Bu Blog içinde Ara

13 Haziran 2012 Çarşamba

Munkatı' Hadîs:

Munkatı' Hadîs:


Munkatı, lügatta; kesik, kesilmiş, kopmuş demektir. Bu tabir ilk asırlarda, lügat manâsına uygun olarak, umumiyetle isnadı muttasıl olmayan hadisler için kullanılıyordu. Buna göre senedinin herhangi bir yerinde bir veya birden çok ravi düşerse veya müphem (kapalı) bir ravi zikredilirse bu hadise munkatı deniyordu
.[1] Önceleri Tabiînden sonra yaşamış bir şahsın sahabiden rivayet ettiği habere de munkatı diyorlardı.[2] Fakat hadislerle ilgili her durum için yeni terimler bulununca munkatı daha dar anlamda kullanılmaya başladı. Buna göre, senedinde sahabiden önce bir veya -peşipeşine olmamak şartıyla- iki ravinin zikredilmediği veya kapalı bir şekilde zikredildiği hadise "munkatı hadis" denir.[3]
Fuhaha ve muhaddislerin cumhurunca makbûl olan tarife göre, isnâdının herhangi bir yerinde kopukluk (inkıta) bulunan hadîstir. Bu tarife göre, mürsel, muallak, mu'dal rivâyetler de munkatı sayılır. Ancak, Nevevi'nin belirttiği üzere munkatı deyince, çoğunluk itibâriyle, sahâbeden rivâyette bulunan tâbiinden önceki kopukluklara munkatı denmektedir. İmam Mâlik'in İbnu Ömer'den rivâyeti gibi. Mâlûm olduğu üzere, İmam Mâlik etbauttâbiîn'dendir ve İbnu Ömer'le görüşmemiştir. [4]
Tariften anlaşıldığı üzere, bir hadise munkatı denilebilmesi için senedden, Sahabî hariç, yalnız bir ravinin düşmüş olması gerekir. Şayet iki veya daha fazla ravi düşmüş ise, bunların birbirini takip eden raviler olmaması lazımdır. Çünkü Sahabî atlanmışsa hadise mürsel; peşipeşine iki ravi atlanmışsa mu'dal denir.
Hakim Nîsaburî'den[5] itibaren "Racül", "Şeyh" gibi müphem lafızlarla zikredilen ravilerin yer aldığı isnadlar da munkatı sayılmıştır.[6] "Allahım, bütün işlerimde bana sebat vermeni dilerim" hadisi buna bir örnektir. Bu hadisin senedi şöyledir. Abdullah b. eş-Şihhir an Racüleyn an Şeddâd b. Evs an Rasûlüllâh Buradaki "iki adamın" kim oldukları belli değildir.[7] Eğer müphem isim bir başka rivayette tasrih edilmişse o takdirde hadis munkatı olmaktan kurtulur. Buna örnek, "...Sufyân es-Sevrî haddesenâ Dâvûd b. Ebî Hind haddesenâ Şeyhun an Ebî Hureyre" isnadıyla gelen, "Kişinin, acizlikle fısku fucûr arasında muhayyer kalacağı bir zaman gelecektir. Bu zamana yetişen kimse aczi fısk u fucûra tercih etsin" hadisidir. Bu hadisin munkatı sayılmamasının sebebi, müphem ravinin diğer bir rivayette Ebû Amr el-Cedelî olarak zikredilmesidir.[8]
Bilindiği üzere Peygamber Efendimizden nakledilen bir haberin muteber sayılabilmesi için, onu rivayet edenlerin güvenilir (sika) olmaları ve işitme, yazışma gibi geçerli bir metodla elde etmeleri asgarî şartlardır. Bu itibarla, munkatı hadis, raviler arasındaki kopukluk yüzünden zayıf kabul edilir; sahih bir isnadla desteklenmedikçe makbul sayılmaz.[9]
Bazılarının, Tâbiî'nden önceki râvinin düştüğü veya mübhem[10] bir ismin zikredildiği hadise munkatı dediğini de bilmeliyiz. Keza, bâzıları, Tâbiî veya Etbauttâbiî'den yapılan fiil, kavl nevinden rivâyetlere munkatı demiştir. Halbuki buna müteahhir ûlemânın maktu hadîs dediklerini daha önce belirtmiştik.
İnkıta bazan açıktır, kolayca anlaşılabilir, bazan hafidir, sadece ihtisâs sahipleri görebilir. Normalde bir başka vecihten ziyade bir iki isimle aynı hadisin gelmiş olmasıyla inkıta' anlaşılır.
Suyûtî, Müslim'in sahîh'inde on küsur hadiste inkıta' olduğunu fakat, hepsinin Müslim'de veya başkalarında farklı vecihlerden muttasıl olarak rivâyet edildiğini söyler ve hadîsleri teker teker gösterir. Suyûti'nin verdiği misâle göre: "Humeydu't-Tavîl, Ebu Râfi'den, O da Ebu Hureyre (radıyallahu anh)'den rivâyet ettiğine göre, Ebu Hüreyre Medine sokaklarının birinde Hz. Peygamberle karşılaşmıştı..." hadîsi munkatıdır. Doğrusu şöyledir: "Humeydu't-Tavîl, Bekru'l-Müsenî'den, Bekr Ebu Râfi'den, o da Ebu Hüreyre'den...". Önceki senette Bekr el-Müsenî düşmüştür. Ancak hadîs, doğru şekliyle, Kütüb-i Hamse'de, Ahmed İbnu Hanbel'le İbnu Ebî Şeybe'nin Müsned'lerinde gelmiştir.[11]
Böyle bir hadisin Rasulullah’a isnad edilmesi ile bir başkasına isnadı arasında hiç fark yoktur. Munkatı’ Hadis, Mürsel Hadisten daha zayıftır.[12]

İnkıta’ Türleri:


Munkatı’ hadisin senedindeki inkıta denilen ravi düşmesi veya kapalı geçmesi ik türlü olur[13]  :

1) Zahiri İnkıta’ (Açık Kesiklik):


Ravinin muasırı olmayan bir şeyhden rivayet ettiğini ifade etmesi. [14] 

2) Hafi İnkıta (Gizli Kesiklik):


Ravinin muasırı olduğu lakin görüşmediği; görüştüğü halde hadis almadığı bir şeyhten rivayet ettiğini ifade etmesi.
Ravinin görüşüp hadis rivayet ettiği bir şeyhten, işitmediği bir hadisi rivayet ediyor görünmesi de gizli kesiklik sebeplerindendir.
Meşhur muhaddis Abdu’r-Rezzak’ın şu rivayeti munkatı’ hadise güzel bir örnek teşkil eder:
“Süfyan-ı Sevri’den, o Ebu İshak’dan, o Zeyd b. Yusey’den, o da Huzeyfe’den rivayet etmiştir. Huzeyfe demiştir ki Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Hilafete Ebu Bekir’i geçirirseniz (iyi olur); çünkü o kuvvetli ve güvenilir biridir. Hiçbir koğucunun kınaması onu Allah yolundan alıkoymaz. Ali’yi geçirseniz (de olur); çünkü o, yol göstericidir, doğru yoldadır. Sizi de doğru yolda tutar.” 
Bu hadisin senedi ilk bakışta kesiksizdir. Lakin iyice tetkik eden hadis alimleri onun iki yerinde inkıta olduğunu tesbit etmişlerdir. Bunlardan birincisi, Abdu’r-Rezzak bu hadisi Süfyan (us-Sevri) den değil, en-Nu’man b. Ebi Şeybe’den duymuştur. İkincisi de Süfyanu’s-Sevri Ebu İshak’dan değil, Şureyk’den rivayet etmiştir. Böylece isnadın iki yerinde en-Nu’man b. Ebi Şeybe ile Şureyk atlanmıştır.
İsnadında ravi ismi kapalı geçen munkatı’ hadise misal:
Ebu A’la b. Abdullah b. eş-Şahir’den rivayet edilmiştir: O iki kişiden, (onlar) Şeddad b. Evs’ten rivayet etmişlerdir. Şeddad demiştir ki: Hz. Peygamber birimize namazında (dua ederek) şöyle demesini öğretti “Allah’ım! Senden işler (im) de sebat (etmeme yardımcı olmanı) diliyorum.”
Bu hadislerin senedinde de, görüldüğü gibi iki kişiden bahsedilmiş, ancak bu iki kişinin kim oldukları açıklanmamıştır. [15]

Munkatı’ Hadislerin Hükmü:


Munkatı’ hadis, isnadda ismi söylenmeyen veya kapalı bir şekilde geçen râvinin meçhulu’l-hâl oluşu; yani durumunun bilinmeyişi yüzünden zayıftır. Merdud denilen kabule layık görülmeyen hadislerdendir. Hüküm çıkarmada hiçbir şekilde esas olamaz. [16]    

C- Mu'dal Hadîs:


Senet zincirinde peşpeşe iki ve daha fazla ravinin düştüğü ve bu sebeple zayıf sayılan hadis. Arapça, "güçlük, kapalılık, kötü olmak" gibi anlamlara gelen “E’dale” fiilinin mef'ulü olup, hadis ıstılahında peşi sıra ravilerin düşmesiyle hadisin durumunun muğlak ve müphem bir hal almasını ifade eder.
Mu'dal hadis, munkatı hadisin bir türü olarak kabul edilmekle birlikte, mu'dal hadiste en az iki ravinin arka arkaya düşmesi şart olduğundan, munkatı hadisten ayrılmaktadır.[17] Buna göre her mu'dal munkatıdır; fakat her munkati mu'dal değildir. Mu'dal hadis, munkatı'dan daha kapalı ve daha zayıftır. Senedinde ittisal bulunmadığı için de zayıf sayılmıştır.
Tabiinin, Sahabe ve Rasûlullah (s.a.s)'ı zikretmeden rivayet ettiği hadis mu'dal'dır.[18]
Ayrıca Tabiinden mevkuf olarak yapılan merfu rivayetler de mu'dal'dır. Ravinin Tabiinden naklen (Rasûlullah dedi) şeklinde yaptığı rivayet buna bir örnektir.[19]
Muhaddisin senedi başından sonuna kadar hazfederek (atlayarak) Rasûlullah (s.a.s)'e isnad ettiği hadisler de mu'dal sayılmıştır. Ancak bu durumda mu'dal ile mu'allak aynı anlamdadır.[20]
Senedlerinden düşürülen raviler adalet, hıfz ve zapt yönünden tespit edilip yerlerine konmadıkça mu'dal hadislerin hiç bir geçerlilikleri yoktur.[21]
Mu'dal'da iki râvinin ard arda düşmüş olması gerekir. Araya fazla girerse iki yerde inkıtası olana munkatı denir. Mu'dal hadîse fukaha ve başkalarından mürsel diyen de olmuştur.
Mu’dal hadisler kavî ve ceyyid olan tariklerden destek görmedikçe kendileriyle amel edilemezler.
Nevevî, İmam Malik'in bir rivâyetini mu'dal'a örnek olarak kaydeder: "Malik der ki: Bana Ebu Hureyre (radıyallahu anh)'den ulaştığına göre Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurmuştur: "Güzelce yedirilmek ve giydirilmek kölelerin hakkıdır, yapamıyacakları iş de verilmemelidir". Hadîs mu'daldır, çünkü İmam Mâlik'le Ebu Hüreyre arasında iki râvî düşmüştür. Zira bu hadîsi, yine İmam Mâlik, Muvatta dışında "Muhammed İbnu Aclân'dan, o da babasından (Aclan), o da Ebu Hüreyre'den..." tarikiyle rivâyet etmiştir.
İbnu's-Salâh'ın Hâkim'den nakline göre, Tâbiîn'den birinin, muttasıl olarak rivâyet ettiği merfu bir hadîsi Etbauttâbiîn'den biri, maktu olarak yâni o Tâbiî'nin sözü olarak rivâyet edecek olsa bu rivâyet mu'dal'dır. Verilen misâle göre: "Kıyâmet günü, kişiye: "Sen şu şu işlemi yaptın!" denince "Ben öyle bir şey yapmadım" diye inkâra kalkar. Bunun üzerine ağzı mühürlenir de âzâları konuşmaya başlar" hadîsini A'meş, Şa'bî'den sanki onun sözü imiş gibi rivâyet etmiştir. Halbuki Şa'bî bu hadîsi merfû olarak rivâyet etmiştir. Nitekim hadîs, Fudayl İbnu Amr an Şa'bî an Enes an Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) tarîkiyle muttasıl ve merfu olarak rivâyet edilmiştir.
Mu'dal, munkatı ve mürsel hadîslerin çokça rivâyet edildiği eserler Saîd İbnu Mansûr'un (V.227/841) Sünen'i ile, İbnu Ebî'd-Dünya'nın (V. 281/893) te'lîfatıdır. [22]
İmam Malik’in Muvatta’ında “Beleğani” diyerek Rasulullah’dan (s.a.v.) rivayet ettiği hadisler de aradan tabii ve sahabi peşpeşe düştüğü için Mu’dal’dır. Muvatta’daki bu tür 61 hadisten 57’sinin başka tariklerden müsned olduğu tesbit edilmiştir. 4 tanesinin ise muttasıl senedi bulunamamıştır.[23]
“Amr b. Şuayb’dan rivayet edildiğine göre demiştir ki: “Uhut savaşında bir köle Hz. Peygamber’in maiiyetinde savaştı. Hz. Peygamber ona,
“Efendin savaşa girmene izin verdi mi?” diye sordu. Köle:
“Hayır vermedi” dedi. Hz. Peygamber:
“Eğer öldürülseydin (efendinin izni olmadığı halde savaşa gittiğin için) muhakkak cehenneme girerdin.” Bunun üzerine kölenin efendisi şöyle dedi:
“Onu azad ediyorum ya Rasulallah! O, artık hürdür.” O zaman Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Şimdi oldu. Artık savaşa (devam ede) bilirsin:” 
Bu hadisi Amr b. Şuayb sahabi ve tabii’yi atlayıp doğrudan Hz. Peygamber’den rivayet etmektedir. Bu duruma göre iki ravisi atlanmış olduğundan mu’dal kısmına dahil olmaktadır. [24]

Mu’dal Hadisin Hükmü:


Mu’dal, munkatı’dan daha zayıftır; çünkü munkatı’ hadisin isnadındaki inkıta bir ravinin atlanmasıyla olur. Halbuki mu’dal hadiste inkıta, peşpeşe iki ravinin atlanmasıyladır. Bu bakımdan mu’dal hadis de merduddur; hüküm çıkarmakta dayanak olamaz. [25]  

D) Muallak Hadîs:


İsnadın baş tarafından bir veya birbirini takip etmek üzere daha fazla ravisi hazfedilmiş (düşürülmüş) ve son hazfedilen râvinin şeyhine isnad edilmiş hadis. [26]
Senedinin baş tarafından bir veya birkaç ravi ya da müntehasına kadar senedin bütünüyle hazfolunduğu hadistir.
Şayet kopukluk senedin baş tarafında ise bu adı alır. Daha teknik olarak tarifi şöyledir: "Senedin başından (musannıf tarafından) bir veya daha fazla râvi düşmüşse veya mübhem bir râvi[27] yer almışsa bu rivâyete muallak denir". Kitâbında muallak hadîslerin çokluğu ile Buhârî şöhret yapmıştır. O'nun, meselâ: "Ömer İbnu Abdilazîz demiştir ki" veya "Ebu Hureyre (radıyallahu anh) Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'den şunu rivâyet etti..." demesi hadîsi ta'lîk'tir. Aradaki bir çok râviler atlandığı için hadîs muallak olur. İmam Mâlik'in Muvatta'da "Bana sika kişiden ulaştı ki..." diyerek sunduğu rivâyetler de muallâk'a girer. Bunlara Malik'in belâğ'ı veya cemî olarak belâğât'ı denir. [28]
Hadisin muallak sayılabilmesi için cezm siğasıyla kesinlik ifade eden "Hakâ, zekera, revâ, amera, feala, kâle" gibi lafızlarla rivayet edilmiş olması gerekmektedir. "Yuzkeru, yurvâ, yukâlu, yuhka" meçhul sigasıyla yapılan rivayetler, muallak hadis türü içerisinde değerlendirilmezler. Ancak bu şekil rivayetleri muallaktan sayan bazı alimler de vardır.[29]
Muallak hadis'te hazif, isnadın baş tarafından ve birbirini takip edecek şekildedir. İsnadın ortasında veya sonundaki hazıflardan dolayı hadis, muallak adını almaz. İsnaddaki atlamaların biribiri peşinden olmasından dolayı muallak ile mu'dal arasında bir benzerlik sözkonusudur. Ancak mu'dalda hazfın senedin baştarafında olması şart değildir. Ayrıca bazı âlimler muallak hadisi, senedinde müphem bir kişinin bulunması veya bir ravinin düşmesiyle ortaya çıkan munkatı hadisin bir türü olarak kabul etmek istemişlerdir. Müslim'in bazı ravilerinden bir kısmının müphem kimseler olduğunu göz önünde bulunduran Suyûtî onun bazı muallaklarının aslında munkatı olduğunu söylemiştir. Nevevî ise, bu tür hadisleri muallak kabul etmektedir.[30] Muallak hadisin sahihlik derecesi, isnadının muhaddisler tarafından bilinmesine bağlıdır. İsnadı bilinip gerekli şartları taşıyan muallak hadislerin sahih veya hasen olduğuna hükmedilebilir. Ancak isnaddaki şahıs isimlerini hazfetmek hadisi rivayet edenin tasarrufunda olduğu için, çoğu zaman hazfettiği raviler için "sıkattandır" (güvenilir kimselerdendir) demesi hadisin sahih olduğunu göstermez. Zira bir muhaddisin sıka (güvenilir) kabul ettiği raviyi başkaları cerh etmiş olabilir. Kimliği meçhul olduğu için de bu ravilerin durumunu araştırmak mümkün olmamaktadır. Dolayısıyla bu, hadiste bir za'f olarak kabul edilebilir. Muallak hadislerin sahih, hasen veya zayıf olarak tasnif edilmeleri, bu hadisleri rivayet eden muhaddislerin durumlarıyla yakından alâkalıdır.
Bu çerçevede değerlendirildiğinde, çok sayıda muallak rivayeti olan Buharî'nin hadisleri sahih rivayetler olarak kabul edilir. Sahih-i Buharî'deki muallak hadisler iki çeşittir. Muallak hadislerin bir kısmı kitabın başka yerinde mevsûl olarak geçtiğinden, tekrardan kaçınılarak senetten tasarruf yapılmak istenmiştir. Bir kısmı da sadece muallak olarak zikredilen hadislerdir. Buharî'deki muallak hadislerin sayısı yaklaşık olarak bin üçyüz kırk kadardır.[31] Buhari muallak hadisleri "Emera, feala, revâ, kâle" gibi cezm siğasıyla rivayet etmişse, bu zikredilen hadislerin ma'ruf olduğunu gösterir. Hadisin bu şekilde verilmesi, Buharî'nin, hadisi kendine izafe edilen ilk kimseden sahih bir şekilde geldiğini, aradaki hazfedilmiş ravilerin sıka ve güvenilir olduklarını kesin bir şekilde kabul ettiğini ortaya koyar. Hadisi, mevsûl değil de, muallak rivayet edişi, hadisin güvenilir, sağlam, sahih bir; hadis olduğunda şüphesi olmadığı içindir.[32] Bununla birlikte eğer hadis, "Yurvâ, yüzkeru" gibi mechul lafızlarla rivayet ediliyorsa, sened tartışılabilir niteliktedir anlamı çıkar.[33]
Ta’lik, ihtisar (kısaltma) maksadıyla yapılır. Son zamanlarda bilhassa halk için yazılan hadis kitaplarında sadece sahabi ravisi zikredilerek yapılan rivayetler hep Muallak’tırlar. Ancak bunların asıl kaynaklarda senetleri muttasıl olarak yer almış olduğundan, sıhhatlarından bir şey kaybetmezler.
Ta’lik, aslında bir rivayet kusurudur. Sahihayn’daki, özellikle Buhari’deki 1300 küsür ta’likin Buhari’ye göre sahih oldukları kabul edilmektedir.[34]
İsnadın bir kısmını söylemeden isnada dahil bir kimseden rivayete ta’lik adı verilir. Çoğulu ta’likat gelir. Sahih-i Buhari’de 1340 kadar muallak hadis bulunmaktadır. Bunlardan birer örnek görelim.
Merfu muallaka misal:
“İbn Abbas dedi ki: “Hz. Peygamber (s.a.v.) bir deve üstünde iken (Kabe’yi) tavaf etti.”
Mevkuf muallaka misal:
“Cabir b. Abdullah tek bir hadis için Abdullah b. Uneys’in yanına gitmek üzere bir aylık mesafeye yolculuk yaptı.”
Maktu’ muallaka misal:
“Mücahid dedi ki, (soru sormaktan) utanan ve kibirlenen kimseler ilim öğrenmezler.”
Buhari’nin Sahih’indeki ta’likleri iki grupta toplanır. Birincisi başka bir yerde mevsul olarak rivayet edilmiş olanlardır. İkincisi ise kesinlikle rivayeti belirten “Kale, emera, feale” gibi cezm sigası ile rivayet edilenlerdir. Buhari’nin bunları eserine alması aslının güvenilir sahih bir hadis olduğunu gösterir. Böyle bir hadisi delil olarak kullanmak isteyen bir alimin, hüküm çıkarmaya elverişli olup olmadığını anlamak için onun ravilerine ve senedinin durumuna bakması gerekir. [35]   

E- Müdelles Hadîs:


Râvisi tarafından bir kusuru gizlenerek ve bu kusurun bulunmadığını vehmettirecek şekilde rivâyet edilmiş hadîstir. Tedlîs'in lügattaki manâsı; satıcının sattığı malın ayıbını müşteriden gizlemesi demektir. Muhaddisler de tedlîs tâbirini bu manâdan almışlardır.
Muhaddislerin ıstılahına göre Tedlîs, senede dâhil olan bir râvinin ismini hadis isnadları ve isnadlardaki illetlere muttali olan hadis imamlarından başkalarına malum olamıyacak şekilde- düşürmek sûretiyle sanki o vâsıta olmaksızın sema'ın meydana gelişini -gerekli kılmasa da- vehmettiren bir lafız ile isnâdı sevketmeye denir ki; rivâyet kusurlarından biridir. Tedlîs'i yapan râviye "müdellis", ismi hazfedilen, düşürülen râviye "müdellesun anh", tedlîs ile rivâyet olunmuş hadîse "müdelles" denilmektedir.
Tedlîs, zayıf olan râvilerden sâdır olduğu gibi, sikâ olan ravilerden de meydana gelebilir.[36]  
Müdelles hadise misal:
“… Bize Ebu Avane anlattı. El-Ameş’ten, İbrahim et-Teymi’den, babasından, Ebu Zer’den rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Falanca cehennem’de “Ya Hannan, ya Mennan (yetiş)” diye bağırır.”
(Hadisi rivayetten sonra) Ebu Avane şöyle dedi: “el-A’meş’e “Bu hadisi İbrahim’den işittin mi?” diye sordum. “Hayır (işitmedim)” diye cevap verdi; Onu bana el-A’meş’den Hakim b. Cübeyir rivayet etti.”
Misal incelendiğinde görülür ki normal bir isnadla rivayet edilmiş gibidir. Oysa senedinde bulunan ravilerden el-A’meş, kendisine sorulduğu zaman onu İbrahim et-Teymi’den değil, Hakim b. Cübeyir’den aldığını söylemiştir. El-A’meş’in İbrahim et-Teymi’den almadığı bir hadisin isnadda ondan alınmış gibi görünmesi tedlistir. Bu hadis de isnadında tedlis yapılarak rivayet edildiğinden müdellestir.
“… Yahya şöyle derken işittim: “Hişam b. Urve babasından Hz. Aişe’nin şöyle söylediğini naklederdi: “Hz. Peygamber (s.a.v.) iki iş arasında muhayyer bırakılmadı. Eliyle bir şeye asla vurmadı.”
Yahya şöyle dedi: (Hişam’a) sorduğumda şunları söyledi: “Babamın Aişe’den naklen haber verdiğine göre o “Hz. Peygamber (s.a.v.) iki iş arasında muhayyer bırakılmadı.” dedi. Ben babamdan bundan başka bir şey duymadım. Geri kalan kısmı ondan işitmedim. O kısım ancak ez-Zühri’dendir. 
Bu hadis de manasından anlaşılacağı gibi iki kısımdır. Her iki kısım Hişam’ın babası, Urve İbnu’z-Zübeyr, Hz. Aişe’ye isnadla rivayet ettiği hadis olarak görünmektedir. Oysa ikinci kısım başkasından rivayet edildiği halde yine Hişam’ın babasından işiterek rivayet edilen bir hadis gibi gösterilmiştir. Böylece tedlis yapılmış, müdelles olmuştur. [37]  

Tedlis Çeşitleri:


1- Tedlîsü'l-İsnâd:


Râvinin muâsırı olup görüştüğü fakat hadîs almadığı veya muâsırı olduğu halde görüşmediği kimseden hadis işittiğini zannettirecek şekilde rivâyet ettiği hadistir. Bunun misâli Ali b. Haşrem'in şu sözüdür: Süfyan b. Uyeyne'nin yanında bulunuyorduk. Süfyân, "kâle'z-Zühriyyü hakeza": "Zühri şöyle söyledi." diyerek rivayete başladı. Ona, "Zührî'den bunu işittin mi?" diye sorulduğunda; "Hayır, bunu Zührî'den Ma'mer duymuş, bana da ondan duyan Abdurrezzak söyledi" demiştir.[38]
Gerçekten Süfyân, Zührî'nin muâsırı olup onunla görüşmüştür; fakat ondan hadîs almadığı için semâ'ı sâbit değildir. Süfyân, Abdurrezzak'tan; Abdurrezzâk, Mamer'den; o da Zührî'den hadîs almıştır. Buradaki tedlîs, Süfyân'ın iki şeyhini de atlayarak hadisi doğrudan Zührî'den duyduğunu zannettirecek bir tarzda rivâyet etmesidir.[39]
Tedlis'in en çirkini ve yalana yakın olan kısmı budur. Şu'be: "Tedlîs yapmaktansa, zina yapmak bence ehvendir ve tedlîs yalanın kardeşidir" demiştir. Şafiî, isnadda bir defa dahî tedlîs yaptığını bildiği kimsenin hadisini almazdı. Fakat bu mevzuda âlimlerin kanaati şudur: Tedlîs yaptığı söylenenlerin rivâyetinde semâ lafzını açık bir şekilde kullananların rivâyeti kabul edilir. Bunun aksine sözü mübhem ve tedlis ihtimâli mevcut olan râvî'nin rivâyeti reddedilir.[40]
Hâkim, bu tür tedlîs'in çok yapıldığı memleketlerle, rivâyetlerinde böylesi yalan bilinmeyen şehirler üzerinde bir araştırma yapmış; netîcede imâmları tedlîs yapmayan şehirler olarak: "Hicâz, Haremeyn, Mısır Avâlî (Medîne civârındaki köyler), Horasan, İsfahan, İran, Hûcistan ve Maverâun-nehîr halkını tesbit etmiş; en çok tedlîs yapan muhaddislerin de Kûfeliler ile Basralılar olduğunu söylemiştir. Bağdatlılardan ise Ebû Bekr Muhammed b. Süleymân el-Bağdâdî el-Vâsıtî'ye gelinceye kadar kimse tedlîs yapmamıştır. Oraya tedlîs'i ilk defa sokan bu zât olmuştur."[41]
Hadîsçiler arasında en ziyâde görülen şekli olup, yukarda belirtildiği gibi kişinin, karşılaştığı şeyhten işitmediği bir rivâyeti sanki işitmiş intibaını verecek bir tarzda "Falanca söyledi ki (Kâle fülanun...) veya "Fülandan... (an fülânin) veya "falanca demişti ki (Enne fülânen kâle) veya benzer bir tâbirle rivâyet eder. Hadîsin durumunu güzelleştirmek için senetten şeyhini iskat edebileceği gibi zayıf veya küçük olan şeyhin şeyhi vs. başkalarını da iskat edebilir. Bu ikinci durumda yani müdellis senetten çıkarılan râvinin muasırı değilse bu rivâyet, tedlîs değil irsâl-i celi veya ta'lik'dir.
Hâkim'in Ma'rifetu Ulumi'l Hadîs'te kaydettiği örneğe göre: "Ali İbnu Haşrem şöyle der: "Süfyan İbnu Uyeyne'nin yanındaydık. Süfyan: "Zührî dedi ki..." diyerek ondan bir hadîs rivâyet etti. Süfyan'a: "Bunu Zührî'den şahsen işittiniz mi? diye sorulunca şu cevabı verdi:"
- Hayır! Bunu Zührî'den Ma'mer işitmiş, ondan da Abdurrezzak işitmiş, ben de Abdurrazzek'tan işittim".
Aslında Süfyan ile Zührî muâsırdır ve görüşmüşler de. Ancak ondan hadîs almışlığı yok. Süfyan Abdurrezzak'tan, Abdurrezzak Mamer'den, o da Zührî'den hadîs almıştır. Burada, görüldüğü üzere Süfyan, iki şeyhini atlayarak hadîsi doğrudan Zührî'den rivâyet ederek tedlîste bulunmuştur.
Âlimler, tedlîsin en kötüsü olarak isnadda yapılan tedlîsi zikrederler. Çünkü, burada aldatma ihtimali kuvvetlidir. Şu'be'nin bu yüzden: "Tedlîs yapmak benim nazarımda zina yapmaktan daha büyük bir cürümdür" dediği rivâyet edilir.
İsnad'da yapılan tedlîs, ihticaca elverişli olmayan rivâyeti, elverişli hale soktuğu için, müdellis, bu davranışıyla sika bile olsa kendisini lekelemiş olmaktadır. Şu'be "tedlîs yalanın kardeşidir" der. Bu sebeple bir kısım muhaddis ve fukaha, müdellisi mecruh addetmiş, tek bir hadîste bile olsun tedlîs yaptığı takdirde ebediyyen terkedilmesi gerektiğine hükmetmiştir.
Ancak, mürsel hadîsle ameli câiz görenler müdellisin rivâyetini makbûl addetmişlerdir.
Ancak müdellis olmakla beraber hazfettiği (çıkardığı) rivâyetleri de sika olanların -ve mesela Süfyan İbnu Uyeyne'nin- müdelles rivâyetlerini, mürselle ihticâc etmeyi reddedenler de kabul etmektedir. İbnu Abdilberr hadîs imamlarının Süfyan İbnu Uyeyne'nin tedlîslerini kabûl etmekte ittifak ettiklerini belirtir. Çünkü Süfyan'ın müdellesleri İbnu Cüreyc, Ma'mer İbnu Râşid ve emsâli sikalardandır. Bu, tıpkı Tâbiîn'in büyükleri tarafından yapılan irsaller gibidir. Süfyan da yalnız sikattan irsal yapmış gibi olmaktadır.
Bir sika, sikadan ve gayr-ı sikadan rivâyet yapıyorsa, bunun semâyı ifade eden haddesenâ, ahbarenâ, semi'tu gibi sigalarla yaptıkları rivâyet kabûl edilmiştir. Nitekim Sahîheyn ve diğer mûteber kitaplarda A'meş, Katâde, Süfyan-ı Sevrî, Süfyan İbnu Üyeyne, Hüşeym, Velîd İbnu Müslim ve emsallerinden müdelles olarak yapılan çok sayıdaki rivâyet mevcuttur. Cumhura göre, tedlîs -makbûl olmasa da- haram da değildir. Râvi adl ve zâbıt olduktan semâını da başka rivâyet verileriyle söyledikten sonra onun müdelles rivayetinin de sıhhatine hükmetmekten başka çare yok.
Bazıları da şöyle demiştir: Müdellis zayıf râviyi gizlemek için tedlîs yapmışsa bu haramdır, râvi cerhedilir. Bu maksadla tedlîs yapmadı ise, bunda bir mahzûr yoktur.[42]

2- Tedlîsü't-Tesniye:


Râvinin, hadisini makbul ve sahîh göstermek için sened de bulunan -fakat kendi şeyhi olmayan- birini zayıf veya kendinden daha küçük olduğu için atlayarak, hadisi sadece sika raviler rivayet etmiş gibi göstermesine denir. Tedlis'in en kötü çeşidi, büyük ölçüde bir aldatma mevcut olduğu için, tesviye tedlisidir.[43]
Bazı münekkidler, Sahihayn râvilerinden tedlîs yaptığı söylenenlerin bu hareketine, mürsel-i hafî demenin daha uygun olacağı kanaatindedir. Bunlar tedlis ile mürsel-i hafi'yi çok hassâs bir şekilde birbirlerinden ayırırlar.
Buna göre tedlîs, mülâki olduğu bilinen kimseden rivâyet edenler hakkında kullanılır. Birbirinin muâsırı olup mülâki oldukları bilinmeyenler hakkında mürsel-i hafi tâbiri kullanılır.[44]
Hatîb el-Bağdâdî, müdelles ile mürseli şu sözleriyle birbirinden kesin olarak ayırmaktadır; "Râvi, hadisi tedlis yaptığı şeyhten işitmediğini söylerse durum açıkça anlaşılır ve bu sûretle hadîs müdelles olmaktan çıkarak mürsel olur. Mürsilin işitmediği bir kimseden işitmiş, görüşmediği bir şahıs ile de görüşmüş zannını uyandırmasıyla hadîs mürsel olmaz. Fakat anlattığımız tedlîs, müdellisin kimden tedlîs yaptığını açıklamadığı için, muhakkak ki mürsellik manâsını da taşımaktadır. Müdellesi mürselden ayıran taraf, ravinin hadis duymadığı kimseden duymuş gibi göstermesidir. Burada işini gevşek tutan müdellistir. Şu hâle göre bu tedlîsin mürsel manâsını ihtivâ etmesi gerekir. Mürsel hadis ise tedlîs manâsını ihtivâ etmez; zirâ mürsilini, duymadığı kimseyi duymuş gibi göstermesi gerekmez. İşte bunun içindir ki âlimler müdellisleri ayıpladıkları halde mürsilleri ayıplamazlar."[45]
Bütün çeşitleriyle müdelles hadisin, zayıf hadisler grubuna girmesinin sebebi gayet açıktır. Çünkü râvilerinin sika yani hadis rivâyet yönünden güvenilir oldukları sâbit değildir.[46]
Bir râvinin, karşılaşıp görüştüğü kimseden işitmediği bir şeyi veya muasırı olduğu halde karşılaşmadığı bir kimseden işitmiş gibi bir şey rivayet edecek olursa, bu rivâyete müdelles hadîs denir. Bu işi yapana müdellis, bu davranışa da tedlîs denir.
Tedlîs kelime olarak Deles: kökünden gelir, kararma, gölgelenme demektir. Tedlis satılan malın kusurunu müşterinin gözünden gizlemek, ayıbı örtmek mânâsına gelir. Istılah olarak, hadîsin senedinde yer alan bir râvinin ismini -hadis ilminin mütehassıslarından başkasının anlayamayacağı bir tarzda- iskat ederek, dinleyen üzerinde sema yoluyla almış intibâını verecek tarzda hadîsi rivayet etmesidir.
Kısacası, Istılah olarak tedlis, rivâyet edilen hadiste mevcut bir kusuru gizlemek için başvurulan bâzı hîlelerin müşterek adıdır. Tedlîs zayıflardan vâkî olduğu gibi bazı sikalar da yapmıştır.[47]
Râvi, rivâyetini makbûl ve sahîh göstermek için senette bulunan, şeyhi dışındaki bir kimseyi zayıf veya kendisinden küçük olduğu için rivâyet sırasında atlamasıdır. Böylece rivâyeti, sâdece sika râvilerden müteşekkil bir senedle rivâyet etmiş olur. Bu tedlîse teşviye tedlisi dendiği gibi güzelleştirme mânâsında tecvîd de denmiştir. Tecvîd tabirini daha çok kudema kullanmıştır. Tesniye tabirini de ilk defa İbnu'l-Kattân'ın kullandığı belirtilir.
Usûl kitaplarının kaydettiği misallerden biri şöyle: "Heysem İbnu Hârice der ki: Ben Velid İbnu Müslim'e: "Sen Evzâî'nin hadîslerini berbat ettin" dedim. "Nasıl?" diye sordu. Dedim ki: "Sen ani'l-Evzaî an Nâfi", keza "ani'l-Evzâî aniz-Zührî", keza "ani'l-Evzâî an Yahya İbnu Saîd" diyerek rivayet ediyorsun. Halbuki senden başkaları Evzâ'î ile Nafi'nin arasına Abdullah İbnu Âmir el-Eslemî'yi, Evzâî ile Zührî'nin arasına İbrahim İbnu Mürre'yi idhâl ediyorlar". Bunun üzerine: "Evzâ'î'yi ben, bu gibilerinden rivâyet edebilecek mertebeden yüksek gösteriyorum. Fena mı?" cevabını verdi. Ben de:
"Bu adamlar zayıflardan aldıkları ve Evzâ'î kendilerinden münker hadisler rivâyet ettiği halde sen o râvileri iskat ile o hadisleri Evzâî, sikattan rivayet etmiş gibi gösterirsen, Evzâî'nin kendisi için zaif denmez mi? dedim. Lakin o, sözüme hiç aldırmadı".
A'meş ile Süfyan-ı Sevrî'nin de ara sıra bunu yaptığını Hatîb nakletmektedir.
Her hal-u kârda bu tedlîs, tedlîslerin en kötüsüdür. Her çeşit ciddî aldatmalara açık bir rivâyet tarzıdır.[48]

3- Tedlîsu'ş-Şüyuh:


Râvinin, durumunu gizlemek istediği şeyhini hâiz olmadığı yüksek vasıflarla anması veya bilinen künyesinden başka bir isimle zikretmesidir. Meselâ râvi: "Haddesanâ el-Âllâmetü's-sebtü (Sağlam allâme bize haber verdi) veya "Haddesenâ'l-hâfızu'd-dâbitu" (Zabtı kuvvetli hâfız bize haber verdi) diyerek şeyhini kasteder.[49]
Muhaddis, rivâyetine dikkatleri çekmek için şeyhinin ma'ruf olan isim, künye, lakab, nisbet gibi evsafını kullanmayıp, herkesçe bilinmeyen bir vasfını kullanır. Verilen misal şöyle: Kıraat imamlarından Ebu Bekr İbnu Mücâhid: "Haddesena Abdullah İbnu ebi Abdillah" der. Ebu Abdillah'dan murâdı Sünen sahibi Ebu Davûd'un oğlu Hafız Ebu Bekr İbnu ebî Davûd'dur. Ama böyle bir rivayette Ebu Abdullah'la Ebu Bekr İbnu Ebi Davûd'un kastedildiği anlaşılamaz.
Râvi, bunu, şeyhi zayıf olduğu için hakkında: "Zayıflardan rivâyet ediyor" dedirtmemek için yapmışsa tedlîsu's-şüyuh'un en fenasıdır. Bazılarınca bu, râvi hakkında cerh sebebi ise de bazıları cerhi gerektirmeyeceği kanaatini izhâr etmiştir.
Râvi, bazan da; şeyhi yaşça kendisinden küçük olduğu için bunu gizlemek maksadıyla bu tarz tedlîse başvurur.
Râvi, bazan, meşâyihi miktarca fazla göstermek kasdıyla aynı şeyhin herkesce bilinmeyen isim, künye, lakab ve nisbetlerini zikreder.
Râvi, bazan da, ilim seyahatine gitmiş zannını uyandırmak için, "Bana falan kişi Haleb sokağında rivayet etti" der. Muhatabında Haleb'e gitmiş zannını uyandırır. Halbuki, bu, Kahire'deki bir sokağın ismidir. Keza: "Bana falanca Mâverâünnehr'de rivayet etti" der, nehir sözüyle kasteddiği Dicle'dir. Buna tedlîsü'l-bilâd dahi denmiş ise de tedlîsu'ş-Şuyûh'dan addedilmiştir.Bu çeşit davranışlara, çoğu kere latife yapmak arzusuyla başvurulmuştur.[50]

4- Tedlîsu'l-Atf:


Râvi bâzan: Haddesenâ fülan ve fülan diyerek iki ismi beraberce zikreder. Ama aslında ikinci râviden hadîs dinlememiştir. Buna tedlîsü'l-atf denmiştir.[51]

5- Tedlîsü's-Sükût:


Râvi, "Haddesena", "semi'tu" veya "haddesenî" dedikten sonra sükût eder ve bir miktar durduktan sonra bir isim söyler, mesela A'meş der. Aslında A'meş'den hadîs dinlememiştir, ama bu suretle dinlemiş zannını uyandırır. Buna da "tedlîsu's-Sükût" denmiştir.[52]

Tedlisin Hükmü:


Tedlis, muhaddisler tarafından şiddetle tenkid edilmiştir. Ancak şiddetli tenkidlerin daha çok isnad tedlisi üzerinde toplandığını belirtmek gerekir. İslam alimlerinin ittifaka yakın büyük çoğunluğu isnadında tedlis olan hadislerin reddi gerektiği görüşündedir. İmam Şafii “Tedlis, yalanın kardeşidir” demiştir.
Tedlis çeşitlerinden biri olan ravinin hadis rivayet ettiği şeyhini herkesçe bilinen isim ve künyesiyle değil, bilinmeyen bir isim veya künye ile zikretmesinden ibaret şuyuh tedlisi, hadis alimlerine göre mekruhtur. Aslında bir ravi, şeyhini bilinmeyen bir isimle söylemekle onu cehaletu’r-ravi (ravinin bilinmeyişi) gibi tenkit konusu altına sokmaktadır; çünkü bir muhaddis tanınmış isimden başka isimle söylenen şeyhin kim olduğunu kestiremezse hadisini terkeder. [53] 

2) Ravideki Cerhi Gerektiren Hallere Göre Zayıf Hadis Çeşitleri:


Metain-i aşere denilen ravileri tenkid noktalarından birinin veya bir kaçının bulunması sebebiyle zayıf kabul edilen hadisler on çeşittir. Bunlar: Mevzu, Metruk, Münker, Muallel, Müdrec, Maklub, Muztarib, Şâz, Musahhaf, Muharref. [54] 

A) Mevzu Hadis:


Rasulullah adına yalan uydurmak (kizb) ile cerhedilmiş ravinin rivayetine denir. Bu, aslında hadis değildir. Ona, Hadis diye uydurulmuş söz demek daha doğrudur. Buna hadis denmesi, onu uyduranların zannı ve iddiasına göredir. Bu konu, fevkalade önem arzettiği için, zayıf hadis çeşitlerinin sonunda ayrıca geniş olarak işleyeceğiz. Bu sebeple burada bu kadarla yetiniyoruz.[55]   

B) Metruk-Matruh Hadîs:


Vazgeçilmiş, terkedilmiş, kullanılmaz, yalancılıkla itham edilen râvilerin bilinen kurallara muhalif olarak rivayet ettikleri ve bu rivayetlerinde münferid (yalnız) kaldıkları hadis. Râvinin hadiste yalanı görülmemiş olsa bile, diğer konuşmalarında yalancılıkla tanınan, fasıklığı açık olan veya vehim ve gaflet sahibi bir kimse olması, rivayet ettiği hadisin metruk sayılması için yeterlidir.[56]
Şedîdü'z-za'f denen ittihâm bi'l-kizb, fuhş-i galat (kesretu'l galat, fartu'l-gatlet), gulâtu-ş-şîa ve hatta fısk gibi bir sebeple mecrûh olan râvinin tek başına rivâyet ettiği hadîse metrûk denir. İbnu Hacer: "Sadece Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) hakkında yalan ithamı değil, insanlarla konuşmasında yalan söylemesi de râvinin terki için yeterli bir sebeptir" der. [57]
Metruk hadise Matruh hadis de denir.[58]
İbni Hacer, metruk hadisi, cerh sebeplerinde ikinci sırada zikreder.[59] Suyütî, hadisinde muhalefeti bulunmayıp sadece kizb ile itham olunan, galatı, gaflet ve fıskıyla tanınan râvinin rivayet ettiği hadise metruk demektedir. İbn Hacer'in ise sadece kizb ile itham edilip teferrud eden raviyi metrûk saydığı[60] göz önünde bulundurulursa, İbn Hacer'in münker'in içerisinde değerlendirdiği hadisleri Suyutî'nin metruk hadislerden kabul ettiği anlaşılmaktadır.
Münekkidlerin, ravilerin cerhinde kullandıkları "metrukül-hadis" tabiri, hadisi terkedilen râvileri belirtmek için kullanılır. Bu tabir, yalan hadis uyduranlardan bir derece sonra gelir ve "muttehemun bil-kizb" ile aynı seviyede değerlendirilir.[61]
Metruk hadise misal olarak, Sadaka b. Musa ed-Dakîk'in; senediyle merfu olarak rivayet ettiği; "Ne bir hilekâr ne bir cimri ve ne de eli altında bulundurduklarına kötü muamele yapan hiçbir kimse Cennet'e giremeyecektir" hadisi gösterilir. Çünkü bu hadisi bu tarik ile Sadaka'dan başkası rivâyet etmemiştir. Ayrıca hem sadaka hem de şeyhi Ferkad b. Yakub, Za'f ile itham edilmiş kimselerdirler.[62]
Metruk hadislerin, rivayeti makbul olan ravilerin rivayetleriyle bir ilgisi yoktur; yani onlara benzer veya aykırı olmak gibi bir durum söz konusu değildir. [63]

Metruk Hadisin Hükmü:


Metruk hadisler çok zayıftır; hiçbir şekilde itibar edilemez. [64]

C) Münker Hadîs:


Zayıf bir ravinin sika (güvenilir) ravilere muhalif olarak rivayet ettiği ve bu rivayetiyle tek kaldığı hadis. "İki zayıf raviden daha zayıf olanın diğerine muhalif olan rivayetidir" diye de tarif edilmiştir.[65]
Hâfız Ebu Bekr Ahmed İbn Hârun el-Bedrici[66]'ye göre münker, râvinin rivayetiyle teferrüd ettiği (tek kaldığı) hadistir. Öyle ki bu hadisin metni, ne o ravinin rivayet ettiği yönden ne de bir başka yönden bilinir.[67] Ancak bu tarifte, ferd olmakla beraber sahih olan hadislere de münker vasfının ıtlak edildiği (verildiği) açıkça görülmektedir. İbnü's-Salâh ise, münkerle şazz arasında herhangi bir ayırım yapmamış; her ikisinin de aynı manaya geldiğini ileri sürerek münkeri de şazz'da olduğu gibi, iki kısımda mütâlaa etmiş; ancak ikinci kısımda şazz'dan farklı olarak, sika ve mutkın (sağlam) olmayan ravinin teferrüdünü şart koşmuştur.[68]
Münker, şazz'ın zıddıdır. Zira şazz'ın ravisi sika olduğu halde; münker'in ravisi sika olmayıp, zayıf bir kimsedir. Münker hadis, marufun mukabilidir. Çünkü münkerin ravisi, hıfz sahibi olmamakla beraber, maruf ve meşhur olana muhalefet etmektedir. Çünkü hıfz, böylesi zayıf ravilerin seviyesinden çok uzak bir zabt derecesidir. Luğat anlamı itibariyle de münker; "inkâr etti" veya "tanımadı" anlamında ism-i mef'ûldür. Muhaddisler de hussî ıstılahlarında kelimenin lügat anlamını dikkate almışlardır.[69]
İbnü's-Salâh'ın münker hadis tarifi bir çok hadisçinin münker hakkında ileri sürdüğü ve benimsediği bir tariftir. Ancak, İbnü's-Salâh'a göre, şazz'da olduğu gibi, münkerde de işi geniş tutmak gerekir. Çünkü şazz ve münker aynı şeydir. Buna göre münker iki kısma ayrılır. Birincisi (yani şâzz); güvenilir râvilerin rivayetine muhâlif olan ferd hadistir. Buna örnek olarak Mâlik İbn Enes'in, ez-Zührî yoluyla rivâyet ettiği, "Müslüman kâfire, kâfir de müslümana varis olamaz" hadisi gösterilir. Mâlik, bu hadisin isnâdını "an ez-Zühri an Ali İbn Hüseyin an Ömer İbn Osman an Üsâme İbn Zeydan Rasülullah (s.a.s.)" şeklinde vermiş ve Üsâme İbn Zeyd'den hadisi nakleden raviyi "Ömer İbn Osman" olarak zikretmiştir. Halbuki diğer güvenilir olan ve hadisi ez-Zühri'den rivayet eden kimseler, bu ismi "Amr İbn Osman" olarak zikretmişlerdir. Bu yönden Mâlik diğer güvenilir râvilere muhalefet etmiş ve ondan başka da bu hadisi bu isnadla rivayet eden olmadığı için hadis münker kabul edilmiştir.[70]
Münker hadise örnek olarak İbnü Ebi Hâtim'in, kıraat imamlarından Hamza İbn Habib ez-Zeyyâd'ın kardeşi Hubeyyib İbn Habib tarikiyle Ebu İshak'tan, onun el-Ayzâr İbn Hureys'ten, onun İbn Abbas'tan, İbn Abbâs'ın da Hz. Peygamber'den rivayet ettiği "Kim namazı kılar, zekâtı verir, hacceder, oruç tutar ve misafiri de ağırlarsa Cennet'e girer" hadisi zikredilir.
İbnü Ebi Hâtim der ki: "Bu hadis münkerdir. Çünkü diğer güvenilir raviler, söz konusu hadisi Ebu İshak'tan mevkuf olarak rivayet etmişlerdir. Ma'ruf olan (bilinen) da budur. Mevkuf hadis ise, Hz. Peygamber'e isnad edilmeyen ve Sahabi sözü olarak nakledilen haberlerdir.
Bundan anlaşılıyor ki, şâzz ile münker arasında tek yönlü umum husus vardır. Yani aralarında daha güvenilir râvilere muhâlefet olması bakımından birlik; şâzz râvisinin sika yahut sadûk (sözü doğru), münker râvisinin ise zayıf olması yönünden ayrılık vardır. Aralarında eşitlik olduğunu söyleyenler hataya düşmüşlerdir.[71]
Münker hadis, amel yönünden zayıf hadis grubuna dahildir.[72]
Münker de şâz gibi farklı tarifleri yapılmış bir ıstılahtır: Nevevî bunları kaydeder:
1- Ebu Bekr el-Berdîcî'ye göre münker: "Metni, râvisinden başka biri tarafından rivâyet edilmemiş olan hadîstir".
2- Bir çokları tarifi böyle mutlak bırakmış olmasına rağmen İbnu Salâh şu açıklamayı getirir: "Doğru olanı, aynen şâz'da olduğu gibi tafsîl etmektir. Münker de iki kısma ayrılır. Çünkü, bu da şâz mânâsında bir kelimedir."
a) Sikaların rivâyetlerine muhâlefet eden münferid rivâyettir. Şu misalde olduğu gibi: Hemmâm İbnu Yahya, an İbni Cüreyc, ani'z-Zührî, an Enes senediyle şu hadîsi rivâyet eder: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) helâya girince yüzüğünü çıkarırdı". Ebu Davûd hadîsi kaydettikten sonra: "Bu münker bir hadîstir. Zira bu hadîs, biraz farklı bir şekilde şu tarîkden biliniyor: an İbni Cüreyc, an Ziyâd İbni Sa'd, ani-z-Zührî, an Enes: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) gümüşten bir yüzük yaptırdı sonra onu çıkarıp attı".
Ebu Davûd der ki: "Hadîsteki vehim, Hemmâm'dan ileri gelmektedir. Bunu Hemmâm'dan başka rivâyet eden yok."
Hadîsi tahric eden Nesâî de şunu ilave eder: "Bu gayr-ı mahfûz bir hadîstir: "Hemmâm İbnu Yahya sika birisidir, sahîh rivâyet sahipleri kendisiyle ihticâc etmiştir. Fakat burada nâs'a muhalefet ederek İbnu Cüreyc'ten bu metni bu senetle rivâyet etmiştir. Halbuki nâs, İbnu Cüreyc'ten Ebu Dâvud'un işâret ettiği hadîsi rivâyet etmiştir. Bu sebeple hadîsin münker olduğuna hükmetti."
Râvileri, teferrüdündeki kusuru müsâmaha ile karşılamaya sevkedecek kadar güven verici ve itkân sahibi olmayan münkere gelince bunun örneği Nesâî ve İbnu Mâce'nin, Ebu Zükeyr Yahya İbnu Muhammed İbnu Kays'tan kaydettiği rivâyettir. Yahya, Hişâm İbnu Urve an Ebîhi, an Âişe tarikiyle merfû olarak geldiğine göre Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurmuştur: "Taze hurmayı, kurusuyla beraber yiyin. Zira Ademoğlu onu yeyince şeytan öfkelenir...". Nesâî der ki: "Bu münker bir hadîstir. Bunun rivâyetinde Ebu Zükeyr teferrüd etmiştir, sâlih bir şeyh'tir. Müslim kendisinden rivâyet kaydetmiştir, ancak, teferrüd ettiği hadîsi, hoş karşılanacak derecede sika değildir. Bilakis, imamlar, hakkında zayıf olduğunu belirten mutlak ifadeler kullanmıştır." İbnu Maîn: "Zayıftır" der. İbnu Hibban "Onunla ihticâc edilmez" der. Ukeyli: "Hadisiyle mütabaat bile yapılmaz" der. İbni Adiyy ondan dört tane münker rivâyet göstermiştir.[73]
Netice olarak İbnu Hacer el-Askalânî, bu iki tabir hakkında şunu söyler: "Şâz ve münker hadîsler, muhalefette müşterek iseler de, şâz, sika'nın veya sadûk'un rivayeti, münker de zayıfın rivâyeti olmak haysiyetiyle ayrılırlar". İbnu Hacer, ayrıca bunları eşit göreni gafletle itham eder.
Müteahhirûn, münker'in muhalefet ettiği mukabil rivâyete ma'ruf, şaz'ın muhalefet ettiği mukabil rivâyete de mahfuz demiştir.
Münker'in kullanılışıyla ilgili olarak şunu da bilmekte gerek var: Hadîs aslında zayıf olmadığı, bilakîs hasen olduğu halde: "Falan kimsenin rivâyet ettiği en münker hadîs şudur (enkeru mâ ravâhu fülânun)" denebilmektedir.
Mesela İbnu Adiyy der ki:
"Büreyd İbnu Abdillah İbni Ebî Bürde'nin en münker rivâyeti şudur: “Allah bir ümmetin hayrını murad etti mi, peygamberlerini onlardan önce kabzeder". Bu tarîk hasendir, râvileri de sikadır. Hadîsi bazı âlimler sihâh'larına almışlardır. Nitekim bu hadîs, Müslim'in Sahîh'inde mevcuttur. Şu halde bu ifâde, râviyi övme sadedinde kullanılmıştır. "Onun en münker rivâyeti bu ise, gerisini sen düşün" mânâsında takdîrkâr bir söz. [74]
Tirmizi, Anbese b. Abdurrahman ve Muhammed b. Zazan gibi iki zayıf ravi senedinde yer aldığı ve başka senedi de bulunmadığı için “Selam, kelamdan öncedir.” hadisi hakkında “Bu münker bir hadistir, onu sadece bu senedle biliyoruz” demektedir.
Senedinde tanınmayan bir kişi olan İbrahim b. Kudame el-Cumahi bulunduğu için “Nebi (s.a.v.) Cuma günü namaza çıkmazdan önce tırnaklarını keser, bıyıklarını kısaltırdı” anlamındaki hadis için Zehebi, “Bu, münker bir haberdir.” demiştir.[75] 
Ayrıca kesretü’l-ğalat, fartu’l-ğafle ve fısk gibi ta’n noktalarıyla tenkid edilmiş ravilerin rivayetlerine de münker denilmektedir.[76]

Münker Hadisin Hükmü:


Münker hadisler zayıftır, merduddur. Onunla değil, karşıtı olan ma’rufla amel edilebilir. [77]

D) Muallel Hadîsler:


Hatalı olarak ma'lul da denir. Hadîs, zâhiren sıhhatli gözüktüğü halde, herkes tarafından görülemeyen, ancak ihtisas, hıfz, keskin nüfuz ve sezgi sâhibi otoriteler tarafından keşfedilebilen sıhhati bozan bir kusur taşıyorsa buna muallel hadîs denir. Bu çeşit kusura da muhaddîsler illet demişlerdir. [78]
Görünürde sahih olmakla beraber, bu sıhhati yok edebilecek gizli bir illet taşıyan hadislere muallel veya ma’lul denir. Hadisin illetini bulan muhaddise muallil denir.
Mürsel veya munkatı hadisi mevsul olarak rivayet etmek, yahut bir hadisi bir başka hadis içine katmak, mevsul olanı mürsel, merfu’u mevkuf olarak rivayet, sika yerine zayıf ravi zikretmek gibi cerhe sebep olan hatalara vehim denilmektedir. Bu tür hatalarla rivayet edilmiş olan hadise de muallel denir.
Bu tür hadislerdeki illeti tesbit etmek, senedlerdeki ricali, metinlerdeki farklılıkları iyiden iyiye ve bütünüyle bilebilen çok nadir kişilerce yapılabilir. Zira vehim sika ravilerde de görülebilir.[79]  
Dış görünüşü bakımından sahihlik şartlarının tamamını taşıyan, ancak buna rağmen sıhhatini zedeleyen gizli bir kusuru bulunan hadis. Muallel arapça hastalık, sakatlık, sebep, maksat, gaye, niyet gibi anlamlara gelen "illet" kelimesinden türetilmiş olup, değişik ilim dallarında farklı ıstilâhî kullanımlara sahiptir.
Hadis ıstılâhında, sened ve metin yönünden hiç bir kusuru yokmuş gibi görünen bir takım hadislerin ancak hadis ilminde ihtisas ve görüş sahibi kimselerin keşfedebildikleri bir illete (hastalık, noksanlık) sahip olmaları durumunu belirtmek için kullanılmaktadır.
Bazı hadisçiler bu terimi "Ma'lûl" şeklinde kullanırlar. Ancak doğru olanı "â’le" fiilinin mef'ulu olan (mu'alle) şeklinde olanıdır. Muallel, "oyaladı, meşgul etti" anlamındaki "âlel" fiilinin mef'ulüdür. Yanlış bir kullanım olmakla birlikte, yerleşik olan tabir mualleldir. Buhârî, Tirmizi, Hâkim ve diğer mu'teber muhaddisler, "ma'lûl" şeklini benimsemişlerdir.
Muallel hadisleri tesbit etmek, onlardaki sakatlığı ortaya çıkarmak çok zor bir iştir. Hadis ilimleri içerisinde en kapalı ve en hassas olanı illet ilmidir. Hadis, gözden geçirildiği zaman kusursuz gibi görünür. Ancak, onun sıhhatine halel getiren ve anlaşılması fevkalade bir ilmî feraset, geniş bir hadis kültürü, ravileri hakkında eksiksiz bir bilgi ve senedlerle metinleri bir bütün olarak kavrayabilecek ve onların iç durumlarına nüfuz edebilecek kuvvetli bir melekeye ihtiyaç duyan bir illet bulunur.[80]
Hadislerdeki illeti anlamanın zorluğu ifade edilirken, onun hadis konusundaki teknik bilgilerle anlaşılmasının imkânsız gibi olduğu ve bunun ancak, kendilerini hadis ilimlerine hasretmiş bir takım seçkin hadis alimlerinin kalplerine Allah Teâlâ'nın bir ilhamı ile mümkün olabileceği söylenmiştir.[81] Bu öyle bir durumdur ki, çoğu zaman hadisin muallel olduğunu söyleyen alim, bunun hangi sebeplerden dolayı muallel olduğunu açıklamakta zorluk çeker.[82]
Hadislerdeki illetlerle uğraşan alimler bir nevi sarraflara benzetilirler. Nasıl ki sarraflar uzun uğraşılar neticesinde dirhemlerin sağlam ve kalbını bir bakışta anlama melekesini kazanırlar, bazı alimler de uzun eğitim, tartışma ve ihtisasın neticesinde, hadislerin bozuğunu, illetlisini sağlamından öylece ayırma melekesini elde ederler.[83]
Bu ilmin hadis ilimleri içerisinde hem zorluk hem de ehemmiyeti bakımından ayrı bir yeri olduğundan bu konuda söz söyleyebilmiş olan alimlerin sayısı oldukça azdır. Bunların başında, İmam Buharî'nin şeyhi Ali b. el-Medenî, Buharî, Ahmet b. Hanbel, Yakub b. Şeybe, Ebi Hatem er-Razi, Ebi Zur'a ve Darekutnî gelmektedir.[84]
İllet, çoğu zaman dış görünüşü itibarıyla sahih görünen isnadlarda bulunur. Münekkid, isnad tarikleri hakkındaki derin malumatı sayesinde ravinin, teferrudu, mevsul hadisi mürsel, merfu'u, mevkuf olarak göstermesi, başka sika ravilerin muhalefeti veya bir hadisin başka bir hadisle karışması gibi durumları sezerek, ya hadisin sıhhatini zedeleyen bir illetinin bulunduğuna zann-ı galible karar verir veya bunda tereddüt göstererek hadis hakkında kararsızlığını belirtir.[85]
Bir hadisin illetinin anlaşılabilmesi, o hadisin bütün rivayet tariklerinin bilinmesi ile mümkün olabilir. İbn Medenî, "bütün tarikler cemi edilmedikçe hata ortaya çıkmaz" demektedir. [86]
Hakim en-Neyseburî, muallel hadisi on kısma ayırmakta ve her birini örneklerle açıklamaktadır. Ancak hadislerin sıhhatlerini zedeleyen gizli sebepler çok daha fazladır.[87]
Bunlardan bazıları şunlardır:
Bir Medinelinin, başka bir şehirdeki raviden rivayet etmesi, zira Medineliler başkalarından rivayet ettiklerinde çoğunlukla hata ederler.
Bir ravinin, kendi şeyhinin adını söylememesi veya müphem bırakması.
Ravinin rivayet ettiği şahsı görmüş olmakla birlikte, ondan duymuş olduğu hadislerin belirli olmamasından dolayı vasıtasız rivayetlerinin, onları şeyhinden duymuş olmasının şüpheliliği hadisi muallel yapmaktadır. Ayrıca, sened bakımından sağlam olduğu halde arada, rivayet ettiği kimseden hadis dinlemediği bilinen bir ravinin bulunması. “Musa İbni Ukbe, an Süheyl İbn Salih, an ebîhi, an ebî Hureyre” İsnadıyla rivayet edilen bir hadisi çok sağlam bulan Müslim, bu görüşünü Buharî'ye bildirince Buharî, Musa b. Ukbe'nin Süheyl b. Ebi Salih'den hadis dinlediği hakkında bir bilginin bulunmadığını söyleyerek hadisin illetini ortaya koymuştu.[88]
Bazı muhaddislerin, muallel tabirini istilahî değil de kelime anlamında kullandıkları görüldüğünden, hadisle uğraşanların bu kelime ile ravinin zahiri bir durumundan dolayı cerhedildiği olaylara dikkat etmeleri gerekmektedir. Ancak bazı münekkidler, muallelin sadece gizli sebeplerden dolayı ortaya çıkan sakatlıklarda değil, dış görünüşünde noksanlık olan hadisler için de kullanılabileceğini ileri sürmüşlerdir.
Muallel hadis konusunda yazılan eserlerin bir kısmı şunlardır: Ali b. el-Medenî'nin Kitâbu'l-İlel'i, el-Hallal'ın aynı adı taşıyan eseri, İbn Ebi Hâtim er-Râzî'nin İlel'i, Tirmizî'nin Süneni'nin sonuna eklediği Kitabu'l-İlel adlı bölüm, ayrıca Ahmed b. Hanbel, ed-Dârekutnî, Buharî, Ebi Şeybe vb. diğer bir takım alimlerin de bu konuda yazdıkları kitaplar bulunmaktadır.
Muallel hadislerin tesbit edildiği bir kitap olan Ebi Ferec Abdurrahman İbnül-Cevzî'nin (510-595) el-İleli'l-Mütenahiye fi'l-Ehâdisi’l-Vafiye adlı eseri de zikredilmeye değer niteliktedir.[89]
“Allah cahiliyyedeki kibir huyunuzu giderdi”[90] hadisini İbn Merduye (v.416/1025) merfu olarak “Musa b. Ukbe an Abdullah b. Dinar an İbn Ömer” senedi ile zikrediyor. Ravi “Musa b. Ubeyde” diyeceği yerde “Musa b. Ukbe” demiş, asıl ravinin yerine bir başkasını zikretmiştir.[91]
İllet, keşfi zor son derece gâmız bir kusur olduğu için, hadîste illet iddiasında nâdir şahıslar bulunmuş bu sahada fikir beyan edebilmiştir. Ali İbnu'l-Medînî, Ahmed İbnu Hanbel, Buhârî, Ya'kûb İbnu Şeybe, Ebu Hâtim, Ebu Zür'a, Dârakutnî gibi.
Hâkim: "Bir hadîs, cerhe söz düşmeyen bir çok cihetlerden illetli kılınabilir, bizim nazarımızda hadîsi ta'lilde hüccet, (cerhte olduğu gibi objektif sebepler değil) hıfz, fehm, ma'rifet (gibi tamamen sübjektif, herkese izah edilemeyecek amiller)dir" der. Hatta Abdurrahman İbnu Mehdî, bu işin sübjektifliğine telmîhen: "Hadîste illeti bilmek bir ilham işidir, hadîste illet iddia eden âlime: "Neye dayanarak bunu söyledin? diye sorulsa hüccet gösteremez" der.
İlleti bilmek, hadîsçilerce mühim bir keyfiyettir. Nitekim İbnu Mehdi: "Tek bir hadisteki illeti keşfetmem, nazarımda, bilmediğim yirmi yeni hadîs öğrenmekten daha iyidir" demiştir. [92]
Bir hadisin sıhhatine engel teşkil eden illet, çoğunlukla senette olur. Metinde de bulunabilir. Her iki halde dışarıdan farkedilemiyecek şekilde kapalı olduğundan hadis illetlerini meydana çıkarmak çok zordur. İbn-i Hacer diyor ki: “İllet, hadis ilimlerinin en karışık ve en ince kısımlarından biridir. Bunu ancak parlak bir anlayış, geniş bir hafıza, ravilerin dereceleri hakkında tam bir bilgi, isnad ve metinler hakkında kuvvetli bir meleke bahşettiği kimseler anlayabilir.” Bununla beraber hadisteki gizli illetleri açığa çıkarmanın bazı yolları vardır. Açıklamak icab ederse keskin ve parlak zeka sahibi, hadis ilminde yüksek derecelere ulaşmış, görüşü kuvvetli, mutkin bir muhaddis hadisin kendisine ulaşan bütün tariklerini bir araya toplar. Her birinin ravilerini inceler. Adalet ve zabt durumlarını gözden geçirir. Bu araştırması sonucu ravinin hadisi rivayette tek kaldığını, kendisinden daha kuvvetli ravilere muhalefet noktalarını tesbit eder. Böylece ravinin vehmini veya mürsel veya munkatı’ hadisi sağlam göstermesi, hadisleri birbirine katması gibi bir kusurunu ortaya çıkarır. Bunun sonucu olarak hadis hakkında bir hüküm verir. [93]  

İllet Nasıl Bilinir:


Kusurun gâmız olması sebebiyle bir hadîsin muallel olduğunu söylemek zor bir iştir. Bunu muallil, râviye başkalarının muhalefet etmiş olmasından başka mevsul'de irsâle merfu'da vakfa veya bir hadîsin diğer bir hadîse girmiş olması gibi muhtelif durumlara delalet eden karinelerle, zann-ı gâlib sahibi olarak hadîsin adem-i sıhhatine hükmeder. Bazan kesin hükme varamayıp, sıhhat hususunda tevakkufu ihtiyar eder.
Hadîsin sıhhatini bozucu bir hükme gitme işi, hadîsin bütün senetlerini cemedip, râviler arasındaki ihtilafı görüp sonra da ravilerin zabt ve itkan durumlarını iyice tedkikten geçer. İllet'e daha ziyade senedde rastlanır, az da olsa metinde de rastlanmıştır. Nevevî'nin kaydettiği senetle ilgili örneğe göre: "Alış veriş yapanlar birbirlerinden ayrılmadıkça (akdi bozmada) muhayyerdirler" hadîsini Ya'la İbnu Ubeyd, Süfyan-ı Sevrî'den Süfyan Amr İbn-i Dînâr'dan" şeklinde rivâyet etmiştir. Halbuki Ya'la hadîsi rivâyet ederken bir hata yapmış, Abdullah İbnu Dînârı "Amr İbnu Dînâr" yapmıştır. [94]

Hadislerdeki İllet Çeşitleri:


Hadislerin metin ve isnadında bulunan ve hadisin muallel olmasına sebep olan illetleri el-Hakimu’n-Nisaburi on bölümde toplamıştır. Bunları, aynı zamanda muallel hadislere misal vermiş olmak için, bir kısmına örnekler göstererek sıralayalım:
1- Sened görünüşte sahîh ise de, içinde yer alan râvilerden birinin, hadîsi rivâyet ettiği şeyhle görüşüp görüşmediği, ondan işitme (sema) yoluyla hadis alıp almadığı kesin değildir.
Mesela:
Ebu Hureyre’den (r.a.) Rasulullah’ın (s.a.v.) şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“Çok dedikodulu bir mecliste oturan o meclisten kalkmadan önce “Subhaneke Allahumme ve bi hamdike lailahe illa ente, estağfiruke ve etubu ileyk” diye dua ederse o mecliste ettiği dedikodunun günahı mağfiret olunur.”
Bu hadisin illetini belirtmek üzere Buhari ile Müslim arasında geçen bir olayı açıklamak gerekir.
Meşhur hadis alimi Müslim bir gün Buhari’ye gelerek, gözlerini öper ve şöyle der:
“Bırak ayaklarını da öpeyim ey üstadların üstadı; muhaddislerin efendisi; hadis illetlerinin tabibi! Muhammed b. Selam, Mahled b. Yezid, İbnu Cureyc, Musa b. Ukbe, Suheyl-babası-Ebu Hureyre isnadıyla sana bir mecliste dedikodu etmenin keffareti konusunda bir hadis rivayet etmiş; bunun illeti ne, bana söyle.” Buhari:
“Güzel bir hadistir. Bu konuda yeryüzünde bundan başka bir hadis bilmiyorum; fakat ma’luldür.” Müslim itiraz ederse de Buhari illetini söylemez. Ancak ısrar edince aynı hadisin Musa b. İsmail-Vuheyb-Musa b. Ukbe-Avn b. Abdullah isnadıyla kendisine ulaşan tarikını zikreder ve şunları söyler
“Bu daha evladır; çünkü Musa b. Ukbe’nin Suheyl’den bizzat işiterek rivayeti olduğu zikredilmemiştir.” Bunun üzerine Müslim “Sana buğzeden ancak hasedinden eder. Dünyada senin bir mislin olmadığına şehadet ederim.” diyerek hayranlığını belirtmekten kendisini alamaz.      
Buhari’nin illetlidir dediği hadisin isnadı ile Müslim’in isnadı karşılaştırılırsa şu sonuca varılır: Buhari’nin isnadında Ebu Hureyre atlanmış, hadis bir tabiin olan Avn b. Abdullah’dan rivayet edilmiştir. O halde Müslim’in merfu olarak bildiği hadis aslında mürseldir. Ayrıca Buhari’nin “Musa b. Ukbe’nin Süheyl’den doğrudan doğruya işiterek rivayeti olduğu zikredilmemiştir.” sözü üzerinde durduğumuz illettir. O halde bu hadiste iki illet vardır ve mualleldir.  
2- Sika râvinin mürsel olarak rivâyet ettiği bir hadîsin başka bir yoldan müsned (isnadı tam) olarak gelmesi ve bu müsned rivâyetin zahiren sahih olması,
Yukarıdaki misal bu illet çeşidi için de verilebilir. Açıklamaya dikkat edilirse görülür ki Buhari’nin rivayetinde Ebu Hureyre atlandığından hadis mürseldir. Bununla beraber Müslim’in sorduğu senedle isnadı tam olarak rivayet ediliyor; o rivayet sahih görünüyor…
3- Belli muayyen bir sahâbenin rivâyeti olarak bilinen bir hadîs, ayrı ayrı memlekete mensup olan râvilerin birbirlerinden rivâyetleri sırasında, bir başka sahâbeye nisbet edilerek rivayet edilmesi.
4- Sahâbî'den bilinen bir hadîsin Tâbiî'ye nisbet edilerek rivayet edilmesi.
Osman b. Süleyman’dan… Babasından nakledildiğine göre “Hz. Peygamber’i bir akşam namazında Tur suresi’ni okurken duymuştur.”
El-Hakimu’n-Nisaburi’ye göre bu hadis üç yönden illetlidir. Önce Osman, Süleyman oğlu Osman değil; Ebu Süleyman oğlu Osman’dır. İkincisi Osman’ın yalnızca Nafi’ b. Cübeyr b. Mut’im’den rivayeti vardır, dolayısıyla babasından rivayeti söz konusu değildir. Üçüncüsü de Ebu Süleyman Hz. Peygamber’i görmemiş; ondan hadis işitmemiştir. 
5- An'ane ile[95] rivayet edilen bir hadîsin isnadından bir râvi düşmesi olmuştur. Bu durum, aynı hadîsin sahîh olarak bir başka tarîkden gelmesiyle anlaşılır.
6- Bir râvi bir hadisi müsned olarak rivâyet etmiş olduğu halde, o râviden bir başka şahıs bunu gayr-ı müsned (inkıtalı) olarak rivayet eder ve hadîs bu şekliyle bilinir.
7- Bir isnadda râvilerin isimleri muntazaman zikredilirken ikinci bir isnadda bir râvinin ismi mübhem kalır.
8- Bir şeyhle karşılaşıp bir kısım hadîsler aldığı halde, o şeyhten almadığı hadisleri de doğrudan ona nisbet ederek rivâyet edecek olursa aradaki şahsı zikretmediğinden bu hadîsler muallel olur.
9- Bir râvinin hadîsleri aldığı muayyen bir tarîki vardır. Ancak o tarîkte yer alan ricalden biri değişik bir yoldan da hadîs rivâyet eder. Böyle durumlarda râvi dikkatsizliği yüzünden, bunu da mutâdı olan tarîkle rivâyet edecek olursa, hadîsi muallel olur.
10- Hadîs bir tarîkte merfu, başka bir tarîkde mevkûf gelmiştir. [96]
Ebu Süfyan’dan, Cabir b. Abdullah’dan, Hz. Peygamber’e nispet edilerek rivayet edilmiştir:
“Kim namaz esnasında gülerse namazı iade eder; abdesti etmez.”
Bu hadisin başka bir yönden rivayeti şöyledir.
“Ebu Süfyan’dan rivayet edilmiştir, Cabir b. Abdullah’a namazda gülen adam (ın hükmü) soruldu. O: “Namazı iade eder; abdesti etmez.” dedi.
Burada şu önemli noktaya işaret etmek gerekir. Bir hadisin birkaç senedi olur da illet yalnız bunlardan birisinde bulunursa hadis o senetle illetlidir. Bu illetin diğer isnadlara yapılan rivayetlere bir zarar vermesi bahis konusu olamaz.
Son olarak bir de metindeki illete misal vererek bu konuyu bitirelim. Müslim’in rivayetine göre Katade Evzai’ye Enes b. Malik’den naklen şunları yazmıştır:
“Hz. Peygamber’in, Ebu Bekir, Ömer ve Osman’ın arkasında namaz kıldım; hepsi de namaza Fatiha ile başlıyor; kıraatin ne başında ne sonunda “Besmele”yi okumuyorlardı.”
İbnu’s-Salah’a göre bir kısım alimler, “okumanın başında ve sonunda besmeleyi okumuyorlardı.” kısmını illetli bulmuşlardır. Nitekim hadisin Buhari ve Müslim’in ittifak ettikleri kısmında bu ifade yoktur. Ayrıca hadisin bu kısmı değişik rivayet edildiği ve aralarında bir tercih yapılmadığı için muztarib sayılmıştır.[97]

Muallel Hadisin Hükmü:


Muallel hadis, illet sıhhatini giderdiğinden, tek kelime ile merduddur; makbul değildir. Hüküm çıkarmakta kullanılamaz. [98]

İllet Konusunda Yazılan Eserler:


Ulûmui'l-hadîsin bu en zor şubesinde eser verenler eksik olmamıştır. Buhârî, Ahmed İbnu Hanbel, Tirmizi, Müslîm, Ebu Bekr el-Esrem, Ebu Ali en-Neysâburî, İbnu Ebî Hâtim er-Râzi, Ebu Abdillah el-Hâkim, Ebu Bekr el-Hallâl ve Ebu Yahyâ es-Sâcî, Kitâbu'l-ilel ismiyle eserler vermişlerdir. Dârakutnî'nin de Tilmizi el-Hâfız Ebu Bekr el-Berkânî tarafından cemedildiği bilinen müsnet tarzında tanzîm edilmiş 12 ciltlik bir İlel'i mevcuttur. İbnu'l-Cevzi'nin el-İlelü'l-Mütenâhiye fi'l-Ehâdîsi'l-Vâhiye adında üç ciltlik bir eseri mevcut ise de, bir çok hadîs hakkındaki "illet'lidir" hükmüne alimler katılmamışlardır. Hafız İbnu Hacer'in ez-Zehrü l-Matlûl fı'l-Haberi'l-Ma'lûl adlı İlel'i burada zikre değer.[99]

E) Müdrec Hadîs:


Müdrec kelimesi, bir şeyi bir şeye eklemek veya içine sokup yerleştirmek manasına gelen idrac'dan ism-i mef'uldür. Derc ve idrâc kelimeleri dilimize de girmiştir. Hadis ıstılahındaki manâsına göre ise, râvisi tarafından isnadına veya metnine hadisin aslında olmayan bazı sözler sokuşturulmuş olan hadis demektir. Ravi hadisi bu şekilde rivâyet edince, dinleyenler de bu ilâveyi hadisten zannedip, öylece rivayet ederler.[100]
Sahih, hasen ve müsnedlerin râvileri, çoğu zaman hadislerin -gerek metninde gerek senedinde- bulunan önemsiz de olsa ziyadeleri ve bu ziyadeleri yapanları gösterirler. Böyle yapmalarının sebebi de, müdrec sözü ve o sözü söyleyeni göstermedikleri takdirde, bunların müdrec olduğunu düşünmeyerek kendilerinden olduğu gibi rivayet edecek insanların bulunabileceğinden ve bu suretle -istemeyerek- Rasul-i Ekrem (s.a.s)'e veya onun hadislerini eda edecek kimseye karşı yalan söylenmesine müsaade etmiş olacaklarından korkmalarıdır. Kasden müdrec yapmanın bir nevi kizb ve tedlîs olduğundan ve bunu da ancak îmanı zayıf ve akîdesi bozuk kimselerin yapacağından şüphe yoktur.[101]
Bir hadisin metninde idracın vaki olup olmadığı çeşitli şekillerde bilinir:
l. Hadisin bir başka sahih isnadla gelen rivayetinde müdrec olan kısım, kendisine idrac edilen hadis metninden ayırdedilmiş olur.
2. Râvinin veya buna vakıf olan hadis imamlarının açık beyanları ile müdrec olan kısım bilinmiş olur.
3. Bir hadisin müdrec olduğu bazan da o sözün Rasul-i Ekrem (s.a.s) tarafından söylenmiş olmasının aklen imkansız bulunmasıyla anlaşılır.[102]

Müdrecin Kısımları:


Tarifden de anlaşıldığı üzere idrâc senede de olabilir metne de. Hadîs bu durumlara göre müdrecü'l-metn veya müdrecü'l-isnâd ismini alır.

1) Müdrecü'l-Metn:


Hadise kendi sözlerini katan bazı raviler bunu, hadisi izah ve tefsir etmek için yaparlar. Metinde görülen bu idrâc bâzan metnin baş kısmında, bazan ortasında, bazan da sonunda olur. Ancak çoğunlukla sondadır. En az gözükeni metnin ortasındaki idractır.[103]
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın hadîsini kaydettikten sonra, râvi hemen arkaya kendisinin veya bir başkasının sözünü kaydeder. Araya herhangi bir fâsıla, açıklayıcı bir ibâre koymadığı için, ilâve kısım hadîs metninin devamı zannedilir. Arkadan gelenler de bunu olduğu gibi rivâyet ederler.
Bu durumda, hadîsin müdrec olduğu birkaç yolla anlaşılır.
* Hadîs, başka tarîklerden gelen veçhiyle karşılaştırılır.
* Duruma muttalî olan muhaddislerin açıklaması vardır.
* Bazan derci yapan râvi bunun derc olduğunu açıklamıştır.
* Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in böyle bir şeyi söylememiş olacağı aklen bilinir.
Buna örnek İbnu Mes'ud'un rivâyet ettiği, namazda okunacak teşehhüdle ilgili hadîstir: "...İbnu Mes'ud der ki: Hz. Peygamber elimden tuttu ve bize teşehhüdü öğretti. ...bunu okuyunca -veya bunu yerine getirince- namazını ifa etmiş olursun, dilersen kalk, dilersen otur".
Ebu Dâvud'un rivâyetinde Züheyr İbnu Mu'aviye, bu son kısmı merfu hadîsle birleştirerek tek bir metin olarak rivâyet eder. Hadîsi Züheyr'den alanların çoğu hep bu şekilde rivâyet ederler. Hâkim der ki: "Bu, İbnu Mes'ûd'un kendi sözünün hadîse derc'idir." Beyhaki ve Hatib de aynı şeyi söylerler. Üstelik, aynı hadîsi Züheyr'den rivâyet eden Şebâbe İbni Sevvâr, asıl hadîs metniyle İbnu Mes'ûd'un sözünü ayırmış ve araya "Abdullah (radıyallahu anh); buyurdu ki" dedikten sonra "Bunu okuyunca..." diyerek arka kısmın İbnu Mes'ûd'a ait olduğunu belirtmiştir. Bu açıklayıcı rivâyet Dârakutnî'de mevcuttur. Dârakutnî ayrıca; Şebâbe hakkında "sika" diyerek bu ziyadeye güvenilmesi gerektiğini belirtir.
Şu halde Şebâbe'nin rivâyeti, diğer müdrec rivâyetlerden esah'dır, açıkladığı husus da doğruya daha yakındır. Çünkü hadîsi bu şekilde rivâyet eden başkaları da mevcuttur. [104]
a) Metnin başında olan idrac: Hadiste idrâc şeklinin, hadisin başında oluşuna Ebu Hureyre'nin rivâyet ettiği şu hadis bir misaldir: Rasulullah (s.a.s) buyurmuştur ki: "Abdesti eksiksiz, tam alınız. Cehennemde yanacak ökçelere yazık." Bu hadisin baş tarafındaki "Abdesti eksiksiz alınız" sözü Rasulullah (s.a.s)'a ait değildir. Rasulullah (s.a.s) sadece "Cehennemde yanacak ökçelere yazık" buyurmuştur. Bu sözü hadisin baş tarafına ravi Ebu Hureyre getirmiştir. Ebu Katan ve Şebâbe de hadisi Şu'be'den rivâyet ederken, bu ilâveyi Ebu Hureyre'nin değil de Rasulullah (s.a.s)'in sözü zannetmişlerdir. Buharî'deki bir hadisde "Ebu Hureyre dedi ki: "Abdesti eksiksiz alınız" zira Rasul-i Ekrem (s.a.s) "Cehennemde yanacak ökçelere yazık" buyurdu", diye geçmektedir. Bu hadis de, "Abdesti eksiksiz alınız" sözünün Ebu Hureyre'ye ait olduğunu, Rasulullah (s.a.s)'e ait olmadığını gösterir.[105]
b) Metnin ortasında olan idrac: Umumiyetle râvînin hadis metnini tamamlamadan metinde geçen bir kelimeyi açıklamak veya çıkardığı bir hükmü beyanda istical etmesinden ileri gelir. Bunun örneği, vahyin başlangıcı ile alakalı Hz. Aişe (radıyallahu anha) rivâyetine Zührî'nin dercidir. Hz. Aişe, rivâyette Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın Hira mağarasında yaptığı gece ibadetlerini anlatırken: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Hira mağarasına çekilir orada tahannüs ederdi" ifadesine yer verir. İşte Zührî, hadîsi rivayet ederken bu ibârenin ardından ilave eder: "Bu (tahannüs), birkaç gece devam eden ibadettir". Aslında bu açıklama Zührî'nin şahsî sözü ve eklemesidir, gayesi de tahannüs'ün ne mânâya geldiğini açıklamaktır.  Bu durumu bilmeyen onları hadisin asıl lafızları zanneder.[106]
c) Metnin sonunda olan idrac: Abdullah b. Mesud’dan şunları söylediği rivayet edilmiştir: Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Allah’a bir şeyi şirk koşarak ölenler Cehennem’e girerler.” (Ben de derim ki) “Allah’a bir şeyi şirk koşmadan ölenler ise Cennete girerler.” Bu hadisin ilk kısmı da Hz. Peygamber’e ait merfu’ bir hadistir. İkinci kısmı ise Abdullah b. Mesud’un sözüdür ve mevkufdur. Onun, bazı rivayetlerinde bulunan “ben de derim ki” sözünü dikkate almadan hadisi rivayet edenler, her ikisini de Hz. Peygamber’in sözü olarak nakletmişlerdir.[107]

2) Müdrecü'l-İsnâd:


Hadisin isnâdında meydana gelen idrâc, netice itibariyle hadisin metninde de görülür.[108]
Hadisin isnâdında vaki olan idracın da başlıca üç kısmı bulunmaktadır:
a) Ravi hadisi bir çok kimselerden duymuş olur. Bir başka ravi de aynı hadisi bu kimselerden rivayet eder ve onların isnadlarındaki farkı belirtmez.
Bunun misâli, Tirmizî'nin Abdullah İbnu Mes'ud'dan kaydettiği: "Dedim ki, Ey Allah'ın Resulü, en büyük günah hangisidir? Bana: "Allah (celle şânuhu) seni yaratmış iken, O'na ortak koşmandır" diye cevap verdi" hadîsidir.
Bu hadîsi Tirmizî rivâyet ederken şöyle bir sened kullanır: an Bündâr, an İbni Mehdî an Süfyâni's-Sevrî, an Vâsıl ve Mansûr ve'l-A'meş an Ebî Vâil, an Amri'bni Şurahîl an Abdillah: "Dedim ki..."
Burada Vâsıl'ın rivâyeti Mansur ve A'meş'in rivâyetine müdrectir. Halbuki Vâsıl Buharî'deki rivayetinde Amr'ı zikretmiyor, bilakis rivâyeti Ebu Vâil an Abdillah tarîkinden gösteriyor. Şu'be, Mehdî İbnu Meymun, Mâlik İbnu Miğvel ve Sa'îd İbnu Mesrûk da Vâsıl'dan bu şekilde rivâyet ederler. Yahya İbnu Sa'îd el-Kattân da rivâyetinde, Buharî gibi bu üç tarîki ayırmıştır. Tirmizî her üç tarîki birleştirerek müdrecü'l isnadda bulunmuş, hatalı bir davranışa yer vermiştir.
b) Ravinin elinde iki muhtelif isnadla gelmiş iki ayrı hadis bulunur. Her iki hadisi bu isnadlardan birisiyle rivayet eder, yahut da bir hadisi kendi isnadıyla rivayet ederken metnine diğer hadisin metninden bazı ibareler sokarsa, hadisi müdrecü'l-isnâd olur.
Bunun misali Saîd İbnu Ebî Meryem'in, Mâlik ani'z-Zührî an Enes tarîkiyle merfûan rivâyet ettiği: "Birbirinize buğzetmeyin, hasedleşmeyin, birbirinize sırt çevirmeyin, birbirinizi kıskanmayın..."  meâlindeki hadîstir. Metinde geçen "Birbirinizi kıskanmayın (velâ tenâfesû)" lafzı müdrectir. Bunu İbnu Ebi Meryem, Mâlik'in an Ebî'z-Zinâd ani'l-A'rec an Ebî Hüreyre ani'n-Nebiyyi (Sallallahu aleyhi vesellem) tarîkiyle rivayet ettiği bir başka hadîsten almıştır. Hadîs şöyle başlar: "Zandan sakının, zira zan, en yalan sözdür, tecessüste bulunmayan, birbirinizi kıskanmayın, hasedleşmeyin..." İki hadîs de Mâlik tarîkinden gelmiştir ve müttefekun aleyh'tir. Birincide "Birbirinizi kıskanmayın (velâ tenâfesû)" ibâresi mevcut değildir, ikinci rivâyette mevcuttur. Hatib: "Burada İbnu Ebî Meryem vehme düştü" der.
c) Hadis hocasının bir hadisi isnadıyla tahdis etmesi, sonra da bir şeyin arız olmasıyla kendisine ait bir kelime söylemesi; bunu duyanlardan bazıları bu sözü o hadisin metnine ait zannederek bu şekilde rivâyet etmesidir.
Mesela, El-Hakimu’n-Nisaburi’nin naklettiğine göre meşhur hadisçilerden Şerik, talebelerine bir gün hadis yazdırmaktadır. “Bize A’meş tahdis etti, Ebu Süfyan’dan… Cabir’den (r.a.), Hz. Peygamber buyurdular ki” der ve isnadını böylece söyledikten sonra talebelerinin yazması için susar. Tam bu esnada içeri sabit b. Zeyd adlı birisi girer. Sabit nur yüzlü, takva sahibi bir gençtir. Şerik sustuğu an onu görür, zühd ve takvasını kastederek: “Gece namazını çokça kılanın yüzü gündüzleri parlak olur.” der. Sabit, isnad söylenip; tam, Hz. Peygamber (s.a.v.) buyurdu ki, dendiği an içeri girip böyle bir sözle karşılaşınca zanneder ki bu sözler Şerik’in daha önce söylediği isnadın metnidir; dolayısıyla Şerik’in bu sözünü yazdırdığı isnadla rivayet eder. İbn Mace’nin Sabit’ten rivayet ettiği bu sözü bazı muhaddisler mevzu (uydurma) sayarlar. [109]

İdracın Hükmü:


İdracın hükmünü şu şekilde özetleyebiliriz;
1) İdrac, hadiste bir açıklamada bulunmak üzere yapılmışsa hoş görülür; ancak yapanın bunun kendi görüşü olduğunu açıklaması gerekir.
2) Eğer kasıtsız olarak yanılma ile yapılırsa, yanılan ravi için bir kusur teşkil etmez; fakat bu şekilde yanılma sonucu hatası çoğalırsa zabtına dokunur, cerhe maruz kalır. 
3) Ravinin kasden idrac yapması ise hadisçiler arasında haram kılınmıştır. Es-San'anî'nin de belirttiği gibi, idraca kasıtlı olarak tevessül eden kimsenin adaleti sâkıt olmuş, kelimelerin yerlerini değiştiren kimse ise yalancılar zümresinden sayılmıştır.[110]

F) Maklûb Hadîs:


Maklûb kelime olarak kalb kökünden gelir. Alt-üst olarak demektir. Maklûb, lügatta "tersine çevrilmiş, altı üstüne veya içi dışına döndürülmüş, değiştirilmiş, başka bir şekle sokulmuş" anlamlarındadır. İsmi Mef'ül olan maklûb kelimesi, istılahda, hadîste meydana gelen bir alt-üst olma işini ifade eder.
İsnadında bir veya birkaç râvinin isim veya nesebleri yahutta metninde bazı kelimeleri, bilerek veya bilmeyerek takdîm-tehire uğramış veya senet ve metinleri değiştirilmiş hadîslere maklûb hadîs denir.[111]
Hadis ıstılahında; râvi zincirindeki bir şahsın isminin önce geçmesi gerektiği halde sonra, sonra geçmesi gereken ismin de önce zikredilmesi veya aynı şeyin hadis metni üzerinde yapılması halinde ortaya çıkan hadise maklûb hadis denilmektedir. Yani râvi, gerek senette ve gerekse metindeki bilgilerin yerlerini değiştirip hadisi birbirine karıştırmakta ve alt-üst etmektedir. Maklûb hadis sahih olarak rivayet edildiği şekilden başka bir hale sokulduğu için, muhaddisler bu tür hadisleri zayıf hadislerden saymışlardır. Maklûb hadisin zayıf sayılmasının sebebi, ondaki takdim, tehir ve bir şeyin diğeri ile değiştirilmesi suretiyle meydana gelen zabt eksikliğidir. Maklûb hadis, okuyanın hataya düşmesine de sebep olur.
Maklûb hadiste yer değiştirme iki ayrı şahısta olduğu gibi bizzat tek bir kişinin isminde de vuku bulabilmektedir. Örneğin ravi Ka'b b. Mürr diyecek yerde Mürr b. Ka'b şeklinde rivayet ettiği zaman, baba oğul; oğul da babanın yerine geçmiş olduğundan hadis maklûb olur.
Hadisteki kalb, sehven yapıldığı için hadis zayıf sayılmaktadır. Eğer kalb sehven değil de bilinerek yapılırsa hadis, maklûb değil, mevzu (uydurma) hadis kabul edilir. Râvi, hadisin sahih olarak rivayet edildiği senedi terk edip onun yerine halkın rağbet ettiği başka bir senedi koyarak naklettiği zaman hadis "mevzu" olmuş olur. [112]

1) İsnadda Kalb:


Kalb, senette vukûa geldiği gibi metinde de vukûa gelir. Kalb, bazan kasden bazan da sehven ârız olur. Senette Ka'b İbnu Mürre diyecek yerde Mürre İbnu Ka'b denmesi sehven vukûa gelen bir kalbtir. Ancak, halkın rağbetini artırmak için, Sâlim'den meşhur olan hadîsi Nâfi'den rivâyet etmek, kasde mebni bir kalbtir. Âlimler, böyle garabet maksadıyla, senetten birinin atılarak, yerine aynı tabakadan birinin konması işine sarakat (hırsızlık) demişlerdir. Bunu yapana da sârik (cemi: sürrâk) denir.
Bunun örneği Amr İbnu Hâlid el-Harrânî'nin, Hammâd en-Nasîbî ani'l-A'meş an Ebî Sâlih an Ebî Hüreyre tarîkinden merfû olarak rivâyet ettiği şu hadîstir: "Yolda müşrîklerle karşılaştınız mı, onlara önce siz selam vermeyin...".
Bu hadîs maklûbdur ve bunu Hammâd kalbederek A'meş'e mal etmiştir. Halbuki rivâyet Süheyl İbnu Ebî Sâlih an Ebîhi şeklinde meşhurdur ve Müslim'de böyle gelmiştir. Müslim bu şekilde Şu'be, Sevrî, Cerîr İbnu Abdilhamîd, Abdü'l-Aziz ed-Derâverdi'nin rivâyetleri olarak kaydeder, hepsi de hadîsi Süheyl'den rivâyet ederler.
Muhaddisler, garib rivâyetlerin peşine düşmeyi bu yüzden tavsiye etmezler. Çünkü, nâdiren sahîhine rastlanır. [113]
Bir ravinin rivayeti olarak meşhur olan hadisi, hem ğarib hem de mağrub göstermek için o ravi yerine yine aynı tabakadan bir başka raviyi ikame ederek yapılan rivayete de mesruk denir.
Ayrıca iki metnin senedlerini değiştirme şeklindeki kalb’e de Cezeri, kalb-i mürekkeb adını vermektedir. Bu, bir çeşit sened uydurma demektir. Bu, Buhari, Hasan b. Süfyan’a yapıldığı gibi imtihan maksadıyla yapılırsa uydurma sayılmaz. İbn Hacer bu tür senedi muztarib hadis olarak değerlendirir.
Sikat’ın zikretmediği bir ravinin sened arasında yanlışlıkla sikredilmesine de Mezid fi Muttasılı’l-Esanid denir.[114] 

2) Metinde Kalb:


Kalb bazan metinde meydana gelir. Bunun örneği, Habîb İbnu Abdirrahmân'ın halası Üneyse (radıyallahu anhâ)'den yaptığı şu merfu rivâyettir: "Ümmü Mektum ezân okuduğu zaman yiyip içmeye devam edin. Ne zaman Bilâl okursa yiyip içmeyi kesin..." Bu hadîsi Ahmed İbnu Hanbel Müsned'de, İbnu Huzeyme, İbnu Hibbân da Sahîh'lerinde rivâyet ettiler. Hadîsin meşhur olan şekli, İbnu Ömer ve Hz. Aişe (radıyallahu anhüma) tarafından rivâyet edilmiştir ve şöyledir: "Bilâl geceleyin (erkenden) ezan okur, İbnu Mektum'un ezanını işitinceye kadar yiyip içmeye devam edin...". Bunun hilafına olan rivâyet mahlûktur.
Ancak, İbnu Hibbân ve İbnu Huzeyme hadîsi maklûb addetmediler. Hz. Bilâl ile Hz. Ümmü Mektum (radıyallahu anhüma) arasında münâvebe olabilir ihtimalini ileri sürerek iki rivâyeti cemederler. Ancak bazı rivâyetlerde: "Ümmü Mektum âmâ idi, kendisine haydi ezanı oku, sabah oldu diye ihtar edilmedikçe ezan okumazdı" diye gelen sarahatler karşısında hadîsteki kalb ihtimalinin devamına hükmetmek daha doğrudur.
Hâfız Sirâcu'd-Dîn el-Bukînî, kalbin bu çeşidine ma'kus adını vermiştir. [115]
Müslim'de Ebu Hureyreden şöyle rivayet ediliyor; “Sol elinin verdiğini sağ eli bilmeyecek şekilde gizlice sadaka veren kimse”[116] Bu hadis Buharî’de; "Sağ elinin verdiğini sol eli bilmeyecek şekilde gizlice veren kimse”[117] şeklindedir. Görüldüğü gibi Müslim'in ravilerinden biri "Yemîn: Sağ" sözünü takdim; "Şimâl: Sol" sözünü de tehir ederek hadisi maklûb olarak rivayet etmiştir.[118]
Taberani Ebu Hureyre’den şöyle bir hadis rivayet etmiştir:
“Size bir şey emrettiğimde onu yapınız; bir şey yasakladığım zaman da gücümüzün yettiği kadar ondan kaçınız.”
Bu hadisin Buhari ve Müslim’deki şekli oldukça farklıdır:
“Size bir şeyi yasak ettiğim zaman ondan kaçınınız; emrettiğim şeyleri de gücünüz yettiğince yerine getiriniz.”[119]

3) Mürekkep Kalb:


Kalbin bir de kalb-i mürekkeb denen şekli vardır. Bu, bir hadîsin senedini alıp bir başka hadisin metninin başına koymaktır. Muhaddisler, bu çeşit davranışların kasda mebnî olmasını şiddetle yasaklamışlardır. Ancak hocanın talebesini imtihan veya muhatabın hadîs bilgisini denemek maksadıyla yapılabileceğini de söylemişlerdir. Nitekim, Buhârî'yi işlerken de belirttiğimiz gibi, Bağdat ûleması, yüz kadar hadîsin senetleriyle metinlerini değiştirip kalb ederek, Buhârî'ye sorarlar. Buhârî bunları yerli yerine koyar.
Bu çeşit imtihan Buhârî'den başka nice muhaddislerin başından geçmiştir.[120]
Diğer bir kalb çeşidi de iki ayrı hadisin senedlerinin birbiriyle yer değiştirilmesi şeklinde yapılanıdır. Buna ıstılahta "Kalb-i Mürekkeb" denilmektedir.[121]
Hadisçilerin çoğu bir kısım hadisleri bilerek maklûb hale sokmuşlardır. Onların böyle davranmaktaki gayeleri, hadis uydurmak veya kalbettikleri hadisi ayrı bir hadis olarak kabul ettirmek değildir. Kendilerini Rasulullah (s.a.s)'den sahih olarak rivayet edilen hadisleri toplayıp hıfzetmeye adamış muhaddisler, hadis almak için gittikleri kimselere, başkalarının telkinlerinin tesir edip etmediğini ve hıfzdaki durumlarını ölçmek için hadisleri kalb ederek okurlar ve böylece onları imtihan ederlerdi.
Yahya b. Maîn, Ebu Nuaym'ı denemek için onun otuz tane hadisini bir kâğıda yazdı ve her on hadisten sonra Ebu Nuaym'a ait olmayan bir hadis ekledi. Ahmed b. Hanbel'le birlikte, Ebu Nuaym'a giden İbn Maîn, bu hadisleri ona okumaya başladı. İlk on hadisi okuduktan sonra on birinci hadisi okuduklarında, Ebu Nuaym "ben böyle bir hadis nakletmedim" diyerek onu reddetti. İbn Maîn hadislerin tamamını okuduğunda gayesini anlayan Ebu Nuaym, onu kovalayarak evinden dışarı attı. Bunun üzerine Ahmed b. Hanbel, İbn Maîn'e, "ben sana yapma, o sağlamdır demiştim" dediğinde, İbn Mâîn; "Böyle bir kovulma, yaptığımız yolculuktan daha hayırlıdır" cevabını vermişti.[122]
İmam Buharî, Bağdat'a gittiği zaman, Bağdat’taki âlimler onu imtihan gayesiyle, senet ve metinlerini değiştirerek yüz hadis hazırlamışlar ve ona okumuşlardı. Maklûb hadislerin okunması bitene kadar "bilmiyorum" diyen Buharî, peşinden, maklûb hadislerin isnat ve metinlerini yerli yerine koyarak onları tashih etmişti.[123] Bu onun hıfzının kuvvetini açıkça ortaya koyan bir imtihan olmuştu.
Ancak hadis tenkidcileri, Resulullah (s.a.s)'ın yasaklamasından dolayı bu tür yanıltmaları çok çirkin bulmuşlardır.[124]

Maklub Hadisin Hükmü:


Maklub hadislerin aslını tesbit ve asılla hareket edilmesi gerekir. [125]

G) Muzdarib Hadîs:


Izdırab, lügat olarak, denizde dalgaların istikrar bulmaksızın inip çıkması mânâsına gelir . Hadîste ızdırab da buna benzer. Rivâyetin sıhhatle zaaf arasında kalması, bir tarafı tercih ettirecek bir karînenin bulunmamasıdır. Nevevî, "Birbirine müsâvi muhtelif vecihlerden rivâyet edilen hadîs" diye tarif eder. Bu, aynı râviden iki farklı şekilde yapılan rivâyet şeklinde olabileceği gibi iki ve daha fazla râviden de olabilir. Müsâviden maksad değer yönüyle eşit, birini diğerine tercîh ettirici bir karinesi bulunmayan demektir. Aksi takdirde biri tercih edilir ve ızdırap kalkardı. Mesela bir râvinin hıfz yönüyle üstünlüğü, râviyi aldığı şeyhle olan sohbetinin öbürüne nazaran fazlalığı gibi tercih ettirici bir sebep bulunduğu takdirde o rivâyet tercih edilir ve ızdırap kalkar.
Hadîste ızdırap, sıhhatin şartı olan zabt'ın noksanlığına delil olduğu için muzdarib rivâyet zayıf addedilir. [126]
Bir ravinin veya güvenirlikleri birbirine eşit birden fazla ravinin bir hadisin senedinde veya metninde birbirine muhalif değişik rivayetlerde bulunması ve rivayetlerden birinin diğerine tercih edilme imkânının olmaması durumunda ortaya çıkan zayıf hadis türü.
Muztarıb, "dalgaların hareketi, birbirine çarpışması" anlamında ıztırab kelimesinin ism-i mef'ulüdür. Bu kelime bir işteki fesad, bozulma ve ihtilaf anlamlarında da kullanılmaktadır. Hadis istılahında ise bu anlamda, râvi veya ravilerdeki hıfz eksikliği yüzünden bir hadisin farklı şekillerde birbirine muhalif olarak rivayet edilmesini bildiren bir terimdir.
Muztarıb hadisin zayıf sayılmasının sebebi, râvilerin hıfz ve zabtları hakkında ihtilâf edilmesidir. Râvilerin birinin hıfz, zabt veya hadisi aldığı kimseden uzun müddet hadis dinlemiş olmasıyla ihtilaf ortadan kalkar ve ravilerden birini diğerine tercih imkânı doğduğu için de hadis muztarıb olmaktan çıkar.[127] Hüküm, tercih edilen hadis üzerine bina edilir; diğer hadisin şaz veya münker sayılarak za'fı ortaya konur.
Iztırab çoğunlukla isnadda meydana gelmekle birlikte bazan da metinde ortaya çıkar. Ancak sadece metindeki ıztıraba istinaden hadisçilerin hadisleri bu adla adlandırmaları nadirdir.[128]
Kısaca “İki muhtelif surette rivayet edilen hadis” diye de tarif edilmesi mümkün olan muztarib, temelde muhalefet unsuruna dayanmaktadır. Ravinin zabtının noksanlığına da delalet eden bir rivayet kusurudur ızdırab. Rivayetlerden birini tercih sebebi bulunabilirse artık ortada ızdırap kalmaz. Tercih edilene Mahfuz ve Ma’ruf, mercuha da Şâz ve Münker denir. Hüküm racihe göre verilir.[129]
Izdırab bazan metinde bazan senette bazan da her ikisinde birden olabilir.

Izdırap Türleri:


1) İsnadda Izdırap:


Suyûtî'nin Tedrîb'te senetteki ızdırabla ilgili kaydettiği örneklerden biri şudur: Ebu İshâk vasıtasıyla Ebu Bekir’den rivâyet edildiğine göre bir gün Hz. Peygambere:
Ya Rasûlullah! Seni yaşlanmış görüyorum" deyince, Rasulullah şöyle buyurdu:
"Beni, Hûd ve ona benzer sûreler ihtiyarlattı"
Bu hadîs, sadece Ebu İshak es-Sebî'i vasıtasıyla rivâyet edilmiş olmakla beraber, hadîsin birbirine muhalif on kadar isnadı vardır. Sözgelimi bazı isnadlar rivâyeti, Ebu Bekir'in, bazıları Saîd İbnu Ebî Vakkas'ın, bazıları ise Hz. Aişe (radıyallahu anhüm ecmain)'nin müsnedi olarak gösterirken, bazıları da irsal eder. Rivayetlerin hepsinde de raviler güvenilir oldukları için bunlar arasında bir tercih imkânı bulunmadığından hadisin muzdarib olduğuna hükmedilmiştir. [130]
Ebu Davud ve İbn Mace, İsmail b. Uleyye –Ebu Amr b. Muhammed b. Hureys-Dedesi Hureys-Ebu Hureyre isnadıyla şöyle bir hadis rivayet ederler:
“Biriniz namaz kılacağı vakit karşısına (sütre olarak) bir şey koysun. (Koyacak bir şey) bulamazsa bir deynek diksin, onu da bulamazsa –hiç değilse- bir çizgi çeksin. Ondan sonra önünden geçen artık onun namazına zarar vermez.”
Bu hadisin ravisi İsmail ve senetteki Hureys üzerinde ihtilaf edilmiştir. Her muhaddis bunlar için ayrı bir şey söylemiştir. Bunları birleştirmek; aralarında bir tercih yapmak imkânı yoktur. Bu yüzden bu hadis muztaribdir.[131]   
Hadisin çeşitli rivayetleri çatıştığı zaman, onun hakkında bir karara varabilmek için, râvilerin durumları incelenir. Tenkid'e uğramış bir râvi ile hakkında muhalefetin vuku bulunmadığı râvi aynı seviyede olmadığından, doğal olarak, hakkında ihtilaf edilmeyen ravinin rivayeti sahih kabul edilir ve hadis muztarıb olmaktan çıkar. Ancak râviler birbirine denk olursa, muhtelif rivayetlerin hangisinin sahih olduğuna karar verilemeyeceği için, hadis zayıf olmuş olur. Birbirine muhalif rivayetlerin sıhhat bakımından birbirine denk oluşu, ile zayıflık bakımından denk oluşu arasında bir fark yoktur. Zira her iki durumda da birini diğerine tercih etmek için bir yol bulunmamaktadır.[132]

2) Metinde Izdırap:


Metinden dolayı muztarıb sayılan hadise, Fatıma binti Kays'ın şu hadisi örnek gösterilmektedir:
"Hz. Peygamber (s.a.s)'e zekât hakkında sorulduğu zaman o, “Malda zekâttan başka bir hak vardır" dedi.[133]
İbn Mace'de ise yine Fatıma binti Kays'dan şöyle rivayet edilmektedir. "Malda zekâttan başka bir hak yoktur"[134]
Görüldüğü gibi bu iki metin arasında hem lafzen hem de manâ itibariyle ıztırab vardır ve bu rivayetler te'vil kabul etmediği gibi birbiriyle te'lif edilmesi de mümkün değildir.[135] Eğer bu mümkün olsaydı, hadis üzerinden ızdırab kalkardı.
Muhteva olarak birbirine çok benzedikleri için muztarıb hadis, muallel hadisin bir türü kabul edilmiştir. İbni Hacer'in muallel için söylediği, "Bu konu, hadis türlerinin en gizli-kapaklı ve en hassas bir türünü oluşturmaktadır..." sözünü, Alâi, muztarıb hadis için söylemektedir.[136]
Bazı durumlarda sahih ve hasen hadislerde de ıztırab olabilir ve bu hadisin zayıf sayılmasını gerektirmeyebilir. Şöyle ki; ravi sıka (güvenilir) bir kimse olmakla birlikte, onun nesebi, ismi veya babalarının ismi konularında ihtilafa düşüldüğünde ve bunlardan birinin tercih edilmesinin mümkün olmadığı hadisler de muztarıb sayılırlar. Ancak, ıztırab, zikredilen önceki türlerde meydana geldiği zaman hadisin za'fına hükmedilir.[137]
Suyûti en iyi misâl olarak namazda besmele okunup okunmayacağı ile ilgili hadîsi zikreder:
Buhârî'de gelen rivâyete göre, "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm), Hz. Ebu Bekr ve Hz. Ömer (radıyallahu anhüma), her üçü de namaza Elhamdu lillâhi Rabbi'l-âlemin ile başlıyorlardı. Bu hadis'te besmele ile alakalı bir sarahat yok: Okunacak mı, okunmayacak mı? Ancak, İmam Şâfi'î (radıyallahu anh) el-hamdu ile Fatiha suresinin kasdedildiğini ve besmelenin de bu sûreye dâhil olduğunu söyleyerek okunması gerektiğine hükmetmiştir.
Öte yandan Müslim ve İmam Mâlik, yine Hz. Enes (radıyallahu anh)'ten kaydettikleri aynı hadîste, namazın başında ve sonunda besmele okunmadığını tasrîh etmişlerdir.
Ancak, hadîs, sadece Buharî, Müslim ve Malik'in rivayet ettiği iki şekilden ibâret değildir. Bazı rivayetlerde: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm), Hz. Ebu Bekr ve Hz. Ömer (radıyallahu anhüma)'in arkalarında namaz kıldım" ziyadesi mevcuttur. Bazılarında sadece Hz. Ebu Bekr ve Hz. Ömer zikredilirken bazılarında bunlara Hz. Osman (radıyallahu anh) da ilâve edilmektedir. Hatta daha enteresanı bâzı rivâyetlerde "Besmeleyi okumuyorlardı" ibâresi yerine "açıktan okumuyorlardı (cehretmiyorlardı)" denirken diğer bâzılarında besmelenin "okunduğu"  ve "cerhedildiği"nin söylenmiş olmasıdır.
Görüldüğü gibi birbirinden çok farklı olan bu rivâyetler, râvilerinin sıhhat durumu yönünden eşittirler. Birini diğerine tercihte işimize yarıyacak bir müreccih'e, bir üstünlük karînesine sâhip değiliz. Ayrıca bu işte te'vîl yapma imkânı da yoktur, çünkü te'vîl de bir karineye dayanır. Neticede bu rivayetler muzdarib olmaktadır.[138]
Not: Suyûtî bir husûsa dikkat çeker ve der ki: "Muzdarib hadîs bâzan sahîh olabilir. Şöyle ki, hâdisteki ihtilâf, senette yer alan sıka bir şahsın ismi, babası veya künyesinde olabilir. Bu durum onun sıhhatini bozmaz. Neticede hadîs, muzdarîb ismini alsa da sıhhat bakımından sahîhlik mertebesinden düşmez. Sahiheyn'de bu durumda birçok hadîs mevcuttur. Zerkeşî de bu meselede ısrar etmiş ve şüzûz, kalb ve ızdırab'ın sahîh ve hasen kısmına da girebileceğini söylemiştir".[139]

Muzdarib Hadisin Hükmü:


Muzdarib Hadisler ravilerinin hadisi iyi zabdetmemeleri yüzünden meydana gelen rivayet ihtilaflarıyla zayıf olmaktadır. Bununla beraber bazı muzdarib hadislerin metni sahihtir; ızdırabı ise sika olan ravilerinin isim veya künyelerindedir. Mesela Buhari ravileri arasında hem Süfyanu’s-Sevri, hem Süfyan b. Uyeyne vardır. Her birinden hadis alanlar bellidir. Bunlardan her ikisinden birden hadis almış bulunan birisi “Haddeseni Süfyan” der. Bu bir ihtilaf konusu olur. Şeyhlerinden de bir sonuca varılamaz. Hadis öylece kalır. Bununla birlikte hadis ravilerinin isim, şöhret, neseb veya künyelerindeki ihtilaflarmetnin sıhhatine bir zarar vermez. [140]  

H) Şâz Hadis:


Şâz kelimesi, lügat olarak cemaatten ayrılan, yalnız kalan, tek, eşsiz, benzersiz, kaide dışı mânâsına gelir.
Hadis ilmindeki ıstılâhî anlamı şöyledir: "Makbûl olan ravînin kendisinden daha makbul olana muhalif olarak rivayet ettiği hadis." Bu durumda daha makbul olanın rivayet ettiğine mahfûz denir.[141]
Bu tarifte Şaz ile Mahfuz birbirinin zıddı olmaktadır.[142]
Istılahda oldukça farklı şekillerde kullanılmıştır. Nevevî, şu târifleri kaydeder.
1- "Sika olan ravinin, diğer sika ravilere -gerek metinde, gerek senedde- ziyade ve noksanlıkla muhalif olarak rivayet ettiği hadistir." Ayrıca İmam Şâfiî, "Şâzz hadîs, başkasının rivayet etmediğini rivayet eden sikanın hadîsi değil, sikanın nâs'a, yani diğer sikalara, muhalefet ettiğidir" açıklamasını da getiriyor.
2- Ebu Ya'la el-Halîli der ki: "Tek bir isnaddan başka isnadı bulunmayan ve ravisi sika (güvenilir) olsun veya olmasın, bu isnadla tek kalan hadistir. Ancak ravî sika-değilse hadis metrüktür. Sika ise hadîsin üzerinde durmak lâzımdır, hüccet olarak kullanılamaz"
3- Hâkim Ebu Abdillah der ki: "Bir sika'nın mütabii olmaksızın münferiden rivayet ettiği hadistir."
Hâkim tarifinde tek kalmayı (infirad) şart koştuğu gibi, diğer sika ravilere muhalefeti de göz önünde bulunduruyor. Çünkü sika ravinin mütâbiinin bulunması rivayetin diğer sika ravilere muhalif olmadığına delâlet eder. Rivayetinde tek kalan ravî sika ise, bu rivayetle gelen hadîs şâzzdır, fakat ravînin zabtında ve hafızasında bir tereddüt bulunursa hadîsin isnadında illet var demektir. Bu ise hadîsin muallel olduğuna delâlet eder.[143]
Bu tariflerde de Şaz, Münker hadisin bir türü iye birleşmektedir. Bu açıdan hareketle Şaz hadise Münker ve Merdud da denilmiştir. Hadisin Şaz kabul edilebilmesi için infirad ve muhalefetin ikisinin birden bulunması gereklidir. [144]
Suyûtî: "Hakîm'le el-Halilî'nin tariflerini, adl ve zabıt râvilerin teferrüdleriyle bağdaştırmak zordur" der ve "Ameller niyetlere göredir..." hadîsi ile "Velâ'nın satışını yasaklayan" hadîsleri zikrederek, bunlar gibi ûlemânın amele esas kıldığı pek çok sahîh hadîsin varlığını hatırlatır ve ilave eder:
"Doğru olanı, tafsîl etmektir. Böyleleri, teferrüdleriyle kendilerinden daha çok hadîs bilen (ahfaz) ve zabt yönüyle daha üstün olan (ahfaz) birisine muhalefet ederlerse bu çeşit şâz'lar merdûddur, eğer râvi adl, hâfız, mevsûk olur, kimseye de muhâlefet etmezse rivâyeti sahîhtir, zabt yönüyle tevsîk edilmemiş, ancak zâbıt derecesinde olmaktan da uzak değilse rivâyeti hasendir, uzaksa rivayeti münker şâzdır, merdud'dur".
Nevevî açıklamasını şöyle noktalar: "Velhâsıl: merdud şâz, muhalif olan ferddir. Keza, râvilerinde, teferrüdden hâsıl olan eksikliği giderecek güven ve zabt bulunmayan münferid rivâyettir.
Şu halde, müteahhir ûlemanın kabûlünde şâz, kendinden kuvvetliye sikanın muhalefet ettiği hadîstir. Tercih durumunda dâima mercûh'tur.[145]
Bu tariflere göre de şâzz'ın ravisi sikadır. Ancak mahfûzu rivayet eden ravî ondan daha sağlamdır. Bu sağlamlık ve kuvveti tesbit edebilmek için şu şartlar aranır:
1- Ya mahfûzu rivayet edenin zabtı daha sağlamdır,
2- Veya mahfûzu rivayet eden sika ravinin sayısı birden fazladır,
3- Yahut tercih sebeplerinden birisiyle mahfûzun kuvveti sabit olur ki bunu tesbit ricâli tanımakla, mütabilerini ve şahidlerini (onu destekleyen aynı meâldeki hadisleri) araştırmakla mümkün olur [146]
Yukarıdaki tariflere uygun şâzz hadisler kabul görmüş ve şâzzdır denilmeden Kütüb-ü Sitte gibi mûteber hadis mecmualarına alınmıştır. Meselâ, "İnneme'l-a'malü bi'n-niyyât" hadîsi bunlardandır.[147]
Şâzz hadîs isnadda aykırı olabileceği gibi metinde de olabilir. Bu durum şöyle örneklendirilebilir:

1- İsnadda Şaz:


İsnadda aykırılığa örnek: Ebû Dâvûd, Tirmizî ve İbn Mâce Süfyan b. Uyeyne tariki ile Amr b. Dînâr, İbn Abbas'ın kölesi Avsece ve İbn Abbas isnadı ile şöyle bir rivayette bulunmuşlardır:
"Rasûlullah (s.a.s.) zamanında bir adam vefat etti. Arkasında mirasçı olarak kimse bırakmadı. Yalnızca azad ettiği bir kölesi vardı. Rasûlullah (s.a.s.) adamın mirasını köleye verdi”[148]
Hammâd b. Zeyd bu hadîsi Amr b. Dînâr-Avsece isnadıyla İbn Abbas'ı zikretmeden mürsel olarak rivayet etmiştir. Böylece Hammâd'ın rivayeti şâzz olurken, Süfyan tarîkinden gelen rivayet mahfuz olmaktadır.[149]

2- Metinde Şaz:


Metinde aykırılığa (ihtilâfa) örnek:
Müslim, Nübeyse el-Hüzelî'den Rasûlullah (s.a.s.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Teşrîk günleri, yeme ve içme günleridir"[150]
Hadîs bu şekliyle sahih olarak rivayet edildiği halde, Musa b. Uleyy b. Rabâh, babasından, o da Ukbe b. Amr isnadıyla "Arefe günü" ilâvesini yaparak hadîsi, "Arefe günü ve teşrîk günleri, yeme ve içme günleridir” şeklinde rivayet etmiştir.
Musa b. Uleyy'in bu şekildeki rivayeti şâzz'dır.
Abdû'l-Vâhid b. Ziyâd, A'meş vasıtasıyla Ebu Salih'ten, o da Ebu Hureyre'den şöyle bir hadis rivayet etmiştir:
“Herhangi biriniz sabah namazının iki rekat (sünnet)ini kıldığı vakit sağ tarafı üzerine uzansın."
A'meş'ten bu hadîsi rivayet eden Abdü'l-Vahid b. Ziyâd yine A'meş'ten rivayet eden diğer bütün sika ravilere muhalefet etmiştir. Çünkü bu ravilerden hiçbiri, bu hadîsi Rasûlüllah (s.a.s.)'in sözü olarak nakletmemiş, sadece, "Rasûlüllah (s.a.s.) sabah namazının iki rekât (sünnet)ini kılınca sağ yanı üzerine uzanırdı" şeklinde fiilî sünnet olarak haber vermiştir.[151]
Abdü'l-Vahid hadîsi kavlî olarak nakletmekle tek kalmış, sika ravilerin rivayetine muhalefet etmiştir.[152]
İbnü's-Salâh şâzz konusuna şu açıklığı getirir: "Eğer ravi rivayetiyle, hâfıza ve zabt yönünden kendisinden daha üstün bir kimsenin rivayetine muhalefet eder ve kendi rivayetinde tek kalırsa, o ravinin rivayeti merdûd şâzz'dır. Böyle bir muhalefet olmaz ve sadece öbürünün rivayetinden farklı olarak kendi rivayetine bir şey ilâve etmekle bu rivayetle tek kalırsa, hafıza ve zabt bakımından durumuna göre rivayeti değerlendirilir. Şöyle ki; muhalif rivayette tek kalan ravi, hâfıza ve zabt bakımından kendisine güvenilir bir kimse ise rivayeti sahîh, hafıza ve zabtına o derece güvenilir bir kimse değilse rivayeti hasen veya bu güvenin daha aşağı derecelerine göre şâzz, münker ve merdûd olur"[153]

Şâz Hadisin Hükmü:


Şâz hadis merduddur; onunla amel edilemez. Ancak, karşılığı olan mahfuzla amel edilebilir. [154]

I-İ) Musahhaf Ve Muharref Hadîsler:


Tashîf lügat olarak, bir kelimenin harflerini kavuşturmak suretiyle sahife üzerinde yapılan hata mânasına gelir.
Metin veya isnadında bir kelime veya ravilerden birinin ismi hatalı olarak söylenmiş ve bu hata ile rivayet edilmiş hadise Musahhaf Hadis denir.
Musahhaf, kelimeyi yanlış okumak manasına tashiften ism-i mef'ûl bir kelimedir. Tashif hadisin gerek metnindeki bir kelimenin veya gerekse isnadındaki bir ravi isminin telaffuzunda meydana gelen hatâ, ya kelime veya ismin şekil ve hat yönünden değişmeden yalnız bazı harflerdeki noktaların değişmesiyle yani noktalı bir harften noktanın düşmesiyle, yahut noktasız bir harfin noktalı olarak okunmasıyla kasdedilen husustur.[155]
Tashîf ve tahrîf, hadisin isnad ve metnine ârız olan bir kısım hataların adıdır. Bu hatalar lafzâ müteallik olabileceği gibi, göze müteallik de olabilir. Lafza müteallik tashifin mukabili tashîfu'l-mânâ'dır, göze müteallik olan tashîfın mukâbili de tashî-fu's-sem'dir. Ebu Ahmed el-Askerî bu çeşit hatalara karşı daha dikkatli olunması için "Kimse tashîf ve hatadan uzak değildir" demiştir. [156]
Mütehassıs hadis hâfızları, metni ve isnadı tashîfe uğramış hadisleri tanımak için büyük gayret göstermişler ve bu tür hadisleri tamnmayı çok mühim bir vazife kabul ederek bu sahada yetişenleri takdirle karşılamışlardır. Zira hadislerin metin ve isnadlarında tashif olanları tanıyabilmek özel bir bilgi birikimi isteyen bir husustur. Hadis münekkidlerinin bu fevkalâde ilmî gayretleri, onların hadislerin isnad ve metinlerini çok iyi tanıdıklarını gösterdiği gibi, muhaddislerin hadis metinlerine gereken önemi vermedikleri şeklindeki iddiaları da çürütmektedir.
Eski hadis münekkidleri (mütekaddimûn) musahhaf ile muharref'i birbirinden ayırmamışlardır. Bunlara göre, ister harfte yalnız nokta değişikliği olsun, ister kelimede şekil değişikliği olsun, her ikisi de musahhaftır; çünkü her ikisi de bir hatanın sonucudur.
Fakat daha sonraki hadis münekkidleri (müteahhirûn) musahhaf ile muharref'i birbirinden ayırmak istemişlerdir. Bununla beraber yaptıkları ayırım lafız ve şekil bakımından olmuştur. İbn Hacer, yazılışı aynı olmakla beraber, noktaların değişmesiyle meydana gelen harf veya harflerin değişikliğine musahhaf, şekil ile alâkalı olan değişikliğe muharref adını vermiştir.[157]
İbnu Hacer'in bu tefrikine rağmen, aslolan noktalarda olsun, harflerde olsun yapılan değişikliklerin tahrîf veya tashîf kelimeleriyle ifade edilmesidir. Esasen nokta değişikliği de neticede harf değişikliğine müncer olmaktadır.[158]
Muharref'in misali, Câbir (r.a.)'ın şu hadisidir. Rumiye Ebî yevme'l-ahzâb. Ahzâb muhârebesinde, Ubey omuzundan vuruldu. Rasulullah (s.a.s) de onu dağladı. Bu hadisteki "Übey" lafzını Gunder tashîf ederek izâfetle "Ebî" hâline getirmiştir. Halbuki "Übeyy"den maksat Ubeyy b. Kab'dir. Üstelik Câbir'in babası da Ahzâb'dan önce Uhud'da şehîd düştüğü için, "Ebî" olması mümkün değildir.[159]
Musahhaf daha çok hadis metinlerinde, bazan da isnadlardaki isimlerde vuku bulur. İşitme noksanlığı ve yanlış anlamadan doğar.



[1] Nureddin Itr, Menhecü'n-Nakd, fi Ulûmi'l-Hadîs, Dımaşk 1392/1972, s. 344; Koçyiğit, Talat, Hadis Istılahları, A. Ü. İlâhiyat Fakültesi Yayınları, Ankara 1980, s. 286.
[2] Ahmed Naim, Tecrîd-i Sarih Tercemesi, Ankara 1976, Mukaddime, s. 149.
[3] Ahmed Naim, a.g.e., s. 149; Koçyiğit, a.g.e., s. 286; Nuri Topaloğlu, Şamil İslam Ansiklopedisi: 4/277-278.
[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/114-115.
[5] 405/1014.
[6] Itr, a.g.e., s. 346.
[7] Subhi es-Sâlih Hadis İlimleri ve Hadis Istılahları. Çev. Yaşar Kandemir, Ankara. 1973, 140; Itr, a.g.e., s. 346.
[8] Subhi es-Sâlih, a.g.e., s. 140.
[9] Ahmed Naim, a.g.e., s.150; Nuri Topaloğlu, Şamil İslam Ansiklopedisi: 4/277-278.
[10] Mübhem isim: Râvinin recülun (bir erkek), imre'etün (bir kadın), recülün min Cüheyne (Cüheyneli bir adamı) şeklinde zikri, bu çeşit zikirler de munkatı sayılır. (İbrahim Canan)
[11] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/115.
[12] İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları: 133-134.
[13] Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis Usulü, 12. sınıf: 11.
[14] Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis Usulü, 12. sınıf: 11.
[15] Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis Usulü, 12. sınıf: 11-12.
[16] Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis Usulü, 12. sınıf: 12.
[17] İbn Hacer el-Askalânî, Nuhbetü'l-Fiker Şerhi, İstanbul 1306, 36.
[18] Ali b. Ali et-Tehanevî, Keşşafu İstilahâti'l-Fünûn, İstanbul 1984, 2/1026; Suphi es-Salih, Hadis İlimleri ve Hadis İstilahları, Terc. Y. Kandemir, Ankara 1981, 141.
[19] Ali b. Ali et-Tehanevî, Keşşafu İstilahâti'l-Fünûn, İstanbul 1984, 2/1026.
[20] Talat Koçyiğit, Hadis İstılahları, Ankara 1980, 356.
[21] Talat Koçyiğit, Hadis İstılahları, Ankara 1980, 357; Ömer Tellioğlu, Şamil İslam Ansiklopedisi: 4/231-232.
[22] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/115-116.
[23] A. Naim, Tecrid Tercemesi: 1/150; İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları: 135.
[24] Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis Usulü, 12. sınıf: 13.
[25] Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis Usulü, 12. sınıf: 13.
[26] Ahmed Naim, Tecrid-i Sarih Tercemesi, Mukaddime, Ankara 1980, 157-158.
[27] Mübhem râvi: Kişiyi, teşhise yarayacak isim, künye, nisbet, lakab gibi bir husus olmaksızın recülün (bir adam), bir Yemenli, Cüheyne kabilesinden bir kadın" diyerek zikretmişse, buna mübhem denir. (İbrahim Canan)
[28] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/73.
[29] Ahmed Naim, Tecrid-i Sarih Tercemesi, Mukaddime, Ankara 1980, 157-158.
[30] Suphi es-Salih, Hadis İlimleri ve Hadis İstılahları, Terc. Y. Kandemir, Îstanbul 1981, 190.
[31] Ahmed Naim, Tecrid-i Sarih Tercemesi, Mukaddime, Ankara 1980, 159.
[32] Suphi es-Salih, Hadis İlimleri ve Hadis İstılahları, Terc. Y. Kandemir, Îstanbul 1981, 189.
[33] Ahmed Naim, Tecrid-i Sarih Tercemesi, Mukaddime, Ankara 1980, 159, Ömer Tellioğlu, Şamil İslam Ansiklopedisi: 4/220-221.
[34] İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları: 136.
[35] Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis Usulü, 12. sınıf: 33.
[36] Ahmed Naim, Tecrîd-i Sarîh Mukaddimesi, Ankara 1984 1/163.
[37] Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis Usulü, 12. sınıf: 14-15.
[38] İbn Kesîr, Ihtisâru Ulumi'l-hadîs.
[39] Suphî es-Sâlih, Hadis İlimleri ve Hadîs Istılahları, Terc. M. Yaşar Kandemir, Ankara 1981, s. 142.
[40] Suphî es-Sâlih, a.g.e., s. 142.
[41] Hâkim, Ma'rifetu Ulûmi'l-hadîs, Nşr. Seyyid Muazzam Hüseyin, Beyrut 1980 s. 111.
[42] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/117-118.
[43] Suphî es-Sâlih, a.g.e., s. 144.
[44] Suphî Sâlih, a.g.e., s. 148-149.
[45] Hatîb el-Bağdâdî, el-Kifâye fi ilmi'r-rivâye, Haydarâbâd Dâiretu'l-maarifi'l Osmâniyye, 1357 s. 357.
[46] Sabahaddin Yıldırım, Şamil İslam Ansiklopedisi: 4/124.
[47] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/ 116-117.
[48] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/118-119.
[49] Subhî es-Sâlih, a.g.e., s. 143.
[50] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/119.
[51] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/119.
[52] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/120.
[53] Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis Usulü, 12. sınıf: 15.
[54] İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları: 136.
[55] İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları: 137.
[56] İbn Ali et-Tehanevî, Keşşâfu Istılahâti'l-Funûn, İstanbul 1984, I, 169; Suphi es-Salih, Hadis İlimleri ve Hadis İstilahları, Terc. Yaşar Kandemir, Ankara 1981, I74.
[57] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/128.
[58] İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları: 137.
[59] İbn Hacer el-Askalânî, Nuhbetül-Fiker Şerhi, İstanbul 1306, 44-45.
[60] a.g.e., aynı yer.
[61] Talat Koçyiğit, Hadis İstılahları, Ankara 1980, 221.
[62] Ahmed Naim, Tecrid-i Sarih Tercemesi, Mukaddimesi: 126; Ömer Tellioğlu, Şamil İslam Ansiklopedisi: 4/167.
[63] Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis Usulü, 12. sınıf: 15.
[64] Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis Usulü, 12. sınıf: 16.
[65] İbn Hacer el-Askalâni, Nuhbetü'l-Fiker Şerhi, s. 55; Tecrid Sarih Tercemesi, 1/123; Suphi es-Sâlih, Hadis İlimleri ve Hadis Istılahları (trc. Yaşar Kandemir), s. 162-163 Talat Koçyiğit, Hadis Istılahları, s. 287; Hayreddin Karaman, Hadis Usûlü, s. 92.
[66] öl. 301.
[67] İbnü's-Salâh, Ulûmi'l-Hadis, s. 71-72.
[68] İbnü's-Salâh, a.g.e., s. 73-74; Nuhbetü'l-Fiker Şerhi, s. 45.
[69] Suphi es-Sâlih, a.g.e., 162.
[70] İbnü's-Salâh, a.g.e., s. 71-72; Suyûtî, Tedribü'r-Râzi, I, 239; Tercid-i Sarih Tercemesi, I, 123-124; Koçyiğit, a.g.e., s. 287-288.
[71] İbn Hacer, a.g.e., s. 44-45.
[72] Ahmet Güç, Şamil İslam Ansiklopedisi: 4/362-363.
[73] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/126-127.
[74] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/127.
[75] Mizanu’l-İ’tidal: 1/53.
[76] İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları: 138-139.
[77] Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis Usulü, 12. sınıf: 16.
[78] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/120.
[79] İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları: 139.
[80] İbn Hacer el-Askalânî, Nuhbetu'l-Fiker, İstanbul 1306, 45.
[81] İbn Hacer el-Askalânî, Nuhbetu'l-Fiker, İstanbul 1306, 45; Suphi es-Salih, Hadis İlimleri ve Istılahları, Tec. Yaşar Kandemir, Ankara 1981,150.
[82] İbn Hacer el-Askalânî, Nuhbetu'l-Fiker, İstanbul 1306, 45.
[83] İbn Hacer el-Askalânî, Nuhbetu'l-Fiker, İstanbul 1306, 151.
[84] İbn Hacer el-Askalânî, Nuhbetu'l-Fiker, İstanbul 1306, 45; Suphi es-Salih, Hadis İlimleri ve Istılahları, Tec. Yaşar Kandemir, Ankara 1981,151.
[85] İbn Hacer el-Askalânî, Nuhbetu'l-Fiker, İstanbul 1306, 45.
[86] İbn Hacer el-Askalânî, Nuhbetu'l-Fiker, İstanbul 1306, 45 derkenar.
[87] Suphi es-Salih, Hadis İlimleri ve Istılahları, Tec. Yaşar Kandemir, Ankara 1981,153.
[88] Suphi es-Salih, Hadis İlimleri ve Istılahları, Tec. Yaşar Kandemir, Ankara 1981,154-155.
[89] Ömer Tellioğlu, Şamil İslam Ansiklopedisi: 4/222-223.
[90] Ahmed b. Hanbel, Müsned: 2/524.
[91] İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları: 140.
[92] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/120.
[93] Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis Usulü, 12. sınıf: 16-17.
[94] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/120-121.
[95] Hadisin “an” edatı ile rivayet edilmesidir.
[96] Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis Usulü, 12. sınıf: 17-19; İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/120-121.
[97] Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis Usulü, 12. sınıf: 19-20.
[98] Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis Usulü, 12. sınıf: 20.
[99] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/122.
[100] el-Emîr, es-San'anî, Tavzîhu'l-Efkâr, Nşr, Muhammed Muhyiddin Abdulhamîd, Kâhire 1366, II, s. 50 (dipnot) Suyütî, Tedrîbu'r-Râvî, Nşr. Abdülvahhab Abdüllatif, Medine, 1972 s. 268; İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/128.
[101] Subhi es-Sâlih, Hadis İlimleri ve Hadis Istılahları, Trc. M. Yaşar Kandemir, Ankara 1981, s. 207.
[102] Ahmed Muhammed Şâkir, a.g.e., s. 74.
[103] el-Emîr Es-San'anî, a.g.e., 2/53.
[104] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/129.
[105] Ahmed Muhammed Şakir, el-Bâisü'l-Hadis Şerhu İhtisâru Ulûmi'l-Hadîs, Beyrut 1951, s. 74; Sabahaddin Yıldırım, Şamil İslam Ansiklopedisi: 4/325-326.
[106] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/129; Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis Usulü, 12. sınıf: 38.
[107] Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis Usulü, 12. sınıf: 38.
[108] Ahmed Muhammed Şâkir, a.g.e., s. 76.
[109] Ahmed Muhammed Şâkir, a.g.e., s. 76-77; Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis Usulü, 12. sınıf: 36-38; İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/129-130.
[110] Ahmed Muhammed Şâkir, a.g.e., s. 77; Sabahaddin Yıldırım, Şamil İslam Ansiklopedisi: 4/326; İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/130; Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis Usulü, 12. sınıf: 39.
[111] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/124.
[112] Ömer Tellioğlu, Şamil İslam Ansiklopedisi: 4/51.
[113] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/124.
[114] İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları: 142.
[115] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/124-125.
[116] Müslim, Zekât: 30.
[117] Buhârî, Zekât: 16.
[118] Suphi es-Salih, Hadis İlimleri ve Hadis İstilahları, Terc. Yaşar Kandemir, Ankara 1981, 161.
[119] Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis Usulü, 12. sınıf: 23.
[120] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/125.
[121] Tecrid-i Sarih Tercemesi, Ankara 1980, 1/308.
[122] Suphi es-Salih, Hadis İlimleri ve Hadis İstilahları, Terc. Yaşar Kandemir, Ankara 1981, 163.
[123] İbn Hacer el-Askalânî, Nuhbetu'l-Fiker şehri, İstanbul 1306, 49.
[124] Suphi es-Salih, Hadis İlimleri ve Hadis İstilahları, Terc. Yaşar Kandemir, Ankara 1981, 164; Ömer Tellioğlu, Şamil İslam Ansiklopedisi: 4/51-52.
[125] Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis Usulü, 12. sınıf: 23.
[126] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/122.
[127] Suphi es-Salih, Hadis İlimleri ve Hadis İstilahları, Terc. Yaşar Kandemir, Ankara 1981, 157.
[128] İbn Hacer el-Askalânî, Nuhbetü'l-Fiker şerhi, İstanbul 1306, 48.
[129] İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları: 142-143.
[130] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/122-123; Talat Koçyiğit, Hadis İstılahları, Ankara 1980, 176; Suphi es-Salih, a.g.e., 157; Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis Usulü, 12. sınıf: 21.
[131] Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis Usulü, 12. sınıf: 20-21.
[132] Suphi es-Salih, a.g.e., 158.
[133] Tirmizî, Zekât: 27.
[134] İbn Mâce, Zekât: 3.
[135] Ali İbn Ali et-Tehanevî, Kitabu Keşşâfi İstilâhâti'l-Funûn, İstanbul 1984, II, 874; Koçyiğit, a.g.e., 178-179; Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis Usulü, 12. sınıf: 21.
[136] Suphi es-Salih, a.g.e., 159-160.
[137] Ömer Tellioğlu, Şamil İslam Ansiklopedisi: 4/311-312.
[138] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/123; Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis Usulü, 12. sınıf: 21.
[139] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/123.
[140] Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis Usulü, 12. sınıf: 21-22.
[141] Tehanevî, Keşşafu Istılahâtî'-l-Funûn, I, 741.
[142] İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları: 143.
[143] Talât Koçyiğit, Hadîs Usülü, s. 111-112..
[144] İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları: 144.
[145] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/125-126.
[146] A. Naim, Tecrid Mukaddimesi, I, 120.
[147] Bu hadîs için bkz: Buharî, Bed'ü'l-Vahiy,1; İman,14; Nikâh, 5; Talâk,11; Menâkıbu'l-Ensâr, 45; Itk, 6; Eyman, 23; Hıyel,1; Müslim, İmâra,155; Ebû Dâvûd, Talâk, 11; Tirmizî, Fedailü'l-Cihad 16; Neseî, Taharet, 59; Talâk, 24; Eyman, 19; İbn Mâce, Zühd, 26; İbn Hanbel, I, 25; İsmail Kaya, Şamil İslam Ansiklopedisi: 6/13.
[148] Ebû Davûd, Ferâiz: 3; Tirmizî, Ferâiz: 4; İbn Mâce, Ferâiz: 2.
[149] İsmail Kaya, Şamil İslam Ansiklopedisi: 6/13.
[150] Müslim, Sıyam, III, 351-352.
[151] Tecrîd Tercemesi, Mukaddime, I, 123.
[152] Talât Koçyiğit, a.g.e., 112-113; Mücteba Uğur, Hadis Dersleri, 54-55.
[153] Talat Koçyigit, a.g.e., 112, İbnü's-Salâh, Mukaddime, 36; İsmail Kaya, Şamil İslam Ansiklopedisi: 6/13-14.
[154] Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis Usulü, 12. sınıf: 24.
[155] Talat Koçyiğit, Hadis Istılahları, Ankara 1980, s. 301.
[156] Subhî es-Sâlih, a.g.e., s. 223; Sabahaddin Yıldırım, Şamil İslam Ansiklopedisi: 4/288.
[157] İbn Hacer, Nüzhetü'n-Nazar Şerhu-Nuhbeti'l fiker, Mısır, (t.y) s. 47.
[158] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/135.
[159] İbnü's-Salah, a.g.e., s. 253; Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis Usulü, 12. sınıf: 41.