KUR’ÂN'IN CEMİ VE TERTİBİ
Deyrâkûlî «F e v â i d»inde şu rivayeti nakleder: Bize İbrahim b. Beşşar, o Süfyan b. Uyeyne'den, o Zühri'den, o da Zeyd b. Sâbit'ten şöyle dediğini rivayet eder: Resûlullah (s.a.v.) irtihal ettiğinde, Kur’ân bir kitabda toplanmamıştı.
Hattabî şöyle der: Resûlullah Kur’ân-ı bazı ahkam veya tilavetini neshedecek âyetlerin inmesini beklediği için Mushaf halinde toplamamıştı. Kur’ân'ın inişi, Resûlullah'ın vefatıyla son bulunca Cenâb-ı Hak, hulefa-i Raşidine Kur’ân-ın cem'ini ilham etmiş, bu ümmette Kur’ân-ı bizzat koruyacağına dair vaadini yerine getirmiştir. Kur’ân-ı bir arada toplama işi önce Hz. Ömer'in teşvikiyle Hz. Ebû Bekr'le başlamıştır. Müslim'in Ebû Said'l-Hudri'den rivayet ettiği; Resûlullah'ın : «Benden Kur’ân'dan başka bir şey yazmayın» emri, bu teşebbüse zıt değildir. Çünkü Resûlullah'ın bu emri, belirli bir gaye ve belirli bir yazıya bağlıydı. Kur’ân'ın nâzil olan bütün âyetleri Resûlullah'ın sağlığında yazılmış, fakat ne bir arada toplanmış, ne de sûreleri tertib edilmişti.
Kur’ân'ın bir arada toplanması, üç merhalede gerçekleşmiştir. Hâkim «M u s t e d r e k»inde: Kur’ân-ı Kerim, üç merhalede toplanmıştır, der.
Birincisi: Resûlullah'ın bizzat hayatta iken yapılan cem'dir. Hâkim, Buhârî ve Müslim'in şartlarına uygun bir senedle Zeyd b. Sâbit'in şöyle dediğini rivayet eder: Biz Resûlullah'ın yanında Kur’ân'ı deri parçalan üzerinde topluyorduk. Beyhakî; bu hadiste kasdedilen hususun, değişik zamanlarda inen âyetlerin, ait oldukları sûrelere yerleştirilmesi, Resûlullah'ın emriyle ait oldukları sûrelerde toplanmasıdır, der.
İkincisi: Hz. Ebû Bekr'in hilâfeti sırasında yapılan cem'dir. Buhâri «S a h i h»inde Zeyd b. Sâbit'in şöyle dediğini rivayet eder: Hz. Ebûbekr Yemâme muharebesinde şehid edilenler hakkında konuşmak üzere, beni yanına çağırttı. Ömer b. Hattab da Hz. Ebûbekr'le beraberdi. Hz. Ebûbekr: Ömer bana geldi, bu muharebede çok sayıda Kurrâ'nın şehid edildiğini, diğer muharebelerde de Kurrâ'nın şehid olabileceği endişesini taşıdığını, böylece Kur’ân'ın büyük bir kısmının kaybolacağını, bunu engellemek için Kur’ân'ın bir kitab halinde toplanmasını emretmemi uygun bulduğunu belirtti. Bu sözü üzerine Ömer'e; Resûlü!lah'ın yapmadığı bir işi nasıl teklif edersin? dedim. Ömer de: Allah'a yemin ederim, bu hayırlı bir iştir, diye teklifini tekrarladı. Cenâb-ı Hak bu hayırlı işe kalbimi ısındırana kadar, Ömer ısrarla bana müracaata devam etti. Ömer'in uygun bulduğu hayırlı işe, ben de inandım. Hz. Ebûbekr Zeyd b. Sâbit'e dönüp şöyle dedi: Sen akıllı bir gençsin, şimdiye kadar yanlış bir iş yapmakla seni itham edemeyiz. Sen Resûlullah'ın (s.a.v.) vahiy kâtibi idin. Dağınık Kur’ân âyetlerini araştır, Kur’ân'ı bir arada topla.
Hz. Ebû Bekr'in bu sözü üzerine Zeyd: Allah'a yemin ederim, bana bir dağın naklini teklif etselerdi, bu bana Ebûbekr'in Kur’ân'ı cem' etme emrinden daha ağır gelmezdi, dedi. Hz. Ebû Bekr ve Ömer'e dönerek: Resûlullah'ın yapmadığı bir işi, sizler nasıl yaparsınız, diye konuştu. Hz. Ebûbekr: Bu iş vallahi hayırlıdır, diye tekrar edince, Ebûbekr ve Ömer'in kalbini aydınlatan Allah, kalbimi ısındırana kadar Ebû bekr bana müracaata devam etti. Bundan sonra Kuran âyetlerini araştırmağa koyuldum. Onları kemik parçaları, hurma dallan ve hafızların hıfzından istifade ederek bir araya topladım. Tevbe sûresinin .***** «Andolsun size bir Resûl geldi...» den başlayarak son iki âyetini, sadece Ebû Huzeyme'l-Ensârîde buldum. Bir kitab halinde toplanan Mushaf, vefatına kadar Hz. Ebû Bekr'de kaldı, sonra Hz. Ömer'e intikal etti, sonra da kızı Hafsa'ya emanet edildi.»
İbnu Ebî Dâvud «M e s â h i f» adlı eserinde Abdu Hayr'dan hasen bir senedle şöyle dediğini rivayet eder: Hz. Ali'nin şöyle dediğini işittim: Kur’ân'a hizmette en büyük sevaba nâil olan Hz. Ebubekr'dir. Allah, Ebubekr'den razı olsun. Allah'ın Kitab'ını ilk toplayan o'dur.
Fakat Ebû Dâvud, İbnu Sîrin'in şöyle dediğini rivayet eder; Hz. Ali: Resûlullah vefat edince, cuma namazları hariç, Kur’ân'ı cem' edinceye kadar cübbemi üzerime alıp dışarı çıkmamaya ahdettim; böylece Kur’ân'ı bir arada topladım, demiştir.
İbnu Hacer: Bu hadis munkatı olduğu için zayıftır, doğru olduğu kabul edilse bile, Hz. Ali'nin cem' etmesinden maksat, Kur’ân'ı bütün olarak ezberlemesidir, der. Ebû Davud'un Abduhayr'dan yaptığı önceki rivayetin, daha doğru ve itimada şayan olduğunu da ilave eder.
Buna şunu da ilave ederim: İbnu Durays «F e d a i l»inde başka bir tarikle şöyle der: Bize Bişr b. Musa, ona Hevzetu'bnu Halife, ona Avn, ona Muhammed b. Sîrîn, o da İkrime'nin şöyle dediğini nakleder: Hz. Ebubekr'e beyat ettikten sonra Hz. Ali evine çekildi. Hz. Ebû Bekr'e Ali sana beyatten hoşlanmadı, denilince Ali'yi yanına çağırttı ve bana beyatten memmun değilmişsin diye sordu.
Ali de: Hayır, Allah'a yemin ederim böyle bir şey yok, cevâbını verdi. Hz. Ebubekr: Peki, seni evine kapanmaya sevkeden nedir? diye sorunca, Hz. Ali; Allah'ın kitabına ilaveler yapıldığını gördüm; kendi kendime düşündüm, namaz vakitleri hariç, Kur’ân'ı cem' edinceye kadar cübbemi giyip dışarı çıkmamaya karar verdim. Hz. Ali'ye: Ne güzel düşünmüşsün dedi. Muhammed b. Sîrîn İkrimeye: Onlar Kur’ân'ı indiği gibi âyet sırasına göre cem' etmişlerdir. Şayet ins ve cin bir araya gelip Kur’ân'ı bu şekilde cem' etmeğe çalışsalardı, bunu başaramazlardı, demiştir.
İbnu Eşte «M e s â h i f» adlı eserinde İbnu Sirîn'den başka bir tarikle şöyle rivayet eder: Hz. Ali Mushafına nâsih ve mensuh âyetleri de yazdı. İbnu Sirin, Hz. Ali'nin cem' ettiği bu Mushafı görmek istedim, bu maksatla Medine'ye yazdım, fakat bu Mushafı elde edemedim, der.
İbnu Ebî Dâvud, Hasanu'l-Basrî tarikiyle şu rivayette bulunur: Hz. Ömer Kur’ân'dan bir âyeti sorduğunda, kendisine bu âyetin Yemâme'de şehid düşen falancada olduğu söylendi. Ömer, Allah rahmet eylesin dedi; Kur’ân'ın cem' edilmesini emretti. Kur’ân'ın cem' edilmesini emretti. Kur’ân'ı Mushaf halinde ilk cem' eden de o oldu. Bu rivayetin isnadı munkatı'dır. Kur’ân'ı Mushaf halinde ilk cem' edenden murad, onun cem'ine işaret demektir.
Derim ki: Kur’ân'ı ilk cem' edenle ilgili garib rivayetlerden biri de İbnu Eşte'nin «K i t a b u' l - M e s â h i f»inde Kuhmus tarikiyle İbnu Bureyde'den yaptığı şu rivayettir: Kur’ân'ı Mushaf halinde ilk cem' eden Ebû Huzeyfe'nin kölesi Sâlim'dir. Salim, Kur’ân'ı cem' edinceye kadar giyip dışarı çıkmamağa yemin etti ve bunu tamamladı. Sonra, bu Mushafa ne ad vereceklerini aralarında istişare ettiler. Bazıları Sifr adını koyalım dediler. Salim, bu Yahudiler'in kullandığı bir isimdir deyince, Sifr adını hoş karşılamadılar. Habeşistanda buna benzer kitablara Mushaf denildiğini duydum, diye hatırlatınca, cem' edilen kitaba Mushaf adını vermekte ittifak ettiler.
Bu rivayetin de isnadı munkatı'dır. Sâlim'in yaptığı bu cem' Hz. Ebubekrin emriyle, Kur’ân'ı toplayanlardan biri olmasına hamledilebilir.
İbnu Ebî Dâvud, Yahya b. Abdirrahman b. Hâtıb tarikiyle şöyle dediğini rivayet eder; Hz. Ömer: Kimde Resûlullah'tan yazdığı Kur’ân âyetlerinden metinler varsa getirsin, çağrısında bulundu. Sahâbe bunları deri, kemik ve hurma dalları üzerine yazıyordu. Hz. Ömer iki şâhid getirmedikçe kimseden, hiç bir şey kabul etmiyordu.
Bu da gösteriyor ki Zeyd b. Sâbit, âyetler ezberinde olmasına rağmen, onları işiterek öğrenenin şehadeti olmadıkça sadece âyetlerin yazılı olmasıyle yetinmiyordu. Onun bu davranışı, ne kadar ihtiyatlı olduğunu gösterir.
İbnu Ebî Dâvud, Hişam b. Urve tarikiyle babasından şu rivayette bulunur. Hz. Ebûbekr, Ömer ve Zeyd'e şöyle demişti: Mescidin kapısında oturun; iki şahidle Allah'ın Kitab'ından size âyetler getiren olursa, onu hemen yazın. Hadis munkatı olmakla beraber, ravileri sikadır.
İbnu Hacer: Bu rivayette geçen iki şahidden murad belki, getirilen âyetin yazılı metni ile ezberden bilinmesidir, der.
Sehâvî «C e m â l u' l - K u r r â» adlı eserinde: İki şahidden murad, o iki şahidin, getirilen âyetin Resûlullah'ın huzurunda yazıldığına dair şahadette bulunmaları, veya bunun, Kur’ân'ın nâzil olduğu vecihlerden biri olduğuna şahadette bulunmalarıdır, der.
Ebû Şâme: Kur’ân'ı cem' edenlerin gayesi, sadece ezberden değil, bizzat Resûlullah'ın huzurunda yazılanın aynısının yazılmasıdır. Bundan dolayıdır ki Zeyd b. Sâbit, Tevbe sûresinin son âyetlerini yazılı olarak Huzeyme'den başka bir kimsede bulamadım, demiştir. Çünkü Zeyd, âyetin yazılı metni olmaksızın, sadece ezberle yetinmezdi, der.
Buna şunu ilave etmek isterim: Yahut iki şahidden murad, On Altıncı Bölümün sonunda geçtiği üzere iki şahidin, Resûlullah'ın vefat senesinde vuku bulan arza'da kabul edilen âyetlerden olduğuna dair şehadet etmeleridir.
İbnu Eşte «M u s h a f» adlı eserinde, Leys b. Sa'd'ın şöyle dediğini rivayet eder: Kur’ân'ı ilk cem' eden Hz. Ebûbekr, yazan da Zeyd'dir. Sahâbe, Zeyd b. Sâbit'e âyetleri getirir, âdil iki şahid olmadıkça hiçbir âyeti kabul etmezdi. Tevbe sûresinin son iki âyeti ancak Huzeymetu'bnu Sâbit'te olduğu için yanındakilere bu âyeti yazınız, çünkü Resûlullah Huzeyme'nin şehadetini iki kişinin şahadetine denk tutmuştu, demiş ve âyet yazılmıştı. Hz. Ömer, Recm âyetini Zeyd'e getirdiği halde, ikinci bir şahidi olmadığından, Zeyd bu âyeti yazmamıştır.
Hârisu'l-Muhâsibî «K i t a b u F e h m i' s - S u n e n» adlı eserinde: Kur’ân' ın yazılışı, sonradan yapılan bir iş değildir. Resûlullah sağlığında inen vahyi katiblere yazdırıyordu. Fakat yazılan bu âyetler deri, kemik parçalan ve hurma dalları üzerinde dağınık bir şekilde bulunuyordu. Hz. Ebûbekr dağınık olan bu âyetlerin bir arada toplanarak yazılmasını emretmişti. Hz. Ebûbekr'in bu gayreti, Resûlullah'ın evinde bulunan, üzerinde âyetler yazılı olan bir takım evrakın konması için, bir kimse tarafından toplanıp tomar halinde bağlanması gibidir, der.
Muhâsibî devamla, bez parçaları üzerine yazanlar ile ezberleyenlerin sadıklığı nasıl bilinir diye sorulsa, şöyle cevap verilir: Onlar mucize ve nazmı maruf olan bir kelamı tesbit ediyorlar, yirmi küsür sene boyunca yazdıkları âyetlerin tilavetini Resûlullah'tan alıyorlardı. Kur’ân'dan olmayan âyetleri bildiklerinden emindiler.. Korktukları husus, yazılı malzemelerdeki bir âyetin kaybolması idi. Zeyd b. Sâbit'in hadisinde geçtiği gibi o ayetleri hurma dalları, yontulmuş taşlardan, bir rivayete göre kağıt veya bez parçalarından, bir rivayete göre deri parçalarından, bir rivayete göre kürek kemiklerinden, bir rivayete göre de tahta parçalarından bir araya getirerek toplamıştı. Usub, asib'in çoğuludur, hurma dalına verilen addır. Arablar dış kabuğunu soyar, geniş tarafına yazı yazarlardı. Lihaf, Lahfe'nin çoğuludur, yontulmuş ince taş demektir. Hattabî bunun taşların düzgün yüzü olduğunu söyler. Rukâ' kelimesi, Ruk'a kelimesinin çoğuludur, ince deri veya kağıt parçasıdır, kuruduğu zaman üzerinde yazı yazarlardı. Ektâf kelimesi ketif kelimesinin çoğuludur, düzgün tahta parçası demektir.
İbnu Veheb «M u v a t t a»ında Mâlik'ten İbnu Şihab'dan, Salim b. Abdillah b. Ömer'den şöyle dediğini rivayet eder: Hz. Ebûbekr Kur’ân'ı kağıtlar üzerinde toplamıştı. Bu konuda Zeyd b. Sâbit'in görüşünü sordu ise de Zeyd kabule yanaşmadı, Hz. Ömer'den yardımcı olmasını istedi. Bunun üzerine Hz. Ebûbekr'in teklifini kabul etti.
Musa b. Ukbe «M e ğ a z î»sinde İbnu Şihâb'ın şöyle dediğini nakleder. Müslümanlar Yemâme muharebesinde kayıp verince, Hz. Ebûbekr bundan son derece korktu, Kur’ân'dan bir kısmının zail olacağı endişesine kapıldı. Sahabe, ellerinde bulunan âyetleri getirdi. Böylece Hz. Ebû Bekr zamanında kağıt parçaları üzerinde toplandı. Hz. Ebûbekr Kur’ân'ı sahifelerde ilk toplayan kişi oldu. İbnu Hacer: Ammâratu'bnu Gazziyye, Zeyd b. Sâbit'in şöyle dediğini rivavet eder: Hz. Ebûbekr bana âyetleri deri ve hurma dalları üzerine yazmamı emretti. Hz. Ebûbekr vefat edince Hz. Ömer onu bir kitabda toplamamı istedi, yazdığım Mushafı yanında alıkoydu, şeklindeki rivayetin ilkini doğru bulur. Çünkü nâzil olan âyetler Hz. Ebûbekr zamanında toplanmadan önce, deri ve hurma dalları üzerine yazılmıştır. Sahih haberlerin işaret ettiği gibi Hz. Ebûbekr devrinde sahifelerde toplanmıştı, der.
Üçüncüsü: Hâkim «M ü s t e d r e k»inde ifade ettiği gibi, Hz. Osman zamanında sürelerin tertibi safhasıdır.
Buhârî, Enes b. Mâlik'den şöyle rivayet eder: Huzeyfe b. Yemân Şam ve Iraklı askarlerle Azerbeycan ve Ermenistan seferinde savaştıktan sonra, Hz. Osman'a gelmişti. İki belde askerlerinin Kur’ân kıraatındaki İhtilafları Huzeyfe'yi korkutmuştu. Hz. Osman'a şöyle dedi: Yahudi ve Hiristiyanların düştüğü ihtilafa düşmeden önce, Müslümanları bu ihtilaftan kurtar. Hz. Osman bu söz üzerine, Hafsa'ya birini göndererek; «Elindeki Mushafı bize yollasın onu çoğaltalım, sonra kendisine iade ederiz,» dedi. Hafsa elindeki Mushafı Hz. Osman'a gönderdi. Hz. Osman; Zeyd b. Sâbit, Abdullah b. Zübeyr, Saîd b. Âs, Abdurrahman b. Hâris b. Hişam'ı heyet halinde görevlendirdi. Onlar da bunu birkaç nüsha halinde istinsah ederek çoğalttılar. Hz. Osman, üç Kureyşli'ye hitab ederek sizler ve Zeyd b. Sâbit, Kur’ân'dan bir âyet hakkında ihtilaf ederseniz onu, Kureyş Lehçesiyle yazın. Çünkü Kur’ân onların lehçesiyle inmiştir, dedi. Bu dört kişilik heyet, denileni aynen uyguladılar. Kur’ân'ı bu şekilde Mushaf üzerine istinsah ettiler. Hz. Osman Hafsa'dan istediği nüshayı kendisine gönderdi. İstinsah edilen nüshaları da çeşitli beldelere yolladı. Bu nüshalar dışındaki mevcut sahife ve Mushafların yakılmasını emretti. Zeyd b. Sâbit: Resûlullah (s.av.)dan okuduğunu duyduğum Ahzâb sûresinin bir âyetini, istinsahımız esnasında göremedim. Âyeti araştırdık sonunda onu Huzeyme b. Sâbit'l-Ensâri'nin yanında bulduk. Bu âyet ***** «Müminlerden öyle erkekler var ki, Allah'a verdikleri sözde durdular...» adı geçen sûrenin 23. âyetidir. Onu, istinsah ettiğimiz Mushaftaki ilgili sûreye ilave ettik, der.
İbnu Hacer; bu istinsah, hicri 25. senesinde vaki olmuştur. Zamanımızda bazı kimseler bunu bilmediklerinden, hiç bir sened zikretmeksizin, bu istinsahın takriben hicrî 30. yılda yapıldığını iddia etmişlerdir, der.
İbnu Eşte, Eyyub tarikiyle Ebû Kılabe'den şöyle dediğini rivayet eder: Beni Âmir kabilesinden Enes b. Mâlik bana şöyle demişti: Hz. Osman'ın zamanında Kur’ân kıraati üzerinde, talebelerle hocaları birbiriyle tartışacak kadar ihtilaf etmişlerdi. Bu haber Osman b. Affân'a ulaşınca: Huzurumda Kur’ân'ı yalanlıyor, okunuşunu tahrif mi ediyorsunuz! Kim bana uymazsa, şiddetle yalanlamış, tahrifte ileri gitmiş olur. Ey Muhammed Ashâbı, bir araya gelin, hepinizin iştirak edeceği bir ana nüsha yazın, dedi. Bu söz üzerine toplandılar, Kur’ân'ı istinsah ettiler. Bir âyet hakkında münakaşa edip ihtilafa düştüklerinde: Bu âyeti, Resûlullah (s.a.v.) falancaya okutmuştu derler, Medine'ye üç fersah uzakta bulunan o kimseye birini gönderirlerdi. Giden kimse ona falanca âyeti Resûlullah sana nasıl öğretmişti diye sorar, o da şöyle şöyle öğretmişti deyince önceden bıraktıkları boşluğa duydukarını aynen yazarlardı.
İbnu Ebî Dâvud, Muhammed b. Sirin tarikiyle Kesir b. Eflah'ın şöyle dediğini rivayet eder: Hz. Osman Mushafların istinsahını kararlaştırınca, Kureyş ve Ensâr'dan on iki kişiyi topladı. Onlar Hz. Ömer'in evinde bulunan nüshayı almak üzere gönderildiler, nüshayı alıp döndüler. Hz. Osman, karşılaşacakları müşkili çözmeğe söz vermişti. Onlar aralarında bir âyet hakkında münakaşa ettiklerinde, onu sona bırakırlardı.
İbnu Ebî Dâvud sahih bir senedle Suved b. Gafale'nin şöyle dediğini rivayet eder; Hz. Ali: Osman hakkında hayırdan başka bir şey söylemeyin. Allaha yemin ederim ki o, Mushafların teksirini, hepimizin gözü önünde yaptı. Hatta bazı yerlerde «Bu kırâat hakkında ne dersiniz,» diye sordu. Duyduğuma göre bazıları, benim kıraatim seninkinden daha hayırlıdır, diye konuşmuşlar. Bu gibi iddialar, neredeyse küfre kadar gidecekti.» demiştir. Biz, bunu nasıl buluyorsun diye Hz. Ali'ye sorduğumuzda: İhtilaf ve tefrika olamaması için, Müslümanların bir tek Mushaf üzerinde birleşmelerini uygun görürüm, cevabını vermiştir. Biz de, ne isabetli bir görüş dedik.
İbnu't-Tîn ve bazıları şöyle der: Hz. Ebû Bekr ile Hz. Osman'ın hizmeti arasındaki fark; Hz. Ebûbekr'in Kur’ân'ı cem'i, hafızların birer birer ölümüyle Kur’ân'dan bazı âyetlerin kaybolacağı korkusuna dayanmaktadır. Çünkü Kur’ân âyetleri, bir kitabda toplanmış değildi. Hz. Ebûbekr âyetleri Peygamber Efendimizden öğrendikleri şekilde, âyet ve sûreleri düzenli olarak Mushafta toplamıştır. Hz. Osman ise; kırâat vecihleri çoğalınca, lehçelerin çeşitli oluşundan dolayı, herkes Kur’ân'ı kendi lehçesiyle okumuş, bu da birbirlerini hata ile suçlamaya sebeb olmuştur. Bu durumu gören Hz. Osman, kıraatlardaki farklılığın daha da artacağından korkmuş, mevcut sahifeleri sûrelere göre tertib ederek, bir Mushaf halinde teksir ettirmiş, Kur’ân'ın Kureyş Lehçesi üzerinde toplamış tır. Her ne kadar zorluk ve sıkıntıyı kaldırmak için başlangıçta Kur’ân'ın diğer lehçelerle okunması müsaade edilmiş ise de, Hz. Osman buna ihtiyaç kalmadığını görmüş, bir tek lehçe ile yetinmiştir.
Ebû Bekr'l-Bâkillâni «e l - i h t i s â r» adlı eserinde şöyle der: Hz. Osman, Hz. Ebûbekr'in yaptığı gibi Kur’ân'ı iki kapak arasında toplama gayesini gütmemiştir. O, daha sonraki nesillerin şüphe ve fesada düşmemeleri için, Peygamber Efendimizden öğrenilen kıraatları bir araya toplamayı, diğerlerini ortadan kaldırmayı, içinde âyet ve sûrelerin takdim-tehiri ve tevili bulunmayan, tenzil ile sabit olmuş, tilaveti mensub olmamış, belirli, sağlam bir hatla yazılmış olan vahyi, bir Mushaf haline getirmeyi hedef almıştır.
Hârisu'l-Muhâsibî ise şöyle der: Müslümanlar arasında meşhur olan fikir, Kur’ân'ı cem' edenin Hz. Osman olduğudur. Halbuki durum böyle değildir. Hz. Osman sadece Irak ve Şam ehliyle ortaya çıkan kırâat harfleri hakkındaki ihtilafın fitneye sebeb olacağından korkması üzerine, Muhacir ve Ensâr'dan buna şahid olanlarla kendisi arasında mutabakat sağlamak kasdıyla Müslümanları bir kırâat üzere toplamıştır. Fakat Hz. Osman'dan önce Mushaflar, Kur’ân'ın indiği yedi harf üzere muhtelif kırâat şekilleriyle okunuyordu. Halbuki Kur’ân'ı bütünüyle cem' eden Ebubekri's-Sıddîk'tır. Bu yüzden Hz. Ali: Şayet bu hizmet bana verilseydi, Hz. Osman'ın yaptığı gibi yapardım, demiştir.
Teksir Edilen Nüshaların Adedi
Hz Osman'ın beldelere gönderdiği Mushafların sayısı hakkında farklı görüşler mevcuttur. Meşhur olan, gönderilen Mushaf adedinin beş olduğudur.
İbnu Ebî Dâvud, Hamzetu'z-Zeyyâd tarikiyle yaptığı bir rivayette, Hz. Osman beldelere dört nüsha Mushaf göndermişitr, der. İbnu Ebî Dâvud, Ebû Hâtim es-Sicistâni'nin şöyle dediğini duydum der: Yedi Mushaf nüshası yazılmış biri Mekke'ye, biri Şam'a, biri Yemen'e, biri Bahreyn'e, biri Basra'ya, biri de Kûfe'ye gönderilmiş, yedincisi Medine'de alıkonmuştur.
Âyetlerin Tertibi
İcma' ve naslara göre âyetlerin tertibi, tevkifidir. Bunda en ufak bir şübhe yoktur. Bu konuda icma olduğunu Zerkeşî «e l - B u r h â n»ında, Ebû Caferi'z-Zubeyr «M u n â s e b â t» adlı eserinde nakletmişlerdir. «M u n â s e b â t» adlı eserdeki ibare: Âyetlerin sûrelerdeki tertibi, Müslümanlar arasında hiçbir ihtilaf olmaksızın Resûlullah'ın emri ve tasvibi ile gerçekleştirilmiştir, şeklindedir. Bu hususta ulemanın görüşleri ileride gelecektir.
Konu ile ilgili vârid olan naslar şunlardır:
Zeyd b. Sâbit yukarıda geçen hadisinde şöyle demişti: Biz, Resûlullah'ın yanında, Kur’ân'ı deri parçalan üzerine yazıyorduk.
Ahmed b. Hanbel, Ebû Dâvud, Tirmizi, Neseî, İbnu Hibban ve Hâkim, İbnu Abbas'ın şöyle dediğini rivayet ederler: Ben Hz. Osman'a Enfâl sûresi, Mesânî'den, Berâe sûresi de miûn'den olduğu halde aralarına «Bismillahirrahmanirrahîm» koymadan bu iki sûreyi birleştirmenize ve yedi uzun sûre arasına koymanıza sebeb nedir, diye sordum. Hz.Osman: Sûreler Resûlullah'a (s.a.v.) âyetler halinde iniyordu. Kendisine bir âyet nâzil olduğunda vahiy kâtiblerinden birini çağırır, bu âyetleri içinde şu şu âyetler zikredilen sûreye koyun derdi. Enfâl sûresi, Medine'de nâzil olan ilk sûrelerdendi. Berâe sûresi ise son nâzil olan sûrelerdendi. Bu sûre, içinde zikredilen kıssalar bakımından Enfâl sûresine benziyordu. Bunun o sûrenin devamı olduğunu sanmıştım. Resûlullah (s.a.v.) bize, bu sûrenin ondan olup olmadığını açıklamadan vefat etti. Bu yüzden, her iki sûreyi birleştirdim ve aralarına besmeleyi koymadım, onu yedi uzun sûre arasına aldım, demiştir.
Ahmed b. Hanbel, hasen senedle Osman b. Ebi'l-Âs'ın şöyle dediğini rivayet eder: Resûlullah'ın yanında otururken gözlerini bir noktaya dikip yöneltti; sonra şöyle dedi: Cebrâil geldi, bana şu âyeti ***** «Allah adaleti emreder...» (Nahl, 90.) âyeti şu sûredeki yerine koymamı emretti.
Buhârî İbnu'z-Zubeyr'in şöyle dediğini rivayet eder İbnu'z-Zubeyr Hz. Osman'a ***** «İçinizden ölenlerin geriye bıraktıkları (Bakara, 234.) âyeti, başka bir ayetle neshedilmiştir. Onu niye. yazıyor ve yerine koyuyorsun, diye sordu. Hz. Osman da: Ey kardeşimin oğlu, Kur’ân'dan hiçbir âyeti yerinden değiştiremem, cevabını vermiştir.
Müslim, Hz. Ömer'den yaptığı rivayette Hz. Ömer şöyle der. Resûlullaha, kelâle'den sorduğum kadar, başka hiç bir şeyi çokça sormadım. Öyle ki eliyle göğsüme vurarak: Nisa sûresinin sonundaki sana kafidir, cevabını verdi.
Bakara sûresinin son âyetleri ile ilgili hadisler de âyetlerin tertibini desteklemektedir.
Müslim, Ebû'd-Derdâ'dan merfûan şöyle rivayet etmiştir: Kehf sûresinin ilk on âyetini ezberleyen, deccâlın şerrinden korunur. Diğer bir ifadesinde ise: Kehf sûresinin son âyetlerini okuyan, deccâlın şerrinden korunur, der.
Çeşitli sûrelerin kıraatına dair Resûlullah'dan (s.a.v.) sabit olan deliller şunlardır: Bakara, Âli İmran ve Nisa sûreleri hakkında Huzeyfe hadisi, A'raf sûresinin kıraati hakkında Sahihi Buhârî hadisi, Buhâri'nin rivayetine göre Resûlullah A'raf sûresini akşam vakti, Neseî'nin rivayetine göre de Mu'minûn sûresini sabah vakti okumuş, Hz. Musa ve Harun'un adı geçince kendisine öksürük arız olmuş, başını yere eğmiştir. Taberâni'nin rivayetine göre Rûm sûresini sabah vakti, Buhâri ve Müslim'in rivayetine göre Secde ve Dehr sûrelerini cuma sabahı, Müslim'in rivayetine göre Kaf sûresini hutbede, «M ü s t e d r e k» ve diğerlerinin rivayetine göre Rahman sûresini cinlere, Buhâri'nin rivayetine göre Necm sûresini Mekke'de kâfirlere karşı okumuş, sûre bitince secdeye kapanmıştır.
Müslim'in rivayetine göre Kamer sûresini, Kâf sûresiyle birlikte bayram ve cumalarda, Müslim'in rivayetine göre Münafikûn sûresini cuma namazında «M u s t e d r e k»in Abdullah b. Selâm'dan yaptığı rivayete göre Resûlullah (s.a.v.) Sâf sûresini nüzûlünden sonra, sonuna kadar okumuştu.
Resûlullah'ın, âyetleri yüzden az olan (el-Mufassal) çeşitli sûreleri Sahabe'nin büyük çoğunluğuna okuması, bu sûrelerdeki âyetlerin tevkifi olarak tertib edildiğini gösterir. Sahabe'nin Resûlullah'tan duyduğu gibi âyetleri tertib
etmesi, tevâtür derecesine ulaşmıştır.
îbnu Ebî Davud'un «M e s â h i f» adlı eserinde Muhammed b. İshak tarikiyle Yahya b. Abbad b. Abdillah b. Zübeyr; o da babasından rivayet ettiği şu hadis, tertibin tevkifi olduğunu gösteren rivayetlerle uyuşmamaktadır. Zübeyr babasının şöyle dediğini rivayet eder: Haris b. Huzeyme Tevbe sûresinin son iki âyetini Zeyd b. Sâbit başkanlığındaki heyete getirmiş, bu iki âyeti Resûlullah'tan duyduğuma ve iyice kavradığıma şahadet ederim, demiştir. Hz. Ömer de Huzeyme'yi desteklemiş, sözünü ben de doğrularım cevabını vermiş, eğer bunlar üç âyet olsaydı başlı başına bir sûre yapardım. Kur’ân'dan son inen sûreyi bulun, sonuna ekleyin, demiştir.
İbnu Hacer Bu rivayet gösteriyor ki Sahabe-i Kiram ictihadlarına dayanarak sûreleri tertib etmişlerdir. Bu konudaki diğer deliller, onların bu işi ancak, Resûlullah'dan tevkifi olarak yaptıklarına işaret etmektedir, der.
Ben şunu ilave etmek isterim: Gene İbnu Ebî Davud'un Ebû'l-Âliye tarikiyle Ubeyy b. Ka'b'dan yaptığı şu rivayet, daha önceki rivayetine muarızdır. Ubeyy b. Ka'b: Kur’ân'ın cem'i sırasında Tevbe sûresindeki ***** «...sonra sıvışırlar. Anlamaz bir topluluk oldukları için Allah onların kalblerini imandan çevirmiştir.» (âyet 127.) âyetine geldiklerinde, sûrenin bittiğini sanmışlardı. Resûlullah bana bu âyetten sonra ***** «Andolsun size bir peygamber geldi ki...» (âyeti 28, 129) âyetlerini sûrenin sonuna kadar okutmuştu, demiştir.
Mekkî ve diğerleri: Âyetlerin sûrelerde tertibi, Resûlullah'ın emliyledir. Tevbe sûresinin başında böyle bir emir vermediği için sûre besmelesiz bırakılmıştır, demiştir.
Bakillâni «e l - i n t i s â r» adlı eserinde: Âyetlerin tertibi, uyulması gereken vacib ve lüzumlu bir hükümdür. Çünkü Cebrail (a.s) «Falan âyeti falan yere koyun» diye emrettiğini söyler.
Bakillâni ayrıca şunu da ilave eder: Görüşümüz şudur ki Allah'ın indirdiği, yazıyle tesbitini emrettiği, nüzûlünden sonra tilavetini kaldırmadığı ve neshetmediği Kur’ân'ın tamamı, Hz. Osman'ın Mushafında yer alan iki kapak arasındaki Kur’ân'ın aynısıdır. Ondan ne bir şey eksiltilmiş, ne de ona bir ilave yapılmıştır. Kur’ân'ın âyetleri, sûrelerdeki tertibiyle sabittir. Ne önce inen âyetler sona, ne de son, inen âyetler öne alınmıştır. Sahabe-i Kiram her sûreye ait olan âyetlerin tertib ve yerlerini kırâat ve tilavetinde olduğu gibi, Resûlullah'tan öğrenmiş ve ona göre tesbit etmişlerdir.
Sûrelerin tertibini bizzat Resûlullah'ın yapmış olması mümkün olduğu gibi, bu işi ele almadan kendisinden sonra Sahabeye bırakması da mümkündür. Bu ikinci ifade akla daha yakındır.
İbnu Veheb'den şöyle dediği rivayet edilir: Mâlik'den duyduğuma göre Kur’ân, Resûlullah'tan işitildiği gibi aynen tertib edilmiştir.
Beğavî «Ş e r h u ' s - S u n n e» adlı eserinde şöyle den Sahabe-i Kiram, Allah'ın Resûlüne indirdiği Kur’ân'ı ona herhangi bir ilave veya eksiltmede bulunmadan, Hafızların savaşlarda şehid olmasıyla bazı âyetlerinin kaybolacağı endişesinden hareket ederek iki kapak arasında toplamışlardır. Tertibinde takdim-tehir yapmadan Resûlullah'tan duydukları gibi Kur’ân'ı yazmışlar ve tertib etmişlerdir. Resûlullah inen âyetleri okur, Cebrail (as) kendisine bildirildiği şekilde âyetleri tertibini ona öğretir, her âyetin nüzûlünü müteakip hangi sûrede, nereye konulacağını bildirirdi. İşte elimizde mevcut alan Mushaflar da buna uyularak tertip edilmiştir Sahabe'nin gayreti, Kur’ân'ın tertibinde değil, bir arada toplanmasında olmuştur. Çünkü Kur’ân Levh-i Mahfuzda bu tertib üzere yazılmış, Allah onu dünya semasına bütün olarak indimiş, sonra da ihtiyaca göre inzal buyurmuştur. Kur’ân'ın nüzûlündeki tertibi, tilâvetteki tertibinden farklıdır, vahye dayanır. Çünkü Resûlullah (s.a.v.): Şu âyeti şuraya koyunuz, diye emretmişti. Resûlullah'ın tilaveti, Mushafa bu şekilde vazedilmesine Sahâbe'nin icmaı, bu tertibin mütevatir nakille kesinlik kazandığını gösterir.
Sûrelerin Tertibi
Sûrelerin tertibi konusunda, bu işin tevkifi mi yoksa Sahabe'nin ictihadı ile mi olmuştur, şeklinde ihtilaf edilmiştir. Ulemanın çoğu Sahabe'nin ictihadı ile olduğu kanaatındadır. İmam-ı Mâlik ve Kadı Ebû Bekri'l-Bâkıllânî bunlardandır. İbnu Fâris şöyle der: Kur’ân, iki şekilde toplanmıştır. Birincisi; yedi uzun sûrenin takdimi, âyetleri yüzden çok olan sûrelerin bunu takibi şeklinde olmuştur. Sahabe'nin yaptığı hizmet, bu idi. ikincisi; âyetlerin sûrelerde tertip edilmesidir. Bu tertib, delillerin işaret ettiği gibi, Cebrâilin (a.s) Allah'tan aldığı emirle Resûlullahın bizzat yürüttüğü tevkifi bir iştir. Bu hususta sûrelerin tertibinde selef Mushaflarının değişik olduğu görülür. Bazıları sûreleri, nüzûlüne göre tertib etmiştir. Hz. Ali'nin Mushaf'ı buna misaldir. Bu Mushaf, Alak sûresi ile başlamış, Müddessir, Nûn, Müzzemmil, Tebbet ve Tekvîr sûreleriyle devam etmiştir. Mekkî ve Medenî sûreler, sonuna kadar böylece sıralanmıştı. İbnu Mes-ud'un Mushafı Bakara sûresiyle başlıyor, Nisâ ve Âli İmran sûreleri ile devam ediyordu ki bu tertibde şiddetli ihtilaf mevcuttur. Ubeyy ve diğer Sahâbe Mushaflarının durumu da, aynen böyle idi.
İbnu Eşte «K i t a b u' l - M e s â h i f» adlı eserinde İsmail b. Ayyaş tarikıyle Hibban b. Yahya'dan o da Ebû Muhammedi'l-Kuraşî'den rivayet ederek şöyle dediğini nakleder: Hz. Osman, Zeyd b. Sâbit ve arkadaşlarına uzun sûreleri arka arkaya sıralamalarını emretti. Enfâl ve Tevbe sûreleri yedi uzun sûre arkasına alındı, araları besmele ile ayrılmadı.
Birinci görüşü aralarında Ebû Bekr'l-Bâkillâni'nin de bulunduğu bir grub ulema benimsemiştir.
Ebû Bekr'l-Enbârî şöyle der: Kur’ân-ı Kerim önce, bütün olarak dünya semasına, sonra da yirmi küsür senede parça parça indiril di. Her sûre cereyan eden bir olay, âyette soru sorana cevab olmak üzere inerdi. Cebrail de, âyet ve sûresinin yerini bilirdi. Sûrelerin yerini birbiri ardına sıralanması, âyet ve harflerin sıralanması gibi olurdu. Bunların hepsi, Resûlullah tarafından yapılırdı. Bir sûreyi öne alan veya geriye bırakan, Kur’ân'ın tanzimini bozmuş olur.
Kirmânî «e l - B u r h â n»ında şöyle der: Sûrelerin bu şekilde tertibi, Cenâb-ı Hak tarafından yapılan Levh-i Mahfûz'daki tertibi üzeredir. Resûlullah (s.a.v.) her şene, o sene boyunca inmiş olan âyetleri Cebraile arz ederdi. Vefatı senesinde bu arz, iki kere vuku bulmuştur. En son inen âyet «Şu günden sakının ki o gün Allah'a döndürüleceksiniz...»
(Bakara, 281.) âyetin, Riba ile deyn âyetleri arasına konulmasını Cebrail emretmişti.
Tîbî şöyle der: Kur’ân-ı Kerim, önce bir bütün halinde Levh-i Mahfûz'dan dünya semasına, sonra da kulların ihtiyacına göre peyderpey indirilmiştir. Sonra da Levh-i Mahfûz'da olan şekliyle Mushaflarda toplanmış ve tanzim edilmiştir.
Zerkeşî «e l - B u r h â n»ında şöyle der: İki grub arasındaki bu ihtilaf, şeklidir. Çünkü ikinci görüşü savunanlar, esbab-ı nüzûl ve âyetlerin yerlerini bilmekle, bunun kendilerine ışık tuttuğunu söylerler. Bu yüzden İmam-ı Mâlik; sûrelerin tertibi, Sahabe'nin ictihadıyla olduğunu söylemesine rağmen, Sahâbe Kur’ân'ı ancak Peygamberden duydukları gibi tertib etmişlerdir, der. Aralarındaki ihtilaf sûrelerin tevkifi olması, Resûlullah'ın sözüne mi veya fiiline mi dayandığı konusundadır. Bu ise onların görüş bildirmesine yol açmıştır. Ebû Cafer b. Zübeyr, bu konuda görüş ileri sürenlerin ilkidir.
Beyhakî «M e d h a l» adlı eserinde şöyle der: Resûlullah'ın sağlığında Kur’ân-ı Kerim, sûre ve âyetleriyle, yukarıda geçen Hz. Osman'ın hadisine göre, Enfâl ve Tevbe sûreleri hariç, bu tertib üzere idi.
İbnu Atıyye; yedi uzun sûre, Hâ Mim'ler ve âyetleri yüzden az olan sûreler gibi Kur’ân'ın birçok sûresi, Resûlullah hayatta iken tertib edilmiş, geri kalanların tertibi ise, Sahabe-i Kiram'a bırakılmıştır görüşünü benimser.
Ebû Ca'feri'z-Zubeyr şöyle der: Konu ile ilgili hadisler, İbnu Atıyye'nin ifade ettiklerinden daha fazla olduğunu gösterir. Bunlardan pek azında ihtilaf edilmesi mümkündür. Müslim'in rivayet ettiği: Resûlullah'ın Zahraveyn'i (Bakara ve Âli İmran'ı) okuyunuz sözü, Saîd b. Hâlid'in: Resûlullah (s.a.v.) yedi uzun sûreyi bir rekatta okudu şeklindeki, İbnu Ebî Şeybe'nin «M u s a n n e f» adlı eserinde rivayet ettiği hadisi bunlardandır. İbnu Ebî Şeybe'nin rivayet ettiği başka bir hadisde: Resûlullah mufassal sûreleri bir rekatta okurdu, denilmektedir.
Buhâri, İbnu Mesud'dan yaptığı bir rivayette: İsra, Kehf, Meryem, Tâhâ, Enbiya sûreleri Kur’ân'da önceden ve peşpeşe inen sûreler olduğunu söyler, Buhârî bunları, Mushafta tertib edildiği üzere sıralamıştır.
Buhâri'nin rivayetine göre Resûlullah, her gece yatağa yatarken avuçlarını biraraya getirir, onlara üfler, sonra da İhlâs ve Muavvizeteyeni okurdu.
Ebû Ca'feri'n-Nahhas, muhtar olan görüşün şu olduğunu söyler: Vasile hadisinde ifade edildiği gibi sûrelerin bu şekilde tertibi, Resûlullah tarafından yapılmıştır. Vâsile'nin rivayet ettiği bu hadisde Resûlullah şöyle buyurmuştur: «Bana Tevrat yerine, yedi uzun sûre verildi...»
Bu hadis, âyet ve sûrelerin tertibini bizzat Resûlullah'tan olduğunu göstermektedir. Resûlün irtihalinden beri âyet ve sûreler bir Mushafta toplanmıştır Çünkü, Kur’ân'ın telifi hususunda bu hadis, Resûlullah'ın sözüyle sabittir.
İbnu'l-Hassar şöyle der: sûrelerin tertibi, âyetlerin yerlerine konması, doğrudan doğruya vahiyle gerçekleşmiştir.
İbnu Hacer de şöyle der: Sûrelerin bazıları veya büyük kısmının tertibi, tevkifi olmaktan uzak değildir. Ahmed b. Hanbel ve Ebû Davud'un Evs b. Ebî Evs Huzeyfeti's-Sekafî'den rivayet ettiklerine göre sûrelerin tertibi tevkifidir. Huzeyfe's-Sekafî şöyle der: «Sakîf kabilesinden Müslüman olan bir grubla beraberdim.» Bu rivayette Resûlullah bize şöyle dedi, ibaresi geçmektedir. «Kur’ândan bana bir hizib geldi.» bunu bitirene kadar çıkmak istemedim. Huzurundan ayrıldıktan sonra Ashâb'ına: Kur’ân'ı nasıl hiziblere bölüyorsunuz? diye sorduk. Onlar da bize: Üç, beş, yedi, dokuz, on bir, on üç sûre şeklinde Kâf sûresinden itibaren Kur’ân'ın sonuna kadar da bir hizib olarak böldük dediler.
Bu ifadeden sonra İbnu Hacer bu da gösterir ki Mushaf'ın bugünkü şekli üzere tertibi, Resûlullah'ın zamanında yapılan tertibin aynıdır. Diğer hizibler hariç sadece kısa sûrelerin bir hizib halinde o sırada tertib edilmesi, ihtimal dahilindedir, der.
Bu izahlara şunu ilave etmek isterim: Hâ Mîm ve Tâ Sîn'lerin ardarda tertib edilmesi, Sebbeha ile başlayan sûrelerin ardarda tertib edilmeyişi, aksine aralarının fasılalı oluşu, Şuarâ ve Kasas sûreleri arasına, bu ikisinden daha kısa olmasına rağmen Neml sûresinin girmesi, tertibin tevkifi olduğuna bir delildir. Şayet sûrelerin tertibi ictihad yoluyla olsaydı; Sebbeha ile başlayan sûrelerin ardarda gelmesi, Neml sûresinin de Kasas'dan sonra gelmesi gerekirdi. Bu konuda tatmin edici görüş, Beyhaki'nin görüşüdür. Beyhakî, Tevbe ve Enfâl sûreleri hariç, diğer sürelerin tertibi, tevkifi olduğu kanaatındadır. Sûrelerin bu şekilde tertibine, Resûlullah'ın (s.a.v.) sûreleri ardarda okuduğuna delil getirilmesi gerekmez, bu durumda Resûlullah'ın İsra sûresinin Âli İmran'dan önce okuduğunu gösteren bir hadis varid olmamıştır. Çünkü Kur’ân okumada, sûreleri ardarda takib etmek vacib değildir. Resûlullah'ın böyle yapması belki, sûreleri birbiri ardına getirmeden okumanın caiz olduğunu göstermek içindir.
İbnu Eşte, «K i t a b u ' l - M e s â h i f»inde İbnu Veheb tarikiyle Süleyman b. Bilâl'in şöyle dediğini rivayet eder: Râbiâ'nın Bakara ve Âli İmran sûreleri Medine'de, bunlardan seksen küsür sûre de Mekke'de indiği halde Bakara ve Âli İmran sûreleri Kur’ân'ın tertibinde niye başa alındı diye işittim. O da şu cevabı verdi: Bu iki sûre, Kur’ân'ın tertibinde başa alınmıştır. Çünkü Kur’ân'ın tertibi, Resûlullah'ın ve kendisiyle beraber olan Sahabe'nin bilgisi, bu konuda aralarında ittifak hasıl olması neticesinde bu tertib gerçekleşmiş, hakkında soru sorulacak bir şüphe kalmamıştır.
Sûrelerin Âyet Sayısına Göre Taksimi
Yedi uzun sûre; Bakara ile başlayıp Tevbe sûresi ile son bulur. Bir kısım ulema, bu görüştedir. Fakat Hâkim, Neseî ve başkaları, İbnu Abbas'ın şöyle dediğini rivayet ederler. Yedi uzun sûre; Bakara, Âli İmran, Nisa, Mâide, En'am ve A'raf sûreleridir. İbnu Abbas'ın ravisi yedinciyi zikretti ama, onu unutmuşum, der. İbnu Ebî Hâtim ve bir başkası, Mucahid ve Saîd b. Cübeyr'den yaptıkları sahih rivayette, yedinci sûrenin, Yûnus sûresi olduğu söylenir. İbnu Abbas'ın buna benzer rivayeti birinci bölümde geçmişti. Hâkim'in rivayetine göre de, yedinci sûre Kehf sûresidir.
Miûn; âyetleri yüzden fazla veya buna yakın olan sûrelere verilen addır. Çünkü bu sûrelerin her birinin âyet sayısı, ya yüzden fazla veya ona yakındır.
Mesânî; Miûnu takib eden sûrelerdir. Çünkü Mesânî, Miûn'dan sonra ikinci sırayı almaktadır, yani Miûn ilk sırayı, Mesânî de ikinci sıradaki sûrelerdir. Ferra bu konuda şöyle der: Mesânî, âyetleri yüzden az olan sûrelerdir. Çünkü bunlarla, Tıval ve Miûn'dan daha çok senada bulunulur. Nekzâvî'nin dediğine göre bu sûrelerde ibret ve hayr ifade eden âyetler, ikişer kere zikredilmiştir.
Sehâvî «C e m â l u' l - K u r r â» adlı eserinde bunlar: İçlerinde kıssaların iki kere tekrar edildiği sûrelerdir. Bu da, yukarı da geçtiği gibi, Kur’ân'ın tamamına ve Fatiha sûresinde de verilmiştir, der.
Mufassal; Mesânî'den sonra gelen kısa sûrelerdir. Bu adla adlandırılması sûreler arasına fâsıla olarak besmelenin çok girmesindendir. İçinde, mensuh âyetlerin azlığından dolayı da mufassal adı verilmiştir. Bu yüzden, kendilerine muhkem adı da verilmiştir. Nitekim Buhâri, Saîd b. Cubeyr'in: Mufassal dediğiniz sûreler, muhkem sûrelerdir. Şüphesiz bunların sonuncusu Nâs süresidir, dediğini rivayet etmektedir.
Mufassal sûrelerin, hangi sûre ile başladığı konusunda 12 görüş vardır:
a- Az önce geçen Evs'in hadisine göre Kâf,
b- Nevevi'nin sahih kabul ettiği bir rivayete göre, Hucurât,
c- Mâverdî'den, çoğunluğun desteklediği bir rivayete göre, Kıtal (Muhammed),
d- Kadı lyad'ın dediğine göre, Câsiye,
e-Sâffât,
f-Sâf,
g-Mülk, İbnu Ebî's-Sayfi'l-Yemenî «T e n b i h» adlı esere yazdığı.
«N u k e t»inde, Sâffât, Sâf ve Mülk sûrelerini zikreder.
h- Kemâl ez-Zummârî'nin «Ş e r h u' t - T e n k i h»înde belirttiğine göre Fetih,
i- İbnu's-Seyyid, «M u v a t t a» üzerine yazdığı «E m â i i»sinde ifade ettiğine göre Rahmân,
i- İnsan,
k- İbnu'l-Firkâh'ın Merzûkî'ye yazdığı ta'lika'da ifade ettiğine göre Sebbeha,
I- Hattâbiye göre Duhâ sûresidir.
Bunlara mufassal denilmesi, okuyanın sûreler arasını tekbirle ayırmasındandır. Ragıb'ın «M u f r e d â t»ındaki ifadesine göre mufassal, Kur’ân'ın son yedi sûresidir.
Mufassal; tıval evsat ve kısar diye üçe ayrılır. İbnu Muan; tıval'i Nebe' sûresi, evsatı Nebe'den Duha'ya Duha'dan son sûreye kadar da kısar sûrelerdir. Bu taksim, ileri sürülen görüşler içinde akla en yatkın olanıdır.
Mufassal Sûrelerin Diğer Adları:
İbnu Ebî Dâvud «K i t a b u' l - M e s â h i f»inde Nâfi' tarikiyle İbnu Ömer'den şunu rivayet eder: İbnu Ömer'in yanında mufassaldan söz edilince: Kur’ân âyetleri, mufassal değildir. Fakat, kısa sûreler, küçük sûreler deyiniz, diye cevap verdi. İbnu Ömer'in bu sözü, sûrelere kısa ve küçük sûre denilmesinin caiz olduğuna delil gösterilmiştir. Aralarında Ebû'l-Âliye'nin bulunduğu bir kısım ulema, bunu hoş karşılamamışlardır. İbnu Davud'un zikrettiğine göre diğerleri bunu yerinde bulmuşlardır. İbnu Sîrîn ve Ebû'l-Âliye'den rivayet edildiğine göre; bunlara hafif sûre, demeyin. Çünkü Allahu Taâlâ: «Biz sana ağır bir söz indireceğiz» (Müzzemmil.5.) âyet, buyurmuştur. Bundan dolayı kolay sûreler deyiniz, demiştir.
Ubeyyu'bnu Ka'b ve İbnu Mesud Mushaflarının Tertibi:
İbnu Eşte «K i t a b u' I - M e s â h i f»inde şöyle der:
Bize, Muhammed b. Ya'kûb, ona Ebû Dâvud, ona da Ebû Ca'feri'l-Kûfî rivayet etmiştir.
Ebû Caferi'l-Kûfî: Ubeyyu'bnu Ka'b'ın Mushafı şu şekilde tertip edilmiştir, der:
Fatiha, Bakara, Nisa, Âli İmran, En'am, A'raf, Mâide, Yûnus, Enfâl, Tevbe, Hûd, Meryem, Şuarâ, Hac, Yûsuf, Kehf, Nahl, Ahzâb, Benî İsrâil, Zümer, Tâhâ, Enbiya, Nûr, Mu'minûn, Sebe', Ankebût, Mu'min, Ra'd, Kasas, Neml, Sâffât, Sâd, Yasîn, Hicr, Şuarâ, Rûm, Hadîd, Fetih, Kıtal (Muhammed), Zıhar (Mücadele), Mülk, Secde, Nûh, Ahkâf, Kâf, Rahmân, Vâkıa, Cinn, Necm, Meâric, Müzzemmil, Müddessir, Kamer (İkterabe), Duhân, Lukman, Câsiye, Tûr, Zariyat, Nûn, Hâkka, Haşr, Mümtehine, Mürselât, Nebe, Kıyâme, Tekvîr, Talak, Nâziât, Teğâbûn, Abese, Mutaffifûn, inşikak, Tîn, Alak, Hucurât, Münâfikûn, Cumua, Tahrim, Fecr, Beled, Leyl, ifitar, Şems, Tarık, A'lâ, Gâşiye, Sâf, Beyyine, Duhâ, İnşirah, Kâria, Tekâsür, Asr, Hala', Hafd, Hümeze, Zilzâl, Âdiyât, Fil, Kureyş, Mâ'ûn, Kevser,Kadr, Kâfirûn, Nasr, Tebbet, ihlâs, Felak ve Nâs. (109 sûre)
İbnu Eşte şöyle der: Bize, Ebû'l-Hasen b. Hafi rivayet etti, Ebû Cafer b. Muhammed b. Amr b. Musa onlara rivayet ederek şöyle dedi: Bize, Muhammed b. İsmâil b. Salim, ona Aliyyu'bnu Mihrânî't-Tâî, ona Cerir b. Abdi'l-Hamid rivayet ederek şöyle dedi:
Abdullah İbnu Mesud'un Mushafı, şu şekilde tertip edilmiştir:
Tıval: Bakara, Nisa, Âli İmran, A'raf, En'am, Mâide ve Yûnus.
Miûn: Tevbe, Nahl, Hûd, Yûsuf, Kehf, Beni İsrâil (İsra), Enbiya, Tâhâ, Mu'minûn, Şuarâ, Sâffât.
Mesânî: Ahzâb, Hacc, Kasas, Neml, Nûr, Enfâl, Meryem, Ankebût, Rûm, Yâsin, Furkan, Hicr, Ra'd, Sebe, Melâike, ibrahim, Sâd, Vellezîne Keferû (Muhammmed), Lokman, Zümer, Mü'min, Zuhruf, Secde, Şûra, Ahkâf, Câsiye, Duhan, Fetih, haşr, Tenzilu's-Secde, Talak, Nûn, Kalem, Hucurât, Mülk, Teğâbûn, Münafikûn, Cumua, Sâff, Cinn, Nûh, Mücadele, Mümtehine, Tahrim.
Mufassal: Rahman, Necm, Tûr, Zâriyât, Kamer, Vâkıa, Nâziat, Meâric, Müddessir, Müzzemmil, Mutaffifîn, Abese, Dehr, Mürselât, Kıyâme, Nebe, Tekvîr, infitar, Gâşiye, A'lâ, Leyl, Fecr, Burûc, inşikak, Alak, Beled, Duhâ, Târik, Âdiyat, Mâ'ûn, Kâria, Beyyine, Şems, Tîn, Hümeze, Fil, Kureyş, Tekâsur., Kadr, Zilzâl, Asr, Nasr, Kevser, Kâfirûn, Tebbet, İhlâs, inşirah. (109 sûre)
Bu Mushafda; Fatiha, Felak ve Nâs sûreleri yoktur.