içinde de peygamberin yoluna uyanlar bulunacaktır. Ne var ki onlar içinde zamanla bölünüp parçalanmalar olacaktır. Sayıları yetmişlerle de İfade edilse bu fırkalar içinde sünnet yolunu, ashabın yolunu izleyenler kurtulacaktır. Ümmetin bozulduğu, firkalaşmaların yoğun olduğu ortamlarda sünnete sarılanlar yüz şehid sevabı alacaklardır. Sünnete sarılma, onu yaşatma konusunda çaba sarfeden bu insanlar ne kadar mutlu insanlardır. Bu çaba ve gayretlerin karşılığı cennet olacak, bu insanlar cennette Hz. Peygamber'le birlikte bulunma bahtiyarlığına kavuşacaklardır. Durum böyle olunca sünnetle amel etmeye önem vermek gerekmektedir. Hayatın her alanında, aile yuvası kurmak için evlenmede, namaz kılmak için saf tutmada, yemek yemede, yatmada kısacası günlük hayatın her aşamasında mümkün olduğu kadar sünnetle amel etmeye çalışmalıdır. Yalnız burada ölçüye dikkat etmeli, dini yaşarken aşırıya girmemeli, dini zorlaştırmamalıdir. Mümin yaptığı her işin güzel olmasına özen göstermeli, güzel çığır açmaya gayret etmeli, yanlış ve kötü çığıra ön ayak olmaktan çekinmelidir. Bu yanlışlık bazen din adına sünneti devre dışı bırakarak yalnız Kur'an'la yetinme şeklinde ortaya çıkabileceği gibi, bazen de müminleri bırakıp başkalarını, müslüman olmayanları taklit etme şeklinde de ortaya çıkabilir. Halbuki bu İki yol ve yöntem de yanlıştır. Dinde olmayan kötü bir şey çıkarmanın bu ameli reddolunacağı gibi, 6 kişinin ibadetleri de kabul olunmaz. Bidatçının ahiretteki zararı ise daha büyük olacak Hz. Peygamberin havuzundan kovula caktır. Bidatların çoğaldığı, sünnetlerin kaybolduğu bir zamanda samimi olarak dini emirlerden onda birini yapmaya çalışanlar kurtuluşa ereceklerdir. Şartlar ne kadar olumsuz olursa olsun kıyamete kadar bu ümmet içinde bir grup sürekli Kur'an ve sünnet yolunda yaşamaya devam edecek, hiçbir muhalefete aldırış etmeyeceklerdir. Zamanlar ne kadar değişirse değişsin dünya durdukça insanlık Hz Pey-gamber'in getirdiği dinin muhatabıdır. Bu ilahi dinin çağrısına kulak veren müslümanlar asla dalâlete düşmeyeceklerdir. Müslümanları dalâlete, sapıklığa düşmekten koruyacak olan temel kaynaklar da hiç şüphesiz Allah'ın kitabı ve Resulünün sünnetidir.
Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur.
[1] İbn Hibbân, Sahih, {trc. M, Erdoğan), Sünnet, s. 65-72. 150 vd.; Dihlevî, Huccetuiİahi'i-bâliğa. 395; Kırbaşoğlu, İslâm Düşüncesinde
[8] Kırbaşoğlu, İslâm Düşüncesinde Sünnet, s. 83.
[11] Neon (53), 3-4.
[13] Nisa (4), 80.
[14] Nahl (16), 44.
[19] Tevbe (9), 128.
[20] Tevbe (9), 24.
[22] Nisa (4), 65.
[23] Nisa (4), 59.
[28] Muvatta, Kader 3.
[36] Buhârî, İmân 9; Müslim, İmân 67; Tirmizî, İmân 10; Nesâî. İmân 3; İbn Mâce. Fiten 23; Müsned, III, 103.
[66] Dârimî, Mukaddime 16.
[70] İbn SaU Tabakât, IV. 145; İbn Abdülber, İstîâb, İH. 951; İbnü'l-Esîr, Üsdü'1-ğâbe, III, 341; İbn Hacer, İsâbe, II, 349.
[76] İbn Sa'd, Tabakât, 1V,155; Ebû Nuaym, Hı/ye, I, 310; Zehebî, A'lamü 'n-nübelâ. IIİ, 213; M. Yaşar Kandemir, "Abdullah b. Ömer", DİA., i, 127.
[86] Buhâri, Hac 50; Müslim, Hac 248; Ebû Dâvûd, Menâsik 46; Nesâî, Menâsik 147; İbn Mâce, Menâsik 27; Hz. Ebû Bekir'in de buna benzer bir sözü için bk. Müttekî, Kenzu'i-ummâl, III, 34.
[95] Hadis ilminin önemi hakkında geniş bilgi için bk. Avcı, Hadis İlmi, Hadiselerin Fazileti, s. 13-41.
[112] Buhârî, Cenaiz 32. İiisâm 15. Enbiyâ 1; MüsÜm, Kasâme 27; Tirmi2î. İlim 14: İbn Mac*, Diy^t 1: Müs.wd, i. 383, 430, 433.
[115] bk. Nevevî, Riyâzu's-sâlihm, (Sünnete Yöneltilen İtirazlar) I, 36-38; Aydınlı, Sünen-i Dârimt, II, 46-48; Çakın, Hadis İnkarcıları, s. 24-65.
[116] Nisa (4), 75; Buhârî, Şirb 6,7, Sulh 12; Müslim, Fedâil 129; Ebû DâvÛd, Akdiye 31; Tirmizî, Ahkâm 26, Tefsir (4), 13; Nesâî, Kudât 19,27; İbn Mâce, Mukaddime 2, Rühûn 20; Müsned, i, 165, IV, 5.
[117] İbn Kesir, Te/sîr, I, 789; Süyûtî, Dürru'l-mensûr, II, 585. İbn Ebû Hâtim'in tahriç ettiği bu hadis zayıf olmakla birlikte, zayıf olmayan başka bir tarikle de rivayet edilmiştir, bk. Davudoğlu, Sahîh-i Müslim Tercemesi, X, 146.
[119] İbnSa'd,Taba*dt,m, 130.
[124] Muvatta, Büyü 33; İbn Mâce, Mukaddime 2. İbn Mâce'nin rivayetinde olay Ubâde b. Sâmit ile Muâviye arasında geçmektedir.
[126] Kami! Miras, Tecrid Tercemesi, IX, 386.
[131] Dârimî. Mukaddime 39. İkindiden sonra güneş batıncaya kadar nafile nama2 kıhnmayacağıyla ilgili hadis için bk. Dârimî, Salât 143.
[135] Dârimî, Mukaddime 39.
[136] Dârimî, Mukaddime 39.
[137] Ebû Dâvûd, Sünnet 5, tmare 33; Tirmizî, İlim 10; İbn Mâce, Mukaddime 2; Dârimî, Mukaddime 49; Müsned, II, 367, IV, 131,132, VI, 8.
[140] Serrûc, Lürna (çev. H. Kamif Yılmaz), s. 95.
[145] Bakara (2), 185.
[159] İbnü's-Sünnî tarafından Hz. Aişe'nin sözü olarak rivayet edilmiştir, Gazâlî, İhya, I, 205, 359. (İrâkî'nin açıklaması).
[169] Buhârî, Teheccüd 5.
[172] Ebû Dâvûd, Sünnet 5; Tirmizî, İlim 16; İbn Mâce, Mukaddime 6; Dârimî, Mukaddime 16; Müsned, IV, 126, 127.
[174] Ebû Dâvûd, Sünnet 5; Tirmizî, İlim 16; İbn Mâce, Mukaddime 6; Dârimî, Mukaddime 16; Müsned, IV, 126,127.
[199] Buhârî. Deavât 5, 6,8; Müslim, Zikr 56.
[202] İbn Htbbân, Sahih, IX, 51.
[219] Buhârî, Nafakat 2; Müslim, Zekat 95.
[220] Müslim, Zikr 38; Ebû Dâvûd, Vitir 14.
[231] Buhârî, Ezan 36; Müslim, Zekat 91.
[232] Buhârî, Ezan 149; Müslim, Mesâcid 129.
[233] Buhârî, Havâlât 1; Müslim, Müsâkât-33.
[234] Müsned, I, 447.
[235] Buhârî, Büyü 19; Müslim, Büyü 43.
[236] Müslim, Birr 14.15; Tirrnizî, Zühd 52.
[237] Müsned, IV, 275, 278, 375.
[238] Ebû Dâvûd, Hammâm 1; Nesâî, Gusül 7.
[239] Müsned, II, 177.
[240] Müsned, VI, 21, 22.
[251] Müsned, II, 235, 256, 264, 319, 326, VI, 125; Buhârî, Rikak 18, Merdâ 19; Müslim, Münafikîn 71-73, 75, 76, 78; İbn Mâce, Zühd, 20; Darimî, Rikak 24.
[253] Buharı, İmân 8; Müslim, İmân 70; Nesâî, İmân 19; İbn Mâce Mukaddime 9.
[255] Buharı, Ahkâm 1, Cihad 109; Müslim, İmare 32-33; Nesâî, Beyat 27, İstiaze 49; İbn Mâce, Mukaddime 1; Müsned, II, 253,270,313,386.
[262] Buhârî, Nikah 1; Müslim, Nikah 5; Nesâî, Nikah 4; Dârimî, Nikah 3; Müsned, H, 158,111,241, 259,285, V, 409.
[272] Müslim, Mesâcid 290; Ebû Dâvûd, Salâl 60; Tirmizî, Mevâkît 60: Nesât. İmamet 3; Müsned. IV, 121, V, 272.
[280] Müslim, İlim 7; Ebû Dâvûd, Sünnet 5; Dârimî, Mukaddime 19; Müsned. I, 336.
[284] Buhârî, Cenâiz 32, İtisâm 15, Enbiyâ l;Müslim, Kasâme 27; Tirmizî, İlim 14; İbn Mâce, Diyât 1; Müsned, 1,383.430,433.
[285] Ebû Dâvûd. Sünnet 5, İmare 33; Tirmizî, İlim 10; İbn Mâce, Mukaddime 2; Dârimî, Mukaddime 49; Müsned, II, 367, IV, 131,132, VI, 8.