Bu Blog içinde Ara

13 Haziran 2012 Çarşamba

Mütevâtir Hadîs:

Mütevâtir Hadîs:


Yalan söylemek üzre anlaşmalarını, -tecrübe ve âdete dayanan- aklın kabul edemiyeceği kadar çok sayıda bir topluluğun, görerek veya işiterek naklettikleri haber ve hadîslerdir.
Nakleden bir veya iki kişi olmadığı için senedin incelenmesi bahis konusu olmadan, böyle nakledilen bir haber, nakledildiği konuda kesin bilgi verir. Nakledenlerin sayısı, belli bir rakkamla ifade edilmez. İnsan aklına, kesin olarak “bu doğrudur” hükmünü verdirecek sayı, bazı âmil­lerle değişir.
Eğer haber, Peygamber (s.a.) in ağzından çıkan sözlere kelimesi ke­limesine uyuyorsa buna sözlü mütevâtir denir. Yalnız ma'nâ veya olay nakledilmiş olursa bu da nıa'nâca mütevâtir adını alır.
Kur'ân-ı Kerîm'in bütün âyetleri noktası noktasına tevatür yoluyle nakledilmiştir. Hadîslere gelince:
Bazı bilginler, sözlü mütevâtirin çok az olduğunu ileri sürmüşlerdir. Hatta “Kim bilerek benim üze­rime -beni dedi diye- yalan söylerse, cehennemden yerine hazırlansın”[1] hadîsinden başka örnek yoktur diyenler olmuştur.
Hafız İbn-Hacer ve İmam Süyûtî gibi âlimler ise, her iki çeşit mü­tevâtirin -bilhassa ma'nâca mütevâtir olanın- çok bulunduğunu ileri sürmüşlerdir.[2]
Örnekler:
1- Sözlü mütevâtir:
Yukarda geçen hadîs: Yetmiş küsur sahâbî tarafından rivayet edil­miştir.
Havz hadîsi: Elli küsur sahâbî.
Mest üzerine mesh hadîsi: Yetmiş küsur sahâbî. (“Her sarhoş eden haramdır”)[3] hadisi: 20 sahâbî.
2- Ma'nâca mütevâtir:
Duâ ederken ellerini kaldırdığına ait haber, çeşitli şekil ve ifade tarzlarıyle fakat hepsi bunun olduğunu göstererek rivayet edilmiştir.[4]

II- Hasen


Sözlükte güzel ma'nâsma gelen bu kelimenin, “hadîs usûlü terimi” olarak tarifinde çeşitli şekiller ileri sürülmüştür. İkisi konuya en uygun olanıdır:
1- Senedinde ehliyeti gerçekleşmemiş mestur bir kişi bulunan fakat bu râvîsi, çok yanilan, kapılgan (gafil) ve fâsık olmayan; metni aynen, veya benzer şekilde başka yollardan rivayet edilmiş olmakla (maruf) olan hadîstir.
2- Râvîsi doğruluk ve emânetle meşhur olmakla beraber, zabt vasfındaki kusurundan dolayı, sahîh derecesini bulamayan hadîstir.[5]
Bu da “sahîh” de olduğu gibi iki kısma ayrılır:
Sahihe göre yalnız zabt vasfı hafif olursa buna “Hasenun lizâtihi” denir.
Bir senedle -râvînin hıfzı zayıf olduğu için- zayıf olarak veya mürsel olarak rivayet edilen “zayıf” hadîs, başka sened ve yollardan tak­viye edilerek (zayıflık veya mürselliği giderilirse) buna da “Hasenün liğayrihi” denir.
Örnek:
Tirmizî rivayet eder: “Fizare kabilesinden bir kadın, bir çift pabuç karşılığında evlenmesi üzerine Peygamber (s.a.) ona:
“Kendini ve varlığını bir çift pabuç kar­şılığında vermeye razı oldun mu?”[6] buyuruyor ve:
“Evet”' cevabını alınca, bu evliliğin meşru olduğunu ifade ediyor.
Bu hadîsin senedinde Asım b. Ubeydillah vardır. Bu zât hıfz eksik­liği ile töhmetlidir. Fakat aynı hadîs sekiz sahâbîden daha, çeşitli yollarla rivayet edildiği için “hasen” derecesine yükselmiştir.[7]

Hasen Hadîs'in Bulunduğu Yerler:


Tirmizî'nin câmi'i, Ebû-Dâvûd'un süneni, Dârekutnî'nin süneni hasen hadîsin bulunduğu başlıca kaynaklardır.
Hasen hadîs, kendisinden hüküm çıkarma konusunda sahîh hadîs gi­bidir. Her ikisi de dînî kaidelere kaynak teşkil etmede muteberdir.[8]

Sahîh ve Hasenle İlgili Diğer Terimler:


Mes'ûdu'l-Bağavî (v. 516/1122) nin, “Mesâbîhü's-Sünne” isimli kita­bında, Buhârî ile Müslim'den aldıklarına sahîh çoğulu “sıhâh”; Tirmizî, Ebû-Dâvûd ve Nesâî'den aldıklarına da hasen çoğulu “hisân” demesi şöyle tenkit edilmiştir: Bu ikinci gurup kitaplarda, sahîh hadîsler olduğu gibi, hasen ve zayıf hadîsler de vardır. Hepsine birden “hasen” demek kabul edilen terim tarifine aykırıdır.[9]
Sahîh ve hasen yerine kullanılan şu terimlere de raslamak müm­kündür:
“Ceyyid”: Sahîh karşılığıdır.
“Kaviyy”: Sahîh karşılığıdır.
Ancak bu iki terim, her ne kadar sahîh yerine kullanılmışsa da, hasen oluşun üstünde, sahîh olduğu da az şüpheli gibi bir ma'nâ fiade edeceği ileri sürülmüştür.[10]
“Salih”: Zayıftan üstün, hasen veya sahîh olup, dince muteber olan hadîsler için kullanılır.
“Mücevved ve sabit”: Hasen ve sahihi içine alır.[11]

Tirmizî'nin Özel İfadesi:


Muhaddis Tirmizî, meşhur hadis mecmuasında bir çok hadîsler hak­kında “Hasenun sahihun” ifadesini birlikte kullanmıştır. Bundan ne kastettiğini kendisi açıklamadığı için, sonradan çeşitli izah tarzları ileri sürülmüştür. Bunlar içinde en toplu olanı İbn Hacer'inkidir. Der ki:
Eğer aynı met­nin çeşitli senedleri varsa, bu ifade bazılarının “sahîh”, bazılarının da “hasen” senedle gelmiş olduğunu gösterir. Bu takdirde, senedler birbirini takviye etmiş olacağından “hasen-sahîh” vasfını taşıyan hadîs, “sahîh” vasfını taşıyandan daha kuvvetli sayılır.
Eğer senedi tek ise, bu hadîsi değerlendirme konusunda muhaddislerin ihtilâf ettikleri, kiminin “sahîh”, kiminin de “hasen” dediği, Tirmizî'nin ise bunlardan birini tercih edemeyip görüşlere işaret ettiğini gösterir.[12]

III- Zayıf


Tarifi: Sahih veya hasen olmanın şartlarını taşımayan hadîstir.
Bir çok nevileri ve dereceleri vardır. Bazıları, zayıf hadîsin çeşitle­rini 42 ye hattâ daha fazlaya çıkarır. Belli başlıları aşağıda sırayla göreceklerimizdir. Diğerlerinin muayyen isimleri yoktur, derece farkla­rından sayı çoğaltılmıştır.[13]
Bunların zayıflık derecelerine gelince:
Senedde atlama (inkıta') bulunmasından dolayı zayıf olanların en zayıfı “mu'dal sonra sırayla: munkatı', müdelles ve mürsel” dır.
Râvilerin kusuru (ta'n) bakımından zayıf sayılan hadîslerin (en za­yıftan az zayıfa doğru) derecelenişi, İbn Hacer'e göre şöyledir:[14]
1- Mevzu',
2- Metruk,
3- Münker,
4- Muallel,
5- Müdrec,
6- Maklûb,
7- Muztarib,
8- Cehalet yüzünden şâzz ve münker,
9- Hıfz ku­suru yüzünden şâzz.
Bu açıklamadan anlaşılıyor ki, zayıf hadîsler hep aynı derecede de­ğildir. Bazıları hasene çok yakındır. Mevzu (uydurma) olana biz hadîs ismini de yakıştıramadığımızdan onu, bütün kısımlardan sonra ayrıca in­celeyeceğiz.[15]

Başlıca Zayıf Hadîs Nevileri:


1- Mu'dal:
Senedinin herhangi bîr yerinden peşi peşine iki veya daha çok râvî düşerse (isimleri söylenmez, atlanırsa) bu hadîse “mu'dal” denir.
Fakîhlerin (İslâm hukuk bilginleri) kitaplarında “Rasûlullah şöyle buyurdu” diye senedsiz rivayetleri “mu'dal” sayılır.[16]
A'meş'in şöyle bir rivayeti vardır: “Şa'bî'den; der ki:
Kıyamet günü adama, şöyle şöyle yaptın denir. O da:
“hayır” der de ağzı mühürlenir...”
Bu rivayet, İbnu's-Salâh'a göre mu'dildır;  çünkü, Şa'bî'nin, kendisinden rivayet ettiği Enes'le Rasûlullah senedde söylenmemiştir.[17]
2- Munkatı':
Senedinde bir kişinin hiç adı geçmeyen veya kapalı bir şekilde geçen hadîstir.
Birincisine örnek:
Abdürrezzak Sevrî'den, o Ebû İshâk'tan, o Zeyd b Yüsey' bu da -merfû olarak- Huzeyfe'den rivayet etti:
Onun başına Ebû Bekr'i geçirir­seniz, o (Ebû Bekir) kuvvetli ve emindir...”
Bu hadîsin senedinin iki yerinde “inkıta'“ vardır,
a- Bu hadîsi Ab­dürrezzak Sevrî'den duymuş değil, Nu'mân b. Ebî Şeybe'den duymuştur,
b- Sevrî de Ebû-İshak'tan değil, Şüreyk'ten duymuştur.[18]
İkincisine örnek:
Ebu'1-Alâ b. Abdillah b. eş-Şihhîr iki kişiden, o da Şeddad b. Evs'ten rivayet etti:
“Ya Rabb, senden işte sebat (etmeme yardım etmeni) dili­yorum”.[19]
Bu senedde geçen iki kişinin kimler olduğu belli değildir.
Bazılarına göre “munkatı'“ hadîs, tıpkı mürsel gibi senedi kesik, ara­da ismi geçmeyen kimselerin bulunduğu isnâd ile rivayet edilmiş ha­dîstir.[20]
Munkatı hadîsin bir üçüncü tarifi daha vardır: Sahâbîden evvel se­nedinden bir veya -peşi peşine olmayarak- iki râvî atlanmış olan ha­dîstir. Senedinden peşi peşine iki veya daha çok râvî atlanmış olursa buna “mu'dal” dendiğini biliyoruz.
3- Müdelles:
Bu terim “tedlîs” masdarından alınmıştır. Bunun kelime ma'nâsı: Satıcının alıcıdan, satacağı şeyin kusurunu gizlemesidir.
Terim ma'nâsı: Senede dahil bir râvîyi, hadîs mütehassıslarından başkasının farkedemiyeceği bir şekilde ve arada o râvî olmaksızın hadîsin duyulmuş olduğunu zannettirir tarzda atlamak ve hadîsi böylece rivayet etmektir.
Bunu yapana “müdellis” denir.
Tedlîs üç kısma ayrılır: İsnâd, şüyûh ve tesviye tedlisleri,
a- İsnâd Tedlîsi:
Aynı asırda yaşayan bir kimseden -onunla görüşmüş olsun olma­sın- duyduğunu zannettirir şekilde “filân dedi..., filândan... diyerek” rivayet etmek.
Örnek:
Haşrem diyor ki: Süfyân b. Uyeyne'nin yanında idik.
“Zührî şöyle dedi” diye bir rivayette bulundu. Kendine:
“Bunu ondan duydun mu?” diye soruldu. Şöyle cevap verdi:
“Bunu Abdürrezzak bana Ma'mer'den, o da Zührî'den nakletti...”[21]
Halbuki ilk rivayet şekli bize, onun doğrudan doğruya Zührî'den işit­tiği zannını veriyordu.
b- Şüyuh Tedlîsi:
Hadîsi kendisinden rivayet ettiği üstadının, meşhur olan ismini veya künye ve lâkabını bırakıp, meşhur olmayanı ile rivayette bulunmak.
Bunun sebepleri; rivayet ettiği üstadın zayıf olması, küçük olması, geç vefat etmesi, aym ismin çok tekrar edilmesini istememek... gibi çeşitlidir. Hepsinde asıl isim veya künyeyi gizleme durumu vardır.
Örnek: Kıraat imamlarından Ebû-Bekir b. Mücâhid'in “Abdullah b. Ebî-Abdillah bana söyledi...” diye rivayetidir. Bu zattan maksadı, meş­hur sünen sahibi Ebû-Dâvûd'un oğlu Abdullah'tır. Fakat meşhur isim ve künyesi, yukarıdaki gibi değil de şöyledir. Ebû-bekr b. Ebî-Dâvûd.
c- Tesviye Tedlîsi:
Sika olan üstadların arasında bulunan bir zayıf râvînin adını atlayıp -sanki bütün râvîler aynı seviyede sika imişler gibi- hadîsi rivayet etmektir.
Örnek:
İshâk b. Râhûye, Bakıyye'den rivayet der. Bakiyye:
“Bana Ebû Vehbi'l-Esedî haber verdi” diyor. O Nafi'den, o da İbn-Ömer'den riva­yet ediyor:
“Bir kimsenin görüşünün özünü bilmedikçe müslümanlığını övmeyin.”
Bu hadîsi Bakiyye, “Ubeydullah b. Amr” dan, o da İshâk b. Ebî-Ferve'den... rivayet etmiştir. Bakiyye İshak'ı atlamak istiyor. Fakat “Ubey­dullah Nafi'den” dese yaptığı tedlîs belli olacağı için, Ubeydullah'ın bu meşhur adını ve künyesini değiştirerek meşhur olmayan “Ebû-Vehbi'l-Esedî” şekline sokuyor.[22]
4- Mürsel:
Daha önce de geçtiği gibi, hadîs terimlerinin bir kısmında muhaddislerle fukahâ (İslâm hukuk bilginleri) arasında görüş ve kullanış ayrılığı vardır. Fukaha senedi kesiksiz ve atlamasız olan hadîslere muttasıl, böyle olmayanlara da genellikle “mürsel ve munkati'“ adını vermişlerdir.
Hadîs ıstılahı olarak mürsel: Tâbiî'nin doğrudan doğruya Rasûlullah (s.a.) den “şöyle dedi, yaptı ve kabul etti...” şeklindeki rivayetidir.
Zayıf hadîs olup olmadığında görüş ayrılıkları vardır. Bunun dindeki yerini ve hüküm kaynağı olması bakımından değerini ilgili bölüme [23] bırakarak bir örnek görelim:
İmam Şafiî rivayet ediyor:
Bize Mâlik haber verdi, o Zeyd b. Eslem'den, o da Saîd b. el-Müseyyeb'den:
“Rasûlullah (s.a.) etin canlı hayvan karşılığı satışını yasak etti”.[24] Bir tabiî olan Saîd, bu hadîsi kimden duyduğunu söylemeden doğru­dan doğruya Rasûlullah (s.a.) den rivayet ediyor.
5- Metruk:
Hiçbir sika râvînin rivâyetiyle ilgili (ona benzer veya ona aykırı) olmaksızın, yalancılık, çok yanılma, fısk ve gaflet gibi kusurlardan birini taşıyan kimsenin tek başına rivayet ettiği hadîse “metruk” adı verilir.
Örnek:
Sadaka b. Mûsa'd-Dakîk Ferkad'dan, o Mürre'den, o da Ebû-Bekir (r.a.) den rivayet ediyor: Ne bir hileci, ne bir cimri, ne de idaresindekilere kötü muamele eden bir kimse cennete girebilecektir.”
Bunu yalnız Sadaka rivayet etmiştir. Hem bu hem de şeyhi Ferkad çok zayıftır.[25]
6- Münker: 
Bazı muhaddislere göre bu, ilerde göreceğimiz “şâzz” la aynıdır. İbn Hacer'e göre ise: İki zayıf râvîden daha zayıf olanın, diğerine muhalif olan rivayetine “münker” denir.
Örnek:
İbn-Ebî-Hâtim, Hubeyyib b. Habîb'den, o Ebû-İshâk'tan. o Ayzâr b. Hureys'ten, o İbn Abbâs'tan (r.a.) merfu olarak rivayet ediyor:
“Kim namazı kılar, zekâtı verir, hacc eder, oruç tutar ve müsafiri ağırlarsa cen­nete girer.”
İbn Ebî Hâtim'e göre bu hadîs münkerdir. Çünkü başka yollardan bu hadîs merfu değil, Hz. İbn Abbâs'ın sözü olarak rivayet edilmiştir.[26]
7- Muallel:
Dış görünüşü bakımından -metin ve senedi- sahîh olan bir hadîs­te, ancak hadîs ilminin en yüksek bilginlerinin farkedebilecekleri ve ha­dîsin sıhhatine dokunan gizli bir kusur olursa bu kusura “illet”, bunu taşıyan hadîse de muallel veya “ma'lûl” denir.
Bir hadîs'in böyle olduğunu anlamanın yolu: Hadîsin bütün yollarını (senedlerini) bir araya toplamak, râvîlerin birbirine göre rivayet farklarını tesbit etmek, zabt ve dikkatlerini incelemektir. Böylece muhaddis incele­diği hadîsin tam sıhhati hakkında ya kesin bir sonuca varır ve onu kay­deder yahut da tereddüd içinde kalır (tevakkuf eder).
Hâkim'in tesbitine göre, illetin çeşitlerini on bölümde toplamak müm­kündür:
1- Sened görünüşte sahîh iken, râvîlerden birinin, üstadından semâı (işitme yoluyle hadîs alması) nın sabit olmaması.
2- Güvenilir râvîler tarafından mürsel rivayet edilmiş bir hadîsin, başka bir yoldan -görünüşte- müsned olarak rivayeti.
3- Hadîsin belli bir sahâbîden rivayet edilmiş olduğu bilinirken, yanlışlıkla başka bir sahâbîden rivayet edilmiş olması.
4- Bir sahâbî tarafından rivayet edilmiş olan bir hadîs'in -sahîh olmasını gerektiren açıklamanın yanılma yoluyla terkedilmesi ve bir tabiî tarafından rivayet edilmesi.
5- An'ane yoluyla rivayet edilen bir hadîsten bir râvînin atlanmış olduğu, aynı hadîsin başka sağlam bir rivayetinden anlaşılması.
6- Hadîsin, aslında mürsel olduğu halde müsned olarak rivayet edil­mesi.
7- Senedde bulunan bir râvî'nin, bir yoldan üstadını andığı halde diğer yolda anmayıp üstü kapalı geçmesi.
8- Bazan bir râvînin, belli bir üstaddan, doğrudan doğruya hadîs aldığı sabit olduğu halde, muayyen bazı hadîsleri ondan almadığı bilin­mektedir. İşte bu hadîslerden birisini -mezkûr râvî- vasıtasız olarak (ondanmış gibi) rivayet ederse bu hadîs de ma'lûl olur.
9- Bir râvînin daima hadîs rivayet edegeldiği belli bir senedi olur da, bu senedin râvîlerinden biri -belli bir hadîsi- başka bir yoldan rivayet etmiş olabilir. Fakat bizim râvîmiz alışkanlıkla bu hadîsi de alış­tığı senedle rivayet ediverir. O zaman bu hadîs mualleldir.
10- Hadîs bir yoldan merfû, diğer yoldan mevkuf rivayet edilmiş olursa yine muallel olur. Nitekim “münker” hadîse verdiğimiz örnekte durum böyledir. Mezkûr örnek bir bakımdan da mualleldir.[27]
Eğer bir hadîsin iki senedi olur, bunlardan birincisinde illet bulun­duğu halde ikinci yolda bulunmaz, buradan sahîh olarak rivayet edilmiş olursa, illet sadece bulunduğu senede dokunur. Bunun örneği:
Ya'lâ b. Ubyedi't-Tanâfisî Süfyân-ı Sevrî'den, o Amr b. Dinar'dan, o İbn Ömerden (r.a.), o da Rasûl-i Ekrem (s.a.) den rivayet ediyor:
“Alan ve satan –ayrılmadıkça- muhayyerdirler...”[28]
Burada Ya'lâ yanılmış, Amr b. Dînâr demiştir. Halbuki doğrusu -ve başka sahîh yollardan rivayetinde bulunan- Abdullah b. Dinar'dır.
Bazan illet yalnız senede değil metne de dokunur. Buna Örnek:
Müslim Sahîh'inde Velîd b. Müslim rivayetinden nakletti,  O  “bana Evzâî, Katâde'den haber verdi” dedi. Katâde ona  (Evzâî'ye)  şöyle yazmıştı: Enes b. Mâlik bana şunu haber verdi: “Ben Peygamber (s.a.) in, Ebû bekir ve Osman'ın arkalarında namaz kıldım. Hepsi namaza ile başlıyor, okumanın ne başında, ne de sonunda bes­meleyi okumuyorlardı.
İbnu's-Salâh der ki: “Bir gurup, “ne başında, ne de sonunda besmeleyi okumazlardı” kısmını illetli bulmuşlardır. Zira Buhârî ve Müslim'in itti­fak ettkileri kısımda bu ifade yoktur. Başka râvîlerin de çoğu yine ilâvesiz rivayet etmişlerdir. Sahîh rivayette namaza “Elhamdü...” ile baş­landığı söylenmiş, besmeleden bahsedilmemiştir. Müslim’in yukardaki rivayetinde bulunan besmele hakkındaki ilâve, hadîste olmadığı halde râvîlerin kendi anlayışlarının ifâdesinden doğmuştur.” [29]
Hadîslerin illetlerini araştırma konusu, hadîsle ilgili ilimlerin en zoru olarak kabul edilmiş, bunu ancak en yüksek muhaddisler ele alabilmiş­tir. Bununla ilgili en büyük eserlerden biri Dârekutnî'nin kitabıdır.[30]
Sadece bu konuda yazılmış olmamakla beraber şu eserlerde de sık sık hadîslerin illetlerine temas edilmektedir:
Hafız Zeylaî, Nasbu'r-râye.
Îbn-Hacer, Fethu'1-bârî ve et-Telhîsu ve't-tahbîr.
Şevkânî, Neylu'l-evtâr.
İbn-Hazm, el-Muhallâ.
8- Müdrec:
Senedde veya metinde, râvîlerden biri tarafından -sonraki râvînin Rasûl-i Ekreme veya hadîsin ilk kaynağına ait olduğunu sanacağı- bir ilâvenin yapılmasına “idrâc” böyle hadîse de “müdrec” adı verilir.
Bir hadîste idrâcın varlığı dört şekilde bilinir:
a- Metnin müdrec olan ve olmayan kısımlarını açıklayan başka bir rivayetin bulunmasıyla.
b- Hadîsi böyle rivayet eden kimsenin yaptığını açıkça bildirmesiyle... Meselâ:
İbn Mes'ûd (r.a.) şu hadîsi bir defasında merfû (hepsi Rasûl-i Ek­rem'e ait gibi) rivayet etmişti:
“Kim Allah'a bir şeyi ortak koşmadan vefat ederse cennete girer, kim de Allah'a bir şeyi şerik koşarak ölürse cehenneme girer.”
Aynı zat başka bir rivayette bu hadîs metninin yarısının kendisine ait olduğunu ifade etmiştir.
Bir başka rivayette de ikinci kısmın kendisine ait olduğunu söyle­miştir.[31]
c- İdrâcın farkına varan muhaddislerden birinin haber vermesiyle.
d- Katılan kısmın, Rasûl-i Ekrem (s.a.) tarafından söylenmiş ola­bileceğini aklın kabul etmemesiyle:
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
“Kölenin iki kat ecri (sevabı) vardır; hayatım elinde olan Al­lah'a yemin ederim ki Allah yolunda cihad, hacc ve annemin gönlünü hoş etmek kaygısı olmasaydı köle olarak ölmeyi tercih ederdim.”
Bu haberde -kölelikten kurtuluncaya kadar- vazifesinde kusur etmiyen kimsenin sevabını bildiren ve o sınıfı teselli eden kısım hadîstir. Onu takip eden kısım ise Ebû-Hüreyre'nin kendi sözü olmalıdır. Çünkü:
1- İnsan hak ve hürriyetlerinin modern mânada ilk mübeşşiri olan Rasûlullah'ın (s.a.) köle olarak ölmeyi istemesini akıl kabul etmez.
2- Pey­gamber Efendimizin anneleri -daha o çocukken- vefat etmişti. Onun gönlünü hoş tutmak bahis konusu olamazdı.
İdrâc hadîsin metninde olursa “müdrecü'l-metn”, senedinde olursa “müdrecü'l-isnâd adı verilir.
Metinde çok defa idrâc hadîsin sonunda olursa da bazan ortada ve başta da olabilir.
Senedde idrâcın çeşitleri:
1- Râvî hadîsi çeşitli senedlerle almış olur da, ondan rivayet eden diğer bir râvî aynı hadîsi tek senedle- senedler arasındaki farka işaret etmeden- rivayet eder.
2- Bir râvînin iki ayrı senedle rivayet ettiği iki ayrı hadîsi, sonra gelen bir râvî -senedlerden biriyle- rivayet eder.
3- Üstad senedi rivayet ederken arada bir söz söylemesi gerekir ve söyler de dinleyen râvî bu sözü de senedden sanarak öyle zapteder.[32]
İdrâcın hükmü:
a- Eğer râvî sened veya metinde gerekli bir açıklama yapmak için idrâcda bulunmuşsa bu işin en hafifidir, fakat kendi sözü olduğuna işa­ret etmesi daha iyidir.
b- Yukarda bazı  örneklerde görüldüğü  gibi bilmeden yanılarak yapmışsa, yanılana günah yoktur. Fakat bu çoğalırsa râvînin zaptına do­kunur.
c- Bilerek (kasten)  yaparsa, ittifakla; haramdır  ve  bunu  yapan adalet vasfını kaybeder.
9- Maklûb:
Metinde ve senedde olmak üzre iki türlüdür:
a- Metinde kalb:[33]
Bir hadîsin metninde, önce gelen kelime ve cümlelerle sonra gelen­lerin yer değiştirmesidir, örnek:
Yedi sınıf kimsenin kıyamet günü Allah'ın öz himayesine mazhar ola­cağını bildiren hadîsin [34] sonunda: “Öyle ki sağının verdiğini solu bilmez” ifadesi, Müslim râvîlerinden birisi tarafından: “Öyle ki solunun verdiğini sağı bilmez” şekline sokulmuştur ki bizim konumuza bu bir örnektir. Başka bir örneği, Tabarânî Ebû Hüreyre'den rivayet ediyor:
“Size bir şeyi emrettiğimde onu yapınız, bir şeyi yasak ettiğimde ise elinizden geldiği kadar kaçınınız.”
Bu hadîsin Buhârî ve Müslim'deki sahih rivayeti ise şöyledir:
“Size neyi yasak edersem ondan kaçınınız, emrettiğim şeyi ise elinizden gel­diği kadar yapmaya çalışınız.”
Birinci rivayet zayıftır.
b- Senedde kalb:
(1) Bir hadîs belli bir râvînin rivayeti ile meşhur olduğu halde, ha­dîsi daha cazip bir hale getirmek için aynı tabakadan başka bir râvîden rivayet edilmiş gibi göstermek:
Hammâd b. Amr'in-Nasîbî; A'meş'ten, Ebû Sâlih'ten, Ebû Hüreyre'den diyerek şu hadîsi rivayet eder:
“Müşriklere yolda raslayınca selâm vermeye siz başlamayınız.”             
Halbuki senedin doğrusu şudur: Ebû-Sâlih oğlu Süheyl'den, o baba­sından, o da Ebû-Hüreyre'den.[35]
(2) İki hadîsin senedlerini birbiriyle değiştirmek. (Buna mürekkep kalb adı da verilir):
Bu, “kimsenin bilmediği hadîsleri rivayet ediyor” dedirtmek gibi âdî bir maksatla olursa uydurma (vad') kadar fenadır.
Bir hadîs âliminin hafızasının sağlamlığını kontrol kastiyle yapılır, sonra durum açıklanırsa mahzur yoktur. Bu çeşit imtihanların en çetinlerinden birisi Bağdâd âlimleri tarafından İmam Buhârî'ye tatbik edil­miştir. Buhârî Bağdâd'a ilk geldiğinde on âlim anlaşarak onar tane hadî­sin sened ve metinlerini birbiriyle değiştirip teker teker İmam'dan so­rarlar. Buhârî her birini dinledikçe:
“Ben böyle bir hadîs bilmiyorum.” der. Sonunda da bu yüz hadîsi kendi senedleriyle yanlışsız olarak ezber­den okuyarak meclistekilerin hayret ve takdirlerini toplar.[36]
10- Muztarib:
Bir hadîsin metin veya senedi, çeşitli şekillerde rivayet edilir, içle­rinden birini diğerine tercih etmek de mümkün olmazsa buna “muztarib” denir.
Eğer birisini diğerine tercih etmek mümkün olursa tercih edilen “mahfuz” veya “ma'rûf”, bırakılan ise “şâzz” veya “münker” adını alır. Iztırab daha çok isnadda bazan da metinde bulunur. İsnad bakımından muztarib olan hadîse Örnek:
“Herhangi biriniz namaza durduğunda karşısında sütre olacak bir şey bulundursun. Bir şey bulamazsa -hiç değilse- bir değnek diksin. Onu da bulamazsa bir çizgi çeksin, bunu yaptıktan sonra, önünden geçen ona zarar vermez.”
Bu hadîsi Ebû Dâvûd ve İbn Mâce, sünenlerinde rivayet ediyorlar. Senedinde adı geçen İsmâîl b. Ümeyye'nin üstadının ismi belli olmadığı gibi bunun pederi veya dedesi denen Hureys'in de kim olduğu anlaşıla­mıyor. İbn Mâce Hureys b. Süleym diyor. Başka rivayetlerde, Hureys b. Süleyman, Hureys b. Ammâr olarak, geçiyor.[37]
“Beni, Hûd süresiyle benzerleri kocalttı.” Hadî­sini de kimi mürsel, kimi mavsûl olarak rivayet ediyor. Bazılarına göre Ebû Bekir, bazılarınca Sa'd b. Ebî Vakkaas, bir kısmına göre de Âişe hadîsi olarak ileri sürülüyor.[38]
Muallel hadîs bahsinde geçen “namazda besmele” ile ilgili hadîs aynı zamanda metin bakımından muztarib hadîse örnektir.
11- Şâzz:
Bunun tarifinde görüş ayrılıkları vardır. Fakat çoğunluğun kabul et­tiği tarif şudur: Makbul olan bir râvînîn, kendisinden daha makbul birine aykırı olarak rivayet ettiği hadîstir.
Bu aykırılık senedde ve metinde olabilir. Bu durumda daha kuvvetli olanın rivayeti “mahfuz” adını alır.
Örnek:
“Teşrîk günleri yiyip içme günleridir.”
Bu hadîs bütün yollardan böyle rivayet edilmiş, olduğu halde, Mûsâ b. Ali b. Rebâh, babasından, o da Ukbe b. Âmir'den “Arafe ve teşrik günleri...” diye rivayet etmiştir. Bu ilaveli rivayet şâzz'dır.[39]
Abdulvahid b.  Ziyâd A'meş'ten,  Ebû Sâlih'ten ve  Ebû Hüreyre'den (senediyle gelen): “Herhangi biriniz sabah namazının iki rek'at (sünnetini) kılınca sağ yanı üzerine yatsın.” Hadîsi burada merfû ve kavlî (Rasûl-i Ekrem'in ifa­desi) olarak rivayet edilmiştir. Halbuki Beyhakî'nin ifadesine göre Abdul­vahid bu rivâyetiyle bir çok sika râvîye muhalefet etmiştir. Çünkü onlar hadîsi “Peygamber Efendimiz böyle yapardı” şeklinde -fi'lî olarak- rivayet etmişlerdir.[40]
Not: Zayıf hadîs çeşitleriyle ilgili örneklerden ve açıklamalardan anlaşılacağı üzre bazı hadîsler, bir yoldan zayıf olduğu halde başka yol veya yollardan sahîh olabilmektedir. Bu sebeple zayıf bir hadîs rivayet edilirken: “Bu hadîs zayıftır” diyecek yerde: “Bu hadîs, şu isnad ile za­yıftır.” demek gerekir. Ancak bu konuda mahir hadîsçiler “Bu hadîs hiç bir sahîh yoldan rivayet edilmemiştir.” der veya zayıflığının sebep ve durumunu açıklarlarsa hüküm değişir ve o zaman: “Bu hadîs zayıftır.” denebilir.[41]

Sahîh, Hasen Ve Zayıf Arasında Ortak Terimler


Bunları, birbirine yakınlıkları ve aralarındaki münâsebetlere göre gruplar halinde ele alacağız.[42]

Birinci Grup (Müsned, Muttasıl, Merfû, Mevkuf ve Maktu')


I- Müsned:


Bununla ilgili üç tarif verilmiştir:
A- Hâkim'e göre: “Rasûl-i Ekrem'e varıncaya kadar senedinde hiç­bir atlama bulunmayan hadîstir. (Bu tarife göre müsnedle merfû aynı mâ­naya gelir.)
B- Hatîb Bağdâdî'ye göre: “İlk kaynağına kadar hiçbir atlama olma­yan hadîstir. (İlk kaynak Rasûhıllah ise “merfû”, sahâbî ise “mevkûf”, tabiî ise “maktu'” ile aynı mânada olur.)
C- İbn-Abdi'1-Berr'e göre: Muttasıl olsun olmasın Rasûl-i Ek­rem'den rivayet edilen hadîstir. (Bu tarife göre ise müsned daha geniş bir terimdir.).[43]
Müsnedle eş manalı olan hadîs terimlerinde bunların örnekleri veri­lecektir.[44]

II- Muttasıl:


İlk kaynağına varıncaya kadar senedinde hiç atlama bulunmayan hadîstir. (Bu da ilk kaynağına göre ya merfû ya mevkuf veya maktû' terimiyle eş manalıdır). Muttasıla, mevsûl adı da verilir.[45]

III- Merfû':


Senedinde atlama (inkıta') olsun olmasın doğrudan doğruya Rasûl-i Ekrem'e (s.a.) nisbet edilen (O'na ait olarak  nakledilen) hadîstir. Bu nisbet ya açıkça (tasrîhen) yahut hükmen olur.
İkisi de ya söz (kavl), ya iş (fiil), ya da kabul  (takrir)  şeklindedir; örnekler:
A- Tasrîhan Merfû':
1- Açık söz hâlinde merfû:
“Ümm-i Seleme'den (r.a.): Rasûl-i Ekrem (s.a.) şöyle buyurdu:
“Ben ancak bir beşerim. Siz dâva için bana başvuruyorsunuz. Belki biriniz diğe­rinden daha açık ve güzel bir şekilde delilini ileri sürer de ben de ondan duyduğuma göre lehine hükmederim. Kime (din) kardeşinin hakkı olan bir şeyi hükmedersem asla onu almasın; zira ona, ancak bir parça ateş vermiş olurum.”[46]
2- Açık fiil hâlinde merfû':
İbn Abbâs'tan  (r.a.): Rasûl-i Ekrem (s.a.) bir yemin ve bir şahidle hükmetti.[47]
3- Açık takrir halinde merfû':
Câbir'den:
“Kur'ân-ı Kerîm inmekte iken biz azl yapardık. (Çocuk olmaması için erlik suyunu dışarı akıtırdık). Bu durum Rasûl-i Ekrem'e ulaştı fakat o bizi -bundan- menetmedi.” [48]
B- Hükmen Merfû':
Açıkça “Rasûlullah dedi veya yaptı yahut da kabul etti” denilmediği halde, haberin ifâde ettiği bilgiye bakılarak Rasûlullah'a ait olduğuna hükmedilen hadisler de üç nevidir:
1- Hükmen merfû' söz: Ehl-i kitaptan öğrenmek suretiyle İsrâil hikâyeleri nakletmek âdeti olmayan bir sahâbînin; geçmiş peygamberlerin zamanlarına, gelecek zamanlara, yapılmasında sevap, veya günah bulu­nan hususlara dair bir şey haber vermesidir. Çünkü bu gibi haberler muha­keme ve ictihad yoluyle elde edilecek bilgilere dayanamaz. Ya İsrâiliyyâttan alınmış yahut da Peyğamberimiz'den (s.a.) duyulmuş olabilir. Birin­cisi olmadığına göre -çünkü sahâbînin böyle bir âdeti bulunmaması şart­tır- bu haberi de merfû (peygamber Efendimiz'e ait) saymak gereklidir. Fakat bu “ait oluş” birincisi kadar açık olmadığı için “hükmen” denmiştir.
2- Hükmen merfû fiil: Meselâ Hz. Alî'nin küsûf (güneş tutulması) namazında ikiden fazla rükû' yapmasıdır. Çünkü ibâdet şekilleri de ictihadla tesbit edilemez. Rasûlullah'tan alınması zarurî olduğundan, bir sahâbîde böyle fiil görülünce Rasûlullah'tan aldığına hükmolunur.[49]
3- Hükmen merfû' takrir:  “Biz Rasûl-i  Ekrem zamanında  şöyle yapardık.” veya “Filân şey sünnettir.” gibi sahâbî sözleri de buna örnektir.[50]

IV- Mevkuf:


Ashâb-ı kirâm'dan nakledilen, onlara ait söz, iş ve takrirdir. Bu da muttasıl veya munkatı' olabilir.
Horasan fakihleri  (bu ekole mensup İslâm hukukçuları)  mevkufa eser (çoğulu asar =), merfû'a da haber (çoğulu ahbâr) derler.
Muhaddislere göre ise bunların hepsine eser adı verilebilir. Çünkü bu kelime “rivayet etmek” anlamına da gelir.
Hz. Âişe (r.a.) şöyle buyurur :
“Önemsiz bir şey sebebiyle el kesil­mezdi.”
Bu rivayet muhaddislerin çoğunluğuna göre “mevkuf” a örnektir.[51]

V- Maktu':


Tâbi'lere ait olmak üzre nakledilen söz ve işlerdir.
İmam Şafiî ve Tabarânî bu terimi “munkati'“ yerinde kullanmış­lardır.
Ebû-Hafs b. Bedri'1-Mevsılî mevkuf ve maktu rivayetleri toplayan “Ma'rifetü'l-vukûf alâ'l-mevkûf” adlı bir eser yazmıştır.
Meşhur Taberî tefsirinde bu iki çeşit rivayete bol miktarda raslanır.
Not: Mevkuf sahabe, maktu da tâbiûn içtihadına müstenid söz ve dav­ranışlar olmasına rağmen bunların hadîsler içinde mütâlâa edilmesi, bu nesiller hakkında Rasûlullah’ın (s.a.) öğücü sözleri sebebiyle olmuştur.[52]

İkinci Grup (Muan'an, Müen'en, Muallak)


VI- Muan'an:


Senedindeki isimlerden önce “den ve dan” karşılığı olan “An” kelimesi kullanılan rivayetlerdir.
Müslim'in Sahîh'inden bir örnek:
Bize Kuteybe b. Saîd haber verdi, (Saîd der ki) bize Leys haber ver­di, o, Saîd b. Ebî-Saîd'den, o, Abdullah b. Ebî Katâde'den, o, Ebû Katâde'den, (Abdullah, babası Katâde'yi, Rasûl-i Ekrem'den şunu naklen haber verirken duyduğunu rivayet eder): “Rasûlullah (s.a.) içlerinde ayağa kalkarak şunu söyledi:
“Allah yolunda cihad ve Allah'a îman işlerin en üstünüdür...” [53]
Bu şekilde rivayet edilen kadîsi “mürsel” sayan pek az kimseye kar­şılık muhaddis, fakîh ve usulcülerin çoğu şu şartlarla muttasıl kabul et­mişlerdir:
1- An ile rivayet eden (muan'in) râvî tedlisçi olmayacak.
2- Rivayet edenle ettiği kimsenin buluşmuş ve  görüşmüş  olması ihtimali mevcut bulunacak.
İmam Müslim yalnız görüşme imkânlarının bulunması şartiyle ye­tinmekte fakat Buhârî görüşmüş olduklarının bilinmesini şart koşmak­tadır. Bu arada başka şartlar ileri sürenler de vardır.[54]

VII- Müennen:


Bundan önceki hadîs çeşidinin senedinde “an” kullanılmıştı. Bir de senedinde Enne veya “inne” kullanılan hadîsler vardır ki bunlara müennen, müen'en yahut mü'ne'en adı verilir.[55]
Ahmed b. Hanbel, başka bir yoldan semâ (işitme) bilinmedikçe mü­en'en hadîs munkatı' sayılır demiştir. Buna karşı muhaddislerin çoğu bunu da, yukarda geçen şartlarla birlikte muan'an hadis gibi kabul et­mişlerdir.
Müslim'in, Harmele b. Yahya, İbn Vehb, Yûnus... yolundan rivayet ettiği bir hadîs buna örnektir ki senedin geri kalan kısmı şöyledir:
Îbn-Şihâb'dan, der ki bana Îbnü'l-Müseyyib ve Ebû-Seleme b. Abdirrahman, Ebû Hüreyre'nin (r.a.) şöyle dediğini haber verdi:
Rasûl-i Ekrem (s.a.), kendisine, “yakın akrabalarını -gidişlerinin sonundan- korkut”[56] mealindeki âyet indirilince şöyle bu­yurdu:
“Ey Kureyş topluluğu, kendinizi Allah'tan satın alın (kurtarın), ben Allah karşısında size hiçbir fayda veremem...”[57]

VIII- Muallak:


Senedinin baş tarafından birbiri peşine bir kaç râvî -veya tek râvî- yi atlayarak, onların üst tarafında kalan râvîden cezm siyğasıyle rivayet edilen hadîstir.
“Cezm sıygası” (Kâle = dedi), (feale = işledi, yaptı), (Emera = em­retti), (Revâ = rivayet etti) gibi sözlerdir. Bunlar; ta'lîk yoluyle rivayet eden kimsenin, bu hadîsin rivayet ettiği şahsa ait olduğunda şüphesi olmadığını gösterir.
Bütün sened kaldırılarak “Rasûlullah buyurdu” veya “Îbn Abbâs dedi...” şeklinde rivayet edilen hadîslere de muallak denir. Nitekim Bu­hârî muhtasarı “Tecrîd” in yazarı, burada naklettiği hadîsleri -senedlerini atarak- doğrudan doğruya Ashâb'dan nakletmekle ta'lîk yapmış­tır.[58]
Ta'lîk bir kusur olmakla beraber bunu yapan (Meselâ İmam Buhârî gibi) güvenilir bir zât ise ve kullandığı tâbir de cezm ifade ediyorsa hadîs sahîh kabul edilebilir. Buhârî'nin Sahîh'inde 1340 kadar muallak rivayet vardır.
Büyük muhaddislerin de kullandığı bu rivayet tarzının sebebi üze­rinde çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Bu görüş ve açıklamalar -çok kere- ileri sürenleri de tatmin edememiş olmalı ki “bunu yapanların herhalde iyi bir maksadları vardır” demekten kendilerini alamamışlar­dır.[59]
Kıymetli araştırıcı M. Fuad Sezgin'in, “Buhârî'nin Kaynakları” adlı kitabında ileri sürdüğü görüş ilgi çekicidir. Buna göre bilhassa Buhâ­rî'nin, taliklerinde kendinden önce meydana gelmiş geniş yazılı kay­naklardan faydalandığı ve “vicâde” yoluyle elde ettiği hadîslerde, mual­lak tarifinin içine giren rivayet şekillerini kullandığı anlaşılmaktadır.[60]

Üçüncü Grup (Ferd Ve Garîb)


Bazıları bu iki terimin aynı mânada olduğunu sanmışlarsa da mu­haddislerin çoğuna göre aralarında fark vardır:
IX- Ferd: Hadîsi sahâbîden yalnız bir tabiî rivayet ederse buna ferd veya “mutlak ferd” adı verilir.
Örnek:
“İman yetmiş küsur bölümdür. Haya da imandan bir bölümdür.”[61]
Bu hadîsi Ebû-Hüreyre'den yalnız Ebû-Sâlih, ondan da yalnız Abdul­lah b. Dinar rivayet etmiştir.
X- Garîb (Buna nisbî ferd de denir.): Yalnız bir senede göre ferd olan hadîstir. Meselâ bir hadîsi İbn Ömer'den Nâfi' ondan da Mâlik ri­vayet etmiş olur. Bundan sonra birçok râvî, Mâlik'e uğramaksızın doğru­dan doğruya Nafî'den rivayet ettikleri halde yalnız bir râvî Mâlik yoluyla Nâfi'den rivayet ederse hadîs “ğarîb” olmuş olur.
Bu hadîs başka yollardan meşhur bile olabileceği için buna “nisbî ferd veya ğarîb” adı veriliyor.[62]
Bir hadîsi yalnız bir şehir ehâlisi veya bir şehir ehâlisinden yalnız başka bir şehir ehâîisi rivayet etmiş olursa buna da “ğarîb” denir.
Tavzih yazarına göre Tirmizî'nin “ğarîb” lerinin çoğu bunun örne­ğidir.
Bir şehir sâkinlerinin bir şahıstan rivayet etmekte teferrüd ettikleri (yalnız kaldıkları) hadîse bir Örnek:
“Kadılar (hâkimler) üç kısımdır; bunların ikisi ateşte birisi cennette­dir: İkisinden birincisi bildiği halde haksız hükmeden kadıdır. İkincisi bilmediği halde haksız hükmeden kadıdır. Cennette olan tekine gelince: O da hak üzre hükmeden kadıdır.”[63]
Bu hadîsi Abdullah b. Büreyde'den -O da babasından- yalnız Merv ehâlisi rivayet etmiştir.[64]

Dördüncü Grup (İ'tibâr, Mütâbeât Ve Şevâhid)


XI- İ'tibâr: Bir hadîse ferd diyebilmek için onun başka yollardan ve çeşitli râvîler tarafından rivayet edilmemiş olmasının gerektiğini gör­dük. Böyle ferd sanılan bir hadîsin başka yollardan rivayet edilip edil­mediğini öğrenmek üzre hadîs câmi'lerinden (hadîsleri bablara göre top­layan eserlerden) ve diğer hadîs kitaplarından araştırma yapmaya i'ti­bâr denir.
XII- Bu araştırma sonunda hadîsin başka bir râvî tarafından daha rivayet edilmiş olduğu öğrenilirse hadîs ferd olmaktan kurtulur ve “mütâba' adını alır. Bu başka râvîye mütâbi', onun rivayet ettiği hadîse de “tâbi” denir.
Üzerinde araştırma yaptığımız tek râvîli hadîsi diğer râvî de onun üstadından rivayet etmişse bu duruma tam uygunluk adı verilir. Daha yukardaki şeyhlerden rivayet etmişse “kasır ve nakıs mütâbaat” olur.
XIII- İ'tibâr sonunda hadîsin mütâbi'i (veya tâbi'i) bulunamazsa bu sefer aynı mânada diğer bir hadîsin -başka bir yoldan- rivayet edil­miş olup olmadığı araştırılır. Böyle bir hadîs bulunursa buna da “şâhid” denir.
Örnek;
İmam Şafiî, İmam Mâlik'ten, O Abdullah b. Dinar'dan,  O da İbn Ömer (r.a.) dan şu hadîsi rivayet ediyor:
“Ay yirmi dokuz gündür. Hilâli görmedikçe oruç tutmayınız. Hilâli gör­medikçe bayram etmeyiniz. Eğer ufkunuz bulutlanmış olursa sayıyı otu­za tamamlayınız.”[65]
Bazı kimseler hadîsin son cümlesini İmam Mâlik'ten yalnız İmam Şa­fiî'nin rivayet ettiğini sanmışlardır. Çünkü Mâlik'ten aynı hadîsin diğer râvîleri son cümleyi şöyle naklederler:
“Eğer ufku­nuz bulutlanmış olursa hisap ve takdir ediniz.”
Fakat Buhârî'de bu hadîs, Abdullah b. Mesleme tarafından (ki bu Şafiî'nin akranıdır) yine İmâm Mâlik'ten aynı isnâd ve sözlerle rivayet edilmiş olduğundan hadîs ferd olmaktan kurtulmuştur. Bu mütâbaat tamdır. Çünkü İbn Mesleme de Şafiî'nin şeyhinden rivayet ediyor.
Müslim'de “otuz gün olarak hesap ediniz.”[66] şeklinde bir tâbi daha vardır. Ancak bu mütâbaat Şafiî'nin şeyhinden olmayıp daha yukarda sahâbîden olduğu için “kâsıra” dır.
Başka bir yoldan aynı metin Nesâî'de de rivayet edilmiştir. Sened ay­rı, metin aynı olduğundan bu sözlü şâhid (şâhid bil-lafz) a örnek olur.
Yine Buhârî'de -başka bir senedle- şöyle bir rivayet vardır:
“Eğer ay bulut parçası arkasında saklanmış olursa Şa'bân'ın sayısını otuza tamamlayınız.” [67]
Burada metin, söz bakımından farklı, anlam bakı­mından aynı olduğu için bu da ma'nâ yönünden şahide (şâhid bi'1-manâ'ya) bir örnek olur.[68]

Beşinci Grup (Aziz, Meşhur, Müstefîz)


XIV- Azîz:
Zührî, Katâde gibi hadîsleri toplanan tabiî muhaddislerden, en az iki râvînin rivayet ettiği hadîstir.
İki veya üç râvî diyen, daima ikişer râvî tarafından rivayet edilen diye tarif edenler olmuşsa da yukarıya aldığımız İbn Hacer'in tarifi, ör­neklere uyan tek tariftir.
Örnek:
“Ben kendisine çocuğundan, ebeveyninden ve bütün insanlardan daha sevgili olmadıkça hiç biriniz –hakkıyle- iman etmiş olmaz.”[69]
Bu hadîs-i şerifi Enes (r.a.) den Katâde ve Abdülazîz, Katâde'den Şu'be ve Saîd, Abdülazîz'den İsmâîl b. Uleyye ve Abdülvâris... rivayet etmiştir.[70]
XV- Meşhur:
Tevatür derecesine varamayan ve her nesilde râvîsi ikiden aşağıya düşmeyen hadîstir.[71]
XVI- Müstefîz:
Bazılarına göre meşhura müstefîz adı da verilir. Şu hale göre bu iki terim eş manalıdır (müteradif).
Fakat müstefîz için başka tarifler de verenler olmuştur. “Râvîsi üçten aşağıya düşmeyen meşhurdur.” şeklindeki tarif en iyisidir.
Meşhurun; sahîh olan ve olmayan, hadîsçilere göre meşhur olan, hu­kukçular veya halk dilinde meşhur olan. hepsi arasında meşhur olan diye çeşitleri tesbit edilmiştir. Yukardaki tarif –şüphesiz- hadîscilere göre meşhurun tarifidir.[72]
Birkaç örnek:
1) Hadîsçiler, bilginler ve halk arasında meşhur olan:
“Müslüman, dilinden ve elinden müslümanların selâmette olduğu kim­sedir, muhacir de Allah'ın haram kıldıklarını terkeden.”[73]
2) İslâm hukukçuları yanında meşhur olan:
Aynı çeşidin bir başka örneği:
“Allah indinde helâlin en sevimsizi -bir kimsenin eşini- boşamasıdır.”[74]
3) Fıkıh usûlü âlimlerince meşhur olan:
“Ümmetimden hatâ, unutma ve zorlandıkları için yaptıkları şeyin - hüküm ve günahı- kaldırılmıştır”[75]
Bir grup içine girmeyen fakat yine “sahîh, hasen ve zayıf” hadîsler için ortak olan diğer terimler:
XVII- Müselsel:
Râvilerin aynı sözü veya aynı hareketi yahut her ikisini birden kul­lanarak rivayet edegeldikleri hadîstir.
Saff sûresini okumak suretiyle meydana gelen sözlü müselsel: Abdullah b. Selâm'dan geldiğine göre der ki: Rasûlullah (s.a.) asha­bından bir gurup oturmuş konuşuyorduk.
“Hangi iş Allah rızasına daha yakındır bilsek yapardık?” dedik. Bunun üzerine Allah Teâlâ:
“Gökte ve yerde ne varsa Allah'ı tenzih ve tesbih eder; O azîz ve hakimdir. Ey iman edenler yapmadıklarınızı niçin söylersiniz?...”  âyetlerini indirdi.[76] Ab­dullah b. Selâm der ki:
“Rasûlullah  (s.a.)  bunu bize şöylece okudu...”.  Bu hadîs-i şerifi rivayet eden her râvî mezkûr sûreyi okumuş ve senedin her râvîsi şu ifadeyi kullanmıştır : “Filân bunu bana şöylece oku­du...” [77]
“Ey Muâz seni severim; her namazın peşinden şunu söyle: Allah'ım seni anmak, sana şükretmek ve güzel ibâdet etmek için bana yardım et.”
Bu hadîs-i şerifin her râvîsi diğerine : “seni severim.” ifadesini tek­rarlamıştır.[78]
Baştan sona kadar hem söz hem de iş ve hareket benzerliği içinde rivayet edilegelen “müselsel” hadîse örnek :
Enes'in (r.a.) dediğine göre Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur:
“Kul kadere; hayrına ve şerrine, tatlısına ve acısına inanmadıkça imanın tadını bulamaz.” Rasûl-i Ekrem (s.a.) bunu söyledikten sonra sakalını avucu içine almış ve:
“Kadere; hayrına ve şerrine, tatlısına ve acısına inandım” demiştir.[79]
Bu hadîs-i şerif de her râvînin sakalını avuçlaması ve aynı sözleri söylemesiyle rivayet edilegelmiştir.[80]
Aynı meslek mensuplarının rivayeti, hep aynı edâ (rivayet) şeklini kullanarak rivayet, tesadüfen râvîlerin isimleri veya vasıfları yahut kün­yelerinin aynı olması şekillerinde de müselsel hadîsler vardır.[81]
Müselsel rivayetin iki faydası vardır:
1- Râvîlerin zabt konusundaki dikkat ve titizliklerini gösterir.
2- Rasûl-i Ekrem (s.a.) e -iş ve sözünde- uyma imkânını sağlar.
XVIII, XIX- Muharref ve Musahhaf:
Arapçada sesli harf yoktur. Bunların yerini tutan hareke ise uzun zaman yazı dilinde kullanılmamıştır. Bazı harfler birbirinden ancak nok­talar yardımıyle ayrılabilir. Halbuki İslâm’ın ilk asırlarında bir zaman noktalama da ihmal edilmiştir. İşte bu yüzden, hadîsleri kulaktan değil de okuyarak alanlar bazı hareke ve nokta hatalarına düşmüşlerdir.
Asıl metne göre bir hadîsin harekesi değiştirilmek suretiyle yapılan hatalı rivayete “muharref”,  bu hatâ nokta veya harfte olursa buna da “musahhaf” denir. Bazıları her ikisine de “musahhaf” der.
Her ikisi de metinde, senedde, anlamada olabileceği gibi; bunlardan bazıları göz hatâsı, bazıları da kulak hatâsı olabilir. (Yanlış görme veya yanlış işitmeden ileri gelir.)
Senedde olana Örnek:
Îbn-Maîn,
“Kıyamet gününde -şüphesiz- hakları vereceksiniz. Öyle ki boynuzsuz koyunun öcü boynuzludan, kısas edilip alınacaktır.” hadîsinin [82] bir senedinde bulunan “İbn Mürâcim adındaki râvîyi “İbn Müzâhim” şekline sokmuştur. Bu bir tasniftir.[83]
Metinde olana örnek:
Zeyd b. Sabit (r.a.) in rivayet ettiği bir hadîs şöyledir:
“Rasûlullah (s.a.) mescidde hücre edindi.”
Bunu râvîlerden Abdullah b. Lehîa şöyle değiştirmiştir: “İhteceme = hacamat yaptırdı, kan aldırdı.” [84]
“Kim ramazanı tutar ve onun peşinden Şevval'in de altısını tutarsa...” hadîsinde de Ebû-Bekr es-Savlî (sitten) kelimesini şekline sokarak tashîf yapmıştır.
Bir senedde geçen Âsımu'l-Ahvel'in Vâsılu'l-Ahdeb şeklinde rivayeti kulak (işitme) hatâsıyle yapılan bir tashiftir.[85]
Böyle tahrif ve tashîf yapılan rivayetleri toplamak üzre başlıbaşına eserler yazılmıştır. Dârekutnî'nin “Kitâbu't-tashîf” i bunlardandır.
Câbir b. Abdillah'ın; “Ahzâb muharebesinde Übeyy pazı damarından vuruldu.” hadîsini Antere, (Übey) kelimesini (Ebî = ba­bam) şekline sokarak rivayet etmiştir. Bu tashîfle tahrifi birbirinden ayıranlara göre “muharrefe” e örnek olur.[86]


[1] Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 85
[2] Tedrîb, s. 373.
[3] Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 85
[4] Aynı eser, s. 375. Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 86
[5] Tedrîb, s. 89.
[6] Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 86
[7] Aynı eser, s. 103. Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 86
[8] Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 86-87
[9] Tedrîb, s. 94.
[10] Aynı eser, s. 94.
[11] Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 87
[12] Aynı eser, s. 104. Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 87
[13] Ulûmu'l-hadîs, s. 167.
[14] Tecrîd mukaddimesi, s. 329.
[15] Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 88
[16] el-Bâisü'l- hasis, s. 51.
[17] el-Bâisü'1-hasîs, s. 51.
[18] Aynı eser, s. 50.
[19] Aynı eser, aynı sayfa.
[20] Aynı eser, aynı sayfa.
[21] Tedrîbu'r-râvî, s. 140.
[22] Tedrîbu'r-râvî, s. 141.
[23] Bak. s. 134.
[24] Tedrîb, s. 121.
[25] Tecrîd mukaddimesi, s. 123.
[26] Tecrîd mukaddimesi, s. 122; Tedrîbu'r-râvî, s. 151.
[27] Bunların örnek ve açıklamaları için bakınız: Tecrîd mukaddimesi, s. 179, el-Bâisü'1-hasîs, s. 68; Tedrîb, s. 163
[28] Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 93
[29] el-Bâisü'l-hasîs, s. 67.
[30] Aynı konudaki Ahmed b. Hanbel'in kitabı, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi neşriyatı arasında basılmaktadır. Notlarla beraber neşre hazırlıyanlar: Dr. İsmail Cerrahoğlu, Dr. Talat Koçyiğit, 1. cilt, Ankara 1963. Diğer kitaplar için 26. sayfaya bakınız.                                                                         
[31] Tecrîd Mukaddimesi, s. 196.
[32] Bunların örnekleri için bak: el-Bâsiü'l-hasîs, s. 74-77, Tecrîd Mukaddi­mesi, s. 290.
[33] Kalb kelimesinin lügat mânası: Çevirmek, altını üstüne getirmek, demektir.
[34] Tecrîd tercemesi, 384. hadîs.
[35] Tecrîd Mukaddimesi, s. 299.
[36] Tedrîbu'r-râvî, s. 192.
[37] Tedrîb, s. 170.
[38] Aynı eser, s. 172.
[39] Tecrîd Mukaddimesi, s. 119.
[40] Aynı eser, s. 148.
[41] Aynı eser, s. 194. Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 88-98
[42] Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 99
[43] el-Bâisu'I-hasîs; s. 44.
[44] Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 99
[45] Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 99
[46] Buhârî, Müslim; Mişkât, c. II, s. 342. Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 100
[47] Müslim; Mişkât, c. II, s. 342.
[48] Müslim; Mişkât, c. II, s. 182.
[49] Tedrîb, s. 114.
[50] Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 99-101
[51] Tedrîb, s.  110. Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 101
[52] Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 101
[53] Müslim, c. III, s. 1501. Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 102
[54] Tedrîb, s. 132; Müslim (mukaddime)  s. 30. Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 102
[55] Tedrîb, s. 134.
[56] Şuarâ : 26/214. Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 103
[57] Müslim c. I, s. 192. Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 102-103
[58] Muallak şekilde rivayet etmeye “ta'lîk” denir.
[59] Buhârî'nin Kaynakları, s. 83-108; Tevzîhu'l-efkâr c. I, s. 141.
[60] Buhârî'nin Kaynakları, s. 93 ve devamı. Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 103-104
[61] Müslim, c. I s. 63. Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 105
[62] Bir de “ğaribu'l-hadîs” tâbiri vardır. Bundan maksad, hadîste geçen ve ancak çok iyi Arapça bilen mütehassıs kişilerin çözebileceği, zor anlaşılan kelime ve ifadelerdir (Bak. s. 26).
[63] Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 106
[64] S. es-Sâlih, Ulûmu’l-hadîs, s. 241; Tavzih c. II, s. 10. Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 105-106
[65] Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 107
[66] Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 108
[67] Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 108
[68] Örnekler için bak: Tecrîd mukaddimesi, s. 114; Tedrîb, s.154; Tavzih, c. II, s. 14. Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 107-108
[69] Müslim, c. I, s. 67. Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 109
[70] Tedrîb, s. 375.
[71] Mütevâtir hadis için 85. sayfaya bak.
[72] Meşhur hadîsleri toplamak gayesiyle kitaplar yazılmıştır. Hafız Sehâvî'nin (v. 902/1496) “el-Mekasıdu'l-hasene” si bunlardandır. Bu kitabı Abdurrahman b. Ali Temyîzu't-tayyib mine'l-habîs” adıyla özetlemiş, Beyrutlu El-hût da (v. 1276/ 1859) “Esne'l-metâlib...” inde mezkûr kitabı tashih ve tenkit etmiştir. Aclûnî'nin (v. 1162/1749) “Keşfü'1-hafâ...” sı da bu konuda toplu ve güzel bir eserdir. Bu kitaplar matbûdur.
[73] Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 110
[74] Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 110
[75] Tedrîb, s. 370. Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 110
[76] Saff: 61/1-2.
[77] Tavzih c. II, s. 414.
[78] Tavzih c. II s. 414.
[79] Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 111
[80] Aynı eser, c. II, s. 415.
[81] Tedrîb, s. 380.
[82] Müslim, c. IV, s. 1998.
[83] Tavzih, c. II, s. 420.
[84] Değişikliğe uğrayan kelimedir.
[85] Tedrîb, s. 385.
[86] Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 109-112