ESBÂBU'N-NUZÛL
Bu konuda başta Buhâri'nin hocası Aliyyu'bnu'l-Medenî olmak üzere bazı ulema, eser vermişlerdir. Aralarında en meşhuru, teferruatlı olması bakımından Vâhidî'nin kitabıdır. Ca'berî, herhangi bir ilavede bulunmadan senedlerini hazfederek bu eseri ihtisar etmiştir. Şeyhulislâm Ebû'l-Fadl b. Hacer de aynı konuda bir eser yazmış, ancak vefatı dolayısıyla müsvedde halinde kalmıştır. Bu yüzden tamamını elde edemedik. Ben de sebeb-i nüzul hakkında zengin muhtevalı, özlü aynı konuda benzeri telif edilememiş bir kitab yazdım; adına «Lübâbu'n-Nukûl fi Esbâbi'n-Nuzûl» koydum.
1. Kur’ân'ın Nüzûl Şekli
Ca'berî: Kur’ân'nın nüzûlü ikiye ayrılır. Bir kısmı herhangi bir sebebe dayanmaksızın kendiliğinden; diğeri ise bir olay veya bir soru akabinde inmiş olmasıdır. Bu sonuncusu da kendi arasında bazı konulara ayrılır. Bazıları konuyu, tarihi seyir içinde cereyan etmesinden dolayı faydasız olduğuna inanırlar. Bu düşünce hataladır. Bilakis faydaları pek çoktur. Bunları şöyle sıralayabiliriz:
a- Hükmün teşriine götüren sebebler bilinir.
b- Hüküm çıkarmada sebebin husûsiliğini gözönünde tutanlara göre, kendisi ile hüküm tahsis olunur.
c- Âyetin lafzı genel olabilir, bazı deliller bunu tahsis eder. Şayet sebeb bilinirse, âyetin zahiri manası dışında tahsis ortaya çıkar. Âyetin genel manasına sebebin girmesi, kesinlik kazandırır. Bunun içtihadla çıkartılması, Kadı Ebû Bekr'in «e t- T a k r i b» adlı eserinde icmaya dayanarak belirttiği gibi, memnûdur. Bunu şâz kabul edene iltifat edilmez, aksi takdirde cevaz verilmiş olur.
d- Âyetin manası daha iyi kavranır. Zorluklar ortadan kalkar. Vâhidi: «Âyetin nüzûlü ve kıssasına vâkıf olmadan tefsirini yapmak mümkün değildir» der. İbnu Dakiki'l-îd ise: Nüzûl sebebinin bilinmesi, Kur’ân'nın manasını anlamada en kuvvetli yoldur, der. İbnu Teymiyye de: Sebeb-i nüzûlün bilinmesi, âyeti anla
60 – 61
mada yardımcı olur. Çünki sebebin bilinmesi, müsebbebin bilinmesini sağlar, der.
Mervân İbnu Hakem ***** «O ettiklerine sevinen, yapmadıkları şeylerle övülmeyi sevenlerin, -onacaklarını- sanma!» (Âli İmrân 188.) âyetinin mânasını kavramada güçlük çekerdi. Şayet, kendisine verilenle sevinen, yapmadığı bir şeyle övülmesini isteyen herkes azab görürse, hepimiz azab görürüz şeklinde mâna verir. Fakat İbnu Abbas âyetin ehli kitap hakkında nâzil olduğunu, Resûlullah (s.a.v.) kendilerinden bir konuda bilgi almak istediğinde bildiklerini O'ndan gizledikleri, yanıltıcı bilgiye başvurdukları verdikleri cevabın soruya uygun olduğunu gösterdikleri, bununla Resûlullah'dan iltifat bekledikleri şeklinde açıklama getirince, Mervan'ın karşılaştığı zorluk çözülmüş oldu. Bu rivayeti, Buhâri ve Müslim naklederler.
Osman İbnu Maz'un ve Amr İbnu Ma'dikereb'in şöyle dedikleri rivayet edilir: ***** «İnanıp iyi iş yapanlara... önce yediklerinden ötürü bir günah yoktur...» (Mâide, 93.) âyetine göre, içki mübahtır. Eğer bunlar, âyetin sebeb-i nüzûlünü bilselerdi böyle konuşmazlardı. İçki haram edilince bazıları: Allah yolunda savaşıp ölenler, haram edilen içkiyi içerlerdi. Bunların durumu ne olacaktır? demişlerdi. Âyet, bunun üzerine nâzil olmuştur. Bunu, Ahmed b. Hanbel, Neseî ve diğerleri rivayet etmiştir.
***** Adetten kesilen kadınlarınızın -bekleme sürelerin den- şüphe ederseniz bilin ki- onların bekleme süreleri üç aydır...» (Talak, 4.) âyeti de buna ayrı bir misaldir. Ayette geçen şart edatı, bazı fukahayı müşkil duruma sokmuştur. Şöyle ki, Zahiriye uleması: Ay hâli görmeyen, hayızdan kesilmiş yaşlı kadınlar için iddet yoktur, demişlerdir. Halbuki bunu âyetin sebeb-i nüzûlü açıklamıştır. Bakara sûresinin kadınların iddetleri hakkındaki âyeti inince, bazı ulema küçük ve ileri yaştaki kadınlann iddeti zikredilmeden kaldı, dediler. Bu âyet bu sözlere açıklama getirmek üzere nâzil olmuştur. Bunu Hâkim, Ubeyy'den rivayet etmiştir. Böylece âyet, iddetle ilgili olarak hükümleri bilinmiyen kadınlara hitap etmiş; acaba diğerleri gibi olanlar da Bakara sûresinde zikri geçen kadınlar gibi iddete tabi tutulacaklar mıdır, yoksa tutulmayacaklar mıdır? şeklindeki endişeyi kaldırmıştır. Âyetteki, henüz âdetini görmemiş bulunanların iddeti nasıl olacak diye müşküle karşılaştığınızda, işte onlar hakkındaki hüküm budur, demektir.
Gene bir misal de: ***** «...Nereye dönerseniz Allah'ın yüzü -zatı- oradadır...» (Bakara, 115.) âyetidir. Lafzın ifadesine göre: Namaz kılan kişinin seferde olsun, hazerde'olsun, kıbleye dönme mecburiyeti olmadığını kabul edecek olursak, icmâın hilafına hareket etmiş oluruz. Bu âyetin nüzûl sebebi bilinince bunun, seferde kılınan nafile namazı, ya da ictihadla namaz kılan hakkında olduğu, bu konudaki değişik rivayetlere rağmen, hata ettiği anlaşılır.
Konu ile ilgili başka bir misal de: ***** (Safa ile Merve Allah'ın nişanlarındandır..) (Bakara, 158) âyetidir. Âyetin zahiri mânası, sa'yin farz olmasını gerektirmez. Bazıları buna dayanarak, sa'yin farz olmadığı görüşünü ileri sürmüşlerdir. Hz. Âişe, âyeti bu şekilde anlayan Urve'ye sebeb-i nüzulünü hatırlatarak cevap vermiştir. Gerçekte Sahabe-i Kiram sa'yin cahiliye adetlerinden olduğunu kabul ederek günaha girdiklerini sanmışlardı. Âyet bunun üzerine nâzil olmuştu.
Şu misal de, sebeb-i nüzul bilinince, hasr tevehhümünün kalktığını gösterir. Şafiî hazretleri:***** (De ki: Bana vahyolunanda... haram edilmiş bir şey bulamıyorum...) (En'am, 145) âyetine şu mânayı vermiştir: Kâfirler, Allah'ın haram kıldıklarını helâl, helâl kıldıklarını haram kabul ederek Allah'ın koyduğu sınırları aşmışlardı. Âyet, iddialarının zıddına nâzil olmuştur. Çünkü Allah, şöyle demek istemiştir: Helâl, ancak haram kıldıklarınız;haram ise, helâl kıldıklarınızdır. Bu tıpkı; bugün tatlı yeme, diyen kişiye karşı, bugün tatlıdan başka bir şey yemem, demek gibidir. Âyetteki gaye, Allah'ın emrine karşı geldiklerini göstermektir; nefiy değildir, hakikati belirtmektir. Allahu Teâlâ sanki şöyle buyurmuştur: Sizin helâl kıldığınız ölü eti, kan, domuz eti ve Allah'tan başkası adına kesilen hayvanlar dışında haram yoktur. Cenabı Hak bu âyetiyle sayılanların dışında her şeyin helâl olduğunu kasdetmiyor. Çünkü maksat, helâl olanların değil, haramın isbat edilmesidir.
İmâm-ı Harameyn: Bu cevap gayet güzel bir cevaptır. Eğer Şâfiî bu açıklamayı getirmeseydi, İmam Mâlik'in haram kılınan şeyleri, âyette zikredildiği gibi hasretmesine, muhalefet edemiyecektik, der.
Bu konuda son misalimiz de; âyetin kimin hakkında indiğini bilmek, mübhemi belirlemekle ilgilidir. Mervân Hz. Âişe'nin kendisine, sebebi nüzulünü açıklayıncaya kadar***** (...yazıklar olsun size...) (Ahkâf, 17.) âyetinin ebeveynine karşı gelen Abdurrahman b. Ebî Bekr hakkında nâzil olduğunu zannediyordu.