Alemlerin rabbi Allah'a hamd olsun. Allah'tan başka ibadete layık ilah olmadığına, ortağının bulunmadığına ve Muhammed'in onun kulu ve Rasûlü olduğuna şehadet / tanıklık ederim. Ona salat ve selam olsun.
İnsanlardan ve cinlerden akıllı ve ergin herkesin Allah'tan başka ibadete layık ilahın olmadığına ve Muhammed'in onun kulu ve Rasûlü olduğuna şahitlik etmesi gerekir.
Allah onu, dinin tümünü bildirmek üzere hidayet ve hak dinle gönderdi, buna şahit olarak Allah yeter. İnsanlar ve cinler, Araplar ve Arap olmayanlar, İranlı, Hintli, Rum, Berberi, Siyah, Beyaz, dilleri ve renkleri değişik olan bütün insanlara peygamber olarak gönderilmiştir.
Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem bütün insanlara ve cinlere, kitap ehlinden olan ve olmayanlara gönderildi.
Açık ve gizli dinle ilgili her şeyde, inançlar, hakikatler, tarikatler ve şeriatlerle ilgili her konuda herkese peygamber olarak gönderildi.
Onun akidesi ve hakikati dışında artık bir şeriat, bir tarikat yoktur.
Kullardan hiçbir kişi sözlerde, açık ve gizli amellerde, kalplerin inanç ve sözlerinde, ahval ve hakikatlerinde, dille söylenen ve organlarla işlenen bütün şeylerde, zahir ve batında onun getirdiği şeylere uymadıkça Allah'ın velayetini, ikramını, rızasını ve cennetini kazanamaz.
Zahir ve batında ona uyanlar dışında Allah'ın dostu / velisi yoktur. Bildirdiği gaybî şeyleri tasdik eden, farz olduğunu söylediklerini yerine getirerek ve haram olduğunu bildirdiklerinden sakınarak ona itaat edenler dışında Allah'ın velisi yoktur. Onun bildirdiklerini tasdik etmeyenler, vacip olduğunu söylediklerine sarılmayan, gerek iç alemde gerekse organlarla yapılan amellerde emrettiklerini yapmayanlar, Allah'ın velisi olmak bir yana, mümin bile olamazlar.
Olağanüstü olaylar gösterse bile, sıhhatinin şartlarına uyarak namazı kılmak gibi farz olanları yerine getirmedikçe ve yasaklardan kaçınmadıkça, olağanüstülükleri olsa olsa şeytanın halleri olur, Allah'tan uzaklaştırır ve sahiplerine onun öfke ve nefretini artırır.
Aklı olmayanlar ve çocuklar mükellef/yükümlü değildirler. Bunlar ceza görmezler. Allah'ın muttaki velilerinden, kurtuluşa eren taraftarlarından ve galip olan erlerinden yapacak imanları ve gizli açık takvaları sözkonusu değildir. Ancak babalarına tabi olarak müslüman sayılırlar.
Yüce Allah buyuruyor:
"İnanan, soyları da inançta kendilerine uyan kimselere soylarını da katarız. Onların işlediklerinden hiçbir şey eksiltmeyiz. Herkes kazancına bağlıdır." (52 Tûr/21)
Akılları olmadığından, kalpleri iman gerçeklerine, Allah'ın veli kullarının bilgilerine ve sevdiği kullarının hallerine sahip değildirler. Çünkü bütün bunlar aklın varlığı şartına bağlıdır. Delilik, aklın, tasdikin, bilginin, kesin inancın, hidayetin ve övgünün zıttıdır. Allah, ancak iman eden ve bilgiye sahip olan kullarını yüceltir. Allah, kendisine rahmet ederek âhirette ceza vermese bile, deli insan, Allah'ın derecelerini yükselteceği muktasid ve mukarreb veli kullarından olmaz.
İster akıllı, ister deli, ister bunak, isterse ahmak olsun, farzları yerine getirmeyen ve haramlardan sakınmayan bir kişinin bu durumuna rağmen Allah'ın muttaki velilerinden, kurtuluşa eren taraftarlarından, başı çeken galip erlerinden mukkarabinden, Allah'ın iman ve ilimle derecelerini yüselttiği kişilerden, yani Allah'ın veli kullarından olduğunu kim düşünürse, İslam dininden dönmüş, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'm getirdiklerini yalanlamış kafir olur.
Çünkü Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem, Allah'ın velilerinin mümin muttaki kişiler olduğunu Allah'tan bildirmiştir.
"İyi bilin ki, Allah'ın dostlarına korku yokdur, onlar üzülmeyeceklerdir. Onlar Allah'a inanmış ve O'na karşı gelmekten sakınmışlardır. Dünya hayatında da, âhirette de müjde onlaradır. Allah'ın sözlerinde hiçbir değişme yoktur. Bu büyük başarıdır." (10 Yunus/62-64)
"Ey insanlar! Şüphesiz Biz sizleri bir erkekle bir dişiden yarattık. Sizi milletler ve kabileler haline koyduk ki birbirinizi kolayca tanıyasınız. Şüphesiz, Allah katında en değerliniz, O'na karşı gelmekten en çok sakınanızdır. Allah bilendir, haberdardır." (49 Hucurat/13)
Takva, Allah'ın rahmetini umarak onun verdiği nur ile Allah'a itaat etmek için kişinin amel etmesi, yine Allah'ın verdiği nur ile Allah'ın azabından korkarak Allah'a isyan etmekten kaçınmasıdır.
Allah'ın veli kuları, ancak onun farzlarını yerine getirerek, nafileler işleyerek Allah'a yakınlık kazanırlar.
Buhârî'nin rivayet ettiği kutsi hadiste şöyle denir:
" Kulum, kedisine farz kıldıklarımı yaparak bana yakınlık kazandığı kadar başka hiçbir şeyle yakınlık kazanmaz. Kulum, bana nafilelerle yakınlık kazanmaya devam eder, ben de onu severim...".
(Daha önce geçti.)
(Daha önce geçti.)
Allah'ın en çok sevdiği ameller ve en önemli farzlardan biri, beş vakit namazın vakitlerinde kılınmasıdır. Kıyamet günü kulun sorguya çekileceği şeylerin başında namazlar gelir. Miraç gecesi Allah kendisi namazı müminlere farz kılmış ve kendi ile Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem arasında namaz konusunda aracı koymamıştır. Namaz, İslamın direğidir ve ancak onunla olur. İslamın en önemli temel farzıdır. Ömer, valilerine şöyle yazardı:
" Benim için en önemli işiniz, namazdır, kim namazı korursa, dinini korumuş olur, kim de yitirirse, başka amelleri daha çok yitirir".
Sahih hadiste Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğu sabittir:
" Namazı terketmek, kişiyi ile şirk arasında perdedir".
"Bizimle onlar arasındaki söz, namazdır. Kim namazı terkederse, kafir olur". (Ahmed (5/246), Tirmizî (5/15)
Hayızlı ve doğum yapmış kadın dışında, akıllı ve ergin her müslümana namazın farz olduğuna inanmayan herkes, müslümanların imamlarının ittifakı ile mürted kafir olur.
Kişi, namazın her müslümana farz olduğuna inanmadan, salih bir amel olduğuna, Allah'ın sevdiğine ve onun için mükafatlandırdığına da inansa, geceyi namazla ve gündüzü oruçla da geçirse, aklı olan ve erginlik yaşına giren her müslüman üzerine farz olduğuna inanıncaya kadar mürted kafir sayılır.
Ariflerden, erenlerden ve keşf sahibi şeyhlerden namaz borcunun düştüğünü veya Allah'ın kutlu huzuruna erdikleri veya ondan daha önemli yahut öncelikli şeylerle meşgul oldukları iddiasıyla kimi kulların namazdan muaf olduğuna inananlar, mürted kafir olurlar.
Maksat, kalbin Allah'la beraber olması veya kulun Allah'la beraber olduktan sonra namaza ihtiyacının bulunmadığı ve namazın kişi ile Allah arasında ayrılık sebebi olduğu, hatta namazdan maksadın marifet olduğu ve bu marifet gerçekleştikten sonra namaza ihtiyaç kalmayacağı, kişinin havada uçmak, su üstünde yürümek veya havada kapları su doldurmak veya suları yere batırmak veya yerin altındaki hazineleri çıkarmak, sevmediği kişileri şeytanca oyunlarla öldürtmek gibi gerekçelerle namazın farz olmaktan çıktığını söyleyenler, mürted kafir olurlar.
Veya özel / havas kişilerin olduğu, Hızır'ın Musa'ya ihtiyacı kalmadığı gibi bunların da Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'e uymaya ihtiyaçlarının olmadığı veya keşif ehli olup havada uçan veya su üstünde yürüyen herkesin namaz kılsın veya kılmasın veli olduğunu söyleyenler, mürted kafir olurlar.
Veya abdest ve gusul olmadan da namazın makbul olduğu veya meczupların, mezarlıklarda, çöplüklerde, tuvalet girişlerinde, dehlizlerde, karanlık ve başka kötü yerlerde barınan, abdest almayan ve namaz kılmayan delilerin Allah'ın velisi olduğuna inananlar, ne kadar zahid ve abid olursa olsun, alimlerin ittifakı ile mürted kafir olurlar.
Çünkü hıristiyan rahipler bunlardan daha zahid ve daha abittirler. Hatta peygamberin getirdiği pek çok şeye inanırlar. Büyük çoğunluğu peygamberi ve tabilerini yüceltirler. Ne var ki peygamberin getirdiklerinin hepsine inanmazlar. Aksine bir kısmına inanır, bir kısmını inkar ederler. Onun için kafir olmuşlardır.
Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"Allah'ı ve peygamberlerini inkar eden, Allah'la peygamberleri arasını ayırmak isteyen "Bir kısmına inanır bir kısmını inkar ederiz" diyerek ikisi arasında bir yol tutmak isteyenler, işte onlar gerçekten kafir olanlardır. Kafirlere ağır bir azap hazırlamışızdır. Allah'a ve peygamberlerine inanıp, onlardan hiçbirini ayırmayanlara, işte onlara Allah ecirlerini verecektir. O, bağışlar ve merhamet eder." (4 Nisa/150-152)
Aklı olmayan veya deli olanlardan kalem kalktığı için, yükümlüğü olmaz, dolayısıyla cezası da olmaz. Bunların imanı, namazı, orucu veya başka amelleri sahih değildir. Çünkü bütün ameller ancak akıl olduğu zaman kabul olur. Aklı olmayanın farz veya nafile ibadetlerinden bir şey sahih olmaz. Farz ve nafile ibadeti olmayan kişilerin evliyalıkları da söz konusu olmaz Onun için Yüce Allah:
"Şüphesiz bunda akıl sahipleri için deliller vardır",
"Bu, akıl sahipleri için bir yemindir",
"Ey akıl sahipleri, benden korkunuz",
"Allah katında, yeryüzündeki canlıların en kötüsü, gerçeği akıl etmeyen sağırlar ve dilsizlerdir.",
"Akletmeniz için biz onu Arapça bir Kur'an olarak indirdik" buyurur.
Allah, ancak aklı olanları över ve metheder. Aklı olmayanı Allah ne över, ne metheder, ne de hayırla yadeder. Onun için cehennemlikler için şöyle der:
"And olsun ki, cehennem için de bir çok cin ve insan yarattık; onların kalpleri vardır ama anlamazlar; gözleri vardır ama görmezler; kulakları vardır ama işitmezler. İşte bunlar hayvanlar gibi hatta daha sapıktırlar. İşte bunlar gafillerdir." (7 Araf/179)
"Yoksa çoklarının söz dinlediklerini veya akıl ettiklerini mi sanırsın? Onlar şüphesiz davarlar gibidir, belki daha da sapık yolludurlar." (25 Furkan/44).
Aklı olmayanın imanı, farz veya nafile ibadetleri geçersizdir. Yahudi ve hıristiyan iken deli olduktan sonra müslüman olanın zahirde ve batında İslami geçerli değildir. Mümin iken kafir olan, sonra deliren kişinin hükmü, kafirlerin hükmü gibidir. Mümin olup deliren kişi daha önceki imanının karşılığını alır. Deli olarak dünyaya gelen ve deliliği devam eden kişinin imanı veya küfrü geçerli olmaz. Delinin hükmü, çocuğun hükmü gibidir. Çocuğun anne babası müslüman ise, müslümanların ittifakı ile o da anne babasına tabi olur. Ebu Hanife, Şafiî ve İmam Ahmed'e göre sadece annesi müslüman olduğunda da durum aynıdır.
Müslüman iken deli olanlar da babalarına tabi olarak müslüman sayılırlar. Yine müslümanlar arasında doğan deli, imana sahip oldukları için değil, zahirde anne babasına bakılarak veya çocuklar hakkında hüküm verildiği gibi, bulunduğu ülkeye bakılarak müslüman sayılır. Müslümanların delileri ve çocukları kıyamet günü anne babalarına tabidirler. Bu İslam, onlar için başkalarına karşı bir üstünlük, ayrıcalık gerektirmediği gibi, farz ve nafilelerle Allah'a yakınlık kazanan Allah'ın muttaki veli kullarından olmalarını da gerektirmez.
Yüce Allah buyuruyor:
"Ey İnananlar! Sarhoşken, ne dediğinizi bilene kadar, cünüpken, yolcu olan müstesna gusledene kadar namaza yaklaşmayın. Eğer hasta veya yolculukta iseniz yahut biriniz ayak yolundan gelmişseniz veya kadınlara yaklaşmışsanız ve bu durumlarda su bulamamışsanız tertemiz bir toprağa teyemmüm edin, yüzlerinize ve ellerinize sürün. Allah affeder ve bağışlar." (4 Nisa/43)
Yüce Allah, sarhoş olan kişilerin ne söylediklerinin farkına varıncaya kadar namaza yaklaşmalarını yasaklamıştır.
Bu ayet, alimlerin ittifakı ile, Maide süresindeki içkiyi haram eden ayetten önce inmiştir. İniş sebebi olarak şu rivayet edilir:
Ashaptan biri haram edilmeden önce içki içmiş olarak arkadaşlarına namaz kıldırdı ve okuduğu ayetleri karıştırdı. Onun üzerine Allah bu ayeti indirdi. Henüz haram edilmeden içki içen ve ne dediğinin farkına varamayan kişilerin namaza yaklaşmalarının haram edilmesi, ne dediğinin farkına varıncaya kadar kişinin namaz kılmamasını gerektirir. Aklı başka bir sebepten başından gitmiş olsa bile, ne dediğini bilmeyenlerin namaz kılması caiz değildir. Onun için alimler ne sebeple olursa olsun, aklı başından gitmiş olanların kıldıkları namaz sahih olmaz, derler. Durum böyle iken, deli olanların namazı nasıl sahih olur?!
Tefsircilerden biri, Dahhak'tan rivayet ederek, uyku sarhoşluğu içinde iken namaza yaklaşmayın, der. Bu da ayetin dolaylı olarak ona delalet etmesi veya kapsamına girmesi açısından söylenebilir. Ancak ayetin iniş sebebi kesin olarak içki sarhoşluğudur. Ayetin lafzı bu konuda açıktır. Diğer anlam da açıktır.
Buhârî ve Müslim'de Peygamberin şöyle dediğini rivayet eder:
"Biriniz gece namazına kalktığında Kur'anı düzgün okuyamıyorsa, tekrar uyusun. Çünkü istiğfar etmek isterken, kendine sövebilir".
Başka bir rivayette:
'Namaz kılmak için kalktığında uykusu gelirse, uyusun' denilmektedir". (Buhârî (1/313), Müslim (2/412)
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, uykulu olup okuduğunda yanlış yapan kişinin namaz kılmasını yasaklamıştır. Alimler uykunun abdesti bozmadığına bunu delil gösterirler. Çünkü uyku abdesti bozacak olsaydı, namaz bozulurdu veya yeniden abdest almak için namazı bozmak vacip olurdu. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ise bunu:
"Çünkü istiğfar etmek isterken, kendine sövebilir" sözleriyle gerekçelendirmiştir. Bundan da anlaşılıyor ki:
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, uyku sebebiyle de olsa, söylediğinin farkında olmayan kişinin namaz kılmasını yasaklamıştır. Bunu kurallaştırdığı Sahih'te ki şu rivayetten anlaşılmaktadır:
"Abdesti sıkışmış, uykusu gelmiş ve sofrası hazır olan kişi namaza durmasın". (Müslim (1/393)
Çünkü bu durumlar kalbi meşgul eder. Ebu'd-Derda da şöyle der:
"Kişinin önce ihtiyacını gidermesi ve kalbi rahat bir şekilde namaza durması, onun akıllı olduğunu gösterir".
Kişi ne dediğini anlayıncaya kadar, mubah bir sebeple de olsa aklı başından gittiği zaman namaz kılması haram ise, meczup veya divane diye adlandırılsa bile delinin veya deli gibi olanların namazı evleviyetle caiz olmaz.
Bilindiği gibi namaz ibadetlerin en üstünüdür.
Buhârî ve Müslim'de İbni Mesud'dan şöyle dediği rivayet edilir:
" Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e sordum; Amellerin hangisini Allah daha çok sever?
"Vaktinde kılınan namazı" dedi.
Sonra hangisi, dedim.
"Anne babaya iyilikle davranmak" dedi.
Sonra hangisi, dedim,
"Cihad etmek" dedi.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bunları bana söyledi, sorsaydım, daha da söyleyecekti." (Buhârî (9/2, Müslim (1/90)
Buhârî ve Müslim'de yine en üstün amelin Allah'a iman, onun yolunda cihad etmek, sonra makbul olan hac şeklinde sıraladığı belirtilir. (Buhârî (1/77), Müslim (1/86)
Bunlar arasında çelişki yoktur. Çünkü namaz, "Allah imanınızı boşa götürecek değildir" ayetinde belirtildiği gibi, Allah'a iman adı kapsamına girmektedir. Bera b. Azib ve başkaları, bundan maksad'ın Kudüse doğru kılınan namaz olduğunu söylemişlerdir.
Onun için namaz, iman gibidir ve başkasının yerine yapılmaz. Kişi başkasının yerine iman etmediği gibi, farz veya nafile olarak kimse kimsenin yerine namaz kılamaz. Yine iman sakıt olmadığı gibi, namaz da hiçbir şekilde düşmez. Aklı başında olduğu ve rükünlerinden bazısını yerine getirmeye imkanı bulunduğu sürece kişinin üzerine borçtur. Kişinin hiçbir şekilde davranamıyor ve bir şey okuyamıyor olması durumunda gözlerini açıp kapayarak ve fiilleri kalbinden geçirerek kılıp kılamayacağı konusunda iki görüş vardır. Galip olan görüşe göre, böyle yaparak kılması meşru değildir.
Durum böyle olunca, aklı olmayan kişi, farz ve nafile olarak Allah'a yaklaştıracak şeylerden yoksun olur.
Velilik, farz ve nafilelerle Allah'a yakınlaşmayı içeren iman ve takvadır.
Aklı olmayan kişi, Allah'ın veli kullarının ona yakınlık kazanmaya çalıştığı şeylerden yoksun kalır. Ancak çocuklar ve hayvanlar yükümlü olmadığı ve ceza görmediği gibi, deli olduğu için onun üzerinden teklif / sorumluluk kalkmış olup ceza görmesi söz konusu değildir. Delirmeden önce kişi mümin olmuş ve salih ameller işleyerek farz ve nafilelerle Allah'a yakınlaşmaya çalışmışsa, o iman ve salih amelin mükafatını görür. Sahip olduğu iman ve takva derecesine göre de veli sayılır. Nitekim böyle olduğu ve henüz delirmediği sırada öldüğünde imanı, salih ameli ve veliliği kaybolmaz. Ancak bu durumda iken dinden dönerse, hepsi boşa gider. Çünkü dinden dönmek / irtidat, amelleri boşa çıkarır.
Dinden dönmekten başka salih amelleri hiçbir şey boşa çıkarmaz. Nitekim tevbe dışında bütün günahları yok eden başka bir iyilik yoktur.
Kişi akıllı iken işledikleri iyilikler kendisine yazıldığı halde, delirdikten sonra işlediğinde yazılmadığı gibi, sarhoşluk ve uyku gibi bir sebeple aklı başından gittiği durumlarda işlediği kötülükler de kendisine yazılmaz. Çünkü bu durumda makbul bir amacı yoktur. Ebu Musa'dan rivayet edilen sahih hadiste şöyle denir:
" Kişi hasta veya yolcu olduğunda, sağlıklı ve ikamet halinde iken yaptığı annelin benzeri ona yazılır". (Buhârî (6/136)
Tebuk savaşında Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in şöyle dediği sahih hadiste rivayet edilir:
"Medine'de öyle adamlar var ki, yaptığınız her yürümede ve aldığınız her yolda sizinle beraberdirler. Onlar Medine'de oldukları halde mi? dediler. Evet, Medine'de oldukları halde, mazeret onları alıkoydu, buyurdu."
Bunlar, işledikleri amelleri bilinçli olarak ve amaçlayarak işlerlerdi. Ancak işlemekten aciz kalmışlar, böylece işleyenler gibi olmuşlardır. Ama aklı başından giden böyle değildir. Çünkü onun doğru bir yönelişi ve sahih bir ibadeti söz konusu değildir. Halbuki yapma imkanından yoksun olanların sahih bir yönelişi / amaçlaması vardır ve ondan dolayı kendilerine sevap yazılır.
Ama delirmeden önce kişi kafir, fasık veya günahkar ise, delirmesi onun küfrünü veya fasıklığını ortadan kaldırmaz. Onun için yahudi veye hıristiyan olduktan sonra delirenler onlarla beraber hasredilirler. Aynı şekilde müslümanlardan da iman ve takva sahibi iken delirenler, muttaki müminlerle beraber hasredilirler. Meczup veya deli divane adını taşısın veya taşımasın, delilik veya başka bir şey sebebiyle aklın baştan gitmesi, sahibinin daha çok mümin veya muttaki olmasını gerektirmez, salih olmasını ve iyiliklerinin artmasını da gerektirmediği gibi günahlarının artmasını da gerektirmez. Delilik, sadece aklın gitmesini gerektirir ve kişi ondan önceki durumu üzerinde kalır. Delilik, onun önceki durumunu ne atırır, ne eksiltir. Sadece sevap sahibi olmasını engellediği gibi, günahtan dolayı ceza görmesini de engeller.
İçki içmek, uyuşturucu kullanmak veya coşturan müzik dinleyip trans haline girmek veya dindışı ibadetler yaparak şeytanın musallat olmasıyla kafayı oynatmak veya banotu yiyerek / uyuşturucu kullanarak sarhoş olmak suretiyle akıllarını yitirenler, bu fiillerden dolayı kötülenmeyi ve cezayı hak ederler. Birçokları, kendini kaybedecek kadar dans etmek veya şeytan tavırları segilemek için düşüp bayılmak suretiyle şeytanı hoşnut eden işler yaparlar. Birçokları da bile bile meczupluk ve delidivanelik gösterisinde bulunurlar. Bunların tümü şeytanın yandaşı olup bu tavırları az çok herkesçe bilinir.
Alimler, akıllarının kaybolduğu sırada bunların mükellef olup olmadığında ihtilaf etmişler. Şüphesiz asıl mesele, sarhoşluk meselesidir.
İmam Şafiî, Ahmed ve başkalarından gelen bilgilere göre akıllarının kaybolduğu durumlarda bunlar sorumludurlar. Alimlerden birçok kişi ise, sorumlu olmadıklarını söyler. İmam Şafiî ve İmam Ahmed'in görüşü de budur.
İmam Ahmed'ten nakledilen ikinci bir görüşe göre ise, sarhoşun eşini boşaması geçersizdir. En ağırlıklı görüş budur.
Alimlerden hiçbir kişi, akıllarını bu şekilde yitirmiş olanların Allah'ın muvahhit ve mukarreb veli kullarından olduklarını ve kurtuluşa ereceklerini söylememiştir. Alimlerden hayırla yad ettikleri ve akıllı deli dedikleri kişiler ise, önceleri iyi iken sonradan akıllarını yitirmiş olanlardır.
Bunların alametlerinden biri de, delilikleri döneminde bir an için kendilerine geldiklerinde, küfür ve iftirayı değil, imanı dile getirirler. Yani kafir ve zalim olarak değil, mümince konuşurlar. Halbuki başkaları bir ara kendilerine geldiklerinde küfür ve şirk şeyler konuşurlar. Aklı gidince de küfür şeyler saçmalarlar. Böyleleri müslüman değil, ancak kafir olurlar. Konserlere veya müzikli ayinlere katılan kişilerden bazıları için meydana geldiği gibi, kendinden geçme veya bayılma sırasında anlaşılmayan şeyler saçmalayan veya Arapça dışında örneğin Farsça, Türkçe, Berberice vb. Dillerde birşeyler konuşanlar, sar'a nöbeti geçirenin konuştuğu gibi, aslında şeytan onların dilinden konuşmaktadır.
Allah'ın bunlara akıllar ve haller verdiğini, ancak akıllarını yok edip hallerini bıraktığını ve akılları gittiği için de sorumluluklarını düşürdüğünü ileri sürenler olabilir. Böyle bir varsayımın cevabı şudur:
Allah'ın onlara haller verdiği, sözü, mücmel / kapalı bir sözdür. Haller, Rahmanî ve Şeytanî olmak üzere iki kısımdır. Bunların mükaşefe veya olağandışı bir tasarrufla sergileyebilecekleri şeyler, bazan büyücülerin yaptıkları türünden olur, bazan da iman ve takva sahiplerinin yaptığı şeyler türünden olur ki, bu Allah'tandır. Bu insanlar akılları başlarında olduğu zaman iman üstünlükleri varsa ve muttaki müminlerden iseler, akılları gittikten sonra kendilerinden farzlar düşer. Ama kendilerine verilen şeyler, müşriklere, münafıklara ve kitap ehline verilen şeyler türünden şeytanın işlerinden ise, akılları başlarından gittiği zamanlarda da, birincilerin önce üzerinde bulundukları iman ve takva durumu dışına çıkmadıkları gibi, bunlar da küfür ve fasıklık durumlarının dışına çıkmış olmazlar. Nitekim her iki kesimden her birinin uykusu ve baygınlığı, aklı başından gitmeden önceki iman ve itaatinin yahut küfür ve fasıklığının yok olmasını gerektirmez.
Çünkü aklın baştan gitmesi, sadece teklifi / yükümlülüğü kaldırır.
Teklifin kalkması, övme, yüceltme ve sevabı gerektirmediği gibi, mükellef olmayan kişiye Allah'ın veli kullarına yaptığı lütuflardan veya salih kişilere yaptığı ikramlardan birinin verilmesini de gerektirmez. Sadece uyuyan, bayılan, ölen kişiden kalktığı gibi sorumluluk kalkmış olur. Bunda da ne bir övme, ne bir yerme vardır. Hatta uyuyanın durumu, bunların durumundan daha iyidir. Onun için Peygamberlerden meczup veya çılgın kimse yoktu ve yeri geldiğinde uyurlardı. Peygamberin uyuması da, bir sebepten dolayı bayılması da caizdir. Ama deli olması caiz değildir. Peygamberin gözleri uyurdu ama kalbi uyumazdı. Nitekim hastalığında bayılmıştı.
Delilikten ise, Allah peygamberleri korumuştur. Çünkü delilik, insanın en büyük eksikliklerindendir. Zira insanın kemali aklı iledir. Onun için Allah hangi yolla olursa olsun, aklın giderilmesini haram kılmıştır. İçki içmek gibi aklı gidermeye yol açan bütün şeyleri haram kılmıştır. Tek başına aklın gitmemesine sebep değilse de, içkinin damlasını bile haram kılmıştır. Çünkü aklı giderebilecek kadar çok içmeye yol açabilir. Böyle bir durumda aklın gitmesi, sapıkların iddia ettiği gibi, Allah'ın velisi olmanın nasıl şartı olabilir veya ona nasıl yaklaştırabilir? Bu sapıklardan biri onlar için şöyle der:
"Bunlar öyle bir topluluktur ki nizamı bozmuş, çiti delmişlerdir, onlar için farz veya nafile kalmamıştır.
Delidirler, ancak deliliklerinin sırrı o kadar büyüktür ki eşiğinde akıl secdeye kapanır"
Bu, sapıklık, hatta küfür bir sözdür.
Delilerin, eşiğinde aklın secde ettiği bir sırlarının olduğunu iddia etmektedir. Sebebi de, kimi delilerden gördüğü mükaşefe / gayten haber vermek veya olağandışı bir tasarruftur. Halbuki bu, büyücü ve kahinlerin / meçhulden haber verenlerin sergiledikleri şeyler gibi, şeytanın yaptığı şeyler sebebiyle olmaktadır. Bu sapıklar da mükaşefesi olan yahut olağanüstü davranışlar sergileyen herkesin Allah'ın velisi olduğunu sanır. Halbuki böyle bir şeye kim inanırsa, Müslümanların, yahudilerin ve hiristiyanların icmaı ile kafir olur.
Kitap ehli bir yana, kafir ve müşriklerden bir çok kişinin şeytanları eliyle bunların yaptığından kat kat büyük olağanüstülükleri ve mükaşefeleri olur. Ancak bunların bütün mükaşefe ve olağanüstülüklerinde yalan ve iftira vardır. Kardeşleri olan büyücü ve kahinlerde olduğu gibi, amellerinde de fücur ve azgınlık vardır.
"Şeytanların kime indiğini size haber vere/im mi? de. Onlar, günahkar iftiracıların hepsine iner. Bunlar Şeytanlara kulak verirler, çoğu yalancıdırlar." (26 Şuara/221-223)
Hangi kesimden olursa olsun, üzerine şeytanların indiği herkes mutlaka yalancı ve facir bir kişidir.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Allah'ın velilerinin ona farzlarla yakınlık kazanmaya çalışanlar, kurtuluşa eren taraftarları, galip gelen erleri ve salih kulları olduğunu bildirmiştir. Farzları ve nafileleri işlemeyen kişilerin, akılsızlıkları, cahillikleri veya başka sebeplerle Allah'ın muttaki, kurtuluşa eren salih veli kulları olduğuna kim inanırsa, alemlerin rabbi Allah'ın dininden çıkmış kafir olur. Şehadet kelimesini getirsede, yalancılardan olup kendisine şunlara söylendiği gibi söylenir:
"İkiyüzlüler sana gelince:
"Senin şüphesiz Allah'ın peygamberi olduğuna şehadet ederiz" derler. Allah, senin kendisinin peygamberi olduğunu, bilir; bunun yanında Allah, ikiyüzlülerin yalancı olduklarını da bilir. Onlar, yeminlerini kalkan edinerek Allah'ın yolundan alıkoyarlar. İşledikleri işler gerçekten ne kötüdür! Bu, önce inanıp sonra inkar etmiş olmalarındandır. Bu yüzden kalpleri mühürlenmiştir; artık anlamazlar." (63 Münafikun/1-3)
Sahih hadiste Rasûlulah sallallahu aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğu belirtilir:
"Özürsüz olarak önemsemediğinden üç cuma namazı kılmayan kişinin kalbini Allah mühürler". (Ahmed (3/424), Tirmizî (2/373)
Öğle namazını kılsa bile, cumayı terkeden kişinin kalbi mühürleniyorsa, namaz için abdest almayan, gusul yapmayan, öğleyi, cumayı, farzı ve nafileyi kılmayan kişinin durumu acaba ne olur?
Bu kişi önce mümin ise ve farzlara inanmadığı ve terkettiği için kalbi mühürlendiğinden kafir olmuşsa ve artık mümin olduğuna inananlar da kafir oluyorsa, acaba böylelerin Allah'ın veli kılarından olduğunu söyleyenler nasıl kafir olmasın?
Yüce Allah, münafıkların nitelikleri için şöyle buyurur:
"Şeytan onların başlarına çullanmış olup Allah'ı anmayı unutturmuştur. İşte onlar şeytanın taraftarlarıdır. İyi bilin; şeytanın taraftarları elbette hüsrandadırlar." (58 Mücadele/19).
Şeytan onları egemenliği altına alarak sürüklemiştir. Deveyi sürmek için de aynı sözcük kulanılır. Şeytan onlara çullanmış ve Allah'ın yasakladığı yöne sürüklemiştir.
Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"Kafirlerin üzerine onları kışkırtan şeytanlar gönderdiğimizi bilmiyor musun?" (19 Meryem/83)
Yani onları çarptıkça çarparlar.
"Şeytan onların başlarına dikilip Allah'ı anmayı unutturmuştur. İşte onlar şeytanın taraftarlarıdır. İyi bilin; şeytanın taraftarları elbette hüsrandadırlar. Allah'a ve peygamberine karşı gelenler; işte onlar, en alçak kimselerle beraberdirler." (58 Mücadele/19-20)
Sünen kitapları, Peygamberin şöyle buyurduğunu Ebu'd-Derda'dan rivayet ederler:
"Üç kişilik bir köyde ezan okunmuyor ve namaz kılınmıyorsa, oraya şeytan mutlaka musallat olmuştur". (Tirmizî (2/17), Ebû Dâvûd)
Ezanın okunmadığı ve namazın kılınmadığı üç kişi ile beraber olanlar, Allah'ın ikram ettiği veli kullarından değil, şeytanın musallat olup saptırdığı dostlarından olurlar. Bunlar abid ve zahid de olsalar, aç kalan, geceleri uyumayan, konuşmayan, manastırlarda, mağara ve kayalıklarda olanlar gibi uzlete çekilenler de olsalar, durum aynıdır. Lübnan dağında, Şam yakınlarındaki Kaysun dağında ve başka yerlerde bulunan mağaralara ve tenha yerlere gelerek cahil abidler ve zahider uzlete çekilirler, Allah'ın izin vermediği tarzda halvete çekilerek riyazat yaparlar, Allah'ın ve Rasûlünün öğretmediği şekilde zevklerine göre ilahiler eşliğinde ibadet ederler. Yaptıklarının Kur'an'a ve Sünnete uyup uymadığına aldırış etmezler ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'i örnek almazlar. Halbuki Yüce Allah, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e uyma konusunda:
"De ki, eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz, Allah da sizi sever ve günahlarınızı bağışlar" buyurur.
Bunlar, bid'at ve sapıklık ehlidirler, Allah'ın evliyası değil, şeytanın yandaşlarıdırlar. Kim bunların veli olduğunu söylerse, yalan şahitlik yapmış ve doğru yoldan sapmış olur.
Bunların peygamberlere muhalif oldukları bilindiği halde kim Allah'ın velisi olduklarını söylerse, İslam dininden dönmüş olur. Çünkü ya peygamberi yalanlamakta, ya peygamberin getirdiklerinden şek ve şüphe etmekte veya inkarından, inadından yahut hevesine uyduğundan peygamberin peşinden gitmemektedir. Böyle olanların tümü kafirdirler.
Peygamberin getirdiklerini bilmediği halde zahir ve batın bütün işlerde herkese gönderildiğine inanıyorsa ve ona uymanın dışında Allah'a götüren bir yolun bulunmadığını kabul ediyorsa, bununla beraber bu bid'at ibadetlerin ve şeytanca hakikatlerin peygamberin getirdiği şeyler olduğuna inanıyor ve ona muhalefet etmek ve hidayeti başka yerde aramak için değil, Peygamberin şeriatını, sünnetini, yol ve yöntemini, hakikat ve tarikatını bilmediğinden bunların şeytan işi olduğunu bilmiyorsa, kendisine işin doğrusu anlatılır, Kitap ve Sünnetin söyledikleri gösterilir. Tevbe eder ve Allah'a yönelirse, ne âla! Etmezse, yukarıda belirttiğimiz mürted kafirler zümresinden sayılır.
İçlerinden şeytanca olağanüstülükler gösteren ve mükaşefeler sergileyenlerin çokluğuna rağmen rahipleri, haça tapanları, ateşe tapanları, putlara tapanları ibadet ve zahitlikleri Allah' azabından kurtarmadığı gibi, bunların ibadeti de, zahitliği de kendilerini Allah'ın azabından kurtaramaz.
Yüce Allah buyuruyor:
"Size, amelce en çok kayıpta bulunanları haber verelim mi? de. Dünya hayatında, çalışmaları boşa gitmiştir, oysa onlar güzel iş yaptıklarını sanıyorlardı. Bunlar, Rablerinin ayetlerini ve O'na kavuşmayı inkar edenlerdir. Bu yüzden işleri boşa gitmiştir. Kıyamet günü Biz onlara değer vermeyeceğiz. İşte onların cezası; inkarlarına, peygamberlerimi ve ayetlerimi alaya almalarına karşılık olarak, cehennemdir." (18 Kehf/103-106)
Sa'd b. Ebi Vakkas ve başkaları, bu ayetlerin manastırlarda ve tapınaklarda tapmanlar hakkında indiğini söylerler. Ali ve başkaları ise, bu ayetleri Hariciler ve benzerleri bid'atçılar için te'vil ettiği rivayet edilir.
Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"Şeytanların kime indiğini size haber vereyim mi?" de. Onlar, günahkar iftiracıların hepsine iner. Bunlar Şeytanlara kulak verirler, çoğu yalancıdırlar. " (26 Şuara/221-223).
İftiracı, yalan söyleyendir ve günahkar, facir olandır.
"Ama bundan vazgeçmezse, and olsun ki, onu perçeminden, yalancı ve günahkar perçeminden cehenneme sürükleriz." (96 Alak/15-16)
Buhârî ve Müslim'in rivayetine göre, din konusunda bilgisizce kim konuşursa, yalan söylemeyi kastetmemiş olsa bile, yalan söylemiş olur. Veda haccında kocası Sa'd b. Havle öldüğü zaman Sebîa el-Eslemiyye gebe idi, eşi öldükten birkaç gece sonra doğum yaptı.
Ebu's-Senabil b. Ba'kek, kendisine "iki süreden biri geçmedikçe evlenemezsin" dedi.
Bunun üzerine Peygamber:
" Ebu's-Senabil yalan söylemiş, evlenebilirsin" buyurdu. (Buhârî (8/207), Müslim (6/101)
Yine, Seleme b. Ekva':
"Amir'in kendini öldürdüğü ve amellerini boşa götürdüğü söyleniyor" deyince,
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
"yalan söylüyorlar, mücahid gibi cihad etti, buyurdu". (Müslim (7/355)
Bunu söyleyen kişi, salih bir adam olup yalan söylemek için söylememişti. Nitekim söyleyen kişinin Useyyid b. Hudayr olduğu rivayet edilir. Ama bilgisizce konuştuğu için Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem onu yalanlamıştır.
Ebu Bekir, İbni Mes'ud ve ashaptan başkaları içtihadla fetva verirken şöyle derlerdi:
"Fetva doğru ise, Allah'tandır, yanlış ise, benden ve şeytandandır, Allah ve Rasûlü bundan beridir".
Müçtehidin bağışlanan yanlışı şeytandan ise, bilgisizce ve içtihad etmeden din konusunda konuşan kişinin söylediği nasıl şeytandan olmasın? Bunun söylediği de şeytandır ve ondan tevbe etmezse, ceza görür. Müçtehidin yanlışı şeytandan olup bağışlanmıştır. Unutmak, ihtilam olmak vb. şeyler de şeytandan olup bağışlanmıştır. Ama din konusunda konuşması mubah olmayan kişinin durumu bunun aksi olup başka alanlarda iyilikleri de olsa, kendisi yalancı ve günahkar olur. Çünkü şeytan her insana musallat olur ve muvafakat derecesine göre kendisine telkinde bulunur, Allah'a ihlası ve itaati derecesine göre de o kişiden uzaklaşır. Allah:
"Şüphesiz kullarımın üzerinde senin bir egemenliğin yoldur" (fl5Hcir/42) buyurur.
Allah'ın kulları, Peygamberlerinden yapılmasını istediği vacip ve müstehaplarla ona ibadet edenlerdir. Bunun dışındaki şeylerle ibadet edenler ise, Rahmanın kulları değil, şeytanın kullarıdır.
Allah şöyle buyurur:
"Ey insanoğulları! Ben size, şeytana tapmayın, o sizin için apaçık bir düşmandır, Bana kulluk edin, bu doğru yoldur, diye bildirmedim mi?" And olsun ki, o sizden nice nesilleri saptırmıştı, akıl etmez miydiniz?" (36 Yasin/60-62).
Şeytana ibadet edenlerin çoğu, ona ibadet ettiklerinin farkında bile değildirler. Bunlar meleklere veya salih kişilere ibadet ettiklerini sanırlar. Onlardan imdat isteyenler ve secde edenler, Allah'ın salih kullarından imdat dilediklerini ve onları aracılar yaptıklarını zannetseler bile, gerçekte şeytana tapıyorlar.
Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"Allah bir gün onların hepsini diriltip toplar, sonra meleklere: "Bunlar mı size tapıyordu?" der. Melekler: "Haşa, bizim dostumuz onlar değil, Sensin. Hayır; onlar bize değil cinlere tapıyorlardı, çoğu onlara inanıyorlardı" derler." (34 Sebe'/40-41)
Bunun için Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, güneşin doğuşu ve batışı anında namaz kılmayı yasaklamıştır. Çünkü güneşe tapanların secdelerinin kendisine olması için şeytan o anda kendini gösterir. Güneşe tapanlar, o anda güneşe taptıklarını sanırlar, ama gerçekte şeytana secde ediyorlar. Gezegenlerden birine dua eden, secde eden, yalvaran ve yakaran, onun için münasip yemekler, giyecekler, buhurlar ve kutsamalar, tütsülemeler yapanlar da böyledir.
"es-Sirru'l-Mektum" kitabının sahibi şarklı ile, "eş-Şu'letu'n-Nuraniyye" kitabının sahibi Mağribli el-Buni'nin belirttiği gibi, bunların üzerine güya seslenen ruhlar inmekte, bazı şeylerin olacağını kendilerine bildirmekte, bazı ihtiyaçlarını gidermektedir. Bunlara gezegenlerin ruhaniyeti adını verirler.
Kimileri bunların melekler olduğunu sanır, ama gerçekte üzerlerine inen şeytanlardır. Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"Rahman olan Allah'ın zikrinden yüz çevirene, yanından ayrılmayacak bir şeytanı arkadaş veririz. Şüphesiz onlar bunları yoldan alıkorlar, bunlar da doğru yola eriştiklerini sanırlar." (43 Zuhruf/36-37).
Rahman'ın zikri, indirdiği Kur'an ve Rasûlünün yolu olan sünnettir. Onlar için Yüce Allah şöyle buyurur:
"... Allah'ın üzerinize olan nimetini, öğüt vermek üzere size indirdiği Kitab'ı ve hikmeti anın, Allah'tan sakının, Allah'ın her şeyi bildiğini bilin." (2 Bakara/231).
"And olsun ki Allah, inananlara, ayetlerini okuyan, onları arıtan, onlara Kitap ve hikmeti öğreten, kendilerinden bir peygamber göndermekle iyilikle bulunmuştur. Halbuki onlar, önceleri apaçık sapıklıkta İdiler." (3 Âli İmran/164).
"Kitapsız kimseler arasından, kendilerine ayetlerini okuyan, onları arıtan, onlara Kitabı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderen O'dur. Onlar, daha önce, şüphesiz apaçık bir sapıldık içinde idiler." (62 Cuma/2)
"Şüphesiz Zikri Biz indirdik, onun koruyucusu elbette Biziz." (15 Hicr/9)
Allah'ın zikri budur. Kur'an ve sünnet olan bu zikirden kim yüz çevirirse, ona bir şeytan musalat edilir ve kendisi izlediği yol gereği şeytanların evliyasından olur.
Bazan Rahman'dan, bazan şeytandan yana oluyorsa, ancak Rahmana yöneldiği oranda ve sırada Allah'ın velisi olur. Şeytana yönelme derecesi ve süresine göre de şeytanın velisi olur. Yukarıda verdiğimiz gibi, Huzeyfe b. Yeman, kalplerin dört çeşit olduğunu söyler: İçinde parlayan bir kandilin bulunduğu yalın kalp. Bu, mümin kişin kalbidir. Kılıflı kalp. Bu da kafirin kalbidir. Allah, kafirler için:
"Kalplerimiz perdelidir" dediler, hayır, Allah inkarlarından dolayı onları lanetiemiştir. Onların pek azı inanırlar." (2 Bakara/88)
buyurur. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in:
"Üç cuma namazını kılmayan kişinin kalbi mühürlenir" dediğini daha önce belirtmiştik.
Tersyüz olmuş kalp. Bu da münafık kişinin kalbidir. İçinde iki madde bulunan kalp. Bunlardan biri onu imanla, biri de münafıklıkla doldurur. Hangisi galip gelirse, hüküm ona göre olur. İmam Ahmed, Müsned'inde bunu merfu olarak rivayet eder. (Daha önce geçti.)
Buhârî ve Müslim, Amr b.Âs'dan Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğunu rivayet eder:
"Dört şey kimde varsa, katıksız münafık olur. Onlardan kimde bir tanesi varsa, bırakıncaya kadar münafıklıktan bir şube / parça bulunur. Konuşunca yalan söyler, kendisine yapılan emanete hainlik eder, söz verdiği (antlaşma yaptığı) zaman sözünü yer, hasımlaştığı zaman haksızlık yapar".
Peygamber sallaliahu aleyhi ve sellem, kalpte biri iman, biri de münafıklık olmak üzere iki şubenin bulunduğunu belirtir. Münafıklık bulunduğu zaman, bir yandan Allah'ın veliliği, bir yandan da Ona düşmanlık şubeleri bulunur, demektir. Onun için bu durumda kimileri iman ve takva penceresinden olağanüstülükler gösterir ki bunlar evliyanın kerametleri türünden olur, diğer yandan münafıklığı ve düşmanlığı penceresinden şeytanların halleri türünden olur. Yani bu durumda böyleleri hem müslümanca, hem şeytanca davranışlar sergiler. Onun için Allah, her namazda
"Bizi dosdoğru yola, gazaba uğrayanların ya da sapıtanların yoluna değil, nimete erdirdiğin kimselerin yoluna İlet" (Fatiha / 6-7) diye dua etmemizi emretmiştir.
Kendilerine gazap edilenler, hakkı bildikleri halde onunla amel etmeyenlerdir.
Sapıtmış olanlar da Allah'a bilgisizce ibadet edenlerdir.
Kim Kur'an'a ve Sünnete aykırılığını bildiği halde hevesine, zevkine ve coşkularına uyarsa, Allah'ın kendilerine gazap ettiği kişilerden olur. Bunun böyle olduğunu bilmiyorsa, o taktirde sapıtmışlardan olur.
Yüce Allah'ın bizi dosdoğru yola, peygamberlerin, sıddiklerin, şehitlerin ve salihlerin yoluna iletmesini dileriz. Arkadaş ve yoldaş olarak bunlar ne güzeldir!
Alemlerin Rabbi Allah'a hamd olsun. Onun Rasûlü Muhammed'e selat ve selam olsun!
Allah'a giden yollar, insanlar sayısıncadır, derler. Acaba bu doğru mudur?
Bundan maksat, namaz, zekat, cihad, Allah'ı anmak, Kur'anı okumak gibi Kur'an'a ve Sünnete uygun meşru amelleri işlemek ise, doğrudur. Ama Kur'ana ve Sünnete aykırı başka yollar ise, batıl ve yanlış olur.
Allah, en iyi bilir.