KUR’ÂN TİLÂVETİNİN ÂDABI
Bu konuda bazı ulema, müstakil eserler yazmıştır. Bunlardan biri olan Nevevî; «et-Tıbyan, Şerhu'l-Muhezzeb, el-Ezkâr» adlı eserlerinde, tilavet adabından bir kısmını zikretmiştir.
Ben burada, bunları özetlemekle birlikte, bazı ilavelerde bulunarak kolayca istifade edilmesi için, ayrı meseleler halinde ele alacağım.
Kur’ân Okumanın Fazileti
Kur’ân'ı sıkca okumak ve tilavetinde bulunmak, müstehaptır. Allahu Tealâ, devamlı surette Kur’ân okuyanları överek, şöyle buyurur: ***** «..gece saatlerinde... Allah'ın âyetlerini okuyarak...» (Âl-i İmran, 113. âyet.)
Buhari ve Müslim, İbnu Ömer'den şu hadisi rivayet ederler: Hased, yalnız iki şeyde yapılır. Biri, Allah'ın kendisine Kur’ân okuma nimetini verip, gece gündüz onu tilavet edene yapılan hasettir. (Diğeri de, Allah'ın kendisine mal verip, bun gece-gündüz Allah yolunda harcayan kimsedir.) Tirmizi, İbnu Mesud'dan şu rivayette bulunur: Allah'ın Kitab'ından bir harf okuyana, bir sevap verilir. Bu bir sevap, on sevap değerindedir Gene Tirmizi, Ebû Said'den yaptığı bir başka rivayette, Resûlallah (s.a.v.) şöyle buyurur: Allahu Teâlâ şöyle der Kur’ân okuma ve Beni zikretmekden dolayı Ben'den istekte bulunamayana, istekte bulunanların en iyisini veririm. Allah kelâmının diğer kelama olan fazileti, Allah'ın diğer mahlukata olan fazileti gibidir.
Müslim, Ebû Umâme'den şu hadisi nakleder:
Kur’ân okuyunuz, çünkü o, kıyamet günü kendisini okuyanlara şefaatçi olacaktır. Beyhaki, Hz. Âişe'den şu hadisi nakleder:
İçinde Kur’ân okunan evler, sema ehline, tıpkı yıldızların dünya ehline göründüğü gibi görünür. Müslim, Hz. Enes'den şu hadisi rivayet eder:
Evlerinizi, namaz ve Kur’ân kıraati ile nurlandırınız. Gene Müslim, Numan b. Beşir'den şu hadisi rivayet eder:
Ümmetin en faziletli ibadeti, Kur’ân kıraatidir. Müslim, Semuretu'bnu Cundeb'den şu hadisi rivayet eder:
Her davet eden,
1- Müellifimizin, metne almadığı hadisin ikinci kısmını biz ilave ettik, (mütercimler)
verdiği ziyafete gelinmesini ister. Allah'ın ziyafeti ise Kur’ân'dır. Bu ziyafeti kaçırmayınız. Müslim, Ubeydetu'l-Mekki'den merfû ve mevkuf olarak şu hadisi rivayet eder:
Ey Kur’ân ehli, Kur’ân'ı bir kenarda terketmeyin. Onu, hakkıyla tilavet ederek, gece-gündüz okuyun, yayın. Felah bulmanız için, içindekileri hayatınıza uygulayın.
Selefi salihinin Kur’ân okuma miktarında bazı âdetleri vardı. Kur’ân'ın çokça okunmasında, en çok varid olan şunlardır: Dördü gündüz, dördü gece olmak üzere bir günde sekiz hatim, dört hatim, üç hatim, iki hatim, ve bir hatim yapanlar bulunurdu.
Hz.Âişe, bunu kınamıştır. İbnu Ebi Davud, Müslim b. Mihrak'ın şöyle dediğini rivayet eder: Hz. Âişe'ye Kur’ân'ı, bir gecede iki ve üç kere hatmedenler olduğu söylenince şöyle dedi: Bir gecede bu kadar hatmedip etmemeleri önemli değildir. Bir geceyi bütünüyle, Resûlullah'ın yanında ibadetle geçirdim. O, Bakara, Âl-i İmran ve Nisa sûrelerini okur, müjdeleyici olan her âyette durur, dua ve niyazda bulunur, azab ihtiva eden korkutucu âyetlerden sonra durur, duada bulunur ve mağfiret dilerdi.
Kur’ân'ın hatminde ayrıca, iki gece veya üç gecede bir hatim yapanlar da olmuştur. Makbul olanı da budur.
Bazı kimseler, Kur’ân'ın bundan daha az bir zamanda hatmedilmesini kerih görmüşlerdir. Bunu, Ebû Davud ve Tirmizi'nin Abdullah b. Ömer'den merfûan rivayet ettikleri şu hadise dayarlar:
Kur’ân'ı üç günden az bir zamanda okuyan, mânasını kavrayamaz. İbnu Ebi Davud ve Said b. Mansûr, İbnu Mesûddan merfûan şu rivayette bulunmuşlardır:
Kur’ân'ı üç günden az bir zamanda hatmetmeyiniz.
Ebû Ubeyd'in rivayet ettiğine göre Muaz b. Cebel,
Kur’ân'ın üç günden az bir zamanda hatmini kerih görürdü.
Ahmed b. Hanbel ve Ebû Ubeyd, Said b. Münzir'in şöyle dediğini rivayet eder: Resûlullah'a (s.a.v.):
Kur’ân'ı üç gecede hatmetsem, olur mu? derdim. O' da yapabiliyorsan evet, şeklinde cevap verdi.
Kur’ân'ın hatminde ayrıca; dört, beş, altı ve yedi gecede bir hatim yapanlar olmuştur. Bu en normal ve en güzel olanıdır. Sahabe-i Kiram ve daha sonrakilerin bir çoğu, bu şekilde hatmederlerdi.
Buhari ve Müslim, Abdullah b. Amr'dan şöyle dediğini rivayet ederler:
Resulullah (s.a.v.) bir gün bana, Kur’ân'ı bir ayda hatmet, dedi. Kendisine, daha az zamanda hatmedebilirim deyince: Öyleyse on günde bir hatmet, buyurdu.
Tekrar daha az bir zamanda hatmedebilirim, deyince; o halde, yedi günde bir hatmet. Bundan daha aza indirme, cevabında bulundu.
Ebû Ubeyd ve diğer ulema, Vasi' b. Hibban tarikiyle, bundan başka riyayeti olmayan Kays b. Ebi Sa'sa'a'dan şöyle dediğini rivayet ederler: Vasi' Resulullah (s.a.v.)'a Kur’ân'ı ne kadar zamanda hatmedeyim, diye sordu. Resulullah (s.a.v.) de on beş günde bir, cevabını verdi. Bundan daha az bir zamanda hatmedebilirim, deyince; öyleyse, bir haftada hatmet, buyurdu.
Kur’ân'ı; sekiz gün, on gün, bir ay veya iki ayda hatmedenler vardır. İbnu Ebi Davud, Mekhûl'ün şöyle dediğini rivayet eder: Resûlullah'ın Ashabından güçlü olanların bazıları, Kur’ân'ı bir haftada, bazıları bir ayda, bazıları iki ayda, bazıları da daha uzun bir zamanda hatmederlerdi.
Ebû'l-Leys Semerkandi, «e I - B u s t â n» adlı eserde: Her Kur’ân okuyanın, en azından senede iki kere hatmetmesi gerekir, der.
Hasan b. Ziyad, Ebû Hanife'nin şu sözünü nakleder: Kur’ân'ı Kerimin senede iki kere hatmeden, hakkını vermiş olur. Çünkü Resulullah (s.a.v.) vefatı senesinde Kur’ân'ı, Cebrail (a.s.)a iki kere arzetmişti.
Diğerleri şöyle der: Ahmed b. Hanbel'in rivayet ettiğine göre, bir özür olmadan, kırk günden fazla hatmi tehir etmek, mekruhtur. Çünkü Abdullah b. Ömer, Nebi'ye (s.a.v.): Kur’ân'ı ne kader zamanda hatmedelim, diye sorduğunda: Kırk günde bir hatmedin, cevabını vermiştir. Bunu, Ebû Davud rivayet etmiştir.
Nevevî «e I - E z k â r» adlı eserinde şöyle der: Muhtar olan, hatim müddetinin şahıslara göre değişmesidir. Kur’ân'ı okurken, âyetlerindeki hikmet ve bilgiler üzerinde ince düşünceye dalan kimse, okuduğunu iyice anlayacak kadar âyetle iktifa etmelidir. Aynı şekilde, ilim yaymakla uğraşan veya devlet kademelerinde vazife yapan, önemli içtimai ve dini işlerle uğraşanlar, vazifelerine mani olmayacak ölçüde Kur’ân okumaları gerekir. Şayet Kur’ân okuyanlar bu gibi kimselerden değilse, kıraatta usandırıcı ve bıktırıcı dereceye varmadan, mümkün olduğu kadar tilâveti çoğaltmalıdır.
Kur’ân Okumayı İhmal Etmenin Cezası
Kur’ân'ı ezberledikten sonra unutmak, büyük günahlardandır. Bunu Nevevî, Ebû Davud ve diğer muhaddislerin şu hadisine dayanarak «e r - R a v d a» adlı eserinde şöyle açıklar: Ümmetimin günahları bana arzolunduğunda Kur’ân'dan bir sûreyi veya âyeti ezberleyip unutan kimsenin günahı kadar büyük günah görmedim. Aynı zamanda şu hadisi de rivayet eder: Kur’ân'ı okt:/an, sonra da unutan kimse, kıyamet gününde Allah'a eli. kesik olarak kavurur. Buhari ve Müslim'in rivayet ettikleri bir hadisde de: Kur’ân'ı devamlı okuyunuz. Allah'a yemin ederim ki Kur’ân'ı unutmak, bağlı deveyi kaçırmaktan daha şiddetlidir.
Kur’ân'ın Abdestsiz Okunup Okunmayacağı
Kur’ân okumak için abdest almak müstehabdır. Çünkü kırâat, en faziletli zikirdir. Nebi (s.a.v.), hadisde sabit olduğu üzere, abdestsiz zikirde bulunmayı
kerih görürdü.
İmamu'l-Harameyn şöyle demiştir: Abdestsiz Kur’ân okumak, mekruh değildir. Nebi'den sahih olarak rivayet edildiğine göre Resûlullah, abdestsiz de Kur’ân okurdu.
Nevevi «Şerhu'l-Muhezze b»inde şöyle der: Kur’ân okuyan bir kimse yellenme ihtiyacı duysa, yellenme bitene kadar kıraati bıraksın. Cünüb ve hayız halinde olanların, Kur’ân okumaları haramdır. Fakat, Mushafa bakmaları ve kıraati kalpden geçirmeleri caizdir. Ağzı pis olanların, Kur’ân okumaları mekruhtur. Pis elle Mushafa dokunmak, haram olduğu gibi, bunun da haram olduğu söylenir.
Kur’ân Okunabilecek Yerler
Kur’ânın temiz bir yerde okunması sünnettir. En faziletli yer, mescittir. Bazıları Kur’ânın, hamamda ve yolda okunmasını kerih görürler. Nevevi, mezhebimize göre bu iki yerdeki kırâat, kerih değildir, der. Şa'bi'nin; pis yerlerde çalışan değirmende tilavetin mekruh olduğu şeklindeki rivayetini nakleder, mezhebimize uygun olan da budur, der.
Kur’ân Okumanın Adabı
Tilavet esnasında başını öne eğerek, sükun ve vakarla, huşu içinde, kıbleye dönerek oturmak, müstehabdır.
Kur’ân Okumadan Önce Misvaklanmak
Temizlik ve tazim gayesiyle, tilavetten önce misvaklanmak, sünnettir. İbnu Mace, Hz. Ali'den mevkufen, Bezzar da yine Hz. Ali'den merfûan, sağlam bir senedle, şu hadisi rivayet eder:
Ağzınız, Kur’ânın yoludur. Onu misvakla temizleyiniz.
Kıraati kesip, vakit geçirmeden tekrar döndüğünde nasıl Eûzü Besmele çekmek müstehab ise, misvak kullanmak da müstehabdır, derim.
Kıraattan Önce Eûzü Besmele Çekmek
Kıraattan önce Eûzü Besmele çekmek, sünnettir. Kur’ân-ı Kerim'de: ***** «Kur’ân okuyacağın zaman, kovulmuş şeytandan Allah'a sığın.» (Nahl, 98. âyet) buyrulur. Yani kıraatini murad ettiğin zaman, demektir. Bazıları da âyetteki ifadeyi dikkate alarak, tilâvetten sonra
Eûzü Besmele çekileceği kanaatındadırlar. Bazıları ise; âyetteki açık emre dayanarak, Eûzu'nün vacib olduğu kanaatındadırlar.
Nevevi şöyle der: Tilavette bulunan kimse, karşılaştıklarına selam verir. Kıraatına devam edecek olursa, yeniden Eûzü çekmesi iyi olur. Muhtar olan Eûzü: ***** Kovulmuş şeytanın şerrinden Allah'a sığınırım. demektir. Seleften bazıları bu ibareye; ***** kelimelerini de ilave ederler.
Hamza'dan şöyle nakledilir: Eûzü yerine; ***** kelimeleri kullanılabilir. Kur’ân lafzına uygunluğundan dolayı hanefiyye'den «H i d a y e» sahibi, bu kelimeleri tercih eder.
Humeyd b. Kays : *****
Acımasız olan Şeytan'dan, gücü herşeye yeten Allah'a sığınırım.
Ebu's-Semâl : *****
Azgın Şeytan'dan, güçlü olan Allah'a sığınırım.
Bazıları : *****
Kovulmuş Şeytan'dan, Yüce Allah'a sığınırım.
Diğer bazıları da: *****
Kovulmuş Şeytan'dan Allah'a sığınırım. O çok iyi işiten, herşeyi bilendir. Şeklinde okumuşlardır. Bu konuda başka lafızlar da vardır.
el-Hulvani, «C a m i'» adlı eserinde: Eûzu'de belirli bir şekil yoktur. İsteyen mevcut ifadeye ilave eder, isteyen de kısaltabilir, der.
İbnu'l-Cezerî, «e n - N e ş r» adlı eserinde: Kırâat imamlarına göre muhtar olan, Eûzu'nün cehren okunmasıdır, der. Mutlak olarak serbest bırakıldığı da söylenir. Bu, Fatiha dışındaki sûrelerde olur. Bütün sûrelerde Eûzu'nün cehren okunması, serbest bırakılmıştır. Ebû Şâme, bunu belli şartlara bağlamıştır. Bu şart, yanındakinin, okunanı duymasıdır. Eûzu'yu cehren okumak, telbiye ve bayram tedbirlerindeki cehr gibi, kıraatin şiarını izhar etmektir. Cehren okumanın faydalarından biri, dinleyenin başlangıçta susması, ondan hiç bir kelimeyi kaçırmamasıdır. Şayet Eûzü gizli okunursa, dinleyen kimse âyetlerin bir kısmını kaçırdıktan sonra, okunanı ancak takip edebilir. İşte, namazla, namaz dışındaki kırâat arasındaki fark budur.
Eûzu'nün gizli okunmasındaki murad ne olduğu hususunda müteahhirûn, farklı görüşlere sahiptirler. Cumhur; bundan muradın gizlilik olduğu, ancak, Eûzu'nün telaffuzu ve okuyanın bunu işitmesi gerektiği inancındadırlar. Eûzu'yu telaffuz etmeden, içinden geçirerek gizlenebileceği de söylenir.
İbnu'l-Cezerî; eğer bir kimse kıraati keser, selâm almakla bile olsa araya başka bir kelâm sokarsa, Eûzu'yu iade eder. İlave ettiği kelâm kıratla ilgili ise, Eûzu'yu tekrar etmez. Cemaat halinde söylense bile, Eûzü çekmek, sünneti kifâye mi, yoksa sünneti ayn mıdır? Cemaattan birinin Eûzü çekmesi, yemekten önceki Besmele gibi kafi midir? Bu hususta açık bir delile rastlayamadım. Doğru olan, herkesin Eûzü çekmesidir. Çünkü Eûzü çekmekten maksat, tilavette bulunanın, şeytanın şerrinden korunması ve Allah'a sığınmasıdır. Bu yüzden birinin Eûzü çekmesi, diğeri için kâfi değildir, der.
Sûrelerin Evvelinde Besmele Çekmek
Berâe sûresi hariç, her sûrenin evvelinde Besmele çekilmelidir. Ulemanın ekserisi, Besmelenin bir âyet olduğunu kabul eder. Şayet Besmeleyi terkedecek olursa, ekseriyetin kanaatına göre, hatmin bir kısmını terketmiş sayılır. Şayet Besmele'yi sûre içinde hatırlayıp okursa, müstehap olur. Şafiî, Abbâdinin rivayetini buna delil gösterir.
***** «Kıyametin ne zaman kopacağı bilgisi ona aittir...» (Fussilet, 47.), ***** «Çardaklı ve çardaksız (üzüm) bahçeleri... yaratan hep O'dur..» (Enam, 141.) âyetleriyle kıraata başlama durumunda; âyetlerdeki zamirlerin ***** ve ***** istiaze (Eûzü) deki şeytan lafzına gönderilme (dönme) ihtimalinden dolayı bu âyetlerin başında, Eûzu'den sonra, te'kid ve mânanın karışmaması için Besmele okunması gerekir.
İbnu'l-Cezerî: Berâe sûresindeki âyetlerin başlangıcında Besmele çekileceği hususuna pek az kimse temas etmiştir. Ebu'l-Hasan es-Sehâvî, Berâe suresinin ortasında Besmele çekileceğini, açıkça beyan etmiştir. Caberî ise bu görüşe katılmamıştır.
Kur’ân Okurken Niyet Etmek
Diğer ibadetlerde olduğu gibi, Kur’ân okumak için niyet gerekmez. Ancak, namazın dışında Kur’ân okuma nezrinde bulunan bir kimse, bir zaman tayin etmişse, farz veya nezir niyyeti gerekir. Şayet niyyeti terkederse nezir, yerini bulmaz. Bunu, el-Kâmûlî, «e I - C e v a h i r» adlı eserinde nakleder.
Kur’ân'ın Tertîl Üzere Okunması
Kur’ân kıraatında tertîl sünnettir. Cenabı Hak: ***** «...ağır ağır Kur’ân oku.» buyurmuştur. Ebû Davud ve bazı muhaddisler, Ümmü Selemeden rivayet ettiklerine göre, Resulün kıraatini vasıflandırırken şöyle demiştir: Resulün kıraati, harfleri tek tek okumasıdır.
Buhâri'nin Enes'den rivayetine göre, Enes'e Resûlullah'ın kıraati sorulduğunda şöyle demiştir. Resulullah (s.a.v.) her harfi uzatarak okur.
***** «Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla derken de ***** ve ***** sıfatlarını uzatırdı.
Buhari ve Müslim'in, İbnu Mesûd'dan rivayet ettiklerine göre bir sahabi İbnu Mesûd'a şöyle dedi: Mufassal sûreleri, bir rekatta okurum. Bunun üzerine İbnu Mesud: Şiir okur gibi okuyorsun. Öyle insanlar var ki, okudukları Kur’ân, içlerine nüfuz etmez. Kırâat kalbe yerleşirse, o zaman fayda sağlar, buyuru..
el-Acurri, «H a m e I e t u' I - K u r' a n» adlı eserinde İbnu Mesud'un şu sözünü nakleder: Kur’ân'ı okurken, çürük hurma gibi dağıtıp açmayın. Şiir okur gibi okumayın. İbret verici âyetlerde durun. Kalpleri onunla harekete geçirin. Gayeniz, sûreyi bitirmek olmasın. Acurri, İbnu Ömer'in şu hadisini merfûan rivayet eder: Ahirette Kur’ân okuyana; Oku, derecelere yüksel, dünyada tertîl ettiğin gibi tane tane oku. Çünkü senin mevkiin, okuduğun âyetin sonundadır, denilir.
Nevevî, «Ş e r h u' I - M u h e z z e b»inde: Kur’ân'ı aşırı derecede hızlı okumanın kerahatinde ittifak edildiğini, söyler. Tertîlle okunan bir cüz, aynı müddet içinde tertîlsiz okunan iki cüzden daha efdaldir, der. Tertîl üzere okumanın müstehab olması, âyetlerin mânasını iyice kavramak içindir. Çünkü bu şekil kırâat, Kur’ân'ın yüceliğine ve sânına daha uygun, kalbe tesir yönünden daha kuvvetlidir. Bu bakımdan, mânasını anlamayan Araplar dışındaki kimselere, müstehabdır.
«e n - N e ş r» adlı eserde şöyle denir: Kur’ân'ı tertîl üzere az okumak mı, yoksa süratle okuyup çok okumak mı daha efdaldir, şeklinde ihtilaf edilmiştir. Şafii ulemasından bazıları, isabetli görüş ileri sürerek şöyle demişlerdir. Tertîl üzere yapılan kıraatin sevabı, değer bakımından daha yücedir. Süratle yapılan çokça kıraatin sayı bakımından sevabı daha çoktur. Çünkü okunan her harfin, on sevabı vardır.
Zerkeşî, «e I - B u r h a n»ında şöyle der: Tertil üzere okumanın kemali, kelimelerin hakkını vermek, harflerini tane tane okumak, harfleri birbirine katmamaktır. Bunlar, tertilde en az uyulması gereken hususlardır. En mükemmel olanı da, tertilin mertebelerine göre okumaktır. Bir kimse, Kur’ân'ı istemeyerek okursa, istemeyerek telaffuz eder. Ta'zim duygusu içinde okursa, tazimle telaffuz eder.
Kur’ân'ı Düşünerek Okumanın Fazileti
Kur’ân'ı düşünerek ve anlayarak okumak sünnettir. Kıraatin en önemli ve en çok arzulanan gayesi budur. Böyle bir kıraattan dolayı, insanın içi ferahlar, kalbi nurlanır. Cenabı hak, Kur’ân'ı Kerimde: ***** «Kur’ân'ı düşünmüyorlar mı?(Nisa, 82.)âyeti ile ***** «(Bu Kur’ân), çok mübarek bir Kitabdır. Onu sana indirdik ki âyetlerini düşünsünler» (Sâd, 29.) buyurur. Bu âyetlerde ifade edilen tedebburdan maksat, okunan kelamın mânasını iyice düşünerek, kalbi uyanık tutmaktır. Bu durumda insan, her âyetin mânasın bilir, emir ve nehiyler üzerinde düşünür, bunların gerçek olduğuna inanır. Şayet geçmişte kusur işlemişse, özür dileyerek bağışlanmasını ister. Rahmet âyetine rastladığında sevinir ve istekde bulunur. Azab âyetine rastladığında Allah'a sığınır. Tenzih âyetine rasladığında, Allah'a tenzih ve tazimde bulunur. Dua âyetine rastladığında, tazarru ve talebde bulunur.
Müslim, Huzeyfe'nin şöyle dediğini rivayet eder: Bir gece Resûlullah'la (s.a.v) beraber namaz kılmıştım. Namazda, önce Bakara, sonra Nisa, sonra da Âli İmran sûrelerini acele etmeden okudu. Tesbih âyeti geçtiğinde tesbih etti. İstek âyeti geçtiğinde istekte bulundu. Allah'a sığınmayı gerektiren bir âyet geçtiğinde, Allah'a sığındı.
Ebû Dâvud, Neseî ve diğer hadis uleması, Avf b. Mâlik'in şöyle dediğini rivayet ederler: Bir gece Resûlullah'la beraber namaz kıldım. Namaza başlayınca Bakara sûresini okudu. Her rahmet âyeti geçtiğinde durdu, niyazda bulundu. Her azab âyeti geçtiğinde, yine durarak Allah'a sığındı.
Ebû Dâvud ve Tirmizî'nin rivayet ettikleri bir hadisde: Resûlullah her kim Tîn sûresini okuyup bitirdiğinde: ***** (Evet, ben buna şahit olanlardanım) desin. Kıyame suresini okuyan da: ***** «Bunları yapan Allah'ın ölüleri diriltmeye gücü yetmez mi? (Elbette yeter.) âyetine gelince evet, desin. Mürselat sûresini okuyan ise; ***** «Onlar bundan sonra hangi söze inanacaklar.» âyetine gelince: ***** (Allah'a inandık) desin, buyururlar.
Ahmed b. Hanbel ve Ebû Dâvud, İbnu Abbas'dan şu rivayette bulunmuşlardır: Resûlullah; ***** «Rabbinin yüce adını tesbih et. âyetini okurken ***** Yüce Rabbimi noksanlıklardan tenzih ederim, derdi.
Tirmizi ve Hâkim, Cabir'in şöyle dediğini rivayet ederler: Resûlullah (s.v.) Ashabın huzurunda Rahman sûresini baştan sona okudu. Ashabdan hiç bir ses çıkmayınca Resûlullah: Bu sûreyi cinlere okuduğumda, sizden daha iyi mukabelede bulunmuşlardı. ***** «Şimdi Rabbinizin hangi nimetini yalanlıyorsunuz.» âyetleri geldikçe: ***** İlahî, Senin hiçbir nimetini yalanlamayız, hamd Sanadır.» demişlerdi.
İbnu Merdeveyh, Deylemî, İbnu Ebi'd-Dünya ve diğerleri, dua hakkına cidden zayıf bir senetle, Câbir'den şu rivayeti yaparlar: Resûlü Ekrem (s.a.v.) ***** «Kullarım, sana benden sorar(lar)sa (söyle): Ben (onlara) yakınım...» (Bakara, 186.) âyetini okuyunca şöyle dua ederdi:ilâhî, icabeti tekeffül ederek, duayı emrettin, ya Rabbi, ben Senin emir ve fermanına her zaman itaat ederim. Senin şerikin yoktur. Davetine samimiyet ve sadakatle icabet ederim. Hamd de, nimet de, mülk de Senindir. Senin ortağın yoktur. Ben şehadet ederim ki Sen ferdsin, birsin, kimseye muhtaç değilsin, doğurmadın, doğmadın, hiçbir şey senin dengin değildir. Yine şehadet ederim ki vaadin haktır, Sana kavuşmak haktır, cennet, cehennem hepsi haktır. Kıyametin kopmasında hiçbir şüphe yoktur. Sen kabirlerdekini diriltirsin.
Ebû Davud ve diğerleri, Vail b. Hucr'den şu rivayette bulunmuşlardır: Resulullah (s.a.v.) ***** deyince, ***** dediğini işittim. Taberâni bu hadisi, başka bir lafızla, Resûlullah'ın üç kere ***** dediğini rivayet eder. Beyhaki, başka bir lafızla: ***** dediğini rivayet eder.
Ebû Ubeyd, Ebû Meysere'den şu rivayette bulunur: Cebrail (a.s.) Bakara suresinin hitamında Resûlullah'a (s.a.v.) ***** demesini telkin etti. Ebû Ubeyd, Muaz b. Cebel'den yaptığı diğer bir rivayette ise Resulullah: Bakara suresini bitirince her defasında***** derdi.
Nevevî: ***** Yahudiler: 'Uzeyr, Allah'ın oğludur.' dediler. (Tevbe, 30.) ve ***** «Yahudiler: 'Allah'nın eli bağlıdır (Allah cimridir).' dediler. (Mâide, 64.) gibi âyetler okunduğunda sesin azaltılması, kırâat adabındandır. Nehâi, her zaman buna uyardı.der.
Kırâat Esnasında Âyetlerin Tekrarı
Kırâat esnasında âyetleri tekrar etmede bir beis yoktur. Nesâi ve diğer hadis uleması, Ebû Zer'den şu rivayette bulunurlar; Resulullah (s.a.v.)***** «Eğer onlara azabedersen, onlar senin kullarındır (dilediğini yaparsın). (Maide, 118.) âyetini sabaha kadar tekrarlardı.
Kur’ân Okunurken Ağlamanın Fazileti
Kur’ân kıraati esnasında ağlamak, müstehabtır. Ağlayamayanın, ağlamaklı olması, hüzün ve huşu içinde bulunması müstehaptır. ***** «Ağlayarak çeneleri üzerine kapanırlar.» (İsra, 109.) âyeti ile Allahu Tealâ, bu gibi kimselerin vasıflarını açıkça belirtmiştir.
Buhari ve Müslim'de, İbnu Mesud'un Resûlullah'a Kur’ân okuyuşu ile ilgili hadisde Kur’ân'ı dinlerken Resûlullah'ın «Gözleri yaşarırdı» ibaresi bulunmaktadır.
Beyhaki, «Ş u a b u' I - i m a n»ında, Said b. Mâlik'den merfûan şu hadisi rivayet eder: Bu Kur’ân, hüzün ve kederle indi. Okuduğunuz zamanda, göz yayı akıtın. Eğer ağlayamazsanız, ağlamaya çalışın.
Abdulmelik b. Umeyr'den mursel olarak yapılan bir rivayette Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur. Size bir sûre okuyacağım, kim içten ağlarsa, ona cennet vardır. Şayet ağlayamazsanız, ağlamağa çalışın. Ebû Yala, «M u s n e d»indeki bir hadisde: Kur’ânı hüzünlü bir sesle okuyun. Çünkü o, hüzün içinde nâzil oldu, şeklinde rivayette bulunur Taberâni ise şöyle der: Kıraati en iyi okuyan, Kur’ân okuduğu zaman hüzünlenendir.
Nevevî, «Şerhu'l-Muhezze b»inde şöyle der: Kendini ağlama derecesine getirmenin yolu; tehdid, şiddetli azab, ahid ve vaadleri ifade eden âyetlerde mânayı kavramak, sonra da işlediği hata ve kusurları düşünmektir. Şayet hatırladığı kusurlardan hüzün duymuyor, içten ağlayamıyorsa, bu duyguyu kaybettiğine ağlasın. Çünkü böyle bir duygudan mahrum kalmak, bir musibettir.
Kıraatta Ses Güzelliğinin Önemi
Güzel Sesle Kur’ân okumak ve kıraati süslemek, İbnu Hibban ve diğerlerinin rivayet ettiği şu hadise göre sünnettir. Kur’ân'ı seslerinizle süsleyiniz. Dârımî'nin rivayetinde mevcut ibarede ise: Kur’ân'ı seslerinizle güzelleştirin. Çünkü güzel ses, Kur’ân'ın güzelliğini artırır, denilmektedir.
Bezzâr ve diğerleri, şu hadisi rivayet ederler: Güzel ses, Kur’ân'ın süsüdür. Bu konuda pek çok sahih hadis mevcuttur. Şayet okuyanın sesi güzel değilse, haddi aşmayacak şekilde, yapabildiği kadar güzel okumaya gayret etmelidir.
Kıraatta lahn yapma hususunda muhtelif görüşler vardır. Şafii «e l-M u h t a s a r» adlı eserinde, Kıraatta lahn yapmakta beis olmadığını söyler. Rebiu'lCîzi'nin rivayetine göre, kıraatta lahn yapmak mekruhtur.
İmamu'r-Rafiî şöyle der: Cumhur, bu iki görüşü aynen kabul etmez. Bilakis; medde ve harflerin işbaında, fethada elif, zammede vav, kesrada ye varcasına fazla uzatmamak, lüzumsuz yere idgam etmemek kaydı ile lahni caiz görür. Aksi halde, mekruh sayarlar.
İmamu'r-Rafiî, «Z e v a i d u' r - R a v d a» adlı eserinde şöyle der: Zikredildiği vecih üzere, ifrat derecesine varmak, haramdır. Bu şekilde okuyan günahkar olduğu gibi, dinleyen de günahkar olur. Çünkü Kur’ân'ı okuyan, tilavet adabından uzaklaşmış olur. Şafii, lahnın mekruh olmasını bu açıdan ele almıştır.
Bu konuda şu hadisi ben de zikretmek isterim: Kur’ân'ı, Arapların sesi
ve lahni gibi okuyun, iki ehli kitabın ve fasıkların lahnından sakının. Öyle bir nesil gelecek ki onlar, Kur’ân'ı şarkıcı ve rahipler gibi bağırarak, sesi dalgalandırarak okuyacaklardır. Fakat okudukları, boğazlarından aşağı geçmeyecek, sadece kendilerini dinleyenlerin kalpleri ile bizzat kendileri zevk alacaklardır. Bu hadisi Taberâni ve Beyhaki rivayet etmişlerdir.
Nevevî, sahih bir hadise göre Kur’ân'ı, güzel sesli birinin okumasını istemek, onu can kulağı ile dinlemek müstehaptır. Kur’ân'ın bir ağızdan, toplu olarak okunmasında ve cüz olarak taksim edilmesinde, bölümler halinde okunmasında, bir beis yoktur, der.
Kur’ân'ın Tefhimle Okunması
Hakim'in rivayet ettiği şu hadise göre kıraatta tefhim, müstehaptır: Kur’ân, tefhimle nâzil olmuştur. Halimi şöyle der; Bu hadisin mânası, kıraati erkek sesine yakışır eda ile okumak, kadın sesi gibi inceltmemektir. Bazı kurrânın seçtiği imale, bu tür kerahet içine girmez. Kur’ân tefhim üzere inmiş olabilir. Bununla beraber uygun olan yerde imale yapılmasına ruhsat verilmiştir.
Kur’ân'ın Sesli Veya Sessiz Okunması
Kur’ân'ı sesli okumanın müstehab olduğunu gerektiren hadisler mevcut olduğu gibi, sessiz de okumanın müstehab olduğunu gerektiren hadisler mevcuttur. Cehren (sesli) okumağa işaret eden hadis, Buhari ve Müslimi'in rivayet ettikleri şu hadistir: Allahu Taâlâ Kur’ân-ı Resûlüne güzel sesle, cehren okumasına izin verdiği kadar, hiç bir şeye izin vermemiştir. Alçak sesle okumağa işaret eden hadis de Ebû Dâvud, Tirmizi ve Neseî'nin rivayet ettikleri şu hadistir: Kur’ân-ı cehren okuyan tıpkı sadakayı açıktan veren, sessiz okuyan ise sadakayı gizli veren gibidir.
Nevevî şöyle der: Bu iki hadis arasındaki farkı izale etmek gerekirse, namaz kılan veya uyuyanları rahatsız etme ve riya korkusu mevcut ise, sessiz okumak, sesli okumaktan daha efdaldir. Bu sebepler mevcut değilse, sesli okumak daha efdaldir. Çünkü Kur’ân; umumiyetle cehren okunur, faydası dinleyenlere geçer, okuyanın kalbini uyanık tutar, dikkatini bir yere toplar, uykusunu dağıtır ve canlılığını artırır. Ebû Davud'un, sahih bir senedle Ebû Saîd'den rivayet ettiği şu hadis, iki hadis arasında yapılan telifi destekler: Resûlullah (s.a) mescid-i nebevide itikâfa girmişti. İtikatta olan Sahabenin, Kur’ân-ı sesli olarak okuduklarını işitince, perdeyi aralayıp: Ey benim ashabım! Hepiniz Rabbınıza munacaattasınız. Birbirinizi rahatsız etmeyiniz, Kur’ân okurken sesinizi yükseltmeyiniz, buyurdu.
Bazıları da Yerine göre cehren, yerine göre sessiz okumanın müstehab olduğunu söyler. Sessiz okuyan okumaktan usanır, cehren okumakla ünsiyeti artar. Cehren okuyan zamanla yorulur, sessiz okumakla kendini dinlendirir, der.
Kur’ân-ı Yüzünden veya Ezberden Okumanın Fazileti.
Çünkü Kur’ân-ı yüzünden okumak, ezbere okumaktan daha faziletlidir
Âyetlere bakarak okumak, makbul bir ibadettir.
Nevevi şöyle der: Ashabımız ve selefin söylediği de budur. Bu hususta ihtilafın mevcudiyetine rastlamadım. Her ne kadar şahıslara göre farklılık olduğu söylense bile, yüzünden veya ezbere okunduğunda huşu ve tedebburu eşit durumda olanın, yüzünden okuması tercih edilir. Ezberden okuduğu takdirde huşu duyuyorsa, ezberden okur. Fakat yüzünden okuması, huşu ve tedebburunu artırıyorsa, bu şekildeki kıraati daha iyi olur.
Mushaf'ı yüzünden okumanın faziletini gösteren hadislerden biri Taberâni ve Beyhaki'nin Evsu's-Sakafi'den merfûan rivayet ettikleri şu hadistir Ezberden okuyan kimsenin sevabı bin derece iken, yüzünden okuyanın sevabı, bunun iki katıdır. Ebû Ubeyd, sahih senedle şu rivayeti yapar: Kur’ân-ı ezberden okuma yerine yüzünden okumanın fazileti, nafile ibadetler yanında farzın fazileti gibidir. Beyhakî, İbnu Mesud'dan merfûan şöyle rivayet eden Allah ve Resulünün sevgisi ile mesrur olmak isteyen, Mushafı yüzünden okusun. Beyhakî, bu rivayetin «münker» olduğunu söyler. Beyhakî yine İbnu Mesud'dan hasen bir senedle merfûan şöyle rivayet eder: Mushafı daima yüzünden okuyunuz.
Zerkeşî «e I - B u r h â n»ında, Nevevi'den bir nakilde bulunur, buna «Mushafı ezberden okumak mutlak olarak efdaldir, sözünü ilave eder. İbnu Abdisselâm'ın ihtiyarı da budur. Çünkü yüzünden okumakla hâsıl olmayan tedebbur, ezbere okumakla hasıl olur.
Kırâat Esnasında Şaşıranı Hatırlatma ve Harflerin Tercihi
Nevevî «e t - T ı b y â n»ında şöyle der: Kur’ânı tilavet eden kimse, okuduğu yerde bocalar, bir sonraki âyeti hatırlayamayıp başkasına sorarsa, İbnu Mesud, Nehaî ve Beşir b. Ebî Mesud'dan rivayet edilen şu âdaba uyması gerekir. Bu zâtlar şöyle demişlerdir: Biriniz, hatırlayamadığı bir âyeti sorduğunda, bundan önceki âyeti okuyup sus sun. Şöyle değil miydi, demesin. Böyle bir, söz sorulan kimsenin zihnini karıştırır.
İbnu Mücahid şöyle der: Bir kimse, harfin ***** veya ***** olduğunda şüpheye düşerse onu ***** olarak okusun. Çünkü Kur’ân, müzekkerdir. Eğer bir harfin hemzeli veya hemzesiz olduğunda şüphe ederse, hemzeyi terketsin Şayet bir harfin, hemze-i vasl veya kat olduğunda şüphe ederse, harfi, hemze-i vasl olarak okusun. Şayet bir harfin memdûd veya meksur olduğunda şüphe ederse, fetha ile okusun. Çünkü meftuh hareke ile okumak, bir kelimede lahinsiz kırâat olur, kesre ile okunursa, bazı kelimelerde de lahinli kırâat olur.
Buna, şu görüşü ilave etmek isterim. Abdurrezzâk, İbnu Mesud'un şöyle dediğini rivayet eden Bir kelimedeki harfin ***** veya ***** olduğunda tereddüt ederseniz onu, ***** ile okuyunuz. Kur’ân kelimelerini, daima müzekker yapın. Sa'leb, bu sözden şunu anlamıştın Kelimenin müzekker ve müennes olması ihtimal dahilinde ise, onu müzekker kabul etmek daha iyi olur. Bu söze şu cevap verilir: Kur’ân'da çokça zikredilmesi sebebiyle, gayrı hakiki müennes yerine, müzekkeri getirmek memnûdur. Buna şu âyetler misal gösterilebilir: ***** «..Ateş! Allah, onu kafirlere vaadetmiştir..» (Hac, 72.) ***** «Peygamberleri onlara dediler ki..» (İbrahim, 11.} ***** «Ve bacak bacağa dolaşır.» (Kıyame, 29.)
Gayri hakiki müennesi murad etmek memnu ise, müennesi hakikiyi getirmek daha yerinde olur. Dediler ki: Bir kelimede mûzekkerlik ve müenneslik ihtimali bulunur, fakat mûzekkerlik galip gelirse, müzekker saymak doğru olmaz. ***** «Birbirine girmiş hurma ağaçları.» (Kaf, 10.), ***** «..yere serilmiş (içi boş) hurma kütükleri gibi.» (Hakka,7.) âyetlerinde olduğu gibi. Bu âyetlerde görüldüğü üzere, müzekkerliği caiz olmakla beraber, kelimeler, müennes olarak gelmiştir. Şu âyetler de, kelimenin müzekker olarak gelebileceğini gösterir: ***** «..köklerinden sökülmüş hurma kütükleri.» (Kamer, 20.) ***** «...yeşil ağaçtan..» (Yâsin, 80.)
Bazıları şöyle der: (*****) sözü, yalnış anlaşılmıştır. Bu sözden maksat; «öğüt ve duayı hatırlatınız» dır. Âyette; ***** «..Kur’ân ile öğüt ver..» (Kaf, 45.) geçmektedir. Ancak şu kadar var ki, ***** sözünde harfi cer, hazfedilmiştir. Asıl söylenmek istenen: ***** (İnsanlara Kur’ân'ı hatırlatınız) ifadesidir. Bu da, unutmamaları için onları, Kur’ân'ı ezberlemeğe teşvik ediniz, demektir.
İbnu Mesûd'dan yapılan rivayetin ilk cümlesi, böyle bir te'vile uygun düşmediğini söylemek isterim.
Vahidi şöyle der: En doğrusu, Sa'Ieb'in görüşüdür. Şayet kelimede, mûzekkerlik ve müenneslik ihtimali bulunur, mûzekkerlik de Kur’ân hattına muhalif olmazsa, şu âyette görüldüğü gibi müzekker yapılır: ***** «..kimseden şefaat da kabul edilmez...» (Bakara, 48.) Hamza ve Kisâî gibi Kûfe kurrâsından olan İbnu Mesud'un talebeleri, bu kanaatta olmuşlar, bu kabil kelimeleri, müzekker olarak okumuşlardır. Onların; ***** «O gün ki diller... şahitlik edecektir.» (Nur, 24.) âyetini ***** diye okumaları, buna bir delildir. Fakat böyle bir kırâat, müennes gayr-ı hakiki kelimelerde geçerlidir.
Kırâat Esnasında Yapılması Uygun Olmayan Şeyler
Başkalarıyla konuşmak için kıraati kesmek mekruhtur. Halimi: Başka bir kelamı, Allah'ın kelamına tercih etmek doğru olmaz, der. Beyhaki, Buhari'deki bir hadisle bunu teyid eder. İbnu Ömer Kur’ân okurken, bitirinceye kadar konuşmazdı.
Kur’ân okunurken gülmek, lüzumsuz şeylerle uğraşmak ve dikkat çekici şeylere bakmak da mekruhtur.
Kur’ân Ancak Nazil Olduğu Dille Okunur
Arabın dilini iyi bilsin veya bilmesin, namazda olsun veya olmasın Arapça dışındaki bir dille Kur’ân okumak, asla caiz değildir. Ebû Hanife'ye göre, mutlak olarak caizdir. Fakat Pezdevî şerhinde ifade edildiğine göre Ebû Hanife bu kararından dönmüştür. Arapça dışındaki herhangi bir dille okumanın yasaklanması, Kur’ân'da mevcut olan i'cazın kaybolmasıdır.
Sofi ulemasından olan Kaffâl şöyle demiştir: Kur’ân'ın Farsça ile okunması düşünülemez. Kendisine: Şu halde Farsça konuşan kimse Kur’ân'ı tefsir edemez denildiğinde; Tefsir böyle değildir, çünkü tefsir eden kimse, Allahın, âyetlerinde murad ettiği bazı hususları ifade edebilir, bazılarında aciz kalır. Fakat Kur’ân'ı Farsça okuyacak olursa, Allahın muradını ayniyle ifade etmesi imkansızdır. Çünkü terceme bir kelimeyi, yerini tutacak başka bir kelimeyle değiştirmektir. Bu da imkansızdır. Oysa tefsir böyle değildir.
Kur’ân'ın Şâz Kıraatla Okunması
Şâz kıraatla okumak, caiz değildir. İbnu Abdi'l-Berr'in naklettiğine göre, bu konuda icma' vardır. Fakat Mevhubu'l-Cezeri, namazın dışında, hadisin mâna ile rivayetine kıyasla, bunun caiz olduğunu zikreder.
Kur’ân'ı Tertibi Üzere Okumak
Kıraatta evlâ olan, Mushafı tertibi üzere okumaktır. Nesâî, «Ş e r h u' I M u h e z z e b»inde: Kur’ân'ın tertibinde bir hikmet vardır. Cuma gününün sabah namazında Secde sûresi ile İnsan sûresi ve benzerlerinin okunuşu gibi, sünneti Nebeviyye ile tayin edilenler hariç, bu tertib terkedilmez. sûrelerin bölünmesi veya Kur’ân'ın tersinden okunması, caizdir. Böyle yapıldığı takdirde, efdal olan, terkedilmiş olur. Fakat sûreyi sonundan başlayıp başa doğru okumak, ittifakla menedilmiştir. Aksi halde Kur’ân'ın icaz değeri düşer, tertibindeki hikmet zail olur.
Bu konuda, Taberâni'nin İbnu Mesûd'dan sağlam bir senedle rivayet ettiği bir nakli olduğunu belirtmek isterim: Bu rivayete göre İbnu Mesûd'a, başı bükük olarak Kur’ân okuyanın durumu sorulduğunda; onun kalbi de büküktür, cevabını vermiştir.
Sûrelerin birbirine katılmasını, Halimi; tilavet adabının terki olarak kabul eder. Bu görüşünü, Ebû Ubeyd'in, Said b. Müseyyeb'den rivayet ettiği şu hadise dayar: Resulullah (s.a.v.) bir gün Bilal'e uğrar. Onun değişik sûrelerden ayetler okuduğunu görerek şöyle der: Ya Bilal, yanına geldiğimde, senin değişik sûrelerden âyetler okuduğunu gördüm. Bilal ise: Güzeli güzelle karıştırdım, cevabını verince, Resulullah: Sûreyi olduğu gibi oku, der veya buna benzer bir ifade kullanır. Bu hadis, Mürsel-Sahih hadisdir. Ebû Davud bu hadisi son ifade hariç, Ebû Hüreyre'den rivayet etmektedir.
Ebû Ubeyd bu hadisi, Gafre'nin kölesi Ömer'den, başka bir ifade ile şöyle rivayet eder; Nebi (s.a.v.) Bilâl'e: Bir sûreyi okurken diğerine geçme, buyurdu.
Ebû Ubeyd Muaz'dan yaptığı rivayete göre İbnu Avf'ın şöyle dediğini nakleder: İbnu Sirin'e, bir sûreden iki âyet okuduktan sonra, diğer sûreye geçen bir kimsenin durumunu sordum. Sizden biriniz, farkına varmadan böylesine büyük günah işlemekten sakınsın, buyurdu.
Ebû Ubeyd, İbnu Mesud'un şöyle dediğini rivayet eder: Bir sûrenin kıraatına başlayıp başka bir sûreye geçmek istersen, ihlâs sûresine geç. Eğer İhlâsla başlamış isen, bitirmeden diğer sûreye geçme.
Ebû Ubeyd, İbnu Ebi'l-Hüzeyl'in şöyle dediğini rivayet eder: Sahabe-i Kiram, sûrelerden bazı âyetler okuyup diğerlerini bırakmayı kerih görmüşlerdir.
Ebû Ubeyd: Bize göre de, Resûlullah'ın Bilal'i uyardığı, İbnu Sîrin'in kerih gördüğü gibi, muhtelif sûrelerden âyetler okumak, mekruhtur, der.
İbnu Mesud'dan rivayet edilen hadisin gerçek yönü bence, tamamlanmak kasdiyle bir sûreye başlayan bir kimsenin, daha sonra bir sûreye geçmeyi uygun bulmasıdır. Fakat âyetten âyete geçmek niyetiyle kıraata başlayan kimse, âyetlerin tertib sırasını terketmiş olur. Bunu ancak, bu konuda bilgisi olmayanlar yapar. Şayet Allah dileseydi, Kur’ân'ı bu şekilde indirirdi.
Kadı Ebûbekr: Her sûreden birer âyet okumanın caiz olmadığına da icma olduğunu nakleder.
Beyhakî şöyle der: Bu konuda en makul söz şudur: Sûrelerin bu şekildeki tertibi Cebrail vasıtasıyla Resûlullah'tan alınmıştır. Tilavette bulunanın, menkul tertibe göre okuması, evladır. İbnu Sirin de: Allahu Taalânın sûreleri tertib edişi, sizin tertibinizden daha hayırlıdır, der.
Bir Kırâatten Başka Bir Kırâat Şekline Geçilmesi
Halimi şöyle der. Kur’ân'ın bütününü de aynı kıraatla tamamlaması için kâri'in kurrânın tesbit ettiği kırâat şeklini uygulaması sünnettir. İbnu Salah ve Nevevî de: «Kurrâdan birinin kıraati ile başlandığında mâna bakımından âyetler birbirine bağlı olduğu sürece, bu kırâat üzere devam edilmesi gerekir. Bu bağlılık kesildiğinde bir başka kıraata geçebilir. Evla olan, kıraati bırakıncaya kadar başladığı kıraati sürdürmesidir» derler.
Bunların dışındakiler, bir başka kıraata geçmesini mutlak olarak menetmişlerdir.
İbnu'l-Cezerî şöyle der: «Bu hususta söylenecek en doğru söz, iki kıraattan biri, diğerine bağlı ise onları birbirinden ayırmak tahrimen men edilmiştir. Bu aynen: ***** «Adem Rabbinden birtakım kelimeler aldı...» (Bakara, 37.) âyetinde ***** ve ***** kelimelerini merfu veya mensub olarak okuyanın ***** kelimesini, İbnu Kesir dışında başka bir kıraata dayanarak merfu ***** kelimesini, İbnu Kesir'in kıraatına dayanarak merfu okuması gibidir. Arap dili ve gramerine uygun düşmeyen her kırâat, bu kabildendir. Eğer iki kırâat birbirine bağlı değilse, rivayet makamı ile tilavet makamı arasında ayırım yapılır. Eğer kırâat, rivayet üzere okunuyorsa, rivayette yalan ve karışıklık olması ihtimalinden dolayı, haramdır. Eğer kırâat, tilavet üzere okunuyorsa, caizdir.
Kur’ân Okunurken Dinlemek, Sünnettir
Kur’ân okunurken konuşmayı ve lüzumsuz işleri terkedip huşu ile dinlemek, sünnettir. ***** «Kur’ân okunduğu zaman onu dinleyin ve susun ki size rahmet edilsin» (Araf, 204) buyurulmuştur.
Secde Âyeti Okunduğunda Secde Edilmesi
Secde âyeti okunduğunda secde yapılması sünnettir. Kur’ân'ı Kerimde A'raf, Ra'd, Nahl, isrâ, Meryem, Hac, Furkan, Neml, Secde, Sâd, Fussilet, Necm, İnşikak ve A'lâ surelerinde on dört yerde secde âyeti vardır. Sâd sûresindeki secde âyeti için secde etmek müstahapdır. Çünkü bu secde, diğerleri derecesinde değildir. Bazıları, Hicr suresinin son âyetinin secdeye dahil olduğunu söylerler. İbnu'l-Feres bunu, «A h k â m» adlı eserinde nakleder.
En Uygun Kırâat Vakitleri
Nevevî şöyle der: Kırâat için uygun vakitler vardır. Bunların efdaliyet bakımından sıraları şöyledir. Namazda kırâat, geceleyin kırâat, gecenin ikinci yarısında kırâat, akşamla yatsı arasındaki kırâat, kırâat için en uygun vakitlerdir. Gündüzün efdal olan vakit, sabah vaktidir. Gece ve gündüzün çeşitli vakitlerinde bu mânada kırâat, mekruh değildir. İbnu Ebi Davud'un Muaz b. Rufaa ve Şeyhlerinden rivayet ettiği: İkindi vaktinden sonra kırâat kerihtir, bu. vakit Yahudilerin tedris vaktidir sözü, asılsız ve makbul olmayan bir sözdür.
Kur’ân okumak İçin en uygun gün; arefe, cuma, pazartesi, perşembe, Ramazanın son on günü, zilhiccenin ilk günüdür. Ay olarak, ramazan ayıdır.
Kur’ân'a başlamak için cuma gecesi, hatim için de perşembe gecesi seçilir. İbnu Ebi Davud, Osman b. Affan'dan yaptığı rivayette, Osman (r.a.) böyle yaptığını nakleder.
Efdal olan, hatmi günün ilk saatlerinde veya gecenin ilk saatlerinde yapmaktır. Darimî hasen senedle, Sa'd b. Ebi Vakkas'ın şöyle dediğini rivayet eder: Kur’ân'ın hatmi gecenin ilk saatlerine tesadüf ederse, melekler sabaha kadar hatim sahibine duada bulunurlar. Eğer günün ilk saatlerine tesadüf ederse, akşama kadar duada bulunurlar.
Gazali «İ h y a»sında: Günün ilk saatlerinde yapılan hatim, sabah namazının iki rekatlık farzında tamamlanır. Gecenin ilk saatlerinde yapılan hatim de, akşam namazının iki rekat sünnetinde tamamlanır, der.
İbnu'l-Mubarek: Kışın, gecenin ilk saatlerinde, yazın gündüzün ilk saatlerinde hatim yapmak müstehaptır, der.
Hatmin Adabı
Hatim günü oruç tutmak sünnettir. İbnu Ebi Davud, tabiundan bir cemaattan rivayet ettiğine göre hatimde, aile efradı ve yakınları hazır bulunmalıdır. Taberâni Enes'den rivayet ettiğine göre, Enes, Kur’ân'ı hatmederken aile efradını toplar, beraberce dua ederlerdi.
İbnu Ebi Davud, Hakim b. Uteybe'nin şöyle dediğini rivayet eder: Mucahid bir gün beni çağırttı, yanında İbnu Ebi Umame vardı. İkisi de bana: Kur’ân'ı hatmetmek istedik, seni bunun için çağırdık, dediler. Hatimden sonra yapılan dua müstecaptır.
İbnu Ebi Davud, Mücahid'in şöyle dediğini rivayet eder: Kur’ân'ın hatmi sırasında bir araya toplanılırdı. Bu arada Allahın rahmeti inerdi.
Hatim Esnasında Tekbir Getirmek
Duhâ suresinden itibaren Kur’ân'ın sonuna kadar her sûre arasında tekbir getirmek müstehapdır. Bu adet, Mekke'lilerin adetidir. Beyhaki ve İbnu Huzeyme, İbnu Ebi Bezzi tarikiyle İkrime b. Süleyman'ın şöyle dediğini rivayet ederler: İsmail b. Abdillah el-Mekkî'den Kur’ân'ı öğreniyordum. Duhâ suresine gelince, sonuna kadar tekbir getirmemi söyledi. Abdullah b. Kesir ve Mücahidin huzurunda okuduğum zaman, onlar da bana, aynı şeyi emrettiler.
Mücahid, İbnu Abbas huzurunda Kur’ân okuduğunda aynı şekilde emrettiği gibi, Ubeyyu'bnu Ka'b da İbnu Abbas'a aynı şekilde emretmiştir. Bu rivayeti, mevkuf olarak tahric (tesbit) ettik. Beyhaki aynı rivayeti, bir başka tarikle İbnu Ebi Bezzi'den merfûan tahric etmiştir. Hakim, «M u s t e d r e k»inde, aynı rivayeti merfûan tahric etmiştir. Bu hadis, Bezzi'den değişik tarikle de rivayet edilmiştir.
Musa b. Harun, Bezzi'nin şöyle dediğini nakleder: Bana, Muhammed b. İdris eş-Şafi şöyle dedi: Şayet tekbiri terkedersen, Peygamber'in sünnetinden birini kaybetmiş olursun. İmadu'd-Din b. Kesir: Şafi'i bu sözünü, hadisle tasrih etmesi gerekirdi, diye mukabelede bulunmuştur.
Ebû'l-Alâ el-Hemedânî Bezzi'den şöyle rivayet eder: Bu konuda esas olan şudur. Nebi (s.a.v.)e bir ara vahiy gelmez olunca müşrikler, Rabbi Muhammed'i terketti demişlerdi. Bunun üzerine Duhâ suresi nazil oldu ve Resulullah hemen tekbir getirdi. İbnu Kesir: Bu rivayetin, sahih veya zayıf bir senedle nakledildiği belirmemiştir, der.
Halimi; Tekbir getirmenin hikmeti; Kur’ân hatmini, Ramazan orucuna benzetmektedir. Oruç bitiminde tekbir getirildiği gibi, hatim yaparken de her surede tekbir getirilir. Bunun şekli, her sureden sonra durup Allahu ekber diyerek tekbir getirmektir.
Şafii ulemasından Şüleymu'r-Razi, «T e f s i r»inde şöyle der: Her surenin bitiminde tekbir getirilir. Okunan surenin sonu, tekbirle birleştirilmez, ikisi arasında biraz durulur. Kurrâdan tekbir getirmeyenlerin delili, tekbirin Kur’ân'dan olduğu vehmine sebep olmasından dolayıdır.
İbnu'l-Cezerî, «e n - N e ş r» adlı eserinde şöyle der: Tekbirin hangi sureden başlanacağı hakkında Kurra, farklı görüşlere sahiptir. Ancak ilk tekbir, Duhâ suresinin başında mı, yoksa bitiminde mi, son tekbir Nâs suresinin başında mı, yoksa bitiminde mi; tekbir biten sûre ile mi başlayacak yoksa başlayacak sûre ile mi birleşecek, yoksa her iki sureden ayrı olarak mı getirilecektir? Bu ihtilafın hepsi, bir esasta toplanır. Bu da: tekbirin, surenin başında veya sonunda getirilmesi, meselesidir.
Tekbir metni olarak şunlar söylenir: Allahu Ekber Lâ İlahe İllallahu vallahu Ekber. ***** Allah'ın kanunu, kulların kanunlarından üstündür. Allah'tan başka (gerçek) ilah yoktur. Allah'ın hükmü, hükümlerin en doğrusudur. Namaz içinde ve dışındaki tekbirler arasında, bir fark yoktur. Bunu, Sehavî ve Ebû Şâme açıklamışlardır.
Hatim Duasının Adabı
Hatim bitiminde dua etmek, sünnettir. Taberâni ve bazıları İrbad b. Sariye'den merfûan şu hadisi rivayet ederler. Kur’ân'ı hatmedenin duası, kabul olunur.
Beyhaki «Ş u a b u' I - İ m a n» adlı eserinde Enes'den merfu olarak şu hadisi rivayet eder: Kur’ân'ı hatmeden, Rabbine hamdeden, Resûlullah'a salavat getiren, Rabbine istiğfarda bulunan, hayırlı bir istekte bulunmuş olur.
Tirmizi ve diğerlerinin rivayet ettiği şu hadise göre bir hatmin peşinden diğer birine başlamak, sünnettir. Hadis metni şöyledir: Allaha yapılan amellerin en sevimlisi, Kur’ân'ı baştan sona kadar okuyup bitirince, hemen yenisine başlamaktır.
Darimî, hasen bir senedle İbnu Abbas ve Ubeyyu'bnu Ka'b'dan şöyle rivayet eder: Resûlü Ekrem hatminde, Nâs sûresini bitirince, duasına Fatiha ile başlar, Bakara sûresinin ***** «İşte onlardır felaha kavuşanlar.» âyetine kadar okur, sonra hatim duasını yaparak bitirirdi.
İmam Ahmed'den rivayet edildiğine göre; hatim esnasında İhlâs sûresinin tekrarı menedilmiştir, fakat Müslümanlar bunun aksini yaparlar. Bazıları, üç defa tekrar edilmesindeki hikmeti, ihlâs sûresinin Kur’ân'ın üçte birine muadil olduğunu söyleyen hadise bağlarlar. Böylece üç kere okununca Kur’ân hatmedilmiş olur. Şayet, iki hatim yerine geçmesi için İhlâs sûresinin dört kere okunması gerekir denilirse, cevaben şöyle deriz. Bundaki gaye, ister hatim sırasında okuduğu İhlâs olsun, ister ihlas'ın tekrarıyla hasıl olan sevabdan olsun, hatmin yakîn üzere hasıl olmasıdır.
Ben de derim ki: Bunun aslı, hatim esnasında yapılan hatayı giderme ümidine dayanır. Halimî'nin, hatim yapılırken getirilen tekbirleri, Ramazan bitimindeki tekbirlere kıyası gibi, İhlâs suresinin tekrarı, Ramazan akabinde tutulan altı günlük Şevval orucuyla kıyaslanmalıdır.
Kur’ân'ı Geçim Vasıtası Yapmanın Kerahati
Kur’ân'ı geçim için kazanç vesilesi yapmak mekruhtur. Acurri, İmran b. Hüseyin'den merfu olarak yaptığı rivayette şöyle der: Kur’ân okuyan, karşılığını Allah'dan istesin. Çünkü öyle bir kavim gelecek ki okudukları Kur’ân karşılığını, insanlardan isteyecektir.
Buhari «T a r i h u' I -k e b i r» adlı eserinde sahih bir senedle şu hadisi rivayet eder: Zalim bir hükümdarın yanında mevki elde etmek için Kur’ân okuyan kimse, okuduğu her harf karşılığında on defa lanete uğrar.
Şu ayeti unuttum demek mekruhtur. Bunun yerine unutturuldum demelidir. Buhari ve Müslim'de varid olan hadisle, unuttum demek yasaklanmıştır.
Şafii dışındaki üç mezhep imamına göre, meyyit için okunan Kur’ân'ın sevabı, sahibine ulaşacaktır. Şu âyete göre, Safi mezhebi buna muhaliftir. ***** «İnsana çalışmasından başka bir şey yoktur.» (Necm, 39.) âyet.
İktibas ve Benzerleri
iktibas; âyetin tamamını almadan, Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor demeden, âyetin bir kısmını nazım veya nesirde kullanmaktır. Şayet tamamı alınacak olursa, iktibas olmaz. Maliki mezhebine göre Kur’ân'dan iktibas yapmanın haram olduğu, yapana karşı şiddetle nefret duyulduğu, meşhurdur. Asırlarında iktibas yaygın olduğu, önceki ve sonraki şairlerce kullanıldığı halde mezhebimiz ulemasından mütekaddimîn ile müteahhirin, bu konu ile ilgilenmemişlerdir. Zamanımız ulemasından bazıları, iktibas konusu ile ilgilenmişlerdir. İzzu'd-Din b. Abdisselâm'a bunun hükmü sorulduğunda, cevaz vermiş delil olarak Resûlullah'ın namaz içinde ve dışında ***** sözü ile: ***** Ey karanlığı yarıp, aydınlığı çıkaran, geceyi dinlenme zamanı, güneşi ve ayı, zamanın bilinmesi için bir hesap ölçüsü yapan Allah'ım, borçlarımı ödemeyi kolaylaştır, beni fakirlikten kurtar, sözünü kullanmıştır.
Hz. Ebubekir sözleri arasında, ***** «..Zulmedenler, yakında nasıl bir inkilaba uğrayıp devrileceklerini bileceklerdir. (Şuara, 227.) âyetini, iktibasen kullanmıştır. Ayrıca İbnu Ömer sözünün sonunda ***** «Andolsun Allah'ın Resûlü sizin en güzel örneğinizdir.» (Ahzâb, 21.) âyetini iktibas ederek kullanırdı.
Bütün bunlar; vaaz, sena, dua ve nesirde, iktibasın caiz olduğunu gösterir. Şiirde caiz olduğunu gösteren bir mevcut değildir. Bu ikisi arasında fark vardır. Maliki mezhebi ulemasından Kadi Ebû Bekr'e göre, şiirde iktibas mekruh, nesirde ise caizdir.
Kadı İyad bile, «e ş - Ş i f a» adlı eserinin mukaddimesinde, âyetlerle iktibasda bulunmuştur.
«M u h t a s a r u' r - R a v d a» müellifi, Şeref İsmail b. Mukri el-Yemeni, «Ş e r h u B e d i a»sında: Hutbede, vaazda, şiirde bile olsa Resûlün âl ve ashabının methinde âyetlerden iktibas mekruhtur, bunlann dışında ise merduddur, der.
İbnu Hucce, «B e d i a» şerhinde iktibası; makbul, mubah ve merdud olmak üzere üç kısma ayırır. Birincisi; hutbede, vaazda ve anlaşmalarda yapılan iktibasdır. ikincisi;gazelde, mektuplarda, ve kıssalarda yapılan iktibasdır. Üçüncüsü; ise ikiye ayrılır:
a) Allah'a ait sözü, kendi sözü gibi kullanmasıdır. Allah'ın âyetini kendine mal edenlerden Allah'a sığınırız. Rivayete göre: Mervân oğullarından birisine, bir valisi hakkında şikayet ulaşmış; o da cevabında: ***** «Muhakkak dönüşleri bizedir. Sonra onların hesabını görmek bize düşer.» âyetini kendine mal ederek kullanmıştır.
b) Âyeti, gayri ciddi ifadelerde kullanmaktır. Bundan da Allah'a sığınırız. Bunun misali şairin şu beytinde açıkça görülür:
Tacuddin es-Subkî, «T a b a k a t» adlı eserinde sofi ulemasından ileri gelenlerinden Ebû Mansûr Abdilkebir b. Tahir et-Temimi el-Bağdadî'den söz ederken onun şu şiirini nakleder:
*****
Ve şöyle den Ebû Mansûr şiirinde böyle bir takım iktibasda bulunması, faydadan uzak değildir. Çünkü Ebû Mansûr, değerli bir alimdir. Pek çok kimseler iktibas yapmaktan men edilmiştir.. Hatta bazı ulema, iktibasın caiz olmadığı kanaatına varmıştır.
İktibası ancak, her konuda şiir yazan, kelimeleri sorumsuzca kullanan şairler yapar, denilir. Halbuki üstad Ebû Mansûr, din alimlerindendir, şiirde iktibas yapmıştır. Üstad Ebû Kasım b. Asâkir bu iki beytin ona ait olduğunu söyler.
Kullandığı âyetin, Allah'ın sözü olduğunu tasrih ettiği için bu iki beyitte iktibas olmadığını belirtmek isterim. İfade ettiğimiz gibi, buna iktibas denemez.
Kardeşi Şeyh Bahauddîn «Arûsu'l-Efrah» adlı eserinde şöyle der: Takva, bütün bunlardan sakınmaya, Allah ve Resulünün sözünü, bu gibi şeylerden tenzihi gerektirir.
Aralarında Ebû'l-Kasım er-Rafii'nin de bulunduğu birçok değerli ulemanın iktabasda bulunduğunu gördüm. Râfii, «E m â I î»sinde şu beyitlere yer vermiş, bir kısım ulema da bunları nakletmişlerdir.
*****
Beyhaki «Ş u a b u'l - İ m a n» adlı eserinde, şeyhi Ebû Abdirrahman es-Sulemi'nin şöyle dediğini nakleder: Ahmed b. Muhammed b. Yezid şu beyitlerini bize okudu:
*****
İktibas iki türlü yapılır:
Birincisi: Kur’ân âyetlerini mutlak olarak kullanmaktır. Nevevi; «T ı b y a n» adlı eserinde, İbnu Ebi Davud'un iktibas konusunda ittifak bulunduğu sözünü nakleder. en-Nehâî'nin dünyevî meselelerinde âyetin te'vil edilmesini, kerih gördüğünü belirtir.
İkincisi: Şiirde ve başka yerde Kur’ân âyetlerinin tevcihidir. Böyle bir iktibas, şüphesiz caizdir. Şerif Takıyyuddîn Huseynî'den, nazmettiği şu beyitler:
Dünyanın hakikati, mahiyeti mecazidir, geçicidir. Dünyayı geçin, imar etmeyin, ona hakaret gözüyle bakın ki hakir olsun, hor olsun.
En son depremde yok olacak süslü bir evin güzelliği ne kıymet ifade eder? Hiçi
Rivayet ettiğimizde, bu şiirinde Kur’ân kelimelerini kullandığı için haram işlemiş olduğundan korkuya kapıldı. Şeyhülislam Takiyuddîn b. Dakîk'a gelerek bu meseleyi açtı, yazdığı iki beyti kendisine okudu. Kendisine şöyle dedi: Devam et, okuduğun ne kadar tatlı. Bunun üzerine: Efendim, maksadımı ifade ettim, beklediğim fetvayı verdin, şeklinde memnuniyetini belirtti.
Zerkeşî «B u r h a n»ında şöyle der: Kur’ân'daki bazı benzetmelerin gayesi dışında kullanılması, caiz değildir. Bu yüzden Hariri'nin şu sözü hoş karşılanmamıştır:
Allah'ın Kur’ân'da altı şekilde te'kid ettiği şu âyetten *****
«evlerin en çürüğü örümcek evidir..» (Ankebût, 41.) daha beliğ şekilde mâna ifade eden bir cümle var mıdır? Allah Tealâ bu âyette önce tekid edatı olan ***** yi getirmiş, ***** kelimesini ismi tafdil sigasıyla kullanmış, bu kelimeyi çoğul bir kelimeye izafe etmiş, çoğul kelimeyi ***** ile muarref kılmış,***** nin haberini tekid ***** ile kuvvetlendirmiştir.
Fakat Ankebût suresinin bu âyeti *****Allah sivri sineği ve onun üstününü misal vermekten çekinmez..» (Bakara, 26.) âyetiyle karşılaştırıldığında bir müşkül ortaya çıkar. Halbuki Resulullah (s.a.) adı geçen ayetteki sivri sinek ve onun üstündeki haşaratla darb-i mesele muhalefet ederek daha aşağısı ile misal getirmiş ve şöyle demiştir. «Şayet dünya, Allah katında bir sivri sinek kanadı kadar değer taşımış olsaydı; Allah, kâfire bundan bir yudum su dahi vermezdi»
Bazıları âyette geçen ***** kelimesinin «aşağılık» mânasında kullanıldığını söylerler. Bazıları «aşağılık» vasfını ***** ile ifade ederler. Böylece, müşkil gibi görünen mesele çözülmüş olur.