Bu Blog içinde Ara

13 Haziran 2012 Çarşamba

HADÎSTE NESH

HADÎSTE NESH



Nesh, dinde Şâri tarafından konmuş eski bir hükmün, yine Şâri tarafından konulan yeni bir hükümle kaldırılmasıdır. Hüküm, Kur'an-ı Kerim tarafından da konmuş olabilir, sünnetle de konmuş olabilir. İslam uleması önceki hüküm hangi kaynaktan gelmiş olursa olsun, sonraki bir hükümle kaldırılabileceği hususunda müttefiktir. Zira mesele, hem âyet ve hem de hadîslerle beyan edilmiş, örnekler verilmiştir. Şu âyet, neshi kesin bir dille te'yid eder: "Herhangi bir ayetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya unutturursak, onun yerine daha hayırlısını veya onun benzerini getiririz" (Bakara: 2/106).
Ehl-i sünnet âlimleri; bu âyete ve Kur'ân'da gelen açık örneklere dayanarak nesh'i ittifakla kabul ederken başta Mutezile, bazı itikadî mezhepler, yukardaki âyeti eski şeriatlerin neshiyle te'vîl ederek İslâm'da nesih olamıyacağını iddia etmişlerdir.
Şâtıbî, küllî kaideler ve müebbet hükümlerde nesih olmamakla birlikte, cüz'î hükümlerde nesih'in olacağını söyler. Ona göre, nesih iki maksadla olur:
1- Ahkâmdaki kolaylığı, suhûleti (tahfif) kaldırıp yerine zor ve ağır hükümler (tağlîz) koymak. Nitekim Nisa sûresi 160. ayette yahudilere bir kısım helalin haram kılındığı belirtilir.
2- Ağır hükümden (tağlîz) vazgeçilir, yerine hafif hükümler (tahfif) konur. Enfal sûresinin 66. âyetinde bunun örneği görülür.
Sünnî ulemânın ihtilaf ettiği husus daha ziyâde Kur'ân ve Sünnet arasındaki nâsîh-mensûh münasebetidir. Sünnet Kur'ân'ı veya Kur'ân Sünnet'i neshedebilir mi, neshedemez mi? Hangi âyetler nâsihtir, hangileri mensuhtur? Bu sorularda ihtilaf etmişlerdir. Bazan görüş farkları ciddidir.
Bu kısa açıklamadan sonra asıl mevzumuza gelerek şunu söyleyeceğiz: Kur'ân'da olduğu gibi, sünnette de nesh olmuştur. Nesh vak'ası, doğrudan ahkâmla alâkalı olduğu için mühim kabûl edilmiş, bidâyetten beri meseleye yer verilmiştir. Nâsih ve mensuh hadîsleri bilmenin ehemmiyetini belirtmek üzere şu rivâyet nakledilir: Hz. Ali (radıyallahu anh), halka kıssalar anlatan (Kâss) birisine rastlar. Ona: "Nâsih ve mensûh'u biliyor musun?" diye sorar. Öbürü "Hayır" diye cevap verince: "Öyleyse mahvolmuşsun ve başkalarını da mahvediyorsun!" der. Aynı rivâyet İbnu Abbâs (radıyallahu anh)'tan da yapılmıştır. Hz. Huzeyfe'den yapılan rivâyete göre, kendisine bir mesele sorulduğu zaman: "Fetva'yı, nâsih ve mensûhu bilen kimse verir" der ve soruya cevap vermekten kaçınır. Kendisine: "Pekiyi bunu kim bilir?" diye tekrar sorulunca: "Ömer (radıyallahu anh)" diye cevap verir.
Nâsih ve mensûh'u bilmek mühim olduğu nisbette zordur. Değme âlim bu mevzuda söz sâhibi olamamıştır. Ahmed İbnu Hanbel gibi bir hadîs otoritesi: "Şâfiî'nin ders halkasına oturuncaya kadar biz mücmeli müfesserden, nâsih hadîsi de mensûhtan ayıramıyorduk" diyerek hem Şâfiî'nin bu meseledeki yerini hem de kendi aczlerini ifade eder.[1]


Ulemânın ittifak ettiğini belirttiğimiz nesh çeşidi içerisinde mevzumuza girenler şunlardır:
1- Sünnetin sünnetle neshi.
2- Sünnetin Kitapla neshi. [2]

1- Sünnetin Sünnetle Neshi:


Bu üç şekilde cereyan etmiştir:
1) Mütevatir hadîsin, mütevâtir hadîsle neshi,
2) Haber-i vâhid'in, haber-i vâhidle neshî,
3) Haber-i vâhid'in, mütevâtir hadîsle neshi.
Ayrıca, mütevâtir hadîs'in haber-i vâhidle neshi meselesi üzerinde durulmuş, aklen kabul edilse de fiilen örnek gösterilememiştir. Esasen bu meselelerde umumiyetle benimsenen prensip şudur: Nas, kendi kuvvetinde veya kendisinden daha kuvvetli bir nasla neshedilebilir.
Hadîs'in hadisle neshine bâzı örneği Neshin Bilinme Yolları'nı açıklarken vereceğiz. [3]

2- Sünnetin Kur'ân'la Neshi:


Bunun örneği, Zeyd İbnu Erkam'ın şu açıklamasıdır: "Resûlullah'ın zamanında biz namaz kılarken konuşur, birbirimize ihtiyaçlarımızı söylerdik. Ne zaman ki: "Namazlara ve orta namaza devam edin. Allah'ın divanına tam huşu ve taatle durun" (Bakara: 2/238) âyeti indi, namazda sükût etmekle emrolunduk."
Sünnet'in akılla neshedileceğine dair mûtezilî bir iddia var ise de ehl-i sünnet uleması bunu reddeder ve meşru nesh çeşitleri arasında zikretmez. İslâm dinî ilahî menşelidir, vahye dayanır. Aklın vahyi neshetmesi diye bir şey söylenemez. Akl, ancak te'vîl yani muhtemel mânalardan birini tercîh eder.[4]


Herhangi bir hadîsin neshedilip edilmediği birkaç sûretle bilinir:
1- Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in açıklaması ile. Bunun en bâriz örneği, kabir ziyaretiyle ilgili hükümdür. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bidâyette yasak etti ise de sonradan bu yasağı kaldırmıştır:
"Size kabirleri ziyâret etmeyi yasaklamıştım. Artık onları ziyâret edebilirsiniz".
2- Ashab (radıyallahu anhüm)'ın açıklamasıyla: Bir hadîste neshin varlığına, hadîsi sevk sırasında Ashab'ın ihbârı delâlet eder:
"Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in en son yaptığı iki işten biri ateşte pişen bir şey yenince abdest almayı terketmek oldu".
Keza Ubey İbnu Ka'b der ki: "İslâm'ın başlangıcında, bir ruhsat olarak, gusül, meninin gelmesiyle gerekli oluyordu. Sonra (haşefe'nin haşefe’ye duhulüyle meni gelmese de) gusül emredildi".
Usulcüler, Sahâbe'nin ihbariyle neshin kesinleşmesi için, ikinci hükmün -misallerde de görüldüğü üzere- muahhar olduğunun tasrîhini şart koşarlar. Mesela, onlara göre, Sahâbî'nin: "Bu nâsihtir" demesi yeterli değildir, zira şahsî içtihâdiyle de bu sözü söylemesi mümkündür. Ancak, muhaddisler, buna gerek duymazlar, çünkü şahsî reyle nesh hükmü verilemez, o hâdisenin muahhar olduğu bilinerek nâsih olduğu söylenmiştir. Ashab ise, nesh târihini şerî bir hüküm için rastgele "nâsihtir" demeyecek kadar Allah'tan korkan verâ sâhibi kişilerdir. Irâkî, bu mülahaza ile ehl-i hadîsin Ashab hakkında bir kayıt koymasını daha uygun görür.
3- Bazan nâsih, iki müteârız hadîsin vürud târihlerinin bilinmesiyle anlaşılır: Muahhar olan nâsih mukaddem olan (önceki) mensûh'tur. Şeddâd İbnu Evs'in merfu olarak rivâyet ettiği şu hadîs gibi "Hacamat yapan (doktorun) da, hacamat olan kişinin de orucu bozulur". İmam Şâfiî, bu hadisin, İbnu Abbâs'ın rivayet ettiği şu hadisle neshedildiğine hükmeder:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ihramlı ve oruçlu iken hacamat oldu".
Bu nâsihtir çünkü, İbnu Abbâs (radıyallahu anh) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a hicretin onuncu yılında Veda haccı sırasında o ihramda iken refakat etmiştir. Ayrıca, Şeddâd'ın rivâyetinin bazı vecihlerinde şu açıklama var: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu sözü, Mekke'nin fethi sırasında, sekizinci hicrî senede söylemişti". Öyle ise, İbnu Abbâs'ın rivâyeti nâsih, öbürü mensûh'tur.
4- Nesh bazan ulemanın icmasıyla sabit olur. Bu maddenin misali, dördüncü seferde içki içenin öldürülmesi ile ilgili hadîsdir. Ebu Dâvud ve Tirmizî'de gelen hadîs şöyle:
"Kim hamr içerse dayak cezası verin. Dördüncü sefer tekrar ederse öldürün".
Ulemadan hiçbiri bununla amel etmemiştir. Böylece ortaya çıkan icma ile hadîs mensûh addedilmiştir. Ancak, bu hususa itiraz edilmiş, icmanın kendisi neshedilemiyecegi gibi, icma ile bir başka hükmün de neshedilemiyeceği söylenmiş, "neshle ilgili icmanın varlığı, neshedici bir başka âmilin varlığına delîl olur" denmiştir. Nitekim mensuh addedilen ilk hükmün, bizzat Hz. Peygamber'in tatbikatıyla neshedildiğini te'yid eden Hz. Câbir'den bir rivâyet gösterilmiştir.
Tirmizî'den kaydedildiği üzere Hz. Câbir (radıyallahu anh)'in rivayeti şu şekildedir. Resûlullah şöyle emretmiştir: "Bir kimse hamr (sarhoş eden şey) içerse, onu kamçılayın, dördüncü sefer içecek olursa, o zaman öldürün". Bilâhare Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e dördüncü sefer hamr içmiş bir adam getirildi. Ona dayak tatbik etti, öldürmedi". Tirmizî Kabisa'nın da buna benzer bir rivâyette bulunduğunu, bu çeşit amel hususunda ulemânın hiç ihtilaf etmediğini belirtir. Bu tatbikatı te'yid eden çok delil bulunduğunu belirten Tirmizî, Resûlullah'ın bir hadîsini kaydeder: "
"Allah'ın bir, benim de Allah'ın Resûlü olduğuma şehâdet eden müslüman kişinin kanı şu üç sebep dışında kesinlikle helâl olmaz: "Cana can kısas, zina eden evli, İslamdân irtidad eden".
Şu halde, mezkûr hadîsin icma ile neshi değil, bizzat Resûlullah'ın sünneti ile neshi söz konusu olmuştur, denmek istenmektedir.[5]

Nâsih Ve Mensüh Hadîsler


Bundan önceki bahiste ana çizgilerini gördüğümüz uzlaştırma kai­delerinden biriyle, çelişik gibi görünen hadîsleri çözmek imkânını bula­mayınca ilk başvurulacak usûl, hadîslerin tarihini araştırarak “nesh” ola­yını tesbite çalışmaktır.
Hicrî ikinci asrın başlarından beri nesih konusu üzerinde durulmuş ve kıymetli araştırmalar yapılarak eserler verilmiştir. Bu konuda ilk araş­tırmayı ve çalışmayı yapan zât Zühri (v. 124/742) olarak gösteriliyor.[6]
Daha sonra İmam Şafiî neshin esaslarını ilmî bir şekilde düzene koy­muş, fıkıh usûlü ile ilgili “er-Risâle” isimli eserinde ve diğer kitapların­da buna geniş yer vermiştir.
İmam Ahmed b. Hanbel, sünen sahibi Ebû Dâvûd, Ahmed b. İshak e'd-Dînârî (v. 318/930) Ahmed b. Muhammed b. en-Nahhâs (v. 338/949) ve Ebû Bekir Muhammed b. Ebî Osman el-Hâzimî (v. 584/1188) nin eserlerini örnek olarak anabiliriz. Sonuncu zâtın eseri “el-İ'tibâr fi'n-nâsihi ve'l-mansûh'i min'el-âsâr” adını taşır. Birkaç defa basılmıştır. Haydarâbâd baskısı (H. 1319), 248 sayfadır.
Nesh'in Sözlük (lûğat) ve Terim (ıstılah) Mânası: Nesh sözlükte: Yok etmek, değiştirmek, ibtâl etmek, bir şeyi diğerinin yerine getirmek... gibi mânalar ifade eder.[7] Usûl bakımından nesih birkaç türlü tarif edilmiştir:
1- İbâdet  (kulluk için yerine getirmek)  müddetinin sona erdiğini bildirmek.
2- Yerleştikten sonra bir hükmü kaldırmak.
3- Daha önceki hitapla  (kitap veya sünnetle)  yerleşmiş olan bir hükmün, sonra gelen ikinci hitapla kalkmasıdır. Öyle ki hükmün kalktı­ğını gösteren bu ikinci hitap olmasaydı birinci hüküm devam edip gide­cekti.
Bu sonuncu tarif, müteahhirûn (sonraki âlimler) arasında ittifakla kabul edilen tariftir.[8]
Kalkan hükme mensûh kaldırana da nâsih denir.
Neshin Şartları:
1- Nesih hitapla olacak. Meselâ ölüm mükellefle ilgili birçok din hükümlerini kaldırır, fakat buna nesih denmez.
2- Mensûh şer'î (dinle ilgili) bir hüküm olacak.
3- Önceki hüküm devamlı olacak; bir zamanla mukayyed (bağlı) olmayacak.
Meselâ: “Sabah namazından sonra güneş doğuncaya kadar, ikindiden sonra da güneş batıncaya kadar –nafile- namaz yoktur.”[9] mealindeki hadîse göre, güneş doğup yükselince veya batınca birinci hüküm kalkar ve nafile kılmak serbest olur. Fakat birinci hüküm zâten bir zamanla bağlı.bulunduğu için buna nesh denmez.
4- Nâsih hitap, zaman bakımından mensûhtan sonra gelmiş olacak.
5- Her iki hadîsi bir arada yürütmek (tatbik etmek) mümkün ol­duğunda neshe gidilmeyeceği daha önce geçmişti.
Neshin Belirtileri (alâmetleri):
Neshin bulunup bulunmadığını anlamak için bir kaç alâmet tesbit edilmiştir:
1- Peygamberimizin (s.a.) sözünden neshin anlaşılması:
“Sizi kabirleri ziyaretten menetmiştim,  artık onları ziyaret  ediniz.”[10] Bu hadîs-i şerîf hem nâsih'tir, hem de daha önceki hükmün kaldırıl­dığını bize anlatmaktadır.
2- Bu durumun, bir sahâbî sözünden anlaşılması:
Hz. Alî der ki: “Rasûlullah (s.a.) cenaze (görüldüğün) de ayağa kalk­mayı emretmişti, daha sonra kendisi oturdu ve bize de oturmayı emretti”.[11]
3- Hadîslerin önce ve sonra olanının (tarihlerinin) bilinmesi Übeyy b. Kâ'b  (r.a.)  rivayet ediyor: 
“Yâ Rasûlallah, birimiz cima yapar da yarıda kalırsa  (yıkanması gerekir mi?) Cevap verdiler:
“Ka­dına temas eden yeri yıkasın sonra abdest alsın ve namazını kılsın”[12]
Bu hadîs, inzal bulunmadıkça boy abdestinin gerekli olmadığını gös­terir. Fakat hadîsin diğer yolları incelenince görülür ki bu durum İslâm’ın başlangıcında idi ve hicretten biraz sonraya kadar böyle devam etti. Sonradan da şöylece değişti:
Zührî, Urve'ye bunu soruyor. Urve de şu cevabı veriyor: Hz. Âişe bana dedi ki:
“Rasûlullah (s.a.) Mekke'nin fethinden önceye kadar böyle yapar ve boy abdesti almazdı. Fakat sonradan kendisi boy abdesti aldığı gibi -aynı durumdan dolayı- boy abdesti almayı halka emretti.”
4- Ümmetin, nesih konusunda îcmâ etmesi.
Neshin Çeşitleri:
Kur'ân-ı Kerîm âyetlerinin birbirini, hadîslerin de yekdiğerini neshi konusu ittifakla kabul edilmiştir.
Kitap ve sünnetin -karşılıklı olarak- birbirini neshine gelince bu­nu kabul edenler olduğu gibi etmiyenler de vardır. Fakat ekseriyet bunun da caiz ve vâki olduğuna kani'dir. Çünkü sonuç bakımından hepsi Allah'­tandır ve dînin geldiği sırada güdülen, terbiye ve tedrîc prensibi bunun böyle olmasını gerekli kılmaktadır.
1- Kitap âyetlerinin birbirini neshi bizim konumuza girmez.[13]
2- Bir sünnetin diğerini neshi konusu ve örnekleri yukarda geçti.[14]
3- Kur'ân-ı Kerîm âyetlerinden bazılarının sünnetle neshedilmesine örnekler:
a- Nisa sûresi II. âyeti mirasla ilgilidir. Buna göre din farkı söz konusu olmadan belli akraba birbirinin vârisi olur.
“Müslüman kâfire, kâfir de müslümana vâris olmaz.”[15] hadîsiyle ayrı dinde olanların birbirine vâris olmaları neshedilmiştir.
b- Bakara sûresinin 180. âyeti vasiyyete dâirdir.
Vâris durumunda olanlara vasiyyet şu hadîsle neshedilmiştir :
“Vâri­se vasiyyet yoktur.”[16]
Köle ile hür arasında veraset cereyan etmiyeceğine dair de icmâ var­dır.
Sünnetin Kitabı neshedemiyeceğini iddia edenlere karşı şu hadîs de­lil olarak ileri sürülmüştür :
“Mıkdâm b. Ma'dî Kerîb'den (r.a.) Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurdu:
“Dikkat ediniz, bana Kur'ân-ı Kerîm'le beraber onun gibisi (sünnet) de verildi. Koltuğuna kurulmuş tok bir kişinin şöyle diyeceği gün gelecek­tir: Siz bu Kur'ân'dan ayrılmayın; onda helâl olarak ne bulursanız helâl biliniz, haram, olarak da ne bulunsanız haram biliniz. Halbuki- şüphe­siz Rasûlullah (s.a.) in haram kıldığı da Allah'ın haram kıdığı gibi­dir...” [17]
4- Kitabın sünneti neslıetnıesine örneker:
a- Namaz kılarken ilk zamanlarda Kudüs mescidine yönelmek sün­netle ortaya konmuş bir hükümdü.
“Yüzünü Mescid-i harama (Kâ'be Mescidine) çevir, nerede olursanız namaz kılarken yüzünüzü o tarafa çevirin.”[18] âyeti bunu neshetmiştir.
b- Oruç tutana, Ramazan gecesi de iftardan sonra yemek, içmek ve münâsebet haram idi. Bakara sûresinin 187. âyetiyle de bu neshedildi.[19]


[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/149-150.
[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/150.
[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/150-151.
[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/151.
[5] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/151-153.
[6] el-Hadîs ve'I-muhaddisûn, s. 472; el-İ'tibâr, s. 3.
[7] Tertîbu'l-kaamûsi'l-muhît, c. IV, s. 323.
[8] el-İ'tibâr, s. 6.
[9] Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 141
[10] Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 141
[11] Örnekler için bak. el-İ'tibâr, s. 23-28.
[12] Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 141
[13] Fıkıh Usûlü, s. 137 ye bakınız.
[14] el-İ'tibâr bunun örnekleriyle doludur.
[15] Müslim, c. III, s. 1233. Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 142
[16] Mişkât, c. II, s. 156. Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 142
[17] Ebû-Dâvûd; Mişkât, c. I, s. 57. Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 142-143
[18] (Bakara: 2/144).
[19] Bunlar ve daha başka örneklerle açıklamalar için bak.  Menâhüu'l-îrfân fî ulûmi'l-Kur'ân c. II, s. 141 ve devamı. Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 140-143