Bu Blog içinde Ara

13 Haziran 2012 Çarşamba

KUR’ÂN'IN İNDİRİLİŞ ŞEKLİ

KUR’ÂN'IN İNDİRİLİŞ ŞEKLİ


Bu konuda bazı meseleler vardır:

1. Birincisi:

Allah teâlâ Kur’ân-ı kerim-i ilk olarak Ramazan ayında indirdiğini ***** «Kur’ân Ramazan ayında indirilmiştir.» (Bakara, 185.) âyetiyle, Kadir gecesinde indirdiğini de ***** «Biz Kur'ân'ı Kadir gecesinde indirmişizdir.» (Kadr, 1.) âyetiyle bildirmiştir.
Kur’ân-ı Kerim'in Levhi Mahfuz'dan İndiriliş şekli üzerinde ittifak edilmemiş, bu konuda üç görüş ileri sürülmüştür.

a- Kur’ân-ı Kerim, Kadir gecesinde bir defada dünya semasına inmiş, Resûlullah'ın peygamberlikle görevlendirilmesinden sonra, Mekke'de ikamet ettiği süre hakkındaki ihtilafa göre, yirmi, yirmi üç veya yirmi beş sene boyunca peyderpey inmeğe devam etmiştir.

Hâkim, Beyhakî ve diğerleri Mansûr tarikiyle Saîd b. Cübeyr'den İbnu Abbas'ın şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: Kur’ân-ı Kerim Kadir gecesinde, yıldızların bulunduğu yer olan dünya semasına bir bütün olarak indirildi. Sonra Allahu Teâlâ bunu Resulüne parçalar halinde oradan inzal buyurdu.
Hâkim, Beyhakî ve Neseî, Davûd b. Ebî Hind Tarikiyle İkrime'den, İbnu Abbas'ın şöyle dediğini rivayet etmişlerdin Kur’ân-ı Kerim önce bir bütün olarak, Kadir gecesinde dünya semasına, bundan sonra yirmi sene boyunca parça parça inzali tamamlanmıştır. İbnu Abbas bu sözünden sonra ***** ***** «Onların getirdiği her misale karşı mutlaka biz sana gerçeği ve güzel açıklamayı getiririz.» (Furkân, 23.), ***** «Onu bir Kur’ân olarak ayırdık ki onu insanlara dura dura okuyasın. Onu peyderpey indirdik.» (İsrâ, 106.) âyetlerini okumuştur.
İbnu Ebî Hâtim aynı rivayeti verir; sonunda fazladan şu ibareyi ilave eden Müşrikler yeni bir şey çıkardıklarında Allah onlara cevap vermiştir.
Hâkim ve İbnu Ebî Şeybe, Hassan'ubnu Hureys tarikiyle Saîd b. Cubeyrden İbnu Abbas'ın şöyle dediğini rivayet ederler: Kur’ân-ı Kerim, bütünüyle Levh-i Mahfuz'dan dünya semasındaki Beytu'l-İzze'ye indi, Cebrail (as) buradan, peyderpey Resûlullah'a indirdi. Bu hadisin senedi bütünüyle sahihtir.
Taberâni başka bir tarikle İbnu Abbas'ın şöyle dediğini rivayet eder: Kur’ân-ı Kerim ramazan ayının Kadir gecesinde bir defada dünya semasına indirildi. Hadisin isnadında beis yoktur.
Taberânî ve Bezzar bir başka tarikle yine İbnu Abbas'dan şu rivayette bulunurlar: Kur’ân-ı Kerim, dünya semasından Beytu'l-İzze'ye bir defada indirilmiş, Cebrâil (a.s) kulların soruları ve yaptıklarına cevap olarak Resûlullaha peyderpey indirmiştir.
İbnu Ebî Şeybe, «F e d â i I u' I - K u r' a n» adlı eserinde, İbnu Abbas' dan bir başka tarikle şu rivayeti nakleder: Kur’ân-ı Kerim, Kadir gecesinde bir defada Cebrâil (as) verildi. O bunu Beytu'l-İzze'ye koydu. Sonrada parça parça indirdi.
«e I - E s m â u v e ' s - S ı f a t» adlı eserinde İbnu Merdeveyh ve Beyhakî, Suddî tarikiyle Muhammed'den, o İbnu Ebî'l-Mucâlid'den, o Mukassem'den, o da İbnu Abbas'dan şöyle rivayet eder: Atiyyetu'bnu'l-Esved, İbnu Abbas'a sordu: ***** «Kur’ân Ramazan ayında indirilmiştir...» âyetleri hakkında içimde bir şüphe doğdu. Halbuki Kur’ân-ı Kerim şevval, zilka'de, zilhicce, muharrem, sefer ve rebiulevvel aylarında da inmemiş miydi? İbnu Abbas buna şu cevabı verdi: Kur’ân-ı Kerim ramazan ayının Kadir gecesinde bir defada indirildi. Sonra da değişik ay ve günlerde yıldızların bulunduğu mevkiye parça parça; münasib bir şekilde indirildi. Ebû Şâme: ibarede geçen «rasalen» kelimesini «rifkan» (münasip bir şekilde), «mevakiu'n-nucum»u da yıldızların kayışı şeklinde açıklar. Cümleden şu mânayı kasdeder. Peyderpey, birbiri ardına, teenî ve rifkle indirdi.

b- Kur’ân-ı Kerim dünya semasına yirmi, yirmi üç veya yirmi beşinci gecelere tekabül eden Kadir gecesinde indi. Her Kadir gecesinde Allahu Taâlâ bütün sene boyunca takdir ettiği miktarı indirdi. Bundan sonra da peyderpey inmesi bütün sene devam etti. Bu sözü Fahreddin Razi, bir konu halinde zikrerek şöyle demiştir Kur’ân-ı Kerim her Kadir gecesinden, diğer bir Kadir gecesine kadar insanların ihtiyaçlarına göre Levh-i Mahfûz'dan dünya semasına indirilmiştir. Razî bu ihtimali söylemekle beraber, evlâ olanın bu mu, yoksa birincisi mi olduğunda kesin bir karar verememiştir. İbnu Kesir ise Râzi'nin ileri sürdüğü bu ihtimali, Kurtubî, Mukâtil b. Hayyan'dan nakletmektedir. İcma ise; Kur’ân'ın Levh-i Mahfuz'dan bir defada dünya göğündeki Beyti izzeye indiği şeklindedir.
Ben de şunu söylemek isterim: Mukâtil'ul-Halimî ve Maverdi'nin görüşünde olanlara, İbnu Şihâb'ın: Arştan en son inen âyet, deyn âyetidir sözü, uygun düşmektedir.
c. Kur’ân-ı Kerim'in İnzâli Kadir gecesinde başlamıştır. Bundan sonra muhtelif zamanlarda inmiştir. Bu görüşü, Şa'bi ileri sürer.
İbnu Hacer Buhâri şerhinde: Sahih ve mutemed olanın birinci görüş olduğunu belirterek şöyle der: Mâverdî dördüncü bir görüş ileri sürer: «Kur’ân-ı Kerim, Levh-i Mahfûz'dan bir defada inmiş, Hafaza melekleri bunu yirmi gecede kısım kısım Cebrâil (a.s)a indirmiş; Cebrâil de yirmi senede Resûlullah'a indirmiştir.» Mâverdî'nin bu rivayeti garibdir. Bunlar arasında güvenilir olanı şudur Cebrâil (a.s) bütün sene boyunca inen âyetleri her senenin Ramazan ayında Resûlullah'a arz etmesidir.
Ebû Şâme: Gerçekte bu görüşü ileri süren, birinci ve ikinci görüşleri, birleştirmek istemiştir.
Bu konuda şunu ilave etmek isterim: Mâverdî'nin ileri sürdüğü bu görüşü İbnu Ebî Hâtim, Dahhâk tarikiyle İbnu Abbas'dan şöyle rivayet etmiştir: Kur’ân-ı Kerim, Levh-i Mahfûz'dan bir defada dünya semasındaki Kirâmen Kâtibin meleklerine inmiştir. Melekler bunu yirmi gecede Cebrail'e kısım kısım indirmişlerdir. Cebrâil (a.s) de bunu yirmi senede Resûlullah'a bölüm bölüm ulaştırmıştır.

2-Kur’ân'ın dünya semasına İndirilişindeki hikmet


Denilebilir ki Kur’ân-ı Kerim'in bir defada dünya semasına İndirilişindeki hikmet, Kur’ân'ın ve Resûlün yüceliğini ifade etmektir. Bu yücelik en şerefli ümmete gönderilmiş son peygambere indirilen Kur’ân-ı Ketimin, semavi kitapların sonuncusu olduğunu, yedi kat göğün sakinlerine duyurmakla gerçekleşir. Diğer bir hikmeti de; Kur’ân-ı Kerim'in önce dünya semasına inişi, O'nu insanlara yaklaştırmaktır. Şayet hikmeti, ilâhi Kur'ân'ı, vuku bulan olaylara göre peyderpey kendilerine indirilmesini gerçekleştirmeseydi, daha önce inen semavi kitaplar gibi, yeryüzüne bir defada, bütün olarak inerdi. Fakat Allahu Taâlâ diğer semavî kitablar arasında bir fark gözetmiş, O'na önce bir bütün halinde sonra da parça parça indirilme gibi iki ayrı özellik vermiştir. Bu aynı zamanda, Resûlullah'ın (s.a.v.) diğer peygamberlere nazaran yüce şerefini de göstermektedir. Bunu, «el-Murşidu'l-Veciz) adlı eserinde Ebû Şâme zikretmiştir. Hâkimu't-Tirmizî bu konuda şunu söyler. Kur’ân-ı Kerim bir bütün olarak insanlara tevdi edilmek üzere dünya semasına indirilmiştir. Kur’ân-ı Kerim'in kendilerine Resûlullah aracılığı ile ulaşması, onlar için büyük bir şeref olmuştur. Çünkü Resûlullah (s.a.v.) insanlara bir rahmet olarak gönderilmiştir. Sema kapılannın açılmasıyle gelmiştir. Kur'ân'ı Kerim dünya semasında Beytu'l-İzze'ylinde indirmediğinden peyderpey indirilmiştir, denildiğini ifade eder.
Bazı ulema da şöyle der: Kur’ân-ı Kerim, içinde nâsih ve mensûh âyetler bulunduğundan bir defada nâzil olmamıştır. Bu da O'nun peyderpey inmesiyle gerçekleşir. Çünkü âyetlerin bazıları sorulan sorulara cevap vermek, bazıları da söylenen sözün, ya da yapılan bir işin doğru olmadığını bildirmek için nâzil olmuştur. Bu görüş, İbnu Abbas'ın önceki rivayetlerinde ifade edildiği gibi Cebrâil (a.s) Kur’ânı kulların sözlerine ve yaptıklarına cevap olarak indirmiş ve İbnu Abbas ***** «Onların sana getirdiği her misale karşı mutlaka biz sana, gerçeği ve güzel açıklamayı getiririz.» (Furkân, 33.) âyetini bununla tefsir etmiştir. Bunu İbnu Ebî Hâtim İbnu Abbas'dan nakletmiştir.
Hulasa bu âyet, Kur’ân-ı Kerim'in peyderpey indirilmesinde iki hikmet bulunduğunu göstermektedir.

3- Kur’ân-ı Kerim'in Peyderpey Nüzûlü


Kur’ân-ı Kerim dışındaki semavî kitapları, bir defada indiğini söyleyenlerin yukarıda geçen sözleri, ulema arasında meşhur olmuş, hatta neredeyse icma haline gelmiştir. Zamanımız ileri gelenlerinden bazıları bunu inkar etmiş, bu konuda delil olmadığını, doğru olanın onların da Kur’ân gibi peyderpey indiğidir, demişlerdir.
Bana göre doğru olan, birinci görüştür. Bunun doğruluğuna delil, Furkân sûresinin 33. âyetidir.
İbnu Ebî Hâtim, Said b. Cübeyr'den İbnu Abbas'ın şöyle dediğini rivayet eder; Yahudiler: «Ey Ebâ'l-Kâsım, Tevrat Hz. Mûsa'ya indirildiği gibi, Kur’ân da keşke bir defada indirilseydi, deyince âyet nâzil olmuştur,
İbnu Ebî Hâtim bu rivayeti başka bir tarikle: «Müşrikler şöyle dediler» şeklinde rivayet etmiştir. Buna benzer bir rivayeti de Katâde ve Suddi'den rivayet etmiştir.
Şayet, Kur’ân'da bunu açıkça ifade eden bir delil yoktur, o sadece kâfirlerin söylediği sözün takdirine dayanmaktadır, diye sorulsa, buna şu cevabı veririm: Cenâb-ı Hakkın bu husustaki soruları cevapsız bırakması ve peyderpey iniş hikmetini beyan etmekle yetinmesi, bunun doğruluğuna delildir. Şayet bütün semavi kitaplar parça parça inseydi; onlara «önceki peygamberlere indirilen kitaplardaki Allah'ın sünneti buydu» tarzındaki cevabı daha uygun olurdu. Nitekim, Cenâb-ı Hak onların *****  Bu nasıl Resûl? yemek yiyor, sokaklarda dolaşıyor» (Furkân, 7.) âyetindeki sözlerine karşı ***** «Senden önce gönderdiğimiz peygamberlerin hepsi de mutlaka yemek yerler, çarşıda yürürlerdi.» (Furkân, 20.) âyetiyle cevap vermiştir. Onların
«Allah bir beşeri Resûl olarak mı görderdi.» (İsrâ, 94.) âyetindeki sözlerine karşı da: ***** « Biz, senden önce de şehirler hal kından kendilerine vahyettiğimiz erkekleri... » (Yusuf,  109.) âyetiyle cevap vermiştir. Gene onların: «Kadınlardan başka düşüncesi olmayan biri nasıl Resul olur» demeleri üzerine ***** «Biz senden önce peygamberler gönderdik, onlara da zevceler, evlatlar verdik»(Ra'd, 38.) âyetiyle cevap vermiştir.
Buna diğer bir misal de, Tûr dağında hz. Mûsa'ya Tevrat'ı indirdiğinde:
***** «...sana verdiğimizi al ve şükredenlerden ol Öğüte ve herşeyin açıklamasına dair ne varsa hepsini Musa için levhalara yazdık: Bunları kuvvetle tut...» (A'raf, 144-145.),***** (A'raf, 150.) «Tevrat'ın tatbikini te'hir etti.» *****
(A'raf, 154.), «Musa (a.s) (kavmini tevhid çizgisine getirip) öfkesi yatışınca levhaları (Tevrat'ı) tatbike koydu. Onlardaki yazıda Rablerinden korkanlar için yol gösterme ve rahmet vardı.» ***** «Bir zamanda üzerlerine dağı, bir gölge gibi kaldırmıştık, üstlerine düşecek sanmışlardı: 'Size verdiğim (Kitab)ı kuvvetle tutun ve içinde olanı hatırlay(ıp yap)ın ki korunasınız.» (A'raf, 171.) Bu âyetlerin hepsi, Tevrat'ın bir bütün olarak indiğini gösterir.
İbnu Ebî Hâtim, Saîd b. Cübeyr tarikiyle İbnu Abbas'ın şöyle dediğini rivayet eder. Hz. Mûsa'ya Tevrat, zümrütten yedi levha halinde verildi. Bunlarda, herşeyin beyanı ve öğüt vardı. Hz. Musa bu levhalarla dönünce, israil oğullarını buzağı heykeline ibadet ederken gördü. Elindeki Tevrat levhalarını yere atınca parçalandılar. Cenâb-ı Hak bunlardan altısını kendine çekti, bir tanesini Hz. Musa'da bıraktı.
İbnu Ebî Hatim'in, Cafer b. Muhammed tarikiyle, babasından ve dedesinden merfûan rivayet ettiğine göre, dedesi şöyle demiştir: Hz. Mûsa'ya indirilen levhalar cennetin ortasından alınmıştır. Birinin uzunluğu on iki arşındır.
Neseî ve diğerleri İbnu Abbas'ın nutuk hadisinde şöyle dediğini rivayet ederler: Öfkesi dindiğinde Hz. Musa levhaları (Tevrat)ı tatbike koydu. Kavmine Allah'ın kendilerine tebliğ etmesini istediği vazifeleri emretti. Bu vazifeler onlara ağır gelince, kabul etmemede direndiler. Allah dağı üzerlerine bir gölgelik gibi salınca, yıkılacağı ve altında kalacaklarından korktular, bu yüzden Tevrat'ı kabu) etmek zorunda kaldılar.
İbnu Ebî Hâtim, Sâbit b. Haccac'ın şöyle dediğini rivayet eder. Tevrat onlara bir defada inince gözleri korkmuş, Cenâb-ı Hak dağı üzerlerinde gölgeleyinceye kadar O'nu almamakta direndiler. Fakat dağın bu halini görünce almak zorunda kaldılar.
Bu rivayetler, Tevrat'ın bir defada indirildiğini açıkça göstermekdir. Ayrıca son rivayetten Kur’ân-ı Kerim'in parça parça indirilmesi hususunda bir başka hikmet çıkarılmaktadır. Bu hikmet, bir defada indirilmesinin aksine, tedricen inmesinin daha kolay kabul edilmesidir. Kur’ân-ı Kerim'de mevcut olan farz ve yasakların çokluğu sebebiyle insanların birçoğu, Kur’ânı kabulden kaçınacaktı.
Buhâri'nin Hz. Âişe'den yaptığı şu rivayet, bunu açıkça göstermektedir: Kur’ân'ın ilk inen âyeti, içinde cennet ve cehennemin zikri geçen kısa sûrelerdir, islâm'a girenler çoğalınca helâl ve haramla ilgili âyetler indi. Eğer ilk inen âyet «içki içmeyin,» âyeti olsaydı, «biz asla içkiyi bırakmayız» derlerdi. Şayet «zina etmeyin,» dense idi, «biz zinayı katiyyen terketmeyiz» derlerdi.
Sonra bu hikmeti Mekki'nin, «N â s i h ve M e n s u h» adlı eserinde açıkladığını gördüm.

4- Âyetlerin Belli Sayılarla Nüzûlü


Sahih ve zayıf hadislerde ifade edildiği gibi Kur’ân-ı Kerim, ihtiyaca göre beşer, onar, daha fazla, veya daha az âyetler halinde nâzil oldu. İfk hadisesinde on âyet ile, Mu'minûn sûresinden ilk on âyetin müştereken indiği doğrudur. Âyetin bir cümlesi olan ***** «...özürsüz olanlar...» (Nisa, 95.) âyeti tek başına indiği ve ***** «...yoksulluğa düşmekten korkarsanız...» (Tevbe, 28.) âyetinin evveli nâzil olduktan sonra indiği doğrudur. Biz bu konuyu, «e s b a b u' n - N ü z u I» adlı eserimizde ele almıştık.
İbnu Eşte «Kitabu'n-Mesâhif)inde İkrime'nin ***** «..yıldızların yerleri..» (Vakıa, 75.) kelimesi hakkında şöyle dediğini rivayet eder: Allah Kur’ân-ı Kerim-i; üçer, dörder ve beşer âyet olarak peyderpey indirmiştir.
Nekzâvî «e I - V a k f» adlı eserinde şöyle der: Kur’ân-ı Kerim bir, iki, üç, dört ve daha fazla âyetler hâlinde tedricen inmiştir.
İbnu Asâkir, Ebû Nudre'nin şöyle dediğini rivayet eder: Ebû Saîd'l-Hudri: Kur’ân-ı bize sabahleyin beş, akşamleyin yine beş âyet olarak öğretir, Cebrâilin Kur’ân-ı beşer âyet halinde indirdiğini söylerdi.
Beyhakî «Ş u a b u' I - İ m a n» adlı eserinde Ebû Halde tarikiyle Ömerin şöyle dediğini rivayet eder Kur’ân-ı beşer âyet, beşer âyet öğrenin. Çünkü Cebrâil Peygamber'e (s.a.v.) Kur’ân-ı Kerim-i beşer beşer indirmişti. Zayıf bir kavile göre Hz. Ali'nin şöyle dediği .rivayet edilmiştir En'am sûresi dışında Kur’ân-ı Kerim, beşer âyet halinde indirilmiştir. Kur’ân'ı beşer âyet halinde ezberleyen o'nu unutmaz.
Şayet doğru ise bu sözün mânası şudur Cebrâil Hz. Peygamber'e (s.a.v.) ezberlemesi için önce bu kısmı, sonra geri kalan kısmı indirmesi, Kur’ân'ın özellikle bu miktarla indirildiğini göstermez. Bunu, Beyhakînin Hâlid b. Dinar'dan yaptığı şu rivayet açıklar; Halid b. Dinar şöyle demiştir Ebü'l -Âliye bize Kur’ânı beşer âyet, beşer âyet öğrenin, çünkü Peygamber (s.a.v.) o'nu Cebrail'den beşer beşer alıyordu.

5- Kur’ân'ın İndiriliş Şekli ve Vahiy


İsfahanı, tefsirinin mukaddimesinde: Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat Allah kelamının münzel (indirilmiş) olduğunda ittifak ettikleri halde, inzâlin mânasında ayrı görüşler ileri sürmüşlerdir. Bir kısmı buna kıraatin izharı derken, bir kısmı da Allahu Taâlâ kelamını semada Cibril'e yüce bir makamda ilham etti, o'na kıraatini öğretti. Cebrâil de bunu yeryüzüne indirdi, mânasında almışlardır.
Tenzilde iki yol vardır:
a- Resûlullah beşer suretinden çıkıp melek suretine girerek, vahyi Cebrâil'den almıştır.
b- Melek, beşer suretine girerek vahyi Resûlullah'a bu şekilde getirmiştir.
Tibi şöyle der: Kur’ân-ı Kerim'in Hz. Peygambere nüzûlü belki, Cebrâil'in vahyi ruhanî olarak alması veya Levh-i Mahfûz'da ezberlemesi suretiyle olmuştur. Bu son şekilde aldığı vahyi Resule getirmiş, aynen o'na ilka etmiştir.
«H a v â ş i' I - K e ş ş â f» adlı tefsirinde Kutbu'r-Razi şöyle der: İnzâlin lügat mânası; sığınmak, bir şeyi yukardan aşağı doğru harekete geçirmektir. Bu iki mâna, İlâhî Kelam'da geçerli değildir; mecazi mânada kullanmışlardır. Allah'ın Zâtıyla kâim bir mâna olduğunu ileri sürenlere göre Kur’ân'ın İnzâli, bu mânayı ifade eden kelime ve harfleri yaratmak suretiyle, Levh-i Mahfûz'da tesbit edilmesidir. Kur’ân'ın lafız olarak indiğini söyleyenlere göre de, Levh-i Mahfûz'da sadece tesbit edilmiş olmasıdır. Bu mâna uygundur; çünkü vahiy, ifade edilen iki lügat mânasından alınmıştır. İnzalinden kasıt, Levh-i Mahfûz'da tesbit edildikten sonra, dünya semasında tesbit edilmiştir. Bu ikinci mânaya uygun düşmektedir. Elçilere kitap indirilmesinden kasıt, meleğin Allah'tan ruhani bir şekilde alması, ya da Levh-i Mahfûz'da olduğu gibi ezberlemesi sonucu, bu kitabları elçilere ilka etmesidir.

Başkaları da, Resûlullah'a indirilen vahiy hakkında üç görüş olduğunu ifade eder:
a- Vahiy, lafız ve mânadan müteşşekkildir. Cebrâil (a.s) Kur’ân-ı Kerim'i Levh-i Mahfuzdaki Kur’ân harflerinin her biri Kaf dağı büyüklüğündedir; her harfin çeşitli mânaları vardır, bunları ancak Allah Taâlâ bilir, demiştir.
b- Cebrâil (as) sadece mânaları indirir, Resûlullah bu mânaları kavrar, onları Arapça olarak ifade eder. Bu görüşü savunan, (Şuarâ, 194.) âyetinin mealine dayanır.
c- Cebraile (a.s) yalnız mâna ilka edildi. O, bu mânaları Arapça olarak ifadede bulundu; sema ehli de bunu Arap diliyle okudu. Sonra Cebrâil bunları,olduğu gibi indirdi.
Beyhaki, ***** «Biz o (Kur’ân)! Kadir gecesinde indirdik.» âyetinin tefsirinde şöyle der: Biz Cebrail'e vahyi okuduk, mânasını ona kavrattık, öğrettiğimiz şekilde vahyi indirdik. Bu durumda melek semadan yeryüzüne nakletmekle görevlendirildi.
Ebû Şâme bu konuda şöyle der: Bu mâna Kur’ân'a izafe edilen bütün inzal lafızlarında umumidir. Ya da Kur’ân'ın kıdemine ve onun Allah'ın zâtı ile kaim bir sıfat olduğuna inanan ehli sünnetin, muhtaç olduğu her hangi bir âyetine izafe edilmesidir.
Derim ki; Taberâni'nin Nevvas b. Sem'an'dan merfu olarak rivayet ettiği şu söz, Cebrâil'in vahyi Allahu Taâlâ'dan işiterek aldığını doğrular; Allahu Taâlâ vahyi göndermeğe başladığında, Allah korkusundan gökyüzü şiddetle sarsılır. Sema ehli bunu duyunca korkuyla secdeye kapanırlar. Aralarından ilk başını kaldıran Cebrâil (a.s) olur. O'na hemen indirmek istediği vahyi bildirir. Cebrâil de bunu meleklere ulaştırır. Uğradığı her semada bulunanlar ona: Rabbimiz ne dedi? diye sorarlar. Cebrâil de; hakkı söyledi cevabını verir ve hemen onu emrolunduğu yere ulaştırır.
İbnu Merdeveyh, İbnu mesud'dan merfu olarak şu rivayette bulunur: «Allahu Taâlâ vahyi göndermeğe başladığında sema ehli, kayalardan akan su şarıltısına benzer bir ses işitir; irkilerek bunun kıyamet alameti olduğunu sanırlar.» Hadisin metni Buhari'de mevcuttur.
Ali b. Sehli'n-Nisabûri tefsirinde, ulemanın şu sözünü nakleder: Kur’ân-ı Kerim Kadir gecesinde levh-i Mahfuz'dan Beytu'l-İzze'ye toptan nâzil oldu. Cebrâil bunu ezberledi, Allah kelamının heybetinden sema ehli baygın düştü; Cebrâil kendilerine uğradığında ayıldılar, Rabbimiz ne buyurdu, dediler. Onlar da: Hakkı yani Kur’ânı indirdi, dediler. Bu olay ***** «...Nihayet onların kalblerinden korku giderilince...» (Sebe, 23.) âyetinin manasıdır. Cebrâil vahyi Beytu'l-İzze'ye getirerek kiramen kâtibine yazdırdı. Bu da ***** «(Vahiy getiren) elçilerin ellerinde. Değerli, çok iyi (elçilerin ellerin de) (Abese, 15,16.) âyetlerinde ifade edilmiştir.

Cuveynî şöyle der: Nâzil olan Allah kelamı iki kısımdır.
Birincisi: Allah Cebrail'i Resûlü'ne göndererek; Allah şöyle şöyle yapmanı emrediyor, der. Cebrâil de Allah'ın dediğini kavrar. Bunun üzerine Peygambere gelir, Rabbinin söylediklerini ona iletir.
Yalnız, Cebrâil'in getirdiği bu ibare, Allah'tan aldığı ibarenin aynısı değildir. Nitekim bir hükümdar elçisine: «Falancaya git, hükümdar sana, hizmette gayret göster, ordunu savaş için topla,» dese; elçi de bunu: «Hükümdar sana şöyle diyor: Hizmetini aksatma, askerin dağılmasına meydan verme, onları savaşa teşvik et» şeklinde ifade etse, elçi vazifesini yerine getirmekte kusur etti, yalan söyledi, denemez.
İkincisi: Allahu Taâlâ Cebrail'e: Bu kitabı Peygambere oku, diye emreder. Cebrâil de herhangi bir değişiklik yapmadan Allah kelamını olduğu gibi indirir. Bu da tıpkı hükümdarın elçisine yazılı bir mektup vererek bunu falana oku, diye emretmesi, elçinin bunu ne bir kelime, ne bir harfini değiştirmeden okuması gibidir.
Ben Kur’ân'ın bu ikinci kısımda ifade edilidiği gibi nâzil olduğuna kaniim. Birinci kısımın ifadesi, sünnetin ifadesidir. Nitekim, Cebrâil Kur’ânı indirdiği gibi sünneti de indirmiştir, işte buna dayanarak, hadisleri mâna olarak rivayet etmek, caizdir. Çünkü Cebrâil onu mâna ile indirmişdir. Allah'tan aynen aldığı kıraati, mâna ile nakletmek caiz değildir; çünkü Cebrâil bunu lafzı ile getirmiş; kendisine mâna ile vahyetme müsaadesi verilmemiştir. Bunun sırrı; lafzıyla ibadet edilmesi, başkalarının âciz düşürülmesidir. Hiçbir kimse, bu ifadenin yerini tutacak bir söz getiremez. Çünkü Allah kelamının her hafinde, çeşitli mânalar vardır. O'nu kelimelerin çokluğu ifade edemez. Hiçbir kimse onun yerine, ihtiva ettiği mânaya denk olacak bir ifadede bulunmağa, gücü yetmez.
Ayrıca ümmete kolaylık olması için vahiy, iki kısımda nâzil olmuştur. Birinci kısımda vahyolunduğu gibi lafziyle rivayet etmeleridir. Şayet vahyin bütünü lafzıyla rivayet edilmiş olsaydı, ümmete bir zorluk olurdu. Yahud bütünü mâna ile rivayet edilmiş olsaydı tahrif ve tebdile uğramasından emin olunamazdı.
Açıkladığım bu ince mânayı iyice düşün. Selefin, Cüveynî'nin bu sözünü desteklediğini anlarsın.
İbnu Ebî Hâtim, Ukayl tarikiyle Zühri'den şöyle rivayet eden Zührî'ye vahiy hakkında sorulduğunda şöyle demişti: Vahiy Allahu Taâlâ'nın peygamberlerden birine vahyettiği, onu kalbine iyice yerleştirdiği, peygamberin onu okuyup yazdığı, Allah kelamıdır. Ayrıca; hiçbir kimseye söylemediği ve yazmadığı, yazılmasını emretmediği; fakat insanlara sözle söylediği, Allah'ın, peygamberine insanlara açıklamasını ve tebliğ etmesini emrettiği kelâma da vahiy denilir.