Sebebin Hususi Lafzın Umumiliği
Daha önce söylediğimiz gibi, sebebin hususilik şekli, lafzın umumiliğine kesinlikle dahildir. Bazı âyetler, belli sebeplere bağlı olarak iner. Bu âyetler, Kur’ân'ın nazmına ve siyakın güzelliğine uyarak, umumi mânaya kesinlikle dahil olması bakımından, sebebin şekline yakın olur. Nitekim, es-Subkî bunu sebebe bağlı olanlarla, bunun dışında kalanlar arasında bir derece kabul eder.
Bunun misali; ***** (Kendilerine kitaptan bir pay verilenleri görmedin mi? (Baksana onlar) gayb habercilerine ve Tâgûtî düzenlere inanırlar..) (Nisa, 51.) âyetidir. Bu âyet, Yahudi ulemasından Ka'b b. Eşref ve benzerlerine işaret etmektedir. Bunlar Mekke'ye gelirlerken Bedir'de katlolunan müşrik ölülerini görmüşler; bunun üzerine öc almak ve Resûlullah'a karşı savaş açmak için müşrikleri harbe kışkırtmışlardı. Müşrikler, Yahudi heyetine: Muhammed ve Ashabı mı doğru yoldadır, yoksa biz mi? diye bir soru sordular. Yahudiler, kitaplarında Hz. Peygambere ait vasıfları çok iyi bilirlerdi. Hem bu bilgilerini saklamayacaklarına dair kendilerinden kesin söz de alınmıştı. Buna rağmen müşriklere şöyle cevab verdiler: Doğru olan sizin yolunuzdur.
Kitaplarında geçen Hz. Peygamber hakkındaki bu haber, uhdelerinde bir emanetti. Peygambere (s.a.v.) karşı hasetlerinden ötürü kâfirlere, doğru yolda olan sizlersiniz, demekle, verdikleri sözü yerine getirmemişlerdir. Yukarıda misal olarak verilen Nisa sûresinin 51. âyeti emir ifade eden vaîd sözü karşılığında Kitab'larında vasfedildiği gibi, Resûlullah'ın afatını beyan eden emanetin edasını da ihtiva eder.
Bu da emaneti eda bakımından aynı sûrenin ***** ***** (Allah size emanetleri ehline vermenizi emreder...) (58.) âyetiyle münasip düşmektedir. Bu âyet, her emaneti içine alan umumi mânadadır. Önceki âyet ise, belirli bir emanet için hususi mânadadır, işte bu emanet yukarıda zikredildiği gibi, Resûlullah'ın sıfatıdır. Burada umumi olan ikinci âyet, hususi mânada olan birinci âyetten Mushaf'taki sırası bakımından sonra gelmektedir. Fakat nüzûl bakımından, biri diğerinden daha sonra inmiştir. İki âyet arasındaki münasebet, hususi olanın umumi olana, dahil olmasını gerektirir. Bu yüzden İbnu Arabi, Tefsir'inde: Âyetin işaret etmek istediği mâna, ehli kitabın, Peygamber'in sıfatını gizlemeleri, müşrikler daha doğru yoldadır, demelerinin, bir hıyanetlik olduğunu haber vermesidir. Böylece söz, bütün emanetlerin zikrine müncer olmuştur, der.
Bazı ulema şöyle demiştir: Her iki âyetin nüzûlü arasında altı senelik bir zaman geçtiği vârid olmamıştır. Çünkü zaman, âyetler arasındaki münasebetler için değil, sebebi nüzûl için şarttır. Münasebetten kasıt, âyetin uygun olan yerine konmasıdır. Halbuki âyetler belli sebeblere göre iner. Resûlullah (s.a.v.) de bunları, Allah'ın kendisine bildirdiği belli yerlere konmasını emrederdi Vâhidi «Esbâbu'n-Nuzû l»ünde şöyle der: Âyetlerin sebebi nüzûlü hakkında söylenecek söz; ancak duymaya ve rivayete dayanırsa doğrudur. Bu da vahye şahid olan, sebebleri bilen, bu ilme ehil olandan duymak ve nakletmekle gerçekleşir. Muhammed b. Sîrîn: Ubeyde'ye bir âyetin sebebi nüzûlünden sordum. Bana: Allah'dan kork, gerçeği söyle. Âyetlerin kimin hakkında indiğini bilenler kalmadı, demiştir.
Bir başkası da şöyle der: Âyetin sebebini bilmek, Ashâb-ı Kirama ait bir durumdur. Onlar bunu, cereyan eden olaylarla bilirlerdi. Hatta, bazıları bilmiyorsa: Bu âyet şu hususta indiğini sanırım, derlerdi. Nitekim Kütübü Sitte imamları, Abdullah b. Zübeyr'in şöyle dediğini nakletmişlerdir: Zübeyr, ensardan biri ile taşlı bir arazide bulunan su kanalı • hakkında aralarında anlaşmazlık çıkınca, Resûlullah'a müracaat ederler. Resûlullah onlara: Ya Zübeyr, önce sula, sonra da suyu komşuna salıver, buyurdu. Bunun üzerine Ensârî: Ya Resûlallah, bu öncelik onun, sizin halanızın oğlu olmasından mı ileri geliyor, deyince Resûlullah'ın rengi değişti. Zübeyr: ***** (Hayır, Rabbin hakkı için onlar aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapmadıkça... îman etmiş olamazlar.) (Nisa, 65.) âyetinin bu olay üzerine indiğini sanırım, demiştir.
Hâkim, «U I û m i' I - H a d i s»inde: Kur’ânın nüzulüne şahit olan bir sahabî, şu âyet şu konuda nâzil oldu, derse onun bu sözü «musned» hadis olarak kabul edilir, der. İbnu Salah ve diğer muhaddisin bu yoldan hareket ederek, Müslim'in Câbir'den rivayet ettiği şu haberi örnek gösterirler. Yahudiler erkek karısına arkadan yaklaşırsa, doğacak çocuk şaşı olur, derlerdi. Bunun üzerine: ***** (Kadınlarınız, ekin tarlanızdır...) (Bakara, 223.) âyeti nâzil olmuştur.
İbnu Teymiyye: ***** «Bu âyet şu konuda indi.» sözüyle,bazen âyetin sebebi nüzûlü, sebeb yoksa bu âyetin mânasına dahil olan tefsiri kastedilir. Bu aynen, bu âyetten şu kastedilir, sözü gibidir. Ulema Sahabe'nin: ***** «Bu âyet şu konuda nâzil oldu,» sözüyle ilgili olarak bunun, gerçekten sebeb-i nuzûlü zikredilen gibi «musned» hadis yerine geçer mi, yoksa musned hadis olmayan tefsiri bir mâna mıdır, diye ithitilaf etmiştir. Buhâri, Sahâbe kavlinini musned kabul eder. Diğerleri, Buhâri'nin bu görüşüne katılmazlar. Ahmed b. Hanbel ve diğerlerinin Musnedi gibi, çoğu Müsnedler, bu ıstılâhı benimsemişlerdir. Şu kadar var ki, olayın akabinde, âyetin nâzil olduğu bir sebeb zikredilirse, bütün hadîs uleması bunu, Musnedlerine almışlardır.
Zerkeşî «e I - B u r h â n»ında şöyle der: Sahabe ve Tâbiûn âdetlerinde görüldüğü gibi aralarından biri: ... ***** «şu âyet bu konuda inmiştir» dediğinde, bu sözüyle âyetin sebeb-i nüzûlünü değil, ihtiva ettiği hükmü kastederler. Bu da, vâki olanı nakletmek değil, hükmün doğruluğunu, âyetle demlendirmektedir.
Burada şu hususu ilave etmek isterim: Âyetin olayın vukû bulduğu sırada inmediği, esbab-ı nüzûl kitaplarında mevcut ise, Vâhidî'nin Fil sûresine, nüzûl sebebi olarak Habeş ordusunun Kabe'ye hücumunu göstermesi, gerçeğe aykırı düşer. Çünkü bu olay, hiçbir şekilde, sûrenin nüzûlüne sebeb değildir; aksine o, Nûh, Âd, Semûd kavimleri ile Kabe'nin bina edilişi gibi, geçmiş olayların naklidir. Keza; ***** «...Allah İbrahim'i (a.s)ı dost edindi.» (Nisa. 125.) âyetinde, Allahu Tealânın Hz. ibrahim'i dost edinmesi, açıkça görüldüğü gibi, bu âyetin nüzûlüne sebeb değildir.
Tenbih
Şurası da gözden kaçmamalıdır ki yukarıda geçen Sahâbî sözünün «musned» kabul edildiği gibi, Tâbiûn sözü de merfû rivayet kabul edilmektedir. Ancak bu haber «mursel» haberdir. Şayet sened sahih olur, haber Mucahid, İkrime ve Saîd b. Cübeyr gibi müfessirler tarafından nakledilir, ya da diğer bir mürsel haberle desteklenirse, kabul edilir.