Tefrika Değil, Kardeşlik
İnsanın kendini koruma refleksi, özü itibariyle başkalarını koruma ve kollama zorunluluğunu beraberinde getiriyor. Başkalarına zarar vermesi de yine kendi varlığını tehlikeye sokması anlamına geliyor. Çünkü insan hayatta akraba olmasının ötesinde yaratıldığı hammaddeler itibariyle dahi akraba ve kardeştir. Kendisinin değil bir başka gücün irade ve gücüyle varolmuştur. Bu irade ve gücün sahibine bağımlı olması nedeniyle kaderde kardeştir.
O güç; insanı bir maddeden değil, bir çok nesnenin terkibinden ve çeşitli aşamalardan geçirerek yaratmıştır. Bu yaratma serüveni, önce çamur, sonra bir sıvı özü olarak gelişti ve düzenlendi. Bu da yetmiyordu. Şayet yetseydi bütün bataklıkların, insan ocağı olması gerekirdi. Yaratan ona kendi ruhundan üfledi. Görme, duyma ve düşünme gibi hasletler verdi. [1]
Bu demektir ki insan aslında tabiatın çocuğu olduğu kadar Allah'ın yakını ve gözdesidir.
Zayıflığı nedeniyle insan, sadece tabiata ve ilahi Ruha değil, aynı özden yaratıldığı insan kardeşine de bağımlıdır. İnsan insanın hem sebebi hem sonucudur. Çünkü insanın yaratıldığı su, saf yağmur suyu veya dere suyu değil, başka iki insanın özümsemesinden geçmiş ve insanı var kılma aşkına dönüşmüş bir sudur. Ve bu özel su, insana dönüşürken soy sop sahibi olma vasıflarını da kazanmaktadır. [2]
Daha da açık bir ifadeyle insanın varoluşu, Allah'ın müdahalesini ve tabiattaki bir çok etkenin reaksiyona girmesini ve de insanın insanla ilişkisini zorunlu kılmaktadır. Âdem'in (a.s) ilk çocukları da bugünkü torunları da bir anne ve babadan dünyaya gelmektedir. Bunun anlamı, her çağda insana "Âdemoğlu" diye hitab edilmesini mümkün kılan bir akrabalık ilişkisidir ki bu, en geniş anlamıyla dikey olarak bir dede-torun ilişkisini ve yatay olarak da kardeşlik ilişkisini gündeme getirmektedir. Ayrıca bu ilişkiler ağı, bir defaya mahsus olmuş bitmiş bir olay değildir. Âdem ve Eşinin topraktan yaratılması gibi bugün insanın varlığı da toprak ve su ürünlerine bağımlıdır.
İnsanın; Allah, tabiat ve insana bağımlılığı, sadece varlık dünyasına çıkma aşamasıyla sınırlı değildir. Varlığını devam ettirirken ve hayatının öbür dünyadaki devamında da bu yakınlık ve zorunlu ilişki devam etmektedir. Tabiatla içice, insanla yanyana ve Allah'a muhtaç vaziyette sürüp gider bu serüven. Toprağa tohum atar meyve afır, insana el uzatır gönül alır, Allah'a el açar sevap alırız. Topraktan el çeker yoksul, insandan el çeker yalnız, Allah'tan el çeker yarınsız kalırız. Her üçünün aleyhinde bulunmamız ise helakimiz olur. Bu sebeple ilahi din, beşerin Allah'la, tabiatla ve insanla barışık olmasını istemektedir. Çünkü hayat, bu sulhun üzerine kurulmuştur. Bunun zıddı fesaddır, fesadın kökeninde ise şeyta-nizme meyletme vardır. Akrabasına iyilik etmeyip de varlığını saçıp savuranlar şeytanla kardeş olurlar [3]Bu sorun insanın en temel sorunudur.
"İnsanlar sadece bir tek ümmetti fakat ayrılığa düştüler. Eğer Rabbinden bir söz geçmemiş olsaydı ayrılığa düştükleri konuda hemen aralarında hüküm verilirdi" [4]
"İnsanlar bir tek milletten başka bir şey değildi. Allah nebileri müjdeci ve uyarıcılar olarak gönderdi. Ama aralarındaki kıskançlık yüzünden ayrılığa düştüler" [5]
Bu ayetlerin açıkça ifade ettiği gibi insanlar tek toplumdu ve ilk ihtilafı insan başlattı. Kendisini bir sudan yaratana hasım oldu. [6]
Gerek cennette ve gerekse cennet sonrası dönemde Allah hem Âdem'i (a.s), hem de oğullarını şeytana karşı dikkatli olmaları konusunda uyarmıştı. Şeytanın düşmanlığına dikkat çekmişti [7][8] Hatta cennetten dünyaya yolcu ederken onlara şunu söylemişti:
"Size benden her hidayet geldiğinde kim benim hidayetime uyarsa o sapmaz ve sıkıntıya düşmez. Ama kim benim öğüdümden yüz çevirirse onun için dar bir geçim vardır ve kıyamet günü kendisini kör olarak süreriz..." [9]
“Allah yarattığı her insana yolu göstermiş ve şükretme ile nankör olma arasında imtihan için serbest bırakmıştır [10]
Onları iyiliğe teşvik etmenin ötesinde bir baskıda bulunmamıştır.” [11]Ayrıca iman ve kardeşlik yolundan sapacak olanların cezalandırılacağını her çağda insanlara iletmiştir. [12]
Ama Âdemoğulları bu uyarıları gözardı etmiş, azmış ve Âdem'e (a.s) ait baba ocağını terketmişlerdir. Henüz. Âdem'in iki oğlu arasında öldürmeyle sonuçlanan bir kavga yaşanmıştır. [13] Kabilin bencilliği yüzünden kardeşine el kaldırmasına karşın Habilin:
"Andolsun eğer öldürmek için bana elini uzatırsan, seni öldürmek için ben sana elimi uzatmam. Çünkü ben âlemlerin Rabbinden korkarım. İsterim ki sen benim günahımı da kendi günahını da yüklenip cehennemlik olasın. Zalimlerin cezası budur" [14] demesi, çok ilginç bir kardeşlik göstergesidir. Allah'ın her defasında
"Açık deliller geldikten sonra parçalanıp muhalif olanlar gibi olmayın..." [15]
uyarısına rağmen insanlar neredeyse küfür ve azgınlıkta tek millet olma riskiyle karşı karşıya kaldılar. [16] Şeytan onları yoldan çıkardığı halde kendilerini doğru yolda sandılar. [17]
Böylece, kardeşlik düşmanlığa dönüşmekle kalmadı, aynı zamanda insanlıkta aslolanın kardeşlik değil de düşmanlık olduğu sanılmaya başlandı. İnsanlar sadece Allah'a kul olsunlar diye yaratılmışken parçalama ve parçalanmanın temsilcileri, Allah'a kulluğa çağıranları bölücülükle suçladılar [18] Oysa İslam'a çağrı, bir öze dönüş çağrısıdır. Evi terketmiş kardeşe, "yuvaya dön" çağrısından başka bir şey değildir. Bölücülükse Allah'ın kendisine biçtiği misyonu terkeden, böylece İblisin elinde oyuncak olan sapkın kardeşlerin zavallı tavrıdır. Bu sebeple zalime bile yol göstererek iyilik yapmamız istenmektedir. [19]
[1] Secde: 32/7/9.
[2] Furkan: 25/54.
[3] İsra: 17/26-27.
[4] Yunus: 10/19.
[5] Bakara: 2/213.
[6] Nahl: 16/4.
[7] Taha: 20/117.
[8] Yasin: 36/60.
[9] Taha: 20/123, 124.
[10] İnsan: 76/2,3.
[11] Bakara: 2/253.
[12] Nisa: 4/115, 116, 119.
[13] Maide: 5/27-31.
[14] Maide: 5/27-31.
[15] Ali-İmran: 3/105.
[16] Zuhruf: 43/33, 34.
[17] Zuhruf: 43/37.
[18] Mümin: 40/26. Araf: 7/127.
[19] Buhari, mezalim, 4. Tuncer Namlı, Ahlaki Kavramlarda Anlam Arayışı 1, Fecr Yayınları: 63-66.