Bu Blog içinde Ara

13 Haziran 2012 Çarşamba

TEVİL VE TEFSİRİN MÂNASI,

TEVİL VE TEFSİRİN MÂNASI,

TEFSİRİN ŞEREFİ VE ONA DUYULAN İHTİYAÇ


Tefsir kelimesi, beyan ve keşf mânasına gelen ***** masdarından tef'il babında bir kelimedir. Gün aydınlandığında ***** denildiği gibi, aydınlanma mânasına gelen ***** kelimesinden kalbedilmiştir. ***** kelimesinden olduğu da söylenir. Bu kelime, doktorun idrar tahlilinde, hastalığı keşfetmede kullandı­ğı cam tüp mânasındadır.
Tevil, rucu mânasında, ***** masdarından alınan bir kelimedir. Tevil; â-yeti muhtemel mânalarından birine tevcih etmektir. Tevil kelimesinin, siyaset mânasında olan ***** masdarından geldiği de söylenir. Bir sözü tevil eden, o sözün inceliğine inen, taşıdığı mânayı yerinde kullanan kimse demektir.
Ulema, tefsir ve tevil kelimeleri hakkında farklı görüş ileri sürmüşlerdir. Ebu Ubeyd ve bazı ulema, her iki kelimenin aynı mânada olduğu görüşündedir. Bazı ulema, tefsirle tevilin aynı mânada olduğu görüşüne katılmamışlar, hatta İbnu Habib en-Neysabûri: Zamanımızda o kadar çok müfessir ortaya çıktı ki onlara, tefsir ile tevil arasındaki fark sorulsa, buna cevap vermede aciz kalırlar, demiştir.
Ragıb İsfehâni şöyle der: Tefsir, tevilden daha umumi mânadadır. Tefsir; ekseriyetle kelimeler ve müfred mânalarında; tevil ise daha çok, kelimelerin mânası ve cümlelerde kullanılır. Tevil deyimi, daha ziyade ilahi kitaplarda, tefsir ise hem ilahi, hem de bunun dışındaki kitaplarda kullanılır. Bazıları tefsiri, keli­menin sadece bir mânasını açıklama; tevili de, bazı delillere dayanarak kelime­yi, muhtelif mânalarından birine tevcih etmektir, şeklinde tarif etmişlerdir.
Maturidi, bu kelimeleri şöyle tarif eder: Tefsir, şu kelimeden murad edi­len kesin mâna şudur, Allahu Taâlâ bununla şunu kastetmiştir, şeklinde, şeha-dette bulunmaktır. Şayet bu mânaya geldiğini gösteren kesin bir delil varsa, bu tefsir, sahih bir tefsirdir. Tevil ise, kesin bir delil olmaksızın, Allah'ın muradı budur, şeklinde şehadette bulunmadan, kelimenin muhtemel mânalarından biri­ni tercih etmektir.
Ebu Talib Taglebi de bunları şöyle tarif eder: Tefsir; bir kelimeyi, hakiki veya mecazi mânasiyle açıklamaya denir. Mesela ***** kelimesinin ***** ke­limesiyle, ***** kelimesinin ***** kelimesiyle tefsiri, buna misaldir. Tevil ise; kelimenin batıni mânasının tefsiridir. Kelime, ***** masdarından alınmıştır; bir şeyin neticesine ulaşmak için aslına dönme mânasındadır. Tevil, murad edilen gerçek mânayı bildirmektir. Tefsir ise, murad edilen mânanın delilini bildirmek­tir. Kelime, murad edilen mânayı ortaya çıkarır, mânayı ortaya çıkaran da, tef­sire işaret eden delildir. Buna örnek, ***** (Fecr, 14.) âyetidir. Âyet­teki ***** kelimesi, bu kelimenin masdarından alınmış, murakaba mânasında tefsir edilmiştir. ***** kelimesi, mif'al veznindedir. Bu âyetin tevili ise; Allah'ın emirlerini küçümsememek, bu emirleri yerine getirmede gaflete düşmekten sa­kınmak şeklindedir. Kelimenin lügat mânası dışında, kati delillerin bulunması, kelimede murad edilen mânanın açıklanmasını gerektirir.
İsbahani «Tefsir»inde şöyle der: Ulemaya göre, âyetin mânasını keşf ve muradını beyan etme demek olan tefsir, bir kelimenin müşkil ve za­hiri mânasına nazaran, daha umumi bir mânadadır. Tevil, ekseriyetle cümle­lerde yapılır. Tefsir ise, ya ***** ve ***** gibi garip kelimelerde veya ***** âyetinde olduğu gibi, izahı gerektiren veciz sözlerde veya ***** «(haram ayı) ertelemek küfürde daha ileri gitmek­tir.» (Tevbe, 37.) ile ***** (Bakara, 189.) âyetlerinde olduğu gibi, â-yetin nüzûlüne sebep olan olayı bilmek suretiyle bu olaydan dolayı âyetin ihti­va ettiği mânayı tasvir eden cümlelerde yapılır. Kelimenin tevili, bazen umumi, bazen de hususi mânada yapılır. Mesela, ***** kelimesi, bazı âyetlerde mutlak inkar olarak umumi, bazı âyetlerde ise Allah'ı inkar olarak hususi mâna ifade e-der. İman kelimesi de böyledir. Bazı âyetlerde mutlak mânada inanmak, bazı âyetlerde ise Allah'a inanmak mânasına gelir. Tevil ayrıca, müşterek mâna ta­şıyan kelimelerde yapılır. Mesela, ***** kelimesi ***** ve ***** mâna­sında kullanılmıştır.
Bazı ulema tefsirin rivayete; tevilin dirayete, dayanarak yapıldığını söyler. Ebu Nasr el-Kuşeyri şöyle demiştir: Tefsir; tevile nazaran, rivayetlere  uymak, onları duymak veya istinbata bağlı kalmak suretiyle yapılır.
Bir kısım ulema tefsiri şöyle tarif eder: Mânası Allah'ın kitabıyla açıkla- nan sahih sünnetle tayin edilen şeye, tefsir adı verilir. Böylece âyetin mânası, kendiliğinden ortaya çıkmış, vuzuha kavuşmuş olur. Bu durumda âyeti tefsir edenin şahsi görüşüne veya bir başka mâna aramasına ihtiyaç kalmaz, âyetin mânasını olduğu şekilde kabul ederek, mânayı aşmaz. Tevil de, ilmiyle amil, e-debî ilimlerde mahir olan bilginlerin, âyetlerdeki incelikleri bulup çıkarmalarıdır. Aralarında Begavi ve Kevaşi'nin de bulunduğu bazı ulema şöyle der: Te­vil; istinbat yoluyla, kitab ve sünnet'e muhalif olmadan, âyetteki mevcut mânayı, bir önceki ve bir sonraki âyetin mânasına uyacak şekilde, mâna vermektir.
Bazı ulema da şöyle der: Istılahta tefsir; âyetlerin nüzûlü, bunların ihti­va ettiği çeşitli yönler ve olaylar, iniş sebeplerini bilmek, Mekki-Medeni, muhkem müteşâbih, nâsih-mensuh, hususi-umumi, mutlak-mukayyed, müc-mel-müfesser mânaları tesbit etmek, helal ve haram, vaad ve vaid, emir ve nehiy, ibretli ifade ve emsalu'l-Kur’ân'a uymaktır.
Ebu Hayyan bu konuda şöyle der: Tefsir; âyetlerdeki kelimelerin telaffu­zu, işaret ettikleri mânalar, müfret ve terkip halindeki hükümleri, terkip halinde taşıdığı mânaları, bu mânalarla ilgili olan yönleri araştıran bir ilimdir. Tarifteki i-lim kelimesinden kastımız, umumi mânada kastedilen ilimdir. Âyetlerdeki keli­melerin telaffuzu sözünden kastımız, kırâat ilmidir. İşaret ettikleri mânalar sö­zünden kastımız, bu kelimelerin delalet ettiği mânalardır. Bu husus müfessirin, tefsir ilminde muhtaç olduğu lügat ilmidir. Müfred ve terkip halindeki hükümleri sözünden kastımız; sarf, beyan ve bedi ilimleridir. Terkip halindeki hükümleri sözünden kastımız; kelimelerin hakiki ve mecazi mânalarıdır. Çünkü terkiple-rindeki ifadenin zahiri, belli bir mânaya işaret ettiği halde, bu mânaya hamli mümkün olmadığından, mecazi mânaya hamledilir. Bu mânalarla ilgili yönleri sö­zünden kastımız; neshin, sebeb-i nüzûlün, mübhematı açıklayan kıssaların bilin­mesidir.
Zerkeşi ise şöyle der: Resûlullah'a nâzil olan Kur’ân'ın mânalarını açıkla­mak, ihtiva ettiği hükümleri çıkarmaktır. Bunu yapabilmek için; lügat, nahiv, sarf, ilm-i beyan, usûl-i fıkıh ve kırâat ilmine müracaat edilir, ayrıca sebeb-i nüzûl ile nâsih-mensuh'a ihtiyaç duyulur.

1- Tefsire Duyulan İhtiyaç

Tefsire duyulan ihtiyaç konusunda bazı ulema şöyle der: Şurası bilinen bir gerçektir ki Allah kullarına, anladıkları dille hitap etmiştir. Bu yüzden her re­sûlü, içinde bulunduğu milletin diliyle göndermiş, Kitabını onların diliyle indirmiş­tir. Tefsire duyulan ihtiyaç konusu, bazı kaideler verildikten sonra ele alınacak­tır. Bu kaideler şunlardır: Kitap yazan herkes, şerhe ihtiyaç duyulmaksızın bi­zatihi anlaşılması için yazar. Bir kitabın şerhinde, şu üç yönde ihtiyaç duyulur:  1- Müellifin geniş bir bilgiye sahip olmasıdır. Müellif, bu geniş ilminden dolayı, veciz bir kelimede dakik mânaları toplar. Belki bu yüzden murad ettiği mânanın anlaşılması güçleşir. Cümlelerindeki bu güç mânayı ortaya çıkarmak için şerhi gerekir. Bu bakımdan müellifin, eserini bizzat şerhetmesi, murad etti­ği mânanın anlaşılması bakımından, bir başkasının şerhinden daha açık olur.
2- Müellif, bir meselenin bazı yönlerini veya ona bağlı sebeplerde açık­lık olduğu düşüncesiyle, bunlara fazla dikkat etmeyebilir. Veya, üzerinde durduğu mesele, ayrı bir ilim konusu olabilir. Bu durumda eserin kapalı yönlerini açıklamak üzere, sarihe ihtiyaç duyulur.
3- Bir kelimenin mecazi, lafzan müşterek veya iltizami mânaları gibi, farklı mânaya gelme ihtimalinin bulunmasıdır. Bu durumda eser, müellifin gaye­sini ve tercihini açıklamak üzere sarihe ihtiyaç duyar. Bir eserde; müellifin u-nuttuğu, hataya düştüğü, bir şeyi tekrar ettiği veya müphem bıraktığı mânalar her zaman görülebilir. Bu yüzden eser, bu gibi hususlara açıklık getirmek üze­re, sarihe ihtiyaç duyar.
Bu hususu açıkladıktan sonra şunları söyleyebiliriz: Kur’ân, Arapça'nın en fasih olduğu bir zamanda nâzil olmuştur. Bu dili konuşanlar, Kur’ân'ın zahiri mânası ve ahkâmını kolayca anlıyordu. Fakat batıni mânasındaki incelikleri ise, Resûlulllah'dan sorup öğrenmekle anlayabiliyorladı. Mesela Sahabe; ***** «..imanlarına zulüm karıştırmayanlar..» (En'âm, 82.) âyeti nâzil oldu­ğunda, âyetin zahiri mânasına kapılarak: Hangimiz, nefsimize zulmetmiyoruz?» dediler. Resûlullah (s.a.v.) sordukları bu âyeti, ***** «..şirk elbette büyük bir zulümdür.» (Lokman, 13.) âyetini delil getirerek tefsir etmiştir. Ayrı-ca Hz. Âişe Resûlullah'a (İnşikâk, 7-8.) âyetlerindeki kolay hesabın ne oldu­ğunu sorduğunda Resûlullah: Bu bir arzdır, buyurmuştur. Başka bir misal de, Adiyy b. Ebi Hâtim'in Resûlullah'a sorduğu beyaz, siyah iplik meselesidir. Sa-habe-i Kiram, Kur’ân'ın mânasını anlamada Resûlullah'ın tefsirine muhtaç ol­dukları gibi, aynı ihtiyacı biz de duymaktayız. Buna ilaveten Sahabe'nin, zahiri hükümlerde ihtiyaç duymadıkları tefsire, bizler ihtiyaç duymaktayız. Bu noktada eksikliğimiz, Arap dilinin hususiyetlerini iyice öğrenmeden, Kur’ân'ı anlamadaki acizliğimizdir. Bu bakımdan bizler, tefsire en çok muhtaç olan kimseleriz. Şu­rası bilinen bir gerçektir ki, bazı âyetlerin tefsiri; veciz ifadeleri genişletmek, mânalarını açıklamakla yapıldığı gibi, bazılarının tefsiri de, muhtemel mânalar­dan birini tercih etmekle yapılır.
Huveyyi şöyle der: Tefsir ilmi, hem zor, hem de kolay bir ilimdir. Tefsirin zorluğu, değişik yönlerden kendini gösterir. Burada en önemli zorluk, Kur’ân'ın Allah kelamı olmasıdır. İnsan, Allah'ın muradına, Kur’ân'ı dinlemekle ulaşamaz. Ayrıca muradını anlamak için, Allah'a vasıl imkanı da yoktur. Halbuki, darb-ı mesel veya şiirler böyle değildir. İnsanın bunları, sahibinin ağzından duyup öğ­renmesi veya bunları duyan birinden duyması mümkündür. Kur’ân'ın tefsiri ise kesindir; ancak Resûlullah'tan duymakla bilinir. Kur’ân'ın az sayıdaki âyetleri hariç, Allah'ın muradını anlamak zordur. Allah'ın murad ettiği mânayı bilmek, ba­zı emare ve delillere muhtaçtır. Bundaki hikmet Allah'ın kullarını Kitabı üzerinde düşünmeye sevketmek istemesidir. Bu yüzden Resûlüne, her âyetteki muradı­nı açıklamayı emretmemiştir.

2- Tefsir İlminin Şerefi

Tefsir ilminin şerefi, bilinen bir gerçektir. Cenab-ı Hak: ***** «Dilediğine hikmeti verir. Hikmet verilen kim­seye çok hayır verilmiştir.» (Bakara, 269.) buyurmuştur.
İbnu Ebi Hâtim ve diğer muhaddisler, İbnu Ebi Talha tarikıyle İbnu Ab­bas'ın ***** âyeti hakkında şöyle dediğini nakleder: Âyetteki hikmet keli­mesi, Kur’ân'ın nâsihi-mensuhunu, muhkem ve müteşabihini, ilk ve son inen â-yetlerini, helal ve haram ile emsalini bilmek mânasındadır.
İbnu Merdevyh, Cuveybir tarikıyle, Dahhak'ın İbnu Abbas'dan merfuan yaptığı rivayette ***** âyeti hakkında şöyle dediğini nakleder: Âyetteki hikmet, Kur’ân'dır. İbnu Abbas bunun, Kur’ân'ın tefsiri olduğunu söyler. Çünkü bu tefsiri iyiler de, facirler de okur.
İbnu Ebi Hâtim, Ebu'd-Derda'nın ***** âyeti hakkında şöyle dediği­ni nakleder: Âyetteki hikmet, Kur’ân'ı okumak üzerinde düşünmek mânasında­dır. Bu rivayetin bir benzerini İbnu Cerir, Mücahid, Ebu'l-Âliye ve Katade'den ri­vayet etmiştir.
***** «Biz bu misalleri insanlara anla­tıyoruz ama; onları bilenlerden başkası düşünüp anlamaz.» (Ankebût, 43.) â-yeti hakkında İbnu Ebi Hâtim, Amr b. Mürre'nin şöyle dediğini nakleder: Kur’ân-da bu âyet kadar beni hüzünlendiren bir âyete rastlamadım; çünkü mânasını bilmediğim âyetler vardır.
Ebu Ubeyd, Hasan-i Basri'nin şöyle dediğini rivayet eder: Allah, indirdiği her âyetin, kimin hakkında indiğini ve âyetten murad ettiği mânanın bilinmesini ister.
Ebu Zerri'l-Herevi, «FedaiIu'l-Kur’ân» adlı eserinde Said b. Cu­beyr tarikıyle İbnu Abbas'ın şöyle dediğini rivayet eder: Kur’ân'ı okuyup da tef­sirini bilmeyen, şiiri hızlıca okuyan Arabi gibidir. Beyhaki ve diğer muhaddisler, Ebu Hüreyre'den merfuan şu rivayette bulunmuşlardır: Kur’ân'ın irabını yapınız, garip kelimelerini öğreniniz. İbnu'l-Enbari, Hz. Ebubekr'in şöyle dediğini nakle­der: Kur’ân'dan bir âyetin irabını yapmam, o âyeti ezberlememden daha iyidir. Yine Abdullah b. Bureyde'den yaptığı rivayette, Ashab'dan birinin şöyle dediği­ni nakleder: Bir âyetin irabını yapmak için kırk gün yolculuk yapacağımı bilsem, bu yolculuğa katlanırdım. Ayrıca, Şabi tarikıyle şöyle dediğini rivayet eder; Hz. Ömer: Kur’ân'ı okuyup irabını yapan kimse, Allah katında şehidlik mertebesine nail olur, buyurmuştur.
Bu rivayetlerden sonra şunu ilave etmek isterim: Baha göre rivayetler, Kur’ân'ın tefsirini ve açıklamasını teşvik eden âyetlerdir. İrab, nahiv ilminde sonradan çıkan bir ıstılahtır. Çünkü Sahabe-i Kiram konuştukları dili çok iyi bildiklerinden, irab bilmelerine ihtiyaç yoktu. İbnu Nakib'in de aynı görüşte oldu­ğunu gördüm. İbnu Nakib, bunun sınai irab olduğunu söylerse de, bu görüşü yerinde değildir. Kur’ân'ın irabına dair Silefi, «et-Tuyurat»ında İbnu Ömer' den merfuan şu rivayeti nakleder: Kur’ân'ın irabını yapınız, size tefsirini öğretir.
Ulemanın icmaına göre tefsir, farz-ı kifayedir, şeri ilimlerden üçünün en önemlisidir.
İsbahani şöyle der: İnsanın yapacağı en şerefli hizmet, Kur’ân'ı tefsir et­mektir. Bu sözü şöyle açıklayabiliriz: Bir sanatın değeri, kuyumculukta olduğu gibi, o sanatın kendisindedir. Çünkü kuyumculuk, deri tabaklama mesleğinden daha üstündür. Kuyumcu altın ve gümüşle uğraşırken, tabakçı ölü hayvan deri-leriyle uğraşır. Bir sanatın değeri; tıp ilminde olduğu gibi, sanatın gayesine bağlıdır. Mesela tıp ilmi, çöpçülükten daha şereflidir. Çünkü gayesi, insanın sıhhatiyle uğraşmaktır. Çöpçünün gayesi temizliği sağlamaktır. Sanatın değeri ayrıca, fıkıh ilminde olduğu gibi, duyulan ihtiyacın derecesine göre olur. Tıbba nazaran fıkıh ilmi, çok ihtiyaç duyulan bir ilimdir. İnsan her hal ü karda fıkıh ilmi­ne muhtaçtır. Çünkü din ve dünya hayatını ıslah ederek nizama koyan, tıp ilmi değil, fıkıh ilmidir. Tıbba ancak, bazı anlarda, bazı kimseler muhtaçtır.
Bu husus anlaşılınca tefsir ilmi hakkında şunları söyleyebiliriz: Tefsir ilmi, şu üç yönden şerefe sahiptir:
          a- Mevzuu yönüyledir, tefsirin mevzuu, her hikmetin kaynağı, her fazile­tin aslı olan, Allah kelamıdır. Kur’ân'da önceki milletler kadar, sizden sonrakile­rin de haberleri, aranızda cari olan hükümler vardır. Kur’ân ne kadar okunsa bıkılmaz, hikmetleri tükenmek bilmez.
b- Gayesi yönüyledir; tefsirin gayesi, Allah'ın emirlerine sımsıkı sarılmak ebedi saadete ermektir.
c- Duyulan ihtiyaçtır; çünkü dünya ve ahiretle ilgili her türlü olgunluk, di­ni ve dünyevi ilimlerle sağlanır. Bütün bunlar, Kur’ân'da mevcut ilme dayanır.