Bu Blog içinde Ara

11 Haziran 2012 Pazartesi

Tefrika Değil, Kardeşlik

Tefrika Değil, Kardeşlik


İnsanın kendini koruma refleksi, özü itibariyle başkalarını ko­ruma ve kollama zorunluluğunu beraberinde getiriyor. Baş­kalarına zarar vermesi de yine kendi varlığını tehlikeye sok­ması anlamına geliyor. Çünkü insan hayatta akraba olması­nın ötesinde yaratıldığı hammaddeler itibariyle dahi akraba ve kardeştir. Kendisinin değil bir başka gücün irade ve gü­cüyle varolmuştur. Bu irade ve gücün sahibine bağımlı olma­sı nedeniyle kaderde kardeştir.
O güç; insanı bir maddeden değil, bir çok nesnenin terkibin­den ve çeşitli aşamalardan geçirerek yaratmıştır. Bu yaratma serüveni, önce çamur, sonra bir sıvı özü olarak gelişti ve dü­zenlendi. Bu da yetmiyordu. Şayet yetseydi bütün bataklıkların, insan ocağı olması gerekirdi. Yaratan ona kendi ruhundan üf­ledi. Görme, duyma ve düşünme gibi hasletler verdi. [1]
Bu demektir ki insan aslında tabiatın çocuğu olduğu kadar Allah'ın yakını ve gözdesidir.
Zayıflığı nedeniyle insan, sadece tabiata ve ilahi Ruha değil, aynı özden yaratıldığı insan kardeşine de bağımlıdır. İnsan insanın hem sebebi hem sonucudur. Çünkü insanın yaratıl­dığı su, saf yağmur suyu veya dere suyu değil, başka iki insanın özümsemesinden geçmiş ve insanı var kılma aşkına dönüşmüş bir sudur. Ve bu özel su, insana dönüşürken soy sop sahibi olma vasıflarını da kazanmaktadır. [2]
Daha da açık bir ifadeyle insanın varoluşu, Allah'ın müdaha­lesini ve tabiattaki bir çok etkenin reaksiyona girmesini ve de insanın insanla ilişkisini zorunlu kılmaktadır. Âdem'in (a.s) ilk çocukları da bugünkü torunları da bir anne ve babadan dün­yaya gelmektedir. Bunun anlamı, her çağda insana "Âde­moğlu" diye hitab edilmesini mümkün kılan bir akrabalık iliş­kisidir ki bu, en geniş anlamıyla dikey olarak bir dede-torun ilişkisini ve yatay olarak da kardeşlik ilişkisini gündeme ge­tirmektedir. Ayrıca bu ilişkiler ağı, bir defaya mahsus olmuş bitmiş bir olay değildir. Âdem ve Eşinin topraktan yaratılma­sı gibi bugün insanın varlığı da toprak ve su ürünlerine bağımlıdır.
İnsanın; Allah, tabiat ve insana bağımlılığı, sadece varlık dünyasına çıkma aşamasıyla sınırlı değildir. Varlığını devam ettirirken ve hayatının öbür dünyadaki devamında da bu ya­kınlık ve zorunlu ilişki devam etmektedir. Tabiatla içice, in­sanla yanyana ve Allah'a muhtaç vaziyette sürüp gider bu serüven. Toprağa tohum atar meyve afır, insana el uzatır gö­nül alır, Allah'a el açar sevap alırız. Topraktan el çeker yok­sul, insandan el çeker yalnız, Allah'tan el çeker yarınsız kalı­rız. Her üçünün aleyhinde bulunmamız ise helakimiz olur. Bu sebeple ilahi din, beşerin Allah'la, tabiatla ve insanla barışık olmasını istemektedir. Çünkü hayat, bu sulhun üzerine kurul­muştur. Bunun zıddı fesaddır, fesadın kökeninde ise şeyta-nizme meyletme vardır. Akrabasına iyilik etmeyip de varlığını saçıp savuranlar şeytanla kardeş olurlar [3]Bu sorun insanın en temel sorunudur.
"İnsanlar sadece bir tek ümmetti fakat ayrılığa düştüler. Eğer Rabbinden bir söz geçmemiş olsaydı ayrılığa düştükleri ko­nuda hemen aralarında hüküm verilirdi"  [4]
"İnsan­lar bir tek milletten başka bir şey değildi. Allah nebileri müj­deci ve uyarıcılar olarak gönderdi. Ama aralarındaki kıs­kançlık yüzünden ayrılığa düştüler" [5]
Bu ayetle­rin açıkça ifade ettiği gibi insanlar tek toplumdu ve ilk ihtilafı insan başlattı. Kendisini bir sudan yaratana hasım oldu. [6]
Gerek cennette ve gerekse cennet sonrası dönemde Allah hem Âdem'i (a.s), hem de oğullarını şeytana karşı dikkatli ol­maları konusunda uyarmıştı. Şeytanın düşmanlığına dikkat çekmişti [7][8] Hatta cennetten dünyaya yol­cu ederken onlara şunu söylemişti:
"Size benden her hida­yet geldiğinde kim benim hidayetime uyarsa o sapmaz ve sı­kıntıya düşmez. Ama kim benim öğüdümden yüz çevirirse onun için dar bir geçim vardır ve kıyamet günü kendisini kör olarak süreriz..."  [9]
Allah yarattığı her insana yolu göstermiş ve şükretme ile nankör olma arasında imtihan için serbest bırakmıştır [10]
Onları iyiliğe teşvik et­menin ötesinde bir baskıda bulunmamıştır.” [11]Ay­rıca iman ve kardeşlik yolundan sapacak olanların cezalan­dırılacağını her çağda insanlara iletmiştir. [12]
Ama Âdemoğulları  bu uyarıları gözardı etmiş, azmış ve Âdem'e (a.s) ait baba ocağını terketmişlerdir. Henüz. Âdem'in iki oğlu arasında öldürmeyle sonuçlanan bir kav­ga yaşanmıştır. [13] Kabilin bencilliği yüzünden kardeşine el kaldırmasına karşın Habilin:
"Andolsun eğer öl­dürmek için bana elini uzatırsan, seni öldürmek için ben sa­na elimi uzatmam. Çünkü ben âlemlerin Rabbinden korka­rım. İsterim ki sen benim günahımı da kendi günahını da yüklenip cehennemlik olasın. Zalimlerin cezası budur" [14] demesi, çok ilginç bir kardeşlik göstergesidir. Al­lah'ın her defasında
"Açık deliller geldikten sonra parçalanıp muhalif olanlar gibi olmayın..." [15]
 uyarısına rağmen insanlar neredeyse küfür ve azgınlıkta tek millet ol­ma riskiyle karşı karşıya kaldılar. [16] Şeytan on­ları yoldan çıkardığı halde kendilerini doğru yolda sandılar. [17]
Böylece, kardeşlik düşmanlığa dönüşmekle kalmadı, aynı za­manda insanlıkta aslolanın kardeşlik değil de düşmanlık ol­duğu sanılmaya başlandı. İnsanlar sadece Allah'a kul olsun­lar diye yaratılmışken parçalama ve parçalanmanın temsilci­leri, Allah'a kulluğa çağıranları bölücülükle suçladılar [18] Oysa İslam'a çağrı, bir öze dönüş çağrısıdır. Evi terketmiş kardeşe, "yuvaya dön" çağrısından başka bir şey değildir. Bölücülükse Allah'ın kendisine biçtiği misyo­nu terkeden, böylece İblisin elinde oyuncak olan sapkın kar­deşlerin zavallı tavrıdır. Bu sebeple zalime bile yol göstererek iyilik yapmamız istenmektedir. [19]


[1] Secde: 32/7/9.
[2] Furkan: 25/54.
[3] İsra: 17/26-27.
[4] Yunus: 10/19.
[5] Bakara: 2/213.
[6] Nahl: 16/4.
[7] Taha: 20/117.
[8] Yasin: 36/60.
[9] Taha: 20/123, 124.
[10] İnsan: 76/2,3.
[11] Bakara: 2/253.
[12] Nisa: 4/115, 116, 119.
[13] Maide: 5/27-31.
[14] Ma­ide: 5/27-31.
[15] Ali-İmran: 3/105. 
[16] Zuhruf: 43/33, 34.
[17] Zuhruf: 43/37.
[18] Mü­min: 40/26. Araf: 7/127.
[19] Buhari, mezalim, 4. Tuncer Namlı, Ahlaki Kavramlarda Anlam Arayışı 1, Fecr Yayınları: 63-66.