Bu Blog içinde Ara

13 Haziran 2012 Çarşamba

Tashif Türleri:

Tashif Türleri:


1) Metinde Tashif:


İbn Hacer'in tarifine göre metin yönünden musahhaf olan hadise misal olarak şu hadis verilebilir: "Kim Ramazan orucunu tutar ve ardından da Şevvâl ayında altı (gün) oruç tutarsa, bütün sene oruç tutmuş gibi olur."
Darekûtnî'nin belirttiğine göre, yine Ebu Eyyûb tarîkiyle hadisi, nakleden Ebu Bekr es-Sûli, hadis metinde geçen sitten (altı) kelimesinde tashif yapmış ve "men same Ramadane sümme etbeahu şey'en" demiştir.[2]
Muhammed b. Yahyâ ez-Zühelî öldüğü zaman hadis anlatmak (tahdîs) için Mahmiş diye bilinen bir şeyh vazîfelendirildi. Mahmiş, Hz. Peygamber (s.a.s)'in "Yâ Ebâ Umeyr mâ feala'l-baîr..." (Ey Ebû Umeyr devecik ne yapıyor.) buyurduğunu rivâyet etti. Halbuki doğrusu "Mâ feale'n-nuğeyr" (Serçecik ne yapıyor) şeklindedir.[3]
Hz. Peygamber tarafından sadaka âmili (memuru) olarak gönderilen Esd (Ezd) kabîlesinden İbnu'l-Lutbiyye isminde biri, dönüşünde, topladığı vergileri getirip "bunlar sizin" diyerek Hz. Peygamber'e teslim etmiş, bazı şeyleri de yanında alıkoyup "bunlar da benim bana hediye edildi" demişti. Bunun üzerine Hz. Peygamber, mescidde minbere çıkarak memurların hediye kabul etmelerinin doğru olmadığını bildiren bir konuşma yapmış ve hediye alanların, aldıklarını (deve, inek ve koyun cinsinden olursa, her biri kendi sesleriyle bağırır oldukları halde) boyunlarında taşıyacaklarını haber vermiştir.[4]
Bu hadiste "ev şâtun tey'ıru (tey'aru) "eğer bir koyun ise meler" ibâresi yer almıştır. İbnü's-Salah'ın Dârekutnî'den naklen bildirdiğine göre, Ebû Musâ Muhammed b. Müsennâ bu ibâreyi tashîf ederek "ev şâtun ten'ıru" şeklinde rivâyet etmiştir.[5]
Zeyd İbnu Sâbit'in bir rivâyete göre Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) mescidde hasır vs.'den kendisine bir hücre teşkil etti" hadîsinde geçen ihtecere (hücre teşkil etti) kelimesini İbnu Lehî'a tashîf ederek ıhteceme =hacamat oldu şekline sokmuştur.
Hangi çeşidiyle olursa olsun metindeki tashifler, çoğu zaman manâyı değiştirir ve gerçekleri çirkinleştirir.[6]

2) İsnadda Tashif:


İsnadda vâki olan tashîfe örnek de Kur'an-ı Kerîm kârî'lerinden Muhammed b. Abdülkuddûs'ün bir şeyhten rivayet ettiği şu sözlerdir: "Bağdat'ta bir şeyh bize rivâyet ederken dedi ki: An Süfyân es-Sevrî an Celed el-Cedâ, ani'l-Cisr... Halbuki demek istediğinin doğrusu şöyledir: An Süfyân es-Sevrî, an Hâlid el-Hazza, ani'l-Hasen"[7]
İbnu Ma'în'in el-Avvâm İbnu Mürâcim ismini el-Avvâm İbnu Müzâhim diye söylemiştir. Mürâcim imlâsında nokta hatası yapılarak Müzâhim, Mürâcim ismi Müzâhim diye okunuyor. [8]  

3) İşitmeye Yönelik Tashif:


İşitmeye müteallik tashif'in örneği, "Asımu'l-Ahval" hadîsi'ni rivâyet ederken bazılarının "Vâsıl'l-Ahdab" hadîsi diye söylemiş olmasıdır. Keza Şu'be, Hâlid İbnu Alkame hadîsi diyeceği yerde tashîfu's-sem yaparak Mâlik İbnu Arfata demiştir.

4) Manaya Yönelik Tashif:


Tashîfu'l-mânâ'ya örnek olarak Muhammed İbnu'l-Müsenna el-Anezî'nin kabilesiyle iftihar için söylediği şu sözü örnek verilir: "Biz Şerefli bir kabîleyiz, yani biz Anezî'deniz, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bize muteveccihen namaz kıldı".
Bu sözdeki tashîf şuradan ileri gelir: Resûlullah'ın Aneze'ye müteveccihen namaz kıldığına dâir rivayet mevcuttur. Muhammed İbnu'l-Müsenna, hadiste geçen aneze ile kendi kabîlesinin kastedildiğini sanmıştır. Halbuki bu, harbe demektir ve namaz sırasında sütre olarak öne dikilmiştir. Daha enteresanını Hâkim nakletmektedir. O, bir bedevînin, bunu anze (ki keçi demektir) okuyarak, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın "bir keçiye" müteveccihen namaz kıldığını anladığını, sonra da hadîsi, mânâyı esas alarak rivayet suretiyle, katmerli hata işlediğini görmüştür.[9]
Musahhaf'ın hemen hemen bütün çeşitlerinde göze çarpan zayıflığa rağmen, "sahîh-hasen-zayıf hadisler arasında müşterek olan ıstılahlar" kısmında zikredilmesi, bir çoklarınca acâib karşılanacaktır. Araştırıcı, onâ "mevzû" damgası vurulmasa bile, tamamen zayıf olarak kabul edilmesi gerektiğini zannedecektir.
Bu zannın hatalı olduğu, daha işin başında bellidir. Zira bu zan, fâsit bir kanâate dayanmaktadır. Kısaca bu kanâate göre, tashifcilerin sahîh ve hasen hadisleri tahrif etmeleri yasaklanmış ve son derece zayıf rivayetlerle istedikleri gibi oynamalarına da müsâade edilmiştir. Gerçekler ise bu kanaati yalanlamaktadır. Zîra tashifçiler bütün hadîs ne'vilerini tahrîfe yeltenmekle kalmamışlar; hatta bâzılarının hayâsızlığı, Allah'ın Kitabı'nda bile tashîf yapacak kadar aşırı bir hadde varmıştır. Mütevâtir olan Kur'ân-ı Kerim'in, bu tashiflerden berî olduğu ve onda katiyyen tashif yapılmadığı gibi, sahîh, hasen ve zayıf hadisi şerifler dahi bu tashiflerden uzak kalmıştır.
Tashîf yapılan hadisler hakkında şu ifâdeler kullanılır: Bu hadis sahihtir; fakat onu falan tashîf etmiştir. Bu hasendir; ona tashif yapılmıştır. Nitekim zayıf hadis için de, ister tashîf edilsin, ister edilmesin, bu hadîs zayıftır, denir.[10]
Dârakutnî hadîslerde yapılmış olan bütün nokta ve harf değişikliklerini gösteren bir te'lîf ortaya koymuş, Kur'an'da rastladığı tashifatı da orada göstermiştir. Eserin adı Kitâbu'l-Tashîf'tir.[11]

4) Sahîh, Hasen Ve Zayıf Arasında Müşterek Hadîs Nevileri


Hadîs çeşidini gösteren bir kısım ıstılahlar var ki onlar hadîsin sıhhat durumunu belirtmezler. Taşıdığı vasıflara göre sıhhati tayin edilir. Sözgelimi daha önce gördüğümüz şâz tâbiriyle belli vasıflar taşıyan zayıf kastedildiği halde, merfu hadîs deyince sâdece Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e nisbet edilen bir rivâyet kastederiz. Bu, sahîh olabileceği gibi zayıf ve hatta münker ve mevzu da olabilir.
Biz bu guruba dahil edilen hadislerden bir çoğunu daha önceki bahislerde, başka başlıklar altında işledik. Burada, daha ziyâde, işlenmeyenler üzerinde duracağız.[12]

A) Merfu, Mevkuf Ve Maktu Hadîsler:


Bunlar İlk Kaynağına Göre Hadisler bahsinde işlenmiştir. Burada şunu ilave edeceğiz. Bazı müellifler mevkuf ve maktu hadisleri, "Zayıflar kısmına dahil ederler. Onların bu işte nokta-i nazarları", mevkuf ve maktu hadîsin amel nokta-i nazarından vücub ifâde edip etmeme durumudur. Merfû yani Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e ait sünnet'le, Sahâbe ve Tâbiîn ve Etbauttâbiîn'e ait sünnet elbette aynı kesinlikte ameli mûcib değildir. Usûl kitapları bu hususta müttefiktir. Ancak bu, o rivâyetlerin zayıflığından ileri gelmez. Rivâyetin za'fı, ya senetteki kusurdan veya muhâlefetten gelir. Senedi sıhhat şartlarına uyan, meselâ Hz. Ömer'le ilgili bir rivâyete zayıf dememek gerekir.
Öte yandan, sahîh dahi olsa, her merfu hadîs amel nokta-i nazarından vücûb ifâde etmez. Rivâyetlerin -merfu olsun, mevkuf veya maktu olsun- amel durumu daha çok fıkhı ilgilendiren ayrı bir konu. Ancak şu kadarını bir kere daha tekrar edeceğiz: Ayette ve merfu sünnette olmayan hususlarda, Ashâb'ın, ihtilaf girmeyen ameli, hüccettir. Tâbiîn ve Etbauttâbiîn için de aynı şeyler söylenmiştir. İcma-ı ümmet'in manâsı biraz da budur. Selefin, rüchan hakkı olmasaydı fıkhî mezhepler teşekkül etmezdi. Unutulmamalı ki, Fıkhî mezhepler Tâbiîn ve Etbauttâbiîn nesillerinin eseridir.[13]

B) Müsned Hadîs:


1- Farklı mânâlarda kullanılmış bir tabirdir. Hatîbu'l-Bağdâdî: "Müsned ehlü'l-hadîs nezdinde, senedi müntehâya kadar muttasıl olan hadîs" diye târif eder. Bu tarifin içine merfu, mevkuf ve maktu da dahildir. Şu halde burada kastedilen senedin zâhiri ittisalidir. İçerisinde gizli inkıta bulunan rivâyet de buraya girer; müdellis bir râvinin mu'an'an rivâyeti gibi. Keza likâsı kesin olmayan muâsırdan yapılan rivâyet de böyledir.
2- Ancak çoğunlukla müsned, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'den yapılan rivâyetlere ıtlak olunmaktadır. Bu mânâda müsned, merfû mânâsındadır. İbnu Abdilberr daha açık olarak: Muttasıl veya munkatı, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'tan yapılan her çeşit rivâyete müsned dendiğini belirtir.
3- Hâkim ve bir grup muhaddis de: Sadece merfû muttasıl olan rivâyetlere müsned deneceğini söylemiştir.
Ayrıca, bir tasnîf çeşidine de müsned dendiğini bir kere daha belirtelim. [14]
Müsned, isnad edilmiş, isnadı tam demektir. Müsned hadislerin tarifinde çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. En çok meşhur olan tarif şudur: İsnadı başından sonuna kadar kesiksiz olan ve merfu’ olarak rivayet edilen hadislere mürsel hadisler denir.
Bu tarife göre bir müsned hadis Hz. Peygamber’e varıncaya kadar senedinde atlama olmayan hadistir. Başka bir deyişle müsned, kesiksiz bir senedle rivayet edilen merfu’dur. Bazı muhaddislere göre kesiksiz bir senedle rivayet edilen mevkuf ve maktu’ da müsned sayılabilir. [15]

C) Muttasıl (Mevsul):


Senedi kesintisiz olan hadis.
En son ravisinden ilk kaynağına kadar senedinde kopukluk olmayan hadise Muttasıl denir. Muttasıl hadis, merfû (Hz. Peygamber'e ait), mevkuf (Sahabeye ait) veya maktû (Tabiîne ait) olabilir.
İttisal, hadisin senedini teşkil eden ravilerden her birinin, kendinden önceki raviden (şeyhinden) işitmesi veya ondan icazet alması ile olur. Bu ise ancak, ravinin şeyhinden hadis dinlemesi, ona okuyup dinletmesi, şeyhin raviye yazıp göndermesi, hadislerini elden vermesi veya rivâyet için ona icazet vermesi ile olur. "Semi'tu", "haddesenâ", "ahberenâ"... gibi eda siğalarıyla nakledilen hadislerin senedlerinin muttasıl olduğuna hükmedilir.
"Kale", "zekere", "an", "enne''... gibi siğalar ise ancak, ravi ile şeyhin muasır veya mülâkî (birbirleriyle görüşüp rivayet eden) olmaları ve ravinin müdellis (görüşmediği kimselerden duymuş gibi hadis rivayet eden râvî) olmaması şartlarına bağlıdır.
Sahih hadisin şartlarından biri olan ittisalin zıddı, inkıtadır. Bu, isnadı oluşturan ravilerin önceki ile bir sonraki arasında kopukluk olması, birbirlerinden rivayetlerinin bulunmamasıdır. Bu durum senedin sıhhatine engel olur. Munkatı denilen bu tür hadisler, zayıf hadislerden sayılır. Suyu taşıyan borular arasındaki bağlantı zayıf veya aralarında kopukluk olduğunda nasıl ki borulara dışarıdan sızma olursa, ravileri arasında sağlam bağlantı (ittisat) olmayan senedlerle gelen hadislere de başka sözler karışabilir. Böylece hadisin sıhhatı zaafa uğramış olur. Hadisi Hz. Peygamber'den bize ulaştıran sened, halkaları sağlam ve iyice birbirine raptedilmiş bir zincir gibi olmalıdır ki, bu şekilde bize ulaşan (muttasıl) hadislere güvenilebilsin.[16]
Senetteki İttisal Durumuna Göre Hadîsler bahsinde incelendiği üzere, ilk kaynağına kadar kesintisiz ulaşan hadîstir. Bu hadîs zayıf da olabilir, çünkü ittisâl sıhhat için gerekli ise de yeterli şart değildir. Zira şüzûz, illet, mecrûh, râvi gibi durumlar hadîsi zayıf kılabilir.[17]
Muttasıl, ilk kaynağına varıncaya kadar senedinde hiç atlama bulunmayan hadistir. İlk kaynak Hz. Peygamber ise muttasıl hadis merfu; sahabi ise mevkuf; tabiin ise maktu’dur. Bu açıklamadan anlaşılacağı gibi hadisin muttasıl oluşu senedinin muttasıl yani kesiksiz oluşundandır. [18]

D) Mu'an'an Hadîs:


Ravinin, hadisi tahdis, ihbar ve semâ yolundan hangisiyle aldığını belirtmeksizin yani "haddesenâ", "ahberanâ" ve "semi'tu" gibi tabirler kullanmayıp yalnız an lafzıyla (an fiilân an fiilân diyerek) rivâyet ettiği hadisler. Bazı hadis münekkidlerine göre mürsel türünden olan bu çeşit rivâyet ve hadisler, fukahâ ve usulcülerin çoğu tarafmdan muttasıl (isnadında kesinti olmayan) diye ta'rif edilmiştir. Bununla birlikte mu'an'an hadisin muttasıl isnadlı hadis gibi kabul edilebilmesi için bir takım şartlar aranmıştır. Güvenilir ve kabul gören görüşe göre mu'an'an hadis üç şartı bulundurmasıyla muttasıl isnad gibi kabul olunur. Bu üç şart şunlardır. Râvinin adâlet özelliğine sahip olması; ravinin rivâyeti aldığı zâtla görüşmüş olmasının kesinleşmiş olması (sübutu); ravinin müdellislerden, yani görüşmüş olduğu hocalarından işitmediği hadisleri rivayet edenlerden olması.[19]
Sahih-i Buhârî ve Sahih-i Müslim'de mu'an'an hadis bol miktarda bulunmaktadır. Sahih-i Müslim'de ise daha çok mevcuttur. Zira İmam Müslim, ravi ile ondan (an) lafzı ile rivayet eden şahsın görüşmüş olmasını şart koşmamıştır. Hattâ Ali b. el-Medînî, Buharî ve başka hadis imamlarının kabul etmesine rağmen o, Sahih'inin mukaddimesinde bu şartı kabul etmeyerek reddetmiştir. Kütüb-i Sitte içerisinde sadece Sahih-i Müslim'de bulunan mukaddimede İmam Müslim "Mu'an'an hadisle ihticâcın sahih olması babı" başlığı altında yukarıda geçen şarta itiraz etmiş ve bunun isnadlara ta'n etmek için sonradan uydurulduğunu, daha önceleri hiç kimsenin böyle bir şart ileri sürmediğini söyleyerek şöyle demiştir: "Hadislerle ve rivayetlerle meşgul olan eski ve yeni bütün ilim erbabının üzerinde ittifak ettikleri yaygın görüş şudur ki; sika olan her bir ravi, kendisi gibi sika bir râviden hadis rivayet ettiği zaman, bunların bir araya geldiklerine ve karşılıklı konuştuklarına dair hiç bir haber gelmemiş olsa bile, aynı asırda yaşamış olmaları dolayısıyla, birbirlerine kavuşmuş ve birbirlerinden hadis işitmiş olmaları câiz ve mümkündür; rivâyetleri sâbittir ve bu rivâyetle ihticâc zarurîdir.[20]
İfadelerinden anlaşıldığı gibi İmam Müslim, "an" lafzıyla rivâyet edilen hadislerde sika ravilerin birbirleriyle görüşmelerinin (mülâki olmalarının) bilinmesini şart koşmuyor, aynı asırda yaşamış olmalarını (muâsarâtı) hadisin kabulü için yeterli görüyor. Aynı zamanda, mu'an'an hadislerin mürsel veya munkatı olmaları ihtimaline binâen, ananede ravilerin birbirlerine kavuşmuş olmalarını şart koşanların da mu'an'an ile ihticâc etmemeleri gerektiğini ileri sürerek; "Eğer, senin haberi zayıf görüp onunla ihticâcı terketmendeki sebep, o haberdeki irsal (mürsel olma) ihtimali ise, başından sonuna kadar semâ kaydını görmedikçe mu'an'an isnâdı kabul etmemen gerekir" demektedir.[21]
İmam Müslim'in bu görüşü muhaddislerce tenkide tabi tutulmuştur. İbnü's-Salah bu hususta şunu söylüyor: "Müslim'in söylediği hususta düşünmek lazımdır. Ayrıca Müslim'in reddettiği görüşün, Ali b.el-Medînî, Buharî ve bunlardan başka zevâtın üzerinde birleştiği görüş olduğunu söyleyenler de vardır."[22] İbn Hacer'in bu konudaki değerlendirmesi de şöyledir: "Buharî'nin, hadislerindeki ittisâl yönünden Müslim'e üstünlüğü, birbirinden hadis nakleden ravilerin, bir defa da olsa, birbirleriyle karşılaşmış olduklarının sâbit olması hususunda ileri sürdüğü şart dolayısıyladır. Halbuki Müslim, bu ravilerin muâsır olmalarıyla yetinmiş ve Buharî'yi de ileri sürdüğü bu şart dolayısıyla ananeyi asla kabul etmemekle ilzam etmiştir; bir başka ifadeyle, onun an'an'eyi kabul etmemesi gerektiğini ileri sürmüştür.[23]
Mu'an'an hadis'i rivayet ederken kullanılan muayyen bir ıstılahı yoktur. Bazan "semi'tü" (işittim) bazan "an Rasulillâh" bazan da "kâle Rasulullah" (Rasulullah buyurdu ki) demek suretiyle ifâde edilir. Bu sebeple meseleyi açıklamaya lüzum görmüşler ve Rasulullah (s.a.s)'dan ayrılmayan sahabî'nin rivâyetini, hangi lafız ile rivâyet edilirse edilsin, Rasulullah (s.a.s.)'den duyulmuş olarak kabûl etmişlerdir.[24]
Mu'an'an hadisin üç durumunu İbn Hacer kesin surette halletmektedir. Birinci mesele: "an" lafzı "haddesenâ" ve "ahberanâ" gibidir. İkincisi: Eğer hadis bir müdellisten sâdır olmuşsa, bu mertebede değildir. Üçüncüsü: "an" lafzı, icâzetle kullanılan "ahberana" gibidir. Hadis yine muttasıldır; fakat tahammül şekillerinde de açıklandığı üzere, semâdan aşağı mertebededir.[25]
Râvi, hadîsi tahammül ve ahz yollarından hangisiyle aldığını belirtmeksizin an fülan an fülan diyerek sevkederse bu hadîse mu'an'an denir. Bazıları bu hadîse mürsel demiştir. Her hâl-u kârda, hadîs, sarîh olarak ittisal ifade etmediği için ilk nazarda "zayıf"tır. Nevevî: Muhaddis, fukahâ ve usulcülerin cumhurları, mu'an'an hadîsin iki şartla muttasıl sayılacağını söylediğini ve amel edilen sahîh görüşün de bu olduğunu belirtir. Mezkûr şartlara gelince:
1- Mu'an'ın (hadisi mu'an'an olarak rivâyet eden), müdellis olmamalıdır.
2- Mu'an'ın'la şeyhi birbirini görebilecek durumda olmalıdır.
Müslim'in bu görüşte olduğunu belirtmiştik.
Mu'an'an rivâyetin muttasıl sayılması için likanın sübûtunu, sohbetin uzun olmasını ve şeyhinden rivâyetinin bilinmesini şart koşma meselesi ihtilâflıdır. Bazıları bunlardan hiçbirini -Müslim gibi- şart koşmaz. Bâzıları sadece lika'yı şart koşar. Buhârî, İbnu'l-Medînî ve Muhakkikin bu gruba girer. Uzun müddet sohbeti şart koşan da olmuştur. Keza şeyhinden mu'an'ın'ın muttasıl rivâyet etmekle mâruf olmasını şart koşan da olmuştur. Ebu Amr ed-Dânî bu görüştedir.
Netice olarak, İbnu Hacer mu'an'an rivayete mutlak şekilde "munkatı" demenin teşeddüd olacağını, mu'âsara'yı (aynı asırda yaşamış olma) yeterli görmenin de tesâhül (gevşeklik) olacağını, en doğru yolun Buharî gibi, lika, adâlet ve zabt şartlarını aramak olduğunu belirtir.
"An" harfi'nin müteahhir muhaddislerce hususî bir kullanılışı var. Daha ziyade icâzet'le tahammül edilen rivâyetlerin sevkinde an kullanılmıştır. Yâni bir ravinin: ‘Kara’tu ala fulanin an fulanin’ demekten muradı, bu hadîsi ondan icâzetli rivâyet ettiğini belirtmektir.[26]

E) Mü'en'en Hadis:


İsnâdında "haddesenâ fiilânun enne fulânen haddesehü.." (Bize falan kendisine falanca ravinin hadis anlattığını haber verdi) gibi enne harfini ihtivâ eden ibârelerle rivâyet edilmiş hadisler. "Enne" ibaresinin senedin ittisaline delalet edip etmediği hususu muhaddisler arasında ihtilâf konusu olmuştur. İbnü's- Salah ve bu hususta ona tâbi olan Nevevî'nin ifâdelerine göre Ahmed b. Hanbel ve muhaddislerden bir cemaat (enne)'nin (ene) gibi olmadığını yani ittisale delâlet etmediğini; senedin muntakı sayılacağını, ancak aynı haberde bir başka yönden sema'ın belli olması halinde ittisâl ile hükmedilebileceğini söylemişlerdir. Bununla beraber çoğunluk, bu arada İmam Malik, İbn Enes, "enne"nin, râvisi tedlîsten sâlim ve şeyhine mülâki olduğu bilindikçe, ittisâl yönünden "an" gibi olduğunu ileri sürmüşlerdir.[27] Bu hususta İbn Abdilberr, "enne" ve "an" gibi rivâyette kullanılan harflere ve sair elfaza değil, râvi ile şeyhi (hocası) arasındaki mülâkât, mücâlese, müşâhede ve semâ'a itibar etmek gerektiğini söylemiş ve "rivâyette semâ'ın belli olmasını şart koşmak manâsızdır; zira icmâ ile sâbit olmuştur ki Sahâbîye kadar uzanan isnadda Sahabî ister "an", isterse "enne", ister "kâle" ve isterse "semi'tu" tabirini kullanmış olsun; hepsi de muttasıldır" demiştir.[28]
Muhaddislerden Berdîcî, mü'ennen hadiste semâ vuku bulduğu için, bir başka hadis yoluyla meydana çıkıncaya kadar onu munkatı (isnadında kopukluk olan) hadis kabul edenlerdendir.[29]
İbnü's-Salah, Berdicî'nin bu görüşünü konu ederek şu müşâhedesini anlatır: Berdicî'den nakledilen bu görüşün aynını Yakub İbn Şeybe'nin Müsned'inde gördüm. Yakup, Ebu'z-Zübeyr'in rivâyet ettiği (Ebu'z-Zübeyr): "Ammâr demiş ki, ben, Rasulullah (s.a.s) namaz kılarken yanına geldim ve kendisine selâm verdim, O da benim selâmımı aldı" hadisini zikretmiş ve bunun müsned mevsûl (yani isnadı kesintisiz hadis) olduğunu söylemiştir. Sonra Kays İbn Sa'd'ın aynı haberle ilgili (Kays İbn Sa'd) rivâyetini zikretmiş, bunun da an Ammâr kâle: Enne Ammâren merre, denilmesi dolayısıyla mürsel olduğunu ileri sürmüştür.[30]
İbnüs Salah'ın bu ifâdesinden anlaşıldığına göre aynı hadisin iki rivayetinden birinde "an Ammâran kâle" diğerinde "enne Ammâran merre" denilmesi sebebiyle birinci muttasıl; ikinci mürsel veya munkatı sayılmıştır. Bu, şu demektir ki; (enne) ittisâle (yani isnadın bitişikliğine kesintisiz oluşuna) delâlet yönünde (an) gibi değildir. (An) ittisâle delâlet ettiği halde (enne) buna delâlet etmez.[31] Ayrıca bu görüş, yine İbnü's-Salah'ın Ahmed b. Hanbel'den naklederek verdiği "(an) ve (enne) aynı (eşit) değildir" hükmüne uygundur.[32]
Ancak diğer taraftan el-Irakî, İbnü's- Salah'ın Ulûmu'l-hadîs'ine yazdığı et-Takyîd adlı eserinde bu görüşe itiraz eder ve şöyle der: "Musannıf (İbnü's-Salah)'ın Ahmed b. Hanbel ve Ya'kûb İbn Ebî Şeybe'den (an) ile (enne)nin birbirinden ayrı şeyler olduğuna dair hikâye ettiği görüş, onun anladığı gibi değildir. Aslında gerek Ahmed b. Hanbel ve gerekse Yakup b. Ebî Şeybe (enne) sebebiyle (an) ile (enne) arasında bir ayırım yapmış değillerdir. Şayet burada bir ayrılık söz konusu edilirse bu başka bir sebep dolayısıyladır. Yakub b. Ebî Şeybe (enne) ile gelen rivâyeti mürsel olarak tasvip etmiştir. Çünkü İbnu'l-Hanefiyye kıssayı Ammar'a nisbet etmemiştir. Eğer o, "enne Ammâran kâle merertü bin'n-Nebiyyi (s.a.s)" demiş olsaydı rivayeti mürsel kalmazdı. Fakat "enne Ammaren merre" lafzı kullanıldığı için İbnu'l-Hanefiyye, şâhid olmadığı bir hâdiseyi anlatmış oluyordu. Gerçekte İbnu'l-Hanefiyye, Ammar'ın Hz. Peygamber'e uğrayıp ona selâm verdiğini bizzat müşâhede etmemişti. Bu sebeple hadisi mürsel olarak nitelemiştir. Kaideye göre bir râvi, her hangi bir hâdiseyle ilgili bir hadîs naklettiğinde, eğer Hz. Peygamber'le bazı ashabı arasında cereyan eden bu olaya yetişememişse ve bunu rivayet eden o hâdiseye şâhid olmuş bir sahabî ise, râvinin hâdiseye şâhid olup olmadığı kesinlikle bilinmese bile, rivâyetin muttasıl olduğuna hükmedilir. Eğer olayın meydana geldiği döneme yetişmemişse, rivâyet mürseldir. Eğer râvi Tabiî ise rivâyet munkatıdır. Eğer Tâbiî, olayın meydana geliş zamanına yetiştiği bir hâdiseyi naklediyorsa, muttasıldır. Aynı şekilde vuku buluş zamanını idrak etmemiş, fakat bunu Sahabîye isnad (nisbet) etmişse, bu da muttasıldır, yoksa munkatı'dır.[33]
Ahmed b. Hanbel'in "(an) ve (enne) aynı değildir" sözü de bu kaideye uygundur. Nitekim Hatip el-Bağdadî'nin el-Kifâye'deki rivayetine göre Ahmed İbn Hanbel'e bir kimsenin "Kale Urve enne Aişe kâlet" (Urve dedi ki, Aişe (r.a.) şöyle dedi.) demesi ile "an Urve an Aişe" demesi arasında fark bulunup bulunmadığı sorulduğu zaman, "Nasıl fark olmaz" demiş ve iki lafız arasını, birincide Urve'nin zamanına yetişmediği kıssayı Hz. Âişe'ye isnad etmemesi; ikincide ise, an'ane ile ona isnad etmesi dolayısıyla ayırmıştır. Bu bakımdan birinci mürsel, ikinci muttasıldır.[34]
Suyutî'nin açıklamasına göre daha sonraki devirlerde icazet yolu ile alınan hadislerin rivayetinde (enne)nin kullanılışı çoğalmış, Mağribliler ise (an) ve (enne)'yi hem sema'da hem de icâzette kullanmışlardır.[35]
Mü'ennen hadis tâbiri hakkında görülen bu izahlar, alimlerin Hz. Peygamber (s.a.s)'in hadisini sağlam temellere oturtarak rivayet etmeye yönelik göstermiş oldukları fevkalâde ilmî titizliği anlatmaktadır. Görüldüğü gibi, hadis rivayet usûlünde, hadisi ilk kaynağından alan râvinin bunu ifade ederken (an) veya (enne) kelimelerini kullanmasına göre farklı hükümler açıklanmıştır. Bu tür durumlar, sadece İslâm kültürüne özgü olan rivayet müessesesinin çok dakik ve titiz olarak oluşturulmuş kaideler üzerine binâ edildiğini göstermektedir.[36]
Bu da mu'an'an gibidir. Râvî, semâ'yı tasrîh eden bir sigadan kaçınıp enne diyerek rivayet ettiği hadîse mü'en'en denmiştir. Meselâ kale haddesena Zuhriyy enne İbnu’l-Müseyyeb kaddesehu bi keza şeklinde bir ifade kullanması İmam Mâlik e göre mu'an'an gibidir. Ancak Ahmed İbnu Hanbel ve diğer bazıları an ile enne'nin geldiği sigaların aynı olmayacağını söylerler. Hatta bunlar sema açıklık kazanmadıkça enne ile yapılan rivâyet munkatı'dır derler.
Ancak cumhur: "enne ittisal ifâde etmede tıpkı an gibidir, mutlak olarak gelmişse, önceki şartlar tahtında bunda da sema'ya (ittisâle) hükmolunur" demiştir.
İcâzetle tahammül edilen rivâyetin sevk sigası olarak, tıpkı "an" gibi "enne"nin de kullanıldığını husûsen mağriblilerin an ve enne her ikisini sema ve icâzette kullandıklarını, Suyûtî Tedrib'de kaydeder.[37]

F) Müselsel Hadîs:


Sahih, Hasen ve Zayıf hadisler arasında müşterek olan hadis ıstılahlarından biri olan "Müselsel", kelime olarak birbirini takip etmek anlamına gelen teselsül'den ism-'i mef'ûldür. Istılahî anlamı ise; isnadındaki bütün ricalin bazan ravilerinin bazan da rivâyetin belirli bir hal ve sıfatını takib ettikleri hadislere verilmiş bir isimdir.[38]
Ravilerin hal ve sıfatları ya onların sözlerinden, ya fiillerinden, ya da beraberce hem söz ve fiillerinden ibarettir. Rivayetlerin sıfatları ise, ya semi'tu (dinledim), ahberanâ (bize haber verdi) ve haddesenâ (bize anlattı) gibi rivâyetin zamanı ve yeridir. Ancak bunların da çeşitli şekilleri bulunması dolayısıyla bir söz veya fiilin isnad boyunca teselsül etmesi de sayılamayacak kadar çok şekillerde tezahür eder.[39]
Hakim en-Nisâbûrî, rivayet sıfatları ve râvilerin söz ve fiilleri ile ilgili sekiz müselsel çeşidi zikretmiştir.[40] Fakat müselsel hadislerin sayısı çok fazladır. Meselâ müselsel hadisleri tanıtmak için telif edilmiş bir kitapta müellifi 216 müselsel nevine misaller vermiştir.[41] Müselsel hadise bir misal olarak şu hadis gösterilebilir: Muaz b. Cebel(r.a.)dan rivayet olunduğuna göre Rasulullah (s.a.s.), bir gün elini tutmuş ve ona şöyle demiş:
"Muaz! Ben seni gerçekten seviyorum." Muaz da O'na şöyle demiş:
"Babam anam sana feda olsun ya Rasulallah! Ben de seni seviyorum!" (Rasulullah (s.a.s) sonra) şöyle buyurmuş:
"Muaz! Her namazın peşinde şöyle demeyi sakın bırakma: "Ey Allahım! Seni zikretmek, sana şükretmek ve sana güzel ibadet etmek hususunda bana yardım et!"
Muâz bunu es-Sunâbihî'ye tavsiye etmiş, es-Sunâbihî Ebu Abdirrahman'a tavsiye etmiş, Ebu Abdirrahman da Ukbe b. Müslim'e tavsiye etmiştir.[42]
Hadisde, ravilerin sözlü durumları sened boyu devam ettiği için hadis müselseldir. Rasulullah(s.a.s)'la Muaz arasındaki karşılıklı sevgi ifadelerinin, sonraki raviler arasında da vuku bulduğu, bu yönden de hadisin miiselsel olduğu nakledilir.[43]
Bu hadisi rivayet edenlerden her biri diğerine “Seni severim” ifadesini aynen tekrar etmiştir.
“İbn Abbas’dan rivayet edilmiştir; demiştir ki: “Hz. Peygamber (s.a.v.) kendisine indirilen (Kur’an-ı Kerim ayetlerini aklında tutmak) için güçlük çekerlerdi. Bunun için de dudaklarını kımıldatırlardı.” (İbn Abbas bunu söylerken şöyle dedi: “İşte bak, Rasulullah (s.a.v.) dudaklarını nasıl kımıldattıysa ben de sana öylece kımıldatıyorum.” Said şöyle dedi: “İbn Abbas dudaklarını kımıldatırken nasıl görmüş isem ben de öylece dudaklarımı kımıldatıyorum” ve dudaklarını kımıldattı.) Bunun üzerine Cehab-ı Hak, “Sana nazil olan ayetleri unutmamak için acele ederek dudaklarını kımıldatıp durma. Kur’an-ı kalbinde toplayıp okutmak bize aittir.” mealindeki ayeti indirdi.
Bu hadisi rivayet ederken İbn Abbas’ın Hz. Peygamber’in dudaklarını kımıldatış şeklini göstermesi; Said b. Cübeyr’in İbn Abbas’ı taklit etmesi zamanla rivayet sırasında aynen tekrarlanmıştır.[44]
Sahih müselsel'den biri de hafızların müselselidir. Bu, her biri hıfz mertebesine ulaşmış aynı sıfattaki ravilerin rivâyet ettiği hadistir. Müselsel'in bu türlüsü kat'î ilim ifâde eder. Rivayet edilen müselsel hadislerin en sahihi, Sâf Sûresinin kıraatı hakkındaki hadistir. Bunu rivayet eden Abdullah b. Selâm der ki: Rasulullah (s.a.s.)'ın ashabından bir kaç kişi ile konuştuk ve dedi ki, hangi amellerin Allah katında en makbul olduğunu bilsek de onu yapsak. O zaman şu ayet nâzil oldu:
"Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ı tesbih etmekte... O, Azîz'dir, Hakîm'dir. Ey iman edenler, niçin yapmayacağınız şeyi söylersiniz?"
Abdullah b. Selâm dedi ki: Onu bize Rasulullah (s.a.s.) böylece okudu. Ebu Seleme dedi ki: Onu bize Abdullah b. Selâm (r.a.) böyle okudu. Yahyâ dedi ki: Onu bize Ebu Seleme okudu. Evzaî dedi ki: Onu bize Yahyâ okudu. Muhammed b. Kesîr dedi ki: Onu bize Evzaî okudu. Darimî dedi ki: Onu bize Muhammed b. Kesîr okudu.[45]
Ravinin sıfatları ile ilgili olan müselsel çeşitleri de bulunmaktadır. Mesela bir hadisin isnadında bütün ravilerin isimleri Muhammed olabilir; yahut nisbetleri aynı olabilir ve hepsi Mekkî, yahut Dımeşkî, yahut Mısrî olur. Hepsi fakîh olur; hâfız olur; yahut şâir olur. Bunlar râvinin haiz olduğu sıfatlarla ilgili olan müselsel hadisler arasında yer alırlar.[46]
Bazan hadis ahbarâne fulanun veya ahberahâ fulanın vallahî yahutte eşhedü billâhi lesemitü fulânen gibi lafızlarla rivâyet edilir. Bu çeşit hadisler de rivayetin sıfatına ait müselsellerden kabul edilir.[47]
Diğer taraftan hadis münekkidlerinin, gerek metin ve gerekse silsile itibariyle bâtıl olduğuna hükmettikleri müselseller de bulunmaktadır. Hadis rivayet eden ravilerin hallerini devamlı surette kontrol altında tutan muhaddisler, ravilerin naklettikleri hadisin metnine, ravinin adalet ve zabt vasfını haiz olup olmamasına göre bir takım hükümler vermişlerdir. Hadisleri kabulde gösterilen bu üstün dikkat ve titizliğin misallerini ilgili kitaplarda bulmak mümkündür.
Müselsel hadisler, ravileri herhangi bir cerh sebebiyle cerhedilmedikçe tedlisten ve inkita'dan selâmet yönünden en sağlam hadislerdir. Bununla beraber İbn Kesîr teselsül yolu ile hadisin sıhhati hakkında hüküm vermenin nâdir olan hallerden olduğunu ifade etmektedir.[48] Yani zayıflık, teselsül vasfında olur; metnin aslında olmaz. Çünkü bir çok hadisin metinleri sahih olmasına rağmen, bunların teselsül ile rivayet edilmesi sahih olmamıştır.[49]
Hadîsi rivayet ederken senette yer alan ricâl, bazan râvinin, bazan da rivâyetin sıfat ve hallerini devam ettirerek hadisi rivayet ederler. Her râvi aynı sıfat ve halleri aynen devam ettirdiği için "zincirleme" mânâsına müteselsil denir.
Râvilerde teselsül eden sıfat ve haller söz veya fiille ilgili olduğu gibi, isim, nisbet gibi başka şeylerle de olabilir. Bazan hem fiil ve hem söz beraber olur. Hem fiil ve hem söz beraber teselsül eden müteselsîl hadîse örnek Hz. Enes (radıyallahu anh)'in şu rivayetidir. Der ki: "Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) efendimiz buyurdular ki:
"Kul, hayır ve şerriyle, tatlı ve acısıyla kadere inanmadıkça imanın halâvetini bulamaz." Sonra Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sakalından tuttu ve dedi ki:
"Hayrıyla-şerriyle, acısıyla-tatlısıyla kadere inandım".
Bu hadîsin bütün râvileri aynı şekilde hem hadîsi rivâyet ederler ve hem de sakallarını tutarak inandıklarını beyan ederler.
Rivâyetin sıfatıyla ilgili bir örneği Bağdadî, Kifaye'de kaydeder:
İnni semi’tu ebe’l-Hasan Ali b. Abdilazizi’t-tahiriyy yekulu: Semi’tu eba Bekr Ahmed b. Cafer b. Seleme el-hatli yekulu semi’tu Fadl b. Habbabu’l-Cumahi yekulu: Semi’tu Abdurrahman b. Bekr b. Er-Rebi’ b. Müslim yekulu: Semi’tu Muhammed b. Ziyad yekulu: Semi’tu Eba Hureyre yekulu: Semi’tu Ebe’l-Kasım sallallahu aleyhi ve selleme yekulu: Elveledu lilfiraşi velilahiri’l-hicri. 
Burada sevk sigası müteselsilen semi'tu yekûl diye tekerrür etmektedir. Bazı müselseller de "ahbaranâ veya "ahbaranâ fulânun ve kâle vallahi" şeklindedir.
Teselsül bazan râvilerin isimlerinde, sıfatlarında ve hatta nisbetlerinde cereyan eder. Öyle ki senette yer alan her ravinin adı mesela Muhammed'dir, veya sıfatları hep fakîh'tir, huffazdır, şâirdir veya nisbetleri Dımeşkî'dir. Mısrî'dir, Kûfi'dir, Irâkî'dir.
Müselsellerin en üstünü ittisâle delalet edenleridir. İbnu Hacer, râvilerinin sıfatı "hâfız" olan rivâyetlerin kesin ilim ifade edeceğini söyler.
Hadîste teselsül zabtın kuvvetine delildir. Aslında teselsül senedle ilgili bir sıfattır. Merfu, mevkuf gibi tâbirler metinle ilgili sıfatlar olduğu gibi. Bu sebeple, hadîste teselsül zabtın sıhhatine delalet etse de hadîsin sahîh sayılması için yeterli şart değildir. Çünkü sıhhat hükmü metin ve senedin müştereken sahîh olmasıyla ortaya çıkar. Nitekim en sağlam senetten de gelse metinde bir illet, bir şüzûz, bir nesh hâli mümkündür.[50]

G) Musahhaf Ve Muharref Hadîsler:


Metin veya isnadında bir kelime veya ravilerden birinin ismi hatalı olarak söylenmiş ve bu hata ile rivayet edilmiş hadis.
Musahhaf, kelimeyi yanlış okumak manasına tashiften ism-i mef'ûl bir kelimedir. Tashif hadisin gerek metnindeki bir kelimenin veya gerekse isnadındaki bir ravi isminin telaffuzunda meydana gelen hatâ, ya kelime veya ismin şekil ve hat yönünden değişmeden yalnız bazı harflerdeki noktaların değişmesiyle yani noktalı bir harften noktanın düşmesiyle, yahut noktasız bir harfin noktalı olarak okunmasıyla kasdedilen husustur.[51]
Mütehassıs hadis hâfızları, metni ve isnadı tashîfe uğramış hadisleri tanımak için büyük gayret göstermişler ve bu tür hadisleri tamnmayı çok mühim bir vazife kabul ederek bu sahada yetişenleri takdirle karşılamışlardır. Zira hadislerin metin ve isnadlarında tashif olanları tanıyabilmek özel bir bilgi birikimi isteyen bir husustur. Hadis münekkidlerinin bu fevkalâde ilmî gayretleri, onların hadislerin isnad ve metinlerini çok iyi tanıdıklarını gösterdiği gibi, muhaddislerin hadis metinlerine gereken önemi vermedikleri şeklindeki iddiaları da çürütmektedir.
Eski hadis münekkidleri (mütekaddimûn) musahhaf ile muharref'i birbirinden ayırmamışlardır. Bunlara göre, ister harfte yalnız nokta değişikliği olsun, ister kelimede şekil değişikliği olsun, her ikisi de musahhaftır; çünkü her ikisi de bir hatanın sonucudur.
Fakat daha sonraki hadis münekkidleri (müteahhirûn) musahhaf ile muharref'i birbirinden ayırmak istemişlerdir. Bununla beraber yaptıkları ayırım lafız ve şekil bakımından olmuştur. İbn Hacer, yazılışı aynı olmakla beraber, noktaların değişmesiyle meydana gelen harf veya harflerin değişikliğine musahhaf, şekil ile alâkalı olan değişikliğe muharref adını vermiştir.[52]
İbn Hacer'in tarifine göre metin yönünden musahhaf olan hadise misal olarak şu hadis verilebilir: "Kim Ramazan orucunu tutar ve ardından da Şevvâl ayında altı (gün) oruç tutarsa, bütün sene oruç tutmuş gibi olur."[53]
Darekûtnî'nin belirttiğine göre, yine Ebu Eyyûb tarîkiyle hadisi, nakleden Ebu Bekr es-Sûli, hadis metinde geçen sitten (altı) kelimesinde tashif yapmış ve "men same Ramadane sümme etbeahu şey'en" demiştir.[54]
Muharref'in misali de, Câbir (r.a.)'ın şu hadisidir. Rumiye Ebî yevme'l-ahzâb. Ahzâb muhârebesinde, Ubey omuzundan vuruldu. Rasulullah (s.a.s) de onu dağladı. Bu hadisteki "Übey" lafzını Gunder tashîf ederek izâfetle "Ebî" hâline getirmiştir. Halbuki "Übeyy"den maksat Ubeyy b. Kab'dir. Üstelik Câbir'in babası da Ahzâb'dan önce Uhud'da şehîd düştüğü için, "Ebî" olması mümkün değildir.[55]
Musahhaf daha çok hadis metinlerinde, bazan da isnadlardaki isimlerde vuku bulur. Metin yönünden musahhaf olan hadîse misâl şudur:
Muhammed b. Yahyâ ez-Zühelî öldüğü zaman hadis anlatmak (tahdîs) için Mahmiş diye bilinen bir şeyh vazîfelendirildi. Mahmiş, Hz. Peygamber (s.a.s)'in "Yâ Ebâ Umeyr mâ feala'l-baîr..." (Ey Ebû Umeyr devecik ne yapıyor.) buyurduğunu rivâyet etti. Halbuki doğrusu "Mâ feale'n-nuğeyr" (Serçecik ne yapıyor) şeklindedir.[56]
Hz. Peygamber tarafından sadaka âmili (memuru) olarak gönderilen Esd (Ezd) kabîlesinden İbnu'l-Lutbiyye isminde biri, dönüşünde, topladığı vergileri getirip "bunlar sizin" diyerek Hz. Peygamber'e teslim etmiş, bazı şeyleri de yanında alıkoyup "bunlar da benim bana hediye edildi" demişti. Bunun üzerine Hz. Peygamber, mescidde minbere çıkarak memurların hediye kabul etmelerinin doğru olmadığını bildiren bir konuşma yapmış ve hediye alanların, aldıklarını (deve, inek ve koyun cinsinden olursa, her biri kendi sesleriyle bağırır oldukları halde) boyunlarında taşıyacaklarını haber vermiştir.[57]
Bu hadiste "ev şâtun tey'ıru (tey'aru) "eğer bir koyun ise meler" ibâresi yer almıştır. İbnü's-Salah'ın Dârekutnî'den naklen bildirdiğine göre, Ebû Musâ Muhammed b. Müsennâ bu ibâreyi tashîf ederek "ev şâtun ten'ıru" şeklinde rivâyet etmiştir.[58]
İsnadda vâki olan tashîfe örnek de Kur'an-ı Kerîm kârî'lerinden Muhammed b. Abdülkuddûs'ün bir şeyhten rivayet ettiği şu sözlerdir: "Bağdat'ta bir şeyh bize rivâyet ederken dedi ki: An Süfyân es-Sevrî an Celed el-Cedâ, ani'l-Cisr... Halbuki demek istediğinin doğrusu şöyledir: An Süfyân es-Sevrî, an Hâlid el-Hazza, ani'l-Hasen"[59]
Hangi çeşidiyle olursa olsun metindeki tashifler, çoğu zaman manâyı değiştirir ve gerçekleri çirkinleştirir.[60]
Musahhaf'ın hemen hemen bütün çeşitlerinde göze çarpan zayıflığa rağmen, "sahîh-hasen-zayıf hadisler arasında müşterek olan ıstılahlar" kısmında zikredilmesi, bir çoklarınca acâib karşılanacaktır. Araştırıcı, onâ "mevzû" damgası vurulmasa bile, tamamen zayıf olarak kabul edilmesi gerektiğini zannedecektir.
Bu zannın hatalı olduğu, daha işin başında bellidir. Zira bu zan, fâsit bir kanâate dayanmaktadır. Kısaca bu kanâate göre, tashifcilerin sahîh ve hasen hadisleri tahrif etmeleri yasaklanmış ve son derece zayıf rivayetlerle istedikleri gibi oynamalarına da müsâade edilmiştir. Gerçekler ise bu kanaati yalanlamaktadır. Zîra tashifçiler bütün hadîs ne'vilerini tahrîfe yeltenmekle kalmamışlar; hatta bâzılarının hayâsızlığı, Allah'ın Kitabı'nda bile tashîf yapacak kadar aşırı bir hadde varmıştır. Mütevâtir olan Kur'ân-ı Kerim'in, bu tashiflerden berî olduğu ve onda katiyyen tashif yapılmadığı gibi, sahîh, hasen ve zayıf hadisi şerifler dahi bu tashiflerden uzak kalmıştır.
Tashîf yapılan hadisler hakkında şu ifâdeler kullanılır: Bu hadis sahihtir; fakat onu falan tashîf etmiştir. Bu hasendir; ona tashif yapılmıştır. Nitekim zayıf hadis için de, ister tashîf edilsin, ister edilmesin, bu hadîs zayıftır, denir.[61]
Tashîf ve tahrîf, hadisin isnad ve metnine ârız olan bir kısım hataların adıdır. Bu hatalar lafzâ müteallik olabileceği gibi, göze müteallik de olabilir. Lafza müteallik tashifin mukabili tashîfu'l-mânâ'dır, göze müteallik olan tashîfın mukâbili de tashî-fu's-sem'dir. Ebu Ahmed el-Askerî bu çeşit hatalara karşı daha dikkatli olunması için "Kimse tashîf ve hatadan uzak değildir" demiştir.
Tashîf nedir? Lügat olarak, bir kelimenin harflerini kavuşturmak suretiyle sahife üzerinde yapılan hata mânasına gelir.
İsnad'da yapılan hataya örnek İbnu Ma'în'in el-Avvâm İbnu Mürâcim ismini el-Avvâm İbnu Müzâhim diye söylemesidir. Mürâcim imlâsında nokta hatası yapılarak Müzâhim, Mürâcim ismi Müzâhim diye okunuyor.
Keza metinde yapılan tashîfe örnek de Zeyd İbnu Sâbit'in bir rivâyetinde yapılmıştır.
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) mescidde hasır vs.'den kendisine bir hücre teşkil etti" hadîsinde geçen ihtecere (hücre teşkil etti) kelimesini İbnu Lehî'a tashîf ederek ıhteceme =hacamat oldu şekline sokmuştur. Keza "Kim ramazan orucunu tutar, buna Şevvâl'den altı gün ilâve ederse..." hadisindeki (sitte:altı) kelimesi es-Sûlî tarafından tashif edilerek (Şey’en:bir miktar) diye okunmuştur.
İşitmeye müteallik tashif'in örneği, "Asımu'l-Ahval" hadîsi'ni rivâyet ederken bazılarının "Vâsıl'l-Ahdab" hadîsi diye söylemiş olmasıdır. Keza Şu'be, Hâlid İbnu Alkame hadîsi diyeceği yerde tashîfu's-sem yaparak Mâlik İbnu Arfata demiştir.
Tashîfu'l-mânâ'ya örnek olarak Muhammed İbnu'l-Müsenna el-Anezî'nin kabilesiyle iftihar için söylediği şu sözü örnek verilir: "Biz Şerefli bir kabîleyiz, yani biz Anezî'deniz, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bize muteveccihen namaz kıldı".
Bu sözdeki tashîf şuradan ileri gelir: Resûlullah'ın Aneze'ye müteveccihen namaz kıldığına dâir rivayet mevcuttur. Muhammed İbnu'l-Müsenna, hadiste geçen aneze ile kendi kabîlesinin kastedildiğini sanmıştır. Halbuki bu, harbe demektir ve namaz sırasında sütre olarak öne dikilmiştir. Daha enteresanını Hâkim nakletmektedir. O, bir bedevînin, bunu anze (ki keçi demektir) okuyarak, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın "bir keçiye" müteveccihen namaz kıldığını anladığını, sonra da hadîsi, mânâyı esas alarak rivayet suretiyle, katmerli hata işlediğini görmüştür.[62]
Dikkat: İbnu Hacer bu çeşit hataları ikiye ayırır:
1- Noktaların değiştirildiği hadisler, O buna musahhaf der.
2- Şekil baki kalmakla birlikte harflerde yapılan değişiklikler, buna da muharref der. İbnu Hacer'in bu tefrikine rağmen, aslolan noktalarda olsun, harflerde olsun yapılan değişikliklerin tahrîf veya tashîf kelimeleriyle ifade edilmesidir. Esasen nokta değişikliği de neticede harf değişikliğine müncer olmaktadır.
Dârakutnî hadîslerde yapılmış olan bütün nokta ve harf değişikliklerini gösteren bir te'lîf ortaya koymuş, Kur'an'da rastladığı tashifatı da orada göstermiştir. Eserin adı Kitâbu'l-Tashîf'tir.[63]

H) Âlî Hadisler:


Senedde yer alan râvilerin azlığı sebebiyle Hz. Peygamber'e yakınlığı fazla olan hadîslerdir. Bu hadîsler hakkında gereken açıklamayı isnâd'la ilgili bahiste yaptık. Burada şunu ilâve edeceğiz: Bir hadîsin âlî olması ona kıymet kazandırır ise de, her âlî hadîs sahîh mânasına gelmez. Bazan âlî senette yer alan zayıf râvi sebebiyle hadîs zayıf addedilir ve hadîsin nâzil fakat sahîh tarîkten gelen vechi buna tercih edilir.[64]

I) Nâzil Hadisler:


Nâzil, âlî'nin zıddıdır. Senette râvi sayısı fazla olan hadislere denir. Senette nüzûl (râvi sayısının çokluğu) hata ihtimâlini artırdığı için bu çeşit hadîsler âlî'ye nisbeten kıymetçe düşük ise de "zayıf" demek değildir. Hadis hakkında verilecek "zayıf" veya "sahîh" şeklindeki nihâî hüküm râvilerinin durumuna bağlıdır. Bu sebeple gerek â1î ve gerekse nâzil hadîsler zayıf hasen-sahîh arasında müşterek olan gruba girer.
Nâzil hadîslerle ilgili teferruata da isnad bahsinde yer verdiğimiz için burada kısa kesiyoruz.[65]

İ) Meşhûr Ve Müstefîz Hadîsler:


Meşhûr kelimesi, lügâvî mânâda kullanılarak, sened adedine bakılmadan belli bir devrede, belli bir çevrede yaygınlık kazanmış olan hadîsler için kullanıldığı gibi, râvi sayısı her tabakada en az üç olmak üzere fazla olan fakat mütevâtir seviyesine de ulaşmamış olan hadîs için de kullanılmıştır. Fakihler, bu ikinci durumdaki hadîsler için -daha önce açıkladığımız üzere- müstefîz tabirini kullanmışlardır. Bu hadîsler kesinlikle sahîh demek değildir. Sâdece mütevâtir hakkında "sahîh" diye cezmedilir.[66]
Garib her hangi bir tabakada yalnız bir; aziz herhangi bir tabakada yalnız iki; meşhur ise her hangi bir tabakada en az üç ravisi olan hadislerdir. [67]

J) Azîz Hadîs:


Daha önce belirtildiği üzere, her tabakada râvi sayısı en az iki olan hadislere denmiştir. Sıhhatçe zayıf olabileceği gibi hasen veya sahih de olabilir.
Ancak bir hadis tek başına alındığında zayıf bile olsa, başka tarîklerden de gelince hasen veya sahîh li-gayrihi derecesine yükselir.[68]
En az iki ravinin rivayet ettiği hadîs. Âhâd haberler arasında yer alan Azîz hadîsin tarifinde muhaddisler ihtilaf etmişlerdir. İbnü's-Salâh[69], ve onu izleyen İmam Nevevî[70] Azîz hadisi şöyle tarif etmişlerdir: "Zührî ve Katâde gibi hadisleri muteber olan imamlardan iki veya üç kişinin rivayetleriyle infirâd ettikleri hadîse azîz denir." İbn Hacer'e göre ise, en az üç ravisi olan haberlere meşhûr, en az iki ravisi olanlara azîz denir.[71] Haberin bu şekilde isimlendirilmesi, ya az bulunduğu için veya başka bir isnadla kuvvetlenmesi sebebiyledir. İbn Hıbbân el-Büstî, Azîz hadîsi, senedinin sonuna kadar hep iki kişinin diğer iki kişiden rivayet ettiği hadis şeklinde tarif ettiği için, bu tür hadîsin hiç bulunamayacağını iddia etmiştir. İbn Hacer, İbn Hıbbân'ın bu anlayışına cevaben der ki: "İbn Hıbbân, bütün tabakalarda yalnız iki kişinin iki kişiden rivayetini kastediyorsa, bu doğrudur; gerçekten bu çeşit bir rivayet bulmak hemen hemen imkânsız gibidir. Fakat bizim anlayışımıza göre azîz hadîs, isnadının başından sonuna kadar ravisi ikiden az olmayan haberdir." Buna Buhârî ve Müslim'in Enes b. Mâlik'ten müştereken, Buhârî'nin ayrıca Ebû Hüreyre'den rivayet ettikleri şu hadis örnek gösterilmektedir: Rasulullah (s.a.s.) buyurmuştur ki: "Herhangi biriniz beni anasından, babasından ve çocuğundan daha çok sevmedikçe hakkıyle iman etmiş olmaz."[72]
Bu hadisi, Enes'ten Katâde ve Abdülazîz b. Suheyb; Katâde'den Şu'be ve Saîd, Abdülazîz'den de İsmaîl ve Abdülvâris rivayet etmiş; bunların herbirinden de birer cemaat rivayet etmiştir.[73]
Yalnız bir sahabîden rivayet edildiği hâlde daha sonraki tabakalarda en az iki ravisi olan hadislere de azîz denmiştir.[74] Bazen bir hadise azîz ve meşhur denildiği de olur. İki sahabînin rivayetiyle azîz sayılan bir hadis, daha sonra pek çok kimsenin rivayetiyle meşhur olabilir.
Herhangi bir tabakada yalnız iki ravi tarafından rivayet edilen hadîsler olarak tarif edebileceğimiz azîz hadîs; ravilerinin durumuna göre sahîh, hasen veya zayıf olabilir.[75]

K) Ferd (Garib) Hadîsler:


Aralarında küçük bir fark bulunan bu iki hadis çeşidi bir ravinin yalnız başına rivayet ettiği hadislerdir. Bir ravinin tek başına hadis rivayetine ise teferrüd adı verilir.
Eğer bir hadisi sahabeden yalnız bir tabiin rivayet ederse buna ferd veya mutlak ferd denir. Mesela:
“İman altmış küsür bölümdür; haya da imandan bir bölümdür.”
Bu hadisi Ebu Hureyre’den yalnız Ebu Salih; Ebu Salih’den de yalnızca Abdullah b. Dinar rivayet etmiştir. Her iki ravinin tek başına rivayeti yüzünden hadis ferd olmuştur. [76] 
Muhaddisler, tek bir tarîkden gelen, yâni herhangi bir tabakada râvi sayısı teke düşen hadîslere ferd veya garîb derler. Bilhassa mütekaddimîn'in ıstılahında, şâz ve münker tâbirleri de ferd mânâsında, yani herhangi bir tabakada râvi sayısı teke düşen hadîs için kullanılmıştır. Haber-i vâhid, haber-i münferîd tabirleri de aynı mânâda ıstılahlaşmıştır. Müteahhir ulemâ, bu tabirleri özde aynı kalmakla birlikte, bazı nüans farklılıkları getirerek ıstılahlaştırmıştır. Gerekli açıklamalar, Sened Sayısına Göre Hadîsler bahsinde yapılmıştır.[77]

Ferd Hadisin Hükmü:


Ferd hadisler:
a) Ravileri zabtı tamam ve sika iseler, tek başına rivayetleri kimseye aykırı düşmemişse sahihdir;
b) Ravileri sahih hadis ravileri derecesine çıkmıyorsa ve yine tek başına rivayetlerinde kimseye aykırı düşmemişlerse hasendir;
c) Tek başına rivayet eden ravi kendisinden daha kuvvetli birine muhalefet etmişse zayıftır; şâz veya münkerdir;
d) Durumu zayıfsa, şaz, münker veya metrukdur. Her üç halde de merdud sayılır. [78]
 

Garib Hadis:


Senedinin bir veya birkaç tabakasında râvî adedi bire düşen hadis. Garib lugatte; yabancı, yurdundan uzakta tek başına kalmış kimse anlamına gelir:
Istılahta; Sikalardan, zayıf râvilerle beraber sadece bir sikanın rivayet etmesi, herkes bir hadisi aynı şekilde rivayet ederken bir râvinin biraz farklı rivayet etmesinden dolayı hususilik arzeden hadis. Hadisçiler "Garib" deyince bu manayı kastederler. Garib hadis sened ve metninin durumuna göre sahih, hasen ve zayıf olabilir. Garib hadisler isnâdıyla garib, metniyle garib olmak üzere ikiye ayrılır. İsnâdiyle Garib metni bir veya birkaç râvi tarafından rivâyet edilmekle meşhur iken sonradan bir râvinin bunlardan başka bir kimseden tek başına rivayet ettiği hadistir.
Metniyle, Garib; içindeki râvileri birbirlerinden rivâyetle meşhur bir sened olmakla beraber metni yalnız bu senedle nakledilmiş olan hadis.
Bir hadis ilk tabakalarda garib olup sonraki tabakalarda bir çok râviler tarafından rivâyet edilip meşhur olursa bu çeşit hadislerce de Garib meşhur hadisler denilir. Meselâ; Hz. Ömer (r.a.)'ın Hz. Peygamber (s.a.s)'den rivâyet ettiği "Âmeller ancak niyetlere göredir"[79] hadisi meşhur garibtir. Bu hadisi Hz. Ömer'den sadece Hikâme b. Vakkâs Hikâme'den Muhammed b. İbrâhim, Muhammed'ten sadece Yahya b. Sa'd el-Ensârî rivâyet etmiştir. Yahya'dan ise birçok râvi rivayet etmiş ve hadis meşhur olmuştur.
Hadis metinlerinde az kullanılan, anlaşılması güç kelimeleri, ifade etmek için de "garibu'l-hadîs, terimi kullanılmıştır. Hadislerin garib kelimelerini açıklamak için de eserler yazılmıştır. İbnü'l-Esîr'in "en-Nihâye fi Garîbi'l-Hadis ve'l-Eser" isimli eseri ile Zemahşerî'nin el-Fâik fî Garîbi'l-Hadis isimli eseri bu eserlerin en meşhur olanlarındandır. .
Hadisçiler hadislerin isnâd ve metinlerinin garib olanlarının aranmasını hoş karşılamamışlar. İnsanların ilgisini çekme nadir şeylere sahipmiş gibi gözükmek için garib haberler öğrenenleri tenkid etmişlerdir. Sözgelimi Ahmed b. Hanbel, "Garib hadisleri yazmayınız, çünkü onlar menâkirdir (kötü şeyler) ve çoğu zayıf râvilerden gelmedir" demiş, Malik b. Enes de, "İlmin şerrinin garib, hayrının da halk tarafından rivâyet edilen zahir" olduğunu ileri sürmüştür. Abdurrezzak, "Biz garib hadisin hayır olduğunu sanırdık, halbuki o şer imiş" derken, Ebu Yusuf da, "Dini kelâm ile arayan zındıklaşır, hadisin garibini arayan yalancı olur" demiştir
Garib hadisler Ahad haberlerin kısımlarındandır. Bir haberi Ahad olan Garib hadisin Hüccet olup olmayacağı tartışılagelmiştir. Çünkü bu terim, tarih içinde çok farklı anlamlar ifade etmiş, farklı değerlendirmelere tabi tutulmuştur.
Haber-i âhâdın hüccet olamayacağına ilk olarak Mu'tezile bilginleri öne sürmüşlerdir. Fakat onlar bu terimden bir kişinin bir kişiden yaptığı rivâyeti anlamakta idiler. Nitekim Mu'tezile'nin tanınmış imamlarından, el-Hayyât "el-İntisaâr" isimli eserinde bunu açıkça ifade ederek şöyle demiştir:
"Biz adil bir kimsenin haberinin hüccet olarak kullanılabileceğini kabul etmiyoruz". Görüldüğü gibi burada sözkonusu edilen âhâd haber, sonraki dönemlerde garib hadis olarak adlandırılan haber ile eş anlamlıdır.
Âhâd haberin hüccet olup olmayacağı konusu ve hüccet olmasının şartları müctehid imamlar arasında ihtilaflıdır.
Bu konuda dikkat edilmesi gereken nokta haberin geliş şekil veya adlandırılışı değil, onun sahih olup olmadığıdır. Sıhhati kesinlik kazanmış bir hadisin sırf âhâd haber olması nedeniyle reddedilmesi, hüccet kabul edilmemesi anlaşılabilir bir tavır olmaktan uzaktır.[80]
Garib hadisler, özel tarafları ile ferd olanlardır. Garib hadislere ferd-i nisbi de denir. Bu demektir ki bir tek ravinin rivayet ettiği hadisin ferd oluşu sebebi genel ise o hadise ferd, veya ferd-i mutlak denir; ama hadis özel bir sebebe göre ferd olmuşsa böyle bir hadise de ferd-i nisbi, başka bir deyişle garib adı verilir. Ebu Said el-Hudri’den rivayet edilen şu hadis bu konuda güzel bir örnek verir. Ebu Said demiştir ki:
“Hz. Peygamber (s.a.v.) bize namazda Fatiha ve kolayımıza gelen (bir miktar ayet) okumamızı emretti.”
Hadisteki “Bize emretti” sözleri baştan sona kadar yalnız Basralılar tarafından rivayet edilmiştir.
Ferd hadisin nisbi, dolayısıyla garib oluşuna sebep olan özel duruma, sikadan tek başına rivayet, tanınmış bir muhaddisten tek başına rivayet, ravilerin hep aynı şehirden veya ülkeden oluşu gibi durumlar misal verilebilir.
Hasen hadisler konusunu incelerken gördüğümüz gibi, bir hadiste iki özellik birleşebilir. Bunun içindir ki “Bu hasen-garip bir hadistir” gibi ifadeyle karşılaşabiliriz. Böyle bir ifade hadisin bir isnadla hasen, diğer bir isnadla garib olduğunu gösterir. [81]  

Garib Hadisin Hükmü:


Garib hadisler tek başına rivayet eden ravisinin durumuna göre sahih, hasen veya zayıf olabilir; fakat çoğunlukla zayıftırlar. [82]

L) Mütâbi, Şâhid Ve Âzıd Hadîsler:


Ferd olarak bilinen bir hadîsin râvisine, sika olan ve rivâyeti kabûl edilen bir başka râvinin uygunluk göstererek (mütâbaat ederek) diğerinin şeyhinden (veyâ bir başka sahâbi'den) rivâyet ettiği hadîse mutâbi, şâhîd veya âzıd denir. Mütâba' denen önceki hadîs bunlar sayesinde kuvvetlenir. Gerek kuvvetlenen (mütâba') ve gerekse kuvvetlendiren (mütâbi, şâhid, âzıd) hadîsin sahîh veya zayıf olması gerekir diye bir ön şart yoktur. Bunlar sahîh de olabilir, zayıf da. Sahîh, mütâbaat'la daha güçlü hâle gelir; zayıf, hasen derecesine yükselir; hasen de sahîh li-gayrıhî derecesine yükselir. Mütâbaat'ın sahîh olmasında aranan şart, kuvvetlendiren'in kuvvetlenen'e nazaran eşit veya yüksek seviyede olmasıdır. Daha düşük derecede olursa mütabaat olmaz.
Bu bahsi de geniş olarak İ'tibâr bahsinde işledik.[83]

Hadîsin Nevileri Hadîsle İlgili Terimler


Tirmizî'ye kadar hadîsler “sahih” ve “zayıf” diye ikiye bölünürdü. Ebû İsâ et-Tirmizî'den (v. "279/892) beri “hasen” adiyle üçüncü bir çeşit daha tesbit edildi.[84] Daha öncekiler, Tirmizî'nin hasen dediğini zayıf çe­şidi içine sokuyor fakat “tatbik edilebilecek bir zayıf” telâkki ediyorlardı.
Daha sonra, hadîs usûlü ilminde bu üçlü taksim kullanılmış olduğun­dan, önce sırayla bu üç çeşit hadîsin tarif ve açıklamalarını yapacağız. Mevzu (uydurma) hadîs denilen sözlerin gerçek hadîsle ilgisi olmadığı için onları, hadîs nevileri ve terimlerinden sonra ayrıca ele alacağız.
Hadîs terimleri anlatılırken çeşitli yollar tutulmuştur. Bunların için­de bizce en iyi olanı Cemâlüddînil Kaasimî'nin “Kavaidu't-tahdîs” adlı kitabındaki tertiptir.[85] Bazı değiştirmelerle onu takip edeceğiz.
Buna göre, hadîsin yukarda geçen üç çeşidi ve her çeşidin içine giren kısımlar görüldükten sonra, aralarında ortak veya bazılarına hâs (özel) terimlerin açıklanmasına geçilecektir.[86]

I- Sahîh


Tarifi: Adalet ve zabıt sahibi kişilerin birbirinden nakilleriyle meydana ge­len, kesiksiz (muttasıl) senedle rivayet edilen, şâzz ve illetli olmayan hadîslere “sahih” denir.
Tarifte geçen “adalet” ve “zabt” terimleri daha önce açıklanmıştır. Şâzz ve illet terimlerinin açıklaması da yakında gelecektir.[87]
Sahîh hadîs  (kendinden = liaynihi)  ve  (başkası sebebiyle = liğayrihi) diye iki kısma ayrılır.
1- Hadîsin sahîh olmasını temin eden şartlar, eksiksiz olarak bulu­nursa (yani yukardaki tarife hadîs aynen uyarsa) “kendinden sahîh” olur.
2- Bu şartları en yüksek ve eksiksiz derecede kendinde toplayama­mış olmakla beraber, kusurunu giderecek başka bir şey varsa hadîs “başka sebeple sahîh” kısmına girer. Kusuru gideren şeye (âdıd) denir.
“Ümmetime zorluk vereceğimi bilmesem her namaz vakti misvak kullanmalarını emreder­dim”. hadîsinin bir senedinde “Muhammed b. Amr” vardır. Bu zat, hıfzı bakımından tenkide uğramıştır. Fakat aynı metin, hiçbir ferdi tenkide uğramamış başka senedlerle de rivayet edilmiştir. İşte bu rivayetler onu sahîh kılar ve “âdıd” adını alırlar.[88]

Sahîh Hadîslerin Dereceleri:


Sahîh hadîsler, onları rivayet eden ve kitaplara kaydeden kimselerin kuvvetlerine göre yedi dereceye ayrılmıştır:
1- Buhârî ile Müslim'in, sahîh hadîsleri topladıkları meşhur kitap­larına aldıkları hadîsler. Her ikisinin kitaplarına koyduğu bu hadîslere muhaddisler “hadisun muttefekun aleyh” yahut “Hadisu muttefekun ala sıhhatihi” derler. Buhârî ile Müslim'e de iki üstad anlamında “Eş-Şeyhân” denir.
2- Yalnız Buhârî'nin kitabında rivayet ettiği hadîsler.
3- Yalnız Müslim'in kitabında rivayet ettiği hadîsler.
4- Her ikisinin de Sahîh'lerinde bulunmamakla beraber, şartlarına uygun olan hadîsler.
5- Buhârî'nin Sahîh'inde bulunmadığı halde onun şartına uygun olanlar.
6- Kitabında bulunmadığı halde Müslim'in şartına uygun olanlar.
7- Her ikisinin de şartlarına uymamakla beraber, diğer hadîs âlim­leri tarafından sahîh kabul edilen hadîsler.[89]

Buhârî ve Müslim'in Şartları:


Hadîs ilminin bu iki büyük imâmı, “Sahîh” adı verilen kitaplarına ala­cakları hadîslerin tamamen sahîh olması için insan üstü gayret göster­miş, ince ve sağlam şartlara riâyet etmişlerdir. Gerçi kendileri “biz şu şartları gözettik, bunlara uymayan hadîsleri Sahîh'lerimize almadık” de­miyorlar; fakat, bu iki kitabın hadîslerini ve senedlerini iyice inceleyen muhaddisler, onların gözettiği şartlan şöylece ortaya koymuşlardır:
1- Hâkimu'n-Nîsâbûrî'nin incelemesine göre: Buhârî ve Müslim, bir hadîsi kitaplarında rivayet edebilmek için o hadîsin şu şekilde rivayet ve nakledilmiş bulunmasını şart koşmuşlardır: Rasûl-i Ekrem'den (s.a.), en az iki râvîsi bulunan meşhur bir sahâbî; ondan, en az iki güvenilir râvîsi bulunan ve kendisi de sahâbîden hadîs nakletmekle meşhur olan bir tabiî; ondan, ayni vasıfları taşıyan bir tâbi'ler tabii... rivayet edecek.[90]
Not: “En az iki râvîsi bulunan sahâbî” den maksad, rivayet edilmek istenen hadîsi ondan iki râvînin rivayet etmiş bulunması demek değildir. Bu sahâbîden, hangi hadîsi olursa olsun rivayet etmiş olan iki râvînin bu­lunması kâfidir. Tabiî ve onu takip eden tâbi' için gerekli ikişer râvînin de durumu böyledir.[91]
2- Ebû-Bekr Hâzimî'ye göre: Sahîh hadîs rivayet eden sika râvîlerin şahsî durumlarından başka, üstadlarının (şüyûh) da durumları göz önüne  alınmalıdır.   Meselâ  Zührî'nin  râvîleri  bu   bakımdan  beş   derece üzredir:
a- Adalet ve zabt sıfatlarının en üstününe sahip olup, yolculu­ğunda dahi Zührî'den ayrılmayanlar. Mâlik, İbn Uyeyne... gibi.
b- Ada­let ve zabıt vasıfları birincilerinki kadar olmayıp, üstadları Zührî'ye de onlar kadar devam edemiyenler. el-Evzâî, Leys b. Sa'd... gibi.   
c- De­vamları birinciler gibi olan fakat cerhe uğramış bulunan râvîler. (Bun­ları ta'dîl edenler de vardır.)...
İşte bu tabakalardan ancak birincisinde yer alan râvîler Buhârî'nin şartlarına ve aradıklarına uygun gelmektedir. Buhârî, ikinci tabakadan çok kere yalnız ta'lîk yoluyla (takviye için) rivayette bulunur.
Halbuki Müslim, birinci tabakadan rivayette bulunduğu gibi, ikinci tabakaya girenlerden de genel olarak rivayette bulunur. Hattâ, kendi öl­çülerine göre seçime tâbi tutarak üçüncü tabakadan da bazan rivayette bulunur.[92]
3- Buhârî: “et-Târîh'ul-Kebîr” inde açıkça söylediği gibi, muan'an hadîslerde (an filân an filân diye rivayet edilen hadîsler) birbirinden nakleden râvîlerin -bir kere de olsa- buluştukları bilinmedikçe bu hadîsleri muttasıl (senedi kesiksiz) saymamıştır.
Müslim ise, Sahîh'inin önsözünde açıkladığı gibi, böyle râvîlerin aynı asırda yaşamış olmalarını bilmekle yetinmiş, senedi böyle olan hadîsleri muttasıl saymıştır.[93]

Sahîh Hadîslerin Sayısı Ve Toplandığı Kitaplar:


Sahîh hadîslerin sayısı kesin olarak bilinmediği gibi, bunların hepsi bir kitapta toplanmış da değildir. Buna üzülen İbn-Hacer, duygusunu şöyle dile getirmiştir:
“Allah murad etseydi şöylece bütün sahîh hadîsleri bir arada toplamak mümkün olurdu: İlk sahîh toplayan bulabildiklerini bir kitaba yazar, ondan sonra gelen başka birisi, birincinin elde edeme­diklerinden kendisine gelenleri aynı kitaba ilâve eder, daha sonra gelen de böyle yapardı. Bu yolla, çok geçmeden bütün sahîh hadîsler, bir kitap halinde toplanmış olurdu.” [94]
İmam Süyûtî, İbn-Hacer'in yukarıda geçen sözlerini naklettikten sonra “Zevâid” adı verilen kitaplarla buna yakın bir işin yapılmış oldu­ğunu söyler. Çünkü zevâid kitapları, muayyen hadîs kitaplarının alma­dığı hadîsleri - onlara ek gibi- birer kitapta toplamakla meydana gel­miştir. Böyle zevâid yazanlardan şunları burada hatırlamak yerinde olur: Ahmed b. Ebî-Bekr el-Bûsırî (v. 840/1436), Hafız Nuruddîni'l-Heysemî (v. 807/1404), Hafız İbn-Hacer (v. 852/1448), Zeynüddîn Kasım b. Kutlubuğa (v. 879/1474), Celâlüddîn Süyûtî (v. 911/1505). Bunlardan Heysemî 10, Bûsırî 3, İbn-Hacer 4, Kutlubuğa 1 ve Süyûtî 3 zevâid yaz­mıştır.
Sahîh hadîsler meşhur altı kitapta bulunanlar kadar değildir. Çünkü gerek Buhârî ve gerekse Müslim (diğerleri de böyledir) kitaplarına sa­hîh hadîsler koymak istemişlerse de bütün sahihleri toplamak istememiş­lerdir. Ayrıca Buhârî “yüz bin” sahîh, “iki yüz bin” de sahîh olmayan hadîs hıfzettiğini söylemiştir.[95] Bunların büyük bir kısmı çeşitli senedlerle tekrarlanan aynı metinler de olsa, altı kitaptaki hadîsler bu sayıya ulaşmaktan uzaktır.
İbn Hacer'in saymasına göre, Buhârî'nin kitabında merfû olan ha­dîs sayısı - takviye için getirilen mütâbeât ve ta'lîkât hariç- 6397 dir. Bunlar tekrarsız olarak ancak 2513 sayısına ulaşır.
Müslim'in kitabında da tekrarsız 4000 civarında, tekrarlı ise 12000 e yakın hadîs vardır.
Müsned'ini 750 bin hadisten seçme yaparak meydana getirdiğini söyleyen Ahmed b. Hanbel'in bu kitabında da 30.000 civarında hadîs yer almaktadır.
Bütün sünnetleri toplayan [96] şu kitaplar bir araya getirilir ve sahîh hadîsleri alınırsa, bunların tamamı toplanmış olur: Meşhur altı kitap, Ah­med b. Hanbel'in “Müsned” i, Hâkim'in “Müstedrek” i, Beyhakî'nin “es-Sünenu'l-kübrâ” sı, İbnu'l-Cârûd'un “Müntekaa” sı, Dârimî'nin “Sünen” i, Tabarânî'nin üç “mu'cem” i, Ebû-Ya'lâ ve Bezzâr'ın “Müsned” leri.[97]


[1] Müslim, Siyâm: 204; Tirmizî, Savm: 52; İbn Mâce, Sıyâm: 33; Darimî, Savm: 44; Ahmed b. Hanbel, Müsned: 5/417-419.
[2] İbnü's-Salah, Ulümu'l-Hadîs, Nşr. Nureddin Itr., Beyrut 1981, s. 255.
[3] Hakim, Marifetu Ulumil hadis, Nşr. Seyyid Muazzam Hüseyin, Beyrut 1980, s. 146.
[4] Buharî, Ahkâm: 24; Müslim, İmâret: 26.
[5] İbnü's-Salah, Ulümu'l hadîs, s. 253.
[6] Subhî es-Sâlih, Hadis İlimleri ve Had"ıs Istılahları, Terc. M. Yaşar Kandemir Ankara 1981, s. 222.
[7] Hakim, a.g.e., s. 152.
[8] Subhî es-Sâlih, a.g.e., s. 223; Sabahaddin Yıldırım, Şamil İslam Ansiklopedisi: 4/288; Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis Usulü, 12. sınıf: 41.
[9] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/134-135.
[10] Subhî es-Sâlih, a.g.e., s. 223; Sabahaddin Yıldırım, Şamil İslam Ansiklopedisi: 4/288-289.
[11] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/135.
[12] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/131.
[13] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/131.
[14] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/131-132.
[15] Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis Usulü, 12. sınıf: 32.
[16] Akif Köten, Şamil İslam Ansiklopedisi: 4/309.
[17] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/132.
[18] Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis Usulü, 12. sınıf: 32.
[19] el-Irakî, el-Takyîd vel-İzâh, Nşr. Abdurrahman Muhammed Osman, Kâhire, 1969, s. 84.
[20] Müslim, Mukaddime, İstanbul (t.y.) 1/29-30.
[21] Müslim, Mukaddime, İstanbul (t.y.) 1/30.
[22] İbnü's-Salah, Ulûmu'l-Hadîs, Nşr. Nureddin Itr, Beyrut 1981, s. 60.
[23] İbn Hacer, Nuhbetü'l fiker şerhi, terc. Talat Koçyiğit, Ankara 1971, s. 37.
[24] Suphî es-Sâlih, Hadis İlimleri ve Hadis Istılahları, Terc. M. Yaşar Kandemir, Ankara 1981 s. 187.
[25] Suphî es-Sâlih, Hadis İlimleri ve Hadis Istılahları, Terc. M. Yaşar Kandemir, Ankara 1981 s. 188; Sabahaddin Yıldırım, Şamil İslam Ansiklopedisi: 4/224.
[26] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/132-133.
[27] İbnü's-Salah, Ulûmu'l-Hadîs, Nşr. Nureddin Itr, Beyrût 1981 s. 57; Suyutî, Tedrîbu'r-Râvî (Medine 1972) Nşr. Abdülvehhab Abdüllatif 1/217.
[28] İbnü's-Salah, a.g.e., s. 57.
[29] el-Emîr Es-San'anî, Tavzihu'l-Efkâr, Nşr, Muhammed Muhyiddin Abdulhamîd, Kahire 1366 1/338.
[30] İbnü's-Salah, a.g.e., s.57; Suyutî, Tedrîbu'r-Ravî, s. 218.
[31] Talat Koçyiğit, Hadis Istılahları, Ankara 1980 s. 260-261.
[32] İbnü's-Salah, a.g.e., s. 57.
[33] el-Irakî, et-Takyîd ve'l-Îzâh, Nşr., Abdurrahman Muhammed Osman, Kahire 1985 s. 85.
[34] el-Irakî, et-Takyîd ve'l-İzâh, s. 85.
[35] Suyutî, Tedribu'r Ravî, s. 219.
[36] Sabahaddin Yıldırım, Şamil İslam Ansiklopedisi: 4/328.
[37] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/133.
[38] Talat Koçyiğit, Hadis Istılahları, Ankara 1980, s. 390.
[39] Talat Koçyiğit, a.g.e., s. 310-311.
[40] Hakim, Marifetü Ulümu'l-hadîs, Nşr. es-Seyyid Muazzam Hüseyin, Beyrut 1980, s.29-33.
[41] Muhammed Abdulbâkî el-Eyyûbî, el-Menâhilü's-selsele fi ehâdîsi'l-müselsele, Beyrut 1983.
[42] Ahmed b. Hanbel, Müsned: 5/245; Ebu Dâvud, Vitr: 26.
[43] Suyûtî, Tedribi'r-Râvî, Nşr. Abdülvehhâb Abdüllatif, Medine 1972, 2/188.
[44] Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis Usulü, 12. sınıf: 39-40.
[45] Abdullah b. Hüseyin Hâtır es-Semîn el-Adevî, Haşiyetu Lakt'd-durer bi şerhi metni Nuhbeti'l fiker, Mısır 1938, s. 135.
[46] bk. Hâkim, a.g.e., s. 29-34.
[47] Talat Koçyiğit, Hadis Istılahları, Ankara 1980, s. 313.
[48] İbn Kesir, İhtisâru Ulûmi'l-Hadis, Nşr. Ahmed Muhammed Şakir, Beyrut (tay) s. 169.
[49] Ahmed Muhammed Şakir, Şerhu İhtisari Ulumi'l-hadîs, s. 169 1. dipnot; Sabahaddin Yıldırım, Şamil İslam Ansiklopedisi: 4/376-377.
[50] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/133-134.
[51] Talat Koçyiğit, Hadis Istılahları, Ankara 1980, s. 301.
[52] İbn Hacer, Nüzhetü'n-Nazar Şerhu-Nuhbeti'l fiker, Mısır, (t.y) s. 47.
[53] Müslim, Siyâm: 204; Tirmizî, Savm: 52; İbn Mâce, Sıyâm: 33; Darimî, Savm: 44; Ahmed b. Hanbel, Müsned: 5/417-419.
[54] İbnü's-Salah, Ulümu'l-Hadîs, Nşr. Nureddin Itr., Beyrut 1981, s. 255.
[55] İbnü's-Salah, a.g.e., s. 253.
[56] Hakim, Marifetu Ulumil hadis, Nşr. Seyyid Muazzam Hüseyin, Beyrut 1980, s. 146.
[57] Buharî, Ahkâm: 24; Müslim, İmâret: 26.
[58] İbnü's-Salah, Ulümu'l hadîs, s. 253.
[59] Hakim, a.g.e., s. 152.
[60] Subhî es-Sâlih, Hadis İlimleri ve Had"ıs Istılahları, Terc. M. Yaşar Kandemir Ankara 1981, s. 222.
[61] Subhî es-Sâlih, a.g.e., s. 223; Sabahaddin Yıldırım, Şamil İslam Ansiklopedisi: 4/288-289.
[62] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/134-135.
[63] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/135.
[64] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/136.
[65] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/136.
[66] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/136.
[67] Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis Usulü, 12. sınıf: 35.
[68] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/136.
[69] Ulûmü'l-Hadîs: 243.
[70] et-Takrîb ve't-Teysîr: 375.
[71] İbn Hacer, Nuhbetü'l-Fiker Şerhi, Çev. Talât Koçyiğit, Ankara 1971, s. 28.
[72] Buhârî, İman: 9; Müslim, İman: 67.
[73] İbn Hacer, Nuhbetü'l-Fiker Şerhi, s. 28; Subhi Sâlih, Hadis İlimleri ve Hadis Istılahları, Çev. Yaşar Kandemir, Ankara 1973, s.199; Talât Koçyiğit Hadis Istılahları, Ankara 1980, s. 56.
[74] Ahmed Naîm, Tecrîd-i Sarîh Tercemesi Mukaddimesi: 1/108.
[75] Nuri Topaloğlu, Şamil İslam Ansiklopedisi: 1/189.
[76] Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis Usulü, 12. sınıf: 33-34.
[77] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/137.
[78] Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis Usulü, 12. sınıf: 34.
[79] Müslim, İmâret: 155.
[80] Şamil İslam Ansiklopedisi: 2/217.
[81] Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis Usulü, 12. sınıf: 34.
[82] Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis Usulü, 12. sınıf: 35.
[83] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/137.
[84] Kavâidu't-tahdîs, s. 103.
[85] Prof. Dr.  Subbî's-Sâlih de Ulûmu'1-hadîs”   inde  ayni yolu  tutmuştur.
[86] Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 81
[87] Bak. s. 56, 92, 98.
[88] Müslim, c. I, s. 220. Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 82
[89] Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 82-83.
[90] Tecrîd mukaddimesi, s. 20; el-Hâdîs ve'1-muhaddisûn, s. 384.
[91] Bu şart râvînin tanınmış olmasına temin eder.
[92] el-Hadîs ve'1-muhaddisûn, s. 388.
[93] el-Hadîs ve'1-muhaddisûn, s, 390. Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 83-84
[94] Tedrîbu'r-râvî, s. 46.
[95] Aynı eser, s. 47.
[96] İmam Şafiî, er-Risâle, s. 43 ün dip notu.
[97] Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 84-85