HER HAYIR BİR SADAKADIR
Ebû Mâlik ei-Hâris b. Âsim el-Eş'arî (r.a)'den, dedi ki: Rasulullah (s.a) şöyle buyurdu: "Taharet imanın yansıdır. Elhamdülillah mizanı doldurur. Subhanallah velhamdülillah (demek) gökle yer arasını doldururlar -ya da doldurur-. Namaz bir nurdur. Sadaka bir burhandır. Sabır bir ziyadır. Kur'ân ise lehine veya aleyhine bir delildir. Bütün insanlar sabahleyin giderler. Kimisi nefsini satın alır, âzâd eder, kimisi de onu helake götürür
.[1]
Bu Hadisin Önemi:
Bu hadisin büyük bir Önemi vardır. Hadis oldukça büyük bahisleri kapsamına almaktadır. Tahareti emretmekte, kalpleri huzura kavuşturan zikri, faydası başkalarına ulaşan sadakayı, tevhidden- sonra en büyük ibadet olan namazı teşvik etmekte, sabrı emretmekte, Allah'ın Kitab'ına önem vermeye, gereğince amel etmeye teşvik etmektedir. Aynı zamanda kişinin kendisini kurtarmak için çalışmasını da ihtiva etmektedir. Bu ise Allah'ın yolunu izlemekle olur. [2]
Taharet İmanın Yarısıdır:
Rasulullah (S.A.S.)'in: "Taharet imanın yarısıdır." anlamındaki buyruğunda Taharet kelimesinin birinci harfi (olan ti harfi) ötreli okunursa, bu mastarın fiilinin yapılması kastedilir. Üstün okunursa, kendisi ile taharet alman su kastedilmiş olur. Taharet ise pisliklerden sakınmak, maddi ve manevi kirlerden temizlenmek demektir. Şer'an "tuhr" ise, küçük ve büyük hadesin giderilmesi için yapılması gereken şeyler demektir.
İlim adamları "taharet imanın yarısıdır" buyruğunun anlamı ile ilgili olarak farklı görüşlere sahip olmuşlardır. Bunların bazılarını aktaralım:
1- Taharet dolayısıyla verilen ecir o kadar kat kat artırılır ki, imanın ecrinin yarısına kadar ulaşır. Böyle bir açıklama nassın;zahirinden anlaşılanın dışına çıkmaktır ve bunun bir delili yoktur.
2- Burada sözü geçen taharet, günahları terketmek, masiyetleri ve helak edici büyük günahları bırakmak suretiyle temizlenmek demektir. Çünkü temizlenmek bu anlamda da kullanılır. Nitekim Yüce Allah: "Onlar çokça temizlenen insanlarmış'Ven-Nemj, 27/56; ei-Ava/, 7/82) diye buyurmaktadır. Maksat ise (müminlerin) Lût kavminin helake götürücü amelinden ve diğer günahlardan arınmaları, kendilerini uzak tutmalarıdır. İman bir taraftan istenen işleri yapmak ve diğer taraftan yasak kılınanları terketmek şeklinde iki bölüm olduğundan dolayı, yasak kılınan şeyleri terk, bir çeşit temizlenmek olur. Böylelikle bu da imanın yarısı olur. Şu kadar var ki, bu husus "abdest imanın yansıdtr.[3] rivayeti bunu reddetmektedir. Aynı şekilde mana bakımından da bu açıklama red olunur. İbn Receb der ki: Namaz gibi geçmiş günahlardan ruhu arındıran bir çok amel vardır. Bunlar nasıl taharet adının kapsamı içerisine girer ve ne vakit ameller yahut onların bir bölümü taharet adının kapsamına girmiştir ki? O halde günahları terketmenin imanın yarısı olduğu kanaati doğru bir kanaat olamaz.[4]
3- Taharetten kasıt küçük ve büyük hadesleri su veya teyemmüm ile kaldırmaktır. İmandan kasıt da namazdır. Çünkü iman namaz anlamına da kullanılmıştır. Nitekim Yüce Allah: "Allah imanınızı boşa çıkartacak değiî-â\x."(ei-Bakara, 2/J43) diye buyurmaktadır.
Bu âyet-i kerimeden kasıt ise, Allah sizin Beytülmakdis'e yönelerek kılmış olduğunuz namazları boşa çıkartacak değildir, şeklindedir. Namaz ise ancak taharet ile sahih olabilir. O bakımdan taharet bu anlamıyla namazın yarısı demektir. Nevevi der ki: "Bu görüş doğruya en yakın görüştür.[5] Bu görüş ise imanın anlamını tahsis etmekte ve ona bir kayıt getirmektedir. Buna dair ise güçlü bir delil yoktur. Çünkü müfessirler arasında ayet-i kerimede geçen imanı, kıblenin değiştirilmesi sırasında iman üzere sebat etmek şeklinde açıklayanlar da vardır. Şu kadar var ki, buna delâlet eden sahih sünnetin varlığı dolayısıyla, burdaki imanı namaz diye tefsir etmeyi ilim adamları tercih etmişlerdir. O bakımdan bu görüşün doğru olma ihtimali vardır.
4- Taharet'ten kasıt, abdest almaktır. Çünkü abdest küçük günahlara keffârettir, iman da büyük günahlara keffârettir. Bu bakımdan taharet imanın yarısı gibi değerlendirilir. Böyle bir açıklama da hadisin zahirinden bir dereceye kadar uzaklaşmaktır, bunun için de bir gerekçe yoktur.
5- İmanın amellerden ve sözlerden oluşan birtakım özellikleri, kalbi temizler ve arındırır. Su ile alınan taharet de bedeni arındırıp temizler. Böylelikle imanın hasletleri iki kısma ayrılmış olur. Bir bölümü zahiri temizler, diğer bölümü ise batınını temizler. Bu bakımdan taharetler iki yarı demektir; bu da doğru olması muhtemel bir görüştür. En iyi bilen Yüce Allah'tır. [6]
Yüce Allah'ın Zikrini Teşvik:
Rasulullah (S.A.S.)'in: "Elhamdülillah mizanı doldurur, sübhanallah ve elhamdülillah demek gökle yer arasını doldururlar -yahut doldurur-."
Bu hadis bu güzel sözlerin ecrinin ne kadar büyük olduğunu ihtiva etmektedir. "Elhamdülillah" sözü Kıyamet gününde kulun terazisini ağırlaştırır. Buna sebep ise şanı Yüce Allah'tan güzel övgülerle söz etmeyi ihtiva edişidir. Bu güzel övgüler ise, Yüce Allah'ın bize ihsan etmiş olduğu açık ve gizli nimetlere karşılık yapılır. "Sübhanallah" sözünün de çok büyük bir sevabı vardır. Nitekim bir ilim adamı şöyle demiştir: Eğer cisim olarak bunların sevapları takdir edilecek olursa, sema ile arzın arasını doldururlar.
Teşbih: Yüce Allah'ın eksikliklerden tenzih edilmesi manasını ihtiva eder.
Bu hoş ve güzel sözleri söylemeye teşvik eden birçok hadis-i şerif vârid olmuştur. Bunlardan birisi de Ebu Hüreyre (r.a)'den gelmektedir. Dedi ki: Rasulullah (s.a) şöyle buyurmuştur: "İki söz vardır ki dile kolay terazide ağır, Rahman (olan Allah) tarafından da sevilirler: Sübhanallahi ve bihamdihi sübhanallahi'l-Azim=Allah'ı teşbih ederim, O'na hamdederim, büyük olan Allah'ı tenzih ederim.[7] Bu hadisi Buhari ile Müslim rivayet etmiştir. [8]
Mizana İman Farzdır:
Rasulullah (S.A.S.)'in: "Teraziyi doldurur' buyruğu ile ilgili olarak şunları hatırlatalım:
Mizana iman etmek, Ehl-i sünnet ve'1-Cemaat'in akidesi cümlesindedir. Ebu Cafer et-Tahâvi der ki: "Öldükten sonra dirilişe ve Kıyemet gününde amellerin karşılığının verileceğine, amellerin arzedileceğine, hesaba, amel-.defterlerinin (kitabın) okunacağına, sevap ve cezaya, sırata ve mizana iman ederiz.[9] Buna sebep ise bunun kitaptan delillerle sabit olmasıdır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Kıyamet gününe ait adalet terazilerini koyarız. Hiçbir kimseye hiçbir şeyle zulmedilmez, bir hardal danesi ağırlığınca olsa bile biz onu getiririz. Hesaba çekenler olarak Biz yeteriz. V-Enbiya, 21/47)
Bir başka yerde de Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Kimin terazileri ağır basarsa, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir. Kimin de terazileri hafif gelirse, işte onlar kendilerini zarara uğratmış olanlardır, Cehen-nem'de ebedi kalıcılardır.'Ve/-Mü'minUn, 23/102-103)
Bir başka yerde de Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "O gün tartı haktır.
Artık kimin tartıları ağır gelirse, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.'Vel-A'râ/, 7/8)
Diğer taraftan amellerin tartılması Sünnet'te de sabit olmuştur. Peygamber (S.A.S.) şöyle buyurmaktadır: "Yüce Allah Kıyamet gününde bütün insanların önünde ümmetimden bir kişi ile özel olarak konuşacak ve ona karşı her birisi gözün uzanabileceği mesafe kadar uzanacak, doksandokuz sicil yayacak. Sonra ona: Bunlardan herhangi bir şeyi inkâr ediyor musun? Koruyucu ve yazıcılarım sana zulmetti mi? diye soracak, O: Hayır ey Rabb'im, diyecek. Yüce Allah: "Peki bir mazeretin var mı?" diye soracak, Kul: Hayır Rabb'im, diyecek. Yüce Allah: "Fakat senin bizim nezdimizde bir iyiliğin vardır. Bu gün sen zulme uğratılmayacaksın" diyecek ve içinde: "Eşhedu en lâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden Abduhu ve Ra-suîuhu" ibaresi yazılı bir belge çıkartılacak, O'na: "Haydi amellerinin tartılışında hazır bulun" diye buyuracak, kul: Bunca sicile karşılık bu küçük kâğıtçığın ehemmiyeti ne olacak ki? diyecek. Allah: "Şüphesiz sana zulmo-lunmayacak" diye buyuracak. Bütün o siciller terazinin bir kefesine o (üzerinde kelime-i şehadetin yazılı olduğu) belge de diğer kefeye konulacak. Siciller hafif gelip yukarı kalkacak ve o belge ağır basacak. Şüphesiz Allah'ın ismine karşı hiçbir şey ağır basamaz.[10]
Büyük ilim adamı el-Elbâni bu hadis ile ilgili olarak şu açıklamalarda bulunmaktadır: "Bu hadis-i şerifte amellerin tartılacağına, mizanın gözle görülecek şekilde iki kefesinin bulunduğuna ve amellerin her ne kadar araz olsalar bile tartıya konulacaklarına delil vardır. Allah her şeye gücü yetendir. Buna inanmak Ehl-i Sünnet akaidi cümlesindendir. Bu husustaki hadisler tevatür derecesine ulaşmasalar bile, birbirini güçlendirmekte, pekiştirmektedir.[11]
Geçen bu naslardan, özetle şu hususlara delil oldukları anlaşılmaktadır:
1- Kıyamet gününde kulların amellerinin kendisiyle tartılacağı mizana iman vâcibdir.
2- Bu, hakiki anlamda, maddi ve gözle görülen iki kefesi bulunan bir
mizandır.
3- Her şahıs için ayrı bir mizan olacaktır. Kur'ân'ın buyruklarının zahirinden anlaşılan buna delildir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Kıyamet gününe mahsus adalet terazilerini koyarız...'Vei-Enbiyo, 23/47) Yine Yüce Rabb'imiz şöyle buyurmaktadır: "İşte kimin terazileri ağır gelirse..."(ei-Kana, 101/6) eş-Şankiti der ki: Usûl ilminde kabui edilen kaide şu ki; kabul edilmesi gerekli bir delil bulunmaksızın Kur'ân-ı Kerim'in zahirini bırakıp ondan uzaklaşmak caiz değildir.[12]
4- Aynı şekilde naslar ameli yapan kişinin de tartılacağına delâlet etmektedir. Buhâri Sahih'inde, Yüce Allah'ın: "Kıyamet günü onlar için hiçbir terazi tutmayacağız."(e/-Keh/, ımos) âyetinin tefsiri sadedinde Ebu Hüreyre (r.a)'nin Rasulullah (s.a)'dan naklettiği şu buyruğunu kaydetmektedir: "Şüphesiz ki Kıyamet gününde iri-yan ve şişman adam gelecek de Allah nezdin-de bir sivrisinek kanadı kadar bir ağırlığı olmayacak. Sonra da: (Dilerseniz): 'Kıyamet günü onlar için hiçbir ağırlık tutmayacağız.' âyetini okuyunuz diye
buyurdu.[13]
eş-Şankıti der ki: Bu hadis-i şerifte şahısların da tartılacağına bir delâlet vardır.[14]
İbn Mes'ud'dan da şöyle dediği nakledilmektedir: "(Kendisi) erak (misvakların yapıldığı) ağacından bir misvak almak*istemişti. Bacakları oldukça ince idi. Rüzgar onu sallar gibi oldu. Bunun üzerine onu görenler güldüler. Rasulullah (s.a) "Ne diye gülüyorsunuz?" diye sorunca onlar da: Bacaklarının inceliğinden dolayı, dediler. Bunun üzerine Rasulullah (S.A.S.) şöyle . buyurdu: "Nefsim elinde olana yemin olsun ki, o iki bacağı mizanda Uhud'dan daha ağır basacaktır.[15]
5- Bazılarının, teraziye (mizan) gerek duyan bakkaldır, manavdır dedikleri gibi, akılların kabul etmediğini gerekçe göstererek, mizana imanı ifade eder mahiyette vârid olmuş nasların teviline gitmek caiz değildir. Nitekim bazıları mizanı adalet ve hüküm vermek anlamında tevil etmişlerdir.
Şevkâni, bu şekilde tevilde bulunanların kanaatini reddetmek üzere şunları söylemektedir: Bu buyrukların zahirinden anlaşılanları hakikat anlamı ile kabul etmeyi uzak görenler ise, bu uzak görüşlerinde Şer'i bakımdan herhangi bir dayanak ortaya koyamamaktadırlar. İleri sürdükleri yalnızca akli bakımdan bunları uzak görmekten ibarettir. Oysa bunun herhangi bir kimseye delil olması sözkonusu değildir. Eğer onların akılları böyle bir şeyi kabul etmiyor ise, akıllarından daha güçlü Sahabe, Tabiin ve onlara tabi olanların akılları bunu kabul etmiş bulunmaktadır ve bu kapkaranlık geceleri andıran bid'atler gelinceye kadar ve herkes istediğini söyleyip Şeriat'i arkalarına bırakan kimseler ortaya çıkıncaya kadar böyle devam etti. Keşke akıl sahiplerinin ittifakla kabul edebileceği ve sözbirliği halinde benimseyebilecekleri akli birtakım hükümleri ortaya koyabilselerdi. Aksine her bir kesim, hevâsına uyanı, benimsediği görüşe uygun düşeni, yahut da uyduğu şeyi akıl adına iddia etmekte, böylelikle onların akıllan, benimsedikleri mezhepler arasındaki çelişkilere uygun olarak çelişkilere düşmektedir. İnsaflı her kişi bunun böyle olduğunu bilir. Bunu inkâr eden, hiç olmazsa âdil bir şekilde anlayışının, aklının taassub şaibelerinden ve körü körüne mezheplere bağlılık şaibelerinden kurtulmasını sağlasın. Çünkü kim böyle yapacak olursa, artık onun önünde sabah aydınlığı da açılmış olur.[16]
6- Mizan hesaptan sonra olur. Kurtubi der ki: İlim adamları şöyle demektedir: Hesap bittikten sonra artık ameller tartılır. Çünkü amellerin tartılması, karşılıklarının verilmesi içindir. O bakımdan bunun hesaba çekilmekten sonra olması gerekir. Hesaba çekilmek ise amellerin ortaya konulması içindir. Tartıysa bunların miktarlarını ortaya çıkarmak kastıyla yapılır. Ta ki karşılık da miktarlarına göre olabilsin.[17]
Namaz Bir Nurdur:
Rasulullah (S.A.S.)'in-. "Namaz bir nurdur" buyruğunda geçen nur, karanlıkta kendisiyle aydınlandığımız şeydir. Ta ki, böylelikle neyin faydalı, neyin zararlı olduğunu ayırdedelim, onun aydınlığı ile de istediğimize yol bulabilelim. İşte namaz da böyledir. Kul namazı şanı Yüce Allah'ın emrettiği şekilde edâ edecek olursa, onun kalbi hidâyet nuruyla aydınlanır ve böylelikle kendisi aracılığıyla hakkı bâtıldan ayırdedebileceği bir furkâna (ayırıcı ölçüye) onu sahip kılar. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Muhakkak namaz hayasızlıktan ve münkerden ahkoyar.'Vei-Anfcebut, 29/45)
Namaz, dünyada namaz kılanın yüzünde bir nurdur. Yüce Allah: "Secde izinden dolayı nişanlan yüzlerindedir.'Vei-Feth, 48/29) diye buyurmaktadır. Aynı şekilde namaz, Kıyamet gününde de kişi için bir nur olacaktır: "Nurları önlerinde ve sağlarında koşar..."(d-nadid, 57/12) Yani sağ taraflarından kendilerine verilen kitapları sebebiyle nurları sağlarında koşacaktır.
İşte bundan dolayı Rasulullah (S.A.S.), namazı sahibi için bir nur olarak nitelendirmektedir. Bu buyruk ile farz ve nafile namaza büyük bir teşvik vardır. O bakımdan kula emrolunduğu şekilde onu eda etmek bir görevdir. Ta ki ruhu temizlensin, pisliklerinden arınsın ve bu onu iyilerle beraber Da-ru's-Selâme (esenlik yurdu olan Cennet'e) girmeye onu hazır hale getirsin. [18]
Sadaka Bir Burhandır:
Rasulullah (S.A.S.)'in: "Sadaka bir burhandır" buyruğundaki burhan, apaçık, ayırdedici kesin delil demektir.
İnsan nefsi mala meftundur. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Kadınlara, oğullara yığın yığın yüklerle altın ve gümüşe, *salma atlara, davarlara ve ekinlere karşı duyulan tutkulu sevgi, insanlar için süslü gösterilmiştir."(An
İrnrân, 3/14)
Bir başka yerde de Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Malı da pek çok .seversiniz."fei-Fecr. 89/20) Kul, kardeşlerine karşı cimri ve eli sıkı davranabilir. Nefsine karşı mücâhede eder, hevâsını kahreder, malının farz olan zekâtını yahut müstehab olan tasadduku Mevlâsının emrine uyarak ve Allah'ın sadaka verenler için Kıyamet gününde hazırlamış olduğu sevabı Allah'tan bekleyerek verecek olursa, elbetteki bu, onun imanına, istikâmetine ve mayasının güzelliğine açık ve kesin bir davranış olur. [19]
Sabır Bir Ziyadır:
Rasulullah (S.A.S.)'in: "Sabır ve bir ziyadır" buyruğunda geçen sabır, nefsi tahammülsüzlükten alıkoymak demektir. Sabır dirençsizliğin zıddıdır. Ziya ile ilgili olarak da İbn Receb şunları söylemektedir: Ziya güneş ışığı
gibi bir çeşit hararet ve yakıcı özellik husule getiren aydınlık demektir. Ayın ışığından farklıdır, çünkü ayın ışığında, yakıcılık sözkonusu olmaksızın bir aydınlığın bulunduğu katıksız bir nur özelliği vardır .[20]
Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "O güneşi bir ziya, ayı da bir nur kılandır."(Yunus, 10/5)
Daha sonra İbn Receb (Allah'ın rahmeti üzerine olsun) şunları söylemektedir: Sabır nefse zor geldiğinden dolayı nefse karşı mücâhedeyi, nefsi arzuladığı şeylerden alıkoyup engellediğinden dolayı bir ziyadır. Sabrın bir ziya oluşundan kasıt -Nevevi'nin de belirttiği gibi- şudur: Sabır övülen bir şeydir. Kişi sabrettiği sürece ışığıyla aydınlanır, hidayet üzeredir ve doğruluk üzerine yürümeye devam eder.[21]
Sözün burasında aşağıdaki açıklamalarda da bulunmak kaçınılmaz bir hal almaktadır: [22]
1- Yüce Allah Sabrı Emretmektedir:
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Ey iman edenler! Sabredin, sabırda yarışın, ribât edin ve Allah'tan korkun ki, kurtuluşa eresiniz."(Aii Wan, 3/200)
Hasan-ı Basri der ki: Mü'minler Allah'ın kendileri için seçmiş olduğu dinleri üzere sabretmekle emrolundular. Bu din ise İslâm'dır. Herhangi bir rahatlık, darlık, zorluk, sıkıntı ve bolluk dolayısıyla onu terketmemelidirler. Müslüman olarak ölünceye kadar böyle devam etmelidirler ve dinlerini örtmeye çalışan düşmanları ile sabır yarışına girmelidirler.[23]
Aynı şekilde Yüce Allah, Peygamberine de kâfir ve münafıkların eziyetlerine karşı sabretmesini buyurmaktadır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Onların söylediklerine sabret. Güneşin doğuşundan önce ve başıtından önce de Rabb'ini hamd ile teşbih et!Va/, 50/39)
"Sabır ile kişi umduğuna nail olur." Bundan dolayı bir şair şöyle demiştir:
"Ya zor olanı kolaylaştıracağım yahut bu uğurda öleceğim (veya istediğimi elde edeceğim).
Çünkü emeller ancak sabredenin isteğine uyarlar." [24]
2- Sabrın Fazileti:
Sabır karşılığı Cennet'i yaratan Allah'tan başkasının bilmediği, ebedi ni-'metîerin bulunduğu Cennet'tir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "İşte bunlar sabırları sebebiyle yüksek makamlarla mükâfatlanırlar. Orada bir selâm .ile ve bir sağlık dileği ile karşılanırlar. Onlar orada ebedi kalıcıdırlar. Orası ne güze! bir karargah ve ne güzel bir kalınacak yerdir!"fe/-Furtosn. 25/75-76) Yine Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Buna ancak sabredenler kavuşturulur ve buna ancak büyük bir pay sahibi olanlar kavuşturulurlar."(Fussiiet, 41/35) Yine Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Sabretmeleri sebebiyle de onları Cen-net'ie ve ipeklerle mükafatlandırmıştır."(ei-insân, 76/12}
Sabredenlerin mükâfatı ne tartılarak ne ölçülerek verilir. Aksine kaplarla dolu dolu verilir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Şüphesiz sabredenlere mükâfatlan hesapsızca verilecektir."(ez-zümer, 39/10}
Bu husustaki âyet ve hadisler pek çoktur. [25]
3- Sabrın Türleri:
a) Yüce Allah'a itaat üzere sabır-. Kulun farzları ve müstehabları yerine getirmek hususunda nefsini gereken şekilde eğitmesi gerekir. Bu hususta nefsine karşı mücahade etmelidir. Çünkü itaatten alıkoyan engeller pek çoktur. Şeytan, nefis, hevâ, dünyevi arzu ve zevftler bunlardandır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Aile halkına da namazı emret ve sen de onun üzerinde sabır ve sebat göster.'Vro-Hâ, 20/132); "Sana vahyolunana uy ve Allah hükmünü verinceye kadar sabret.Vunus, 10/109); "Sabah, akşam Rable-jrine onun rızasını dileyerek dua edenlerle beraber bizzat sen de sabretlVı-Kehf, ıs/28); "Göklerin yerin ve onların arasında olanların Rabb'idir O. O halde O'na ibadet et ve ona ibadetinde sabırlı ol."(Meryem, 19/65)
b) Masiyetleri Terk Üzere Sabır: Şeytan, masiyetferi insana süslü ve güzel gösterir ve İblisâne üsluplarıyla onları işlemeye çağırır: "Şüphesiz şeytan sizin bir düşmanınızdır. Siz de onu düşman edinin. O kendi topluluğunu ancak Cehennem'in arkadaşlarından olsunlar diye çağırır."(Fânr, 35/6}
Nefisler bazan bu üslûplar karşısında zaafa düşebilir. İnsan arzusu onlara doğru yönelebilir. Eğer kul, kendisini bunlardan alıkoymayacak olursa, helak olur, kaybolur gider.
c) Belâlara Katlanmak Suretiyle Sabır: Belâ, Allah'ın, kullarında cereyan eden bir sünnetidir. Şanı Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Elif, Lâm, Mim. İnsanlar iman ettik, demekle ve imtihan olunmaksızın bırakılı-vereceklerini mi sandılar? Andolsun biz, onlardan önce geçenleri imtihan etmişizdir. Allah elbette doğru olanları da bilir, yalancı olanları da bilir.'Vef-Ankebut, 29/1-3)
Kul, kimi zaman bedeniyle, malıyla, evladıyla, ailesiyle sınanıp belâya uğratılabilir. Ona düşen, Yüce Allah'ın bir hikmete bağlı olarak hakkında dilemiş olduğu bu belâya sabretmektir.
Rasulullah (s.a) bizlere, kulun dini metanet ve selâmeti arttığı oranda, belâsının da artacağını haber vermiştir. Rasulullah (s.a) şöyle buyurmuştur: "İnsanlar arasında en ağır belâlarla karşı karşıya gelenler Peygamberlerdir. Sonra da sırasıyla onlara daha yakın olanlar gelir. Kişi dinine göre belâya maruz bırakılır. Eğer dini sağlam ise belâsı da ağırlaşır. Eğer dininde bir incelik varsa, dinine göre belâya uğratılır. Belâ, kişiyi yeryüzünde üzerinde hiçbir günah bırakmaksızın yürüyecek hale getirinceye kadar kuldan ayrılmaz.[26]
Belâ meydanında sabreden, Yüce Allah'ın övgülerine nail olur. Allah böyle birisine merhamet buyuracaktır ve ona Kıyamet gününde pek büyük sevaplarla karşılaşacağı müjdesini vermektedir: "Andolsun ki, sizi biraz korku, biraz açlık, mallardan, canlardan ve mahsullerden yana bir miktar eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabredenlere müjdele! Onlar ki, kendilerine bir musibet gelip çattığında-, "Şüphesiz biz Allah'ınız ve muhakkak biz O'na dönecekleriz" derler, işte Rablerinden bir rahmet ve bir mağfiret hep onların üzerindedir ve onlar hidâyete erenlerin ta kendileridir."(ei-Bakam, 2n55-i57} [27]
4- Allah'ın Peygamberlerinin Sabrına Bazı Örnekler:
Muhammed (s.a) çeşitli türden belâlar tatmıştır. Kâfirler O'nu dövmüş, sövmüş, O'nu ve Ashabını türlü baskılara maruz bırakmışlardı. Belâ meydanında O, sabrıyla zirvede idi. Urve (r.a)'den, dedi ki: Ben (Amr) b. el-As (r.a)'a sordum ve şöyle dedim: Müşriklerin Rasulullah (s.a)'a yaptıkları en ağır şeyin ne olduğunu bana bildir? Şu cevabı verdi: Rasulullah (s.a) Ka'be'nin Hicr denilen bölümünde namaz kılarken, Ukbe b. Ebu Muayt üzerine yürüdü. Elbisesini boynuna dolayarak alabildiğine boğazını sıktı.
Ebu Bekr (r.a) da gelip onu omuzundan yakalayıp Peygamberin üzerinden itti ve şöyle dedi: Rabb'inizden size apaçık beyyineler getirmiş olduğu halde, Rabb'im Allah'tır, diyen bir adamı öldürmek mi istiyorsunuz?[28]
Cündeb b. Süfyan (r.a)'den, dedi ki: Peygamber (s.a) yürürken O'na bir taş isabet etti ve tökezledi. Parmağı kanadı. Şöyle buyurdu: Sen kanayan bir parmaktan başka nesin ki ve senin bu karşılaştığın Allah yolundadır.[29]
Nitekim Rasulullah (S.A.S.), Eyyub (a.s.)'un uğradığı betayı haber vererek şöyle buyurmaktadır-. "Allah'ın peygamberi Eyyub (s.a) onsekiz sene başına gelen belâdan kurtulamadı. Yakını da uzağı da -kardeşlerinden O'na gidip gelen iki kişi müstesna- O'nu terketti.[30]
İşte bundan dolayı Yüce Allah'ın övgüsüne nail olmuştur. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Biz onun sabrettiğini gördük. O ne güzel kuldur! Gerçekten O, Rabb'ine çokça dönen bir kimse idi."(sad, 38/44)
Peygamberlerin kıssaları üzerinde dikkatle duran bir kimse, Allah'ın Peygamberlerinin mihnet ve belâ alanlarında sabır konumlarının pek çok olduğunu görecektir.
İbn Mes'ud dedi ki: Rasulullah (s.a)'a kavminin kendisini vurup (başını) kanattıkları halde, "Allah'ım kavmime merhamet buyur, çünkü onlar bilmeyen kimselerdirler." diyerek, yüzünden kanını sHen Peygamberlerden bir peygamberi anlatırken (Rasulullah (s.a)'ı) gözlerimin önünde görür gibiyim.[31]
5- Ashabın Sabrından Örnekler:
Ashab-ı Kiram, belâlar karşısında gösterdikleri sebat, tahammül ve Allah'ın kendileri hakkında yazmış olduğu belâlara rıza bakımından sapasağlam kayalar gibiydiler.
îbn Mes'ud b. Hirâş (r.a)'dan, dedi ki: Safa ile Merve arasında tavaf ettiğimiz bir sırada, elleri boynuna sağlanmış bir genç delikanlının arkasından giden pek çok kimse görüverdik. Ben: Bunun bu vaziyeti ne? diye sordum, dediler ki: Bu Talha b. Ubeydullah'tır, dininden döndü. Arkasından kendi kendisine bir şeyler söyleyen ve O'na söven bir kadın da vardı. Peki bu kimdir? dedim. Bu da onun annesi el-Hadremi'nin kızı es-Sa'be'dir, dediler.[32]
İşte Sahabi kadınlar da aynı şekilde belâlara sabrediyor, âhiretteki ecirlerini Allah'tan bekliyorlardı. Keski günümüz müslüman hanımları da bütün hallerinde onlara uyacak olsalar. Çünkü en güzel ve en iyi uyulacak örnekler o üstün kadınlardır.
Atâ b. Ebi Rebâh'tan, dedi ki: İbn Abbâs (r.a.) bana dedi ki: Sana Cennet ehlinden bir kadın gistereyim mi? Ben: Göster, dedim. Şu siyah kadın, Peygamber (s.a)'e gelip şöyle dedi: Ber Sar'aya düşüyor (ve bayılıyorum) ve bu arada da üstüm başım açılıyor. Benim için Allah'a dua et. Rasuîullah (S.A.S.) şöyle buyurdu: "Dilersen sabredersin ve sana cennet verilir, dilersen Allah'ın sana afiyet vermesi için dua ederim." Kadın: Sabredeyim dedi, fakat üstüm başım açılıyor? (Saraya tutulurken) üstümün başımın açılmaması için Allah'a dua et, dedi. Rasulullah (S.A.S.) de onun için Allah'a dua etti.[33]
Kur'ân Allah'ın Kullarına Karşı Bir Delilidir:
Rasulullah (S.A.S.)'in: "Kur'ân da lehine veya aleyhine bir delildir" buyruğuna gelince; Allah'ın Kitabından birşey öğrenip ondaki emirler gereğince amel eden, onun yasakladıklarından uzak duran, çizdiği sınırları aşmayıp orada duran kimsenin lehine Kur'ân-ı Kerim Kıyamet gününde bir delildir ve şefaatçi olacaktır.
Ebu Umâme el-Bâhiü (r.a)'den, dedi ki: Rasulullah (s.a)'t şöyle buyururken dinledim: "Kur'ân-ı okuyun, çünkü o Kıyamet gününde kendi ashabına şefaatçi olarak gelecektir. Özellikle o iki çiçeği Bakara ve Âl-i îmrân surelerini okuyun. Çünkü onlar Kıyamet gününde âdeta iki gölgeleyici bulut imişler gibi veya sıra sıra dizilmiş iki bölüm kuş gibi gelecekler ve kendi ashab-larını (okumaya devam edenlerini) savunacaklardır. Bakara suresini okuyunuz, çünkü onu öğrenmek berekettir, onu terketmek bir hasrettir ve bâtılcılar onun altından kalkamazlar." (Hadisin râvilerinden) Muâviye dedi ki: Bana ulaştığına göre batılcılardan kasıt sihirbazlardır.[34]
Kur'ân ile ameli terkedip emirlerine uymayan, sırf teberrük olsun diye ve ölülere okuyarak toplantılarına Kur'ân ile başlayanlara gelince; Kur'ân bu gibilerinin aleyhine bir delil olur. Kıyamet gününde Şanı Yüce Allah'ın önünde bu delil, ağızlarına gem gibi vurulacaktır. İbn Mes'ud der ki: Kuran-ı arkasına atanı Kur'ân Cehennem'e götürür.[35] Yine İbn Mes'ud'dan şöyle dediği nakledilmektedir: Kur'ân Kıyamet günü gelir ve sahibine şefaatçi olup onu Cennet'e götürür yahut da aleyhine şahidlik ederek onu Cehennem'e doğru sürükleyerek iter.[36]
"Ameliniz Türlü Türlüdür":
Rasulullah (S.A.S.)'in: "Herkes sabahleyin gider kimi nefsini satın alıp azad eder, kimisi de onu helake götürür." buyruğuna gelince; herkes sabah eder, akşam eder. Bütün insanlar dünyalarında çalışır, dururlar. Fakat birbirlerine eşit değildirler. Onlardan kimisi kendisini kölelikten kurtarır azad eder ve mevtasının dünyevi ve uhrevi azabından kendisini kurtarır; bu ise Allah'a ve Rasulüne itaatle olur. Kimisi de nefsini helak eder, Allah'ın dünyevi ve uhrevi azabına maruz bırakır. Bu ise Allah'a ve Rasulüne isyan, emirlerine muhalefet ile olur. Yüce Allah: "Şüphesiz sizin ameliniz çeşit çeşittir. U(el-Ley\, 92/4)d\ye buyurmaktadır.
İbn Receb der ki: "Hadis-i şerif her bir insanın ya kendisini helak etmek yahut da kendisini kurtarmak için çalışıp çabaladığına delildir. Allah'a itaat uğrunda çalışan kimse nefsini Allah'tan satın almış ve azabından kurtarıp azad etmiş olur. Yüce Allah'a isyanda çalışan kimse de nefsini basit şeyler karşılığında satmış, Allah'ın gazab ve cezasını gerektirici günahlarla helake sürüklemiş olur.[37]
Bu Hadisten Çıkartılan Bazı Hükümler:
1- İman, söz ve ameldir. İtaat ile artar, masiyet ile eksilir.
2- Çokça zikir teşvik edilmiştir.
3- Temizlik de bu hadis ile teşvik edilmektedir. [38]
[1] Müslim Şerhi, I, 501, {Müslim, Taharet 1).
Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 239.
[2] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 240.
[3] Bk. el-Elbâni, el-Câmi, (Sahihu'1-Cami1, 7029)
[4] Câmiu'l-Ulumi oe't-Hikem, 201.
[5] Müslim Şerhi, I, 501.
[6] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 240-241.
[7] Buharı, VII, 229, el-Eymân ve'n-Nüzur 19; Müs/im Şerhi, V, 548.
[8] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 241-242.
[9] el-Akidetü't-Tahâuiyye, 456.
[10] Bk. eî-Elbâni, es-Siîsiîetü's-Sahiha, 135. (Tirmizi, İman, 17; İbn Mace, Zühd 35; Müsned, II, 213, 222)
[11] el-Elbâni, es-Siisiletü's-Sahiha, I, 53.
[12] Edvâü'i-Beyân, IV, 585. (Bu ibareyi yakın ifadelerle IV, 195'te, aynı lafzlarla da IV, 637'de tespit ettik. Eğer bu farklılık baskı farkından kaynaklanmıyorsa, bir yanılmadır. Bk. eş-Şankîtî; a.g.e., Kahire, 1408/1988 baskısı. -Çeviren-)
[13] Buhâri, V, 236 {Tefsir, 18. süre 6. bab)
[14] Edvâü'l-Beyân, IV, 195. (Buradaki ibare de işaret ettiğimiz baskının 212. sahifesindedir. -Çeviren-)
[15] Hadis hasen bir hadistir. Bk. el-Akidetü't-Tahâuiyye, 474. {Müsned, I, 431, V, 131. -çeviren-)
[16] Şevkâni, Fethu'l-Kadir, H 190.
[17] el-Akidetü't-Tahâviyye* 472.
Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 242-245.
[18] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 245-246.
[19] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 246.
[20] Câmiu'l-Vlumi ue'1-Hikem, 207
[21] Müslim Şerhi, 1,502.
[22] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 246-247.
[23] İbn Kesir, II, 170.
[24] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 247.
[25] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 248.
[26] Bk. el-Elbâni, es-Silsiietü's-Sahiha, 143. (Tirmizi, Zühd 57; İbn Mace, Fiten 23. -Çeviren-)
[27] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 248-249.
[28] Hayâtü's-Sahabe, I, 391.
[29] Müslim , IV, 439 (Bk. Buhâri, Cihâd 9, Edeb 90; Müslim, Cihâd 112. -Çeviren-
[30] Bk. el-EIbani, es-Silslletü's-Sahiha, 17
[31] Buhâri, VI, 148, el-Enbiyâ, 54; Müslim Şerhi, IV, 434.
Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 249-250.
[32] el-İsâbe, III, 414; Buhâri, et-Tarihu'l-Kebir'de
[33] Buhâri, VII, 4 (Merda 4) Müslim Şerhi, V, 439
Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 250-251.
[34] Bk. Muhtasaru Müslim, H.no: 2095, s. 558.
[35] Câmiu7-Ufumi ve'l-Hikem, 208
[36] -Aynı yer
Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 251-252.
[37] Aynı yer.
Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 252.
[38] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 252.