Bu Blog içinde Ara

16 Haziran 2012 Cumartesi

YÜCE ALLAH'IN MAĞFİRETİNİN GENİŞLİĞİ

YÜCE ALLAH'IN MAĞFİRETİNİN GENİŞLİĞİ


Enes (r.a)'den, dedi ki: Rasulullah (s.a)'i şöyle buyrurken dinledim: Yüce Allah buyurdu ki: "Ey Ademoğlu, sen bana dua edip benden umdukça, ben de senin neler yaptığına bakmaksızın sana bağışlarım ve hiç aldırış etmem. Ey Âdemoğlu eğer günahların göğe kadar yükselecek olsa, sonra benden mağfiret isteyecek olursan, ben de sana günahlarını bağışlarım. Ey Âde­moğlu, eğer sen bana yeryüzü dolusu kadar günahla gelecek olsan, sonra da benim huzuruma bana hiçbirşey ortak koşmamış olarak gelsen, ben de yer dolusu kadar mağfiretle sana gelirim
.[1]

Bu Hadisin Önemi:


Bu, şanı büyük bir hadistir. Çünkü tevhidin şanının, Yüce Allah'ın mu-vahhidlere hazırlamış olduğu ecrin büyüklüğünü gösterdiği gibi, Yüce Al­lah'ın kullarına mağfiretinin genişliğini de göstermektedir.
Diğer taraftan hadis, çok büyük bir ölçüde Allah'tan mağfiret dilemeyi, O'na tevbe etmeyi ve O'na dönüşü de teşvik etmektedir. [2]

Âdem (A.S)'E Dair:


Hadis-i şerifteki: "Yüce Allah buyurdu ki: Ey Ademoğlu" buyruğunda sözü geçen Adem, insanlığın babasıdır. O'na bu ismin veriliş sebebi, Hafız İbn Hacer'in dediğine göre şöyledir: "Adem Süryanice bir isim olup Kitap ehlince bu isim, Dal harfinin üstününün uzatılması suretiyle "Âdâm" şeklin­dedir. Bu kelimenin gayr-i munsarıf oluş sebebi, Arapça olmayışı ve özel isim oluşudur. es-Sa'lebi der ki: Toprak İbranice'de Adam diye ifade edilir. İşte Adem (A.S.)'e de bu isim verilmiş ve Dal'dan sonraki ikinci Elif hazfedil-miştir. Bunun Arapça olduğu da söylenmiştir. el-Cevheri ve el-Cevâliki bu­nu kesin olarak ifade etmişlerdir. "Adem" kelimesinin esmerlik anlamına gelen "el-Edeme"den geldiği söylendiği gibr (gökyüzü, yeryüzü ve tabaklan­mış deri gibi anlamlar ihtiva eden) "edim" den geldiği de söylenmiştir. Çün­kü Adem (A.S.) yeryüzünden yaratılmıştır. Bu görüş, İbn Abbâs'tan nakle­dilmiştir. Bu görüşe göre ise munsarıf olmaması, fiil vezninde olması ve özel isim olması dolayısıyladır. Bunun iki şeyi birbirine karıştırmak demek olan "edeme" fiilinden geldiği de söylenmiştir, çünkü Adem su ve çamur­dan meydana gelmiş ve bunlar bir arada karıştırılmıştır.[3]
Adem {a.s.), şerefli bir Peygamberdir. Yüce Allah O'nu seçmiş ve üstün kılmıştır: "Gerçekten Allah Adem'i, Nuh'u, İbrahim'i ve İmrân ailesini seçip âlemlere üstün kılmıştır. Hepsi birbirinden bir zürriyetti. Allah her şeyi işitendir, bilendir."(An imr&n, 3/33-34) Yüce Allah O'nu kendi eliyle yaratmış, ona kendi ruhundan üflemiş, meleklere emrederek O'na secde etmişlerdir. Bu hususlar Kitap ve Sünnet'te sabittir. Nitekim uzunca şefaat hadisinde de nakledildiğine göre insanlar (hesabın bir an önce görülmesi hususunda ken­dilerine şefaat etmek üzere) Adem (A.S.)'e gidecekler ve şöyle diyecekler­dir: Ey Adem, sen insanların atasısın. Allah seni eliyle yaratmış, sana kendi ruhundan üflemiştir. Meleklere emir vermiş, onlar da sana secde etmişler­dir.[4]
Yüce Allah O'na her şeyin adını öğretmiştir, Yüce Allah şöyle buyur­maktadır: "(Allah) Adem'e bütün isimleri öğretti. Sonra onları meleklere gösterip: Eğer siz doğru söylenenler iseniz, bunların isimlerini bana haber verin, dedi..."(ei-Bakara, 2/3i)Y\ne Şanı yüce ve mübarek Rabb'imiz, bize İblis ile kıssasını zikretmiş, şeytanın kendisine nasıl vesvese verip O'nu Allah'a isyana düşürdüğünü anlatmış, İblis'in Adem (A.S.)'e nasıl yumuşak ve teşvik edici bir üslupla yaklaştığını zikretmiş bulunmaktadır: "Ve: Rabb'inizin sizi bu ağaçtan alıkoymasının tek sebebi, melekler olmamanız, yahut ebediyyen (Cennet'te) kalmamanız içindir, dedi. Bir de onlara: Şüphesiz ki ben size iç­tenlikle öğüt verenlerdenim, diye yemin etti."(ef-AVo/, 7/20-23) Onlara içtenlikle öğüt verdiğine ve doğru söylediğine yemin etti, Yüce Allah da onun bu du­rumunu şöylece nakletmektedir: "Şeytan O'na vesvese verip dedi ki: Ey Adem, sana ebedilik ağacını ve sonu gelmez bir mülkü göstereyim mi?Va-Hâ, 20/120)
İşte bunlar İblis'in insanları sapıklığa ve Allah'ın yolundan uzaklaşmaya davet ettiği üslûplarıdır. O çağırdığı kimseleri teşvik etmekte, zaaf kapıların­dan onlara etkili olmaya çalışmaktadır. Ta ki, onları mevlâlarına isyan ettir­sin. Onları isyana düşürdü mü de, onlardan uzak olduğunu ilân eder: İş olup bitince şeytan da der ki: Doğrusu Allah size gerçeği vadetmişti. Ben de size vadettim, ama size verdiğim sözde durmadım. Zaten benim sizin üzerinizde hiçbir sultam ve nüfuzum yoktu; ben sizi çağırdım siz de çağırımı kabul ettiniz. O halde beni kınamayınız, aksine kendinizi sınayınız. Ne ben sizi kurtarabilirim ne siz beni kurtarabilirsiniz. Ben zaten önceden, beri beni ortak tutmanızı da şüphesiz kabul etmemiştim. Elbette zalimler için çok acıklı bir azab vardır."(ibmhim, 14/22) İşte şeytanın Kıyamet gününde takınacağı tavır budur. O halde kula düşen, onun türlü üslûplarından ve yollarından çekinmesi, sakınmasıdır. Şanı Yüce ve Mübarek Allah'ın bunu bizlere anlat­masının tek sebebi, yalnızca ibret almak, öğüt almak ve ondan sakınmak, ona karşı uyanık olmaktır. Eğer kul bir masiyet işleyecek olursa, çabucak tevbe etmeli, Yüce Allah'a dönmelidir. Çünkü Şanı Yüce Allah bu hadiste de belirtildiği gibi mağfireti çok geniş olandır.
Bundan dolayı Adem {a.s.) de Rabb'ine döndü ve tevbe etti. Yüce Allah da O'nun tevbesini kabul buyurdu. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Rabb'imiz, biz kendi kendimize zulmettik. Eğer bize mağfiret etmez ve merhamet buyurmazsan, herhalde zarara uğrayanlardan oluruz, dediler.'Vef A'râf, 7/23jBir başka yerde de şöyle buyurmaktadır: "Sonra Rabb'i onu seçti, tevbesini kabul buyurdu ve doğruya iletti."cra-Hâ, 20/122)
Belki de tevbe, istiğfar ve Allah'a dönüşe çağırıp teşvik ederken, Rasu-lullah (S.A.S.)'ın bu hadis-i şerifte, "Ey Ademoğlu" sözünü kullanmasının nüktesi de budur. [5]

Mağfiretin Sebepleri:


Bu hadis-i şerifte Yüce Allah'ın kullarının günahlarını bağışlamasının se­bepleri açıklanmaktadır. Bunlar da aşağıdaki gibidir:
1) Dua: Hadisi şerifte geçen: "Muhakkak ki sen bana dua ettikçe..." bölümü hakkında ilim adamları şöyle demişlerdir: Yani sen bana dua edip beni (rahmetimi) ummaya devam ettiğin süre boyunca, ben de sana hiçbir-şeye aldırış etmeksizin mağfirette bulunurum ve ben böyle bir durumda da seni bağışlamaktan uzak duracak değilim.
Duâ, kelimesi Kur'ân-ı Kerim'de birden çok anlamda kullanılmıştır ki, bunların bazıları şanı Yüce Allah'ın: "Bana dua edin ben de sizin duanızı ka­bul edeyim."fef-Mü'min, 40/60} buyruğunda olduğu gibi; dilekte bulunmak anla­mındadır. Şer'i anlamı ile duâ, kimilerinin tarif ettiği gibi Yüce Allah'ın nez-dinde bulunan hayırları arzu ederek yalvarıp yakarmak, dilekte bulunmak ve istenenin gerçekleşmesi, umulanın elde edilmesi içinde Yüce Allah'a ni­yaz etmektir. [6]

Dua Île Emrolunduk:


Şanı Yüce Allah, bize, kendisine dua edip O'ndan istekte bulunmamızı emrederek şöyle buyurmaktadır: "Rabb'iniz buyurdu ki: Bana dua edin, ben de duanızı kabul edeyim. Şüphesiz bana ibadeti büyüklüklerine yedirme-yenler Cehennem'e pek yakında hor ve zelil olarak gireceklerdir. VMü'mm,
40/60)
Dua Allah'a bir ibadet ve Allah'a bir yakınlaşmadır. Rasulullah (S.A.S.) de Yüce Allah'ın kendisinden dilekte bulunmayanlara gazab edeceğini be­yan etmiştir: "Allah'tan dilekte bulunmayanlara Allah gazab eder.[7]

Duaya Teşvik:


Rasuluilah (s.a) bizi duaya da teşvik etmiştir: "Herhangi bir müslüman günahı bulunmayan, akrabalık bağını kesmeyi gerektirmeyen bir duada bu­lunacak olursa, mutlaka Allah ona şu üç husustan birisini verir: Ya onun dua edip istediğini ona acilen verir ya onu âhirette o kimse için saklar ya­hut da ondan (duasında istediği şeyin) bir benzerini uzaklaştım. Ashab: O halde biz de çok dua ederiz, deyince Rasulullah (s.a) "Allah'ın vereceği ise daha çoktur." diye buyurdu.[8]
Yine Rasulullah (s.a) şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz Allah çokça haya eder ve çok kerem sahibidir. Kulun kendisine ellerini uzatıp da o elleri bomboş geri çevirmekten haya eder.[9]

Duaya Dair Bazı Hükümler [10]:


Dua şartlarına riayet olunduğu ve kabulünü engelleyen hususlardan uzak kalındığı takdirde, kulun günahlarının bağışlanmasına sebep teşkil eder. Bundan dolayı dua esnasında mağfiret istendiği vakit, kalbin uyanık ve şuurlu olması, söylediğinin ve kime hitap ettiğinin farkında olması gere­kir. Rasulullah (S.A.S.) şöyle buyurmaktadır: "Yüce Allah'a duanızın kabul edileceğine dair kesin bir kanaat ile dua ediniz. Biliniz ki, şüphesiz Allah gafil ve başka şeylerle oyalanan kalbin duasını kabul etmez.[11] Aynı şekilde duasının kabul edileceğini ummalı, isteğinde kesin ifadeler kullanıp Allah'ım dilersen bana mağfiret et dememelidir; Nitekim Rasulullah (s.a) şöyle bu­yurmuştur: "Sizden herhangi bir kimse dua ettiği vakit duasında kesin ve kararlı olsun. Allah'ım dilersen, demesin, çünkü Şanı Yüce Allah'ı zorlaya­cak hiçbir güç yoktur.[12]
Bundan dolayı duada alabildiğine ısrar etmek, Şanı Yüce Allah'ın huzu­runda muhtaçlığımızı açıkça ortaya koymak gerekir. Çünkü Allah'tan koru­yacak ve O'ndan gelene karşı kurtaracak yine O'dur. Ayrıca günahlarının şanı Yüce Allah'tan başkası tarafından bağışlanacağını umut etmemelidir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Ve günahları Allah'tan başka kim bağışlayabilir ki?"(Âii imrân, 3/135) [13]

Hauf Ve Reca (Korku Île Ümid):


Hadis-i şerifteki: "Ve beni umarsan" ifadesi ile ilgili olarak Hafız İbn Ha-cer, Fethu'î-Bâri'de Reca hakkında şunları söylemektedir: "Eğer kusurlu bir davranışı olursa, Allah hakkında güzel zan beslesin. O'nun günahlarını ba­ğışlayacağını umsun. Yine bir itaatte bulunan kişi de, onun kabul edileceği­ni umsun. Bir masiyeti ısrarla işleyip ona dalarken, pişmanlık duymaksızın ve ondan vazgeçmeksizin sorgulanmayacağını uman kimse ise, aldanış içe­risindedir.[14]
Enes (r.a)'den, Peygamber (s.a) ölüm döşeğinde bir gencin yanına girdi, O'na "Kendini nasıl buluyorsun?" diye sorunca O: Allah'tan umudum var, günahlarımdan da korkuyorum, dedi. Rasulullah (s.a) şöyle buyurdu-. "Bir kulun kalbinde böyle bir durumda bu ikisi bir arada bulunacak oldu mu, mutlaka Allah ona umduğunu verir ve korktuğundan onu emin kılar.[15]
Bundan dolayı hem korku, hem de ümidi gerektirici va'd ve vaid (teh-did) i kapsayan bir çok hadis-i şerif vârid olmuştur. Ebu Hureyre (r.a)'den, dedi ki: Rasulullah (s.a)'ı şöyle buyururken dinledim: "Şüphesiz Allah rah­meti yarattığı günü yüz rahmet olarak yarattı. Kendi nezdinde bunun dok-sandokuz tanesini alıkoydu; bütün yaratıkları arasında da bir tanesini saldı. Eğer kâfir Allah'ın yanındaki rahmetin tümünü bilecek olsaydı, Cennet'ten ümid kesmezdi ve eğer mü'min Allah'ın yanındaki bütün azabı bilmiş olsaydi Cehennem'den emin olmazdı.[16]
Hafız İbn Hacer (Allah'ın rahmeti üzerine olsun) der ki: "Eğer kul Al­lah'ın sıfatları arasında rahmet etmeyi dilediği kimselere rahmet etmek ve dilediği kimselerden de intikam almanın da bulunduğunu bilirse, hiç şüphe­siz Allah'ın rahmetini uman hiçbir kimse, O'nun intikamından yana kendisi­ni emin görmez, O'nun intikamından yana korkan kimse de O'nun rahme­tinden umut kesmez. Bu ise küçük dahi olsa, kötülükten uzak durmaya, az dahi olsa itaate devam etmeye iter.[17]
O bakımdan müslüman kimsenin korku ile ümidin kanatları arasında ol­ması gerekir. Yüce Allah'ın şu buyruğunda olduğu gibi-. "O'nun rahmetini umarlar, azabından da korkarlar.u(ei4srû, n/57) [18]

Allah'ın Rahmetinden Ümid Kesmek, Büyük Günahlardandır:


Bu kudsi hadiste şanı Yüce Allah günahları, masiyetleri işlemek suretiy­le, farzları eda etmekte kusurlu davranmak suretiyle haddi aşan günahkâr­ların önünde mağfiretinin kapılarını sonuna kadar açmaktadır. Ta ki onun rahmet ve mağfiretinden ümid kesmesinler. Çünkü onun rahmetinden ümid kesmek, büyük günahlardandır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Ve Allah'ın rahmetinden de ümidinizi kesmeyin. Çünkü kâfirler topluluğundan başkası Allah'ın rahmetinden ümidini kesmez."(Yusuf, 12/87)
Kurtubi bu âyet-i kerime ile ilgili olarak şunları söylemektedir: "İşte bu buyruk, Allah'ın rahmetinden ümit kesmenin yani ye'sin büyük günahlar-.  dan olduğuna delil teşkil etmektedir." Şanı Yüce Allah, İbrahim (a.s.)den şöyle dediğini haber vermektedir: "Rabb'inin rahmetinden sapıklardan baş­ka kim ümid keser ki, dedi.'Vei-Hîcr, 15/66) Bir başka yerde de şöyle buyurmak­tadır: "De ki: Ey öz nefisleri aleyhine aşın giden kullarım, Allah'ın rahme­tinden ümid kesmeyin. Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Muhakkak ki O, çok çok bağışlayandır, merhamet buyurandır."(e^zümer, 39/53)
Bu âyet-i kerimede Allah'ın rahmetinden ümid kesmek yasaklanmakta­dır. Yasak (nehiy) ise, eğer mekruh olduğunu ortaya koyacak bir başka karine yoksa haramlığı gerektirir. Bu âyet-i kerime de İbn Abbâs'ın dediğine göre şu sebepten ötürü nâzü olmuştur: Müşriklerden bazı kimseler adam öl­dürmüş, bu işi alabildiğine çok işlemişti. Zina etmiş ve bu işi alabildiğine çok işlemişti. Muhammed (s.a)'e gelip şöyle dediler: Şüphesiz söylediğin ve kendisine davet ettiğin şey güzeldir ve bu işlediklerimize bir keffâret bulun­duğunu bildirmektedir. Bunun üzerine şu buyruk nazil oldu:[19] "Onlar ki, Allah ile birlikte başka bir ilâha ibadet etmezler. Allah'ın haram kıldığı canı da öldürmezler. Meğer ki hak ile ola. Zina da etmezler..."(d-Furkan, 25/68) Ayrı­ca: "De ki: "Ey nefisleri aleyhine ileri giden kullarım..." ayeti de indi. [20]

"Peygamberlerin Ümid Kesmesi" Ayetinin Anlamı:


Burada şu âyet-i kerimenin anlamını açıklamamız gerekmektedir: "Ni­hayet Peygamberler ümidlerini kesip de artık kendilerinin yalanlanacakları­nı zannettikleri sırada, onlara yardımımız gelmiş ve dilediğimiz kurtuluşa er­dirilmişti. Fakat günahkârlar topluluğundan ise azabımız asla döndürül-mez "(Yusuf, 12/ıiû) Bu buyruğu açıklamamız gerekir; ta ki bu hususta bir karı­şıklık olmasın ve ta ki bu âyet-i kerimenin sundukları ile diğer âyetlerin an­lattıkları arasında bir çatışma olduğu zannedilmesin. "Nihayet o Peygam­berler ümidlerini kesip..." âyetinin anlamı ile ilgili olarak Kurtubi şunları söylemektedir: "Yani nihayet kavimlerinin iman edeceklerinden ümid kes­tiklerinde... demektir.[21]
İbn Abbâs'dan da: "Kendilerinin yalanlanacaklarını zannettikleri..." buy­ruğu hakkında şunları söylemektedir: Peygamber kavimlerinin, iman ede­ceklerinden ümid kestiler ve onların kavimleri de artık Peygamberlerin, kendilerine yalan söylediklerini zannettiler...[22]
O halde bu hususta İbn Abbas'tan gelen bu açıklamaya dayanmak gere­kir. Çünkü O, kendisinin ne demek istediğini başkasından daha iyi bilen bi­risidir.
Aişe (r.anhâ) de bu âyetin tefsiri ile ilgili olarak şunları söylemektedir: "Bunlar Rab'lerine iman eden, Peygamberleri doğrulayan kimselerdi. Sıkınti ve belâları uzayıp gitti ve ilâhi yardım gecikti. Nihayet Peygamberler artık kavimlerinden kendilerini yalanlayanlardan ümid kesip yine Peygamberler kendilerine uyanların dahi kendilerini yalanlayacak noktaya geldiklerini sandıkları bir zamanda, o vakit Allah'ın yardımı onlara geldi.[23]
Peygamberler -selâm onlara- masumdurlar ve Allah'ın rahmetinden ümid kesmekten yahut da Yüce Allah hakkında hak olmayan bir zan besle­mekten münezzehtirler. İşte bu, âyet-i kerimenin özlü bir açıklamasıdır. Bu hususta geniş açıklamaları okumak isteyenler Fethu'l-Bâri'ye başvurabilirler. Orada Hafız İbn Hacer bu mes'elede Tefsir bölümünde[24] geniş açıklama­lar getirmektedir. Bu hadis-i şerifte de şu belirtilmektedir: Kulun günahları ne kadar çok olur ve artarsa, hadisteki ifadesi ile: "günahların göklere ka­dar ulaşacak olsa dahi[25] yani eğer günahların çokluğundan dolayı bulutla­ra kadar erişecek olsa, bir açıklamaya göre de gözün görebileceği noktaya kadar dahi çıkarsa, sonra kul Allah'tan mağfiret dileyecek olursa, Allah'ın Gafur ve Rahim olduğunu görecektir. Aynı şekilde yüz kişiyi öldüren adam ile ilgili kıssanın zikredildiği hadis de Şanı Yüce Allah'ın kullarına ne kadar' geniş mağfiretli olduğunun delilidir. Bundan dolayı müslüman bir kimsenin Şanı Yüce Allah'ın rahmetinden ümid kesmesi helâl değildir. [26]

Günahlar Büyük Olsa Dahi Mağfiret Dilemek


Hadisteki: "Sonra benden mağfiret dileyecek olursan" ifadesinde geçen istiğfar, ilim adamlarının tarif ettiği üzere; kelimenin asıl anlamı birşeye kendisini kirletecek şeylere karşı koruyacak birşey giydirmektir. Her birşe-yin kirlenmesi ise kendisine göre değişir. Allah'ın kulunu bağışlaması (gufranı) ise onu azabdan koruması ile olur. İstiğfarın Yüce Allah'tan mağfi­ret istemek, günahların örtülmesi, onları cezalandırmaktan vazgeçmesi ve o günahların kötülüklerinden onu koruması demek olduğu da söylenmiştir. [27]

Günahlardan Mağfiret Dilemenin Vücûbu:


Şanı Yüce Allah pek çok âyet-i kerimede günahlardan mağfiret dileme­yi emretmektedir. Meselâ, şöyle buyurmuştur: "Allah'tan mağfiret isteyin.
Şüphesiz Allah Rahim'dir, Gafurdur."(ei-Müzzemmii, 73/20) Yine Yüce Allah şöy­le buyurmaktadır: "Hemen Rabb'ini hamd ile teşbih et ve O'ndan mağfiret dile. Çünkü O tevbeleri pek çok kabul edendir "(en-Nasr, 110/3) O bakımdan ku­lun günah işlemesi halinde Rabb'inden mağfiret dilemesi gerekir ki, O da onun günahını bağışlasın. [28]

Günahlardan Mağfiret Dilemenin Fazileti:


Şanı Yüce Rabb'imiz, mağfiret dileyenden övgüyle şöylece söz etmekte­dir: "Ve onlar seher vakitlerinde mağfiret dileyenlerdir."(Antmrdn, mi) Nitekim Yüce Allah mağfiret dileyenleri azab etmeyeceğini de beyân etmektedir: "Onlar mağfiret isteyip dururlarken de Allah onlara azab edecek değil­dir. "(ei-Enfâi. s/33) Mağfiret dilemek, yağmur yağmasının, gücün artışının, evlâtların çoğalışının, hayır ve bereketlerin inişinin sebepleri arasındadır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Arkasından onlara dedim ki: Rabb'iniz-den mağfiret dileyin, çünkü O çok mağfiret edicidir. Böylece üzerinize semâyı "(gökten yağmuru) bol bol salıverir. Mallarla, oğullarla size yardım eder; size mallar, bahçeler verir, nehirler akıtır..."(Nuh, 71/10-12)
Yine Yüce Rabb'imiz bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: "Ey kavmim, Rabb'inizden mağfiret dileyin, sonra O'na tevbe edin. Ta ki üstünüze gök­ten bol bol (yağmur) göndersin. Gücünüze daha çok güç katsın. Günahkârlar olarak yüz çevirmeyin."(Hud, 11/52)
Büyük ilim adamı Kurtubi der ki: Bu iki âyet-i kerime Allah'tan mağfiret dilemenin nzık ve yağmurların inişine sebep teşkil ettiklerine dair delil var­dır. [29]

Bazı İstiğfar Şekilleri:


Sünnet-i seniyyede birtakım istiğfar şekilleri sabittir. Müslümanın bunla­ra özel bir itina göstermesi gerekir. Buna sebep ise bu istiğfar, şekillerinin büyük bir sevap almayı gerektirmeleridir. Bu şekilde istiğfarda bulunmakta Allah Rasulüne tabi olmak da sözkonusudur. Çünkü O Yüce Allah'a mağfi­ret deliyip O'na dönenlerin en hayırlısıdır. Şeddâd b. Evs'den, O Rasulullah (s.a)'tan, dedi ki: "İstiğfarın başı: Allah'ım, sen benim Rabb'imsin, senden başka ilâh yoktur. Sen beni yarattın ve ben senin kulunum. Gücüm yettiğimce ben senin va'din üzere­yim. Yaptıklarımın şerrinden sana sığınırım. Üzerimdeki nimetini itiraf edi­yorum, yine günahlarımı sana itiraf ediyorum. Sen günahlarımı bana bağış­la! Çünkü hiç şüphesiz günahları senden başka hiçbir kimse bağışlayamaz." Kul bu sözleri sabah ve akşam olduğunda söyleyecek olursa, Cennet'e gi­rer. -Yahut Cennet ehlinden olur- Sabahı ettiğinde bu sözleri söyleyip de o gün ölürse, onun için aynı şey sözkonusudur.[30]
et-Tıbi der ki: Bu dua, tevbenin bütün hususiyetlerini topladığı için bu duaya "baş (es-Seyyid, efendi)" adı kullanılmıştır. Seyyid ise aslında ihtiyaç­larda kendisine başvurulan başkan demektir.[31]
Bilâl b. Yesâr b.  Zeyd (r.a)den, dedi ki: Babam bana dedemden anlattığına göre O, Rasulullah (s.a)'ı şöyle buyururken dinlemiş: kim: Kendisinden başka ilâh olmayan, i iayy ve Kayyum olan Allah'tan mağfiret diler ve O'na tevbe ederim." diyene Allah mağfiret eder. İsterse cihaddan kaçmış ol­sun...[32]
Bu, birtakım büyük günahların bazı salih amellerle bağışlanacağına de­lildir. Çünkü cihaddan kaçmak, büyük günahlardandır; fakat bu, günahı iş­leyene can ve mal hakkında herhangi bir cezai hüküm vermeyi gerektirme­yen büyük günahlardandır.
Âişe (r. anhâ) den dedi ki: Rasulullah (s.a) vefatından önce çokça: Allah'ı, hamd ile teşbih ve tenzih ederim. Allah'tan mağfiret diler ve ona tevbe ederim.[33]
İbn Ömer (r.anhumâ)'den, dedi ki: Bir tek mecliste Rasulullah (s.a)'ın yüz defa (şöylece) istiğfarda bulunduğunu sayardım:
Rabb'im, bana mağfiret buyur, benim tevbemi kabul eyle. Çünkü şüphesiz ki sen, tevbeleri çokça kabul edensin, çok mer. [34]

İstiğfarın Tevbe İle Birlikte Yapılması:


Kurtubi, tevbeyi şöylece tarif etmektedir: Tevbe, senin hakikaten veya takdiri olarak önceden yapmış olduğun bir günahı sırf Allah için terketmendir.[35] Tevbe günahlardan dönmektir. Ve çoğunlukla tevbe mağfiret dile­mekle birlikte sözkonusu edilmektedir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Onlar Allah'a tevbe etmeli ve O'ndan mağfiret dilemeli değiller mi?"(ei-Mâide, 5/74) Tevbenin birtakım şartları vardır; bunları açıklayalım:
Hasiyetten vazgeçmek. Çünkü Şanı Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Bir de işledikleri üzerinde bilip durdukları halde ısrar etmeyenler..."(Animin,3/135)
Hafız İbn Hacer -Allah'ın rahmeti üzerine sağanak sağanak yağsın- şöy­le demektedir: Burada Allah'tan mağfiret dilemenin kabul ediliş şartlan ara­sında mağfiret dileyenin günahından vazgeçmesi gerektiğine işaret vardır. Aksi taktirde dil ile mağfiret dilemekle birlikte, günah ile iç içe olmak, oyun oynamaya benzer. Eğer tevbe Yüce Allah'ın hakkına taalluk ediyor ise, o günahı terketmek ve -eğer gerekiyorlarsa- keffâret ya da kazasını yapmak yeter lidir.[36]
Yalnızca Yüce. Allah İçin günahı terketmek suretiyle ihlas. Çünkü insanlar kendisini ayıplar korkusuyla veya ondan başkası için günahı terke-decek olursa, ittifakla böyle bir kimse tevbe etmiş olmaz. Bu husustaki delil ise: "Halbuki onlar dinlerini O'na halis kılanlar olarak yalnız Allah'a ibadet etmekten başkasıyle emrolunmamışlardı.'Vei-Beyyine, 9$5) Meşhur; "Ameller ni­yetler iledir.[37] hadisi de bunu ortaya koymaktadır.
Tevbesi yapılan günah eğer kul hakkına taallûk eden bir masiyet ise, hak sahibinden ibra olmak. Bu da Rasulullah (S.A.S.)'ın şu hadisin­den ötürü böyledir: "Her kimin bir başkasına ırzı (namus, şeref ve haysiyeti) yahut da herhangi birşey ile ilgili bir haksızlığı sözkonusu olmuşsa, bugün o hakkından dolayı o kimseden helâllik dilesin. - Hiçbir dinar ve hiçbir dirhe­min olmayacağı gün gelmeden önce- (O gün geleceği vakit) şayet salih bir ameli varsa, haksızlığı kadar o salih amelinden alınır. Eğer hasenatı yok ise bu sefer haksızlık yaptığı adamın günahlarından alınır, ona yükletilir.[38]
Canın boğaza gelip dayanmasından önce tevbeyi çabuklaştırmak. Çünkü böyle bir durumda Rasulullah (s.a)'ın şu buyruğu dolayısıyla tevbe kabul olunmaz: "Muhakkak Aziz ve Celil olan Allah, kulun tevbesini can boğazına gelip dayanıncaya kadar kabul eder.[39] Yüce Allah da şöyle bu­yurmaktadır: "Yoksa kötülükleri işleyip durup da onlardan herhangi birine ölüm gelip çattığında: Ben şimdi gerçekten tevbe ettim, diyenlerin ve kâfir olarak öleceklerin de tevbesi tevbe değildir."(en-Ntsâ, 4/ıs)
Tevbe güneşin batıdan doğuşundan önce yapılmalıdır. Çünkü Rasu­lullah (s.a) şöyle buyurmuştur: "Kim güneş, batısından doğmadan önce tev­be ederse, Allah da onun tevbesini kabul eder.[40]
Masiyeti işlemekten dolayı pişman olmalı ve ebediyyen bir daha ona dönmemeyi kararlaştırmayıdır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmak­tadır: "Ey iman edenler, Allah'a nasuh (bir daha o günaha dönmemek üze­re) bir tevbe ile tevbe ediniz."(et-Tahnm, 66/8) Katâde de der ki: Nasuh tevbe, samimi ve doğru tevbedir. el-Kelbi de der ki: Nasuh tevbe, kalp ile pişman­lık duymak, dil ile mağfiret dilemek, o günahtan vazgeçmek ve bir daha ona dönmeyeceğini rahatlıkla kararlaştırmaktır.[41]

Tevhid:


Hadis-i şerifte geçen: "Şüphesiz sen yeryüzü dolusu günahlarla bana gelecek olsan, sonra da huzuruma bana hiçbirşeyi ortak koşmaksızın çıka­cak olsan, elbette ben de sana yeryüzü dolusu mağfiretle gelirim." Eğer kul, Yüce Allah'ın huzuruna yeryüzü dolusu günah işlemiş olmakla birlikte, Al­lah'a ibadetinde hiçbir şeyi ortak koşmamış ise, Allah onun günahlarını ba­ğışlar, onları affeder. Çünkü tevhid, Allah'ın kuluna mağfirette bulunması­nın en büyük sebepleri arasındadır. Şirk ise kulun Allah'ın kendisine tahsis etmiş olduğu ibadeti O'ndan başkasına, bir veliye, bir Peygambere, bir yö­neticiye veya bundan başka bir cihete yöneltmesidir. Mesela, dua Allah'tan başkasına yapılmaması gereken ibadetlerdendir. Kim içinde bulunduğu bir sıkıntının giderilmesi için Allah'tan başkasına veya bundan başka herhangi bir ibadeti başkasına yapacak olursa, şirke düşmüş olur. Nitekim şairlerden birisinin söylediği şu beyitler bu kabildendir:
"Ey efendim, ey Allah'ın sevgilisi, işte kapının eşiğine geldim. Hastalığı­mın ızdırabından sana şikayet ediyorum-
Efendim, bedenimdeki hastalık uzayıp gitti. O kadar ki, hastalığın şidde­tinden ne uyuyabiliyor ne uyumayabiliyorum;
Uzun bir süre yaşayıp durdum, hep didindim, bu gün ise söz söylemek­ten ve kalemden başka elimden birşey gelmiyor;
Efendim, cihada şevkim uzayıp gitti; acaba benim için Allah'a bir daha sancağımın yükselmesi için dua eder misin?"
O, bu sözleriyle Rasulullah (s.a)'a dua ediyor. Halbuki Yüce Allah da şöyle buyurmaktadır: "Allah'tan başka ve kendisine Kıyamete kadar cevap veremeyecek {duasını kabul edemeyecek) ve esasen kendileri de bu dualarından gafil olan kimseye dua eden kişiden daha sapık kim olabilir?'7e/-Ahkûf. 46/5)
Aynı şekilde bir başka kutbun, müslümanlar arasından milyonlarca kişi­nin içine düştüğü evliyayı, şirk koşup temiz kabirlerinde onlara sığınmaları­nı, sıkıntılı zamanlarda da bu kabirlerde duâ edişlerini temize çıkarmaya ve razı olunacak bir İş olarak göstermeye çalıştığını okuyoruz.
Aynı şekilde bu kişi diyor ki: Biz ne diye Allah'ın veli kullarına, onları zi­yaret edenlere, kabir ve makamları yanında dua edenlere hücum edelim ki? Yine bu kişi diyor ki: "Bu gibi davranışları şiddetli bir tepki ile karşılayanlara derim ki: Yavaş olunuz! Bu işte ne şirk vardır ne putperestlik ne de inkâr!"
Halbuki bu, âlemlerin Rabb"inin sevgili kulunun ümmetini sakındırdığı şirkin kendisidir. Oysa İslâm'i kılıklara bürünmüş olanlar, müslüman kimse­lere bunun dinden olduğunu, Allah'a yakınlaştırıcı bir amel olduğunu söyle­yerek temize çıkarmaktadırlar. İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râciun. [42]

Şirkten Korkutma:


Şirk, en büyük zulümdendir. Alemlerin Rabb'ine karşı yapılan en büyük isyandır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Hani Lukman oğluna öğüt verirken şöyle demişti: "Oğulcağızim, Allah'a ortak koşma! Çünkü şüphesiz bu, çok büyük bir zulümdür."(Lukman, 31/13) Zulmün akıbeti ise dün­yada da vahimdir: Zillet, hakirlik ve bedbahtlık. Ahirette ise hor kılan bir azabdır.
Yüce Allah, ibadetinde kendisine herhangi bir kimseyi ortak koşanın Cennet'e girmesini yasaklamıştır: "Şüphe yok ki kim Allah'a ortak koşarsa, şüphesiz Allah ona Cennet'i haram kılar. Onun barınağı Cehennem'dir, za­limlerin de hiçbir yardımcısı olmayacaktır."(ei-Mâide, 5/72)
Yüce Allah, kendisine ortak koşana asla mağfiret etmeyecektir: "Şüp­hesiz Allah kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz. Bununla birlikte bun­dan başkasını dilediğine bağışlar."(en-msâ, 4/116)
Şirk, amellerin boşa çıkmasına sebeptir. Yüce Allah şöyle buyurmakta­dır: "Andolsun ki, sana da senden öncekilere de şu vahyolunmuştur: Eğer şirk koşarsan muhakkak amelin boşa çıkar ve sen elbette zarara uğrayan­lardan Olursun."fez-Zümer, 39/65)
Bu ayet-i kerime, Yüce Allah'ın şu buyruğunu da andırmaktadır: "Eğer şirk koşacak olsalar, elbette onların yaptıkları boşa çıkar."(ei-En'&m, e/88)
O halde salih amelin kabul edilmesinin şartı, amel sahibinin muvahhid olmasıdır. Meselâ, müşrik bir kimsenin sadaka vermesinin, bol bol malını harcamasının Allah nezdinde hiçbir kıymeti yoktur ve böyle bir kimse Kıya­met gününde bundan yararlanmayacaktır.
Aişe (r.a.) den, dedi ki: Ey Allah'ın Rasulü, Ced'an'in oğlu câhiîiye döne­minde akrabalık bağını gözetir, yoksula yemek yedirirdi. Bunun kendisine bir faydası olur mu? Rasulullah (S.A.S.) şöyle buyurdu: "Bunun ona hiçbir faydası olmayacaktır. Çünkü o bir gün olsun, Rabb'im Kıyamet günü güna­hımı bana bağışla, demiş değildir." Hatta bir kimse eğer müşrik ise, söyledi­ği hak sözün, dine yardımcı olmasının dahi, kişiyi kurtarması söz konusu değildir. Gerçekten Ebu Talib Muhammed {s.aj'e yardımcı olmuş ve O'nu savunmuştu. Öyle ki, şu beyitler onundur:
"Andolsun, asla bütün kalabalıklarına rağmen sana el uzatamayacaklar-dır. Ta ki ben toprağa yatırılıp görnülmedikçe;
Sen işini açığa vur, seni küçültecek hiçbir şey olmayacaktır. Bu benim sana müjdem olsun ve gözün aydın olsun bununla;
Andolsun ki Muhammed'in dininin yaratılmışların dinleri arasında en hayırlı olduğunu biliyorum;
Sen beni (dinine) davet ettin ve bana samimiyetle öğüt verdiğini söyle­din. Andolsun doğru söyledin ve sen bunda da emin idin; Fakat kınanmam olmasaydı, yahut bana sövüleceğinden çekinmesey-dim, gerçekten benim bunu rahatlıkla kabul ettiğimi ve açıkça ortaya koy­duğumu görecektin."
Fakat buna rağmen ateşten kurtulamayacaktır. Ayağının çukur tarafının altında iki parça kor ateş bırakılacak, bundan dolayı Cehennem ateşinde
beyni kaynayacaktır.
O bakımdan, kulun şirkten sakınması gerekir ki, malın da evlâtların da faydalı olmayacağı günde kurtulması mümkün olabilsin, Rasulullah (s.aj'ın bu hadis-i şerifte beyân ettiği mağfiretin sebeplerini yerine getirsin ki, Allah da günahlarını ona bağışlasın... [43]



[1] Nevevi der ki: Bu hadisi Tirmizi rivayet etmiş ve Hasen, sahih bir hadistir, demiştir. el-Elbâni de bu hadisin hasen olduğunu belirtmiştir. Bk. es-Silsile, 127; el-Mişkât, 4336. Tahricü't-Terğib, II, 268 ve Sohihu'I-Cömi, 4214
Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 431-432.
[2] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 432.
[3] Fethu'l-Bûri,V\\, 171
[4] Sahih bir hadis olup Ahmed rivayet etmiştir, bk. el-Akidetü't-Tahaviyye, el-Elbâni tahkikiyle, 254
[5] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 432-434.
[6] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 434.
[7] Tirmizi ve başkaları rivayet etmiş olup hasen bir hadistir.
Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 434.
[8] Bk. Mişkötü'l-Mesabih, 2259
[9] Sahihu'l-Câmi', 2066
Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 434-435.
[10] 10'ncu hadis açıklanırken dua iie ilgili bazı hususlara dair açıklamalar da geçmişti.
[11] Bk. Sahihu'l-Câmi', 243
[12] Müslim Şerhi, V, 536
[13] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 435-436.
[14] Fethu'1-Bdri, XIV, 81
[15] Tirmizi rivayet etmiştir. (Tirmizi, Cenaiz 9; İbn Mace, Zühd 31. -Çeviren-)
[16] Buhâri, VII, 183, (Rikaak 20).                         
[17] Fethu'l-Bdri,XIV,83
[18] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 436-437.
[19] Kurtubi, XIII, 76
[20] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 437-438.
[21] Kurtubi, IX, 275
[22] Nesai rivayet etmiş olup, Hafız İbn Hacer İsnadı hasendir, demiştir. Fethu'1-Böri, IX, 440
[23] Fethu'i-Bdri,IX, 440
[24] Fethu7-Bâri,K,438
[25] Sahihu'l-Câmi, 4214
[26] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 438-439.
[27] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 439.
[28] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 439-440.
[29] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 440.
[30] Buhâri, Deavât 15.
[31] Fethu'l-Bâri, XIII, 343
[32] El-Elbâni, Sahih olduğunu belirtmiştir. Riyâzu's-Sâlihin, 1882
[33] Müslim Şerhi, Kitabu's-Salat, (Müellif ciit ve sayfa numarası vermemiştir. Müslim, Salât, 220. -Çeviren-)
[34] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 440-441.
[35] FethuV-Bari, XIII, 347
[36] Fethu7-Bdri, XIII, 343
[37] Buhâri, I, 2, (Bed'u'i-Vahy 1)
[38] Buhdri, III, 99, (Mezâlim 10)
[39] Bk. Sahîhu't-Cûml', 1899
[40] Muhtasaru Müslim, 1920
[41] Kurtubi, XVIII, 198
Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 442-443.
[42] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 443-444.
[43] Nazım Muhammed Sultan, Ana Çizgileriyle İslam (Nevevi Kırk Hadis Şerhi), Guraba Yayınları: 444-446