Bu Blog içinde Ara

16 Haziran 2012 Cumartesi

AMELLER NİYYETLER İLEDİR

AMELLER NİYYETLER İLEDİR


Müminlerin emiri Ebû Hafs Ömer b. el-Hattâb (r.a)dan O'nun şöyle de­diği nakledilmektedir: Rasûlullah(s.as.)'ı şöyle buyururken dinledim: "Ameller ancak niyyetler iledir ve her kişi için ancak niyyet ettiği şey vardır. Her ki­min hicreti Allah ve rasûlü için ise onun hicreti Allah ve rasûlü için demek­tir. Her kimin hicreti elde edeceği bir dünyalık yahut nikahlayacağı bir ka­dın için ise, onun da hicreti ne için hicret etmiş ise, onadır
.[1]

Bu Hadisin Önemi:


Bu hadis-i şerif, Hz. Peygamber (S.A.V.)'in özlü sözlerindendir. İmam Şafiî (Allah'ın rahmeti üzerine olsun), şöyle demiştir: "Niyyet hadisinin kap­samına fıkha dair yetmiş bahis girmektedir. Bu hadis bâtıl peşinde koşan, başkasına zarar vermek isteyen, hile yollarına sapmak isteyen hiçbir kimse­ye, Yüce Allah'ın huzuruna kavuşuncaya kadar ileri sürebileceği hiçbir delil bırakmamıştır.[2]
Nevevî de şöyle demiştir: "Şafiî -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- hadisin ele aldığı bahislerin bu sayıdan ibaret olduğunu ifade etmek istememiştir. Çünkü bu bahisler bundan çok daha fazladır.[3] Şevkânî -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- ise der ki: "Bu hadis, İslâm'ın kaidelerinden birisidir. O ka­dar ki, bunun ilmin üçte biri olduğu söylenmiştir." Yine şöyle dernektedir: "Bu hadis müfred olmakla birlikte, onun için bağımsız bir eser tasnif edil­meye de lâyıktır.[4]
İlim adamları bu hadise gösterdikleri tazimden ötürüdür ki, yazdıkları eserlere bununla başlamayı uygun görmüşlerdir. Bu da ilim talep edenin sahih bir niyyete sahip olması gerektiğine dikkat çekmek içindir. Abdurrahmân b. Mehdi der ki: "Bir kitap hazırlamak isteyen kimse bu ha­dis ile başlasın.[5]
İşte Buhârî böyle bir nasihatin gereğini yerine getirerek bu hadisi Sahîh'inin başına getirmiştir. Aynı şekilde Takiyyidin el-Makdisî de "Umde-tu'1-Ahkâm" adlı eserinin başına, es-Suyutî de "el-Câmiü's-Sağîr" adlı eseri­nin başına, Nevevî "el-Mecmû"' adlı eserinin başına bu hadisi koymuşlar­dır. Ebû Ubeyd der ki: "Hadisler arasında bundan daha kapsamlı, bundan daha yeterli, bundan daha yararlı ve faydası bundan daha çok başka bir ha­dis yoktur."
Bu hadis "Muhacim Um Kays" diye bilinen kişiden dolayı mı vârid olmuştur?
Bazıları bu hadîsin, Um Kays diye bilinen bir kadın ile evlenmek isteyip bununla hicretin faziletini elde etmeyi istemek yerine, bu maksat ile hicret eden bir kişi dolayısıyla zikredildiğini zannetmişlerdir. Buna da aşağıdaki hususları delil göstermişlerdir:
Abdullah b. Mes'ûd (r.a.) şöyle demiştir: "Her kim birşey isteyerek hic­ret edecek olursa, onun için ancak o şey vardır." Bir adam Um Kays diye anılan bir kadın ile evlenmek için hicret etti. O bakımdan o kimseye "Um Kays'ın muhaciri" deniliyordu. Bunu Taberânî bir başka yoldan el-A'meş'ten şöyle bir lafızla rivayet-etmektedir: "Aramızda bir kadına talip olmuş bir adam vardı. Sözü geçen bu kadının adı Um Kays idi. Hicret et­medikçe adamla evlenmek istemedi. Bunun üzerine adam da hicret etti ve o kadın ile evlendi. Biz de o kişiye Um Kays'ın muhaciri diyorduk." Hafız (İbn Hacer) der ki: "Bu, Buhârî ile Müslim'in şartına göre isnadı sahih olan bir rivayettir. Şu kadar var ki, bunda ameller ile ilgili (sözü geçen) hadisin bundan dolayı varid olduğuna dair bir açıklama yoktur. Bunun rivayet yol­larından herhangi birisinde de bunu açıkça ifade etmeyi gerektirecek bir söze rastlamadım.[6]

Hadisin Vurûd Sebebini Araştırmak


İlim adamlarının, Rasulullah (S.A.V.)'den bir hadisin vârid oluş sebebini araştırmalarının nedeni şudur: Bunu ortaya çıkarmak, hadisin nassını anla­makta yardımcı bir unsurdur. Nitekim müfessirler de âyetlerin nüzul sebebi­ni bilmeye özel gayret göstermişlerdir. İbn Dakiki'1-Id der ki[7]): "Nüzul se­bebini açıklamak Kur'an'ın anlaşılmasında güçlü bir yoldur.[8] İbn Teymiy-ye de şöyle demektedir: "Nüzul sebebinin bilinmesi âyetin bilinmesine de yardımcı olur. Çünkü sebebi bilmek o sebep dolayısıyla meydana geleni bil­mek demektir.[9] Aynı şekilde Hz. Peygamberden hadisin vârid oluş sebe­bini bilmek de hadisi anlamakta yardımcıdır. [10]

Hadisin Manası:


1- Hz. Peygamberin: AmeIler ancak" terkibi, hasr ifade et­mektedir. Çünkü burada hasr sığalarından[11] birisi olan an­cak" edatı bulunduğundan dolayı bu, hasrı ifade eden bir terkiptir. Diğer taraftan, ameller" kelimesi başına elif, lâm gelmiş çoğul bir ifadedir. Bu ise kasrı[12] gerektiren istiğrakı ifade eder. Nitekim İbn Abbâs'ın da benzeri terkiblerden anladığı budur. Faiz ancak nesîede {vadeli satışlarda) söz konusu olur" terkibinde olduğu gi­bi. Bu terkibin hasr ifade ettiği şeklinde bir mana anlaması dolayısıyla, as-hab tarafından ona karşı çıkılmamıştır. Ancak ona karşı (bunun dışında kalan) alışverişlerde de haram olmasını gerektiren başka delil ile karşı çıkıl­mıştır.
îbin Dakiki'l-'Id der ki: "Bunun hasr ifade ettiğine dair ittifak vardır.[13]
Burda hasrın anlamı da "hükmün sözü geçen şey hakkında sabit kabul edilmesi, onun dışında kalanlardan da nefyedilmesidir."
2- Bazan "( U'i ) ancak" kelimesi gelir ve mutlak hasr ifade eder, ba-zan da hususi bir hasr ifade eder. Bu da karinelerden ve ifadelerin akışın­dan anlaşılır. Meselâ, Yüce Allah'ın; Sen ancak bir uyarı­cısın." (er-Ra'd, 13/7) buyruğu buna örnektir.
Ayet-i kerimenin zahirinden anlaşılan, Rasûlullah (s.a.s.}'ın işinin uyarıcılığa hasr edildiğidir. Oysa durum böyle değildir. Çünkü Rasûlun görevi, inzâra münhasır değildir. Aksine O'nun müjdeleyicilik ve buna benzer baş­ka birtakım nitelikleri de vardır. Aynı şekilde: Ben ancak bir insanım ve siz de benim huzurumda davalaşıyorsunuz[14] şeklindeki Peygamber (S.A.S.)'ın buyruğunun da anlamı -her hususta değil de- işlerin içyüzüne muttali olmak bakımından  O'nun beşer oluşunu hasretmektedir. Yine Yüce Allah'ın: ". Dünya hayatı ancak bir oyun ve bir oyalanmadır." (Muhammed, 47/36) buyruğu da böyledir. Burada da hasr, hayatın etkileri bakımından söz konusudur. Çünkü hayırlara sebep de olabilir. Ya burdaki hasr, hükümde çoğunluk na­zarı itibara alınarak tağlîb, (belli bir hususu ifadede ön piana çıkarma) kabi­linden de olabilir. İbn Dakiki'l-'îd der ki: ı\ icl Ancak" varid olduğu tak­tirde sen onu nazarı itibara almahsın.[15] Eğer ifadeden maksad olarak gö­zetilen anlatım, bu hasrın özel bir şeye delalet etmesi olarak görülürse sen de onu öyle kabul et. Şayet özel bir şeyde hasra delalet etmiyorsa, o taktir­de hasrı mutlak olarak değerlendir.[16]
Bu hüküm, bilinen bütün hasr edatları hakkında böyledir.
3- Hadis-i şerif azaların yaptığı bütün fiil ve sözleri kapsar. Çünkü bazı kimseler amelleri sözlü olmayan şeylere tahsis etmektedirler. Ancak böyle bir tahsis uzak bir ihtimaldir. Nitekim îbn Dakiki'l-'îd de böyle demiştir, İbn Abbas ise söylenen sözün de amel kapsamında olduğunu kabul etmiş ve müteahhirinden bazılarının değerlendirdiği gibi değerlendirmemiştir. İbn Abbâs (r.a), Yüce Allah'ın: "Belki salih amel işlerim" (ei-Mürminûn7 23/100) buy­ruğunu açıklarken bunu, "la iiâhe illallah" sözünü söylemek diye yorum­lamıştır. Diğer taraftan bir şeyi terketmek de ameller kapsamına girmekte­dir. Çünkü bu da ihtiyarî (irade ile tercih edilen) bir ameldir ve niyyetlerin farklılığına göre farklılık gösterir. Şüphesiz Allah'a şirk koşmayı terketmek-ten dolayı ecir alınır. Mazeretsiz olarak vacib olan bir hayrı terk ise bir kö­tülüktür ve bundan dolayı kınanma söz konusudur. Bu söylediklerimize Yü­ce Allah'ın (kudsî hadisteki) şu buyruğu tanıklık etmektedir: "Kulum bir kö­tülük işlemek istedi mi... Eğer onu (o kötülüğü) benim için terk edecek olursa, bu terkedişini ona bir hasene olarak yazınız.[17] Bu hadisin mefhu­mundan anlaşıldığına göre, eğer o kötülük Allah için terkedilmeyecek olur­sa, ona bir hasene olarak yazılmayacaktır. Eğer yaratıklardan korktuğu için terkedecek olursa günah kazanır. Şu kadar var ki terklerden -ilim adamları­nın açıkladığı gibi- birtakım ameller istisna edilmektedir. Necasetlerin izale edilmesi, tazminat altında bulunan (telef olmaları halinde karşılıkları öden­mesi gereken) şeylerin sahiplerine geri verilmesi gibi. Bu gibi işlerin {terklerin) sahih oluşu niyyete bağlı değildir. Ancak bunlardan dolayı sevap ka­zanmak, bunlan Allah'a yakınlaşmak (ibadet) niyetiyle yapmış olmaya bağ­lıdır.
4- Resulullah (S.A.S.)'in; Ameller ancak ni­yetler iledir' bölümünde mutlaka hazfedilmiş bir muzâfın takdir edilmesi gerekmektedir. Bunun takdiri hususunda da ihtilaf edilmiştir. Niyyetin vâcib oluşunu kabul edenler, burdaki muzâfı i jL^Vl l^^> lJ|» "Amelle rin sahih olması ancak niyyetler iledir" diye veya buna yakın ifadelerle tak­dir etmişlerdir. Niyyeti şart kabul etmeyenler ise, buna "amellerin kemâli niyetler iledir" diye takdir etmişlerdir. Ancak bu görüş şundan dolayı redde­dilmektedir: Niyyet es-San'ânî'nin de belirttiği gibi, amelin kabul edilmesin­de bir şarttır. Buna göre birinci görüş tercihe değer olan görüştür. Zira sıh­hat, kemale nisbetle daha çok hakikatten ayrılmayan bir şeydir. Buna göre amel etmek daha uygundur, İbn Dakiki'l-'Id de bu görüştedir.
.5- Resulullah (S.A.S.)'in; "Her kişi için ancak niyyet ettiği şey var­dır." şeklindeki buyruğuna gelince: Bir kimse bir şeye niyyet edecek olur­sa, o şeyi ister yapsın, isterse de Şer'an kendisi sebebiyle mazur görülebile­ceği bir engel dolayısıyla yapamasin, onun ecrini kazanır. Buna, hayır ni­yet ettiği halde, onu işlemeyen kimsenin ecir alacağına dair pek çok hadis tanıklık etmektedir. Bunlardan birisi de şudur: "Allah bir kimseye mal ve ilim vermiş, o da ilmiyle malında amel edip hakkı üzre malını infâk eder. Bir başka adama da Allah ilim verdiği halde mal vermemiştir, bu da; "eğer benim de şu adamın malı gibi malım olsaydı, onun yaptığı amelin benzerini yapardım" der. İşte ecir bakımından bu ikisi birdir.[18] Niyyet etmediği hiç­bir şey ise onun lehine husule gelmez. Şu kadar var ki, bundan konuyu ta­kip edenler tarafından bilinen birtakım meseleler istisna edilir. Meselâ, hac ayları dışında haccetmeyi niyyet eden böyledir. Onun bu niyeti (ziyaret et­mesi halinde) umreye dönüşür.
Özetle -İbn Receb'in de söylediği gibi[19] özü itibariyle bir amelin salâhı, fesadı ve mübahlığı, o amelin varoluşunu gerektiren, oniı işlemeye iten niyyete göredir. O ameli işleyenin sevabı, cezası ve esenliğe kavuşması da kendisi sebebiyle amelinin salih, fâsid veya mubah olduğu niyyetine gö­redir.[20]
6- Hz. Peygamberin: "Her kimin hicreti elde edeceği bir dünyalık yahut nikahlama çağı bir kadın için ise, onun da hicreti ne için hicret etmiş ise, onadır." buyruğu ile ilgili olarak İbn Receb bunu açıklarken -ta­rafımdan özetlenerek ve Resulullah (S.A.S.)'in zikrettikleri tarafımdan ekle­nerek- şöyle demektedir: Ameller niyyetlere göredir. Kişinin amelinden alacağı pay, hayır ya da şer türünden niyyeüne göre değişir. Bunlar olduk­ça kapsamlı iki söz ve genel iki kaidedir. Bunların dışına hiçbir şey çıkmaz. Daha sonra şeklen aynı olan, fakat niyy etlerin değişmesiyle salih oluşu ve fasid oluşu farklılık gösteren amellere bir örnek zikretmektedir. Adeta bu­nunla diğer ameller de bu örneğe benzemektedir, der gibidir.
Hicret, gerçek anlamı itibariyle terk etmektir. Bir şeye hicret ise başka­sından, ona intikal etmek, geçmektir. Küfür ülkesini bırakarak İslâm yurdu­na geçmek de hicret diye adlandırılır ve bu hicret bakîdir. Mekke'yi bırakıp Habeşistan'a göç etmeye de hicret denildiği gibi, Mekke'yi veya bir başka şehri terkedip Medine'ye göç etmeye de hicret adı verilmiştir. Aynı şekilde Allah'ın yasaklarını ve vazgeçilmesini istediği şeyleri terketmek de hicret di­ye adlandırılmıştır.
Rasulullah -Allah'ın salât ve selâmlan üzerine olsun- hicretin mü-kelle-fin maksatlarına göre farklılık arzedeceğini açıklamaktadır. Her kim şanı Yüce Allah'a ve Rasûlüne sevgi duyarak dinindeki bilgisini artırmak arzusu ile ve küfür diyarında acze düştüğü dinini açıktan açığa uygulamak arzusuy­la hicret edecek olursa, işte böylesi gerçek anlamda Allah'a ve Rasûlüne hicret eden kimsedir.
Kim de dünyevî maksatları, kadın, mal, mevki ve buna benzer dünyevi şeyleri arzulayarak hicret edecek olursa, onun da bu hicretinden elde ede­ceği pay, dünya ve bu dünyanın fani arzuları olacaktır.  Peygamber (S.A.S.); "Neye hicret ettiyse onun hicreti onadır," buyruğu ile böyle bir kimsenin dünyadan talib olduğu şeyleri -ismen zikretmediğinden ötürü kü­çümsemek ve hakir görmektir.
Hac, umre, cihâd ve buna benzer diğer ameller de hicrete kıyâs edilir. Bunların da sahih ve fâsid oluşları bunları yapmaya iten niyyete göre deği­şir.
7- Niyyet ile ilgili ilim adamlarının açıklamaları iki türlüdür:
a)  İbadetleri âdetlerden ayırdetmek. Meselâ, yemekten uzak dur­mak, tıbbî maksatlı hastalıklardan korunmak için olabildiği gibi yeme gücü­nü bulamamaktan dolayı da olabilir, arzularını Yüce Allah için terketmek maksadıyla da yapılabilir. O bakımdan başkalarından ayırdedilebilmesi için orucun niyyete ihtiyacı vardır. Cünubiukdan dolayı gusletmenin de niyyete ihtiyacı vardır, ta ki serinlemek ve temizlenmek maksadıyla yıkanmak birbi­rinden ayırdedüebilsin. Yine ibadetlerin birbirinden ayırdedilmesi için de niyyet gereklidir. Namaz için niyyete ihtiyaç vardır. Ta ki (farz olan), öyle olmayan nafileden ayırdedüebilsin. Orucun da ramazan ayı orucu, adak ve keffâret orucu gibi, kimisi farzdır, kimisi de arefe günü, âşurâ günü, pazar­tesi ve perşembe günleri orucu gibi nafiledir. O bakımdan niyyet kaçınıl­mazdır. Ta ki her bir türü başlı başına diğerinden ayırdedüebilsin. Sadaka­nın da keffâret olanları farzdır, olmayanları da nafiledir. O bakımdan bun­ların birbirinden ayırdedilebilmesi için de niyyetin varlığı kaçınılmazdır.
b) İşlenen amel ile maksadın ayırdedilmesi. Yapılan amelde gözeti­len maksat yalnızca Yüce Allah'ın rızası mıdır, yoksa onunla birlikte başka şeyler de mi gözetilmektedir? İşte sülük âlimlerinin[21] üzerinde durduğu niyyet şekli budur. Bundan dolayı Ebû Bekr b. Ebi'd-Dünya, "Kitabu'l-İhlâsi ue'n-Myye" adını verdiği bir eser yazmış bulunmaktadır. [22]

Niyyetin Tanımı:


A. Sözlükte niyyet: Araplar niyyet'i kastetmek anlamında kullanmış­lardır. Bundan dolayı, "bir şeye niyyet etti" tabiri ile "kastetti", anlamını kastederler. Meselâ, "menzile gitmeyi niyyet etti", derken "orayı kastetti", demek isterler.
"Allah seni hayırla niyyet etsin" derken, "sana hayrı kastetsin (iyiliğini ver­sin) ve seni hayra ulaştırsın, demektir. Suleym oğullarından bir bedevi "İb­rahim" adını verdiği bir oğluna bu ismini verişini açıklarken; "ben de bu­nunla İbrahim gibi niyyet ettim", yani "İbrahim'in maksadını güttüm ve onun adı ile teberrük ederek oğluma bu ismi verdim" demek istemiştir.
Aynı şekilde niyyet, "kendisine varılması maksat olarak gözetilen şey" anlamında da kullanılmıştır. Yine "niyyet, kişinin gittiği cihet anlamında­dır." Bununla da kastın beraberinde veya öncesinden var olan şey anlatılmak istenir.
Aynı şekilde niyyet, azim ve kararlılık anlamında da kullanılmıştır, el-Misbahu'İ-Münîr adlı eserin müellifi der ki: "Niyyet çoğunluk ile kalbin herhangi bir işe azmedip karar vermesi hali hakkında özel olarak kullanıl­mıştır," Lisânü'l-Arap'ta da: "Niyyet ettim: Azim ve karar verdim, anlamın­dadır" denilmektedir .[23]
B. Şer'î bir terim olarak niyyete gelince: Şeriatte niyyete has bir ta­nım getirilmemiştir. Niyyete has bir tanım getirirken sözlük anlamından farklı tanım getiren kimsenin Dr. Ömer el-Aşkar'ın da açıkladığı gibi, daya­nabileceği güçlü bir delili olamaz.[24]
Bundan dolayı birtakım ilim adamı niyyeti sözlük anlamını gözönünde bulundurarak tarif etme yolunu seçmiştir. Bunlardan birisi de Nevevî -Al­lah'ın rahmeti üzerine olsun- dir. Şöyle demektedir: "Niyyet bir şeyi kastet­mek, onu yapmaya karar vermektir. Cahiliye dönemi Araplarının: "Allah hıfzıyla seni niyet etsin, derken, "seni korusun" demek istedikleri ifadeleri de bu kabildendir.[25]
el-Karafî de[26] bunlar arasındadır. Merhum şöyle demektedir: "Niyyet, kişinin yapmak istediği şeyi kalbiyle kastetmesidir.[27]
Bunlardan birisi de el-Hattâbî'dir. Merhum der ki: "Niyyet, kalbinle bir I şeyi kastetmen ve senin onu araştırman demektir. Kalbin karar vermesi anlamına geldiği de söylenmiştir.[28]
Dr. Ömer el-Aşkar der ki: Niyyetin kast ve azim (kararlılık) ile tarif edil­mesi Arap dilinde kelimenin anlamının delalet ettiği kuvvetli bir görüştür.
Niyyeti ihlâs diye tanıtanlar da olmuştur. Nitekim birileri: "Dinin halis kılınması niyyettir[29] diye açıklamıştır. Çünkü niyyet ibadet maksadı ile kullanıldığı gibi, mabud kastedilerek de kullanılır. Az önce açıklamış oldu­ğumuz gibi, dildeki kullanımı da buna delâlet etmektedir. [30]

Azim (Kararlılık), Kastetmek Ve Aralarındaki Fark


Azmetmek gelecekte yapmak ile ilgilidir. Kastetmek ise halihazırda tahakkuk eden bir işi yapmak anlamında kullanılır. Îmamü'l-Harameyn'in -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- söylediği de budur: "Eğer niyyet gelecekte yapılmak istenen bir fiil ile alâkalı olursa, buna "azmetmek" denir. Şayet halihazırda yapılmakta olan bir fiile taallûk ederse, ona "tahkiki olarak kas­tetmek" adı verilir.[31]
Büyük ilim adamı İbnü'l-Kayyım -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- ise niyyetin bizatihi kastetmek anlamında olduğu görüşündedir. Şu kadar var ki, O'na göre niyet ile kastetmek arasında şöyle bir fark vardır:
1- Ona göre kastetmek failin {bir işi yapanın) bizzat kendi fiili ile de alâkalı olabilir, başkasının fiili ile de alâkalı olabilir. Niyyet ise failin bizzat kendi fiiliyle alâkalıdır. Buna göre İbnü'l-Kayyım'ın görüşüne göre kastet­mek niyyetten daha umumidir.
2- Kastetmek, gerçekleştirilmesine güç yetirilen şeyler hakkında kullanı­lır. Niyyet ise, gerçekleştirilmeye güç yetirilen şeyler hakkında da, güç yeti-rilemeyen şeyler hakkında da kullanılır. Buna göre İbnü'l-Kayyım açısından niyyet -bu açıdan- kastetmekten daha genel kapsamlıdır. [32]

Niyyeti Dil Île Söylemenin Hükmü:


Niyyeti açıktan açığa söylemek çirkin bir bid'attir. Çünkü niyyeti açıkça söylemenin meşrûiyyetine delâlet edebilecek herhangi bir şey Allah'ın Ki-tab'ında da sabit olmamıştır; Rasûlullah (s.a)'ın Sünneti'nde de sabit olma­mıştır. Bilinen husus şu ki, "ibadetlerde aslolan haramhktır." Nass ile ol­maksızın hiç bir ibâdet sabit olmaz.
Cemalüddin Ebu'r-Rebî' Süleyman b. Ömer eş-Şâfiî der ki: "Niyyeti açıktan yapmak ve (cehri namazlarda) imam arkasında okumak Sünnet'ten değildir. Aksine böyle bir iş mekruhtur. Eğer böyle yapmaktan dolayı na­maz kılanlar şaşıracak olurlarsa haramdır. Niyyet lafzını açıktan söylemenin Sünnet olduğunu söyleyenler hata içerisindedirler. Böyle bir kimseye de, başkasına da Allah'ın dini ile ilgili hususlarda bilgiye dayalı olmaksızın söz söylemek helâl değildir.[33]
eş-Şeyh Alâuddün el-Attâr da der ki: "Namaz kılanları şaşırtacak şekil­de yüksek sesle niyyet etmek, icmâ' ile haramdır. Şaşırmaya sebep olmak sözkonusu olmazsa çirkin bir bid'attir. Bununla riyakârlığı kastederse, iki bakımdan haram ve büyük günahlardan bir günah olur. Bunun Sünnet ol­duğunu söyleyenlere karşı çıkan bir kimse isabetlidir. Bunun doğruluğunu söyleyen kimse de hatadadır. Böyle bir şeyi itikaden Allah'ın dinine nisbet etmek küfürdür. İtikad olmaksızın nisbet ise masiyettir. Böyle birisini engel­leme imkânını bulan her mü'minin onu engellemesi, vazgeçirmesi ve böyle bir şeyi yapmasının önüne geçmesi vacibdir. Böyle bir nakil, Rasûlullah (s.a)'dan da gelmemiştir, ashabından herhangi bir kimseden de gelmemiş­tir, İslâm âlimleri arasından kendisine uyulacak bir kimseden de gelmemiş­tir.[34]
Büyük ilim adamı Muhammed b. el-Harirî el-Ensâri, İbn Receb ve on­lardan başka birtakım ilim adamları da bu doğrultuda fetva vermişlerdir.
Geçen bu açıklamalardan şu sonuca varıyoruz: Niyyeti açıktan açığa söylemek Rasûlullah {s.a)'ın gösterdiği yoldan uzak, çirkin bir bid'attir. [35]

İyi Bir Niyyetin Mubah Şeylere Etkisi:


Usûl alimleri mubahı şöylece tarif ederler: "Yapanın sevap kazanmadı­ğı, terkedenin de ceza görmediği, yapılması ile yapılmaması eşit olan fiiller­dir."
Fakat mubah bir işle birlikte güzel bir niyyet bulunacak olursa bu, kişiyi Allah'a yakınlaştırıcı bir amel olur ve bundan dolayı o işi yapan ecir alır. Meselâ, bir kimse Allah'a ve Rasûlüne itaat yolunda güç kazanmayı niyyet ederek yemek yer veya içerse bu niyyeti dolayısıyla sevap kazanır. Aynı şe­kilde geçimini kazanmak isteyen bir kimse bununla kendisini dilencilikten korumayı, kendisine ve çoluk çocuğuna ihtiyaçlarını harcamayı niyyet ede­rek çalışırsa, bundan dolayı yine ecir kazanır. Diğer ameller de böyledir.
İlim ehlinden bir topluluk bu görüşü benimsemiştir. İbnü'l-Kayyım el-Cevziyye bunlardan birisi olup, şöyle demektedir: "Mukarreblerin havas olanları haklarında mubah olan şeylerin Allah'a itaatlere ve niyyet ile Al­lah'a yakınlaştırıcı amellere dönüştüğü kimselerdir. Buna göre onlar hak­kında her iki tarafı (yapılması ya da terkedilmesi) eşit olan bir mubah söz konusu olmaz. Aksine onların bütün amelleri tercihe değer olan ameller kabilindendir.[36] Onlardan birisi de İbnu'1-Hacc el-Mâliki[37] olup, mer­hum şöyle demektedir[38] "Mubah bir iş niyyet sayesinde mendûba dönü­şür. Eğer biz herhangi bir fiille vacib olan bir şeyi eda etmeyi niyyet edebi­lirsek, bu elbette mendub olana niyyet etmekten daha faziletlidir. Çünkü: "Kulum kendisine far2 kıldığım şeylerden daha çok sevdiğim hiç bir şey ile bana yaklaşmış değildir[39] hadisi bunu gerektirmektedir."
Yine büyük ilim adamı Nevevî de bunlardan birisidir. Merhum, derlediği kırk hadisinin yirmibeşincisini açıklarken şöyle demektedir: "İşte bunda şu­na delil vardır: Mubah olan şeyler iyi, salih niyetlerle itaatlere dönüşür. Bir kimse cima' ile zevcesinin hakkını yerine getirmeyi, onunla Allah'ın emret­tiği şekilde güzel bir yolla içli-dişlı olmayı yahut salih evlât istemeyi ya da kendi iffetini yahut zevcesinin iffetini korumayı, kendisinin de onun da ha­rama bakmasını yahut haram fiil hakkında düşünmeyi önlemeyi veya onu yapmayı içinden geçirmeyi önlemeyi veya benzeri maksatları güdecek olur­sa, bu da bir ibadet olur.[40]
Bu büyük ilim adamlarının -Allah'ın rahmeti üzerlerine sağnak sağnak yağsın- kabul ettikleri bu görüşün lehine Peygamber (s.a)'in Sa'd b. Ebi Vakkâs'a söylediği şu sözler de delil teşkil etmektedir: "Sen kendisi ile Al­lah'ın rızasını arayarak herhangi bir harcamada bulunacak olursan, mutla­ka bundan dolayı sana ecir verilir. Hatta hanımının ağzına koyduğun bir lokma dahi.[41]
Yine Nevevî bu hadisle ilgili' olarak şunları söylemektedir: "Lokmanın hanımın ağzına konulması, çoğunlukla karşılıklı olarak şakalaşma halinde görülür. Nefsin şehvet duymasının bu hususta açıkça görülen bir etkisi var­dır. Bununla birlikte böyle bir halde sevap elde etme maksadı bulunacak olursa, Allah'ın lütfü ile o, sevab elde eder.[42] Suyutî[43] de der ki: "Kulun mubah şeylerde ve âdet edinilen hallerde iyi niyeti sayesinde ecir elde ede­ceğine dair getirilen delillerden en güzeli de Hz. Peygamberin şu buyruğu­dur: "Her kişi için niyyet ettiği şey ne ise o vardır." İşte bir işi yapan bir kimse eğer onunla Allah'a yakınlaşma maksadını güdecek olur ise bundan dolayı sevap kazanır. Şayet böyle bir maksat gütmeyecek olursa sevap al­ması söz konusu değildir.[44]
Resulullah (S.A.S.)'in "Ve sizden herhangi birinizin hanımına yaklaşma­sında dahi (ecir vardır}" demesi üzerine Ashâb-ı Kiram; "Ey Allah'ın Rasûlü, bizden herhangi bir kimse arzusunun gereğini yerine getirdiği hal­de bir ecir alabilir mi?" diye sorarlar. Resulullah (S.A.S.) de şu cevabı verir: "Bana görüşünüzü bildiriniz. Eğer o bu işi haram yoldan gerçekleştirecek olursa bundan dolayı onun günah kazanması söz konusu olmaz mı? İşte aynı şekilde arzusunu helal yoldan kazanınca da onun için ecir söz konusu olur.[45]

Mubah Olan İşi Allah'a Yakınlaştırıcı Bir Amele Dönüştürmenin Kuralları:


1- Mübah işlerin bizatihi ve o şekliyle Allah'a yakınlaştırıcı bir amel ola­rak görülmeleri caizdir. Nitekim bir kimsenin yürümenin, yemenin, durma­nın yahut giyinmenin bizatihi Allah'a yakınlaştırıcı bir amel olduklarını zan­netmesi bu kabildendir. Bundan dolayı Resulullah (S.A.S.) Ebû İsrail adın­daki birisinin güneşte durduğunu görünce bu şekilde duruşunun sebebini sormuş, O'na; "bu, Ebû İsrail diye bilinen birisidir. Oturmamayı, gölgelen-memeyi, konuşmamayı ve bu arada da oruçlu olmayı adadı"; denilince şu sözleriyle tepki göstermişti: "Ona söyleyin konuşsun, gölgelensin, otursun ve orucunu tamamlasın.[46]
2- Yapılan mubah işin ibadete vesile olması gerekir: İbn eş-Şât der ki: Eğer yaptığı işleriyle itaatlere karşı güç kazanmak, yahut onlara ulaşabil­mek maksadını güdecek olursa, bu bir ibadet olur. Yemek, uyumak, mal kazanmak gibi...[47] el-İzz b. Abdisselam[48]'m görüşüne göre müslüman, fiili işlemeksizin dahi böyle bir durumda, maksadı dolayısıyla bile sevap ka­zanır.[49]
İbn Teymiyye ise der ki: "Mubah olan işlerden ancak kendileri vasıta­sıyla itaate destek aldığı, güç kazandığı şeylerden başkasını yapmamalı ve bu mubahları işlemekle de itaatleri işlemeye karşı yardım ve destek alma maksadını gütmelidir."
3- Yapacağı bu işleri ilâhî bir teşrî' olarak alıp kabul etmelidir: Müslü­man bir kimsenin mubah olan bir işi Aziz ve Celil olan Allah'ın onu kendi­sine mubah kıldığını, Allah'ın azimet olarak öngördüğü emirlerinin yerine getirilmesini sevdiği gibi ruhsatlarının da yerine getirilmesini sevdiğine ina­narak yapmalıdır. Nitekim Yüce Allah ruhbanlıktan razı olmadığı gibi, aşırı­ya kaçmaktan, ince eleyip sık dokumaktan da jrazı değildir. Buna göre
müslüman, Rabb'ine olan ibadetini izhâr ederken o mütekâmil bir düzene uygun olarak yol alır. Helâl, Allah'ın helâl kıldığıdır, haram O'nun haram kıldığıdır, mubah da O'nun mubah kıldığıdır. İşte mubahı bu temel ilkeden hareketle gören bir kimse, Allah'ın izniyle sevap kazanır.
4- Mubah olan işin kısmen mubah olmakla birlikte, ister mendub, ister­se de vücub yoluyla bütünüyle yerine getirilmesi istenen şeylerden olması gerekir. Meselâ, kulun bazan yemeyi ve içmeyi terketmesi ve bu yolla da nefsini yorması mubahtır. Fakat nefsini helak edinceye kadar bunu sürdür­mesi caiz değildir. Böyle bir noktaya geldiği taktirde kendisini ölümden kurtaracak kadarı ile yemesi ve içmesi vacib olur. Bunu yapmayacak olur­sa, bu hususta da tehdit ile karşı karşıya kalır.
Faraza, bütün insanlar evlenmekten, ticaretten, ziraatten, sanayiden vazgeçecek olurlarsa, bundan dolayı günahkâr kabul edilirler. Çünkü bütün bu işler külliyen yapılması istenen şeylerdir -yani büsbütün terkedilmemeleri gerekmektedir.[50]

Hadisin İhtiva Ettiği Bazı Hükümler


1- Hadis-i şerifte niyyetin imandan olduğuna delil vardır. Çünkü niyyet kalbin amelidir. İman da Ehl-i Sünnet ve'1-Cemaat'e göre kalb ile tasdik, dil ile ikrar ve rükünler ile amel etmektir. Bundan dolayı İmam Buhârî, bu ha­disi Kitâbu'l-İman'da zikretmiştir.[51]
2- Hadis aynı şekilde müslümanın bir işi yapmaya kalkışmadan önce onun hükmünü bilmesi gerektiğine delildir. Yapacağı bu işin meşru' olup olmadığını, vacib mi müstehab mı olduğunu bilmelidir. Çünkü hadis-i şerif­te eğer o amel için meşru görülen niyyet bulunmayacak olursa, amelin ka­bul olunmayacağı belirtilmektedir.
3- Hadis-i şerif itaat olan amellerde niyyetin şart olduğuna ve niyyet ol­maksızın yapılan amellerin hiçbir değer taşımadığına delildir. [52]



[1] Hadisi Buhârî ve Müslim rivayet etmiştir.     
Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 31.                       
[2] Feyzu'l-Kadîr, I, 32
[3] Buhari Şerhi, el-Aynî, I, 22
[4] hleylu'l-Eutâr, I, 156
[5] ei-Vdde, I, 62
[6] Fethu'l-Bârl I, 10                            
Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 32-33.                                             
[7] Adı: Muhammed b. Ali b. Vehb b. Mutî' Ebul-Feth Takiyyuddin el-Kuşeyrîdir. Hicri 625-702 yılları arasında yaşamıştır. O da babası ve dedesi gibi İbn Dakİki'l-'Id diye tanınmaktadır. Usul alimlerinin ileri gelenlerinden bir kadıdır. Müctehiddir. Babası aslen Mısır'da Menfalût diye bilinen kasabadandır. Ordan Kavs denilen yere göç etmiş ve kendisi de Kızıldeniz sahilinde dünyaya gelmiş, Kahire'de vefat etmiştir.
Not: Bu kitapta geçen biyografilerin büyük bir çoğunluğu Kuveyt'te Evkaf Bakanlığı tarafından yayımlanmış el-Mevsûatu'1-Fıkhiyye'den tasarruflarla nakledilmiştir.
[8] İhkâmu'l-Ahkâm fi Şerhi Umdeti'l-Ahkâm, I, 81.
[9] Aynı yer
[10] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 33.
[11] Hasr; Araplarca belagat üsluplarından bir üsluptur. Bir işi bir başka şeye özel bir yolla tahsîs etmektir. Bunun birtakım kaideleri vardır. Bk. Ali el-Cârim, Emin Mustafa, el-Belâgatu'UVâdıha, 216. Hasr sözlükte göğsün daralması demektir.  Habs da onun anlamlarından birisidir. Meselâ, hastalık onu yolculuktan hasretti, yani alıkoydu, denilir.
[12] Kasr ise: Özel bir yolla bir şeyi bir şeye tahsis etmektir. Meânî ilminde ise bir işi veya herhangi bir hususu tahsis edip özelleştirmek demektir. Dr. İn'âm Fevvâl Akkâuî, el-Mu'cemu'î-Mufassal fi Ulumi't-Belaga..., Beyrut, 1313/1992, s. 261. (Çeviren)
[13] İhkâmu'l-Ahkâm Şerhu Umdeti'l-Ahkâm, \, 64
[14] el-Elbânî, el-Câmiu's-Sahih, 2338
[15] Yani onu mutlak olarak kabul et, demek istenmektedir.
[16] Jhfcâmu7-Ahkâm, I, 67
[17] Bu hadisi Buhârî rivayet etmiştir. Bk. Fethu'l-Bârî, XIII, 465
[18] Hadisi İbn Mâce rivayet etmiştir. 4228; Ahmed, IV, 23.
[19] İbn Receb (736-895 h.): Adı, Abdurrahman b. Ahmed b. Receb el-Hanbelî'dir. Bağdat'ta dünyaya gelmiş, Şam'da vefat etmiştir. Hadis âlimi, hadis hafızı, fakîh, usûl âlimi ve tarihçi idi. Hadis ilminde yetkin kimse idi ve önemli bir yere sahipti. Hanbelî Mezhebi ilim adamlarının çoğu O'nun Öğrencisidir. İlmi eserlerinden bazıları: Takrıru'l-Kauâid ue Tahriru'l-Fevâid. Bu İbn Receb kavaidi diye meşhurdur, fıkha dairdir. Camiu'i-Ulumi ve'l- Hikem. Bu kitap ise Cevamiü'l-Kelim diye nitelendirilen elli hadisin şerhini ihtiva etmektedir. Şerhu Süneni Tirmizi ile beraberinde Tirmizmin sonunda yer alan Şerhu'l-İlel'i de vardır. Zey/u Tabakaü'l-Hanâbile. 
[20] Cdmiu'MJfûm,7-8
[21] Bununla sünnete tabi olanları kastediyorum. Mutasavvıf ve diğerlerinden bid'atçileri değil.
[22] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 34-38.
[23] Bu açıklamalar Dr. Ömer el-Aşkar'ın Mekâsidu'l-Mükellefîn adlı kitabından özet­lenerek ve bazı düzeltmelerle alınmıştır.
[24] Mekas\âü\-Müke\\ejîn, 34
[25] Meuahibu'l-CeM, II, 230; Feyzu'l-Kadîr, I, 30
[26] el-Karafî {626-684 h.): Adı Ahmed b. İdris b. Abdurrahman'dır. Künyesi Ebu'l-Kâsım'dır. Aslen Mağrib'li Berberi Sanhâca kabilesindendir. Karafe'ye nisbet edilir. Karafe ise Kahire'de İmam Şafii'nin mezanna yakın olan mahallenin adıdır. Mısır'da doğmuş, orada yetişmiş ve orada vefat etmiştir. Çağında Malikilerin şeyhi (en büyük ilim adamı) idi. İlmi eserleri: 1- el-Furûk, 2- ez-Zahîra, 3- Şerhu Tenkîhi'l-Fusûl fi'l-Usûl, 4- el-İhkâm fî Temyizi'l-Fetâvi Mine'l-Ahkâm.
[27] ez-Zahîre, I, 134; Meudhibü'J-CeJî/, H, 230
[28] e\-A\)n\, I, 3 ile Munteha'1-Âmâİ
[29] Mecmu'û'l-Fetûvâ, XXVI, 31
[30] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 38-40.
[31] Nihâyetü'l-Ahkâm, 27
[32] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 40.
[33] c/-A'/dm,ni, 194
[34] Mecmuatu'f-ResâiH'l-Kübrâ, t, 254
[35] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 40-41.
[36] Meââricü'S'Sâlikîn, I, 107
[37] İbnü'J-Hâc, (?-737 h.): Adı Muhammed b. Muhammed b. Muhammed'dir. Künyesi Ebû Abdullah el-Abderî olup Abduddâr kabilesinden, Mağrib ülkelerinden Fas'tandır. Maliki mezhebini iyi bilen birisi idi. Hakimlik yapmıştır. Hayatının son dönemlerinde gözleri görmez olmuştur. İlmi eserleri arasında: 1- Medhalu'ş-Şer'i'Şerîf, 2- Şumûsu'l-Envâr, 3-Kunûzu'l-Ebrâr adlı eserleri vardır.
[38] el-Medhal, 21-22
[39] BuMrî, VII, 190. Ayrıca bk. es-Silsiije, 1640
[40] Şerhu Müslim, IH, 44
[41] Buhârî, I, 20, Şerhu Müslim, IV, 160
[42] Fethu'l-Börî, I, 137
[43] Suyutî (849-911 h.): Adı Abdurrahman b. Ebi Bekr b. Muhammed b. Sabık ed-Din el-Hudarî es-Suyutî'dir. Künyesi Celalüddin Ebu'l-Fadl'dır.  Mısır'da Asyût denilen şehirdendir. Kahire'de yetim olarak yetişti. Kırk
yaşına vardığında fetva ve ders vermeyi bırakarak kendisini ibadete ve te'life verdi, İlmi eserlerinden bazıları: el-Eşbâhu ve'a-Nezâir, el-Hâvî li'i-Fetâvî, el-Itkân fi Ulumu'l-Kur'ân.
[44] Suyuti, Nesaî Şerhi, I, 19
[45] Şerhu Müslim, III, 44 ve Ahmed.
Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 41-43.
[46] Bu hadisi Buharı bu lafızla rivayet etmekle birlikte onun rivayetinde "güneşte duruyordu" ifadesi yoktur. Bunu Ebû Dâvûd, İbn Mâce ve başkaları da rivayet etmiştir.
[47] Camzu tJyûni'i-Besâir, I, 34
[48] îzzüddin b. Abdüsselam (577-660 h.) Adı: Abdülaziz b. Abdisselâm'dır. Künyesi Ebu'l-Kasım b. el-Hasen es-Sülemî'dir. Şam'da doğmuş, Emevî camiinde ders okutmuş, ha-tiblik görevini üstlenmiştir. Şafii fakihi olup, müctehiddir. İlmî eserlerinden bazıları: Kavâidü'l-Ahkâm min Masalahi'1-Enâm, el-Fetâvâ, et-Tefsîrü'1-Kebîr.
[49] Kavâldü't-Ahkâm, I, 178
[50] " Fazilet ehlinin fazlını itiraf etmek kabilinden şunları söylemeliyim: Bu hadisi şerh ederken Dr. Ömer el-Aşkar'ın Mekâsidiu'i-Mükellefîn" adlı eserinden oldukça yararlan­dım. O kadar ki, O'nun kitabında muhtasar olarak geçmiş olan bu konulan da burada göre­ceksiniz. Allah bizim adımıza en iyi şekliyle O'nu mükâfatlandırsın.
Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 44-45.
[51] Buhârî'nin bu hadisi Kitâbu'l-îman'da kaydettiğini söylemek bir hatadır. Çünkü bu hadis, Buhârî'deki ilk hadistir ve "Bed'u'1-Vahy (Vahyin Başlangıcı) başlığı altında zikredilmiş­tir. Aynî ve İbn Hacer gibi herhangi bir şârih de burada Kitabu'1-îman ile başlayan farklı bir nüshadan söz etmemişlerdir. (Çeviren)
[52] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 45.