TASARRUF
Tasarruf, bir şeye sahip olmak, israf etmemek, iktisatlı davranmak anlamını ifade eder. Fakat, çağımız ekonomi dilinde tasarruf kısaca; "Kişinin kazandıklarından bir kısmını saklaması, harcamaması, biriktirmesi" demektir.
Çalışıp kazanmak önemli olduğu kadar, kazanılan malvarlığını saçıp savurmamak, normal bir yaşam biçimi sürdürüp kazançlardan belli bir kısmını ilerisi için biriktirmek de o kadar önemlidir. Kazandıklarının tümünü harcayan bir kimse, hayat boyu bir malvarlığına sahip olamaz, başarıya ulaşamaz. İnsan kazandıklarını bolca harcamayacağı gibis büsbütün elini sıkı da tutmayacaktır. Kişinin elde ettiği nimetlerin etkisinin üzerinde görülmesi gerekir. Bir hadis-i şerifte şöyle buyuruluyor: "Allah sana bir mal verdiği zaman, nimetinin eseri sende görülsün.”[1] Bu sözü, Hz. Peygamber (S. A.V.) malvarlığı olup da üstü başı dağınık, perişan birini görünce söylemiştir. Ancak, bir önceki bahiste de açıklandığı üzere, bu eser, bu iz, israf ve lüks ölçüsüne varmamalıdır. O zaman topluma zararı olur. Kişi kendisine karşı da olsa çok cimri davranmamalıdır. O takdirde kendisine zararı olur, dünya varlığının sıkıntıları altında ezilir. Kişi çalışıp kazandığının nimetinden yararlanmalıdır. Bu yararlanma işi ne israf ve lüks ölçüsünde, ne de cimrilik sınırında olmalıdır. Kişinin kendisi ve ailesi için yapacağı harcamalar mutedil olmalıdır. Dinimiz her türlü aşırılığı yasaklamış, her işte ortayolu tâkib etmemizi bizlere tavsiye etmiştir. Yüce Allah bu konu ile ilgili olarak bizleri uyarmaktadır. Bununla ilgili bir kaç âyetin mealini aşağıda zekr edeceğiz:
1- "Onlardan bir kısmı kendine zulm edendir, bir kısmı mutedil hareket edendir, bir kısmı da hayır yarışında öne geçendir."[2]
2- "Onlardan mutedil hareket edenler var, fakat, bir çoğu ne kötü işler yapıyorlar."[3]
3-"Böylece sizi vasat bir ümmet yaptık ki, insanlara şahit olasınız, peygamber de size şahitlik etsin."[4]
Bu âyetler, her işte orta bir yol izlemeyi bizlere tavsiye ediyor. Çalışmalarımızda, ibadetlerimizde, yaşama biçimimizde, harcamalarımızda daima orta yolu izleyerek devamh ilerlememiz gerekir. Bir atasözünde şöyle denilmiştir. "Atını çok koşturan, o atta ne sırt bırakır, ne de mesafe alabilir." Çok sürat yapan ancak, belli bir süre koşabilir. Devamlı yürümek isteyen orta bir yürüyüşü seçmelidir.
Hz. Peygamber (S.A.)'ın kıldırdığı namazlar normal, hutbeleri de normal olurdu.[5] Onun yemesi-içmesi, giyim-kuşamı, yaşayışı, oturup kalkması normal idi. Müminlere daima iktisadı davranmayı, normal davranışlarda bulunmayı tavsiye ederdi. Bir hadis-i şerifte şöyle buyuruyor: "Normal ibadet yapın. Çünkü siz usanmadıkça Allah usanmaz."[6] Bu hadisi üç kere söylemiştir. İbadetlerde böyle olduğu gibi, dünyamızla ilgili çalışmalarımızda ve harcamalarımızda da iktisatlı ve mutedil hareket etmemiz gerekir.
Başka bir hadis-i şerifte yüce Peygamberimiz iktisatlı davranmayı teşvik niteliğinde şöyle buyuruyor: "İktisatlı harcayan fakir olmaz.”[7] Başka bir hadis-i şerifte ise şöyle buyuruluyor: "Güzel görünüm, vakar ve tenni ile yürümek ve iktisatlı hareket etmek, peygamberliğin yirmidört parçasından bir parçasıdır."[8]
Yemek yemede normal davranma konusunda şu önemli sözleri ifade buyuruyor; "İnsan, karnından daha kötü bir kabı doldurmaz. İnsana belini doğrultacak bir kaç lokmacık yeter. Eğer insan nefsine hakim olabilirse, üçte bir yemek için, üçte bir içmek için, üçte bir de nefes almak için ayrılmalıdır.”[9] Yine Hz. Peygamber (S.A.V.) başka bir hadiste şöyle buyuruyor: "İslâm'a hidayet olunan ve yaşayışı yetecek kadar olana müjdeler olsun."[10] Bu hadisten maksat, kişinin kazanması değil, kazandığını harcamasıdır. Yâni, bir müslüman harcarken yetecek kadarı ile yetinmelidir.
Buraya kadar kaydedilen âyet ve hadisler, doğrudan doğruya bu dünya hayatında gerek dünyamızla ilgili işlerde, gerekse ibadetlerimizde mutedil davranmayı, aşırı gitmemeyi, özellikle harcamalarımızda normal bir hayat sürdürmeyi tavsiye etmektedir. Bir müslümanın, çalışabilecek ve ibadetlerini normal ölçülerde yerine getirebilecek şekilde yemesi içmesi, oturup kalkması sünnettir. Açlıktan ölmeyecek kadar yemesi-içmesi, ya da dışarıda kalmayacak şekilde barınak sağlaması ise farzdır. Çünkü insan namusunu korumak, ibadetlerini yerine getirmek zorundadır. Harcamalar normal olmalı, ne ileri gitmeli, ne de normalinden geride kalınmalıdır. Çalışıp kazanan kişinin eline normal geçimin üstünde imkanlar geçtiği zaman bu imkanları saçıp savurmamalı, kendi geleceği için, toplumun yararı için, kazandıklarından bir kenara ayırmalı ve bunu bir prensip haline getirmelidir. Bir örnek, vermek gerekirse; bir kimse bugünki yaşama savaşında ne kadar çok ücret alırsa alsın, herkesin edindiği ev eşyasını, ya da yiyecek ve giyecekleri edinmeye kalkışırsa, ölünceye kadar bir şeyin sahibi olamaz. Meselâ; her öğün iki, ya da üç kap yemek yemek yar, her öğün bir çeşit yemek yemek var. Her ikisi de insanın karnını doyuracak gıdayı sağlar. Fazlası zaten mide ve bünye için zahmetten ibarettir.
Giyim-kuşamda da durum aynıdır. İnsan, üç takım elbise ile 5-6 yıl rahatlıkla idare edebilir. Fakat, her yıl bir takım elbise, yahut her tören için ayrı bir elbise, nişan, düğün ve benzeri merasimler için ayrı ayrı elbise diktirmek de var. Birinci yol seçilirse bu, hem kendisi için hem toplumu için tasarrufu teşvik edicidir. Gereksiz fazla giysiler için harcanacak paralar toplanıp herhangi bir işletmeye, ya da ticarî bir alana yatırılabilirse, bir ailenin bir kaç yıl zarfında kalkınması işten değildir. Kalkınamayışımız, usûl bilmemektendir. Atalarımız ne güzel söylemişler. "Vusulsüzlük usulsüzlüktendir." Yâni, kişinin maksadına erişemeyişi, usul bilmemektendir.
Millet olarak, İslâm dünyası olarak eğer tasarrufu bilebilseydik, dünya üzerinde her alanda söz sahibi olabilirdik. Avrupalılar, yaşayışlarında bu tasarruf zihniyeti ile hareket etlikleri için çok kısa zamanda katlanabiliyorlar. İslâm dünyası ise eline geçirdiği maddi imkânlarla gününü gün etmeye çalışmakta, alabildiğine israflı bir yaşayışın içine girmektedirler. Özellikle petrol zengini müslüman ülkelerin halkının ve yöneticilerinin giriştikleri lüks ve israflı yaşayışı ifade etmek için kelime bulmak zordur. Bu akıl almaz israfları yapan ve sanki âhiret hayatında yaşamayacakmış gibi davranıp her türlü nimeti bu dünya hayatında tatmaya çalışan bu ülkelerin insanları, bir düşman saldırısı ile karşı karşıya kalınca, ne acıdır ki, ülkelerini terk etmekte, kafirlerden yardım istemektedirler. Bu durum İslâm adına utanılacak bir olaydır. Irak'ın Kuveyt'i işgali ve bu işgal karşısında İslâm dünyasının acze düşmesi ve Hristiyan dünyasının işe el koyması ne hazindir!
Ekonomik, kültürel ve sosyal alanda İslâm'ı Peygamberimiz gibi yaşamaya çalışmayan, İslâm'ı sadece ibadet ve zikirlerden ibaret sayıp bunlarla cennete gidileceğini sanan zihniyet yanlıştır, İslâm'ı her alanda Peygamberimiz gibi yaşamanın yollarını aramalı, hangi şartlar altında olursak olalım, sefahet hayatından, lüks ve israftan şiddetle kaçınmalıyız. Aksi takdirde bu medeniyet yarışında daima eziliriz, sonuncuların sonuncusu oluruz.