İSLÂM'IN ESASLARI
Ebû Abdurrahman, Abdullah b. Ömer b. el-Hattâb -r.a-dan dedi ki: Ben Rasûlullah (s.a)'ı şöyle buyururken dinledim: "İslâm beş temel üzerine bina edilmiştir: Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın Rasûlü olduğuna şehadet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, Beyt'i haccetmek ve Ramazan ayı orucunu tutmak
.[1]
Bu Hadisin Önemi:
Bu hadisin büyük bir önemi vardır. Çünkü İslâm'ın üzerinde yükseldiği ve kişinin kendisi ile müslüman olabildiği, kendileri olmaksızın da dinden çıktığı, İslâm'ın esas ve kaidelerini ele almaktadır.
Nevevî der ki: "Şüphesiz ki bu hadis, dini bilmek hususunda büyük bir esas teşkil etmektedir. Dinin dayanağını ortaya koymaktadır, dinin rükünlerini bir arada ifade etmektedir.[2]
O halde bu hadise gereken itinayı göstermek, ezberlemek ve müslü-manlar arasında onu yaymak gerekir. [3]
Kul Ne Zaman Müslüman Olur?
Kul, Rasulullah (S.A.S.)'ın bu hadis-i şerifte açıklamış olduğu, İslâm'ın temel dayanak ve rükünlerini yerine getirmedikçe müslüman olamaz. Rasulullah (S.A.S.) İslâm'ı bu esas ve temel dayanakları sağlam, muhkem ve ancak temel kaideler üzerinde yükselebilen güçlü bir binaya benzetmektedir. Aksi takdirde bu bina, sakinleri üzerine yıkılır, gider. Nasıl ki bir binanın, kendileri olmaksızın olamayacağı zorunlu tamamlayıcı birtakım unsurları varsa, İslâm'ın geri kalan farz hasletleri de bu binanın tamamlayıcı unsurlarıdır. Hadis-i şerifte sözü geçen dört temel esas, şehâdet kelimesi üzerine bina edilmiştir. Çünkü Allah, şehâdet kelimesi olmadan bunların hiçbirisini kabul etmez.
Rasulullah (S.A.S.) imanın geri kalan rükünlerini ve diğer farzları zikret-memektedir. Çünkü Muhammed'in Allah'ın Rasûlü olduğuna iman etmek, sözü edilmiş bütün inanç ve ibadetleri de gerektirmektedir. Cihadı da zik-retmemektedir. Halbuki cihad İslâm ümmetinin izzetinin kendisine bağlı olduğu büyük bir farizadır. İslâm'ın sancağının yükselmesi, kâfir ve münafıkların sindirilmesi ona bağlıdır. Ayrıca zikredilmeyiş sebebi ise, cihâdın farz-ı kifâye oluşu ve bazı haller dışında herkes için farz-ı ayn olmayışından dolayıdır. [4]
A. Şehâdet Kelimesi:
Rasulullah (S.A.S.)'ın; "İslâm beş temel üzerine bina edilmiştir: Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın Rasulü olduğuna şahidlik etmek" buyruğu ile dile getirdiği Kelime-i Şehâdet, İslâm esaslarının en büyüklerindendir. Çünkü şehâdet kelimesi sayesinde kişinin kanı ve malı himaye altına alınır. Nitekim Rasulullah (S.A.S.) şöyle buyurmuştur: "Ben insanlarla Allah'tan başka ilâh olmadığına şahidlik edinceye, bana ve benim getirdiklerime iman edinceye kadar savaşmakla emrolundum. Onu yaptılar mı, kanlarını ve mallarını benden korumuş olurlar. (Artık bunlara herhangi bir şekilde el uzatma) ancak onun hakkı ile mümkün olur. Hesaplarını görmek ise Allah'a aittir.[5]
Kelime-i şehâdet ile Allah, bizim için teşrî' buyurduğu amelleri kabul eder, onunla Cennet'e girilir ve Cehennem'den kurtuluş mümkün olur. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Âyetlerimizi yalanlayıp da onlara karşı bü-yüklenenlere gök kapıları açılmayacak. O'nlar deve iğne deliğinden girmedikçe Cennef'e giremezler.'Wvd/, 7/40) Ne kadar büyük olursa olsun, günahlar onun sebebiyle bağışlanır.
Şehâdet kelimesinin anlamı ise Yüce Allah'a samimi ve ihlâslı ibadet ile, Allah'ın dışında her bir şeye ibadetten uzaklaşmak suretiyle yalnız O'na yönelmek demektir. Çünkü varlık âleminde hak ilâh-O'dur. O'nun dışındaki bütün ilâhlar bâtıldır. "Muhammed Allah'ın Rasûlüdür" ifadesinin anlamına gelince; O'nun Allah tarafından gönderilmiş Peygamber olduğuna, O'nu sevmenin vâcib olduğuna, emrettiği hususlarda ona itaat edip, verdiği haberlerde O'nu tasdik etmenin gerekli olduğuna, hiçbir sözü O'nun sözünden öne geçirmemeye inanmak demektir. [6]
B. Namaz:
Namaz kul ile şanı Yüce Allah arasındaki ilişkidir. Rasulullah (s.a)'ın gösterdiği şekilde edâ edilmesi gerekir: "Benim nasıl namaz kıldığımı gördüyseniz siz de öylece namaz kıhnız.[7] Yüce Allah'a karşı huşu' duyarak kalpten bir tevazu ve itaatla boyun eğerek namazı edâ eden kurtulur. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Namazlarında huşû'a uyan (Allah'ın huzurunda kalplerinden gelen bir korku ve saygı ile boyun eğen) mü'minler kurtuluşa ermişlerdir." (ei-Mum-mûn,23/1-2) Namazı dikkatle edâ etmeye devam eden bir kimseye, Kıyamet gününde namaz bir nur, bir delil ve bir kurtuluş sebebi olacaktır. Böyle birisinin Rabb'i katında kendisini Cennet'e koyacağına dair bir ahdi bulunur.
Namaz müslümanda kendisi vasıtasıyla şanı Yüce Allah'ın razı olmayacağı şeylerden uzak kalmasını sağlayacak bir duyguyu geliştirir: "Muhakkak namaz, hayasızlıktan ve çirkin işlerden alıkoyar."fe(-AnJcefaûj, 29/45)
Namaz Rasûlullah (s.a)'ın da buyurduğu gibi; "Kıyamet gününde kulun kendisi dolayısıyla hesaba çekileceği ilk şeydir. Eğer o düzgün olursa, sair amelleri de düzgün çıkar. Eğer bozuk olduğu ortaya çıkarsa, sair amelleri {nin hesabı) de bozuk çıkar.[8]
Farz olan namaz küçük ve büyük günahları siler. [9]
Namazı Terkedenin Hükmü:
İslâm âlimleri namazı inkâr ve reddederek terk edenin kâfir olacağını ve İslâm dininin dışına çıkmış olacağını icmâ' ile kabul etmişlerdir.
Ancak namazın farz olduğuna inanmakla birlikte, kabul edilebilecek bir mazereti bulunmaksızın, tembellik ederek ve başka işlerle oyalanarak namazı terkedenin hükmü hususunda farklı görüşlere sahiptirler.
1- Kimisi böylesinin tekfir edileceği kanaatindedir. Ashâb-ı Kiram arasından bu kanaate sahip olanlar arasında Ömer b. el-Hattâb, Abdurrahmân b. Avf, Muâz b. Cebel, Ebu Hureyre, Abdullah b. Mes'ud, Abdullah b. Ab-bas, Câbir b. Abdullah ve Ebu'd-Derdâ -Allah hepsinden razı olsun- sayılabilirler. Ashabın dışındakiler arasında Ahmed b. Hanbel, İshâk b.. Râheveyh, Abdullah b. el-Mübârek ve en-Nehâî gibilerini sayabiliriz. Bu kanaate sahip olanlar aşağıdaki buyrukları delil gösterirler:
Cabir (R.A.)'den şöyle dediği nakledilmektedir: Rasûlullah (s.a) buyurdu ki: "Kişi ile şirk arasındaki sınır namazı terketmektir.[10]
Abdullah b. Şakîk el-Ukaylî'den de şöyle dediği nakledilmektedir: Rasûlullah (s.a)'ın Asbahı namaz dışında terkedilmesi küfrü gerektiren bir amel bulunmadığı görüşünde idiler.[11]
2- İlim adamları arasında namazı terkedenin fâsık olacağı, ancak tekfir edilmeyeceği görüşünü kabul edenler de vardır. Seleften de haleften de ilim adamlarının çoğunluğunun (cumhurun) görüşü budur. Bunlar arasında Mâlik, Şafiî ve Ebû Hanife de vardır. Aşağıdaki buyrukları delil göstermişlerdir:
Rasûlullah (S.A.S.) buyurdu ki: "Beş vakit namaz vardır ki, Allah onları kullara farz olarak yazmıştır. Her kim (Kıyamet gününde) bunları onlardan hiç bir şeyi haklarını istihfaf ederek zayi etmeksizin gelecek olursa, o kimsenin Allah nezdinde onu, kendisini Cennet'e girdireceğine dair bir ahdi olur. Her kim de namazları bu şekliyle eda etmiş olarak gelmeyecek olursa, onun da Allah nezdinde herhangi bir ahdi yoktur. Dilerse ona azabeder, dilerse de onu Cennet'e girdirir.[12]
Bu hadiste delil gösterilen bölüm şudur: Namazı terkeden kimseye günahı mağfiret olunabilir. Bu da namazı terketmenin hakiki bir küfür olmadığı anlamına gelir. Zira böyle bir küfür olsaydı, mağfiret edilmemesi gerekirdi. Aynı şekilde Cehennem'de ebedıyyen kalmaması da namazı terketmenin gerçek bir küfür olmadığının delilidir. Çünkü bilindiği gibi kâfir, Cehennem'de ebediyyen kalacaktır.
Yine delil olarak gösterdikleri buyruklar arasında Şanı Yüce Allah'ın: "Muhakkak Allah, kendisine şirk koşulmasını mağfiret etmez. Bunun dışında kalanları ise dilediğine mağfiret eder.'Ven-Nisa, 4/116)
Huzeyfe b. el-Yemân (r.a)'dan da şöyle dediği nakledilmektedir: Rasûlullah (s.a) buyurdu ki: "Elbisenin üzerindeki desenler silinip gittiği gibi, İslâm da böylece silinip gidecek. O kadar ki, oruç nedir, namaz nedir, hac ibadeti nedir, sadaka nedir bilinmeyecek. Bir gece içerisinde Aziz ve Celil olan Allah'ın Kitab'ı üzerine yürünecek ve yeryüzünde ondan bir âyet dahi kalmayacaktır. İnsanlardan oldukça yaşlılar ve pir-i fanilerden bazı taifeler kalacak ve onlar şöyle diyeceklerdir: Biz babalarımızı şu lâ ilahe illallah sözünü söylerken yetişmiştik. İşte biz de o sözü söylüyoruz." Bunun üzerine Sıla b. Zufer, Huzeyfe'ye şöyle dedi: Peki, onlar namazın, orucun, ibadetin ve sadakanın ne olduğunu bilmezlerken lâ ilahe illallah'ın onlara ne faydası olacaktır? Huzeyfe ondan yüz çevirdi. Daha sonra Sıla bu sözü O'na üç defa tekrarladığı halde, Huzeyfe her seferinde ondan yüz çeviriyordu. Üçüncüsünde ona dönerek: "Ey Sıla, o söz onları Cehennem ateşinden koruyacaktır!" dedi ve bu sözü üç defa tekrarladı.[13]
el-Elbânî, bu hadis ile ilgili olarak şunları söylemektedir: "Bu böyle olmakla birlikte hadis-i şerifte fıkhî bakımdan önemli bir hususa da değinilmektedir; o da şudur: Allah'tan başka ilah olmadığına şehâdet getirmek, söyleyeni Kıyamet gününde ebedî olarak Cehennem'de kalmaktan kurtarır. Velev ki o kimse, namaz ve buna benzer İslâm'ın diğer rükünlerinden herhangi bir şeyi yerine getirmemiş olsun." Daha sonra şunları söylemektedir: "Benim görüşüme göre, doğru olan cumhurun görüşüdür. Ashâb-ı Kiramdan vârid olan ifadeler ise, burada onların küfrü kullanırken kişiyi ebedi olarak Cehennem'de bırakan ve günahlarının Allah tarafından bağışlanma ihtimali söz konusu olmayan küfür değildir. Bunu nasıl kastetmiş olabilirler ki? İşte Huzeyfe b. el-Yaman -ki o ashabın büyüklerindendir- mes'eleyi nerdey-se İmam Ahmed'in anladığı şekilde anlamış bulunan Sıla b. Zufer'e cevap vermektedir. Sıla: Namazın ... ne olduğunu bilmedikleri halde lâ ilahe illal-lah'ın onlara ne faydası olacaktır?" diyor, buna karşılık Huzeyfe ondan yüz çevirdikten sonra: "Ey Sıla, onları Cehennem ateşinden kurtaracaktır!" diye üç defa karşılık veriyor.
İşte bu Huzeyfe (r.a)'den gelmiş, namazı terkeden kimsenin -diğer rükünler de onun gibidir- kâfir olmayacağını; aksine böyle bir kimsenin Kıyamet gününde Cehennem'de ebedi olarak kalmaktan kurtulan bir müs-lüman olacağını ifade etmektedir.[14]
Diğer taraftan bu görüşü kabul edenlerin kanaatini umumi birtakım nas-lar da desteklemektedir ki, bazıları da şunlardır: Ubâde b. es-Sâmit'ten, dedi ki: Rasûlullah (s.a) şöyle buyurdu: "Kim Allah'tan başka ilâh olmadığına, tek ve ortağının bulunmadığına, Muhammed'in de Allah'ın kulu ve Rasûlü olduğuna, İsa'nın da Allah'ın kulu, Rasûlü, Meryem'e ulaştırdığı kelimesi ve kendinden bir rûh olduğuna, Cennet'in, Cehennem'in hak olduğuna şahid-lik edecek olursa, ameli ne olursa olsun, Allah onu Cennet'ine girdirecektir.[15]
Cumhur; namazı terkedenin tekfir olunacağına dair vârid olmuş hadis-i şerifleri ya namazın farziyyetini inkâr eden hakkında ya da namazı terketmeyi helâl kabul eden hakkında yorumlamışlardır. Nitekim hadis-i şerifte vârid olan "küfür" kelimesini bazıları masiyet olan küfür yahut amelî küfre hamletmiş; dinden çıkartan küfür olmadığını ifade etmişlerdir. Çünkü zulüm ve fâsıkhk mertebe mertebedir. Bundan dolayı İbn Abbâs'tan: "Kimi küfür kimi küfürden aşağıdır" dediği vârid olmuştur. Nitekim Buhâri (Allah'ın rahmeti üzerine olsun) "İman Bölümü"nde çeşitli başlıklar zikretmiş olup, bu başlıkların bir bölümü şöyledir: Kocanın nimetine kâfir olma (nankörlük), küfürün kimisi kimisinden aşağıdır., gibi. Bundan dolayı, mümin bir kimse -birçok naslarda da vârid olduğu gibi- fâsıklıkla, zulümle, yahut şirkle iman etmemekle veya küfürle nitelendirilebilir. Bu şekilde nitelendirilen kimse dinden çıkmış mürted sayılmayabilir. Nitekim İbn Mes'ûd, Rasûlullah (s.a.)'dan şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: "Müslümana sövmek fâsıklık, onunla çarpışmak küfürdür.[16]
Sözüne itibar edilir hiçbir kimse burada zikredilen küfrün, dinden çıkartan küfür olduğunu söylemiş değildir. Burda geçen küfrün gerçek anlamında kullanılmadığını ortaya koyan hususlardan birisi de Yüce Allah'ın: "Eğer müminlerden iki taife birbirleriyle çarpışacak olurlarsa, aralarını bulup barıştırın. .." (ei-Hucurât, 49/9) buyruğudur.
İşte bu nass, bizim "küfür, zulüm, fâsıklık ve şirk mertebe mertebedir" şeklindeki sözümüze tanıklık etmektedir. Bundan dolayı cumhur, namazı terkedenin kâfir olacağına dair nasları küfrân-ı nimet (nankörlük) yahut da küfre yaklaşmak ya da masiyet olan küfür veya alenî küfür diye -daha Önce açıkladığımız gibi- yorumlamışlardır. Bu hususta kanaatimce tercihe değer olan görüş -doğrusunu en iyi bilen Allah'tır- cumhurun bu görüşüdür. [17]
C. Zekât
Şanı Yüce Rabb'imiz belli şartlarıyla nisab miktarı bir mala sahip olan her müslümana zekât vermeyi farz kılmıştır. Bu kelime gelişip artmak, temizlenmek ve bereket demek olan bir kökten gelmektedir. Ona bu ismin veriliş sebebi ise, zekâtın malın bereketini artırması, zekât veren kişinin ruhu eli sıkılığın ve cimriliğin kirlerinden temizleyici oluşundan dolayıdır.
Diğer taraftan zekâtın farz oluşu, Allah'ın Kitabı'nda birçok yerde de sabit olmuştur. Şanı Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Onların mallarından bir sadaka al ki bununla kendilerini temizlemiş ve onları (iyiliklerini) bereketlendirmiş olasın.'Vei-Teube, ç/103) Burada âlemlerin Rabb'inin en değerli ve şerefli kulunun almakla emrolunduğu sadakadan maksat, fukahânın, yazdıkları, eserlerinde hükümlerini geniş geniş açıkladıkları farz olan zekâttır. Benim zekâta dair yapabileceğim açıklamalar ise aşağıdaki noktalardan ibarettir: [18]
1- Zekâtın Edasının Teşviki:
Şanı Yüce Allah, zengin kullarına mallarının zekâtını edatdtmeyi Kitâb-ı Kerim'inin pek çok yerinde teşvik etmektedir. Yüce Allah bize şunu açıklamaktadır:
Zekâtın edâ edilmesi kullarına rahmetlerinin yağdırılmasına sebep olan hususlar arasındadır. O şöyle buyurmaktadır: "Mü'min erkeklerle mü'min kadınlar da birbirlerinin velileridirler (dost ve yardımcılarıdırlar). Bunlar iyiliği emreder, kötülükten vazgeçirirler. Namazı dostoğru kılarlar, zekâtı verirler. Allah'a ve Rasûlüne itaat ederler. İşte Allah bunlara rahmetini indirecektir." (et-Tevbe, 9/71)
Zekâtın edâ edilmesi yeryüzünde iktidar sahibi olmanın sebeplerindendir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Onlar öyle mü'minlerdir ki, biz yeryüzünde onlara iktidar verecek olursak, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler, iyiliği emreder, kötülükten vazgeçirirler. İşlerin akıbeti Allah'adır {ona döner)'Ve/-Hacc, 22/41}
Rasûlullah (s.a.) da bu büyük rüknün edâ edilmesini teşvik buyurmuş ve şunu beyân etmiştir:
Zekâtın edâ edilmesi birçok hadislerde Cennet'e girişin sebeplerindendir. Bu hadislerden birisi de Ebû Eyyûb (r.a)'un rivayet ettiği şu hadistir: Bir adam Peygamber (s.a.)'e şöyle demiş: Bana, beni Cennet'e girdirecek bir amel bildir. Şöyle dedi: "Allah'a O'na hiçbir şeyi ortak koşmaksızın ibadet edersin. Namazı dosdoğru kılarsın, zekâtı verirsin ve akrabalık bağını gözetirsin.[19]
Zekâtın edâ edilmesi malın kötülüklerinin ortadan kaybolup gitmesine sebeptir. Câbir (r.a.)'den gelen rivayete göre, adamın birisi; Ey Allah'ın Rasûlü görüşün nedir? Adam malının zekâtını edâ ederse... diye sormuş, Rasûlullah {s.a.) da şu cevabı vermiş: "Malının zekâtını edâ eden kimseden o malının şerri çekip gider.[20]
2- Zekâtı Vermemekten Korkutup Sakındırma:
a) Şanı Yüce Allah, pişman ve rüsvay olunacak günde, altın ve gümüşün zekâtını vermeyenlerin akıbetini beyân etmekte, Allah'ın kullarına karşı bu mallarını vermeyip cimrilik etmekten dolayı bu malların Cehennem'de kızdırılacağım, sonra da kızdırılmış bu mallarla bu cimri kimselerin alınlarının ve vücutlarının geri kalan kısımlarının dağlanacağını beyân buyurmaktadır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Ve onlar altın ve gümüşü yığıp biriktirir de onları Allah yolunda infak etmezler. İşte onları can yakıcı bir azab ile müjdele. O gün bunlar, üzerlerinde Cehennem ateşinin içinde kızdırılacak, o kimselerin alınları, böğürleri ve sırtları bunlarla dağlanacak; "İşte bu, kendiniz için toplayıp sakladıklarınız... Artık o yığıp biriktirdiğiniz şeyleri (acısını) tadınız," denilecek.1 Vet-Tevbe, 9/34-35}.
b) Nitekim Yüce Allah, zekât vermeyenlerin mallarının -şanı Yüce Allah'ın üzerlerindeki hakkını edâ etmedikleri için- Kıyamet gününde boyunlarına halka gibi dolanacağını beyân ederek şöyle buyurmaktadır: "Allah'ın lütfundan kendilerine verdiği şeylerde cimrilik gösterenler bunun, haklarında hayırlı olduğunu sakın zannetmesinler. Bilakis o, onlar için bir kötülüktür. Cimrilik ettikleri şey Kıyamet günü boyunlarına bir halka gibi dolanacaktır. "(An imrân, 3/180} İbn Kesîr bu âyet-i kerimeyi açıklarken Ebû Hureyre (r.a) yoluyla gelen şu hadisi[21] de nakletmektedir: Rasûlullah (s.a.) buyurdu ki: "Allah kime mal verdiği halde zekâtını ödemeyecek olursa, Kıyamet gününde o mal kendisine zehirinin şiddetinden dolayı başında tüy bulunmayan, gözleri üzerinde siyah iki nokta bulunan bir ejderha halinde gösterilir. Bu ejderha Kıyamet gününde onun boynuna dolanır. Onu çeneleriyle yakaladıktan sonra şöyle der: Ben senin malınım, ben senin yığıp biriktirdiğin hazinenim. Daha sonra şu: "Allah'ın kendilerine lütfundan verdiği şeyde cimrilik gösterenler, bunun kendileri için daha hayırlı olduğunu zannetmesinler. Bilakis o kendileri için bir serdir..."(Antmran, mso)âyetini sonuna kadar okudu.
c. el-Ahnef b. Kays'tan şöyle dediği nakledilmektedir: Kureyşlilerden bir topluluğun yanında oturdum. Saçları, elbisesi ve görünüşü pek gösterişli olmayan bir adam geldi. Onlann başucunda duruncaya kadar yaklaştı, selâm verdi, sonra şunları söyledi: Mal yığıp biriktirenleri Cehennem ateşinde kızdırılacak taşlar ile müjdele. Daha sonra bu kızdırılanlar, onlardan herhangi birisinin meme ucuna konulacak, sonunda omuzunun üst tarafından çıkacak. Yine bu kızdırılan taş omuzunun üst tarafına bırakılacak ve sonunda memesinin ucundan çıkacak ve onun da dengesi bozulup sarsılacak.[22]
d. Zekâtı vermemek, yağmurların kesilmesine bir sebeptir. İbn Ömer (r. a.)'den rivayet edildiğine göre, Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Bir toplum da mallarının zekâtını vermeyecek olurlarsa mutlaka semâdan onlara yağmur yağması engellenir ve eğer hayvanlar olmasa, onlara hiçbir şekilde yağmur yağdırılmaz.[23]
D. Hac
Hadis-i şerif Allah'ın Beyt-i Haram'ını haccetmenin İslâm'ın kaidelerinden olduğuna delâlet etmektedir. Gücü yeten kiftıseye haccın farz oluşunu pekiştiren delillerden birisi de Şanı Yüce Allah'ın: "Ona yol bulabilenler için Beyt'i haccetmek Allah'ın insanlar üzerindeki bir hakkıdır."(Atılmrân, 3/97) buyruğudur. Şanı Yüce Allah haccı, hakkını daha bir te'kid, hürmetini tazim, farziyetini daha bir güçlendirmek için vücûbuna delâlet edecek en beliğ lafızlarla zikretmektedir.
Şevkâni[24] Allah'ın rahmeti üzerine olsun- şöyle demektedir: "Yüce Allah'ın: Allah'ın" buyruğundaki "lâm" harfi vâcib kılma ve bağlayıcılık ifade eden lâm diye bilinen lâm'dır. Daha sonra Yüce Allah bu manayı daha bir pekiştirmek üzere de Üzerine" harfini zikretmektedir. Şüphe yok ki bu, Araplar nezdinde vücuba en açık delâlet eden ifadeler arasında yer alır.[25]
Hac ömürde bir defa vâcibtir. Ebû Hureyre (r.a.)'den, şöyle dediği nakledilmektedir: Rasûlullah (s.a) bize bir hutbe irad ederek şöyle buyurdu: "Ey insanlar, Allah üzerinize haccı farz kıldı, artık siz de haccediniz." Bir adam: "Ey Allah'ın Rasûlü; her sene mi?" diye sordu. Rasûlullah (S.A.S.) sustu, nihayet adam aynı soruyu üç defa tekrarlayınca Rasûlullah (S.A.S.): "Eğer evet diyecek olsaydım, şüphesiz böylece vacib olurdu, siz de buna güç yeti-remezdiniz" diye buyurdu.[26]
Hacan Vücûbu Fevren (Derhal) Midir?
Gücü yeten, sağlığı yerinde, gidiş ve dönüş için yetecek kadar hac masraflarına ve hacdan dönünceye kadar geçindirmekle yükümlü olduğu kimselerin ihtiyaçlarına yetecek kadar mala sahip olan bir müslümanın hac farizasını ertelemesi helâl değildir. Aksine, haccı edâ etmek için elini çabuk tutması icabeder. Bunun gerekçesi ise aşağıdaki delillerdir:
1- Rasûlullah (s.a) şöyle buyurdu: "Her kimin bir kemiği kırılır yahut hastalanır veya topallayacak olursa, artık o (hac için girmiş olduğu) ihramdan çıkar ve gelecek yıl haccetmesi gerekir.[27]
Şevkânî der ki: "Eğer hac derhal icabeden bir fariza olmasaydı, Peygamber (s.a) böyle birisi için ertesi yıl haccetmesi gerektiğini tayin etmezdi.[28]
2- İbn Abbâs'tan rivayete göre Rasûlullah (s.a) şöyle buyurmuş: "Hacca -yani farz olanı edaya- acele ediniz. Çünkü sizden herhangi bir kimse ileride başına neyin geleceğini bilemez.[29] Bu hadisin delâleti gayet açıktır. Çünkü Rasûlullah (S.A.S.) acele edilmesini emretmektedir. Buradaki (acele edin) emrini bundan başka bir anlama yorumlamayı gerektirecek güçlü bir karine de bulunmamaktadır. Doğrusunu en iyi bilen Yüce Allah'tır.
3- el-Hasen'den, dedi ki: Ömer b. el-Hattâb dedi ki: "Şu çeşitli bölgelere adamlar gönderip, imkân sahibi olup da haccetmeyen kimseleri tesbit etsinler ve onlara cizye vursunlar diye içimden geçirdim. Çünkü böyleleri müslüman değildir, böyleleri müslüman değildir.[30] Haccın fevren {imkân bulunacak ilk fırsatta edâ edilmesinin vacib olduğu görüşünü benimseyenler arasında Mâlik, Ebû Hanîfe, Ahmed, Şafiî Mezhebinin bazı âlimleri, Zeyd b. Ali, el-Müeyyedbillah, en-Nâsır, Ebû Yûsuf gibileri vardır. Bunların kabul ettikleri bu görüş, hayırlı amellerde ve itaatlerde eli çabuk tutmayı teşvik eden genel delillerden pek çoğuna uygundur.
Bu görüşe muhalefet edenler de; haccın hicri 6. yılda farz kılınmakla birlikte, Rasûlullah (s.a)'ın ancak onuncu yılda haccettiğini söylemektedirler. Eğer haccın derhal edâ edilmesi icab etseydi, Rasûlullah (s.a) onu onuncu yıla kadar ertelemezdi.
Burada büyük ilim adamı Şevkâni'nin, rahmet sağnaklarının üzerine olmasını dilediğimiz bu büyük ilim adamlarının ileri sürdükleri delillere karşı verdiği cevabını nakletmekle yetiniyorum:
Şevkânî Allah'ın rahmeti üzerine olsun-»şunları söylemektedir: "Peygamber (s.a)'in, hac altıncı veya beşinci yılda farz kılındığı halde onuncu yılda haccettiğini delil göstermişlerdir. Buna da şu cevap verilmektedir: Haccın farz kılındığı vakit hususunda ihtilâf edilmiştir. Bu konudaki görüşler arasında haccın onuncu yılda farz Kılındığı görüşü de vardır. Buna göre bir erteleme söz konusu değildir. Onuncu yıldan önce farz kılındığı kabul edileek olsa bile Rasûlullah (S.A.S.)'ın haccı sonraki yıllara bırakması, hacda müşriklerle karışmaktan hoşlanmaması idi. Çünkü müşrikler haccediyor ve Beyt'i çıplak olarak tavaf ediyorlardı. Allah Beyt-i Haram'ı müşfiklerden yana temizleyince, Rasûlullah (S.A.S.) de haccetti. Buna .göre Rasûlullah (S.A.S.)'ın haccı sonraya bırakması bir mazeret dolay ısıyladır. Asıl anlaşmazlık konusu ise, mazeret olmamakla birlikte haccın sonraya bırakılmasıdır.[31]
Yine haccın ertelenebileceği kanaatini kabul edenlerin görüşlerini reddeden delillerden birisi de, Rasûlullah (S.A.S.)'ın "Haccetmekte acele ediniz..." şeklindeki buyruğudur. Bu buyruğunda Rasûlullah (S.A.S.) haccın acilen yapılmasını istemektedir. Bu ise nasların tearuzu (çatışması) halinde uygulanan bir usûl kaidesidir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. [32]
2- Hacca Teşvik:
Rasûlullah (s.a) hac farizasının edâ edilmesi hususunda ümmetini teşvik etmiş, Yüce Allah'ın Beyt-i Haram'ını haccedenlere hazırlamış olduğu mükâfat ve sevabı beyân etmiştir. Bu hususta vârid olmuş bazı hadisleri nakledelim:
1- Hac, kulun yüce Rabbine kendisi vasıtasıyla yaklaşabileceği amellerin en faziletlilerindendir. Aynı zamanda hac, ruhlar üzerinde etkisi gayet açık görülen ibadetlerden olduğu gibi, bütün ibadetler arasında sevabı en çok olan bir ibadettir de.
Ebû Hureyre (r.a)'den, şöyle dediği nakledilmektedir: Rasûlullah (s.a)'a: "Hangi amel daha faziletlidir" diye sorulmuş o da şöyle buyurmuştur: "Allah yolunda cihâd!". "Sonra hangisidir" diye sorulunca; "Mebrur bir hac" diye buyurdu.[33]
Mebrûr hac ise Rasûlullah (S.A.S.)'ın: "Hac ibadetinizi nasıl yapacağınızı benden öğreniniz[34] buyruğunda ifade ettiği şekilde haccı edâ etmek, kişinin bu konuda ruhunun temizlenmesini etkileyecek şekilde hac için bütün gayretini ortaya koyması, dünyaya karşı zâhid, âhirete de rağbet edecek şekilde haccı edâ etmesidir.
2- Müslüman bir kişi hac ibadetinde uyulması gereken âdaba riâyet ederek yüce Rabb'inin kendisine emrettiği şekilde haccedecek olursa, bu hac kendisini, beyaz elbise, kirli elbiseden farkedilip ayırdedilebildiği şekilde, küçük ve büyük günahlardan arındırır.[35]
Ebû Hureyre (r.a)'den, şöyle dediği nakledilmektedir: Rasûlullah (s.a)'ı şöyle buyururken dinledim: "Kim bu Beyt'i hac eder ve refes yapmaz (çirkin söz söylemez), fâsıkhk etmez ise, annesinin kendisini doğurduğu günkü gibi döner.[36]
Hafız İbn Hacer[37] der ki: "Refes kelimesi mutlak olarak kullanıldığında cima" kastedildiği gibi, çirkin ve kötü söz de kastedilir. Aynı şekilde bu kelime ile erkeğin kadına cima' ile alâkalı hususlarda konuşması anlamına da kullanılır. Hadisin anlamı ile ilgili olarak bu üç anlamdan her birisi ilim adamlarından bir topluluktan nakledilmiş bulunmaktadır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.[38]
3- Mebrûr haccın mükâfatı, içinde hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği, hiçbir insanın da hatırından geçirmediği nimetler bulunan Cennet1 tir.
Ebû Hureyre (r.aj'den dedi ki: Rasûlullah (s.a) şöyle buyurdu: "Umre ikinci umreye kadar aradaki günahlar için bir keffârettir. Mebrûr haccın ise Cennet'ten başka bir mükâfatı yoktur.[39]
4- Hac, Zayıf Kimselerin Ve Kadınların Cihadıdır:
el-Hasen b. Ali (r. a.)'den, dedi ki: Bir adam Peygamber (s.a)'e gelip şöyle dedi: "Ben hem korkak hem zayıf birisiyim." Rasûlullah (S.A.S.) şöyle buyurdu: "O halde silahsız cihada koş: Hac»[40]
Âişe (r. anhâj'den de şöyle dediği nakledilmektedir: "Ey Allah'ın Rasûlü, gördüğümüz kadarıyla cihâd amellerin en faziletlisidir, biz de cihâd etmeyelim mi?Rasulullah (S.A.S.) şöyle buyurdu: "Hayır, fakat (sizin için) en faziletli cihâd, mebrûr bir hacdır.[41]
E. Ramazan Orucu:
1- Ramazan Orucunun Farziyeti:
Ramazan orucunu tutmak farzdır. Şanı Yüce Allah'ın Kitabında şöylece sabit olmuştur: "Ey iman edenler, oruç sizden öncekilere yazıldığı gibi size de (farz olarak) yazıldı; ta ki sakınasınız.'VeJ-Bafcara, 2/183) "Yazıldf'nın anlamı, farz kılındı demektir. Yine Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Sizden kim Ramazan ayında hazır bulunursa o ayı oruç tutsun." (ei-Bakara, z'iss)
Bu hadis-i şerifte ve diğer hadis-i şeriflerde olduğu gibi, Ramazan orucunun farziyeti Sünnetle de sabit olmuş; ümmet de orucun İslâm'ın rükünlerinden birisi olduğunu icmâ' ile kabul etmiştir. Bu rüknün dinden olduğu zarurî (zorunlu ve kesin) olarak bilinmiştir. Bu konuda kendisine karşı gerekli delillerin ortaya konulmasından sonra farziyetini inkâr eden bir kimsenin kâfir olacağı hususunda iki kişinin dahi görüş ayrılığı yoktur. [42]
2- Ramazan Orucunu Teşvik:
a) Aziz ve Celil olan Allah için, ihlâslı olarak oruç tutanlar için, Allah'ın hazırlamış olduğu büyük mükâfatı umarak Ramazan ayında oruç tutanın günahlarını Allah mağfiret eder.
Ebû Hureyre (r.a)'den rivayete göre, Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: "Kim Ramazan orucunu (farz olduğuna) inanarak ve (ecrini Allah'tan) umarak tutarsa, geçmiş günahları mağfiret olunur.[43]
el-Elbânî der ki: "Eğer insanın günahı yoksa, oruç onun derecelerinin yükseltilmesine sebep teşkil eder. Nitekim günahlardan uzak çocuklar hakkında da durum böyledir.[44]
Ebû Hureyre (r.a)'den nakledildiğine göre Rasûlullah (s.a) şöyle buyurmuştur: "Beş vakit namaz ile cumadan cumaya kılman cuma namazı, aralarında işlenen günahlara -büyük günahlar işlenmediği sürece- bir keffârettir. Ramazan'dan Ramazana tutulan oruç da büyük günahlardan uzak kalındığı
takdirde, aralarında geçen zamanda işlenen günahlar için bir keffârettir.»[45]
b) Yine Ebû Hureyre (r.a)'den dedi ki: Rasûlullah (s.a) şöyle buyurdu: "Ramazan ayı geldi size. Mübarek bir aydır o. Allah bu ayın orucunu size farz kıldı. Bu ayda Cennet'in kapıları açılır, bu ayda Cehennemin kapıları kapatılır. Şeytanların azgın olanları zincire vurulur. Bu ayda bin aydan hayırlı bir gece vardır. Bu gecenin hayrından mahrum kalan gerçekten mahrumdur.[46]
Rasûlullah (S.A.S.)'ın: "Şeytanların azgın olanları bu ayda zincire vurulur" buyruğunun anlamı ile ilgili olarak el-Münzirî şöyle demektedir: "Şeytanlar bu ayda diğer aylarda yapabildikleri kadar insanları ifsâd etmek imkânını bulamazlar. Çünkü müslümanlar kötü arzuları ortadan kaldıran oruç ile Kuran okumakla ve sair ibadetlerle meşgul olurlar.[47]
Bu, gözlemlenen bir husustur. Ramazan'dan önce cuma ve cemaatler halinde namazı edâ hususunda kusurları bulunan birçok kimsenin bu namazları mescidlerde edâ etmeye gayret ettiklerini görüyoruz. Nitekim bu şerefli ayda pek çok kimsenin tevbe ettiklerini, işledikleri masiyetlerden vazgeçtiklerini de görüyoruz.
c) Ebû Said el-Hudrî (r.a)'den Peygamber (s.a) buyurdu ki: "Şüphe yok ki, şanı yüce ve mübarek Allah'ın her gün ve gecede (yani Ramazan ayının her gün ve gecesinde) azad ettiği kimseler vardır. Ve şüphesiz her bir müs-lümanın da her gün ve gecesinde kabul olunan bir duası vardır.[48]
3- Ramazan Ayında Oruç Tutmamanın Tehlikesi:
Ramazan ayında oruç tutmamak büyük günahlardandır. Müslüman bir kimsenin Allah'ın gazabından ve cezasından kendisini koruması gerekir.
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Ey iman edenler, tutuşturucusu insanlar ve taşlar olan bir ateşten kendinizi ve aile halkınızı koruyunuz."(et-Tahrîm, 66/6)
Ebû Ümâme el-Bâhilî (r.a)'den şöyle dediği nakledilmektedir: Ben Rasûlullah (s.a)'ı şöyle buyururken dinledim: "Uyumakta olduğum bir sırada yanıma iki adam geldi. Beni kollarımdan yakalayıp çıkılması oldukça zor bir dağa götürdüler ve: Çık! dediler. Ben: buna tırmanamam, deyince; biz onu sana kolaylaştıracağız, dedi(ler). Ben de o dağa tırmandım. Nihayet dağın tepesine vardığımda oldukça şiddetli sesler duymaya başladım. "Bu sesler ne oluyor?" dedim. Bunlar Cehennemliklerin ulumasıdır, dediler. Sonra beni alıp gitti. Bu sefer topuklarından asılmış bir topluluk gördüm. Ağızlan parça parça olmuş, ağızlarından kan akıyordu. "Bunlar kimlerdir?" diye sordum, "bunlar, oruç açmaları helal olmadan önce oruçlarını yiyenlerdir" dedi...[49]
Hadiste geçen: "Oruç açmaları helal olmadan önce oruç yiyenlerdir." ifadesinin manası, "oruç açma vaktinden önce oruçlarını yiyenlerdir" demek olup, sözü geçen vakit ise Şevval ayının girmesidir. Bu hadiste Şer'an kabul olunabilecek bir özür olmaksızın Ramazan ayında kasten oruç yiyen kimseler için büyük bir tehdit vardır. Yüce Allah'tan esenlik dileriz. [50]
[1] Buhârî, I, 8; Müslim Şerhi, I, 151
Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 65.
[2] Müslim Şerhi, I, 152
[3] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 65-66.
[4] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 66.
[5] Müs/im Şerhi, Ebû Hureyre'den, I, 177
[6] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 66-67.
[7] Buhâri, Ezan, 18; I, 155
[8] Sahih bir hadistir, Taberânî rivayet etmiştir. Bk. Sahîhü'l-Câm?, no: 2570
[9] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 67-68.
[10] Müslim ve başkaları tarafından rivayet edilmiştir. Bk. Muhtasaru Müslim, 62
[11] Tirmizî ve Hâkim rivayet etmiş olup, el-Elbânî, es-Siisile'de (I, 130) sahih olduğunu ifade etmiştir.
[12] Ahmed, Mâlik ve başkaları rivayet etmiştir. Bk. Sahihu'UCâmi', 3238
[13] İbn Mâce ve Hâkim rivayet etmiş olup el-Elbânî, es-Si/si/e'de (87) sahih olduğunu belirtmiştir.
[14] ei-Bbânî, es-Silsİle, I, 130
[15] Buhârî, el-Enbiyâ, 47, IV, 139; Müslim, İman î, 192
[16] Buhârî, İman, 36,1, 18; Müslim Şerhi, I, 253
[17] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 68-71.
[18] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 71-72.
[19] Buhârî, II, 109; Müs/im Şerhi, I, 146
[20] Hadisi Taberânî ve İbn Huzeyme rivayeti etmiştir. el-Elbânî, etTergîb'de (743) hasen olduğunu belirtmiştir.
Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 72-73.
[21] Buhârî, Zekât, 3, II, 110
[22] Bufıdrî, II, 112; Müslim Şerhi, III, 29. Lafız Buhârînindir.
[23] Hadisi Ahmed rivayet etmiş, el-Elbânî, es-SUsiîede (106} sahih olduğunu ifade etmiştir.
Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 73-74.
[24] eş-Şevkânî (1173-1250 h.): Adı Muhammed b. Ali b. Muhammed eş-Şevkânîdir. San'a fukahâsının büyüklerinden ve müctehidlerindendir. Yemen'de Hûlan bölgesi Hecvatu'ş-Şevkân denilen yerde dünyaya gelmiş, San'a'da yetişmiştir. San'a'da hakimlik yapmıştır. Taklide ve mukallitlere karşı savaş ilan etmiş, hatta taklidin haram olduğunu ifade etmiştir. İlmî eserlerinin bazılar;: Neylü'l-Evtâr Şerhu Münteka'l-Ahbâr. Fıkha dair oldukça kıymetli bir kitaptır. Bu kitabın .taharet bölümünü bazı gençlere okutma imkânını buldum ve ondan çok büyük ölçüde istifade ettim. (Diğer bazı eserleri: el-Fevâidu'l-Mecmûa fi'1-Ehâdîsi'l-Mevdûa es-Seylu'1-Cerrâr, Feihu'l-Kadîr -Tefsir- ve değişik konularda irili ufaklı pekçok eser... -Çeviren-)
[25] eş-Şevkânî, Fethu'l-Kadîr, 363
[26] Müslim Şerhi, III, 481
Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 74-75
[27] el-Elbânî, Sahihu'l-Câmi', 6397
[28] Ney/u7-Eütdr, IV, 318
[29] Bk. Sahîhü'l-Câmi'i's-Sagîr, 2954
[30] Hadisi Said b. Mansur, Sünen'inde ve Beyhâkî rivayet etmiştir.
[31] Neytu'l-Evtâr, N, 318
[32] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 75-77.
[33] Hadisi Buhari ve Müslim rivayet etmiştir. Müslim, I, 12
[34] Bk. Sahihu'l-Câmi'i's-Sagîr, 4937
[35] Haccın büyük ve küçük günahların mağfiretine sebep olduğu ite ilgili birçok hadis vârid olmuştur. Ben sadece bunlardan birisini zikretmekle yetiniyorum.
[36] Buharı, II, 230
[37] İbn Hacer (773-852 h.): Adı Ahmed b. Ali b. Muhammed Şihabüddin'dir. Künyesi, Ebu'l-Fadl'dır. Kinânelilere mensup olup, Askalanlidır. Mısır'da doğmuştur. Orada yetişmiş, orada vefat etmiştir. el-Celîd bölgesinde yaşayan Âlu Hacer diye bilinen bir kavme nisbetle İbn Hacer diye bilinir. Bunların yaşadıkları bölge Tunus topraklarında Kâbis diye bilinir. Şafiî ilim adamlarının ileri gelenlerindendir. Fıkıh, hadis ve tarih dallarında yetkin bir âlimdir. Hadis ricali bilgisi ve onlara dair malûmatı hafızasında tutmak ve âli isnadlan, nazil isnadlan ve hadisin illetlerini bilmek konusunda zamanının en büyük ilim adamı idi. İlim adamları ona "el-Hâhz" lakabını
icmâ' ile vermişlerdir. Hakimlik, hatiblik, tedris, te'lif ve ilim öğretmekle vaktini geçirmiştir. İlmî eserlerinin bazıları: Fethu'1-Bârî. Hiçbir ilim talibinin onsuz yapamayacağı büyük bir kitaptır. ed-Dirâye fî Müntehabi
Tahrîci Ehadisi'l-Hidâye, et-Telhîsu'l-Habîr fî Tahriri Ehadisi'r-Râfiiyyi'l-Kebîr.
[38] et~Tergîb ve't-Terhîb, II, 163. (Görüldüğü gibi bu ifadeler Hafız el-Münzirînin et-Terğîb'İnden alınmıştır. Bu ifadelerden önce: "Hafız der ki..." tabiri yer almaktadır. Bu ise Münzirfnin kendisidir. İbn Hacer olmasına imkan yoktur. Çünkü 656 H. yılında vefat etmiş el-Münzirî'nin, 773'te dünyaya gelmiş İbn Hacer'den nakilde bulunması mümkün değildir.-Çeviren-)
[39] Hadisi Malik ve Buhârî rivayet etmiştir. Buharı, Umra, II, 198; Müslim, Hacc, III, 496
Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 77-78.
[40] Hadisi Taberani rivayet etmiş, el-Elbânî de sahih olduğunu belirtmiştir. Bk. Sahihu'l-Câmi'i's-Sagîr, 6921
[41] Buharı, Hacc 4, II, 141
Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 78-79.
[42] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 79.
[43] Buhârî rivayet.etmiştir. Bk. el-Elbânî, Muhtasaru'l-Buhârî, 15
[44] ei-Elbânî, Sah\hu't-Tergib, I, 415
[45] el-Elbânî, Muhtasaru Müslim, I, 415
[46] Hadisi Nesâî ve Beyhakî rivayet etmiştir. el-Elbânî, Sahihu't-Tergîb, I 989. Ayrıca Bk. Sahihu'l-Câmi'i's-Sagîr, 55
[47] el-Elbânî, Sahihu't-Tergîb, I, 418
[48] Sahihu't-Tergîb, hadis no: 992,1, 419
Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 79-80.
[49] el-Elbânî, Söhihu'i-Tergîb, I, 420, hadis no: 995
[50] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 80-81.