HELAL VE HARAM
Ebû Abdullah en-Nu'mân b. Beşîr -r.a.-den dedi ki: Rasûlullah (s.a)'ı şöyle buyururken dinledim: "Şüphesiz helâl de apaçık bellidir, haram da apaçık bellidir. Ama ikisinin arasında benzeşen {müteşâbih) bazı hususlar vardır ki, insanların bir çoğu bunları{n hükmünü) bilmezler. Her kim şüpheli şeylerden sakınırsa, dini ve ırzı (şeref ve haysiyeti) lehine korunmuş olur. Kim de şüpheli şeylere düşerse, harama düşmüş olur. Tıpkı yasak bölge çevresinde (koyunlarını) otlatan çobanın o yasak bölgede güttüklerini ot-layarak sınıra yaklaşması gibi. Şunu bilin ki, her bir hükümdarın bir yasak bölgesi vardır. Yine şunu bilin ki, Allah'ın yasak bölgesi de O'nun haram kıldığı şeylerdir. Şunu da bilin ki, insan vücudunda bir lokmacık et parçası vardır. O düzelirse, bedenin tümü düzelir, bozulursa bedenin tümü bozulur. Bilin ki o, kalbdir.[
1]
Bu Hadisin Önemi:
Bu hadis-i şerif Şeriat'in kaidelerinden büyük bir kaidedir. Ebu Davud es-Sicistânî[2] -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- bu hadis hakkında şunları söylemektedir: İslâm dört hadis etrafında dönüp dolaşır... Daha sonra bunlar arasında bu hadisi zikretmektedir.[3] İlim adamlarından bazısı da şöyle demektedir:
"Bize göre dinin esasları, yaratıkların en hayırlısının sözünden sened ile rivayet edilen birtakım sözlerdir:
Şüpheli olan şeyleri terket[4], zâhid davran, sana faydası dokunmayan ve seni ilgilendirmeyen şeyleri terket ve bir de amellerini niyetle yap[5] hadisleridir." [6]
Katıksız Helâl Ve Haram Olan Şeyler Apaçıktır:
Rasulullah (S.A.S.)'İn: "Şüphesiz Helâl De Apaçık Bellidir, Haram Da Apaçık Bellidir" Buyruğu İle İlgili Olarak, Hafız İbn Hacer şöyle demektedir: "Yani helâl ve haram kendileri ile ilgili açık deliller ile bizzat ve durumları itibariyle besbellidir.[7]
Katıksız helâl apaçıktır, bellidir, onda herhangi bir şüphe yoktur. Evlenmek, helâl ve temiz şeyleri yemek, insanın ihtiyaç duyacağı pamuk ve yünlü elbiseleri giymek gibi. Katıksız haram da aynı şekilde apaçık bellidir. İçki içmek, mahrem olan kadınları nikahlamak, erkekler için ipek elbise giymek, faiz ve zina gibi.
Rasulullah (s.a) ümmetine Yüce Allah'ın kendilerine helâl kıldığı şeyler ile haram kıldığı şeyleri gereği gibi beyân ettikten sonra vefat etmiştir. Nitekim şöyle buyurmaktadır: "Andolsun, sizi gecesi gündüzünü andıran apaydınlık yol üzerinde bıraktım. Kendisini helake teslim edenden başkası, bu yolu kimse bırakıp sapmaz.[8]
Helâl ve haram ile ilgili açıklamaların kimisi kimisinden daha açık ve anlaşılırdır. Ortada dinden oldukları zorunlu olarak (kesinlikle) bilinen hususlar vardır. Bunların böyle oluşu ise delillerinin açık, net olması ve yaygınlık kazanmış olmasıdır. Müslümanlar arasında yaşayan herhangi bir kimse bu kabilden olan şeyleri bilmemekten dolayı mazur görülemez.
Ortada ancak Şeriat'i bilenlerin bildiği ve müslümanların avamının çoğu için gizli kalan birtakım hususlar bulunduğu gibi, ancak ilimde derinleşmiş alimler (er-Rasihûn fi'l-ilm)in bildiği birtakım hususlar vardır. [9]
Şüpheli Hususlar
Peygamber (s.a)'in: "Bu ikisi arasında insanlardan pek çoğunun bilmediği benzeşen (şüpheli) hususlar vardır" buyruğu ile kastettiğine gelince; apaçık ve belli olan helâl ile apaçık ve belli olan haram arasında, insanların bir çoğu için şüpheli olan bazı hususlar vardır. Bunlar acaba helâller arasındamıdır, yoksa haramlar kapsamında mıdır? İnsanların çoğu bunu bilmezler. Ancak derinleşmiş ilim adamları için, nâdir hususlar müstesna, bunlar şüpheli değildir. Bu da, onlar için iki delilden birisini tercih edebilmek için ortaya çıkan tercih edici sebep halinde sözkonusu olur. [10]
Şüpheli Şeyler Ne Demektir?
(Hadis-i şerifte şüpheli şeyler anlamında kullanılan) el-Müştebihât, "müştebih" kelimesinin çoğuludur. Bu kelime nitelik itibariyle "müşkil"dir. Çünkü bunda helâl ve haramlık hakkında herhangi bir açıklık bulunmamak-tadır.[11] en-Nevevî der ki: ' Müştebihât'ın anlamı helâl ve haramlığı açık olmayan demektir. Bundan dolayı insanların bir çoğu onları bilmezler. İlim adamları ise bir nass veya kıyas yoluyla bunların hükmünü bilirler. Herhangi bir şey helâl veya haram arasında gidip geliyor ve bu hususta nass ve icmâ da bulunmuyor ise, onun hakkında müctehid ictihad eder ve Şer'î delile dayanarak onlardan birisine o şeyi ilhak eder.[12]
Ehl-i Sünnet ve'1-Cemaat'in imamlarından Ahmed b. Hanbel ise, müştebihât'ı katıksız helâl ile haram arasındaki bir durum diye açıklamış ve bir başka seferinde de, "malına haram karışan kimsenin durumunda olduğu gibi, helâl ile haramın birbirine karışması" diye de yorumlamıştır.
Bundan dolayı şöyle bir fetva vermiştir: Eğer maldaki haram helâlden daha fazla olursa ondan uzak durmak icabeder. Helâl haramdan daha çok olup haram nisbeten az ise, kullanımı caiz olur.
İlim adamlarımızın şüpheli şeylere dair açıklamalarının özeti Hafız İbn Hacer'in Fethu'l-Bârî'âe de belirttiği gibi şöyledir:
1- Birtakım ibadet ile ilgili muamelât ve başka meselelerle ilgili hususlarda görüldüğü gibi, zahiren delillerin tearuzu (birbirine aykırı görülmesi, çatışması). Hafız İbn Hacer'in tercih ettiği açıklama şekli budur.
2- İlim adamlannın bu konudaki farklı görüşleri. Bu da birincisinin kapsamına girmektedir.
3- Mekruh diye adlandırılan şeyler. Çünkü yapmak ya da terketmek yönlerinden birisi ağır basmaktadır.[13] Yine Hafız İbn Hacer'in görüşüne göre bu yorum da muhtemeldir. Özellikle ilim adamları hakkında böyledir. O bakımdan şöyle demiştir: "Kavrayışlı bir ilim adamı için hükümleri birbirinden ayırdetmek gizli bir şey olarak kalmaz. O böyle bir duruma (şüphelileri işleme haline) ancak mubah veya mekruhu pek çok işlemesi halinde düşer. -Önceden de açıklandığı üzere- bunun dışındaki hallerde ise durumların değişmesine göre sözü geçen bütün bu hususlarda şüpheye düşmesi söz konusudur. Açıktır ki çokça, mekruh işleyen bir kimsede genel olarak yasak kılınan şeyleri işlemeye karşı bir cesaret oluşur. Ya da onun haram olmayan yasak şeyleri (mekruhları) işlemeyi itiyat haline getirmiş olması, kendisini -onun türünden olması halinde yahut bu yasak kılma ondaki bir şüphe dolayısıyla verilmiş ise- haram olarak yasak kılınmış şeyleri işlemeye itebilir. Kendisine yasak kılınan şeyleri işlemek sonucunda vera' ve takva nurunu kaybetmiş olacağından, kalbi kararan bir kişi haline gelir, bunun sonucunda da harama düşer. İsterse, harama düşmeyi iradesiyle tercih etmiş olmasın. Nitekim Musannif (Buhârî) buyu' (alışveriş) bölümünde Ebû Fer-ve'nin Şa'bî'den, (O, en-Nu'mân b. Beşîr'den; O, Rasulullah (S.A.S.)'den) naklettiği bu hadis ile ilgili olarak şu rivayeti yer almaktadır: "Her kim günah olduğu şüpheli olan şeyleri terkedecek olursa, açık olarak günah gördüğü şeyleri daha çok terkeder ve her kim günah olduğu şüphesini taşıyan şeylere cüretkârca yönelecek olursa, haram olduğu açık olan şeylere düşme ihtimali de pek çoktur."
Bu ise az önce de işaret ettiğimiz gibi, birinci açıklama şekline ağırlık kazandırmaktadır,
4- (Şüpheli şeyler), mubah şeyler demektir. Ancak bu görüşü kabul eden bir kimsenin şüpheli olan şeyleri her bakımdan, her iki yönü {yapılması veya terkedilmesi) eşit olan şeyler diye açıklamasına imkân yoktur. Bu görüşe göre, mubahın daha evlâ olana muhalif olan şeyler kabilinden diye yorumlanması mümkün olur. Bu da bizzat kendisi açısından her iki yönü (yapmak veya terketmek) eşit olmakla birlikte, yapılması yahut da terkedilmesi haricî bir sebeple (yani o mesele hakkındaki özel nassın dışındaki bir karine ve benzeri işaretlerle) daha ağır basan iştir. el-Kabarî der ki: Mubah, mehrûhun önündeki bir tümsektir. Onu çokça işleyen bir kimse, mekruha doğru yol ahr.[14]
Yani helâl olan birşeyin yapılmasının mutlak olarak bir mekruha yahut bir harama götüreceğinden korkuluyor ise, ondan kaçınmak gerekir. Meselâ, hoş ve güzel şeylerden çokça faydalanmak hak edilmeyen şeyleri almaya götüren çokça kazanma ihtiyacını doğurabilir, yahut da nefsin azıp şımarması sonucunu verebilir. En azından böyle birşey Allah'a kulluktan uzaklaşarak başka şeylerle uğraşmak gibi bir sonuç verir.
Benim daha uygun gördüğüm görüş ise, Hafız İbn Hacer'in tercih ettiği görüştür. Çünkü müştebihâtın mefhûmuna, kelime olarak ondan anlaşılana uygun düşmektedir. Diğer görüşlere gelince, göründüğü kadarıyla kastedil-niş olmaları ihtimali uzaktır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. [15]
İnsanların Şüpheli Şeyler Karşısındaki Tutumları:
Tutumları itibariyle insanlar, şüpheli şeyler karşısında iki türlüdür:
1- Kimisi Allah rızası ve günaha karşı korunmak için bu şüpheli şeyleri terkeder. Çünkü bu gibi işler o kimseler için şüphelidir ve onlar hakkındaki hüküm açık değildir. Böyleleri şüpheli şeyleri terketmek suretiyle dinlerinin esenliğe kavuşması ve haysiyet (ırz) lerini tenkid edilmekten uzak tutmanın yolunu seçmiş olurlar.
Irz -ilim adamlarımızın da belirttiği gibi- insanın Övülmesi ve yerilmesine konu olan, o şeyden güzelce söz edildiği vakit kişinin övülmesini sağlayan, çirkin olarak ondan söz edildiğinde ise olumsuz eleştiriyi gerektiren hususlardır ve bu, kimi zaman insanın kendi nefsinde sözkonusu olabilir, kimi zaman da geçmişlerinde veya ailesi halkında olabilir.[16]
İşte Rasulullah (S.A.S.)'in: "Kim şüpheli şeylerden sakınırsa o hem dini lehine, hem de ırzı (şeref ve haysiyeti) lehine kötülüklerden uzak kalmış olur."
2- Kimi insanlar da kendisi açısından değil de başka kimselere göre şüpheli olan şeylere düşer. Bunun böyle oluşu ise mesele hakkında hükmün onun için açıklık kazanmış olmasıdır. Böyle birisi için kendisi açısından Şer'î delile binâen şüphe sözkonusu olmadığından, böyle bir işi işlemekte bir sakınca yoktur. Fakat insanlara karşı haysiyetini (ırzını) korumak üzere terkedecek olursa, böylesi güzel ve övülecek bir davranıştır. Çünkü müslümandan, ırzının esenliğini koruması istenmiştir. Buna da Rasulullah (s.a)'ın, mü'minlerin annesi Safiyye bint Huyey ile birlikte olduğunu gören kimseye; "yanımdaki Safiyye'dir" şeklindeki sözü delil teşkil etmektedir.[17]
Kimisi de, kendisi açısından da şüpheli olmakla birlikte, hevâsına uyarak şüpheli şeylere düşer. Böyle birisinin hükmü, harama düşmesidir. Nitekim Rasulullah (S.A.S.): "Kim şüpheli şeylere düşerse, harama düşmüş olur[18] buyurmuştur. İlim adamları ise harama düşmeyi iki şekilde açıklamışlardır:
1- Şüpheli olduğuna inanmakla birlikte onu işlemesi harama düşmesine bir sebep teşkil eder, bu da tedrici ve bu konuda işi gevşek tutmak suretiyle olur.
Buna da Rasulullah {S.A.S.)'in şu buyruğu şahidlik etmektedir: "Her kim günah türünden şüphe ettiği şeylere cüretkârca yönelecek olursa, açık olan (haram) şeylere düşme ihtimali de yakındır.[19]
2- Bir kimse helâl mi haram mı bilemediği için kendisince şüpheli olan bir hususu işlemeye kalkışacak olursa, o işin haram olup olmayacağından, dolayısıyla haramı işlemeyeceğinden -haram olduğunu bilmeksizin- emin olamaz.[20]
Şüpheli Şeylerin Hükmü:
Hafız İbn Hacer -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- der ki: Şüpheli şeylerin hükmü hakkında görüş ayrılığı vardır. Bunun haram olduğu söylenmiş ise de, bu görüş red olunur. Bir görüşe göre hükmü mekruhtur, bir görüşe göre ise hakkında hüküm verilmez (tevakkuf edilir).[21]
Şüpheleri terketmek Rasulullah (s.a)'m teşvik ettiği ve özendirdiği vera' kapsamına girer. Bundan dolayı Buhârî -Allah'ın rahmeti üzerine olsun-, bu hadisi Sahîh'inde Kitâbu'l-îman'da zikretmekte ve şöyle demektedir: "Dini lehine şüpheli şeylerden uzak duranın fazileti (ki bab numarası 39'dur [Çeviren]). Bu hadisi iman bölümünde zikretmesinin sebebi ise, vera'ın (şüpheli şeylerden kaçınmanın) imanın tamamlayıcı unsurları olduğunu açıklamaktadır. Müteşâbih'in -İbn Hacer'in kimi ilim adamlarından naklettiği gibi- mekruh olduğu görüşü doğruya yakın bir görüştür. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. [22]
Yüce Allah'ın Haram Kıldıklarından Uzak Durmak:
"(Şüpheli şeylere düşen kimse...) tıpkı yasak böîge[23] etrafında (davarlarını) otlatan çobanın o yasak bölge içerisinde güttüklerinin otlayarak sınıra yaklaşmasına benzer. Şunu bilin ki[24] her bir hükümdarın bir yasak bölgesi vardır ve şunu da bilin ki, şüphesiz Allah'ın yasak bölgesi onun haram kıldığı şeylerdir."
Kimi hükümdarlar kendilerine ait ve başkalarına yasak bir bölge tesbit ederek, başkalarının o bölgeye geçmelerini yasaklamaktadır. Bu ise haklı ya da haksızca olabilir.
Bir kimse koyunlarını tesbit edilmiş bu yasak bölgeye yakın yerlerde otlatacak olursa, davarlarının o yasak bölgeden yemeyeceklerinden emin olamaz. Böylelikle o, yeryüzü hükümdarları karşısında kendisini sorumlu düşmeye maruz bırakır.
Bu, Rasulullah (S.A.S.)'in şüpheli şeylere düşen kimseye gösterdiği bir misaldir. Böyle birisinin harama düşmesi oldukça yakındır. Bu yolla da kendisini hakimler hakiminin cezasına maruz bırakır.
İbn Receb der ki: "İşte bu ifadede, haram şeylerden uzak durmak gerektiğine ve insanın kendisi ile bu haram şeyler arasında bir engel bırakması gerektiğine bir işaret vardır." [25]
Kalp Bedenin Emiridir:
Peygamber (s.a)'in: "Şunu bilin ki, şüphesiz vücutta bir çiğnemlik[26] et parçası vardır. O düzelirse vücudun tümü düzelir, o bozulursa vücudun tümü bozulur. Şunu bilin ki, o da kalbdir." [27]
1- Kalbe Bu Adın Veriliş Sebebi:
Kalbe kalb adının veriliş sebebi, işler ile ilgili kararlarında tekallübü (evrilip çevrilmesi, karar değiştirmesi) dolayı-sıyladır. Ya da bedende bulunanların özü olduğundan dolayı bu ismi almıştır. Çünkü her şeyin özüne kalb denilir. Yahut da onun vücutta başaşağı (maklûb) konulmuş olmasından dolayıdır.[28] Göründüğü kadarıyla, bir ve ikinci açıklamalar doğruya yakındır. Sonuncusu ise uzaktır. [29]
2- Kalbe Önem Verişin Sebebi:
Kalbin Önemi insanın işleri, incelikleriyle onun vasıtasıyla anlamasından gelmektedir. Buna da Yüce Allah'ın şu buyrukları tanıktır: "Andolsun ki, biz Cehennem için cin ve insanlardan çok kimseler yaratmışızdir. Onların kalpleri vardır, ama bunlarla idrâk etmezler. "(ei-A-râf, 7/i79h "Muhakkak ki bunda kalbi olan... kimse için elbette bir öğüt vardır."(Ko/, 50/37)
Tefsir âlimleri derler ki: Maksat akıldır. Ondan kalb diye söz edilmesi aklın karar yerinin orası oluşundan dolayıdır. Hafız (İbn Hacer) der ki: "Bu hadis aklın kalbde oluşuna delil gösterilebilir.[30]
Şafiî Mezhebi âlimlerinin kabul ettiği görüş budur. Çünkü kalbin düzelmesi ile -ki bu da imanın kalbde yer etmesiyle olur- bütün azalar düzelir, dinin emirleri doğrultusunda dosdoğru yol alır. Kalbin bozulması ile birlikte de diğer organlar da bozulur. İbn Hacer der ki: "Kalbin bu özelliği onun bedenin emiri oluşundan gelmektedir. Emirin düzelmesi sonucunda yönetimi altındakiler de düzelir, onun bozulması da yönetimi altındakilerin bozulması sonucunu verir.[31]
3- Kalb Hastalanır Mı?
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Onların kalblerinde hastalık mı vardır, yoksa şüpheye mi düştüler?"fen-Nûr, 24/50); "Kalplerinde hastalık vardır onların, Allah da hastalıklarını artırmıştır."<ei-Bakara, 2/ıo)B\r başka yerde de şöyle buyurmaktadır: "Kalplerinde hastalık bulunanlar Allah'ın kinlerini meydana çıkarmayacağını mı sandılar?"(Muhammed, 47/29)
Bu âyet-i kerimeler ve diğer benzeri âyetler kalplerin hastalanabileceği cevabını vermektedir. Kalb hastalıklarından maksat ise, kalplerin uğradığı münafıklıktır, şüphe, katılık, kibir, kin ve hased gibi musibetlerdir.
Müslümana, kalbini bu hastalıklardan korumaya özel bir gayret göstermesi, Allah'ın yolunu izlemek üzere nefsi ile cihâd etmesi düşmektedir. Yüce Allah ise kendi yolunu izleyip hidayet ve istikamet ile bu uğurda nefsiyle cihâd eden kimselere vaadlerde bulunmuştur: "Bizim uğrumuzda cihâd edenleri elbette biz kendi yollarımıza ileteceğiz. Şüphesiz ki Allah, ihsan edicilerle beraberdir."(ei-Ankebat, 29/69) [32]
Hadis-i Şeriften Çıkartılan Hükümler:
1- Hadis-i şeriften anlaşıldığına göre, müslüman Allah'ın haram kıldığı Şeylerden uzak kalmalı, kendisi ile Allah'ın haram kıldığı şeyler arasında bir pngel koymalıdır.
2- Müslüman ırzını (haysiyet ve şerefini) korumaya gayret etmeli, kendisi için ayıp teşkil edecek her şeyden, ırzının da eleştirilmesine sebep olacak her şeyden uzak durmalıdır.
3- Hadis-i şerifte haram şeylere giden yollara tıkamak (sedduz-zerâi') ve onlara giden yolları haram kılmak kaidesini kabul edenler lehine delâlet vardır. Nitekim İslâm'ın kaideleri de buna delâlet etmektedir. Meselâ, sarhoşluk veren şeyin azı da haram kılındığı gibi, yabancı bir kadınla halvet (başbaşa kalmak) da haram kılınmıştır. Buna dair deliller pek çoktur.
4- Yine hadis-i şerif, hayvanını başkasının ekininden otlayacak şekilde serbest bırakan kimsenin, hayvanının telef edip bozduğu ekinlerin tazminatını Ödeyeceğine delil gösterilmiştir. Aynı şekilde köpek ve benzeri av hayvanını Harem bölgesine yakın yerde ava salacak olup da bu av hayvanı Harem bölgesi içerisinde avı yakalarsa -İmam Ahmed'in bu husustaki fetvasında da olduğu gibi- avladığının tazminatını vermesi gerekir.
5- Hadis-i şerifte kalbin önemine işaret edildiği gibi, onu düzeltmek için gayret harcamaya da teşvik vardır. Çünkü kalb azaların komutanıdır. Onun düzelmesiyle diğer organlar da düzelir, bozulmasıyla da bozulurlar. [33]
[1] Hadisi Buharı (İman, 39'da) ve Müslim rivayet etmiştir.
Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 99-100.
[2] Ebû Dâvûd (202-275 h.): Adı Süleyman b. el-Eş'as b. Beşîr'dir. Ezdli'dir, Sicistân'dan-dır. Hadiste imamdır. Hadis talebi için ilim merkezlerine yolculukları vardır. Çokça hadis toplamış ve ezberlediği yarım milyon hadis arasından 4800 hadis derlemiştir. (Bu, Ebû Davud'un, kitabındaki hadislerin sayısı ile ilgili olarak bizzat verdiği rakamdır. -Muhammed Muhyiddin Abdulharriid neşri, I, 10.- Muhammed Muhyiddin'in hadisleri rakamlamasına göre sayıları 5274'ü bulmaktadır. Buna sebep olarak da iki hususu göstermektedir: Bazı nüshalar arasındaki farklılıklar ve birinde bulunup diğerinde bulunmayan hadislerin varlığı İle Ebû Davud'un mükerrer hadisleri saymamış olma ihtimali, I, 16. -Çeviren-) Ebû Dâvûd, imam Ahmed'in arkadaşları arasında sayılır, ondan el-Mesâil'i rivayet etmiştir. Hadisi yaygınlaştırmak üzere Basra'ya yerleşmiş ve orada vefat etmiştir. -Sünen'i dışında- ilmî eserleri: el-Merâsil, el-Ba's gibi eserleri sayılabilir.
[3] Sözü geçen bu dört hadis-i şerif bunlardır: 1- Ameller niyyetler iledir, 2- Kişinin kendisini ilgilendirmeyen şeyleri terketmesi müslümanlığının güzelliklerindendir, 3- Sizden hiçbir kimse kendisi için sevdiğini kardeşi için de sevmedikçe iman etmiş olamaz.
[4] Helâl da apaçıktır, haram da apaçıktır. Sünen-i Ebû Dâvûd tercüme ve şerhine İ. L. Çakanın yazdığı mukaddime, İstanbul 1987, s. 29. (Çeviren)
[5] Açıklamakta olduğumuz bu hadis-i şerifi kastetmektedir.
[6] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 100.
[7] Fethu'l-Bârî, I, 137 (Ebû Davud'un zikrettiği dört hadis ile burada zikredilenler arasındaki fark ise, burada Ebû Davud'un: "Sizden herhangi bir kimse... iman etmiş olmaz" -ki kırk hadisin onüçüncüsüdür- hadisi yerine; "dünyada zahid ol ki, Allah seni sevsin; insanların elinde bulunanlara karşı zahid ol ki, insanlar da seni sevsin" hadisini saymasıdır. -Çeviren-)
[8] Fethu'l-Bârî, I, 135)
[9] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 101.
[10] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 101-102.
[11] et-Elbânî, Sahihu't-Tergîb, 58
[12] el-Vâfi fî Şerhi'l-Erbaîn, 32
[13] Aynı yer.
[14] İbnü'l-Münîr, Hocası el-Kabarînin Menakıb'ında şöyle dediğini nakletmektedir: Mekruh, kul ile haram arasındaki bir tümsektir. Kim çokça mekruh işleyecek olursa, harama giden yola girmiş olur.
[15] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 102-104.
[16] Fethu'1-Bârî, I, 145-146
[17] Câmiu'lVlûmi ve'I-Hikem, 68
[18] Muhtasaru'l-Buhdrî, 465; Muhtasaru Müs/im, 378, h. no: 1437
[19] Sahihu'l-Câmi', 3188
[20] Buhârî, Buyu, I
Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 104-105.
[21] Câmiu'l-Ulûmi ve'l-Hlkem, 69
[22] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 105-106.
[23] Fethu'l-BÖrî, I, 135
[24] Yasak bölge (el-Himâ); koruma altına alınmış yer demek olup, sahibi dışındakilere yasak olan yer demektir. Halife'nin veya naibinin mücahidlerin binekleri için koruma altına aldığı, başkasının kullanımlarının engellendiği, mubah (kamunun yararlanmasına açık) olan arazi bölümüdür. el~Vâfî fî Şerhi'iErbaîn, 32
[25] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 106.
[26] Şunu bilin ki (diye anlamı verilenin: Ela) hakkında Hafız İbn Hacer şöyle demektedir: Bundan sonra gelecek ifadenin doğruluğuna dikkat çekmek içindir. Bunun tekrarlanması ise ifade ettiği mananın büyüklüğüne, azametine delildir {Fethu'l-Bârî, I, 137)
[27] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 106-107.
[28] Fethu'l-Bârî'de (I, 137) şöyle denilmektedir: Bir çiğnemlik et parçası: Çiğnenebüecek miktardaki parça demektir. Burada görünüş itibariyle kalbin miktarı, yani büyüklüğü ifade edilmek istenmektedir.
[29] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 107.
[30] Fethu'lBân, I, 137
[31] Aynı yer
Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 107.
[32] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 107-108.
[33] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 108.