Bu Blog içinde Ara

13 Haziran 2012 Çarşamba

Hadîs Ravileri


İbn-Haceri'1-Askalânî, altı kitapta rivayeti bulunan râvîleri, ashâb devrinden, rivayet asrının sonu sayılan dördüncü asır başına kadar 12 tabakaya ayırmıştır.[1]
Tabaka: Yaş ve aynı üstadlardan ilim alma bakımlarından birbirine benzeyen insan topluluğunun meydana getirdiği gruptur.
Sonra gelen bilginlerin aynen kabul ettikleri, Askalânî'nin taksimi bize, râvîlerin asrını, hangi üstadlardan hadis aldığını ve kimlere naklet­tiğini bilmede yardımcıdır.
Tabakalar:
1- Kendi aralarında kısımlara (derecelere) ayrılan ashâb.
2- İbnu'l-Müseyyib (v. 93/712) gibi büyük tabiîler.
3- İbn-Sîrîn (v. 110/728) gibi orta tabiîler.
4- Zührî (v. 125/743) ve Katâde (v. 117/735) gibi, rivayetlerinin çoğu büyük tabiîlerden olan ve bir üst tabakayı takip eden tabiîler.
5- Bir kısmının ashâbdan hadîs aldığı bile tesbit edilmemiş olan küçük tabiîler, A'meş (v. 148/765) gibi.
6- Bir üst tabaka ile beraber bulunan fakat, hiçbir sahâbî ile kar­şılaşmamış olanlar; İbn-Cureyc (v. 150/767) gibi.
7- Tabiîlerden sonra gelen nesil (teba'u-t-tâbiîn) in büyükleri, İmam Mâlik (v. 179/795) ve Sevrî (v. 161/778) gibi.
8- Bu neslin orta yaşlıları, İbn-Uyeyne (v. 198/813) ve İbn-Uleyye (v. 192/808) gibi.
9- Bunların küçükleri, İmâm Şafiî (v. 204/819) gibi.
10- Tabiîler devrine yetişemeyen ve ondan sonraki nesilden hadîs alanların büyükleri, İmâm Ahmed b. Hanbel (v. 241/855) gibi.
11- Bunların orta yaşlı olanları İmâm Buhârî (v. 256/970) gibi.
12- Küçük yaşlıları, Tirmizî (v. 279/892) gibi.
Bazı kimseler bu tabakaya, altı kitap sahiblerinin üstadlarını da kat­mışlardır.
Bu tabakaları, taksimindeki küçük bölümleri göz önüne almazsak, üçe indirmemiz mümkün olur: Ashâb, tâbiûn ve bunların tâbi'leri.[2]

I- Ashâb


Tarif:
Sahabe kelimesi, hem beraber ve arkadaş olmak mânasına masdar, hem de sâhib (arkadaş) kelimesinin çoğulu olarak kul­lanılır.
Sahâbî kelimesi “sahabe” ye mensub (onlardan biri) demek­tir. Ashâb da yine sâhib kelimesinin çoğuludur.
Sahâbî'nin terim mânası: Müslüman olarak Rasûlullah'ı gören ve bu imanla yaşayıp ölen kimsedir.
a- Bu görme veya görüşmenin, uzun veya kısa olması eşittir.
b- Müslüman olmadığı halde Peygamber (s.a.) Efendimizi gören sahâbî değildir.
c- Kendi kendine yiyip içecek kadar olan veya 4-5 yaşına basmış bulunan çocuklar da sahâbî sayılır.
d- Peygamberlik kendisine gelmeden önce Rasûlullah'ı görmüş olan ve peygamberliğinden sonra buna imkân bulamayan kimse sahâbî sayıl­maz.[3]

Bir Kimsenin Sahâbî Olduğu Nasıl Bilinir?


Sahâbîliğin tesbiti için şu beş yoldan birisi vasıta olur:
1- Tevatür yoluyla, bir kimsenin sahâbî olduğunun nakledilmiş olması. Cennetle müjdelenmiş olan on kişinin sahâbîliği bu yolla bilinir. Bunlar: Dört halîfe, Sa'd b. Ebî-Vakkaas, Saîd b. Zeyd, Talha b. Ubeydillah, ez-Zübeyr b. el-Avvâm, Abdurrahman b. Avf, Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh'tır.
2- Şöhret yoluyla bilinmesi; Dımâm b. Sa'lebe, Ukkâşe b. Mıhsan bunlardandır.
3- Sahâbî olduğu bilinen zâtın, başka birinin sahâbî olduğunu söy­lemesi: Ebû-Musâ'1-Eş'arî'nin (r.a.), Humeme    b. Ebî-Humeme'nin sa­hâbî olduğunu söylemesi gibi.
4- Güvenilir bir tabiînin söylemesi.
5- Güvenilir bir kimsenin târîh bakımından mümkün olabilecek bir zaman içinde, kendisinin sahâbî olduğunu ifade etmiş olması.
Hicrî 100-110 tarihinden sonra yaşayan bir kimsenin sahâbilik iddi­ası reddedilir. Çünkü en son sahâbîler bu tarihler arasında vefat etmiş­lerdir.[4]

Ashabın Değeri:


Rasûl-i Ekrem'in imanlı muasırları ve O'nun, mu'cize olan varlığını gözleriyle görmek bahtiyarlığına eren ashâb, hadîs rivayeti bakımından istisnasız olarak güven ve itimada lâyık (udul) kabul edilmişlerdir. Unutma, yanılma gibi kaçınılmaz beşerî haller dışında onların hadîs mev­zuunda, daha sonraki nesillerde görülen yalancılık v.b. gibi kötülükleri irtikâp etmedikleri kesin olarak sabittir.
Bu görüşü savunan ehl-i sünnet, kitap, sünnet, icmâ ve aklî muha­keme delillerine dayanırlar:[5]

1- Kur'ân-ı Kerîm'de, Ashabı Öven Ve Onların Üstün Ahlâkını Belir­ten Âyetler:

“Biz sizi, böylece hak ve adaleti gözetir, ilim ve amel ile tanılır bir ümmet yaptık ki, insanlara karşı hakkın şahidi olasınız ve peygamber size karşı şâhid ola...” [6]
“Siz insanlar içinde meydana çıkan en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği is­ter fenalığı menedersiniz, Allah'a inanırsınız.” [7]
“...Seni yardımıyla ve müminlerle (ashâb ile) teyid eden O'dur. Mü­minlerin gönüllerine sevgi koyup birleştiren de O.” [8]
“Muhacirlerden ve ansardan en ileri ve önce gelenlerle, iyilikte onlara uyanlardan Allah razı oldu. Onlar da Allah’tan hoşnut oldular. Allah onlara, altında ırmaklar akan cennetler hazırladı. Onlar orada ebedi kalırlar, en büyük başarı budur.” [9]
“Müminler ağaç altında sana bey’at ettikleri zaman Allah onlardan razı olmuştu. Allah onların kalblerindekini bildi de, onlara huzur ve itminan (gönül rahatlığı) verdi. Onları pek yakın bir fetih ve zaferle mükafatlandırdı.”[10]
“(O ganimet malları) muhacirlerin fakirlerine mahsustur. Onlar yurtlarından sürülmüşler, mallarından uzak düşmüşler, ancak Allah'ın rızasını aramışlar, Allah'ın dinine ve peygamberine yardım etmişlerdi. İşte (dâvalarında) sâdık olanlar bunlardır. Bunlardan önce Medîneyi yurt ve iman evi edinen kimseler, kendi taraflarına hicret edenleri severler. Onlara verilen şeylerden dolayı kalblerinde ona karşı ihtiyaç duymazlar. Kendileri ihtiyaç içinde olsalar bile, onları öz canlarına üstün tutarlar. Her kim kendini öz nefsinin cimriliğinden kurtarırsa işte murada erenler bunlardır.” [11]

2- Hadîsler:[12]


“Ümmetimin en hayırlısı içinde bulunduğum nesildir. Sonra onları takip edenler, sonra onların ardından gelenlerdir...” [13]
“Ashabıma küfretmeyin. Biriniz, Uhud dağı kadar -Allah yolun­da- altın harcasa, onların, bir müd (ölçeği) veya onun yarısı infaklarının derecesine ulaşamaz”. [14]
“Ashabım hakkında Allah'tan korkunuz, ashabım hakkında Allah'tan korkunuz; benden sonra onları -lisan oklarınıza- hedef etmeyiniz. On­ları seven, beni sevdiği için sever, onları sevmeyen de beni sevmediği için sevmez. Onları inciten beni incitmiş olur. Beni inciten Allah'ı incit­miş sayılır. Allah, kendisini incitenin, çok geçmeden yakasından tutar”. [15]

3- Ehl-i Sünnetin, Ashâb Fazileti Ve Adaleti Hakkında Dayandıkları İcmâ' Delili:


Nevevî, İbnu's-Salâh ve İbn-Abdi'1-Berr'in nakline göre, bid'at sa­hibi bazı kimselerden başka bütün İslâm bilginleri, ashabın udûl olduk­larında ittifak halindedirler.[16]

4- Akıl delili:


Ashabın hayatını gözden geçirenler, istisnasız olarak hepsinde, kâmil bir îman, Allah ve Rasûlullah sevgsi, ihlâs ve samîmiyyet, Allah yolun­da; mal, can ve çocuklarını feda edecek, yurtlarını terkedecek kadar bü­yük bir feragat görürler. Bazılarında, beşer olmaları sebebiyle meydana gelen kusur ve günahlar, hemen peşinden yaptıkları sâdık tevbeler ve ilâhî cezaya kendi rızalarıyla boyun eğmeler sebebiyle afve mazhar ol­muştur.
Rasûl-i Ekrem'den sonra, aralarında vukubulan savaşlar ve siyâsî an­laşmazlıklar; mevki' ihtirası, madde düşkünlüğü gibi hasis maksadlardan uzak İslâm’ın ve müslümanların saadetini, adaletin tahakkukunu, asayiş ve emniyyetin avdetini hedef alan hareketlerdir. Bunların meydana gel­mesinde, İslâm düşmanı münafıkların tesiri büyük olmuş, çok defa is­tenmediği halde (Cemel vak'asında olduğu gibi) nefis müdafaası için harb meydana gelmiştir.
Hepsi, bütün bunlardan dolayı da büyük bir samimiyyetle Allah'a tevbe etmiş, O'na ve Rasûlüne (s.a.) olan bağlılıklarını bir an kaybetme­mişlerdir.
İşte bu sebeplerle, bütün ashâb, cerh ve ta'dîl (güvenilir olup olma­manın tesbiti) bakımından râvilerin incelenmesi konusu dışında tutulmuş­lardır.[17]

Çok Sayıda Hadîs Rivayet Eden Sahâbîler:


Sahâbîlerden bazısı, yalnız kendi ihtiyacını karşılayacak kadar hadîs elde etmekle yetinmiş, özel veya umûmî başka işlerle meşgul bulundu­ğundan, fazla hadîs rivayet etmeye imkân bulamamıştır. Bir kısmı ise, Rasûl-i Ekrem'in, ilmi kendilerinden sonra gelenlere nakletmeleri husu­sundaki teşvikleriyle daha çok hadîs elde etme ve bunları başkalarına nakletme yolunu tutmuşlardır. Bu sebeple ashâb; çok hadîs rivayet eden­ler (el-müksirûn), az hadîs rivayet edenler: (el-mukıllûn) diye ikiye ayrılır.
el-Müksirûn'dan Bazıları:
1- Ebû-Hüreyre (r.a.): Bu sahâbînin, rivayet ettiği hadîs sayısı 5374’ ü bulmaktadır.[18]
Bunlardan 3848’ i, matbu' olan Ahmed b. Hanbel müsnedinde de vardır. Bu sayıda, çeşitli münasebetlerle tekrarlanan hadîsler dahildir.
En çok rivayet sahibi Ebû-Hüreyre, Rasûl-i Ekrem (s.a.) in vefatın­dan üç küsur yıl önce müslüman olmuş bulunduğu halde, bu kadar ha­dîsi nasıl elde etmiştir?
Bu soru, bilhassa müsteşrıklar tarafından ileri sürülmüş ve çok defa olduğu gibi, menfî ve şüpheli bir tarzda, mezkûr sahâbî itham edilerek cevaplandırılmıştır.
Halbuki Ebû-Hüreyre (r.a.), hadîs toplama ve bunu başkalarına nak­letme işini kendine ulvî bir meslek edinmiş, müslüman olduktan sonra, Rasûl-i Ekrem'in (s.a.) vefatına kadar, O'nun yanından hiç ayrılmamış, mescidin yanındaki sofada, bazan aç, bazan tok kalarak Büyük Muallim'den ilim tahsil etmiştir. 'Hocası (s.a.), O'nun ilme düşkünlüğünü: “Hadîs'e olan sonsuz arzusunu bildiğim için...”[19]  diyerek takdir buyurmuştu.
İlim uğrunda başka bir iş tutmayan bu zeki ve fevkalâde hafıza sa­hibi zâtın, birkaç sene içinde hem Peygamber Efendimiz'den, hem de ashâbdan, yukardakinden çok hadis duyması ve bellemesi elbette mümkün ve kolaydır.[20]
2- Abdullah b. Ömer (v. 73/692) (r.a.): İkinci halîfe Büyük Ömer'in (r.a.) oğlu olup, ilim ve ibâdette mümtaz bulunan bu zât  2630 hadîs rivayet etmiştir. Bunların (2019 u “Müsned” de vardır.
3- Âişe bt. Ebî-Bekr (r.a.) (v. 58/678): Müminlerin annesi olan bu zekî, bilgili ve kabiliyyetli hanımın rivayetlerinin sayısı 2210’ a çıkmak­tadır. Bunların 282’ si müsnedde vardır.
4- Enes b. Mâlik (r.a.) (v. 93/712): Genç yaşında Rasûl-i Ekrem (s.a.) in hizmetine verilmiş ve on yıl O'nun terbiyesi altında kalmıştır. Bunun rivayet ettiği hadîs sayısı  2286’ dır. Müsnedde bunların 2178’ i yer almıştır.
5- Abdullah b. Abbâs (r.a.) (v. 68/687): Rasûlullah’ın amcazadesi ve yanından ayırmadığı, bağrına bastığı sevgililerden biri olan İbn-Abbâs, O'nun (s.a.) duası bereketiyle İslâmî ve edebî ilimlerin hepsinde büyük bir varlık göstermiş, tefsir ilminin babası sayılmıştır.
Ondan rivayet edilen hadîslerin sayısı 6160 tır. Ahmed b. Hanbel'in Müsned’inde, tekrarlarıyla birlikte bunların 1696’ sı rivayet edilmiştir.
6- Câbir b. Abdillah (r.a.) (v. 74/693): Bu büyük sahâbî 1540 hadîs rivayet etmiştir. Müsned'de 1206 sı yer almıştır.
7- Ebû-Saîdi'1-Hudrî (r.a.) (v. 64/683): Naklettiği 1170 hadîsin 958’i, Îbn-Hanbel Müsned’inde de vardır.
Abdullah b. Mes'ûd (r.a.) ile Abdullah b. Amr (r.a.) da, bine yakın rivayetleriyle müksirûna girerler.[21]

Sahâbîlerin Dereceleri:


Ashabı, fazilet dereceleri bakımından da sınıflandıranlar olmuştur. Bunlar içinde en çok tutulan tasnif el-Hâkimu'n-Nîsâbûrî'ninki olmuş­tur. Buna göre, ashâb on iki tabakaya ayrılır:
1- Mekke'de müslümanlığı  ilk kabul edenler. Bunların  başında Cennetle müjdelenen on sahâbî gelmektedir.[22]
Büyüklerden Hz. Ebû-Bekr, kadınlardan Hz. Hadîce, çocuklardan Hz. Alî, kölelerden Hz. Bilâl, azatlılardan Hz. Zeyd b. Harise (Allah cümesinden razı olsun) İslâmı ilk kabul eden kişilerdir.
2- Dâru'n-nedve azaları. Burası, Mekke müşriklerinin meclisi idi. Hz. Ömer müslüman olunca, Rasûl-i Ekrem ve ashabını alarak buraya getirdi. Burada bulunanların bir kısmı da İslâmı kabul etti. İşte bunlara “Dâru'n-nedve ashabı” denilmiştir.
3- Habeşistan'a hicret eden sahâbîler; hicrî 5. yıl, 11 erkek, 4 kadın.
4- Birinci Akabe'de bulunan müslümanlar. Bunlar arasında ensârdan 12 kişi vardır. Yukarda adı geçen Câbir (r.a.) de bunlardandır.
5- İkinci Akabe'de, Râsûlullah'a bey'at edip, söz verenler,  (70 er­kek, 2 kadın).
6- Rasûl-i Ekrem (s.a.) Kuba'da iken Medine'ye vasıl olan muha­cirler.
7- Bedir gazasında bulunanlar. (Üç yüz küsur kişi).
8- Bedir ile Hudeybiye sulhu arasında hicret edenler.
9- Hudeybiye'deki ağaç altında Rasûlullah'a bey'at edenler.
10- Hudeybiye ile Mekke fethi arasında hicret edenler. (Hâlid b. el-Velîd gibi).                                         
11- Mekke fethi günü müslüman olanlar (Binden fazladır.)
12- Mekke fethi ve veda' haccı esnasında Rasûlullah'ı (s.a.) gören çocuklar.

Suffe Ehli:


Fakir ve kimsesiz sahâbîlerden bir kısmı, Medine mescidinin bitişi­ğindeki üstü kapalı sofada kalıyorlardı. Bunlar, ibâdet ve ilimle meşgul olurlardı. Rasûl-i Ekrem kendisine gelen hediyyeleri bunlara da gönde­rir veya ashabına yiyecek temin ettirirdi. Kendilerine, kaldıkları yer do­layısıyla “Ashab-ı Suffe” veya “Ehl-i Suffe” denir. Sayıları 90-400 arasında değişmiştir. Meşhur Ebû-Hüreyre'miz bunlardandır.[23]

Ashabın Sayısı:


Ashabın sayısı kesin bir rakkamla tesbit edilememiştir. Ebû-Zür'ati'r-Râzî 114. 000 diyor. el-Medînî buna yakın bir rakam veriyor. Daha az diyenler de vardır.[24] Bunlardan 10 bin kadarının hal tercemeleri husûsî kitaplara geçmiş bulunmaktadır. [25]   

En Son Vefat Eden Sahâbîler:


Sahâbîlerin en son vefat edeni ile, çeşitli bölgelerde en son vefat eden sahâbîlerin ölüm tarihlerini bilmek, bu tarihlerden sonra sahâbîlik iddiasını reddetmek bakımından önemlidir.
Sahâbîlerin en son vefat edeni, hicrî 100 ile 110 tarihleri arasında Mekke'de Hakk'ın rahmetine kavuşan Ebu't-Tufeyl Âmir b. Vâsılete'l-Leysî'dir.
İslâm devletinin çeşitli bölgelerinde en son vefat eden ashâb hakkın­da, ufak ihtilâflar varsa da, takribi durum şöyledir :
1- Medine'de: Mahmûd b. er-Râbî (99/717).
2- Kûfe'de: Abdullah b. Ebî-Evfâ (84-88/703-707).
3- Basra'da: Enes b. Mâlik (90-93/709-712)
4- Şam'da[26]: Abdullah b. Büsr   (88-96/703-714).
5- Dimaşk'da: Vâsıletü'bnü'1-Aska' (83-86/702-705).
6- el-Cezîre'de: (Dicle ile Fırat arası) el-Urs b. Amîra.
7- Mısır'da: Abdullah b. el-Hâris (85-89/704-708).
8- Tâif'te: Abdullah b. Abbâs (86/705).[27]

Ashabın Hayatına Dair Eserler:


Gerek ashabın gerekse diğer râvîlerin hal tercemeleri için yazılmış umûmî eserler (tabakât ve tezkira kitapları) olduğu gibi, sadece saha­beye tahsis edilen çok sayıda kitap vardır. Bunlardan önemli olan birka­çını buraya alacağız :
1- İbn-Abdi'1-Berri'l-Kurtubî'nin (v. 463/1071), “el-İstîâb fî ma'rifeti’l-ashâb” adlı kitabı. Bu kitap, 3500 kadar sahâbînin hal tercemesini al­mıştır ve gerek yazmaları, gerekse basılmışı mevcuttur.
2- İbnu'l-Esîri'l-Cezerî (v. 630/1233) nin, “Üsdü'l-ğâbe fî Ma'rifeti's-sahâbe”si.
Bu kitap, sekiz bin kadar sahabenin hal tercemesini toplar. Kendin­den önce bu konuda yazılmış birçok kitabın muhtevasını içine almıştır, yazma ve basmaları vardır.
3- İbn-Haceri'1-Askalânî  (v. 852/1448)  nin  “el-İsabe fî temyîzi's-Sahâbe”si.
Bu eserde (12279) sahabenin haltercemesi vardır.
Türkçede:
Yukarda adı geçen el-İstîâb” ı,  Sultan I. Ahmed devrinde, saray imâmı Mustafa Efendi tercemeye başlamış fakat bitirmemiştir.
Mehmed Zihnî Efendi, Meşâhîr-i Nisa adlı kitabında birçok kadın sahabinin de hal tercemelerini yazmış, ayrıca, “el-Hakaaik” adlı eserin­de, alfabetik sırayla (Zâ) harfine kadar bir çok sahabenin hayatını kaleme almıştır.
Yine yarı kalan teşebbüslerden biri de Hersek’li Mehmed Kâmil Efendi'nin “Metâli'u'n-nücûm” udur.[28]

B) Tâbiîler


Hz. Muhammed (s.a.s)'in sahabilerinin devrine yetişen, onları gören, imân sahibi olduğu halde onlarla beraber bulunan ve imân üzere vefât eden kişiler, sahabeden hadis nakledenler.
Arapça bir kelime olan tâbiûn, "tebi-e" fiilinden gelmektedir. Bu fiil, birinin izinde yürümek, ona tabi olmak, beraberinde bulunmak, cemâatın namazda imama tabi olması gibi manaları ifâde eder. Bu fiilden ismi faili, "tâbiun" dur. Sonuna nisbet ya'sı bitişince, "tabiî" olur. Bunun çoğulu da, "tâbiûn" dur. Kelime olarak Türkçe karşılığı; uyanlar, tabi olanlar demektir. Dinî anlamda da, Hz. Muhammed (s.a.s)'in sahabilerine tabi olan, onları takib eden nesil için kullanılır. Arap gramerine göre, tâbiûn kelimesi ref' halindedir, yani ötreli okunma durumundadır. Bunun nasb ve cer (kesreli ve fethalı) okunma hali ise, "tâbin"dir. Buna göre "tâbiûn" ve "tâbin", aynı anlamda olan iki kelimedir.
Müslüman bir kişinin Tâbiûn'dan sayılabilmesi için, Sahabileri gördüğünde, görüp işittiğini hafızasında tutabilecek bir yaşta olması gerekir.
Tâbiûn, İslâmın ikinci neslinden oluşmaktadır. Onlardan sonra gelen nesle de, "etbâu't-tâbiîn" veya "tâbeu't-tâbiîn" denir.
İlk tabiînin kim olduğu hususunda alimlerin farklı yorumları vardır. Bazı alimler, "Yalnız bir sahabiyi gören kişi Tabiûndan sayılır" demişler, diğer bazı alimler de, yalnız görmeyi, bir araya gelmiş olmayı yeterli kabul etmemişlerdir. Onlara göre, bir kişinin Tâbiûndan sayılabilmesi için, Sahabilerle sohbette bulunmuş olması gerekir. Onun için Tabiûn'un başlangıcı net bir şekilde tesbit edilmemiştir.[29]
Tâbiûn devri hicri 120 tarihlerine kadar devam etmiştir. Tâbiûn devri, İslâm kültür hayatının son derece gelişen ve parlak olan devridir. Siyâsi iktidar bakımından bu dönem, Emevilerin hakimiyetine rastlar.
Sahâbilerin tabakaları hakkında olduğu gibi, Tâbiûn'un tabakaları hakkında da alimlerin farklı yorumları olmuştur. Herkes onları kendilerine göre farklı bir şekilde tabakalara ayırmıştır. İmam Müslim, Tabileri üç, İbn Sa'd dört, Hâkim de onbeş tabakaya ayırmışlardır. Hâkim'e göre ilk tabaka, Aşere-i Mübeşşere (Cennetle müjdelenen on sahabî)'yi görenlerdir. Onlar da şu zatlardır: Kays b. Ebi Hazm el-Becelî, Ebu Osman en-Nehdî, Kays b. Ubâd el-Kaysî, Ebu Sasan Hüseyn b. el-Münzir er-Rekâsî, Ebu Vâil, Şakik b. Seleme el-Kufi, Ebu Recâ el-Utaridî.
Bunlar muhadremûndandırlar. Muhadremûn, hem cahiliye döneminde ve hem de İslâm döneminde bulunduğu halde, Hz. Muhammed (s.a.s) ile buluşamayan müslümanlara verilen bir ünvandır. "Sahih" sahibi Müslim, bunların sayısını yirmi olarak zikretmiştir.
Tâbiûn neslinin hadis rivâyetinde, Tefsirde, nahv'ın gelişmesinde, fıkhî konuların oluşmasında ve diğer çeşitli ilimlerde büyük hizmetleri olmuştur. Hadislerin yazılması ve tasnif edilip konularına göre kısımlara ayrılması onların öncülüğünde gelişmiştir. Tabiûn neslinden hadis yazan çok kişi vardır. Bunların en meşhurları İbn Şihâb ez-Zühri, Said İbnu'l-Müseyyeb, Said b. Cübeyr, Hasan el-Basri, İbrâhim en-Nehai vb.dirler.
Tâbiûn neslinden fıkıh ilmi ile de meşgul olan, bu sahada hizmeti geçen bir çok kişi vardır. Medine'de, arkadaşları arasında fıkıh ilminde temâyüz eden, ileri derecelere ulaşan yedi zat olmuştur ki, bunlara "fukahâ-yı seb'â" adı verilir ve onlar da şunlardır: Saîd b. el-Müseyyeb, Kasım b. Muhammed b. Ebi Bekr es-Sıddîk, Urve b. ez-Zubeyr, Harice b. Zeyd b. Sabit, Ebu Seleme b. Abdurrahman b. Avf, Ubeydullah b. Utbe b. Mes'ûd ve Ebu Eyyûb Süleyman b. Yesâr el-Hilâlî.
Sonradan fetvaları taklid edilen ve mezheb imâmı olarak kabul edilen kişilerden yalnız Ebu Hanife, Tâbiûn neslindendir. Diğer mezhep imâmları, daha sonraki nesillerdendirler.[30]
Tâbiûn zamanında tefsirde de büyük gelişmeler kaydedilmiştir. Bu dönemdeki tefsir çalışmaları, tefsirin ikinci dönemi olarak kabul edilmiştir.
Tâbiûn'un tefsirdeki görüşlerinin delil olarak kabul edilip edilmemesi hususunda, alimlerin farklı görüşleri vardır. Bazı alimler onların görüşlerini delil olarak kabul ederken, diğer bazı alimler de, onların görüşlerini delil olarak kabul etmemişlerdir.
Tâbiûn, döneminde Mekke, Medine ve Irak'ta tefsir okulları gelişmiştir. Bu okullarda, Tâbiûn neslinden büyük tefsir alimleri yetişmiştir. Bu alimlerden bazıları şunlardır: Tâvus b. Keysan, İkrime, Atâ b. Ebi Rabah, Zeyd b. Eslem, Alkame b. Kays, Mesrûk, Uveys b. Zeyd, Mürre el-Hamedânî, Muhammed b. Ka'b el-Kurezî.[31]
Diğer çeşitli ilim dalları da, Tâbiûn döneminde gelişme kaydetmiştir. Bu ilim dallarında, büyük ilim adamları yetişmiştir. Tâbiûn devri, bütün ilim dalları için gelişme devri durumundadır.
Tâbiûn'un fazileti, Kur'an'a dayanmaktadır:
"Onlardan sonra gelenler derler ki: Rabb'imiz, bizi ve bizden önce inanan kardeşlerimizi bağışla. Kalplerimide inananlara karşı bir kin bırakma! Rabb'imiz, sen çok şefkatli, çok merhametlisin!" (el-Haşr, 59/10).
Bu ayette, Tâbiûn'un güzel vasıfları dile getirilmiştir. Onların dönemi, bu ayet nazil olduktan sonra gelmiştir. Onların döneminden önce, Yüce Allah onlardan överek bahsetmiştir.
Ayette ifâde edildiği gibi, insanlar arasında ırk, mekân, vatan, kabile, renk gibi hiç bir ayırım yapmadan, bütün imân ehli için dua etmişlerdir. Tâbiûn, tevhid, imân ve inanç kervanı, duaları da imân duasıdır. Onlar, ne şerefli bir kervan ve duaları, ne güzel bir duadır![32]
Konu ile ilgili olan diğer bir ayetin meâli şöyledir:
"Muhâcirlerden ve Ensârdan (İslâm'a girmekte) ilk önce geçenler ile bunlara güzelce tabi olanlar... Allah onlardan razı olmuştur, onlar da O'ndan razı olmuşlardır. (Allah) onlara, altlarından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetler hazırlamıştır. İşte büyük kurtuluş budur." (et-Tevbe: 9/100)
Ayette geçen "tabi olanlar" ifâdesi, müfessirler tarafından iki mana da yorumlanmıştır. Birincisi, onları takib eden, onlardan sonra gelen Tâbiûn nesli demektir. İkincisi ise, kıyâmet gününe kadar din, imân, ahlak ve takvada onlara tabi olan insanlar olarak kabul edilmiştir.[33]
Hz. Muhammed (s.a.s) de, çeşitli hadislerde Tâbiûn'u övmüş, methetmiştir:
"Ne mutlu beni görüp imân edene! Ne mutlu beni göreni görene!.."[34]
"Ümmetimin en hayırlıları, benim zamanımda yaşayan Sahabelerdir. Ondan sonra, onlardan sonra gelen nesildir ve ondan sonra hayırlı olanlar da, onlardan sonraki nesildir"[35]
Tâbiûn'un son tabakasını, en son ölen Sahabeyi görenler oluşturmuştur. Buna göre son tabi, Mekke'de Ebu't-Tufeyl Amir b. Vasile'yi gören Halef b. Halife’dir (180/796). Halef'in ölümüyle Tâbiûn'un sona erdiği kabul edilir.[36]
Tâbiî, Hâkim en-Neysâburî'nin de dâhil bulunduğu, ulemâdan ekseriyetin kabul ettiği tarife göre, Sahâbe (radıyallahu anhüm)'den biriyle veya birkaçıyla karşılaşmış olan mümin kimsedir. Sahâbeliğin sübûtunda imâna mukârin olmak şartıyla uzaktan bile olsa Resûlullah'ı görmek yeterli sayıldığı halde burada, Sahâbî ile mülâkat şart koşulmuştur. Hattâ İbnu Hibbân, görüşmeyi de yeterli bulmayıp, sahâbeden gördüğünü ve işittiğini zabtedecek yaşta olması şartını koşar. Bağdâdî, Sahâbî ile olacak Lika'nın kısa değil, bir müddet devam edecek bir sohbet olması gereğinde ısrar eder. Bu farklı görüşlere rağmen ekseriyet karşılaşmayı yeterli gördüğü için, Enes' (radıyallahu anh)'i görmüş bulunan A'meş'i (V. 148/765), Yahya İbnu Ebî Kesîr'i (V. 129/746), Cerîr İbnu Hâzım'i (V. 170/786) Tâbiîn'den saymışlardır. Keza Amr İbnu Hureys (radıyallahu anh)'i gördüğü için Musa İbnu Ebî Aişe'yi; Abdullah İbnu Ebî Evfa (radıyallahu anh)'yı gördüğü için Mansûr İbnu el-Mu'temîr'i (132/749) Tâbiîn'den saymışlardır. Halbuki bunların görmeleri mücerred bir görmedir, hiçbirinin sahâbilerden muttasıl rivâyetleri mevcut değildir.[37]
Tabileri bilmenin, hiç şüphesiz onları sahabilerle karıştırmamak, etbau’t-tabiinden olanları da tabii saymamak bakımlarından önemi büyüktür. Tabiiler, İslam kültürünü ve davetini sonrakilere ulaştırmakta sahabilerden görevi devralmış bir nesildir.
Tabiilerin en büyüğü ve faziletlilerinin kim olduğu konusu, her şehir ve yöre halkınca farklı şekilde tesbit edilmişse de genelde Said b. El-Müseyyeb (veya el-Müseyyib) kabul edilmiştir. Uveys el-Karani’dir diyenler de vardır. Hatta Ömer b. El-Hattab’ın “Tabiinin en hayırlısı kendisine Uveys denilen kişidir.”[38] Buna göre Uveys el-Karani’yi tabiin’in en hayırlısı kabul etmek gerekmektedir.
Hanımlardan da Hafsa binti Sirin ve Amra binti Abdirrahman sayılmalıdır.
Tabiilerin ilimler tarihindeki en büyük rolü, başta hadis ilmi olmak üzere İslami ilimlerin tedvin, tasnif ve neşrini gerçekleştirmekte kendisini gösterir. Medine, Mekke, kufe’nin fıkıh ve hadis ilimlerinin merkezleri olarak dikkat çekmesi hep bu dönemde olmuştur.[39] 

Tâbiîlerin Tabakaları:


Sahâbe gibi Tâbiîn'in tabakalara ayrılmasında da ihtilâf edilmiştir. Bunları Müslim üç, İbnu Sa'd dört tabakaya ayırır. Hâkim onbeş tabaka teklif ederse de bütün tabakaları açık seçik beyan edip, her tabakaya ait isimleri zikredememiştir. Bu sebeple hepsini zikretmekten ziyade iki noktaya temas edip geçeceğiz:
Hâkim'in Ma'rifetu Ulumî'l-Hadis'te belirttiğine göre:
1) Büyük Tabiiler Tabakası: Sahabelerin büyüklerinden hadis rivayet edenler. İlk tabakayı Aşere-i Mübeşşere ile karşılaşanlar teşkil eder: Saîd İbnu'l-Müseyyeb, Kays İbnu Ebî Hâzım, Ebu Osman en-Nehdî, Kays İbnu Ubâd, Ebu Sâsan... gibi.
2) Orta Yaşlı Tabiiler Tabakası: Sahabe ve tabiinden hadis rivayet edenler. el-Esved İbnu Yezîd, Alkame İbnu Kays, Mesrûk İbnu'l-Ecda, Ebu Seleme İbnu Abdirrahman, Hârice İbnu Zeyd vs.
3) Küçük (Genç) Tabiiler Tabakası: Bunlar, Hz. Peygamber zamanında küçük yaşta olan sahabilerden hadis rivayet edebilen ve uzunca yaşayan sahabilere kendileri çocuk yaşlarındayken kavuşabilenler. Âmir İbnu Şurâhî'l eş-Şa'bî, Ubeydullah İbnu Abdillah ve akranları...
Hâkim bu kısa bilgiden sonra: "Tâbiîn onbeş tabakadır, sonuncu tabaka Basralılardan Enes (radıyallahu anh)'e, Kûfelilerden Abdullah İbnu Ebî Evfa'yı, Medînelilerden Sâib İbnu Yezîd'e, Mısırlılardan Abdullah İbnu'l-Hâris'e... rastlayanlardır" der.
Tâbiîn, daha önce kaydettiğimiz ve mütevâtir olduğunu belirttiğimiz "İnsanların en hayırlıları benim asrımdakilerdir..." hadisinde tebcil edilen ikinci nesli teşkil eder. Bunların sayıları hususunda rakam verilmemiştir. Ama Ashab'ın her tarafa dağılmış olmaları sebebiyle miktarları çoktur. İslamî ilimlerin gelişmesinde bu altın neslin büyük hizmeti olmuştur. Hadîslerin cem ve tedvîninde bunlar hizmet sunmuşlardır.
Bunlardan en çok hizmet ve eser sunulan bölgelere göre şöyle zikredebiliriz:
Mekke'de: İkrime (V. 105/723) (Abdullah İbnu Abbas'ın kölesi), Ata İbnu Ebî Rabâh (V.115/733), Ebu'z-Züheyr Muhammed İbnu Müslim (V. 128/745).
Medîne'de: Sa'îd İbnu'l-Müseyyeb (V. 93/711), Urve İbnu'z-Zübeyr (V.94/712), Sâlim İbnu Abdillah İbni Ömer (V. 106/724), Süleyman İbnu Yesâr (V.93/711), el-Kâsım İbnu Muhammed İbni Ebî Bekr (V. 112/730), Abdullah İbnu Ömer'in kölesi Nâfi (V. 117/735), Muhammed İbnu Şihâb ez-Zührî (V.124/741), Ebu'z-Zinâd (V.130/747).
Kûfe'de: Alkame İbnu Kays (V. 62/681), İbrahim en-Neha'î (v.96/714), Âmir İbnu Şürâhîl eş-Şa'bî (V.104).
Basra'da: el-Hasen el-Basrî (V.110/728), Muhammed İbnu Sîrîn (V.110/728), Katâde (V.117/735).
Şam'da: Kabîsa (V.86/704), Ömer İbnu Abdilazîz (V.101/719), Mekhûl (V.118/736).
Yemen'de: Tâvus İbnu Keysân (V.106), Vehb İbnu Münebbih (V.110/728). [40]
Tabiin neslinin meşhurları arasında Said b. El-Müseyyeb ve Ebu Hanife bulunmaktadır.
Tabiilerin sayısı hakkında kesin bir rakam verme imkanı yoktur. Cahiliyye dönemini ve Hz. Peygamber zamanını idrak etmiş olmalarına ve müslüman da olmuş olmalarına rağmen Hz. Peygamber’le görüşemeyen ancak sahabilerle görüşebilen muhadramlar da tabilerdir.[41]

1. Muhadramun:


Rasulullah (s.a.s), zamanında yaşayıp müslüman olduğu halde, onu görme fırsatına kavuşamayan kimseler. Edebiyatta, ömrünün yarısını câhiliye döneminde, diğer kısmını da müslüman olarak geçirmiş olan şâirler.
Arapça "hadrama" kökünden türetilmiş olan "muhadram" kelimesinin çoğuludur. Hz. Peygamber (s.a.s) devrinde müşrik Arap kabilelerle müslümanlar arasında savaş yapıldığı zaman, bu kabileler içindeki müslümanlar, kendilerinin diğer müşriklerden ayırdedilebilmelerini sağlamak maksadıyla, develerinin kulaklarından bir kısmını kesiyorlardı. Develerinin kulaklarını kestikleri için bu kimselere, "bir kısmını kesen" anlamında "muhadrim" denilmiştir.[42] Kelimenin "iki şeyin birbirine karışması" anlamında değişik bir kullanımına göre ise, yaşı itibarıyla sahabeden mi yoksa Tabi'inden mi olduğu karıştırılan kimselere de muhadramun denilmektedir. [43]
Arap edebiyatında ise, cahiliye şairlerinden olup, İslâm dönemini de idrak eden ve hayatının kalan kısmını müslüman olarak geçiren kimseler için kullanılmaktadır.
İki ayrı mu'alâka'nın sahibi, Lebib el-Amirî ve Ka'b bin Züheyr, Hassân b. Sâbit, Nâbiğa el-Ca'dî, Ebu Züeyb el Hüzelî gibi şairler muhadramûn şairleri olarak adlandırılırlar.
Bazıları ise Hz. Peygamber (s.a.s)'in zamanında yaşamış olduğu halde, onun ölümünden sonra iman eden kimseleri muhadramûn olarak adlandırırlar.
Muhaddisler, Hz. Peygamber devrinde müslüman olarak yaşamış oldukları halde onu göremeyen kimseler için bu sıfatı kullanmışlardır. İmam Müslim, Irakî ve Suyûtî, bunlardan bilinen ve meşhur olanlarının bir kısmını tesbit etmişlerdir. Veysel Karanî adıyla şöhret bulmuş olan Üveys bin el-Karenî, Kadı Şüreyh bin el-Haris, Alkame bin Kays ve Ka'b el-Ahbâr bunlardan bazılarıdır.[44]
Muhadram, hadisçilerin ıstılahında, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın sağlığında müslüman olduğu halde, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'la görüşmek şerefine eremeyen kimselere verilen bir unvandır. Tariften de anlaşıldığı üzere bunlar câhiliye devrini de idrak etmiştir, İslâmı da. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'la sohbetlerine dair bir rivâyet olduğu takdirde sahâbî sayılırlar, olmadığı müddetçe Tâbiîn'e dâhil edilirler.
Muhadram kelimesi lügatçiler tarafından biraz farklı bir kullanılışa sâhiptir. Muhtemel iltibasın önlenmesi için bilinmesinde fayda var: Onlar, yarı ömrünü câhiliye'de, yarı ömrünü de İslâm'da geçiren herkese muhadram derler ve Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'la sohbet şartını aramazlar. Böyle olunca Muallaka sâhibi Lebîd-i Âmirî, Ka'b İbnu Zübeyr, Hassân İbnu Sâbit el-Ensârî, Nâbiga el-Ca'dî (radıyallahu anhüm ecmaîn) ile Ebu-Züeyb Hüzelî, Mütemmim İbnu Nüveyre, Muhadram şâirler addedilirler. Halbuki bunlardan Lebîd, Hassân, Hakîm İbnu Hizâm muhaddislerce sahâbî sayılırlar.
Muhadram sayılan müslümanlardan bir çoğunun ismi kitaplarda belirtilir. Biz sadece birkaç tanesini örnek olarak kaydediyoruz: Ebu Osman en-Nehdî, İbnu Recâ el-Utâridî, Ahnef İbnu Kays et-Temîmî, Uveys İbnu Âmir el-Karenî, Kadı Şureyh İbnu'l-Hâris, Alkame İbnu Kays, Ka'b el-Ahbâr, Mesrûk İbnu Ecda', Ertât İbnu Süheyye vs.[45]

2. Fukaha-yı Seb'a:


Medine'de aynı asırda yaşayan tabiîlerden yedi fakih.
Emevilerin iktidarda bulunduğu yıllarda bazı sahâbe çocukları ve tabiînden kimselerin bu iktidar ve yönetime karşı gelip toplumda çeşitli karışıklıkların çıkması yüzünden bir kısım sahâbîler, tabiîler hükümet merkezinden uzak şehirlere çekilip İslâmi ilimlerle uğraşmışlardı.
Onların ilmî çalışmaları ve çevrelerinde toplanan öğrencilerinin gayretleri daha sonra tefsir, hadis ve fıkıh gibi ilimlerin teşekkül ve tedvinini doğurmuştur.
Tabiatiyle birbirinden uzak ve değişik toplumsal şartlara sahip olan bu şehirlerdeki bilginler arasında görüş farkları gittikçe belirgin hâle geliyor ve her şehirde kendisine göre bir fıkıh ekolü doğmaya başlıyordu. Bunların en etkili olanları Hicaz ve Irak ya da diğer adıyla Medine ve Kûfe ekolleriydi. Kur'an, sünnet ve sahâbîlerin icmâlarıyla hükmü belirtilmemiş olan meseleleri Iraklı bilginler, akıl ve ictihad ile çözmeye çalışıyorlardı. Hicazlılar ise daha ziyâde hadis ve geleneklerden hareket ediyorlardı. Dolayısıyla bunlara "Hadis" veya "Eser" ehli adı veriliyordu.
İşte Hicaz ekolünü Fukahây-ı Seb'a denilen yedi fakih temsil etmektedir. Bunların başında Saîd b. el-Müseyyeb gelir. Bunlar, hakkında nass bulunmayan konularda ictihad yaparlarken en çok maslahata önem verirler ve genellikle ortaya çıkmamış problemler üzerinde durmaz ve bu gibi konularda görüş beyan etmezlerdi.
Fukahay-ı Seb'a'ya bu ismin verilmesinin sebebi, sahâbeden sonra fetva işinin bunlara kalması, ilim ve fetvanın daha çok bunlardan etrafa yayılması ve bununla şöhret bulmaları içindir. Nitekim onların yaşadığı asırda Salim b. Abdullah b. Ömer ve benzeri birçok tâbiî âlimler olmasına rağmen fetva işi en çok bu yedi fakihten soruluyordu.[46]
Bu yedi Fakih şunlardır:
1- Saîd b. el-Müseyyeb (ö. 94/712 veya 105/723): Tâbiîlerin reisi idi. Hadis rivâyeti, zühd, ibâdet ve takvayı nefsinde toplamıştı. Aynı zamanda rüya tâbirini de çok iyi biliyordu. Sa'd b. Ebı Vakkas ve Ebû Hureyre gibi bir grup sahâbîden ve Peygamber efendimizin hanımlarından hadis dinlemiştir. Ebû Hureyre'nin kızı ile evli idi ve hadislerin çoğunu da Ebû Hureyre'den rivâyet etmiştir. Kendisi der ki: Elli seneden beri cemâatle namazda imamın ilk tekbirini kaçırmadım ve elli seneden beri namazda bir adamın kafasına bakmadım (ilk safta durduğu için). Ayrıca elli yıl sabah namazını yatsı abdestiyle kıldığı söyleniyor. Kendisi şöyle diyordu: Allah'a ibâdet gibi insanı şerefli kılan ve Allah'a karşı günâh işlemek gibi insanı küçük düşüren bir şey yoktur.
Emevi yöneticilerinden Abdülmelik b. Mervan'ın oğulları Velid ve Süleyman'ın veliaht olmalarına bey'at etmediği için Abdülmelik'in emriyle Medine valisi Hişâm b. İsmail tarafından kendisine elli değnek vurulup Medine sokaklarında teşhir edildi. Zâlimlerle ilgili şunu söylüyor: Zâlimlerin çevresindeki yardımcılarına ancak kalben nefret ederek bakın, ta ki amelleriniz yok olmasın. Said b. el Müseyyeb Medine'de vefat etmiştir.
2- Ebû Bekr b. Abdirrahman b. Hâris b. Hişâm (ö. 94/712): Tâbiîlerin ileri gelenlerindendir. Kureyş Rahibi diye adlandırılırdı.[47]
3- Kasım b. Muhammed b. Ebu Bekr es-Sıddîk (ö. 107/725): Tâbiîlerin ve zamanının en üstün şahsiyetlerindendi. İmam Mâlik, "Kasım bu ümmetin fakihlerindendir" diyordu. Kendisi bir grup sahâbîden rivâyet etmiş, kendisinden de tâbiîlerin büyüklerinden bir cemâat rivâyet etmiştir. Mekke ve Medine arasında bulunan ve Kudeyd denilen bir yerde vefat etmiştir.[48]
4- Urve b. Zübeyr b. el-Avvâm (ö. 94/712): Alim ve sâlih bir zat idi. Kur'an-ı Kerîm kıraatlarıyla ilgili kendisinden rivâyetler yapılmıştır. Kendisi teyzesi olan Hz. Âişe'den hadis dinlemiş, ondan da İbn Şihâb ez-Zührî ve diğer bazı âlimler rivâyet etmiştir. Medine'de kendi adıyla anılan Urve kuyusunu kendisi kazdırmıştır. Medine yakınında Fur' denilen bir köyde vefat etmiştir.[49]
5- Ebu Eyyub Süleyman b. Yesâr el-Hilali (ö. 107/725 veya 104/722): Âlim, âbid ve güvenilir bir zat idi. Kendisi, İbn Abbâs, Ebû Hureyre ve Ümmü Seleme'den hadis rivâyet etmiş, ondan da İmam Zührî ve büyük hadisçilerden bir grup rivâyet etmiştir.[50]
6- Hârice b. Zeyd b. Sâbit (ö. 104/722 veya 100/718): Kadri yüce âlim ve zâhid bir tâbiî idi. Zührî kendisinden hadis rivâyet etmiş, Medine'de vefat etmiştir.[51]
7- Ubeydullah b. Abdullah b. Ute b. Mes'ud (ö. 98/716): Belli-başlı tâbiîlerdendi. Kendisi İbn Abbâs, Hz. Âişe ve Ebû Hureyre'den hadis dinlemiş ondan da Ebu'z-Zenad, Zührî ve diğer bazıları rivayet etmiştir. Zührî, "Dört denize ulaştım" diyor ve onların arasında Ubeydullah'ı da zikrediyor. Ömer b. Abdilaziz, 'Ubeydullah'ın bir gecesi bana bütün dünyadan daha sevimlidir'; O'nun bir gecesini beytulmâlin parasından bin dinara satın alırım" diyordu. Medine'de vefat etmiştir.[52]
Ebu Seleme İbnu Abdirrahmân İbni Avf (V.104)’ın da fukahay-ı seb’adan olduğu söylenir. [53]

Tâbiîn'in Efdalleri:


Usûl kitapları Tâbiînden bir kısmını efdal olarak kaydeder. Hizmetleri ve mevsûkiyetleri ön plana alınarak tafdîl edilen bu zatlar şunlardır:
Saîd İbnu'l-Müseyyeb, Ebu Osman en-Nehdî, Kays İbnu Ebî Hâzim (Esved İbnu Yezîd'in amcası ve İbrahim İbnu Yezîd'in dayısı olan), Alkame İbnu Kays, Mesrûk İbnu Ecdâ, İmam Ahmed İbnu Hanbel, bunlardan her birini Tâbiîn'e tafdil etmiştir.
Bir de şu var: Efdâliyet; bazılarınca beldelere izafeten tevcîh edilmiştir. Buna göre Medînelilerin efdali Saîd İbnu Müseyyeb, Kûfelilerin efdali Üveys İbnu Âmir el-Karenî, Basralıların efdali Hasan-ı Basrî'dir.
Bu ikinci taksim, Hz. Ömer'in merfu olarak rivâyet ettiği "Tâbiîn'in en hayırlısı Uveys denen bir kimsedir" hadisine uyduğu için İbnu Salah ve el-Irakî beğenmişlerdir.
Hanım Tâbiîlerin (Tâbiiyyât) efdali Muhammed İbnu Sîrin'in hemşiresi Hafsa Bintu Sîrin ile -daha önce tercümesini sunduğumuz Amrâ bintu Abdirrahman İbni Sa'd İbni Zürâre ve bu ikisinden sonra Ümmû'd-Derdâ künyesiyle bilinen Hüceyme (yahud Cuheyme)'dir.
Eimme-i Metbû'în'den sadece Ebû Hanîfe Tâbiîn'dendir. Hz. Enes (radıyallahu anh)'i çocukluğunda birkaç kere görmüştür. Ayrıca, Hz. Câbir, Abdullah İbnu Cez'ez-Zübeydî, Abdullah İbnu Üneys ve Aişe bintu Acred (radıyallahu anhüm ecmaîn)'i gördüğü, rivâyetlerde bulunduğu bilinmektedir.[54]

II- Tâbîûn


Tâbiî'in Tarifi:
Tabiî: Müslüman olarak bir veya daha çok sahâbî ile görüşen ve müslümanlığı üzre vefat eden kimsedir.
a- Cumhura göre (bilginlerin çoğunluğu) bir kimse sahâbîyi kısa bir an için görse bile “tabiî” olur.
b- Hatîb-i Bağdadî ise, bir kimsenin tabiî olabilmesi için sahâbî ile sohbet etmesi ve ondan ilim alması gerekir, yalnız bir anlık görüş kâfî gelmez demiştir.[55]
Bu ikinci görüş sahipleri, delîl olarak şunu ileri sürüyorlar: Rasûl-i Ekrem'e, Allah'ın bir mu'cize olarak bahşettiği tesir, Onu imanlı olarak görene derhal geçer ve etkisi altına alır. Bu hususiyet Ondan başkasın­da aynı derecede bulunamaz.[56]

Tabiîlerin Fazileti Ve İlme Hizmetleri:


İslâm ümmeti içinde, ashâbdan sonra en üstün nesil tabiîlerdir. Yu­karda gördüğümüz âyet (Tevbe: 9/100) ve hadîsler (Mişkât: 3/218) bu­nu açıkça ifade etmektedir.
Rasûl-i Ekrem'in (s.a.) kudsî terbiyesi altında yetişen ve herbiri bi­rer hidayet yıldızı olgunluğuna erişmiş bulunan ashâb, bu nesle hocalık ve mürebbîlik etmişlerdir. En Büyük Mürşid (s.a.) den kendilerine geç­miş bulunan nûr ve bilgiyi bunlara intikal ettirmişlerdir.
Tabiîlerin en faziletlisi hakkında küçük bir görüş ayrılığı vardır:
Kûfelilere göre: Üveysü'l-Karanî,
Medînelilere göre: Saîd b. el-Müseyyib,
Basralılarca: Hasenu'l-Basrî,
Medîneliler nezdinde ise: Ata b. Ebî-Rebâlı.
İslâmî nakillerden anlaşıldığına göre, manevî derece bakımından en üstünleri Üveysü'l-Karanî'dir. Bu zât Rasûl-i Ekrem devrine yetişmiş fa­kat O'nu görememiştir.
Bu neslin, başta hadîs olmak üzere İslâmî ilimlerin, etrafa yayılma­sında büyük payları vardır.
Mekke'de, İslâm hukuku ve hadîs rivayeti Atâ b. Ebî-Rebâh ile Tâvûs b. Keysân'a dayanır.
Medine'de bu hizmeti bilhassa yedi fakîh üzerine almış­tır. Bunlar: Saîd b. el-Müseyyib (v. 105/723), el-Kaasim b. Ebî-Bekr es-Sıddîk (v. 107/725), Urve b. ez-Zübeyr (v. 94/713), Hârice b. Zeyd b. Sabit (v. 100/718), Seleme b. Abdirrahman (v. 104/722), Ubeydullah b. Abdillah (v. 98/716), Süleyman b. Yesâr (v. 104/722) dır.
Kûfe'de: Alkame b. Kays, Mesrûk b. el-Ecda',
Basra'da: el-Hasenu'1-Basrî ve İbn-Sîrîn,
Şam'da: Ebû-İdrîs e'1-Havlânî,
Mısır'da: Yezîd b. Ebî Hubeyb ve Bükeyr b. Abdillah; bu devrin bü­yük üstadlarıdır.[57]

Tabiîlerin Tabakaları:


Bunları, Müslim üç, İbn-Sa'd dört, Hâkim ise onbeş tabakaya ayır­mıştır:
Birinci tabakada, bütün aşere-i mübeşşereyi görüp, onlardan riva­yette bulunan tabiîler vardır; Kays b. Ebî-Hâzim gibi.
İkinci tabakada: Rasûl-i Ekrem'in hayatında doğdukları halde onu göremeyenler yer alır; Alkame, Mesrûk... gibi.
Üçüncü tabakada Şa'bî, Şureyh ve emsali yer alır.
Sonra bunlardan hadîs alanlar, sonra alanlardan alanlar... nihayet en son vefat eden sahabeden hadîs alanlar onbeşinci tabakayı teşkil ediyor.
İlk vefat eden tabiî: Ma'mer b. Zeyd olup, Horasan'da hicretin otu­zuncu yılında (m. 650) Hakk'ın rahmetine kavuşmuştur.
Son vefat eden tabiî ise Halef b. Halîfe'dir (v. 181/797).
Hanefî mezhebinin büyük imâmı Ebû-Hanîfe, ashâbdan; Enes b. Mâ­lik (v. 93/712), Abdullah b. Ebî-Evfâ (v. 87/706), Vasile b. Askâ' (v. 85/ 704), Ebu't-Tufeyl (v. 100-110/718-728), gibi zevatı gördüğü için, cumhura göre tabiî sayılır.
Görüşmede sohbeti ve hadîs almayı şart koşanlara göre ise, şimdi göreceğimiz tabiîlerin tabii olarak kabul edilir.[58]

C) Etbauttâbiîn


Resulullah (s.a.s)'e iman etmiş olarak tabiînden bir veya birkaçıyla karşılaşan ve Müslüman olarak ölen kimseler.
Bu tabir ilk gününden itibaren Ümmet-i Muhammediyye'nin, bizzat Resulullah (s.a.s)'in mübarek ağızlarıyla hayırlılığını bildirdiği ilk üç neslin üçüncüsüdür. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
"İnsanların en hayırlısı benim asrım(daki ashabım)dır. Sonra onlara yakın olan (Tabiîn)lerdir. Sonra da onlara yakın olan (Tebe-i Tabiîn)lerdir."[59]
"Benim ashabımın, sonra onların ardından gelen (Tabiî)lerin, sonra da bunların ardından gelen (Tebe-i Tabiî)lerin değerini takdir etmek bakımından benim hakkımı gözetiniz."[60]
"Size ashabımın, sonra onların peşinden gelenlerin, sonra da bunların peşinden gelenlerin (hakkını gözetmenizi) tavsiye ederim."[61]
Tebe-i Tabiîn, ashab ve tabiînden sonra İslâm'ın, gelecek nesillere sağlam olarak aktarılmasında üstün gayret ve muvaffakiyet göstermiş bir nesildir. Bunların devri özellikle hadis tahammülü ve rivâyeti usullerinin en mükemmel şekle girdiği devir sayılır. Bu devirde hadisler gelişi güzel değil, düzenli olarak toplanmış, aynı zamanda mevzûlarına göre bablara ayrılmış, tasnife tabi tutulmuştur. Bu konuda Râmehürmüzî şunları aktarır: Bildiğime göre hadisleri ilk tasnif eden kimse, Basra'da Rebî' b. Subeyh[62], Saîd b. Arûbe[63], Yemen'de Halid b. Cemîl ve Ma'mer b. Raşid[64] Mekke'de İbn Cüreyc[65], Kûfe'de Süfyân es-Sevrî[66]'dir.
Şüphesiz bu devreye ait olup zamanımıza kadar intikal eden en önemli musannef eser, İmam Mâlik b. Enes[67]'in Muvatta' isimli eseridir.[68]
İmam Sehavî'nin beyanına göre tebe-i tabiîn nesli Hicri 220 yılında sona ermiştir.[69]
Tebe-i Tabiîn, hadislerin cem ve tedvini yanında Kur'an ve Sünetten çıkan ahkâmın tatbikinde de tabiînden sonra en büyük çabayı gösteren nesildir. İslâm hukuku bunların devrinde büyük inkişâf göstermiştir. Aralarından büyük müctehidler yetişmiş, İslâm hukuku müstakil bir ilim halinde tedvin edilmeye başlanmıştır.
İslâm şehirlerindeki fakîh tebe-i tabiîn şunlardır:
Medine'de: İbn Ebî Zi'b, Mâlik b. Enes, el-Macîşûn Abdü'l-Azîz, Süleyman b. Bilâl.
Mekke'de: İbn Cüreyc, Süfyan b. Uyeyne, Nâfi b. Ömer el-Kureşî, Müslim b. Hâlid.
Şam'da: Abdurrahman el-Evzaî.
Mısır'da: Yahya b. Eyyûb, Ubeydullah b. Lehîa.
Yemen'de: Ma'mer b. Raşid, Abdullah b. Tâvûs.
Basra'da: Rebî' b. Sabîk, Saîd b. Ebî Arûbe, Şu'be b. el-Haccâc, Cerîrr b. Hazim, Hammad b. Seleme.
Kûfe'de: İbn Ebî Leylâ, Süfyan es-Sevrî, Haccâc b. Ertât, Mis'ar b. Kedâm, İbn Mesrûk, Züfer b. Hüzeyl, Abdullah b. el-Mübarek, Ebu Yusuf, Muhammed b. Hasen eş-Şeybânî, Hasen b. Ziyâd, Vekî' b. el-Cerrâh, Âfiye, Ebû Isme, Hammâd b. Ebî Hanîfe.[70]
Bunlar tebe-i tabiîn âlimleri ve en meşhurlarıdır. Bunların dışında H. 220 yılına kadar yaşayıp ashabı görenleri gören bütün mümin kitlelerdir. Bu kitlelerin tümü, Hz. Peygamber'in hadislerinde övülmüştür. Dolayısıyla saygıya layık bir nesildir.[71]
Mü'min olarak bir Tâbiî'yi gören ve müslüman olarak ölen kimseye denir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) tarafından tebcil edilen üçüncü nesli teşkîl eder. İslamın pek çok güzîde evladı bu nesilden çıkmıştır. Metbu imamlardan Şâfiî ve Mâlik hazretleri (radıyallahu anhüma) bu nesle mensuptur. Süfyanu's-Sevrî (V.1611777), Süfyan İbnu Uyeyne (V.198/813), Leys İbnu Sa'd (V.175/792), Etbauttâbiîn'in diğer tanınmışlarındandır. [72]
Hadis ilmi tarihinin kütübü sitte müellifleri olarak bilinen muhaddisleri dört ve beşinci tabakaya mensupturlar.[73]

III- Tabiîlerin Tâbi'leri


Rasûlullah (s.a.) in, en hayırlı olduklarını haber verdiği üç nesil den üçüncüsüne “etbâu't-tâbiîn” veya “tebau-t-tâbiîn” denir.
Bunlar da, müslüman olarak tabiîleri gören ve bu iman üzre vefat eden kimselerdir.
İmam Mâlik, İmam Şafiî, Evzâî, Sevrî, Şu'be, İbn-Mübârek gibi bü­yük İslâm bilgin ve imamları bu nesle mensuptur.
Sehâvi'nin ifadesine göre bu nesil hicretin 220. yılında sona erer. Bundan sonra, komşu devlet ve milletlerle sıkı temas, İslâm içtimaî ve dînî hayatına bazı bid'atların ve kötü huyların girmesine sebep olmuş­tur.[74]
Gerek tabiîler ve gerekse onları takip edenler neslinde, hadîs rivayeti bakımından hatâ, unutkanlık, yanılma ve hattâ -üçüncü nesilde- az da olsa yalan vardır. İşte bu sebeple, cerh ve ta'dîl (râvîlerin, güven ba­kımından incelenmesi) ilminin konusuna bunlar da girmektedirler.[75]

Raviler İle İlgili Terimler


1- Muttefak: İki ravinin kendi adlarıyle babalarının adları birleşmiş olmak.
2- Muhtelif: İsimler ayrı ayrı olmak.
3- Müteşabeh: Yazılış ve okunuşlarda isimlerinde benzerlik olmak. (Muhammed bin Ukayl-i Nisaburi, Muhammed bin Ukayl-i Firyabi) gibi. [76]


[1] el-Muhtasar, s,  19.
[2] Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 42
[3] Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 43
[4] Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 43
[5] Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 44
[6] Bakara: 2/143.
[7] Al-i İmrân: 3/110.
[8] Enfâl: 8/64.
[9] Tevbe: 9/100
[10] Fetih: 48/18
[11] Haşr: 59/8. Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 44-45
[12] Buhârî'nin 62, Müslim'in 44. kitapları, ashabın faziletlerine aittir.
[13] Buhari, Müslim. Mişkât: 3/218. Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 45
[14] Buhârî, Müslim. Mişkât: 3/217. Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 45
[15] Tirmizî, Mişkât: 3/219. Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 45
[16] Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 46
[17] Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 46
[18] Rakamlar, el-Bâisu'1-Has'îs (s. 185) ten alınmıştır. Dip notları yazan Ahmed Muhammed Şakir, bu bilgiyi İbnu'l-Cevzî'den almış, o da. Bakî b. Mahled'in Müsned’inden sayarak tesbit etmiştir.
[19] Buhârî, Sahih c. i, s. 33.   
[20] Bazı Hadis Meseleleri, s. 27.
[21] Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 46-48
[22] Bak. s. 43.
[23] Buhari, c. I, s. 113, 114.
[24] el-Muhtasar, s. 37.
[25] Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 49
[26] Burada Şam, Hıms karşılığıdır.
[27] Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 49
[28] Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 49-50
[29] Celâluddin es-Süyûti, Tedribu'r-Râvi fi Şerhi Takribi'n-Nevev, Mısır 1379, s. 416 vd.
[30] Zeynuddin Ahmed b. Ahmed b. Abdullatif ez-Zebıdî, Sahih-i Buhârî Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi, trc. Ahmed Naim, Ankara 1970, Mukaddime, s. 30 vd.
[31] Mahmud Hüseyn ez-Zehebî, et-Tefsû ve'l-Mufessirûn, Lübnan 1976, 1, 99 vd.
[32] Seyyid Kutub, Fi Zilâli'l-Kur'an, Beyrut, tsz., XXVIII, 41 vd.
[33] el-Kâdı Beydâvi, Envaru't-Tenzil ve Esraru't-Te'vl, Mısır 1955, I, 207; Muhammed Ali es-Sâbûnı, Safvetu't-Tefâsir, İstanbul 1987, I, 559.
[34] Ahmed b. Hanbel, Müsned: 5/248, 257, 264.
[35] Buhârî, Fedâilu's-Sahabe: 1, Rikâk: 7.
[36] Nureddin Turgay, Şamil İslam Ansiklopedisi: 6/71-72.  Tabiilerin ilk vefat edeni Ebu Zeyd  Ma’mer b. Yezid (30/651)’dir. (İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları: 88.) 
[37] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 1/535-536.
[38] Bk. Şerhu Elfiye: 4/55.
[39] İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları: 87-88.
[40] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 1/536-537.
[41] İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları: 88-89.
[42] Sahih-i Buharî Tecrîd-i Sârih Tercümesi, Ankara 1980, 1/33.
[43] Sahih-i Buharî Tecrîd-i Sârih Tercümesi, Ankara 1980, 1/32.
[44] Sahih-i Buharî Tecrîd-i Sârih Tercümesi, Ankara 1980, 1/33-34; Ömer Tellioğlu, Şamil İslam Ansiklopedisi: 4/240.
[45] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 1/537-538.
[46] İbn Hallikan, Vefeyâtu'l-A'yân, I, 117.
[47] İbn Hallikan, a.g.e., 1/117.
[48] İbn Hallikan, a.g.e., 4/60.
[49] İbn Hallikan, a.g.e., 3/255-258
[50] İbn Hallikan, a.g.e., 2/399.
[51] İbn Hallikan, 2/223.
[52] İbn Hallikan, a.g.e., 3/125; Abdulkerim Ünalan, Şamil İslam Ansiklopedisi: 2/199-200, İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 1/538.
[53] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 1/538.
[54] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 1/538-539.
[55] Hem Rasûl-i Ekrem'e (s.a.) peygamberlik gelmeden önce (İslâmdan ön­ce) hem de İslâmdan sonra yaşadıkları halde, Efendimizi göremeyen ve ancak sahabe ile görüşen kimselere “Muhadramler adı verilmektedir. Bunlar, ashâb devrine ulaşmış oldukları halde onlardan olamamışlar, bu devre yetişemeyen tabiî­lerden de bu bakımdan farklı bulunmuşlardır. Fakat yine de tabiî sayılırlar. Bunlardan yirmi veya kırk kadarının ismi tesbit edilmiştir. Ebû-Recai'1-utâridî, Alkame b. Kays, Üveysu'l-Karanî... bunlardandır, el-muhadram” kelimesinin lûğat mânası “şüpheli ve kesik” tir.
[56] Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 51
[57] Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 51-52
[58] Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 52
[59] Buhari, Fedailü Ashabi'n Nebiyy: 1; Müslim, Fedailü'l-Ashap: 210-214; Ebû Dâvud, Sünne: 9; Tirmizî, Fiten: 45.
[60] İbn Mâce, Ahkâm: 27.
[61] Tirmizî, Fiten: 7.
[62] ö. 160.
[63] ö. 156.
[64] ö. 152.
[65] ö. 150.
[66] ö. 161.
[67] ö. 179.
[68] Talat Koçyiğit, Hadis Usûlü, s. 43.
[69] Subhi es-Salih, Ulûmü'l-Hadis ve Mustalahuh, s. 358.
[70] Ö. N. Bilmen, Hukuk-u İslâmiyye ve İstılâhât-ı Fıkhiyye Kamûsu: 1/333-335.
[71] İsmail Kaya, Şamil İslam Ansiklopedisi: 6/140.
[72] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 1/539.
[73] İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları: 90.
[74] el-Muhtasar, s. 44
[75] Hayreddin Karaman, Hadise Dair İlimler Ve Hadis Usulü, İrfan Yayınevi: 53
[76] Mevzu Hadisler, Aliyyu’Kari, İlim Yayınları: 9.