LÜKS VE İSRAFLARDAN SAKINMAK
Gerek fert ve gerekse toplum olarak dengeli bir şekilde mutlu olmanın yolu lüks ve israflardan şiddetle kaçınarak yaşamayı prensip haline getirmektir. Toplum olarak, İslâm dünyası olarak buna çok ihtiyacımız vardır.
İslâm, çalışıp helâl yollardan kazanmaya önem verdiği kadar, elde edilen kazancı zayi etmemeye, saçıp savurmamaya da önem vermiştir. Kanaatimizce kalkınmanın yarısı çalışmak, yarısı da lüks ve israflı bir yaşam biçiminden şiddetle kaçınmaktır. İslâm çok çalışmayı emrediyor. Ancak, çok çalışıp çok harcama yerine, normal çalışıp dengeli bir şekilde çalışıp normal harcamayı esas almıştır. Normal çalışıp normal harcamak, çok çalışıp çok harcamaktan daha iyidir. Bununla beraber, çağımızda müslümanlar olarak çok çalışıp normal harcamalı, hatta normalden de az harcamalıyız. Açığımızı ancak böyle kapatabiliriz.
Kur'an-ı Kerim, müslümanlara israflı bir şekilde yaşamayı yasaklamıştır. Şöyle buyuruluyor: "Ey Âdemoğulları! Her mescide giderken zinetlerinizi takınınız. Yeyiniz, içiniz israf etmeyiniz. Çünkü Allah israf edenleri sevmez."[1]
Bir diğer âyette de şöyle buyuruluyor: "Çardaklı ve çardaksız üzüm bağlarını yaratan odur. Tatları değişik ekinleri, hurmaları, zeytin ve narları bir birine benzer-benzemez şekilde yaratan odur. Meyve verdiği zaman onun meyvesinden yeyin, hasat zamanı ise ürünün hakkını verin. İsraf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez."[2] Başka bir âyette vasat bir harcama ölçüsü içinde yaşamamız bizlere tavsiye ediliyor. Yüce Allah konu ile ilgili olarak şöyle buyuruyor: "Elini boynuna bağlayıp sakın cimri kesilme, büsbütün elini açarak savurgan da olma. Yoksa kınanır, hasret içinde oturup durursun."[3]
Amr b. Şuayb'ın babası yolu ile dedesinden rivayet olunduğuna göre, Hz. Peygamber (S.A.V.) şöyle buyurmuştur: "İsraf yahut kibirlenme karışmadığı sürece, yeyiniz, içiniz, sadaka veriniz, giyininiz.”[4]
Başka bir hadis-i şeriflerinde ise Hz. Peygamber (S.A.V.) şöyle buyuyor: "İsrafsız ve kibirlenmeksizin, yeyiniz, içiniz, giyininiz.”[5]
İsraf, kazanmanın tam zıddıdır. Kazanıp israflı harcamaktansa, çalışmaksızın dinlenmek daha iyidir. Çünkü israf eden kişi kazancını yok etmektedir. Yararsız olarak kazançlarını harcayanlar, hiç çalışmayanlardan daha zararlıdırlar. Çünkü yorulmaktadırlar.
İsraf, aynı zamanda kişi ve toplumların kalkınmasının en büyük engelidir. Tasarruf ise kalkınmanın temelidir. İsrafları önleme babında, burada çarpıcı bir örnek vermek istiyoruz: Emevî dönemi hükümdarlarından 5. Raşit Halife olarak kabul edilen Ömer b. Abdülaziz, halifelik makamına getirilince, ilk iş olarak israfları önlemiş, hatta israfları sıfıra indirmiştir, diyebiliriz. Ömer b. Abdülaziz veliahd seçilmesi yolu ile işbaşına getirilmişse de kendisi bunu uygun görmemiş, istifa etmiş, fakat mescidde toplanmış olan erkan onu ittifakla halife seçmişlerdi. O, halife seçilir seçilmez, huzuruna takdim edilen o dönemin en lüks atlarından iki tane makam atını kabul etmemiş, bunların satılmasını ve paralarının hazineye konulmasını emretmiştir. Yine aynı kişi, hanımının bütün mücevherlerini devlet hazinesine bağışlattırmış, kendisine, saltanat sülalesinden intikal eden ve üzerine tapulu olan malları halkın huzurunda devletin hazinesine iade etmiş, bunlara ait tapuları yırtmıştır. Devletten kendisine ne kadar maaş takdir eldilmesi gerektiği ile ilgili soru sorulunca, bir işçinin yevmiyesinin tesbit edilmesini ve o kadar yevmiye ücret takdir edilmesini istemiştir. O gün bir işçinin yevmiyesi beş dirhem olduğu tesbit edilmiş, böylece Halife Ömer b. Abdülaziz'e günde beş dirhem ücret bağlanmıştı. Bir gün evine gelmiş, hanımına;
“Canım üzüm istiyor, köşede kenarda para varsa, getir de üzüm alayım,” demiş. Buna karşılık hanımı şu cevabı vermiş:
"Sen bizde para mı bıraktın ki?" İşte koca halife! Toplumunun bir ferdi gibi yaşamış, lüksü ve israfı kökünden kaldırmıştır.
İslâm'ın beşinci halifesi Ömer b. Abdülaziz, bu etkili tedbirleri sayesinde tüm devlet dairelerinde israfı sıfıra indirmiş, böylece ülkesini 2.5 yıl gibi çok kısa bir sürede refahın en üst düzeyine çıkarmıştır. İslâm dünyası onun döneminde o noktaya gelmişti ki, bir kimse zekât malını eline alır, akşama kadar dolaşır, zekâtını verecek bir yoksulu bulamadan akşama o malı ile geri dönerdi. Oysa o dönemde Ömer b. Abdülaziz, bir sanayi devrimi yapmamış, yep yeni bir teknoloji kurmamış, üretimi artırmamış, sadece israfları ve haksız kazançları sıfıra indirerek ve gerçek anlamda zahidane bir hayat yaşayarak ülkeyi o noktaya getirmişti. Bizim tavsiye edeceğimiz zühd hayatı bu tür hayatı yaşamaktır. Yâni, devlet kademelerinde ya da ferdî hayatında, imkanları bulunmasına rağmen zahidane bir hayat yaşamak, halkı gibi, işçisi gibi yaşamak, yaşayabilmek.
Gerek ferdi çalışma hayatında, gerekse devlet hayatında, kalkınmak gerçekten isteniyorsa, israflar sıfıra indirilmeli, lüks harcamalar kaldırılmalı, bütünü ile toplumun seviyesi yükselinceye kadar, tüm harcamalar normale indirilmeli, hatta normalin altına düşürülmelidir. Her müslüman, hangi konumda olursa olsun, "Komşusu aç iken tok yaşayan bizden değildir." ilkesinin şuurunda olmalıdır.
İsraf; günün koşullarında normal bir harcama ile görülecek bir hizmetin ya da bir işin, gereğinden kat kat fazla harcamalarla giderilmesidir. Bir örnek vermek gerekirse; Bir müslüman, zaruri ihtiyacı olan evi için, birkaç ev satın alacak kadar para harcayarak, bir o kadar da iç tefrişi için vererek eğer bu ihtiyacını gidermeye çalışıyorsa, bu müslüman israfın içindedir. Yine bir müslümanın zarurî ihtiyacı olan araba veya bineği için, normalin çok üstünde paralar harcayarak onu sağlaması israftır. Bunu yapmak haramdır. Bu gibi harcamalardan sakınmalıyız. Tâki toplum fertlerinin hepsi aynı hayatı yaşayabilecek düzeye gelinceye kadar...
Bunun gibi, yemek-içmek mubahtır. Fakat, gereksiz olarak büyük paralar harcayıp yeme-içme gereksinimini gidermeye çalışmak; giyinme ihtiyacını normalin üstünde bir kaç elbise satın alabilecek miktarda harcamalarla gidermeye çalışmak, çok pahalı elbiseler giyinmeye özen göstermek de israftır. İslâm mubah ve temiz giyim-kuşamı teşvik etmiştir. Ancak, bir müslüman giyim-kuşamını Allah'a kullukta bulunmak ve adâb-ı muaşeret ölçüleri içinde avret yerlerini örterek güzel bir görünüm kazanmak ve tam insanca yaşayabilmek için sağlar ve sağlamalıdır. Başkasına gösteriş yapmak, böbürlenmek, kibirlenmek için elbise satın almak, yahut giyinip kuşanmak caiz değildir. Hz. Peygamber bu gibi gösteriş elbiselerini ne giyinmiş, ne de ümmetine tavsiye etmiştir.
Öyle insanlar vardır ki, üzerlerindeki elbiselerle yoksul bir aile bir yıl geçimini sağlayabilir. Yine öyle hanımlar vardır ki, giysileri, zinetleri ve üzerlerinde taşıdıkları kürkleri ile mükemmel bir işyeri kurulabilir, bu işyerinde çalışacak kişiler 5-10 aileyi geçindirebilir. Müslüman kişi, bunları insafla, izanla düşünmeli, sadece kendisi için değil, toplumu için yaşamasını öğrenmelidir. Sürekli mutluluk, ferdî olarak yaşamakla değil, toplum ile beraber yaşamakla mümkündür. Eğer toplum belli bir düzeye yükselerek mutlu olursa, bu çerçevede insanların yaşayacaktan mutlu hayat hem iki kat mutluluk verir, hem de sürekli olur. Ferdi mutluluklar, insanları bir noktaya kadar götürür, ondan sonra kesintiye uğrar. İslâm bizlere işte bu sürekli olan mutluluğu tavsiye ediyor. Hz. Peygamber (S.A.V.)'in mütevazı hayatını, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer ile Osman ve Alî'nin o parmakları ısırtan güzel hayatlarını örnek almalı, İslâm'ı sadece ibadet olarak değil, aynı zamanda toplumsal bir hayat düzeni olarak yaşamalıyız.
Giyim-kuşamla ilgili olarak bir kaç hadis-i şerifi burada zikr etmek istiyoruz. Bilindiği gibi, İslâmda giyim-kuşam serbesttir. Ancak, lüks ve israfa yer verilmemiştir. Bu cümleden olarak erkekler için ipek elbise giyinmek ve altın zinetler takmak haramdır. Büyük peygamberimiz (S.A.V.) bu konuda şöyle buyuruyor:
"Her kim dünyada ipek giyinirse, âhirette ipek giyinemiyecektir."[6]
"Bu ipeği dünyada ancak, âhirette ondan nasipleri olmayanlar giyinir.”[7]
"Eğer Cennetteki süslü ve ipek elbiseleri giyinmek istiyorsanız, dünyada bunları giyinmeyin."[8]
"Atlas ve ipek elbise giyinmeyin.”[9]
"Yine Hz. Peygamber (S.A.V.) yırtıcı hayvanların derilerinden yapılmış giysiler giyinmeyi bize yasaklamıştır.”[11]
Erkekler için altın, ipekli kumaş ve atlas konusunda konulan bu yasaklar, kadınlar için sözkonusu değildir. Ancak, israf ölçüsüne varmamak şartıyla. Yırtıcı hayvanların derilerinden yapılmış elbiseleri giyinmemenin ne kadar haklı bir tutum olduğu çağımızda ortaya çıkmaktadır. Çağımızda bazı vahşî hayvan türlerinin nesli, bu ekonomik nedenlerle hayvanların avlanması yüzünden yasaklanmıştır; Oysa, yüce Allah bu dünyada yarattığı her canlıyı belli bir ödev için yaratmıştır. Gereksiz olarak bu hayvanların sürekli avlanması büyük gaddarlıklara yol açmaktadır. Müslüman, süslenebilmek, lüks bir hayat yaşayabilmek için hayvan da olsa, can alınmasına sebep olmamalı, normal elbiselerle yetinmelidir.
İşte, her müslüman, hem kendisini hem de içinde yaşadığı toplumunu düşünmek zorundadır. Toplumu sıkıntı içinde kıvranırken, bir müslümanın rahat olması asla mümkün değildir ve olmamalıdır. Artan harcamalar lüks ve israf yoluna değil, kendi toplumunun kalkınmasına, iş alanları açılmasına yardımcı olacak şekilde yatırılmalı, buna karşılık sade bir hayat yaşamak esas alınmalıdır.
Müslüman bir fert, her şeyden önce gelmiş bulunduğu ekonomik düzeyi kendi toplumuna borçludur. Çünkü insan, toplumu olmaksızın yaşayamaz, ekonomik varlık gösteremez. Bunun için toplumunu düşünmek, onun yararına olacak şekilde harcamalarını ayarlamak zorundadır. Bütün güzel şeyler toplum ile beraber olunca güzeldir, insanlar ile birlikte olunca hoştur. İnsansız bir şehirde, ya da mahallede, yahut bir kasabada -ne kadar şirin olursa olsun- kimse tek başına yaşayamaz, yaşasa da mutlu olamaz. Şehirlerin, kasaba ve köylerin yaşanır hale gelmesinin, bu yerlerin sevilmesinin en önemli unsuru insandır. Bunun için ekonominin de mutluluğun da temeli insandır. İnsan toplumun en güzel bir süsüdür, en değerli bir varlığıdır. O halde, insanları, toplumu sevmeli, onların yararlarını düşünmeli, toplumun ve insanların mutlu olması için çaba harcamak, toplum bireylerinin kalkınmasını da istemeliyiz.
Son derece israfil ve alabildiğine lüks bir hayat yaşayan bir müslüman gerçekten toplumunu seven bir insan olamaz. Hatta bu gibi kimseler için, kendi kendinin düşmanıdır, denilebilir.
Bunun gibi, son derece lüks ve israflı bir hayat yaşayan devlet adamları da topluma değer veren, onları seven, onlarla beraber olan kimseler değillerdir. Toplumu ile gerçekten beraber olabilmek için, yöneticilerin toplum gibi inanması, toplum gibi kulluk yapması, toplum gibi yaşaması gerekir. Toplumları gibi yaşamayan, onların çektikleri çile ve sıkıntıları çekmeyen bir siyaset adamı, bîr devlet yöneticisi o toplumu sevemez, o toplumu tanıyamaz, o toplumun dertlerine kalıcı çözümler getiremez. Toplumunu gerçekten seven kişi, toplumun bireyleri gibi yaşamasını beceren insandır. Kendilerini toplumlarından ayıran insanlar, toplumlarına hizmet edemezler, kendileri de toplumları da mutlu olamazlar.