Bu Blog içinde Ara

14 Haziran 2012 Perşembe

HADİSTE NESH

HADİSTE  NESH


Nesh lügat olarak "gidermek değiştirmek" manalarına gelir. Şer'î hükümlerin neshi ise "Şâri'in, hükümlerinden herhangi bir hükmü, daha sonraki bir hükümle raf'etmesi dir." Hükmün raf i ile biz, hükmün mükellefler ile olan ilişkisinin kesilmesini kastediyoruz. Değilse, zaten hüküm kalıcıdır; kaldırılmaz.[
1]
Meselemiz, hadiste nesh olunca; neshe niçin ihtiyaç duyul­duğu, hikmetinin ne olabileceği üzerinde, kısaca durmak istiyoruz:
a) Nesh  ile,  kaldırılan  hükmün yerine  daha  iyisinin geleceğinin va'd edilmiş olması:
Allah Teala Şöyle buyuruyor: "Herhangi bir ayetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya unutturursak, onun yerine daha hayırlısı veya onun benzerini getiririz. Allah'ın herşeye kadir olduğunu bilmez misiniz? [2] Ayete göre"âçıktır ki Allah Teala Kullarına, evvelki hükme göre daha hayırlısını veya bir benzerini göndermekle rahmet etmiş olmaktadır. Hadisler sünnet için de aynı durum sözkonusudur.
b) Daha önceki durumun değişmiş olması: Allah Rasulü şöyle buyurmuştur: " Ben sîzi daha önce kabir ziyaretlerinden ne etmişti m; artık, ziyaret edebilirsiniz[3] Putperestlikten henüz kurtulmuş insanlara, kabirleri ziyareti yasaklamak suretiyle Allah Rasulü, eski duyguların harekete geçmesini engellemek istemiştir. Daha sonra, aradan geçen uzun zaman ve müslümanların bilinçli davranışlarıyla dine iyice sarılmış bulunmaları, ibret alacakları bir mekanın ziyarete açılmasını beraberinde getirmiştir.                          
c)  Kulların maslahatına uygun bir hükmün emredilmiş olması:
" Rasulüllah üç günden sonra, kurban etlerinin yenmesini yasaklamıştır.[4] Fakat daha sonra Allah Rasulü şöyle buyur­muştur: "Sizi kurban etlerini üç günden fazla tutma konusunda men etmiştim. Şimdi; yiyin, tasadduk edin ve depolayın. [5]
d) Kulların terbiyesinde ve en iyiye sevk edilmesinde, tedrici eğitimden geçiriliyor olmaları: Buna göre müslümanlar aşama aşama bazı hükümlerle belki daha ağır bir hükme de geçebileceklerdir. Şâri'in asıl kastı bu olabilecektir. Talk b. Ali'nin Allah Rasulü'ne "Bizden birisi zekerine degerse, abdest alır mı?" sorusuna aldığı cevap : "O, senden veya vücudundan bir parça değil mi?" olmuştu. [6]Görüldüğü gibi zekere değmiş olmak abdest almayı gerektirmemektedir. Fakat daha sonra[7] Allah Rasulü şöyle buyurmuştur: Kim, zekerine fercine dokunursa abdest alsın" [8]
Bizim bu açıklamalarımıza karşın, nesh konusunda herhangi  bir hikmet  veya gaye aramayanlar  da  vardır.
Onlara göre Allah'ın iradesi bunu gerektirmiştir; hikmet veya gaye aramaya gerek yoktur.
Neshin tesbit edilebilmesinde şu dört yol belirlenmiştir. [9]

1) Hz. Peygamberin Tasrihi İle Nesh Vakasının Tesbiti:


Ulemanın en çok değer verdiği ve daha çok kat' iyyet ifade
eden tarzdır. Fakat şu kadar var ki, tesbit edilebilen nesh vakaları içerisinde en az miktarda olan bölümdür.
İçinde Rasulüllah'ın açık beyanı bulunan hadislerle belirtilen nesh olayları üzerine itiraz ve tartışma yoktur. Kabir ziyaretinin önce yasaklanıp sonra müsaade edilişi, kurban etlerinin üç günden sonra da kullanılabileceği ve bir takım kaplarda içecek yapılabileceği serbestisi bu yol ile tesbit edilebilen neshe örneklerdendir. [10]

2) Sahabenin Verdiği Bilgilerle Nesh Vakasının Tesbiti:


İkinci derecede kuvvetli bir yol olarak tesbit edilegelmiştir. Fakat bazıları sahabenin vereceği bilgi veya hadis üzerindeki yorumu  çıkarımı konusunda tartışmışlardır. İbn Hazm, sahabenin verdiği bilginin ve İslam'î anlayış tarzının, Rasulüllah' tan gelen gibi sabit olacağı kanısındadır. [11]

3) Tarih Yoluyla Nesh Vakasının Tesbiti:

Fazla olmamakla birlikte neshe konu olan bazı meseleler, tarihi tesbitlemelerle açığa kavuşturulmuştur. Örnek olarak; zekere elin değmesi ve hacamat hadisleri verilebilir. [12]

4)  Îcma İle Sabit Nesh Vakaları:


Buradaki icma ile ilim adamlarının belirli bir meselede, nesh mevcudiyeti üzerinde veya nesh ile ilgisi bulunmadığı hususunda fikir birliği etmeleri kast edilmiştir. Buna göre, deliller değerlendirilir  ve bir sonuca varılır.
İcma ile tesbite, bütün yazılı kaynaklar muf a örneği verir­ler. Bu örnekle de islam alimlerinin hepsinin değil, Şia' nın dışında, Ehl-i Sünnet olarak bildiğimiz mezhep mensuplarının görüşbirliği kastedilmiş olmaktadır.
Nesh konusunu içtihada ve re' ye dayandırmak, hiçbir şekilde mümkün değildir. Bu meyanda imamı Şafiî şöyle demiştir: Nasihi ve mensuhu, Rasulüllah' tan gelen bir haber veya zaman yönünden öncelik ve sonrahk arz eden bir delil dışında, başka bir kaynağa dayandırmak doğru olmaz.
Hadis alimleri her ne kadar nesh ile ihtilafı birbirinden ayırmaya çalışmış olsalar da, genelde ikisi bir anlamda kullanılır olmuştur. Konunun inceliğini kavrayan Ebu Bekir b. Huzeyme şöyle diyor: Ben, kesinlikle iki sahih hadsin birbirine zıt olduğu bir durumu bilmiyorum. Eğer böyle bir şey bilen varsa onu bana getirir, ben de bu iki hadisin arasım bulurum.[13]
Hafız el-Iraki şöyle demektedir: Zahiren iki zıt hadis bulduğumuz zaman şu iki metod geçerlidir: Ya bu ikisi arasındaki karışıklığı gideren bir çözüm mevcuttur, ya da böyle bir çözüm yoktur: Eğer iki hadisin arasım bulup ihtilafı gidermek mümkünse " nesh" ile işi hemen halletmek doğru değildir.
Hadiste nesh konusunda İmam Şafiî bir otoritedir. Bakınız, îmam Ahmed b.  Hanbel ne diyor: Ben Şafiî ile bir ilim meclisinde oturuncaya kadar ne mücmel ile müfesseri; ne de hadisin nasihini ve mensuhunu tam anlamış değildim.
îmam Şafiî, îhtilafü'I - Hadis adlı eserinde konuyu genişçe ve bol örnekli işlediği gibi, Er-Risale adlı eserinde de doyurucu bilgiler vermiştir.
Her şeyin en iyisini Allah bilir... [14]

BİRİNCİ  HADİS


Huzeyfe (R.A) rivayet etmiş ve demiştir ki: Rasulüllah  bir kavmin çöplüğünden geçerken, (durup) ayakta bevlettiğini gördüm.
Câbir (R.A), Nebi (A.S)' nin bir kimsenin ayak üzerine bevletmesinden nehyettiğini, rivayet etmiştir.
Bazıları birinci rivayetin ikinci rivayetle nesh edildiğini ileri sürmüşlerdir. Fakat bu doğru değildir. Zira her iki hadis için de ayrı bir durum sözkonusudur. Eğer Rasulüllah ayakta bevletmekten nehyetmişse bu, bevleden kişinin üzerine sıçra­masın diyedir.
Huzeyfe hadisi için  durum sözkonusudur:
Birincisi: Rasulüllah bunu, oturmasına engel bir rahatsız­lığı nedeniyle yapmıştır.
İkincisi: Rasulüllah böyle yapmakla, hastalığına şifa ümit etmiştir. Zira o dönemde Arap, ayakta işemenin şifa olduğunu kabul ediyordu.
Üçüncüsü: Rasulüllah, çöplükteki pisliğin çokluğu sebebiyle oturacak bir yer bulamamıştır. Bu sebeple de yukarıdan bevletmek zorunda kalmıştır. [15]

A- Huzeyfe Haberi


1- Buhari / Kitabü'l - Vudu' (89-117)
2- Müslim / Kitabü't - Tahare (273)
3- Ebu Davud / Kitabü't - Tahare (23)                         
4- İbn Mace 7
5- Tirmizi 9
6-  tbn Kuteybe, Te'vil-i Muhtelifi'I-Hadis[16]

B- Câbir Haberi


1- Müslim / Kitabü't - Tahare (272)
2- Müsned - i Ahmed 3/360
3- İbn Huzeyme 58[17]

C- Ebu Davud, ayakta ve oturmaya dair iki rivayetin arasını bulurken, ayakta bevletme meselesini "oturmaya uygun orta­mın bulunmaması ve Huzeyfe'nin Rasulüllah'ı bu şekilde görmüş olmasıyla" açıklar. [18]

D- Huzeyfe b. El -Yeman; Rasulülah'm, münafıkları kendisine bildirdiği sırdaşıdır. Bedir'e ve Uhud'a katılmıştır. Hicretin 36. senesinde vefat etmiştir. (Tehzibü' 1 - Kemal 5/495-590)
Câbir b. Abdillah El - Ensari El - Hazreci; Hem Rasulüllah dostu hem de dostunun oğludur. Rasulüllah ile bir çok gazveye iştirak etmiş ve fakat Bedir' e ve Uhud' a katılamamıştır. Hic retin 76 veya 79. senesinde vefat etmiştir. ( A.g.e.-4/443-454) [19]

Açıklama:


Yukarıda, hadisler arasında herhangi bir ihtilafın olmadığı açıkça görüldü.
İmam Ahmed, Tirmizi ve Nesai'nin rivayet ettiği bir hadiste Aişe (R.A) şöyle demektedir: Size kim 'peygamber ayakta bevlederdi' derse inanmayın. O, ancak oturarak bevle derdi. Bu hadise göre her ne kadar Hz. Peygamber için ayakta bevledebileceğini düşünemeyecek olsak da, bunu yaptığına dair sahih haberleri önceki te'villere ilave edebileceğimiz şu gerçekle sonuçlandırabiliriz: RasulüUah bunu, gerektiği zaman cevazına işaret olsun diye yapmıştır. Ama uygun olan, oturarak bevletmektir. [20]

İKİNCİ HADİS


Ebu Eyyub, Nebi (AS^nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "( Küçük veya büyük abdıst bozarken) ne kıbleye yönelin ne de arkanızı dönün."
Câbir şöyle rivayet etmiştir: Rasulüllah, abdest bozma uzuvlarımızla kıbleye yönelmekten veya ardımızı dönmekten nehyetti. Daha sonra ben C/nu, vefatından bir yıl kadar önce kıbleye yönelmiş bir halde abdest bozarken gördüm.
Bazı kimseler birinci hadisin ikinci hadisle neshedildiğini zannetmişlerdir. Halbuki böyle değildir. Şöyle ki; birinci durum açık arazide bulunan bir kimse için geçerli olabilecekken ikincisi binalann içinde / arasmda olanlar için sözkonusudur. [21]

A- Ebu Eyyub Haberi


1- Muvatta' 303-304
2- Buharı / Kitabü'l Vudu' 10
3- Müslim / Kitabü't - Tahare 264
4-EbuDavud
5- İhtilaf ül - Hadis; imam Şafiî (Ümm'den) 8/505 [22]

B- Câbir Haberi


1-EbuDavud 1-13
2- Muvatta' 305 (Abdullah b. Ömer tarikiyle)
3-Buharil-80
4- Müslim 1-266 (îbn Ömer tarikiyle)
5-  Îhtilafü'l-Hadis 9/505[23]

C- İmam Şafiî, Er-Risale adlı eserinde bu konu üzerinde uzunca durmuştur.   Özetle:   Rasulüllah'm  eğittiği  Arapların' pek çoğunun evinde hela yoktu. Bu sebeple Rasulüllah'm, eğitimi bu şekliyle yönlendirmesi iki sebeple açıklanabilir.
Birincisi; Araplar, ihtiyaçları için sahraya açılırlardı. Sahranın genişliğini ve bir takım zorlukları da goz önüne alarak Hz. Peygamber, kıbleye yönelinmemesini tenbihlefniş-tir. Ayrıca, namaz kılmakta olan bir kimse, ihtiyaca çıkmış olan bir kimsenin ( eğer kıbleye önünü veya arkasını dönmüş ise) avret mahallini görebiliyordu. Bunun içindir ki Allah' in kıblesine saygılı davranmakla emrolundular.
İkincisi; kıble yönüne pislik bırakmamak ve bunun bir sonucu olarak namaz kılanlara eziyet etmemek için; büyük olsun küçük olsun abdest bozmak nehyedilmiş olabilir. îbn Ömer'in Rasu-Killah'i Beyt-i Makdis'e doğru abdest bozarken gördüğü rivayete gelince bu aynı zamanda Nebi'nin, ardım Kabe'ye döndüğünü de ifade eder. Bu hadis kesinlikle ne önün ne de arkanın kıbleye döndürülmeyeceğini iddia edenleri reddet­mektedir. Ama, sahranın ve evlerin durumlarının farklılığını gündeme getirip, sahrada nehyden, evlerde ruhsattan bahset­mek de doğru değildir. [24]

D- Ebu Eyyub Halid b. Zeyd El- Ensari El - Hazreci: Akabe beyatlarında bulundu. Bedir'e, Uhud'a ve pek çok gaza; katıldı. Nebi (A.S) Medine'ye hicretlerinde bu zatın evinde misafir oldular. Ali ile Nehrevan'a katıldı. Hicretin 52. senesinde Muaviye zamanında katıldığı bir savaşta, Rum diyarında şehit oldu. Kabri, İstanbul surları dibindedir, denilmektedir. [25]

Açıklama


îmam Malik, îmam Şafiî ve bir rivayette İmam Ahmed'e göre, açık arazide kıbleye yönelmek haramdır. Evlerde veya kapalı bölümlerde ise kerahet vardır. Fakat şu kadar var ki İmam Malik' ten açık arazide kıbleye yönelinerek bevledile-bileceğine dair cevaz da naklediimiştir. Ebu Hanife ise gerek açıklıkta gerekse evde kıbleye yöneiinmesini caiz görmezken; arkanın dönülmesini caiz görmüştür. [26]

ÜÇÜNCÜ  HADİS


İbn Abbas rivayet etmiştir: Nebi (A.S), bir koyun leşinin yanından geçiyordu da şöyle dedi: "Bunun derisinden faydalansanız ya..." Dediler ki: Ama o leştir. Bunun üzerine "Onun ancak yenmesi haramdır." buyurdu.
Abdullah b. Ukeym rivayet etmiştir: Bize, RasulüUah'ın 'vefatından bir ay önce bir mektubu ulaştı. Bunda, leşin derisinin ve sinirlerinin kullanılmaması emri vardı.
Esram demiştir ki: İkinci haber, birinciyi neshetmiştir. Şu ibareye dikkat edilmeli; "vefatından bir ay önce..."
Bir başkası da şöyle demiştir: İbaha ifade eden hadisin, RasulüUah'ın vefatından bir gün önce vuku bulması da pekâlâ mümkündür.
İhab, tabaklamadan Önceki halinde deriye verilen isimdir. Abdullah b. Ukeym hadisi muzdarip bir hadistir. Birinci hadise galebe çalabilecek güçte değildir. Çünkü birinci hadisi Buhari ve Müslim rivayet etmiştir. [27]

A- İbn Abbas Haberi


1- Müslim / Kitabü'l - Hayz 363
2-  Muvatta'
3-EbuDavud4162
4- Müsned-i Ahmed 1/327
5-Nesai7/172
6- Te'vil -i Muhtelifi! Hadis 174-175 [28]

B- Abdullah B. Ukeym Haberi .


1-Ebu Davud 4128
2- Te'vil - i Muhtelifi'l Hadis. 175[29]

C- Ebu Davud konuya ilişkin şunları söylemiştir: Deri, tabak­landığı zaman ihab denilmez. Deriye bu haliyle 'serin' veya 'kırba' denir. Nadir b. Şümeyl de şöyle demiştir: Deri, tabak­lanmadan önce ihab diye biünir.
İbn Kuteybe ise konuyla ilgili olarak şu ifadelere yer vermiştir: " Ölü hayvanın ne derisinden ne de sinirinden" diye emretmiştir ve bununla da " tabakalanmamış deriyi tabakala-mncaya kadar kullanmayın" demek istemiştir. Çünkü' ne de sinirinden" ifadesi bunu teyid etmektedir. Zira sinir tabak­lanmaz. [30]

D-Abdullah b. Ukeym El-Cüheni Ebu Ma.'beâ El-Küfî; Rasulül-lah'tan hadis işitip işitmediği tam olarak bilinememektedir. Huzeyfe b. El-Yeman, Abdullah b. Mes'ud, Ömer, Ebu Bekir, Aişe gibi sahabilerden rivayette bulunmuştur. Sika kabul edilmektedir. ( Tehzibü'l-Kemal 15/317)
El-Esram, Ebu Bekir Ahmed b. Muhammed; İmam Ahmed'in öğrencisidir. Es-Sünen ve Kitabü't-Tarih adlı iki eseri yanın­da, ilel-i hadis ve hadiste nesh konusuna ilişkin: çeşitli risa­leleri vardır. Hicretin 260. senesinde vefat etmiştir. ( Siyer-i A'lami'n-Nübelâ 12/63) [31]

Açıklama


îbn El-Cevzi, Abdullah hadisinin, tbn Abbas rivayetine galebe çalabilecek güçte olmadığını ifade etmişti. Bunu da Abdullah hadisinin muzdarip, İbn Abbas rivayetinin ise müttefekun aleyh oluşu ile açıklamıştı.
Hadisçilere göre haberler, sıhhat yönünden kitaplarda yer
alışlarına göre bir takım kısımlara ayrılırlar ki, bunların en sıhhatlisi bir haberin hem Buhari hem de Müslim'de rivayet edilmiş olanıdır. Muzdarip hadise gelince; lügat olarak nizarrim ve düzenin bozulması demek olup; hadis literatüründe, bir ravinin iki veya daha çok kere rivayet ettiği yahut, iki veya daha çok ravinin rivayet ettiği birbirine müsavi haberler olup, aralarında tercih imkanı bulunmayan hadislerdir. Bu hadisin za'fına sebep, ravilerinin hıfz ve zabtı hakkında ihtilaf edilmiş olmasıdır. Ravisi ister bir, isterse daha çok olsun izdırabın, ravinin zabt edemeyişi sebebiyle meydana geldiği apaçıktır. Şu da var ki bir ravi, bir hadisi bir çok şekil­de rivayet etmişse, o ravinin zabt sahibi olduğu düşünülemez. [32]

Hadislerin İfade Ettiği Fıkha Gelince:


İmam Şafiî'ye göre, köpek ve domuz derisinden başka bütün deriler tabaklamakla temiz olur.
İmam Ebu Hanife'ye göre, domuzdan başka bütün hayvan­ların derileri tabaklamak suretiyle temizlenebilir.
İmam Malik'e göre tabaklamak suretiyle bütün deriler temiz olursa da bu temizlik, derinin dışı için geçerlidir. İçi temizlenmiş sayılmaz. Söz gelimi; derinin tüylü tarafında namaz kılınabilirken, iç tarafında kılınamaz.
İmam Ahmed'e göre ölü hayvanın hiçbir yeri tabaklanmak suretiyle bile olsa temizlenemez.
îmam Davud Ez-Zahiri'ye göre, köpek ve domuz dahil tüm ölü hayvanların derisi, tabaklanmak suretiyle içi ve dışıyla temizdir.
Tabaklamaya gelince; Hanefiler'e göre, derinin bozulup kokuşmasını önleyen her usûlle hatta, güneşte kurutmak veya topraklamakla bile bu ameliye gerçekleştirilebilir. [33]

DÖRDÜNCÜ HADİS


Ebu Hureyre, Nebi (a.s.)'riin şöyle dediğini rivayet etmiştin Ateşte pişmiş (yemekten) dolayı abdest alınız.
îbn Abbas, Nebi (A.S) ' nin bir kürek kemiği yediğini ve abdest almadığını rivayet etmiştir.
Câbir şöyle demiştir:.Bu konuda Rasulüllah' in yaptığı son iş, ateşte pişenden dolayı abdest almayı terk etmesidir.
Câbir rivayeti bu konuda neshe açıkça işaret etmektedir.
Akraş ise, RasulüHah ile bir tabak etli tirit yediğini, sonra su getirildiğini, Raşulüllah'm elini ve ağzını yıkayıp, yüzünü su ile sıvazladıktan sonra şöyle dediğini rivayet eder: Ey Akraş; bu abdest, ateşte pişirilmiş şeyden dolayıdır. [34]

A- Ebu Hureyre Haberi


1- Müslim / Kitabü'1-Hayz 352
2- Ebu Davud / Kitabü't-Tahare 194       
3- Musannef; îbn Ebi Şeybe 1/48-50 [35]

B- İbn Abbas Haberi


1-Muvatta'41/16                                                
2- Buhari / Kitabü'1-Vüdu 1/104 (73)
3- Müslim / kitabü't-Tahare 1/273
4- Ebu Davud / Kitabü't-Tahare
5- Sahih-i îbn Hibban 3/423 [36]

C-Câbir Haberi


1- Ebu Davud / Kitabü't-Tahare 192
2- Sahih-i îbn Hibban 3/316 (1134) [37]

Açıklama


Her ne kadar İbnü'l-Cevzi ateşten pişen şeylerden dolayı abdast almanın gereği ile ilgili rivayetlerden ikisini aktarmışsa da, konuyla alakalı birkaç farklı rivayet daha vardır:
Müslim'in, sahihinde Zeyd b. Sabiften; "Abdest, ateşte pişen şeylerden dolayı icab eder." ve yine Aişe'den; "Ateşte pişen şeyleri yedikten sonra abdest alın" rivayetleri tesbit edilmiştir.
Ebu Davud ise, Ebu Hureyre ve Ümmü Habibe'den "Ateşte pişen şeylerden dolayı abdest alınmasının gerekliliği" üzerine nakillerde bulunmuştur.
Ateşte pişen şeylerden dolayı abdest almanın gerekmediği hususu ise Müslim'de İbn Abbas, Amr b. Ümeyye, Meymune ve Ebu Rafi'den nakledilmiştir. Meymune rivayeti şöyledir: RasulüUah, Meymune'nin yanında bir but yemiş, sonra namaz kılmış. Fakat abdest almamış.
Ebu Rafi rivayeti de şöyledir "Şehadet ederim ki, ben Rasulüllah'a koyunun ciğerini kızartırdım. Sonra namaz kılar, fakat abdest almazdı."                  
Hadislerin genel görüntüsü bu şekilde iken Ibnü'l-Cevzi bu konuda neshin olduğunu belirtmiştir. Gerçekten de muhaddisler arasında bu konu neshe örnek gösterilen meselelerdendir. Mesela İmam Müslim, sahihinde "Abdest almanın gerekme­diğini" ifade eden hadisleri topladığı babın başlığını "Ateşte, pişen şeyden dolayı abdest lazım gelmesinin neshi babı" şeklinde belirlemiştir. [38]

Meselenin Fıkhı Boyutu:


Mühelleb şöyle demektedir: Cahiliyede insanlar, temizliğe pek önem vermezlerdi. Bu sebeple insanlar, ateşte pişen şeyler­den dolayı abdest almakla emrolundular. paha sonra temizlik müslümanlar arasında yerleşince, kolaylık olsun diye bu konuda Şârf neshi uygun görmüştür.
İmam Nevevi de. şunları kaydetmiştir: Bu ihtilaf islamm ilk devirlerinde olmuş, daha sonra ise abdestin gerekmediği konusunda İCMÂ hasıl olmuştur.
İmam Malik şöyle demektedir: Rasulüllah'tan iki çeşit hadis gelirse ve de Ebu Bekir ile Ömer bunlardan biriyle ittifak edip amel ediyorsa, bize düşen bu ikisinin yaptığına uymaktır; doğru olan budur. (Ebu Bekir ve Ömer ise abdest almamaktadırlar. Bkz. Muvatta' / Kitabü't-Tahare)
Mekhul, ateşte pişen şeyden dolayı abdest alıyordu. Ata' b. Ebi Rebah ona, Cabir'in Ebu Bekir'den rivayetini (Muvatta' / Kitabü't-Tahare) haber verince abdest almayı terkett.
Hattâbî ise bu konuda, emir bildiren hadisleri " Vücub değil nedb ifade etmektedir." şekİinde yorumlayarak, abdest alma­ya gerek olmadığını ifade eden hadislerle cem' etmiştir.
Zerkânî, Muvatta' şerhinde (1/92) şöyle demektedir: Medi-neliler'in ateşte pişen şeylerden dolayı abdest almaması abdestin gerekliliği haberlerinin neshine en büyük delildir.
Ebu Hanife, Şafiî, Malik, Ahmed b. Hanbel, îshak b. Rahaveyh, Ebu Sevr ve cumhur-u tabiin "ateşte pişen şeylerden dolayı abdestin gerekmediği" görüşündedirler.
Fukaha, hadislerde sarahaten deve etinin zikredilmesi sebebiyle bu konuda farklı görüşler beyan etmişlerdir. Müslim'in Sahihi'nde yer alan rivayette: "Deve eti yedikten sonra abdest alayım m:?" diye soran bir kimseye Nebi (A.S), "Evet, deve eti yedikten sonra abdest al" buyurmuşlardır.
Yine Ebu Davud'un rivayet ettiği bir hadiste Rasulüllah: "Deve eti yemeden dolayı abdest alınız" buyurmuştur. Bu hadisi Müslim, Tirmizi, îbn Mace, Dârimî ve İmam Ahmed de rivayet etmiştir.
Bu babda rivayet edilen hadisleri gözönünde bulunduran îmam Ahmed, îshak b. Rahaveyh, îbnü'l Münzir, İbn.Huzeyme, Beyhakî ve Nevevî'nin mezhepleri, "deve eti yemekten dolayı abdest alınmasının gerekliliği" şeklindedir.
Ebu Hanife, Şafiî ve Malik ise abd este gerek olmadığını belirtmişlerdir. Bu durumu ise iki şekilde açıklarlar:
1-Câbir'in rivayet ettiği "Rasulüllah'ın bu konuda yaptığı son ameli, ateşte pişen bir şeyden dolayı abdest almamaktı." hadisi ile neshin varlığı.
2-Hattabrnin de tercih ettiği şu te'vil: "Hadiste geçen "VUDU" kelimesi abdeste değil  "EL YIKAMAYA"  işarettir. [39]

BEŞİNCİ  HADİS


Talk b. Ali rivayet etti: Adamın biri dedi ki: Ey Allah'ın Nebisi, bizden birisi zekerine değerse abdest "alıf mı? Rasu­lüllah da şöyle buyurdu: O, senden veya vücudundan bir parça değil mi?
Amr.b. Amr, Ebu Eyyub, Zeyd b. Halid El-Cüheni, Cabir, Ebu Hureyre, Aişe, Ümmü Habibe ve Büsra, Nebi (A.S)' nin şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: "Kim fercine dokunursa abdest alsın" . Bir başka rivayette: "Kim zekerine dokunursa abdest alsın" şeklindedir.
Bazıları ikinci haberin birinci haberi neshettiğini ileri sürmüşlerdir. Bunu da Talk b. Ali'nin, Rasulüllah'a gelip duru­mu sormasının, Mescid-i Nebevi'nin inşa edilişi sırasında olduğunu (yani hicretin ilk yılı); halbuki Ebu Hureyre'nin daha sonralan müslüman olduğunu ve bu sebeple ikinci haberin fıkhının, birinci haberin fıkhından sonra ortaya çıktığını belirterek izah etmişlerdir. Konuyu böyle açıklamak en uygun olanıdır. [40]

A-Talk b. Ali Haberi


1- Ebu Davud / Kitabü't-Tahare (182)
2- Sahih-'i İbn Hibban / Kitabü't-Tahare (1119)
3- Müsannef, tbn Ebi Şeybe 1/165
4-  İhtilafü'l-Hadis 8/495[41]

B- Abdestin Gerektiğine Dair Haber


1- Muvatta' (53) (Büsra'dan)  
2-  Îhtilafü'l-Hadis 9/495
3- Ebu Davud (181) (Büsra'dan)
4-Müsnedü'l-Humeydî<352)                 
5- İbn Huzeyme (32)
6-îbnHibban(1112)
7- Müsned-i Ahmed 6/406
8- İbn Mace 479 9-Musannefl/163
10-Tirmizî (83)                         
11-Nesaî 1/100-216[42]

C-İbn Hibban, Talk b. Ali'nin Rasulüllah'a gelmesini zikret­tikten , sonra, iki haber arasında şöyle bir değerlendirmede bulunur
Talk dedi ki: Rasulüllah ile Medine Mesddi'nin inşaasma katıldım. (Daha sonra o şöyle demişti): Rasulüllah şöyle buyurdu: (Talk'ı) usta yapın.Zira o, bu işi beceriyor.
Taberani'nin rivayet ettiği (8254) bir haberde yine Talk şöyle demiştir: "Nebi (A.S)' ye gitmiştim. Ashabı, Mescid'İn inşaasi-için çalışıyorlardı. Onların çalıştıklarını görünce, eli­me ustaca küreği şöyle bir çektim ve harcı kardım. Benim küre­ği böyle kullanmam onları şaşırtmıştı. Daha sonra çalışmaları na döndüler. Rasulüllah bunun üzerine dedi ki: Bu adam harçla ilgilensin. Zira harçtan en iyi anlayanınız her halde o:"
İbn Hibban der ki: Zikrettiğimiz (ilk hadisimiz) Talk b. Ali hadisi mensuh bir haberdir. Çünkü, Talk b. AH' nin Rasulüllah'a gelmesi, hicretin ilk yılında olmuştur. Bu, müslü-manların mescidi inşa ediyor olmalarından zaten anlaşılmak­tadır.  Ebu  Hureyre'nin  zekere  değince  abdest   almanın gerekliliği konusundaki rivayetine gelince; Ebu Hureyre, hicretin 7. yılında müslüman olmuştur. Bu da göstermektedir ki Ebu Hureyre haberi, Talk'm anlattığı olaydan 7 sene sonrası içindir.
İbn Hibban bundan sonra Talk b. Ali'nin, memleketi Yemen'e döndüğünü ve fakat bundan sonra bir daha Medine' ye gelip gelmediğinin bilinmediğini kaydeder. [43]

D- Büsra binti Safvan b. Nevfel El- Kureşi. Varaka b; Nevfel'-in erkek kardeşinin (Safvan) kızıdır. İlk hicret edenlerdendir. Rasulüllah'a bey'at eden kadınlardandır. (El İsabe 4/245)
Amr b. Amr Ebu'z-Zür'a: İbn Uyeyne ondan.hadis almıştır. Kendisine Amr b. Amir El Kufi de denilmiştir. [44]

Açıklama


(mess)kelimesi lugatta değmek, dokunmak, tutmak mana­larına gelir. Yukarıda, hadislerle ifade edilen 'mess' ise, ferce herhangi bir sebeple temas etmek veya bizzat .tutmaktır.
Konuyla ilgili rivayetlerin hadis mecmualarında nakli şöyledir:
İbn Mace; Büsre binti Safvan, Cabir b. Abdillah, Ümmü Habibe ve Ebu Eyyub' dan yaptığı rivayetlerde "kişinin, tena­sül uzvuna değmesiyle abdest almasının gereği" üzerinde durmuş ve daha sonra Talk b. Ali ve Ebu Ümame hadisleri ile "abdest konusunda ruhsatın da bulunduğu" nakledilmiştir.
Lafızların hemen hemen değişmediği rivayetlerde abdestin gerekliliği "kendi tenasül uzvuna eliyle dokunan kişi abdest alsın" haberleri ile sabit iken; ruhsat haberleri de "tenasül uzvunun, bedenden herhangi bir organ olduğu" şeklindeki ifadelerle nakledilmiştir.
Ebu Davud, Büsre binti Safvan'dan abdesün gerekliliğini; Muhammed bin Cabir' den İse "namazda dokunma" ilavesi ile ruhsatı nakletmiştir.
Hakim," Müstedrek'te Büsre rivayetleri üzerinde durmuş, pek çok tarikle bu haberleri nakletmiştir. Bunlara Ebu Hureyre'nin Rasulüllah'tan nalettiği "kim, fercine değerse abdest alsın." rivayetini ekleyip bu hadis sahihtir demiş ve buna, Yezid b. Abdilrîıelik'in onun da Said b. Ebi Said'den onun da Ebu Hureyre'den naklettiği meşhur hadisi şahid getirmiş­tir. Yine Müstedrek'te, Aişe rivayetine (kadın, fercine değdiği zaman kendisine abdest gerekir) yer verilmiştir, ki bu haber hakkında Zehebi, Telhis'te sahihtir demiştir.
İmam Malik Muvatta'  da,  farklı bir kaç rivayete yer vermiştir.
"Mus'ab b. Sa'd b. Ebi Vakkas şöyle demiştir: Sa'd b. Ebi Vakkas'a Kur'anı tutuyordum. Kaşınmaya başladım. Sa'd bana: Sen şimdi zekerine de değmişsindir, dedi. Ben de: Evet, dedim. Bunun üzerine o: Kalk abdest al, dedi. Abdest alıp . tekrar döndüm."
"Salim b. Abdillah, Abdullah b. Ömer'i guslettikten sonra abdest alırken görmüş ve şöyle demiştir: Ey babacığım, gusül yetmezmi ki bir de abdesfc alıyorsun? Abdullah: Evet öyle ama bazı kere zekerime değiyorum, sonra abdest alıyorum, demiş­tir."
"Bir seferde Abdullah b. Ömer güneş doğduktan sonra abdest alıp namaz kılmıştı. Salim şöyle demiştir: Bu, senin kıldığın bir namaz değildi? O da: Sabah namazı için abdest aldıktan sonra fercime değmiştim, sonra bunu unuttum. Yeniden abdest aldım ve namazımı iade ettim."
Zerkani, Muvatta' şerhinde son olarak şunları söylemiştir: "Bil ki, ferce dokunmaktan dolayı abdest almayı ifade eden hadisler mütevatirdir. Bunu, Malik Büsre'den; îbn Mace Cabir, ve Ümmü Habibe'den; Hakim Said, Ebu Hureyre ve Ümmü Seleme' den; Ahmed Zeyd b. Halid El-Cüheni ve îbn Amr'dan; Bezzar îbn Ömer ve Aişe'den; Beyhaki îbn Abbas ve Erva binti Üneys' ten nakletmiş ve îbn Mendeh Übeyy, Enes ve Numan'dan f yaptığı   nakilleri   sahih   olarak   nitelendirmiştir.   Nitekim Buhari de, Büsre hadisiiçin sahihtir demiştir." [45]

Meselenin Fıkhı Boyutu:


Ata', Zührî, İbnü'l-Müseyyeb, İshak, îmam Malik, İmam Şafiî ve îmam Ahmed, ferce değmekle (mess) abdestin gerek­tiğine hükmetmişlerdir. Delilleri, yukarıdaki hadislerdir.
Abdest almanın gerekliliği üzerinde duran fukaha, Talk hadisinin neshedildiğini ifade etmişlerdir.
Hanbeliler'e göre erkek veya kadının, şehvetli veya şehvetsiz olarak tenasül uzuvlarına dokunmaları abdestlerini bozar.  Ellerinin ayalarıyla veya tersiyle ya da kenarıyla temasın gerçekleşmesi, sonucu değiştirmez. Yalnız, tırnaklarla 'i değmek abdesti bozmaz. Dübürün hükmü de aynıdır.
Malİkîler'e göre, ergenlik çağında herhangi bir kişinin, arada bir engel olmadan (bila hail) tenasül uzvuna değmesi abdesti bozar. Elinin üstü, tırnakları veya kolu ile dokunursa abdesti bozulmaz.
Şâfiîler'e göre, "mess" kelimesinden hareketle, avucunun iç kısmıyla dokunma durumunda abdest bozulur. Zira dokunma veya tam olarak ancak böyle gerçekleşir. Bir başkasının tenasül uzvuna dokunmak da sonucu değiştirmez. Dübür de bu noktada aynı hükme tabidir.
Hanefiler/e göre; bedenin herhangi bir parçasına dokunmak nasıl abdesti bozmuyorsa, tenasül uzvu ile dübür de bu meselede aynı hükme tabidir. Tahavi'nin Hz.Ali' den rivayet ettiği
"Ben, burnuma mı yoksa kulağımamı veya tenasül organıma mı dokundum farketmez" ve yukarıda zikredilen haberler Hanefîler'in delillerindendir.
Tenasül organına dokunmakla abdestin bozulacağım söyle­yenler, kendi delillerini te'vil eden Hanefiler'e reddiyelerde bulunmuşlardır. Haneliler burada "mess" kelimesini, "dokunu­lan uzuvdan bir şeyin çıkması" ile yorumlamışlar, ve hadiste 'kinayenin' varlığına dikkat çekmişlerdir. Fakat gerçekten de bu yorum biraz zorlamadır. Ayrıca Hanefiler'e karşı en büyük delil, hadislerin Hanefiler'in delillerine nazaran daha kuvvetli olmasıdır. Zira İmam Suyuti, El-Ehadis El-Müteva-rite adlı eserinde, abdest almanın gerekliliğine dair haberleri, mütevatir hadisler cümlesinden değerlendirmiştir. [46]

ALTINCI HADİS


Ebu Said El-Hudri, Nebi (A.S)' nin şöyle dediğini rivayet emiştir: Su, sudan dolayıdır.
Bu hadis ile islamın ilk dönemlerinde amel ediliyordu. Sonra nesh edilmiştir.
Rafi b., Hüdeyc demiştir ki: Rasulüllah şöyle buyurdu: Su,  sudan dolayıdır.
Bundan sonra da şöyle demiştir: Sünnet yeri, sünnet yerine kavuşursa gusletmek gerekir. [47]

A- Ebu Said El-Hudri Haberi


1- Îhtilafü'l-Hadis 9/495
2-Müslim 1/269 (343)           
3- Musannef; îbn Ebi Şeybe 1/86
4- Ebu Davud / et-Tahare (217)
5- îbn Hibban 3/443 (1168)   [48]

B- Güdün Gerektiğine Dair Haber


1- Muvatta' (66-70) (Aişe ve îbn Ömer'den)
2-  Îhtilafü'l-Hadis 9/495
3- Musannef; îbn Ebi Şeybe 1/89 4-Buharı 1/133 (42)
5- Müslim / Kitabü't-Tahare 1/272 (349)
6- îbn Hibban 3/453 (1178)
7- Müsned-i Ahmed 6/110
8- îbn Mace (608)  
9-  Nesai (192)
10- Tirmizi (108) [49]

C- îbn Hibban, konuya ilişkin nakillerde bulunur; Übeyy b. Ka'b'dan: "Su, sudan dolayı gerekir ruhsatı, İslam'ın ilk dönemlerinde idi. Sonra bu ruhsat kaldırıldı," Sehl b. Sa'd'dan da benzeri bir rivayet vardır.
" Su, sudan dolayı gerekir" hadisinin neshine dair Aişe'den şöyle bir rivayet gelmiştir: Rasulüllah, Mekke'nin fethinden önce böyle amel ediyordu. Bundan sonra gusletmeye başladı ve insanlara da bunu emretti. [50]

D- Ebu Said El-Hudri; Sa'd b. Malik el-Ensari: Sahabenin Kur'an ve sünneti en iyi bilenlerindendir. Rıdvan bey'atında bulunmuştur, İlk katıldığı savaş Hendek olmuştur. Nebi (A.S) ile birlikte on iki gazvede bulunmuştur. Rabulüllah'tan pek çok sünnet öğrenip nakilde bulunmuştur. (Tezhib 10/264)
Rafı b. Hudeyc el-Ensari el-Harisi Ebu Abdullah el-Medinî: Uhud ve sonrasındaki tüm savaşlara katıldı. Hicretin 74. senesinin başında vefat etti. (Tehzib 9/22) [51]

Açıklama


Müslim, guslün ancak meninin gelmesiyle gerekeceğini bildiren rivayetlerden sonra, sahihayn ravilerinden Ebu'l-Ala'dan şunu nakletmiştir: Kur'an'ın bazı ayetleri birbirini nasıl neshederse, Rasulüllah'ın bazı hadisleri'de birbirini öyle neshederdi.
Bu rivayet göstermektedir ki Müslim, bu hadisin neshedü-diğini benimsemektedir. Ayrıca Müslim, bir bab sonra "suyun ancak sudan dolayı gerektiğini ifade eden hadislerin neshi" babından konuya nesh mantığıyla yaklaşmıştır.
Fakat, îbn Abbas'tan gelen rivayetlere göre, bu konuda nesh yoktur. Zira "suyun sudan dolayı gerektiği hadisleri" uyku halinde ihtilam ölüp da meni görmeyenlerle ilgilidir. Bu hüküm ise değişmemiştir.                   .
Şu kadar var ki İbn Abbas' tan gelen bu rivayet tartışıla­bilir. Zira Müslim'in Ebu Said el-Hudri'den naklettiği bir hadiste Itban, Rasulüllah'a şöyle sormuş: Ey Allah'ın Rasulü, ne emredersin; bir adam eşi ile cima halinde iken acele ettirilir de menisini indirmezse, ona ne gerekir? Allah Rasulü: Su, sudan dolayıdır buyurmuşlar. Buna göre İbni Abbas'ın bu hadisi, ihtilam ile ilişkilendirmesi söz götürür.
Müslim'in neshe ilişkin haberini Ebu Hureyre, Ebu Musa ve Aişe nakletmişerdir. Ebu Musa hadisi şöyledir:
"Erkek, kadının dört şubesi arasına oturur, sünnet yeri sünnet yerine temas ederse gusl vacib olur."
Aişe hadisi ise şöyledir:
Bir adam Rasulüllah'a 'zevcesi ile cima ^ip meni inzal etmeyen kimsenin hükmünü' sorup, gusl gerekir mi? dedi. Allah Rasulü: Aişe'yi göstererek, sununla ben bunu yapıyoruz, sonra yıkanıyoruz, buyurdu.
İbn Mace'nin rivayet ettiği bir hadiste Übeyy b. Ka'b şöyle demiştir: "O hüküm (yani gusül meniden dolayı gerekir hükmü) İslamiyetin ilk dönemlerine ait bir ruhsattı. Sonra gusletmekle emrolunduk." Aynı haberi Ebu Davud, Süneni'nde tahric etmiştir.
İmam Şafiî, İhtilafü'l-Hadis adlı eserinde 'su, sudan dola­yı gerekir' hadislerini zikrettikten sonra şöyle der: Su, sudan dolayı gerekir hadisi sabittir. Şu var ki, bize göre bu haber mensuhtur. Zira 'sünnet yerinin sünnet yerinde kaybolduğunda guslün gerektiğine dair haberler' açıkça bu hadisleri neshet-miştir.
Sindî ise Ebu Said haberinin mensuh olduğunun, cumhurun görüşü olduğunu, hatta müteahhirun ulemanın bu konuda icma ettiğini belirtmiştir.[52]

Meselenin Fıkhi Boyutu :


Bu meselede Şafiî, Malik, Ahmed ve Ebu Hanife nasih haberlerle amel etmişler ve sünnet yerinin sünnet yerine kavuş-masıyla inzal vuku' bulsun veya bulmasın guslün gerektiğini belirtmişlerdir.
İmam Nevevi'nin beyanına göre bu konuda ümmetin icmaı, guslün gerektiği yönde olmuştur. Şu kadar var ki söz konusu icma tabiin döneminden sonradır. Zira ashab ve tabiin arasın­da bu mesele tartışılmış ve farklı görüşler ileri sürülmüştür. [53]

YEDİNCİ  HADİS


Ebu Said El-Hudri, Nebi(A.S)'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Cuma günü gusletmek her ihtilam olana farzdır.
Bazıları  Rasulüllan'ın  şu  kavli, sebebiyle,   yukarıdaki haberin neshedildiğini iddia etmişlerdir: Her kim (cuma günü) ) abdest alırsa bu ona yeter ve güzel bir iş yapmış olur. Ama kim guslederse tabii ki gusl daha faziletlidir.
Birinci haber ikinciye göre daha sağlamdır. Hattâbî gibi kimileri birinci hadisi te'vile kalkışmışlar ve şöyle demiş­lerdir: "Farz olur(vacib) ifadesi, 'müstehap' manası taşımak­tadır." [54]

A- Ebu Said Haberi


1- Muvatta' (81)
2-  Er-Risale; İmam Şafiî 302-303
3- Buhari / Kitabü'1-Cuma (846)                 
4- Müslim / Kitabü'l'Cuma (846)
5- Mesnedü'l-Humeydî (736)
6- Ebu Davud / Kitabü't-Tahare (341)
7- Müsned-i Ahmed 2/120
8-Nesai3/106
9-Tirmizi (493) [55]

B- Ebu Said Hadisinin Neshine Dair Haber:


1-  Er-Risale 305
2-  İhtilafü'l-Hadis 9/516
3- Ebu Davud / Kitabü't-Tahare (354)
4- Müsned-i Ahmed 5/11
5-Nesai3/94            
6- îbn Huzeyme (1757) [56]

C- Hattâbî'nin ilgili açıklaması için bkz: Mealimü's-Sünen[57]

Açıklama


Buharı Sahihi'nde Abdullah b. Ömer'den "her biriniz cuma namazına geleceğinde gusletsin" ve Ebu Said El-Hudri'den "cuma günü gusletmek her baliğ olana vacibdir" hadislerini tahric etmesine rağmen, konuya ilişkin babın ismini 'Cuma günü gusletmenin fazileti' şeklinde koymuştur. Biz buradan Buhari'-nin "gusletsin" emrini vücuba değil, nedbe hamlettiğini anlı­yoruz.
Yine Buhari'nin Abdullah b. Ömer'den rivayetine göre: Ömer bir cuma günü minberde ayakta iken, ilk muhacirlerden bir zat mescide geldi. Ömer ona: 'bu hangi saattir' diye seslendi. O da 'meşguldüm' eve geldim, derken ezanı işittim, ancak abdest alıp gelebildim' dedi. Bunun üzerine Ömer: 'Sen bir de Rasulüllah'ın gusletmeyi emrettiğini bildiğin halde, sadece abdest aldın ha' dedi.
Müslim, Sahihi'nde Ebu Said rivayetine vucub ifadesi ile yer vermişken, sonraki Aişe haberlerinde konuya açıklık geti­recek nitelikte şu hadisi naklefrniştir: "Halk iş-güçle uğraşır­dı. Kendileriyle ilginecek kimse de yoktu." Bu yüzdeahoş kok­madıkları olurdu. Kendilerine 'cuma günü gusletseniz /yıkan-
sanız' denildi.
Ebu Davud, konuya geniş bir yer ayırmış ve pek çok tarikle bir çok hadis nakletmiş. Vücub ifade eden hadisleri naklet­tikten sonra, özel bir bab ayırmış ve adını "Cuma Günü Guslünü Terketme Ruhsatı" koymuştur. Bu bab altında Aişe, îkrime ve Semure b. Cündüb rivayetlerine yer vermiştir. Semure rivayeti şöyledir: Rasulüllah şöyle buyurdu: 'Kim cuma günü abdest alırsa bu yeterlidir ve güzel olanıdır. Ama kim de guslederse bu, daha faziletlidir.'
Zerkanî, Muvatta' şerhinde hadislerin zahirinin guslün, cuma gününe has olduğunu, fakat Malik, Şafiî ve Ebu Hanife'-nin mezhebinin 'guslün, namaz için olduğu; cuma günü için olmadığını beyan etmiştir.
İmam Şafiî, Er-Risale'de Ömer'in cuma hutbesinde bulun­duğu sırada meydana gelen olayla ilgili haberlere şu açıklamayı getirmiştir: Cuma günü guslatmeden mescide gelen zat, Osman b. Affan'dır. Ömer, Rasulüllah'ın bu konudaki çmrini bilmekteydi. Tabii Osman da bu hadisi biliyordu, ki Ömer sadece hatırlatmış oldu. Burada Osman'ın gusl almak için mescidi terketmeyişi ve Ömer'in de böyle bir emri vermemiş olması göstermektedir ki; Rasulüllah^ın cuma günü gusl almakla ilgili emri ihtiyaridir. Ne Osman ne de Ömer Hz. Peygamberin emrini dinlememe gibi bir yanlışa düşmediklerine göre, cuma günü gusletmek ihtiyari bir meseledir. Şu hadis bu konuyu açıklamaktadır: "Cuma günü abdest almak ne güzeldir. Gusül ise daha bir güzel."
İbn Hacer, İbn Dakiki'I-îyd'in şöyle dediğini nakleder: Çoğunluk, cuma guslünün mendub plduğuna hükmetmişlerdir. Vücub siğalarını da 'te'kid' şeklinde anlamışlardır. Fakat bu, çok zayıf bir yorumlamadır. İki haber çatıştığı zaman bakılır. Burada vücuba delalet edenler daha sarih ve kuvvetlidir. İbn Dakiki'l-îyd'e Şevkani ve tbn El-Cevzi de katılırlar. [58]

Meselenin Fıkhi Boyutu:


Hanefiler'den bazıları şöyle demiştir: "Kur'an, namaz kılacak kimselere abdest almalarını (elleri, yüzü ve ayakları yıkayıp başa meshetmeyi) farz kılmıştır. Cuma günü gusletme hadisi ise haber-i vahiddir. Kur'ana rağmen bir de hadisle guslün farz olduğunu söylemek, haber-i vahidle Kitap üzerine ziyade etmek demek olur; bu da caiz değildir" Tabi bu sözler tartışma götürür.
Aynî, vücub ve nedb ifadeli hadislerin arasım bulmuş ve "hadisteki emri nedbe hamlederiz ve hadislerin arasını bulmuş oluruz" demiştir.
Hanbeliler'e göre; îbn Kudame, Muğni'de şunları kaydet­miştir: "Cuma günü gusletmek, cumaya geleceklere müstehaptır ve bu konuda herhangi bir mezhep içi ihtilaf yoktur. Ancak İmam Ahmad'den bir rivayette vacib olduğu bildirilmiştir."
İbn Kudame devamla: "Guslü aldıktan sonra hades vaki olması gusle zarar vermez. Zira cuma günü gusül ile maksat temizlenmek ve pis kokuları gidermektir. Hadeste cünüplük gibi guslü iptal ettirecek bir özellik yoktur" demiştir.
İmam Ahmed şöyle demiştir: Cuma günü kadınlara gusül gerekmediği gibi; çocuklara, yolculara ve hastalara da gerek­mez. Ayrıca yine cumaya gitmeyecek olanlara gusül gerekmez..
Yine Hanbeliler'e ve cumhura göre, hadislerde belirtilen "illet" (pis koku ve temizleme) bir kişide bulunmuyorsa, bu kişiye cuma günü guslü müstehaptır. (EI-Muğni 2/98-100)
Şâfiîler'e göre cuma günü gusletmek vacib değil, mendubdur.
İmam Şafiî şöyle demiştir: Cuma günü gusletmek, saçı taramak, tırnaklan kesmek ve güzel koku sürünmek müstehaptır, hoştur. Zâhirîler'e göre cuma günü gusletmek farzdır. Bu gusül, namaz için değil, cuma günü içindir. Buna göre guslün cuma namazından sonra alınması da mümkündür. Ayrıca, ihramlı ve kadın için de cuma guslü gerekir. Suyu bulamayan teyemmüm eder. [59]

SEKİZİNCİ HADİS


Ebu Hureyre rivayet etmiştir: Nebi (A.S), ikindiden sonra güneş batmcaya kadar namaz kılmayı yasaklamıştır.
Aişe ise bir rivayette şöyle demiştir: Rasulüllah ikindiden sonra her yanıma geldiğinde mutlaka iki rek'at namaz kılmış­tır.
Birinci hadis müttefekun aleyh (Buhari ve Müslim riva­yeti) dir.
E'sram demiştir ki: Aişe hadisi bir hatadır. Zira yine Aİşe' nin kendisinden şöyle bir rivayet vardır: Rasulüllah, öğle namazından sonra iki rek'at namaz kılardı. Bir gün, bir grup onu meşgul edince o da ikindiden sonra (bu iki rek'atı) kıldı.
İbn Akil der ki: Rasulüllah için, kendisinde namaz kılmak yasak olan vakitlerde serbestlik sözkonusudur. Nitekim visal orucu, yani bir günün orucunu iftar etmeden ikinci günün orucuna bitiştirmek onun için caizdi. [60]

A- Ebu Hureyre haberi


1- Muvatta' 362
2- Er-Risale 316
3- Buhari / Kitabü't-Tahare 58-60
4-Müslim 825
5-EbuDavudl274[61]

B- Mü'minlerirt Annesi Aişe'nîn haberi


1- Er-Risale 322
2-  Îhtilafü'l-Hadis 9/504
3- Buhari7 Kitabü't-Tahare 67-68-69
4- Müslim 835
5- Ebu Davud 1279[62]

C- Aişe, Rasulüllah'm ikindiden sonra kıldığı iki rek'ahn b" meşguliyet veya unutma sebebiyle olduğunu zikretmiştir.
İmam Şafiî, konuyla ilgili olarak şunları kaydetmiştir: Madem ki Rasulüllah'tan "güneş batmadan önce ikindi nama­zının bir rek'atma yetişen kimse, ikindi namazına yetişmiştir" haberi var; Öyleyse bu vakitte nehyedilen namazlar farz olmayan* namazlardır. Bu sebeple diyebiliriz ki, vaktine yetiştiği bir farz namazı kılmaktan mükellefi nehyedecek bir durum sözkonusu değildir. (Er-Risale 323) [63]

Açıklama


Müslim'in Sahihi'nde, Rasulüllah'm ikindi namazından sonra herhangi bir namaz kıldığına dair bir haber yoktur. Müslim, "İçinde namaz kılmanın yasak edildiği vakitler" babında, konuyla ilgili bir çok rivayete yer vermiştir. Bu rivayetlerin hemen hepsi değişik lafızlarla aynı manaya işaret etmektedir. Bu haberlerden bazısı şöyle:
"Rasulüllah, ikindiden sonra, güneş batıncaya kadar ve...'e kadar namaz kılmayı yasakladı."
"Namaz kılmak için güneşin doğmasını veya batmasını kontrol etmeyin. Zira güneş, şeytanın iki boynuzu arasında doğar."
Ebu Basra şöyle demiştir: "Rasulüllah bize El-Muhammas denilen yerde ikindi namazını kıldırdı. Namazdan sonra şöyle buyurdu: 'Bu namaz sizden öncekilere arz olunmuştu. Fakat onlar bunun kıymetini bilemediler. Her kim bu namaza devam ederse, o kimseye iki kat ecir vardır, ikindi namazından sonra şahid doğuncaya kadar hiç bir namaz yoktur.' (Şahid yıldız­dır.)
Görüldüğü gibi rivayetler ikindi namazından sonra güneş batıncaya kadar herhangi bir namazın kılınamayacağında ortak görünüyor.
Ebu Davud, "İkindi Namazından Sonra Namaz" konu baş­lıklı babda, Aişe'nin ikindi namazından sonra iki rek'at namaz kıldığını ve Ümmü Seleme'den bu namazın ne demek olduğunu şöyle, aktarır: Ümmü Seleme şöyle demiştir: Rasulüllah şöyle buyurdu: Bana Abdülkays kabilesinden bazı kimseler müslü-man olmak için geldiler; öğle namazından sonra kılmakta olduğum iki rek'at nafileden beni engellediler, işte bu iki rek'at o iki rek'attır."
Burada dikkati çeken Aişe'nin bu namaza devam etmesi ve kendinden şu iki naklin bize aynı zamanda ulaşmış olmasıdır: Rasulüllah'ın ikindiden sonra iki rek'at namaz kılmadığı bir günü geçmemiştir" , "Rasulüllah ikindiden sonra manaz kılardı ve bizi ondan nehyederdi."
Şu da var ki Rasulüllah'ın ikindiden sonra namazdan nehy-etmesi ve kişinin bu namaza devam etmesine ilişkin haberin senedindeki Muhammad b. Amr'ın an'an yoluyla rivayetleri tenkid edilmiştir. Buna göre hadis zayıf kabul edilmiştir.
İmam Malik, tbn Şihab ez-Zühri'den şöyle bir rivayette bulunmuştur: Said b. Yezid, Ömer b. El-Hattab'ı ikindiden sonra namaz kıldı diye Münkedir'i hırpalarken görmüş. Abdürrezzak bu olayı naklettikten sonra şunu ilave eder: Ömer şöyle demiştir: 'Şayet sizden sonra bir kavmin gelip ikindiden sonra güneş batmaya kadarki vakti, namaz kılınamayacağı halde namaz vakti edinmelerinden korkmasaydım böyle davranmazdım."
îmam Şafiî, Er-Risale adlı eserinde, nehyin ve ruhsatın arasını güzel bir şekilde bulmuştur:
îmam Şafiî'nin ikindi namazından sonra namaz kılına­bileceğine dair rivayetleri şunlardır:
"Güneş doğmadan sabah namazının bir rek'atına yetişen sabah namazına; güneş batmadan ikindi namazının bir rek'a­tına yetişende ikindi namazına yetişmiştir." (Şeyhân)
Süfyan b. Uyeyne'den, Amr b. Dinar şöyle demiştir: Ata' b. Ebi Rebâh ve İbn Ömer'i sabahtan sonra tavaf ederken gördüm. Güneş doğmadan namazlarını eda ettiler. (Beyhakî)
Süfyan b. Uyeyne'den, Ebu Şube şöyle demiştir: Hasan ve Hüseyin'i ikindi namazından sonra hem tavaf ederken, hem de namaz kılarken gördüm. (Şeyhân)
İbn Müleyke şöyle demiştir: İbn Abbas, ikindi namazından sonra hem tavaf etti, hem de namaz kıldı. (Beyhakî)
îmam Şafiî, bu haberleri naklettikten sonra şu değerlendir­meyi yapmıştır: Bu vakitlerde namaz kılmaya ilişkin yasak­lama iki manaya ihtimal vermektedir. Birincisi; çok geniş anlamıyla ister farz ister nafile olsun bu vakitlerde namaz kılmak haramdır. İkincisi; bu hadislerde bütün namazlar değil, sadece bazıları kastedilmiş olabilir. Bildiğimiz kadarıyla namazlar, mahiyet olarak iki çeşittir: Birincisi; vacip namazlar: Hiç bir müslüman bu namazları vakit varken terkedemez. Eğer terkederse kaza etmesi gerekir. İkincisi; nafile nnamazlar: Bu namazlar terkedildiği zaman, kaza edilmesi gerekmez. Madem ki bu konudaki hadisler iki konuya ihtimal vermektedir, Öyleyse bu hadisleri amm (genel) değil; hass (ÖZEL) olarak yorumlayıp anlamak gerekir. [64]

Meselenin Fıkhi Boyutu:


Hanbelîler'e göre; sünnet olan bir namazın kazasını ikindi namazından sonra yapmak, sahih olan kavle göre caizdir. Zira Rasulüllah, öğle namazının iki rek'at sünnetini ikindiden sonra kaza etmiştir. İkindiden sonra namaz kılınamayacağına işaret eden hadisler, kılınabileceğine delalet edenlere göre daha hafiftir.
Hanbeliler, ikindiden sonra namaz için, Ömer'den rivayet olunan şu hadisi delil olarak alırlar: "İkindiden sonra, güneşin yukarıda olması hariç namaz kılmayınız." Bu hadis Aişe'ye ulaşınca 'Ömer yanılmış' demiştir.
Şâfiîler'e göre: Kaza, adanmış bir namaz, tilavet secdesi ve cenaze namazı gibi bir ibadeti ikindi namazından sonra kılmakta bir sakınca yoktur. Bu nakil El-Mecmu'da böyle kayıtlıdır. Fakat İmam Şafiî Er-Risaie'de şöyle demiştir: Söz konusu vakitlerde kılınması nehyedilen namazlar hiçbir şekilde gereklilik ifade etmeyen nafile namazlardır. Rasulül­lah, farz olan namazları yasaklamamıştır. Öyleyse bu namazların istenildiği vakitte kılınması caizdir.
Haneffler'e göre: El-Hidaye'de şunlar kayıtlıdır: Sabah namazından güneş doğuncaya kadar ve ikindi namazından sonra güneş batıncaya kadarki sürede nafile kılmak mekruhtur. Çünkü Rasulüllah'ın bundan nehyettiği rivayet olunmuştur.. Ama bu iki vakitte kaza namazı kılmakta, tilavet secdesi yapmakta ve cenaze namazı kılmakta bir sakınca yoktur. Çünkü ifade olunan kerahat, ikindi namazı iie ilgilidir, vakit ile değil. Öyleyse anlaşılmaktadır ki kerahet, farzlar için sözkonusu olmaktadır. Mesela; tilavet secdesi gibi şer'i bir gerekçeyle bu vakitte kerahet kalkarken, nezredilmiş bir namazda şahsın kendisinin sebep kılması sözkonusu olduğu için kerahet gündeme gelecektir.
Malikîler'e göre: Bâcî, Münteka'da şöyle demiştir: İmam Malik, ikindi namazından sonra güneş batıncaya kadarki sürede nafile namaz kılmaktan men etmiştir. Davud ise, güneş batıma yaklaşmadıkça namaz kılmakta bir sakınca görmedi­ğini söylemiştir. İmam Malik'in bu konudaki delili, Allah Rasulü'nün ikindiden sonra güneş batıncaya kadar namaz kılmaktan men etmesidir.    [65]      

DOKUZUNCU HADİS


Vail b. Hucr rivayet etmiştir ki: Nebi(A.S), rükuya vardığı zaman ellerini dizlerinin arasına yerleştirirdi.
Sa'd b. Ebi Vakkas demiştir ki: Biz bunu yapardık. (Yani ellerimizi dizlerimizin arasına yerleştirirdik.) Sonra, dizleri­mizin üzerine koymakla emroknduk.
Bu konu nesh ile ilgili haberlerde, neshin açıkça görüldüğü örneklerdendir. [66]

A- Vail b. Hucr haberi


1- Muvatta' 135
2- Buhari / Mevakitü's-Salat 178
3- Müslim 534-535 (Abdullah b. Mesud'dan)
4- Sünen-i Darekutni 1/399
5- Müsnedü'l-Humeydi 885 [67]

B- Sa'd b. Ebi Vakkas haberi


1- Buhari 179                                   
2- Müslim El-Mesacid 535[68]

C- Vail b. Hucr: Kavminin reisiydi. Rasulüllah'm elçiliğini yapmış ve kendisinden bir çok hadis nakletmiştir. Irak'a yerleşmiş ve Muaviye, Kufe'ye girdiğinde gidip ona bey'at etmiştir.
Sa'd b. Ebi Vakkas: Cennetle müjdelenen on sahabidendir. Allah yolunda ilk ok atan kimse olup, Rasulüllah'm muhafız­lığını yapmıştır. Ömer'den sonra şura heyetinde bulunan kimselerdendir. Ok atıcılığında ustaydı. İran ile yapılan savaşlarda komutanlık yapmıştır. Ali'nin hilafeti döneminde fitne sebebiyle evinde oturmuştur. Hicretin 55 veya 57. sene­sinde Medine'ye on mil uzaklıktaki Akik denilen yerde vefat etmiş ve Bâkî'ye defnedilmştir. [69]

Açıklama


Ebu Davud, Süneni'nde Sa'd b. Ebi Vakkas ve Abdullah b. Mesud rivayetlerine yer vermiştir. Buna göre:
"Mus'ab b. Sa'd'dan, demiştir ki: Babamın yanında namasa durdum Ellerimi (rükuda) dizlerimin arasına koydum. Beni bu şekilde namaz kılmaktan men etti. Ben bunu bir kez daha yapınca şöyle dedi: 'Böyle yapma.. Biz bunu yapardık, fakat sonra nehyolunduk ve- artık avuçlarımızı (rükuda) dizlerimizin üzerine koymakla emrolunduk."
"Abdullah b. Mesud'dan şöyle demiştir: Sizden birisi rükua vardığı zaman kollarını uylukları üzerine koysun ve avuçlarını birleştirip iki dizinin arasına yerleştirsin. Rasulüllah'm parmaklarının hareketini sanki görür gibiyim."
Rükuda iki elin parmaklarını birbirine geçirerek dizlerin arasına koymak dediğimiz tatbik'in mensuh olduğu konusunda cumhur görüşbirliğine varmıştır. Fakat İbn Mesud gibi Rasulüllah'm en yakınında bilinen bir zattan böyle bir rivayet nakledilmesi, tartışma konusu olmuştur. Ama dediğimiz g bi cumhur, bu uygulamanın neshine hükmetmiştir.
Müslim, "Rükuda elleri dizler üzerine koymanın müstehab oluşu ve tatbikin neshi" babında, Abdullah b. Mesud'dan tatbikin cevazını; Sa'd b. Ebi Vakkas'dan ise neshini rivayet etmiştir. İbn Mace ise Abdullah haberinden sonra Aişe hadi­sini nakletmiştir:
"Aişe'den, şöyle demiştir: Rasulülah rüku ettiğinde, elle­rini diz kapaklan üzerine koyardı. Pazularını da (yanlara) açardı."
Abdürrezzak'ın Musannef'inde tahric ettiği bir habere göre Alkame ve Esved şöyle demiştir: Biz, Abdullah b. Mesud iie namaz kıldık. Rükuda ellerini birbirine kapayarak dizlerinin arasına koydu. Daha sonra Ömer ile namaz kıldık ve ellerimizi birbirine kapayarak dizlerimizin arasına koyduk. Ömer, namazdan çıkınca şöyle dedi: 'Bu, daha önce bizim yaptığımız bir şeydi; sonra terk olundu.' Fakat Ömer, namazı tekrar kılmamızı emretmedi.
Kastallani, Buhari şehrinde, Mesruk'un Aişe'den naklettiği şu haberi aktarır: Mesruk, Aişe'ye tatbik meselesini sormuş. Aişe, bu uygulamayı Yahudiler'e ait olduğu için, Rasulüllah'ın yasakladığını belirtmiş.
Son olarak, cumhurun da belirttiği gibi, tatbik uygulama­sının neshi açıkça görülmektedir. 'Abdullah b. Mesud gibi Rasulüllah'a çok yakınlığı ile bilinen bir sahabi, neshedilmiş bir uygulamayı devam ettiremez' mantığıyla Sa'd, Ömer ve Aişe haberlerini te'vil etmek doğru olmayacaktır.[70]

Meselenin Fıkhi Boyutu:


Bu meselede Ebu Hanife, Şafiî, Malik ve Ahmed rükuda iken elleri, diz kapaklarının üzerinde onları tutar gibi koymanın ve parmaklann arasını açanın sünnet olduğunu ifade etmişlerdir. İmam Nevevi'ye göre tatbik, tslam'm ilk yılların­da yapılıyordu; daha sonra neshedildi. Ulemanın çoğunluğuna göre elleri dizlerin arasına koymak (tatbik) mekruhtur. [71]

ONUNCU   HADİS


îbn Mesud'dan rivayet edilmiştir: Kendisi, Rasulüllah'a namazda iken selam verdi; O da selamı aldı.
Bir başka hadiste ise şöyle denmiştir: Biz, Habeşistan'a hicret etmeden önce Mekke'de iken Rasulüllah'a selam verir­dik. (Yani namazda iken) Döndüğümüz zaman ise selamımızı almadı ve şöyle dedi: Şüphesiz ki Allah, kuluna dilediğini emreder. îşte Allah kuluna namazda iken konuşmamasını emretmiştir.
İkinci haber, bu konuda neshe açıkça işaret etmektedir. [72]

A- İbn Mesud haberi


1-  Îhtilaiü'l-Hadis 9/539
2- Buhari (221)
3- Müslim (538)
4- EbuDavud243                             
5- Muvatta'252[73]

B- Kaynaklar bu rivayeti haber-i vahid olarak kabul ederler. Bununla beraber sağlam kabul edilmiştir. [74]

C- İmam Şafiî, Rasulüllah'ın unutup da ikinci rekatta selam verdiği Zül-Yedeyn haberi konusunda şunları ifade etmişitir: Biz bu hadisi kabul ediyoruz ve diyoruz ki: Nihâi hüküm olarak, kişinin namazda konuşması doğru değildir. Zira o, namazdadır. Eğer böyle birşey yaparsa namazı bozulur, nama­zım iade etmesi gerekir. Delili, İbn Mesud'un Nebi(A.S)'den aktardığı rivayettir. Ayrıca bu konuda şu söylediklerime muhalif, ilim ehlinden bir kimseyle de karşılaşmadım. İmam Şafiî devamla şunları söyler: Her iki namazı bitirdiğini zannederek veya unutarak namaz içinde konuşursa, namazına devam eder (bitirir) ve sehv secdesi yapar. Zül-Yedeyn hadisesi buna işaret etmektedir. Her kim namazın dışında olduğunu zannederek konuşursa (ki namazın dışında konuşmak mubahtır) bu durum, İbn Mesud rivayetine yani namazda konuşulmaması gerektiği emrine ters düşmez. Böylece İbn Mesud ve Zül-Yedeyn haberlerinin arası bulunmuş olur. [75]

Açıklama


Müslim'in Muaviye'den rivayetine göre Allah Rasulü şöyle buyurmuştur: "Şu namaz var ya, onda insan sözünden hiçbir şey konuşmak caiz değildir. O, ancak teşbih, tekbir ve Kur'an okumaktan ibarettir." Allah Rasulü bunu, Muaviye'nin namaz­da iken aksıran birine 'yerhamukellah' demesi üzerine söyle­miştir.
Yine Müslim'in Zeyd b. Erkam'dan naklettiğine göre Zeyd şöyle demiş: Biz önceleri namazda iken konuşurduk; bir kimse yanıbaşmdaki adam ile bir güzel sohbet ederdi. Sonunda "gönülden boyun eğerek, Allah için namaza durun" (Bakara-238) ayeti indi. Biz de namazda susmakla böylece emrolunduk ve konuşmaktan nehyedildik. Bu habere göre konuşmayı nesneden, ayettir.
tbn Mace'nin Abdullah b. Ömer'den naklettiğine göre o, şöyle demiştir: "Rasulüllah, Küba Mescidi'ne gittiğinde namaz kılarken ensardan bazıları gelip ona selam vermişler. Rasulül­lah ile orada bulunmuş olan Suheyb'e: Rasulüllah selamı nasıl aldı? dedim. O da şöyle dedi: Eliyle işaret ediyordu.
îbn Mace'nin Abdullah b. Mesud'dan-rivayetine göre o, şöyle demiş: "Biz namazda bulunanlara selam verirdik. Daha sonra bize "şüphesiz ki namazda meşguliyet vardır" denildi.
Ebu Davud'un Ebu Hureyre rivayeti ise şöyledir: Rasulüllah şöyle buyurdu: "Namazda noksanlık yapmak ve selam vermek yoktur."
Beyhakî'nin Süneni'nde Ebu Hureyre'den rivayet ettiği bir haberde Ebu Hureyre şöyle demiş: Rasulüllah bize ikindi namazını kıldırdı. Ancak, ikinci rekatta selam verdi. Zül-Yedeyn ayağa kalktı ve şöyle dedi: Ey Allah'ın Rasulü, namaz mı kısaldı, yoksa unuttun mu? Rasulüllah diğerlerine dönerek: Zül-Yedeyn doğru mu söylüyor, dedi. Onlar da: Evet, dediler. Rasulüllah bunun üzerine namazın geri kalan kısmını tamam­ladı ve selam verdikten sonra sehv secdesi yaptı.
İmam Şafiî, bu hadis hakkında şöyle demiştir: Bu hadisi böylece alırız, kabul ederiz. Hiçbir kimse namazda iken konuşamaz. Zira o Allah'ı zikirdedir. Eğer konuşursa namazı bozulur. Tekrar baştan kılması gerekir. Delilimiz ise İbn Mesud haberidir. Hem ben ehl-i ilimden şu söylediklerime ters bir söz de işitmedim.
Hadislerin geneline göre selam verip almak, aksırınca 'elhamdülillah' demek vb. ifadeler konuşma hükmündedir ve namazdan değildir. [76]

Meselenin Fıkhi Boyutu:


Şâfiîler'e göre; İmam Nevevi, Ravzatü't-Talibin adlı ese­rinde, namazda konuşmayı iki meselede incelemiştir. Özetle:
Birincisi; özürsüz konuşmak: Eğer ağzından bir harf çıkmış ve bu harf bir mana ifade etmiyorsa, bozulmaz.Harf in bir manası varsa bozulur. İki veya daha fazla harf ise essahh olan kavle göre bozar. Konuşmaya benzer bir sesi (iniltiyi), ağzını açmadan çıkarmişsa bir şey gerekmez:
İkincisi; mazeretli konuşmak: Kasıtsız veya gülmenin önüne geçememek gibi durumlarda veya unutarak konuşmak veya konuşmanın namazı bozduğunu bilmeden konuşmak az olmuş ise bozmaz; ileri gidilip çoğaltılmış ise bozulur. Namazın masla­hatı gereği olsa bile "otur" , "dur" gibi ifadeler de namazı bozar. Yine namazda cehennem korkusuyla "ah" çekmek de essahh olan kavle göre namazı bozar.
Zahirîler'e göre; İbn Hazm, Muhalla'da şu esaslar üzerinde durmuştur: Bir kimse namazda unutarak konuşsa, namazı tam­dır. Bu konuşması az veya çok olsun farketmez. Fakat sadece sehv secdesi yapar. Cahil de aynen unutanın hükmüne tabidir.
İbn Hazm, Ebu Hanîfe'nin "namazda bilerek veya unutarak konuşmak eşittir. Her ikisi de namazı bozar" , "namazda bilerek selam almak namazı bozar; unutarak almak bozmaz" görüşlerini tutarsızlık olarak nitelemiştir.
İbn Hazm bu konudaki görüşünü "içinizden kastederek yaptıklarınız bir yana, yanılmalarınızda size bir sorumluluk yoktur." (33/5) ayetine dayandırmıştır. Son olarak o, meseleyi şöyle noktalar: Kendileriyle münakaşa ettiğimiz hiçbir kimsenin, bizim "kişi namazda kasten 'es-selamü aleyke ey fülan' derse namazı bozulur" görüşümüze itiraz etmeye hakkı yoktur. Başarı Allah'tandır.
Hanbelîler'e göre; El-Muğnî'de şunlar kayıtlıdır: Namazın bittiğini zannedip de konuşan kişinin namazının hükmü hak­kında üç görüş vardır:
Birincisi; reyciierin çoğunluğunun ve nehy hadislerinin genel görüntüsü olarak bu kişinin namazı bozulmuştur.
İkincisi; Zül-Yedeyn hadisinin de ifade ettiği üzere bu kişinin namazı bozulmaz.
Üçüncüsü; sadece imamın namazı bozulmaz. Zira Rasulüllah imam iken konuşmuş ve daha sonra namazını tamamlamıştır. (Fakat bu görüş tartışılmıştır. Zira o sırada ashab da konuş­muştur.)
Eğer konuşan kişiden tek bir harf çıkmışsa, namazı bozul­maz. İki harften fazlası namazı bozar. İbn El-Münzir şöyle demiştir: Gülmenin namazı bozduğuna dair icma hasıl olmuş­tur. İlim ehlinin çoğu tebessümün namazı bozmadığını ifade etmişlerdir. Delilleri ise Cabir'in Allah Rasulü'nden şu rivayetidir: "Kahkaha namazı bozar, abdeste<zarar vermez". Bunu, Darekutni rivayet etmiştir.
Namazda iken bir başkasını uyan niteliğinde meşru sözler hakkında farklı görüşler olsa da, bize göre; imama unuttuğu yerde hatırlatmak, namazda olduğunu ifade etmek için teşbih etmek, birşeyden veya birisinden korktuğu için teşbih etmek gibi durumlar namaza zarar vermez.
Namazın dışında bir sebeple, aksırana 'yerhamükellah' demek hayret veren bir şey gördüğünde 'sübhanallah' demek İmam Ahmed'e göre namaza ;:arar vermez.
Namazdaki bir kimseye selam verilirse, işaretle almasın­da bir sakınca yoktur.
Hanefiler'e göre; El-Hidaye'de verilen bilgiler şunlardır: Namazda kasden veya unutarak konuşan kimsenin namazı bani olur. Unutarak selam vermek ise böyle değildir. Çünkü o, zikirlerdendir. Selam, unutma halinde zikre; kasıt halinde konuşmaya hamlonulur. Zira, selamda muhatap zamirleri vardır. Bu kişi namazda inlese veya 'oh' dese veya ağlasa ve ağlama sesini yükseltse ve eğer bu cennet veya cehennemin hatırlanmasından ileri gelmiş ise namaza bir zarar vermez. Eğer bir ağrıdan veya musibetten ise namazı bozulur. [77]

ONBİRİNCİ  HADİS


Ebu Said, Nebi (A.S)'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Cenazeyi gördüğünüz zaman onun için ayağa kalkınız.
Ali b. Ebj Talip şöyle demiştir: Rasülüllah, bir kere hariç fasla ayağa kalkmadı. Ne zaman ki bundan nehyedildi (o kalkışı) son oldu." Bir başka ifadede: "Rasulüllah'ı görmüş­tüm; ayağa kalktı, biz-de kalktık. Oturdu, biz de oturduk:
Bu haber, ayağa kalkmanın neshedildiğine delildir.
İbn Akil şöyle demiştir: Bu iki hadisin arasını bulmak mümkündür: Şöyle ki; cenaze için ayağa kalkmak müstehap, oturmak ise caizdir. Burada neshten bahsetmek doğru değildir. [78]

A- Ebu Said haberi


1-  İhtilafü'l-Hadis 9/535
2- Buhari / El-Cenaiz 67
3- Müslim El-Cenaiz 959                            
4- Müsned El-Humeydi 142
5- Ebu Davud / El-Cenaiz 3173 [79]

B- Ali b. Ebi Talib haberi


1- Îhtilafü'l-Hadis 9/535
2- Buhari / El-Cenaiz 68
3- Müslim / El-Cenaiz 692
4- Ebu Davud / El-Cenaiz 3175
5- İbn Ebi Şeybe, Musannef 3/359[80]

Açıklama


Ebu Davud, cenaze görüldüğü vakit ayağa kalkmakla ilgili üç ayrı rivayette bulunur, bunlar:
Amr b. Rabia'dan, Rasülüllah şöyle buyurdu: Bir cenaze gördüğünüz vakit ayağa kalkın. Sizi geçip gidinceye kadar veya yere konuncaya kadar öylece durun.
Ebu Said El-Hudri'don, Rasülüllah şöyle buyvrdu: Bir cenazenin ardından gittiğiniz zaman, cenaze yere konuncaya kadar oturmayın.
Cabir b. Abdillah'tan, Rasulüllah şöyle buyurdu: Ölüm korkunç bir hadisedir. Bir cenaze gördüğünüz zaman'hemen ayağa kalkın.
Yine Ebu Davud, Ali b. Ebi Talib ve Ubade b. Es-Samit tariki ile:
"Peygamber Önceleri cenazeler için ayağa kalkmıştı. Daha sonraları oturdu."
"Siz cenazelere oturun. Yahudiler'e muhalefet edin" hadis­lerini tahric etmiştir.
Ebu Davud'un rivayetlerinde neshi açıkça görmek müm­kündür.
İbn El-Kayyim şöyle demiştir: RasuİülIah'ın ayağa kalk­ması, rnüstehab olduğunu; kalkmaması da caizliğini göstermek içindir. Bu görüş nesh iddiasından daha iyidir.
Müslim, "Cenaze İçin Ayağa Kalkma" babında Amir ve Cabir rivayetlerini nakletmiştir. Daha sonra "cenaze İçin ayağa kalkmanın neshi" babında Ali b. Ebi Talib hadisini tahric ederek neshe hükmetmiştir.
îbn Hibban, Sahihi'nde "Rasulüllah ilk zamanlar bize, cenazeler için ayağa kalkmamızı emretmiştir. Daha sonra cenaze geçerken oturdu ve yanında bulunanlara oturmalarını emretti." hadisini rivayet etmiştir.
İbn Mace de, konuyu nesh ilişkisi içerisinde nakletmiştir."
Allah Rasulü'nün son uygulama olarak oturduğu ve otur­mayı emrettiği sabittir. Ayrıca, Yahudiler'e muhalefet de hadislerle nakledilmiştir. Öyleyse, bölümün başında Musannif İbn El-Cevzi'nin de tercih ettiği gibi "ayağa kalkma" haber­leri mensuhtur. İbn Akil'in, hadislerin arasını bulmaya yönelik 'cenaze için ayağa kalkmak müstehab, oturmak ise caizdir' sözlerini kabul etmek mümkün görünmemektedir. RasuİülIah'ın oturma eylemine muhalefetle nedbi gündeme getirmek, mantıklı bir çözüm değildir. [81]

Meselenin Fıkhi Boyutu:


Şâfiîler'e göre; El-Mecmu'da şunlar kayıtlıdır:
Şafiî uleması bu konuda ihtilaf etmiştir;
1- İmam Şafiî ve mezhebin çoğunluğuna göre ayağa kalkma haberleri mensuhtur. Hiç bir kimse (gerek cenazeye rastlamış, gerekse cenaze ile bulunuyor olsun) ayağa kalkması için zorlanamaz.
2- Bir grup; kişi, kalkmak ile oturmak arasında muhay­yerdir, demiştir.
3- Bazıları da, cenaze ile yürümedikçe ayakta durmak mekruhtur, demiştir.
İmam Şafiî, İhtilafü'l-Hadis'te şöyle der: Buna göre en iyisi oturmaktır. Zira, RasuİülIah'ın en son yaptığı budur.
Malikîler'e göre; Bâcî Münteka'da şu ifadelere yer vermiş­tir: "Bu konuda mezhep içi ihtilaf vardır. Malik ve bazıları 'oturma    hadisleri,    kalkma    hadislerini    neshetmiştir' demişlerdir. Böylece onlar kalkmayı tercih etmişlerdir. İbn EI-Macişûn bu konuda genişliğin olduğunu, ayağa kalkmanın neshedilmeyip hükmünün kalıcı olduğunu, ve ayağa kalkmak­ta ecir bulunduğunu rivayet eder. İmam Malik ise hadiste geçen 'daha sonra oturmuştur' ifadesine uymanın daha doğru olacağını belirtmiştir.
İmam Nevevî ve İbn Hazm, oturmaya dair Rasulüllah'ın bizzat emrinin nakledilmediğini, bu sebeple 'oturma' hadis­lerinin kalkma hadislerini neshedemeyeceğini ve son olarak ayağa kalkmanın müstehab olduğunu belirtmişlerdir.
Hanefiler'e göre; Ebu Hanife'ye göre, cenaze için ayağa kalkılrnası hükmü nesholunmuştur:
Bedaiü's-Sanafde şöyle denmiştir: Rasulüllah oturmuş ve ashabına "bunlara muhalefet edin" diyerek oturmalarını emretmiştir. Bu sebeple ayağa kalkmak mekruh görülmüştür. Bunun muktezası kerahat-i tahrimiyyedir. [82]

ONIKINCI  HADİS


Ebu Hureyre rivayet etmiş ve demiştir ki: Rasulüllah şöyle buyurdu: "Her kim cünüp olarak sabahlarsa oruç tutamaz."
Bu haber Aişe'ye ulaşınca dedi ki: Rasulüllah cünüp olarak sabahlar, kalkar ve guslederdi. Sonra vücudu ıslak olarak çıkardı. O günün orucunu da tutardı.
Şeyh Ebu'l-Ferec der ki: Ebu Hureyre hadisini iki yönden ele alıp değerlendirebiliriz:
Birincisi; bu durumun, İslam'ın ilk dönemi için sözkonusu olduğunu, sonra neshedildiğini söyleyebiliriz. Bunu, Aişe'den zikrettiğimiz haber doğrultusunda söylemek mümkündür.
îkincisi; Ebu Hureyre haberinin, güneş doğduktan sonra cinsel ilişkiye giren kimseye işaret ettiğini söyleyebiliriz. Güneşin doğmasıyla, oruçla mükellef olan kişinin bu davranışı elbette oruca engeldir. [83]

A- Ebu Hureyre Haberi


1- Muvatta' 236   
2-  Îhtilafü'l-Hadis 9/258
3- Buhari / Es-Savm 34
4- Müslim / Es-Sıyam 1109
5- Müsnedü'l-Humeydi 1018
6-İbnEbiŞeybe3/81[84]

B- Aişe Haberi


1- Muvatta' 239-240
2-  İhtilafü'l-Hadis 9/529
3- Buhari / Es-Savm 68
4- Müslim / Es-Sıyam 1109
5- Ebu Davud / Es-Sıyam 2388-2389[85]

Açıklama


Ebu Hureyre, bu rivayetiyle bazıları tarafından tedlis ithamına uğramıştır. Ebu Hureyre, bize ulaşan rivayetlerinde "her kim cünüp olarak sabahlarsa oruç tutamaz" haberini 'KALE RASULÜLLAH' (Allah Rasulü dedi ki) 'lafzı ile nakletmiştir. Halbuki Buhari ve Müslim'in rivayetinde Ebu Hureryre'nin bu hadisi Rasulüllah'tan almayıp, Fadl b. Abbas'tan işittiği açıktır. Bunu, kendisi de sonra belirtmiştir. Ama rivayetler, bu konuda Ebû Hureyre'nin ancak sıkıştırıl­dıktan sonra hadisi, o sıralar ölmüş bulunan Fadl b. Abbas'tan işittiğini söylediğini göstermektedir. Tabii bu da Ebu Hureyre'-yi zor duruma düşürmüş ve hakkında ileri geri konuşulmasına neden olmuştur.
Ebu Bekir b. Abdirrahman nalediyor: "Ebu Hureyre'yi birşeyler anlatırken dinliyordum, şunları söyledi: "BÎR KtMSE CÜNÜP OLARAK SABAHLARSA ORUÇ TUTMASIN" ben bunu babam Abdurrahman b. Haris'e anlattım. Babam yanlış oldu­ğunu söyledi. Daha sonra babamla Aişe ve Ümmü Seleme'nin yanına gittik ve babam bu meseleyi onlara sordu; ikisi de: "Peygamber, bazen ihtilamdan başka bir sebeple cünüp olarak sabahlar, sonra oruç tutardı." dediler. Oradan Mervan'a geçtik, babam meseleyi ona da anlattı. Mervan:" Ebu Hurey-re'ye giderek söylediklerinim kendisine ulaştırmanı emredi­yorum." dedi. Bunun üzerine Ebu Hureyre'ye geldik. Ebu Hureyre "Bunları sana onlar mı söyledi?" diye sordu. Babam:
"Evet" dedi. Ebu Hureyre: "Onlar bunu daha iyi bilirler" dedi. Daha sonra Ebu Hureyre, bu konuda söylediklerini Fadl b. Abbas'tan işittiğini söyledi. Artık: "Ben bunu, Fadl'dan işittim; Rasulüllah'tan duymadım" demeye başladı. Böylece Ebu Hureyre bu konuda söylediklerinden dönmüş oldu. (Bu hadisi Müslim tahric etmiştir.)
îbn Huzeyme şöyle demektedir: Bazıları, Ebu Hureyre'nin bu hadisi nakletmekle yanlış yaptığını, daha sonra ise yanlışından döndüğünü zannetmişlerdir. Halbuki burada yanlış yoktur. Zira orucun farz kılındığı jik dönemlerde müslümanlar, uyuduktan sonra geceleyin yemekten içmekten ve cinsel ilişkilerden menedümişlerdi. Fadl b. Abbas'm haberi, bu döneme ait olmalı. Zira Allah Teala, daha sonra yukarıda sayılan yasakları mubah kılmıştır. Aişe ve Ümmü Seleme hadisleri açıkça buna delalet etmektedir ve hükmen nasihtirler. Böylece Ebu Hureyre (dolayısıyla Fadl) rivayeti mensuh olmuştur; fakat Facü'in ve Ebu Hureyre'nin bu nesihten haberleri yoktur. İlk hükümle amele devam etmektedirler.
Ebu Hureyre ile ilgili kısa bir bilgiden sonra şimdi hadis ' mecmualarının kolluyla ilgili haberlerine geçelim:
Müslim, Aişe'den şu rivayete yer vermiştir: "Rasulüllah'a, danışmak üzere bir adam gelmiş. Aişe, konuşulanlara kulak vermiş. Gelen adam: 'Ey Allah'ın Rasulü, ben bazen cünüp iken namaz vakti geliyor, o gün oruç tutayım mı?' diye sormuş. Allah Rasulü: "Ben cünüp iken de namaz vakti geliyor Ama ben orucumu tutuyorum cevabını vermiş.
Ebu Davud, bir inceliğe işaret etmiştir. Süneni'nde şöyle demiştir: "Ramazanda cünüp olarak sabahlardı" sözünü söyleyen ne kadar az. Hadis aslında "Rasulüllah, oruçlu halde cünüp olarak sabahlardı" şeklindedir. [86]

Meselenin Fıkhi Boyutu:


HanbelHer'e göre; îbn Kudame El-Muğni'de konuyu şöyle izah etmiştir: Geceyi herhangi bir sebeple cünüp geçirip, sabaha ulaşan kimse orucunu tutar. Zira cünüplük, oruca engel değildir.
İbn Kudame'nin nakline göre Urve ve Tâvûs şöyle demiştir: Eğer kişi ramazanda cünüp olduğunu bildiği halde gusletmeyip sabaha ulaşırsa oruç tutamaz. Ama eğer bilmiyorsa o, oruçlu kabul edilir. îbn Kudame şunları ekler: Bunların delili, Ebu Hureyre'nin daha sonra vazgeçtiği hadistir.
Malikîler'e göre; Bâcî şöyle der: Hiç bir hades, orucun sıhhatini engellemez. Bu noktada gece vaki olan cünüplük, gerek bilerek meydana gelmiş olsun gerekse bilmeyerek (ihti-lam) olsun farketmez.
Hanefiler'e göre; cünüp olarak sabahlamakta orucun sıhha­tine zarar verecek bir sakınca yoktur. Bu, farz / vacip oruçlarda böyle olduğu gibi nafile oruçlarda da aynıdır.
Hasan Basri ve İbrahim Nehai'den, farz oruca niyet edilmeyip, nafile orucun tutulabileceği nakledilmiştir.
İbn Hazm'a göre cünüp olarak sabahlamakta bir beis yoktur. Ancak, güneş doğmadan önce guslün alınması gerekir.
İmam Şafiî, İhtilafü'l-Hadis'te değerlendirmesini şöyle yapmıştır. Biz, Ebu Hureyre'nin adamın birinden yaptığı rivayeti kenara koyarak Aişe ve Ümmü Seleme hadislerini aldı. Zira onlar Allah Rasulü'nün eşleridir ve onlar bu konuyu L bu adamdan daha iyi bilirler. Bu adam olsa olsa bu meseleyi
ya işitmiştir ya da haberini almıştır. Şu da var ki Aişe, hıfz F itibariyle bu adamdan daha iyi; Ümmü Seleme ise "hafıza" (aldığını koruyabilenedir. Ayrıca iki kişinin rivayetini, tek bir kişinin rivayetine tercih etmek de en uygun olanı yapmak olacaktır. Son olarak Aişe ve Ümmü Seleme rivayetleri genel olarak şeriatın ruhuna uygun olup akla yatkın ve sünnet gerçeğine en yakın bilgilerdir. [87]

ONÜÇÜNCÜ   HADİS


Ali b. Ebi Talİb, Sa'd b. Ebi Vakkas, Ebu Zeyd el-Ensari, Şeddad b. Evs, Rasulüllah'ın azatlısı Sevban, Ebu Said, Ebu Hureyre ve Aişe, Nebi(A.S)'nin şöyle buyurduğunu rivayet etmişlerdir: "Kan alanın da, kan aldıranın da orucu bozul­muştur."
Ebu Said, Nebi (A.S)'nin şöyle buyurduğunu rivayet etmiş­tir: Üç şey oruçlunun orucunu bozmaz; kusmak, ihtilam olmak, kan aldırmak.
Enes şöyle demiştir: Rasulüllah, Cafer b. Ebi Talib'e uğradı. Cafer oruçlu olduğu halde kan aldırıyordu. Bunun üzerine Rasulüllah şöyle dedi: "Bu ikisinin (kan aldıran ve alan) orucu bozuldu. "Daha sonra Rasulüllah kan aldırma konusunda oruçluya izin verdi.
ilk hadis, diğer ikisine göre daha sağlamdır. Abdurrahman b. Zeyd b. Eslem'in rivayet ettiği Ebu Said hadisi ittifakla zayıftır. Halİd b. Muhalled'in rivayet ettiği Enes hadisi ise sahih olsa bile neshe uğradığı apaçıktır. Şu da var ki Ahmed b. Hanbel, ravi Halid'i eleştirmiş ve kendisinden hadis alınmadığım belirtmiştir. [88]

A- Kan Alan Ve Aldıranın Orucunun Bozulduğuna Dair Haber


1- Muvatta' 242 (31)
2-  İhtilafü'l-Hadis 9/530
3- Buhari / Savm (44) 4-İbn Huzeyme (1964)
5- Müsned-i Ahmed 3/465
6-Ebu Davud (2371)
7-İbh Ebi Şeybe 3/50 ,
8- Tirmizi 774    [89]                                

B- Ebu Said Haberi


1-Buhari /Kitabü's-Savm 3/74
2- Ebu Davud / Kitabü's-Savm 2367
3- İbn Huzeyme 1067[90]

C- Cafer B. Ebi Talib'in Hacamatı Haberi


1- Ebu Davud (Burada Cafer'in ismi zikredilmemektedir. ), [91]

D- Oruçluya Kan Aldırma Ruhsah-Haberî


1-Muvatta'242
2-Ebu Davud 2372[92]

Açıklama


İmam Malik, Abdullah b. Ömer'in oruçlu iken kan aldırdı­ğım sonra bunu terkettiğini rivayet eder. Bâcî, Muvatta' şerhinde şöyle demiştir: Abdullah b. Ömer'inkkan aldırmayı terketmesi meselenin hükmünün değişmesi sebebiyle değil; yaşı nın ilerlemiş olması ve kuvvetten düşeceğine dair korkusudur.
Yine İmam Malik, Sa'd b. Ebi Vakkas ve Abdullah b. Ömer'in oruçlu iken kan aldırdıklarını belirtmiştir.
Son olarak Malik, Zübeyr b. EI-Awam'm da oruçlu iken kan aldırdığını belirtmiştir.
İbn Abdilberr şöyle demiştir: "Kan alanın da, aldıranın da orucu yoktur" hadisi sahih olsa bile (ki değildir), Buhari'nin tahric ettiği îbn Abbas hadisi ile mensuhtur.
Zerkani, Muvatta' şerhinde şunlara yer vermiştir: Nesai, İbn Huzeyme ve Darekutni Ebu Said'den 'Nebi' nin oruçluya, kan aldırma konusunda izin verdiğini rivayet etmişlerdir. İbn Hazm şöyle demiştir: Bu hadisin isnadı sahihtir ve bununla meseleyi noktalamak vaciptir. Zira ruhsat ancak azimetten sonra gelir. Bu da kan aldırma ile orucun bozulacağı hadisinin mensuh olduğuna işarettir.
Buhari, Ümmü Alkame'den şöyle rivayet etmiştir: Biz Aişe'nin yanında kan aldınrdık. Bundan da nehyedilmezdik.
Ebu Davud "kan alan ve aldıranın orucunun bozulduğunu" beş kadar rivayetle aktardıktan sonra, " Bu Konuda Ruhsat Babı" nda İbn Abbas ve Enes rivayetlerine yer vermiştir. İbn Abbas rivayetine göre; Rasulüllah oruçlu iken kan aldırmıştır.
Hakim, Müstedrek'te orucun bozulduğuna dair rivayetleri Sevban, Rafi' b. Hudeyc ve Şeddad b. Evs'ten nakletmiştir. Buna göre "kan alanın ve aldıranın orucu bozulur."
Zehebi, Telhis'te şöyle demiştir: Buhari'nin îbn Abbas'tan rivayet ettiği "Rasulüllah, oruçlu ve ihramlı iken kan aldırdı" hadisi hakkında İbn Huzeyme, görüşünü şöyle belirtir: 'Haberler, Rasulüllah'ın ancak seferde iken ihramlı ve oruçlu olduğu halde kan aldırdığını ifade eder; mukim olduğunda değil. Eğer yolcuya yemek içmek caiz ise, kan aldırıp oruç tutmaması da caizdir.'
Zehebi devamla şöyle der: Gerçekten bu çok basit bir yorumdur ve bir değeri de yoktur. Eğer durum gerçekten îbn Huzeyme'nin dediği gibi ise hadisteki "o, oruçlu iken" ifadesi nasıl anlaşılacak? îbn Huzeyme'ye kalırsa, hadisin şöyle nakledilmesi gerekirdi: "Oruçlu iken kan aldırdı ve orucunu bozdu." İnceleme yapan bir kimsenin, doğruyu olduğu gibi aktarıp, taassubu terk etmesi gerekir. Ayrıca, İbni Huzeyme'­nin bu yorumuna ne demeli... Ama, yapacağımız şey, sözün doğru veya yanlışlığını gündeme getirmektir; sözü ortaya atanı yermek veya göklere çıkarmak değil. Zira riice sonra gelenler, önce gelenlerin görüşlerini benimsememişlerdir. Öyleyse söylenilenlere bakılmalı; söyleyene takılıp kalınmamalı. Allah her haliyle en iyisini bilir.
îmam Şafiî, Îhtilafü'l-Hadis'te şöyle demiştir: İbn Evs'in Rasulüllah'ı işitmesi feth yılındadır ve Rasulüllah o sırada ihramlı değildir. îbn Abbas'm zikrettiği hacamat haberi hicretin onuncu yılına aittir. Halbuki 'kan alanın ve aldıranın orucu bozulur' hadisi, hicretin sekizinci senesinde varid olmuştur.
Devamla İmam Şafii, meseleyi şöyle noktalar: Bunları, tesbit ettiğimize göre îbn Abbas hadisi, " kan alan ve aldıranın orucu bozulur" haberini neshetmiştir.  [93]           

Meselenin Fıkhi Boyutu:


İbn Hazm Muhalla'da özetle şöyle der: Bazıları, İbn Abbas haberinin 'kan alan ve aldıranın orucunun bozulduğu' haber­lerini neshettiğini zannetmişlerdir. Halbuki bu zanlan batıldır. Zira Rasulüllah'ın kan aldırması yolcu iken meydana gelmiştir; bu ise mubahtır. Ayrıca Allah Rasulü'nün nafile bir oruç tutuyor olması da ihtimal dahilindedir. Biz, îbn Abbas haberini sahih kabul etsek bile, nesh ancak kan aldıran için söz konusudur. Kan alana bir şey gerekmez. Çünkü, Hz. Peygamber'in kanını alan henüz buluğa ermemiş bir çocuk veya köle idi.
Hanbeliler'e göre; tbn Kudame, El-Mugni'de şunları kaydet­miştir: Bize göre 'kan alan ve aldıranın orucu bozulur' hadisleri, bu konuda rivayet edilen hadislerin en sağlamıdır. Bu hadisi Nebi(A.S) 'den onbir kişi rivayet etmiştir. Bu konuda ruhsat ifade eden haberler zayıftır.
Şâfiîler'e göre; el-Mecmu'da şunlar kayıtlıdır: Kan aldır­mak İbn Abbas'ın RasulüUah'tan rivayet ettiği şu hadise göre oruçluya caizdir: 'Rasulüllah oruçlu iken kan aldırmıştır/ İmam Şafiî el-Ümm'de şöyle demiştir: Oruçlu iken kan aldır­mayı terketmesi, daha güzel olmakla beraber, kan aldırmakta bir sakınca yoktur.                   
Hanefîler'e göre; oruçlu iken kan aldırmakta bir sakınca yoktur. Ancak kan aldırmak, oruçlunun zayıf düşmesine sebep olacaksa mekruhtur.
Malikîler'e göre; Zerkanî'nin Muvatta'şerhinde, 'kan aldırmak oruçlunun güçten düşmesine sebep olabileceği için, takvaya uygun olarak terkedilmesi doğru olanıdır' denmiştir. [94]

ONDÖRDÜNCÜ HADİS


İbn Abbas, Nebi(A.S)'nin aşura orucunu tuttuğunu ve tutul­masını emrettiğini rivayet etmiştir.
Aişe (R.Anha) şöyle demiştir: Rasulüllah, Medine'ye geldiğinde aşura orucunu tuttu ve tutulmasını emretti. Ne zaman ki ramazan orucu farz kılındı, aşura orucunu terketti. İmdi, dileyen onu tutar, dileyen tutmaz.
Hadislerden anlaşılan o ki, ilk önce vacib olan aşura orucu neshedilmiştir. [95]

A- İbn Abbas Haberi


1- Muvatta' 242
2-  İhtilafü'l-Hadis 9/498
3- Buharı / Kitabü's-Savm 113
4- Müslim 1131
5- Müsnedü'l-Humeydi 601
6- Ebu Davud 2444                                         
7- ibnEbiŞeybe3/56[96]

B- Aişe Haberi


1- Muvatta' 243
2-  İhtilafü'l-Hadis 9/498
3- Buhari / Kitabü's-Savm 108
4- Müslim
5- Ebu Davud 2442
6-Nesai5/49[97]

Açıklama


Aşura, ekserin görüşüne göre a-ş-r'den bir isim olup muhar­rem ayının onuncu gününe delalet eder.
Bazı rivayetlerde aşura orucunun muharremin dokuzuncu günü tutulmasına dair ifadeler vardır. Fakat bu, İmam Ahmed'in tahric ettiği bir hadisle anlaşılabilecek nitelik­tedir: "Aşura günü oruç tutunuz ve Yahudiler'e muhalefet edeniz. Ondan bir gün önce veya sonra da oruç tutunuz." Buna göre aşura orucu, muharremin onuncu günü tutulacaktır. Yahudi­ler'e muhalefet gerekçesiyle sadece onuncu gün ile yetinilme-yip, dokuzuncu veya onbirinci günlerde de tutmak mendub olacaktır.
Ebu Davud, Süneni'nde konuya oldukça geniş bir yer ayır­mıştır. Meselenin açıklığa kavuşması için bir kaçım aktar­makta fayda görüyoruz:
"İbn Abbas'tan, demiştir ki: Rasulüllah Medine'ye gelince Yahudiler'i aşura günü oruç tutarken buldu. Sebebi sorulduğun­da: 'Bu gün Allah'ın Firavun'a karşı Musa'ya yardım ettiği gündür. Biz onu tazim için bu gün oruç tutuyoruz.' dediler. Bunun üzerine Allah Rasulü: 'Biz Musa'ya uymak konusunda sizden daha layıkiz' dedi ve aşura orucunu emretti.
Ebu Davud ve İmam Ahmed'in rivayet ettikleri bir hadisten aşura günü orucunun fazileti ve önemi anlaşılmak­tadır:
"Eşlem Kabilesi'nden bir grup Allah Rasulü'ne geldiler. Allah Rasulü onlara: Bu günde oruçlu musunuz? diye sordu. Gelenler: Hayır, dediler. Allah Rasulü bunun üzerine şöyle buyurdu: Öyleyse günün geri kalanını oruçlu gibi tamamlayın ve daha sonra bu günün orucunu kaza edin."
Ebu Davud bu hadisi zikrettikten sonra: O günden kasıt aşura günüdür, demiştir.
Ebu Davud'un aşura günü orucunun vacib olmadığına dair rivayet ettiği hadis ise şöyledir:
"Aşura günü Kureyş'in cahiliyede oruç tuttukları bir gündü. Rasulüllah da cahiliyede bu orucu tutardı. Medine'ye geldiğin­de bu orucu yine tuttu ve. tutulmasını emretti. Ne zaman ki ramazan orucu farz kılındı, artık farz oruç ramazan oldu ve aşura terkedildi. Ama dileyen onu tuttu, dileyen tutmadı."
Müslim, aşura günü orucunun ihtiyari olduğunu ifade eden Abdullah b. Ömer haberine yer vermiştir:
"Allah Rasulü şöyle buyurmuştur: Şüphesiz ki aşura, Allah'ın günlerinden bir gündür. O gün dileyen oruç tutar, dileyen tutmaz."
Müslim'in rivayet ettiği bir başka haber: 
"Eş'as b. Kays aşura günü Abdullah b. Mesud 'un yanına gelmiş. Abdullah o sırada yemekte imiş. Eş'asa: Yaklaş da yemek ye, demiş. Eş'as: Ben oruçluyum, deyince Abdullah: Biz vaktiyle bu orucu tutardık, sonra terk olundu, demiş.
Muvatta'da şu haber kayıtlıdır:
" Ömer b. El-Hattab, Haris b. Hişam'a bir mektup gönderdi. Bu mektupta 'yarın aşura günüdür; oruç tut ve ehline de tutmalarını emret' diyordu." Rivayetlerden anlaşılıyor ki Hz. Peygamberin vefatından sonra kimi sahabi tutmuş (Ömer gibi), kimi de tutmamıştır (Abdullah b. Mesud gibi) [98]

Meselenin Fıkhi Boyutu:


Hanefiler'.e göre sadece onuncu gün tutmak mekruhtur. Zira böyle bir oruç Yahudiler'in orucuna benzeyecektir. Bazıları ise bu günün faziletine binaen sadece onuncu gün oruç tutmakta bir beis görmezler.
Ebu Hanife, ramazan orucunun farz kılınmasından önce aşura orucunun farz olduğunu belirtmiştir. Ramazan orucunun farz kılınması ile aşura günü orucu müstehab olmuştur.
Hanbeliler'e göre; îbn Kudame El-Muğni'de şunları tesbit etmiştir: Aşura günü orucunun muharremin dokuzuncu ve onuncu günlerinde tutulması hadislerle sabittir. Zira bu günlerde Yahudiler'e de muhalefet sözkonusudur. İlk zamanlar vacib olan bu oruç daha sonra mendub olmuştur.
İbn El-Kayyım şöyle demiştir: Aşura orucu üç türlüdür; en iyisi hem bir gün öncesinde hem de bir gün sonrasında oruç tutmaktır. Bunun ardından dokuzuncu ve onuncu gün birlikte oruç tutulması gelmekte ve hadislerin çoğu böyle yapılmasına delalet etmektedir. Bundan sonra da sadece onuncu gün oruç tutulması gelmektedir.
Şâfiîler'e göre; El-Mecmu'da îmam Nevevi şu ifadelere yer vermiştir: Şafiî uleması aşura günü orucu hakkında 'daha Önce vacib iken daha sonra neshedildiği' ve hiçbir zaman vacib olmadı; bilakis sünnetti' hükümleriyle ikiye ayrılmıştır. Mezhebin, İmam Şafiî'nin de içinde bulunduğu çoğunluğuna göre aslolan 'asla vacib olmadığı' şeklindedir.
Şâfiîler 'asla vacib olmadı' görüşlerini Buharı, Müslim ve Beyhaki'nin Muaviye'den naklettikleri rivayete dayandırmaktadır. Buna göre Muaviye bir hutbesinde şöyle demiştir: Aşura günü orucu size farz kılınmadı." Bu haberde Muaviye, nefyi "lem" edatı ile kullanmıştır. Bu edatın nefy ifadesi ise mazi içindir. Öyleyse aşura günü orucu daha önce farz olmadı.
Şâfiîler, aşura günü orucunun tutulmasına dair emir ifade eden haberleri, nedbin te'kidine hamletmişlerdir.
Malikîler'e göre; Bâcî, Muvatta' şerhinde şöyle demek­tedir: Rasulüllah'ın Medine'ye geldiğinde aşura orucunu emret-mesiyle vücubun meydana gelmesi iki yöndendir:
Birincisi; bunu kendisinin de yapıyor olması,
ikincisi; bunu emrediyor olması. Ramazan orucunun farz kılınmış olması her ne kadar aşura günü orucunun vücubuna etki etmese de; farz/vacib oruç olarak sadece ramazan orucunun kalması ve bunu bizzat Rasulüllah'ın ifade etmesi, aşura orucunun vacib değil mendub olduğunu gösterir.
Eşheb şöyle demiştir: Aşura günü orucu, bundan sevab bekleyen herkese müstehabdır. Asla vacib değildir. [99]

ONBEŞİNCİ  HADİS


Sebura el-Cüheni rivayet etti ve dedi ki: Rasulüllah (S.A.V) bize mut'a konusunda izin verdi. Biz, Rasulüllah onu haram kılıncaya kadar Mekke'den çıkmamıştık.
Ebu Hureyre rivayet etti ve dedi ki: Biz Mekke'de aramız­da Rasulüllah olduğu halde kadınlarla mut'a yaptık. Sonra Rasulüllah şöyle buyurdu: Cibril bana geldi ve Allah'ın Mut'ayı haram kıldığını haber verdi, imdi, her kimin yanında muf a yaptığı bir kadın varsa ondan aynisin. Ve bu kadınlara verdiğiniz hiçbirşeyi geri atmayın.
Ali b.Ebi Talib şöyle demiştir: Rasulüllah, mut'ayı Hayber günü yasakladı.
Musannif (ibn el-Cevzi) der ki: Hadisler, mut'anın haram olduğu konusunda müttefiktirler. Ne var ki, ilk iki hadis haram kılınışının Mekke'de olduğunu belirtirken; Ali hadisi bunun Hayber günü olduğunu ifade etmektedir. Bizim ise Ali hadisini tercih edişimiz şu üç sebepledir:
Birincisi; Ali hadisinin sıhhati konusunda ittifak edil­miştir.
İkincisi; Ali, Rasulüllah'ın durumunu diğerlerinden daha iyi bilen kimsedir.
Üçüncüsü; Hadislerden, İnsanların Mekke'de iken Hayber günü izin verilen mut'a uygulamasıyla amel ettikleri; mut'anın yasaklandığını bilmediklerini anlamak mümkündür. Bu sebeple Mekke'de ikinci bir yasak getirilmiştir. [100]

A- Sebura el-Cüheni haberi


1-îhtilafü'l-Hadis 9/524
2- Müslim (1406)                  .
3-EbuDavud(2073)
4- Müsnedü'l-Humeydi (846-857) [101]

B- Ebu Hureyre Haberi


1- İhtilafü'l-Hadis 9/534
2-Müslim 2/1025 (1406) [102]

C- Ali B. Ebi Talib Haberi


1- Muvatta' el-Mufa (34)
2-  îhtilafü'l Hadis 9/534-535
3- Müslim (1407)
4- Müsnedü'l-Humeydi (37)
5-İbn Ebi Şeybe 4/292 ve 8/73[103]

D- İbn Abbas-Ali Haberi


Ali, îbn Abbas'm muf a konusunda müsamaha! davrandı­ğını görünce şöyle dedi: Ağır ol bakalım. Ey İbn Abbas, Rasulüllah bunu Hayber günü yasakladı.(Müslim: 1047) [104]

E- Cabir Haberi


1- Müslim 1045[105]

Açıklama


Mut'a, belirli bir süre için nikah akdetmektir. Buna göre, geçici bir süreyle evlenilir, süre bitiminde boşanmaya gerek kalmadan ayrılma vaki olur. Amaç, bir aile oluşturmak veya soyun devamını sağlamak değildir.
Kurtubi, mut'a nikahını şöyle tanıtmıştır: Kişinin, iki şahit huzurunda ve kadının velisinin izni ile beİİrli bir süre için ve veraset hakkı olmamak üzere kararlaştırdıkları bir mehir karşılığında kadınla evlenmesidir. Süre bitiminde kadın gider ve adam onu yanında tutamaz.
Hadis mecmualarında mut'amn yasaklanması konusunda değişik ifadeler vardır; ezcümle:                         
İbn Mace'nin Ali'den rivayetine göre:                                
"Rasulüllah, Hayber günü kadınların muf a nikahını ve ehil eşek etinin yenmesini yasakladı."
Hayber savaşı, hicretin 8. yılında meydana gelmiştir.
Sebre rivayetine göre:
"Biz,   Rasulüllah  ile  veda   Haca  yolculuğuna   çıktık.
Sahabiler:
Ey Allahın Rasulü, bekarlık bize zor gelmeye başladı, dediler. Bunun üzerine Rasulüllah "şu kadınlarla mut'a suretiyle evlenebilirsiniz" buyurdu... Ertesi gün Allah Rasulü şöyle buyurdu: Ey insanlar bilin ki ben size mut'a konusunda izin vermiştim. Şimdi Allah Teala bunu kıyamet gününe kadar haram kıldı...."
Veda haca, hicretin 10. yılında vuku bulmuştur.
İbn Ömer'in rivayetine göre, Ömer b. ei-Hattab halife oldu­ğunda halka bir hutbe irad etti ve şöyle dedi: "Rasullülah, muf a konusunda size üç kere izin verdi. Sonra bunu yasakladı. Rasulüllah'ın mut'a nikahını haram kılmasından sonra, onu helal kıldığına dair dört şahidi bana getirmedikçe, onu taşla recmedeceğime Allah'a yemin ederim."
Hadiste ifade olunan üç seter; Hayber savaşı (H.7), Mekke'nin Fethi (H.8), ve Veda haccı (H.lO)'dır.     .
Müslim, konuya oldukça geniş yer ayırmıştır. Haberler, mut'anın sözkonusu üç yerde mubah kılınıp yasaklanması ile ilgilidir. Farklı olması açısından, Urve rivayeti şöyledir:
"Abdullah b. Zübeyr, Mekke'de ayağa kalkmış ve birisini azarlayarak "Allah, bazı insanların gözlerini kör ettiği gibi kalblerinİ de kör etmiş. Bunlar, mut'a konusunda fetva vere­biliyorlar" demiş.. Bunun üzerine o kişi "sen kaba bir adamsın, ömrüme yemin olsun ki muf a, İmamü'l-Muttakin (Rasulüllah) zamanında yapılırdı" demiş. îbn Zübeyir de ona şöyle demiş: "Öyle ise sen bunu bir yap hele. Vallahi sen bunu yaparsan, taşlayarak recm ederim."
Bir başka rivayette:'
"Ali b. Ebi Talib, İbn Abbas'ı mut'a konusunda müsamahalı davranır görünce şöyle demiş: Ağır ol bakalım. Zira Rasulül­lah, Hayber günü muf ayı ve ehil eşek eti yemeyi yasakladı."
Müslim'in Cabir rivayeti tartışma konusu ölmüş ve farklı görüşler ileri sürülmüştür. Sözkonusu rivayet şöyledir:
"Cabir şöyle dedi: Rasulüllah, EbuBekir ve Ömer zaman­larında biz muf a yapardık."
Bu hadis hakkında şöyle denmiştir: Eğer mut'a gerçekten Rasulüllah zamanında yasaklanmış olsaydı, Ebu Bekir ve Ömer zamanında sahabilerce nasıl uygulanmıştır. îbn Abdil-berr, ashabdan İbn Abbas ve Cabir b. Abdillah'm; tabiinden de Ata' b. Ebi Rebah, Said b. Cübeyr ve Tavus'un muf anın neshedilmediği, bilakis mubah olduğu görüşünü tercih ettikle­rini belirtmiştir. Yine bu iddiada bulunanlara göre şunlar açıklığa kavuşturulmalıdır:  "Rasulüllah tarafından yasaklanmayıp hatta Ebu Bekir ve Ömer zamanında uygulanan bir ameli Ömer'in kıyamete kadar yasaklamaya yetkisi yoktur. Ömer ancak bir devlet başkanı olarak kendi hilafeti döne­minde yasaklanmasını uygun gördüğü bir uygulamayı ortadan kaldırabilir; ebedi yasak edemez. Nitekim biz Ömer'in ehl-i kitap kadınlarla evlenmeyi, belirli bir süre yasakladığını ve mehirlerde tavan fiyat belirlemek istediğini biliyoruz."
Ayrıca İbn Mesud'un, Nisa-24 ayetini "onlardan belirli bir süre faydalanmanıza mukabil ücretlerini ödeyin" şeklinde 'ila ecel' (belirli bir süreye kadar) ziyadesiyle okuduğu sabittir. Fakat bu kıraatin tevatüren nakledilmediği ileri sürülerek kabul edilmemiştir.
Son olarak; Hattabi, mut'a nikahının haramlığmın tüm müslümanların icmaı ile sabit olduğunu belirtmiştir. Muf anın cevazını savunan îbn Abbas'm ise bu görüşünden döndüğü rivayet olunmuştur. [106]

Meselenin Fıkhi Boyutu:


Malikiler'e göre; Mut'a nikahı, Müdevvenetü'l-Kübra'da "belirli bir süre için nikah akdetmektir" diye tarif edilmiştir.
İmam Malik, mut'a nikahının haram olduğunu belirtmiştir. Malikiler, Hayber gününden sonra meydana gelen nehiylerin, insanlara bir duyurma olduğunu ileri sürerler.
Yine Malikiler, mut'a nikahı yapmış kişilere verilecek ceza konusunda ihtilaf etmiştir. Hatta çoğunluk, konuya iliş­kin yasak ve cezasının Kur'an'da zikredilmediği ve sünnette kalıcı bir şüphe bulunduğu için haddin gerekmediğini, sadece hakimin  emriyle  tefrik  edileceklerini  belirtmişlerdir.  Bu meselede böyle bir sonuca varılması Ibn Abbas'ın, görüşünden dönmediği esasına dayanmaktadır. Bakıllani de bu görüştedir.
Zerkani'nin Muvatta' şerhinda bildirdiğine göre, bir kişi mutlak bir nikah akdetse ve niyetinde bu- evliliği belirli bir süre yürütme düşüncesi varsa, nikah caizdir, sahihtir; mut'a nikahı değildir. Fakat İmam Malik bunun hoş olmadığını, insanlığa yakışmadığını belirtmiştir,
Şâfiîler'e göre; İmam .Şafii, İhtilafü'l-Hadis adlı eserinde mut'a nikahının Kur'an ve sünnetle neshedildiğini ve caiz olmadığını belirtmiştir. Yine İmam Şafiî, Ali b. Ebi Talib hadisindeki nehyin tahrim ifade ettiğini; ihtiyar manasına hamle dilemeyeceğini belirtmiştir. İmam Nevevî'nin beyanı­na göre, mut'aya verilecek ceza için gerekli olan sahabe icmaındaihtilaf bulunduğu için had gerekmez,
İbn Hazm, Muhalla adlı eserinde şöyle demiştir: Mut'a nikahı caiz değildir. Belirli bir süreye kadar evliliğin yürü­düğü bu şekilde bir akid, Rasulüllah zamanında helaldi; daha sonra Allah Teala bunu Rasulü'nün diliyle kıyamet gününe kadar neshetti.
Hanefiler'e göre; El-Hidaye'de şunlar kayıtlıdır: "Mut'a nikahı batıldır. Bu, bir kadına, seninle şu kadar müddet, şu kadar mal karşılığında temettü ettim / edeyim, demesidir. Malik, bunun caiz olduğunu, neshedicisinin zahir oluncaya kadar hükmünün baki olduğunu belirtmiştir. (Biz, yukarıda İmam Malik'in görüşünü kendi kaynaklarından (Şerhu Muvatta' - Zerkani) aktarmıştık.) Biz de deriz ki nesh, sahabenin icma'i ile hasıl olmuştur. [107]

ONALTINCI  HADİS


İbn Ömer, Nebi(A.S)'nin üç günden sonra kurban etlerinin yenmesini yasakladığın» rivayet etmiştir.
Ebu Said demiştir ki: Rasulüllah bizi kurban etlerini üç günden fazla tutmaktan nehyetmişti. Sonra ise yemek ve depo etmek üzere ruhsat verdi. [108]

A- Abdullah B. Ömer Haberi


1-Muvatta' 391 (Cabir b. Abdillah'tan)
2-İhtilafü'l-Hadis 9/506-532
3-Buhari 2/332(532)
4-Müslim (1970)
5-Ebu Davud (2812)
6-Te'vil-i Muhtelifi'l-Hadis 200 [109]

B- Ebu Said El-Hudri Haberi


1-Muvatta' 392
2- Îhtilafü'l-Hadis 9/506-532
3-Buhari 2/333 (301)
4-Müslim (1970)
5- Te'vil-i Muhtelifi'l-Hadis 200
6-Ebu Davud (2812)
7-îbnEbiŞeybe3/344[110]

C- Hadis kitapları bu baba ait hadisleri nesh ilişkisi içeri­sinde naklederler. Sözgelimi Muvatta', Aişe hadisinde: Bede­vilerden bazıları Rasulütlah'a bir bayram günü çıkıp geldiler. Rasulüllah şöyle buyurdu: Üç gün boyunca eti biriktirin ve sonra geri kalanı tasadduk edin. Aişe devamla der ki: Bundan bir müddet sonra Rasulüllah'a şöyle denildi: insanlar derisinden tulum yaparak, yağını da eriterek kurbanlarından yararlan­maya başladılar. Bunun üzerine Rasulüllah şöyle buyurdu: Ben sizi bedeviler sebebiyle bundan men etmiştim. îmdi yiyin, tasadduk edin ve gerekirse depo edin. [111]

Açıklama


Müslim, Sahih'inde konuya ilişkin haberleri hadisin hadisi neshi bütünlüğü içerisinde vermiştir. Buna göre üç günden fazla süreyle kurban etini bekletmek ve yasak edildiğine dair haberler Ali, Cüreyc ve İbn Ömer'den nakledilmiştir.
Yine Müslim, kurban etlerinin dilenen süreye kadar bekle-tilebileceğine dair, ruhsatı Abdullah b. Vakıd ve Cabir b. Abdillah'tan nakletmiştir.
Fakat Müslim'in Ebu Ubeyd tarikiyle, "Bayramda, Ali b. Ebi Talib ile birlikte bulundum. Hutbeden önce namazla başladı ve 'şüphesiz, Rasulüllah üç geceden sonra kurban­larımızın etlerinden yemeyi bize yasak etti' dedi" rivayeti ile Salim'in "İbn Örner üç günün üzerinde kalan kurban etlerini yemezdi" rivayeti, neshin anlaşılmasına engel teşkil etmek­tedir. Zira, Rasulüllah zamanında verilen ruhsatın daha sonra (Hz. Peygamberin vefatıyla) tekrar yasağa tebdili, meseleyi neshin olmadığı bir açıklamaya sevk etmektedir.
Ebu Davud konuya ilişkin, Umre binti Abdirrahman tarikiyle Aişe'den ve Ebu'l-Melih tarikiyle Nübeyşe'den birer hadise yer vermiştir. Her iki hadis de meseleyi önce yasak, daha sonra serbest bırakma ile yansıtmıştır.
İmam Malik, Muvatta' da Cabir b.Abdillah, Abdullah b. Vakid ve Ebu Said El-Hudri rivayetlerine yer vermiştir. Diğer eserlerdeki metinlerden far,klı olması açısından Ebu Said haberi şöyledir:
"Ebu Said bir yolculuktan dönmüştü. Eşi, önüne bir et yemeğit getirdi. Ebu Said: 'Yoksa bu kurban eti midir?' dedi. 'Evet, on­dandır/ dediler, bunun üzerine Ebu Said şöyle dedi: 'Rasulüllah bundan bizi nehyetmemiş miydi?' Onlar da 'Bu, daha Önceydi, senden sonra (sen yolculukta iken) durum değişti' dediler. Ebu Said dışarı çıktı ve meseleyi soruşturdu. Kendisine Rasulül-lah'm: "Sizi kurban etlerini üç günden fazla tutma konusunda men etmiştim. Şimdi yiyin, tasadduk edin ve depolayın..." haberi ulaştırıldı.
Daha önce geçtiği gibi Rasulüllah'in, kurban etlerine üç gün­den fazla bekletme konusunda getirdiği yasak, o günlerde Medine'ye uğramış bir grup bedeviye müslümanların tasadduk-ta bulunmasını teşvik içindi. Biz bunu, bir sonraki senenin kur­ban günlerinde ortaya çıkan yasağın kalıcı mı, geçicimi şeklin­de belirsizliği üzerine Allah Rasulü'nün getirdiği açıklama­dan anlıyoruz. Gerçekten de yasak daha Önce bir illet sebebiyle vaz' edilmişti. Şimdi ise o illet mevcut değildi. Öyleyse kurban etleri için biriktirip depolama mümkün hale gelmişti.
Cumhur bu konuda neshin varlığına hükmetmiştir. Fakat, hadislerle belirlenen 'illetin' tekrar nüksetmesi durumunda Ali ve İbn Ömer'in de görüşü olan 'yasağın kalkmadığı' gerçeğini kabul etmenin daha uygun olacağı inancındayız. Bu durumda, hadisleri nesh ilişkisi içerisinde değerlendirmek yerine, aralarım bulmak suretiyle fıkhını genişletmiş olacağız. [112]

Meselenin Fikhİ Boyutu:


Malikîler'e göre: Kurban etinin nasıl taksim edileceği ve ne kadarının fakirlere verilip ne kadarının evde tutulabileceğine dair herhangi bir esas yoktur.  
Şâfiîler, etin yarısından çoğunun dağıtılmasının esas olduğunu; ancak, üçte birinin de tasadduk edilebileceğini belirtmişlerdir. Bu, aynı zamanda İmam Sevrfnin görüşüdür.
Hanefiler, kurban etinden tasadduk edilebilecek en az miktarın 'üçte bir' olduğunu belirtmişlerdir. Delilleri, İbn Abbas'tan rivayet olunan "Allah Rasulü, kurban etlerinin üçte birini ev halkına yedirdi. Üçte birini komşularına, kalan üçte biri de kurban eti istemek için gelenlere dağıtırdı" hadisidir. Kasanı,  Bedaiu's-Sanai'de dağıtım konusuna ilişkin şöyle demiştir: "Kurban etinin fakirlere sadaka olarak verilmesi faziletli olanıdır. Eğer kişinin ailesinin, kurbanın etine gerçek­ten ihtiyaçları varsa, kurban etinin tamamını eyinde alıkoy ması  da  caizdir. Hatta bu  daha faziletlidir,,  Zira kişinin ailesinin geçimi / ihtiyacı ile uğraşması başkalarından önce gelir."
Hanbelîler de Şâfiîler gibi düşünmüş ve aslolanm, kurban etinin yansından çoğunu tasadduk etmek olduğunu belirtmişler­dir. Ancak, üçte birinin dağıtımı fazilet bakımından en düşük derecededir.
Zahiriler, yukarıda geçen hadisin metnindeki 'yiyiniz' lafzından hareketle, kişinin kurban etinden yemesinin farz olduğunu belirtmişlerdir. Dağıtım konusunda belirli bir Ölçü yoktur. [113]

ONYEDİNCİ  HADİS


Rasulüllah'ın (S.A.V) dübba, müzefffet ve nakir adlı kitapları (kullanmaktan) nehyettiği rivayet edilmişitir.
Yine Rasulüllah'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: Sizi bazı kaplardan nehyetmiştim. Artık her kapda nebiz yapabi­lirsiniz. Fakat sarhoşluk verici bir şey içmeyiniz.
İkinci hadiste nesh açıkça görülmektedir. [114]

A- Bazı Kapların Yasaklanması Haberi


1- Muvatta' 731
2- Müslim / Kitabü'l-Eşribe 1995
3- Sünen-i Darekutni 3/258
4- îbn Ebi Şeybe 7/472-480
5- Ebu Davud / Kitabü'l-Eşribe 3690
6- îbn Mace 3404
7-Nesai8/305 [115]

B- İçkinin Haramlığı Haberi


1- Müslim / Kitabü'l-Eşribe 1999
2- Sünen-i Darekutni 2/259
3- Ebu Davud / Kitabü'l-Eşribe 3698
4- îbn Ebi Şeybe 7/ 462-469[116]

Açıklama


Hadislerde zikredilen bu kapların neler olduğunu tanımak­ta fayda görüyoruz:
Dübba: Kuru kabaktan yapılan kaptır.
Nakİr: İçi oyulmuş hurma kütüğünden yapılan kaptır.
Müzeffet: Ziftlenmiş kaptır.
Hattabî, konuya İlişkin yasağın,, bu kapların, içine konan sıvıyı kısa sürede sarhoş edecek hale getirmesi sebebiyle olduğunu belirtmiştir. Gerçekten de bu kapların özelliğinin, içine konan hurma veya üzüm şerbetlerini kısa sürede müskir hale getirdiği sabittir. Kişi, farkına varmayarak bu kaptan içebilir endişesiyle yasak ortaya çıkmıştır.
Müslim, konuyla ilgili pek çok hadis nakletmiştir: "Enes, Rasulüllah'ın müzeffet ve dübba adlı kaplarda nebiz yapılmasını yasak ettiğini bildirmiştir."
"Ebu Hureyre şöyle demiş: Rasulüllah şöyle buyurdu: Dübba ile müzeffette nebiz yapmayın. Sonra Ebu Hureyre: Hantemlerd'en de sakının demiş."
"Aişe'den; Abdülkays heyeti Rasulüllah'a gelerek nebizin hükmünü sordular. O da dübba, nekir, müzeffet ve hantemde nebiz yapmaktan nehyetti."
"îbn Abbas'tan, Rasulüllah dübba İle hantem,. müzeffet ve nekirden nehyetti."
Daha birkaç rivayet bu kaplarda nebiz yapıp içmeyi yasaklamaktadır. Ruhsat ifade eden haberler ise şunlardır:
"Büreyre'den, Rasulüllah şöyle buyurdu: Ben sizi tulumdan başka kaplardan nebiz içmekten neyetmiştim. Artık bütün kaplardan içebilirsiniz. Fakat sarhoş edici şeyleri içmeyin."
"Abdullah b. Amr'dan, Rasullüllah bu kaplardan nebizi yasaklayınca ashab şöyle dedi: Ama herkes deri tulum bula­maz ki. Bunun üzerine müzeffetin dışındaki kaplar hakkında ruhsat verdi."
İbn   Mace   ruhsat   hadisini   Abdullah   b.   Mesud'dan nakletmiştir.
"Rasulüllah şöyle buyurdu: Ben sizi bazı kapların içecek­lerinden men etmiştir. Şimdi, bundan sonra bilin ki, hiç bir kap hiçbir şeyi haram etmez. Sarhoşluk veren herşey haramdır."
Zerkanî, Muvatta' şerhinde daha önceki yasak hakkında "kerahet ifade etmektedir, fakat tahrim ifade eder diyenler de vardır," demiştir.
Hattabi, son değerlendirmede şöyle demiştir: Zikredilen hadislerin hükmünün Abdullah b. Mesud haberi ile kaldırıl­dığı görüşü en isabetli sonuç olacaktır. [117]

ONSEKIZINCİ HADİS


Ebu Said, Nebi (A.S)'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Benden, Kur'an dışında hiçbir şey yazmayın. Her kim benden böyle birşey yazmışsa derhal onu imha etsin.
Enes, Nebi   (Â.S)'nin şöyle dediğim rivayet etmiştir: İlmi yazıya geçirin.
îbn  Kuteybe  demiştir  ki:  Rasulüllah  ilk  önce  yazıya geçirmeyi yasakladı. Fakat daha sonra sünnetlerin çoğahp da bunları korumanın zorluğunu farkedince, yazma konusunda serbest bıraktı. [118]

A- Ebu Said Haberi


1- Müslim / ez-Züh ve 'r-Rekaik (304)
2- Te'vil-i Muhtelifi'l-Hadis 286 [119]

B- Enes Haberi


1- Te'vil-i Muhtelifi'l-Hadis 282 (Abdullah b. Ömer'den) [120]

C- İbn Kuteye, konuya ilişkin iki ayrı açıklama yapmıştır: Birincisi; olayın sadece Abdullah b. Amr'a özel olduğu. Zira o, okuma yazması olan ve süryanice bilen bir kimse idi. Diğer sahabilerin pek çoğu ise ümmi/okuma yazma bilmeyen kimse­lerden idiler. İkincisi; yazdıkları zaman kalıcı olmayacağını ve yazım yanlışı yapabileceklerini düşündüğü için yasaklamış olabilir. Fakat, Abdullah b. Amr'a olan güveni, ona izin vermesine sebep olmuştur. [121]

ONDOKUZUNCU HADİS


Rasulüllah'ın, kadınları ve çocukları öldürmeyi yasakla­dığı rivayet edilmiştir.
Sa'b b. Cessame rivayet etmiştir: Rasulüüah'a, gece baskın­larında müşriklerin evlerde otaranlarınının ve kadınlarının da hedef olduğu sorulunca, şöyle buyurdu: Onlar da onlardandır.
Zühri, bu iki hadis sözkonusu olduğunda şöyle derdi: Bu, mensuhtur demek doğru değildir. Öldürmenin yasaklanması bizzat savaşta kasden, kadınların ve çocukların öldürülme­siyle ilgilidir. Sa'd hadisi ise 'kasdilik' içermemektedir. Böylelikle, hadisler bir zıtlık arzetmez. [122]

A- Kadınların Ve Çocukların Öldürülmesinin Nehyi Haberi


1- Muvatta' 359
2- Buhari / es-Siyer ve'1-Cihad 218
3- Müslim 1744
4- Müsned-i Ahmed 3/477
5- ibn Mace 2842
6- Ebu Davud 2668
7- Te'vil-i Muhtelifi'l-Hadis 263
8- İbnEbişeybe 12/382 [123]

B- Sa'b b. Cessame Haberi


1-Buhari 216
2-Müslim 1745
3- Te'vil-i Muhtelifi'l-Hadis 263
4-Müsnedü'l-Humeydi 532, 781, 874
5-Ebu Davud 2672
6-ibnEbiŞeybe 12/389
7-En-Nihaye fi Ğaribi'l-Hadis 1/17 [124]

C- Zühri Haberi


Ebu Davud: Zühri demiştir ki: Bundan sonra Rasulüllah (kasden) kadınların ve çocukların öldürülmesini yasakladı. [125]

Açıklama


Müslim'in Abdullah b. Ömer'den rivayet ettiği iki haber, savaşta kadınların ve çocukların öldürülmelerini yasaklamak­tadır. Ibn Ömer rivayeti şöyledir:
"Rasulüllah'ın gazalarından birinde bir kadın öldürülmüş olarak bulunmuş, bunun üzerine Rasulüllah, kadınlarla çocukların öldürülmesini yasaklamış."
Müslim'in, gece baskınlarında kadın ve çocukların kasıdsız öldürülmelerinin cevazı babında naklettiği rivayetler Sa'b b. Cessame'den aktarılmıştır. Bu rivayetler yukarıda geçmişti.
Ebu Davud meseleye oldukça geniş yer ayırmıştır. Rebah b. Rebi' rivayetine göre, Allah Rasulü bir adam gönderip ordu komutanı Halid'e 'kadınları ve kiralanmış ayak işlerim gören kimselerin öldürülmesini yasakladığını'  bildirmiştir.
Semura b. Cündüp rivayeti şöyledir: Rasulüllah şöyle buyurdu: Müşriklerin yaşlılarını / savaşabilecek olanlarını öldürün, çocuklarım bırakın.
İbn Mace, Seleme b. Ekva'dan şöyle bir rivayette bulunmuş­tur:
"Rasuîüllah'ın hayatta iken biz, Ebu Bekir'in kuman­dasında Hevazin savaşına gittik ve Benî Fezare kabilesine ait bir suya varıp gecenin sonunda konakladık. Nihayet fecir doğunca onlara ani bir baskın düzeni edik.Sonra biz, başka bir, su sahibi ailelerin olduğu yere vardık. Bunlara da geceleyin baskın yapıp dokuz veya yedi aşiret olan bunları öldürdük."
Kastalîani, Sa'b b. Cessame hadisinin şerhinde şu açık­lamayı yapmıştır:Rasu!üllah'ın kasdı, müşriklerin kadınla­rını ve çocuklarını bile bile öldürmenin mübahlığı değildir. Maksat müşriklerin erkeklerini öldürebilmek için kadınlarını ve çocuklarını öldürmek zarureti olduğu zaman bunların öldü­rülmelerinin caizliğidir. Müşriklerin kadınlarını ve çocuk­larını öldürmeden erkeklerini öldürmek mümkün ise onları öldürmek caiz değildir.
Hattabi ise şöyle demektedir: Kadın ve çocukların öldürülmelerinin mübahlığı, ancak ayırt etmenin mümkün olmadığı durumlara ve zamanlara aittir.
Hattabi, savaşan ve savaş konumunda olan bir kadının öldürülebileceğinin mümkün olduğunu söylemiştir.[126]

Meselenin Fıkhi Boyutu:


Hanefiler'e göre; el-Hidaye'de şu açıklama yapılmıştır: Kendisine İslama davet tebliği ulaşmamış kimselerle savaş­mak caiz değildir. Savaş ancak ona davet ulaştıktan sonra yapılabilir.
Kendilerine davet ulaşmamış kimseleri tekrar uyarmak müstehabdır. Fakat gerekli değildir. Çünkü bize ulaşan haber­de Rasulüllah, Benî Müstalik üzerine, onlar gafil oldukları bir sırada saldırdı ve Üsame'ye şöyle emretti: "Sabahleyin Ubna'ya saldır, sonra yak" Bilindiği gibi saldırma (akın) davet ile olmaz.
Savaşta kasden çocukları ve kadınları öldürmek caiz değildir. Buna rağmen öldürülürse dünyevi bir ceza yoktur.
İmam Şafii, bizzat savaşçı kadının öldürülebileceğini belirtmiştir.
İmam Malik ise her ne şekiide olursa olsun, düşmanın kadın ve çocuklarının öldürülemeyeceğini belirtmiştir. [127]

YİRMİNCİ  HADİS


Büreyde rivayet etmiştir: Adamın biri Rasulüllah'a iftira etti. Bunun üzerine Rasulüllah, birisini gönderdi ve şöyle dedi: Eğer onu diri bulursan hemen öldür; eğer ölü bulursan onu ateşte yak. Bu zat, adamı ölü buldu ve onu ateşte yaktı.
Ebu Hureyre rivayet etmiştir: Rasulüllah, bir seriyye gönderdi ve onlara şöyle dedi: "Eğer, Hebbar b. el-Esved'i bulursanız iki odun demetine bağlayın ve ateşte yakın." Daha sonra Rasulüllah (seriyyenin ardından şöyle bir haber) gönderdi: "Ateşle azab etmeyin. Ateşle ancak, ateşin Rabbi azab eder." [128]

A- Büreyde Haberi


1-İbnEbiŞeybe 12/391
2-Buhari4/147 [129]

B- Ebu Hureyre Haberi .     


1- Buhari / Kitabü'l-Cihad
2-ibnEbiŞeybe 12/389
3- Ebu Davud (2673-2674)
4- Tirmizi 1571
5- Müsnedü'l-Humeydi
6- Müsned-i Ahmed 2/ 307,338,453
7- Beyhaki 9/71
8- Darimi 2464[130]

Açıklama


Ebu Davud, Muhammed . Hamza el-Eslemi'nin babasından yaptığı rivayeti şöyle aktarmıştır:
'Rasulüllah, bu zatı bir seriyyeye kumandan tayin etmiş. O da başından geçenleri şöyle anlatmış: Seriyyenin başına geçtim. Rasulüllah "eğer filan kimseyi bulursanız ateşle yakın" buyurdu. Sonra ben seriyyenin yanından Allah Rasulü'-ne uğramıştım. Bu sefer beni çağırdı ve şöyle buyurdu: "Filan kişiyi bulursanız öldürün. Yakmayın. Zira ateşle ancak ateşin sahibi azabeder."
Mühelleb, bu hadisle ilgili olarak; yasağın, tahrim ifade etmediğini, zira buna ters uygulamaların nakledilmiş olduğunu belirtir. Rasulüllah'ın, dinden çıkıp, çobanı Öldüren ve işkence eden Araniler'in gözlerine mil çekmesini; Ebu Bekir'in ashabın huzurunda bazı kimseleri yakarak cezalandırmasını; Halid b. Velid'in de aynı şekilde bazı kimseleri yaktığını ve son olarak Ali'nin, kendisine uluhiyyet isnad edenleri yakmasını delil olarak ziretmiştir.
Yakma ile cezalandırmanın caiz olmadığım söyleyenler ise, yukarıda zikri geçen hadisin sonunun, baş tarafım neshettiğini ileri sürmüşlerdir. Yine onlara göre, Rasulülîah'ın Araniler'in gözlerine mil çekmesi, onların yaptıkları cürrne. karşılık bir kısas idi. Kısas cezası ile böyle bir durumu kıyaslamak doğru değildir.
Yine Ebu Davud'da yer alan uzunca bir hadisin .sonunda Allah Rasulü, karınca yuvasını ateşe veren ashabına şöyle demiştir: Ateşle cezalandırmak, ateşin yaratıcısından başka hiçbir kimseye uygun değildir.
Darimi'nin Süneni'nde yer alan bir haberde ise Ebu Hureyre şöyle  demiştir:  Rasulüllah bizi bir seriyye ile gönderdi.
Giderken bize şöyle buyurdu: Filanı ve filanı ele geçirirseniz ateşle yakın. Ertesi gün ardımızdan birini gönderdi ve şöyle buyurmuştu: "Ben size şu söz konusu iki kişiyi yakmanızı emretmiştim. Düşündüm de, Allah'tan başka hiçbir kimsenin bir başkasına ateşle azab etmesi uygun değildir. Eğer o. ikisini yakalarsanız öldürün." [131]

Meselenin Fıkhi Boyutu:


Ebu Hanife'ye göre, ölüm cezaları kesici aletlerle (kılınç gibi) yerine getirilir. Ateşle yakma cezası yoktur.
îmam Malik, Şafii ve Ahmed ancak bir kimseyi yakmış kimsenin yakılabileceğini belirtmişlerdir. [132]
Bazıları da dinden dönenlerin yakılabileceğini belirtmiş­lerdir.

YİRMİBİRİNCİ HADİS


Ali (R.A), şöyle demiştir: Kisra, Rasulüllah'a hediye gönderdi; O, bunu kabul etti. Kayser'in hediyesini kabul etti. Bazı meliklerin hediyesini de kabul etti.
Ali'den bir başka rivayette: Du'metu'I-Cendel Meliki Ukeydir, Rasulüllah'a bir elbise hediye etti.
Kab b. Malik, Nebi'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Bir müşriğin hediyesini asla kabul etmem."
îyaz hadisinde ise şöyle denilmiştir: Iyaz henüz müşrik iken Rasulüllah bir hediye takdim etmiş, fakat Rasulüllah kabul etmemiş ve şöyle demiştir: Müşriklerin hediyesini kabul etmeyiz. Zebd, hediye / bahşiş demektir.
Bu hadislere üç ayrı yönden bakmak mümkündür: ,
Birincisi; kabul hadisleri sabit olmuş iken Iyaz haberi mürseldir.
ikincisi; lyaz haberi zaman itibariyle Önce; Ali hadisi ise sonradır. Bu da, neshi gündeme getirir.
Üçüncüsü; ehl-i kitaptan hediye almıştır, müşriklerden ise almamıştır. Iyaz, ehl-i kitap değildir. Bu durumda şöyle bir soru yöneltilebilir: Peki, Kisra'dan nasıl kabul etti? Buna, iki yönden cevap vermek mümkündür:
a) Bu hadisi Süveyr b. Ebi Fahıta rivayet etmiştir. Bu zat |sika değildir.
b) Ehl-i kitap olmayanın hediyesinin kabulü mensuhtur. [133]

A- Hıra Ki Hediyesi Haberi:


El-Vesaik Es-Sıyasiyye 114-115
Necaşi hediyesi haberi: A.g.e:106
Muvakkıs hediyesi haberi : En-Nihaye fi-Ğaribi'1-Hadis 2/293 [134]

B- Hediye Kabul Ettiğine Dair Haber   


1-Buhari / Kitabü'1-Hibe (48)
2-İbn Ebi Şeybe / El-Akika 8/194
3-En-Nihaye fi-Ğaribi'1-Hadis 2/293 [135]

Ç- Ka'b B. Malik Haberi


1- En-Nihaye ti-Garibi'1-Hadis 2/293
2- El-Vakidi, Meğazi 346-350 [136]

D- Iyaz Haberi


1-En-Nihaye 2/293
2-El-Faik 1/521
3-Şerhu's-Siyer, Eş-Şeybani 1/97[137]

E- Zühri, konuya ilişkin şu yorumu yapmıştır: "Rasulüllah, müşriklerden hediye alınmasını yasaklamıştır. Bunu şöyle açıklayabiliriz: Rasulüllah, hediyesini aldığı zaman kendi imanında ısrar edecek gayr-i müslimin hediyesini almazken; hediyeyi aldığı zaman iman etmeye meyilli olabileceklerin hediyesini kabul etmiştir.
Veya Rasulüllah'ın hediyeleri kabul etmemesi, hediye verenlerin kimisinin karşılık beklediği ve hatta eş değerde bir hediye ile mukabele göreceğini umuyor olmasındandır.
Bir rivayette Rasulüllah, Amir'in hediyesini kabul etme­miştir. Çünkü Amir'in babası Rasulüllah'tan 70 sahabi taleb etmiş ve sonra, kavmine Bir-i Maune denilen yerde bu kişileri öldürtmüştür. (Şerhu's-Siyer El-Kebir: 1/98-99)Vakidi'nin,   Bi'r-i   Maune'ye   ilişkin   verdiği   bilgiye bakılırsa bu olay, Rasulüllah'm hediyeyi kabul etmemesinden sonra omuştur. Yani, hediyenin kabul edilmemesinin nedeni bu olay olamaz. [138]