Bu Blog içinde Ara

23 Haziran 2012 Cumartesi

BATINI (KALBİ) HASTALIKLAR

BATINI (KALBİ) HASTALIKLAR



"Davetçinin Nefsî Özellikleri" bölümünde, davetçilerin gerçek­leştirmesi gereken sıfatların en önemlilerini zikretmiştik. Bunlar: İman, ihlas, cesaret, sabır ve fedakarlık.
"Davetçinin Ruhî Hayan" bölümünde takvaya götüren yolun; murakabe, muahede (söz verme), muhasebe, muakabe (cezalan­dırma) ve mücahede (cihad etme) olduğundan bahsetmiştik.
"Davetçinin Ahlakı" bölümünde davetçilerin; sıdk, emanet, hiîm (yumuşaklık ve anlayışlılık), tevazu ve kerem (cömertlik) gibi ahlaki özellikleri donanmadıkça kalpleri fethetmeleri, nefisler üzerinde yaptırım gücüne sahip olmalarının asla mümkün olmadığını beyan etmiştik.
Bahsetmiş olduğumuz bu özellikler, peygamberlerin sıfatların­dan, davetçilerin ve mürşitlerin özelliklerinden, muttaki ve salih kulların şjarlanndandır. Her kim bu özelliklere sahip olursa, o kimse gerçekten çok büyük bir nimete kavuşmuş demektir.
Yakin derecesinde bir gerçek şudur ki, ne zaman bir davetçi bu güzel özelliklere sahip olur ve şahsiyetini bu yüce değerler doğrul­tusunda oluşturursa, -Allah'ın yardımıyla- nefsi afetlerin tamamın­dan emniyette olmuş olur. Bunun da ötesinde daimi olarak kemal noktasına doğru ilerler ve yücelik merdiveninde mütemadiyen
yükselir.
Davetçi, daha henüz oluşum ve ıslah merhalesindeyken her­hangi bir beşeri zayıflık kendisine isabet edebilir, yahut kalbi hasta­lıklardan bir hastalığa, nefsi afetlerden bir afete yahut da şeytanın tuzaklarından bir tuzağa maruz kalabilir. Bunun sonucu olarak da, hidayetten sonra dalalete, ihlastan sonra riyakarlığa, uyanıştan son­ra gaflete, yumuşaklıktan (hiim) sonra kızgınlığa, yakinden sonra tereddüde, cömertlikten sonra cimriliğe, ümitten sonra ye'se, atıl­ganlıktan sonra suskunluğa, cesaretten dolayı korkaklığa, sabırdan sonra acze ve tevazudan sonra kibre düşebilir.
Eğer davetçi, -Allah korusun- bu hastalıklardan bazılarına yaka­lanacak olur ve bunlardan kurtulmak için elini çabuk tutmazsa, o kimsenin başına gelmesinden korkulabilecek en kötü şey, davasın­da sebat ettikten sonra ayağının kayması ve davet yolunda dökülen­lerden olması, hatta İslâm dairesinin tamamen dışına çıkmasıdır. Daha da kötüsü kişinin içine düştüğü tehlikenin farkında olmayıp günden güne artmasıdır.
Bütün bunlardan dolayı davetçilerin karşılayıp davet yolundan kendilerini alıkoyabilecek bu tür tehlike ve tuzakların en Önemlile­rini bu bölümde İşlemeyi uygun gördüm. Umulur ki bu anlatacakla­rım davetçiler İçin bir hatırlatma ve bazı hakikatleri görmelerine vesile olur. Böylece İslâmi çalışma yaparken, herhangi bir tembellik, duraklama, ümitsizlik ya da dünya sevgisi gibi hastalıklara yakalan­madan, İslâm'ın lezzetini yeniden tatma noktasında iman ve azimle ne yaptıklarının şuurunda olarak istikamet üzere davet yolunda berdevam olurlar.
Davetçilerin yakalandığı hastalıklann en önemlilerinin şunlar ol­duğu kanaatindeyim.
a. Riya    
b. Nifak fi   
c. Ucub (Kendini beğenme)
d. Gurur
e. Kibir
f. Kin ve Hased
g. Böbürlenme ve cimrilik h. Mal ve Makam sevgisi
Bu kalbî ve nefsî hastalıkların her birisi üzerinde tek tek etraflıca durmaya çalışacağız. İnşallah niyetimiz Allah'ın nzasıdır. Başarıyı sadece ondan ümit ederiz.[1]

RİYA


Riya, ahiret için yapılması gereken bir ameîi insanlar içerisinde belli bir yer ve saygınlık kazanmak maksadıyla yapmaktır. Namaz kılan, oruç tutan, zekat veren, hacca giden, cihad eden ve Kur'an okuyan bir kimse ki, bütün bunları sadece insanlann kendisini göz­lerinde büyütüp övmeleri, kendisine inanıp ikramda bulunmaları için yapıyorsa, işte bu kimse aslında riyakann ta kendisidir.
Peygamber (s.a.v.) riyayı "küçük şirk" veya "gizli şirk" olarak i-simlendirmiştir. Riyayı, amelleri boşa çıkaran felaketlerden biri saymıştır.
Tevhid halkasını boynuna geçiren ve Allah'ın Rab olduğuna i-man eden bir davetçi nefsini riya hastalığından korumak için çok büyük bir itina gösterir. Zira, bilir ki, riyakar bir kimse ibadet ettiği zaman sanki Allah için değil de insanlar için ibadet etmiş olur. İba­detiyle razı etmek istediği, hoşnutluğunu dilediği kulların Rabbi olan Allah değil de, kulların bizatihi kendisidir.
Bundan doiayı şer'i nasslar (deliller) riyadan şiddetle sakındır­mış, kendisiyle Allah'ın rızası kastedilmeyen ibadetler sonucu riya­karların ne kötü durumlara düşeceklerini açıklamıştır.
Kehf suresinde yüce Allah şöyle buyuruyor: "Rabbine kavuşmayı uman kimse salih amel işlesin ve Rabbine kullukta hiç ortak koşma­sın." (Kehf, 110)
Maun suresinde de Allah Teala şöyle buyurmaktadır:
"Vay o namaz kılanların haline ki onlar kıldıkları namazdan ga­fildirler. Onlar gösteriş yaparlar. Onlar basit şeyleri dahi vermezler."
Müslim, sahihinde Ebu Hureyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiş­tir: Rasulullah (s.a.v.)'in şöyle dediğini işittim:
"Kıyamet günü insanların içerisinde hesabı ilk görülecek olan kimse şehit edilmiş olan bir adamdır. Adam getirilir. (Allah) ona vermiş olduğu nimetlerini hatırlatır, o da onları tanır. (Allah) 'O nimet hakkında ne yapun?' der. O (adam): "Şehid oluncaya kadar senin uğrunda savaştım" der. Allah (c.c.) "Yalan söyledin, sen sana kahraman desinler diye savaştın ve o da denildi." Sonra emreder ve yüzüstü sürülerek cehenneme atılır. Daha sonra ilim öğrenmiş, öğretmiş ve Kur'an okumuş bir zat getirilir. (Allah) nimetini ona tanıtır (gösterir). O da onu tanır. Allah (c.c): "O nimet hakkında ne yaptın" der. O da: "İlim öğrendim ve öğrettim, senin nzan için Kur'an okudum" der. Allah: "Yalan söyledin, sen sana alim, kâri (çok Kur'an okuyan) desinler diye öğrendin ve bu da denildi" der. Sonra emreder ve yüzüstü sürülerek cehenneme atılır. Aynı şey zengin bîr adam için tekrarlanır."
Ebu Davud, sahih bir isnatla Ebu Hureyre'den şöyle rivayet et­miştir: Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdular: "Kendisiyle Allah'ın rızası kazanılmak istenilen bir ilmi her kim dünyalık bir şey elde etmek için öğrenirse, Kıyamet gününde cennetin kokusunu alamaz."
Müslim, Ebu Hureyre'den şöyle rivayet etti. Rasulullah'ı (s.a.v.) şöyle söylerken işittim: "Yüce Allah şöyle buyurdu: "Ben bana şirk koşulan ortakların en zenginiyim. Her kim ki bir amel yapar da bu ameli benimle birlikte bir başkasını da ortak koşarsa, onu şirk koş­tuğu şeyi terk ederim."
İslâm'da riyadan şiddetle men eden, kötülenmiş olan riyakarla­rın feci akıbetlerini anlatan buna benzer daha birçok nass vardır. Nasslardan da anlaşılacağı üzere riya, küçük şirk veya gizli şirktir. Bunun da ötesinde riya, ibadetleri boşa çıkaran, gayretleri neticesiz bırakan, gösterişçiyi İslâm dairesinin dışına çıkanp onu Allah'ın rahmetinden mahrum bırakan çirkin amellerden bir tanesidir.
İmam Ahmed, Taberani ve Beyhaki, Rasulullah'ın şöyle buyur­duğunu rivayet etmişlerdir: "Sizin üzerinize en çok korktuğum şey küçük şirktir. "Ey Allah'ın Rasulü! Küçük şirk nedir?" dediler. Rasulullah: "Riyadır. Kıyamet gününde kulların amellerinin mükafa­tını verdiğinde Allah (c.c.) şöyle der: "Dünyada kendilerine gösteriş yaptığınız kimselere gidiniz ve bakınız bakalım onların yanında hiç­bir mükafat bulabilecek misiniz? "
Riya olan bazı fiiller vardır ki, bunları ancak iman ve ihlas sevi­yesi yüksek takvalı insanlar hissedip farkına varabilirler.
Burada bazı davetçilerin farkında olmadan, iyi iş yaptıklarını zannederken, kendilerini riyaya düşürecek fiillerin en önemlilerini arz etmeye çalışacağız. İnşallah bunlar kendileri için bir uyan ve hatırlatma olur.[2]

Riya Olan Fiillerden Bazdan


1. Bir müslümanın, insanlar önünde namaz kılarken çok dikkatli, rükünleri yerli yerince kılmasına rağmen, yalnız başına kaldığında veya kendi evinde kılarken horozun gagalaması gibi, (hızlı hızlı) ne huşuya, ne de ta'dil-i erkana riayet etmeksizin kılması.
2. Hakkı söyleme, iyiliği emredip kötülükten nehyetme gibi bir özelliği olmayan bir kimsenin, yalnız olduğu zaman hiçbir şey yap­mayıp arkadaşlarının ve kendini tanıyan insanların yanında olduğu zaman, Allah için değil de sırf gösteriş İçin, arkadaşlarının ve diğer insanların takdirini kazanmak ve kendisinden her zaman Övgüyle bahsetmeleri arzusuyla hakkı söylemesi ya da iyiliği emredip kötü­lükten men etmesi.
3. Bir kimsenin salih ve takvalı insanların yanında sessiz ve mütevazi olması, konuşurken sesine hüzün katarak kısık sesle konu­şup zahid bir insan kisvesine bürünmesi. Böyle davranmadaki gaye­si kesinlikle ne Allah nzası, ne de ahiret kaygısı olup, sadece o insanlara çok vera ve takva sahibi olduğunu, tek düşüncesinin ahiret kaygısı olup, ibadetlerine ne kadar da düşkün birisi olduğunu gös­termesi.
4. Bir kimsenin, "falancayı ziyaret etti, falancanın misafiriydi, fi­lancayla tanıştı, falancayı davet etti" desinler diye bazı siyasi, ilmi ve dini konulardaki büyük şahsiyetleri ziyaret etmesi, onları davet edip, ziyafet vermesi. Bütün bunlan yaparken tek düşüncesi insanların övgüsüne mazhar olup belii bir saygınlık kazanmaktır. İster ki insan­lar onun hakkında: "O artık büyük saygıdeğer bir adamdır! İşte şöyle bir makam ve mevki sahibidir vs." desinler. Allah'ın rızası, davanın maslahatı, insanlarla Allah için tanışmak ve onlarla yardım­laşmak ya da Allah için onlara nasihatte bulunmak gibi bir derdi ise asla yoktur.
5. Bir kimsenin evini döşerken, dekore ettirirken, ziyaret edenle­ri hayrete düşürecek bir güzellikte döşetip dekore ettirmesi, misafir ağırlarken, envai çeşit yemekler ikram etmesi.
Bunlan yapmaktaki tek gayesi kendisi hakkında: "Falanca alimin ya da filanca dava adamının eşsiz güzellikte dekore edilip döşenmiş bir evi ve o kadar lezzetli yemekleri var ki bir eşini daha bulmak mümkün değildir" denmesidir. Bu yaptıklarının peygamberlerin zühdüne ve selef-i salihinin yaşantısına ters olduğunu hiç hatırına bile getirmediği gibi bunlan insanların Rabbi için değil de İnsanlar desinler diye yaptığını bîr keredk dahi olsa hatırından geçirmez.
Bazı alim ve davetçilere, onlar farkında olsun ya da olmasın, musallat olup küçük şirk ağına, riya ve gösteriş bataklığına düşüren yani riya olan fiillerle ilgili en önemli örnekleri vermiş olduk.
Davetçi, kendisiyle Rabbi arasındaki her şeyi bir tarafa bırakarak nefsini muhasebeye çekip yaptığı amelleri şöyle bir gözden geçirdi­ğinde; yaptığı işin ta başında ya da o İşi yapma esnasında Allah'ın rızasını değil de insanların rızasını beklemiş olduğunu hissederse, elbette ki hemen Allah'a yönelip tevbe etmeli ve içine düştüğü riyakarlıktan kendini kurtarmalıdır. Gizli şirkin emarelerin üzerinden uzaklaştırmaya çalışıp evinden gösteriş için olan her şeyi söküp atmalıdır. Bir işe başlamadan önce, niyetini düzeltir ve -inşallah-böylece Allah'ın muhlis ve takvalı kullarından birisi olur.[3]

Riyanın Çaresi Nedir?


İslâm'da riyanın çaresi, başlıca şu iki Önemli noktada toplanmak­tadır.
Birincisi: Riyanın köklerinin nefislerden sökülüp atılmasında, İkincisi: Halihazırda kendine arız olan riya vesveselerini anında defetmek şeklinde.[4]

Nefislerden riya köklerinin sökülüp atılması:


Davetçi kardeşimin daha önce de işaret ettiğimiz gibi riyanın; övüîmekten hoşlanmak, eleştirilmekten kaçmak ve insanların nzası-ni kazanmak için çalışmak demek olduğunu bilmesi gerekir. Sahihayn'de Ebu Musa el-Eş'ari'den rivayet edilen hadis buna dala­let etmektedir: Ebu Musa el-Eş'ari şöyle dedi:
"Peygambere (s.a.v.)'e bir adam gelerek Ey Allah'ın Resulü! Bir adam ki kahramanlık için, hamiyet (kavmiyet asabiyeti) için ve riya için savaşıyor, bunlardan hangisi Allah yolundadır?" dedi. Bunun üzerine Allah'ın Resulü şöyle buyurdu: "Her kim ki Allah'ın davası (Allah'ın adı) yüce olsun diye savaşıyorsa, işte o Allah yolundadır."
Adamın sözünün açıklaması şöyledir: Kahramanlık için savaşan" yani methedilip kendisinden bahsedilmesi için savaşan; "hamiyet için savaşan" yani kötülenmek ve ayıplanmaktan korktuğu için sa­vaşan; "asabiyet için yani kabilesinin kavminin şerefi için savaşan; "riya için savaşan" yani gösteriş için savaşan demektir.
İşte bütün bunlann anlamı, mevki-makam sevgisi, övüîmekten hoşlanmak, ayıplanmaktan kaçmak ve insanların rızasını kazanmak demektir... Kimisi vardır övüîmekten hoşlanmaz fakat kötülenmek-ten kaçar... Mesela ayıplanmaktan korktuğu için cesurların içerisin­de sebat eden korkan kimse gibi ya da insanların cahillikle itham etmesinden korktuğu için bilmediği halde fetva veren kendisine alim süsü veren kimsenin hali gibi. İşte bu gibi durumlar insanları riyakarlığa ve yapmacıkhğa teşvik eden sebeplerdendir.[5]

Riyanın tedavisi şu basamakları takip etmekle mümkün olur:


1.  Allah'ın (c.c.) murakabesinin davetçinin gönlünde iyice yer etmesi:
Bu davetçinin Allah Teala'nm Şuara suresinin 218 ve 219. aye­tinde buyurduğu: "O ki (gece namaza) kalktığın zaman seni görü­yor. Secde edenler arasında dolaşmanı da (görüyor)" hakikatini ve Rasulullah'ın (s.a.v.) ihsan nedir diye sorulduğunda söylemiş oldu­ğu "Allah'ı görüyormuş gibi O'na ibadet etmendir, zira sen O'nu görmesen de O seni görüyor" sözünü daima göz önünde bulundu­rup idrak etmesiyle mümkündür. Eğer Allah (c.c.) rızası İçinse, yap­tığı işe devam eder. Eğer riyakarlık için yapıyorsa hemen o işten elini çeker ve niyetini düzeltir. Ve o işe tüm şeytani arzulardan sıy­rılmış olarak ihlasla, sırf Allah'ın rızasını umarak ve yalnızca karşılı­ğını Alemlerin Rabbi'nden bekleyerek azimle yeniden başlar.
2. Devamlı olarak riyakarların akıbetini düşünüp tefekkür etmek: Davetçi; riyanın şu anda ve de gelecekte zararlı olduğunu, dini
ve dünyası için büyük bir tehlike arz ettiğini, türlü sıkıntı ve büyük Çaba sarf ederek yaptığı amelleri yok ettiğini düşündüğü zaman riyadan kaçması ve ondan kurtulması çok kolay olur. Riyaya karşı içerisinde hiçbir arzu ve istek kalmaz. Nasıl ki bir kimse önüne ko­nulan balda zehir olduğunu anlasa ondan kaçar, aynı şekilde sonu­nun tehlike ve helak olduğunu anladığı şeyden de öylece kaçar.
Riyanın sebep olduğu şeyler davetçinin zihninden çıkar mı? Ri­yakarların ahirette karşılaşacaklan azap, üzüntü ve yüz kızartıcı durum hiç unutulur mu? Nefsinin ıslah edilememesi yüzünden kay­bettikleri şeyler, Allah'ın rızası, ruhun aydınlanması, cennetin kaza­nılması ve cehennemden.kurtulunması unutulabilir mi?
Bunlann dışında aynı zamanda dünyada da birçok sıkıntıyla kar­şı karşıya kalacak, nefsi darlanacak, riyakarlık, dünya hırsı, debdebe ve şöhret düşkünlüğü sebebiyle daha pek çok musibet başından hiç
eksik olmayacaktır.
İşte bütün bunların idrakinde olan bir davetçi artık riyadan ta­mamen uzaklaşır ve tüm benliğiyle Allah'a yönelir. Tüm yapacağı işlerde niyetini riya hastalığından korur ve Allah'ın rızasını kazanma aşkıyla çalışır. Allah'a ulaştığı gün ise artık o peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salihler topluluğundan bir ferttir. İşte onlar ne güzel dostturlar.
3. Nefsini, amellerini gizlemeye alıştırmak:
Bu gizlenmesi mümkün olan ameller içindir. Bunları insanların gözünden uzak yerlerde yapar. Bunlar, nafile namazlar, sadaka vermek, Kur'an okumak, Allah'ı zikretmek ve buna benzer amel­lerdir.
Bu ve benzer amelleri gizli olarak yapmak, nefsi açısından daha sağlıklı, dini açıdan daha ihtiyatlı ve riyakarlıktan da uzak tutacak en sıhhatli yoldur. Bununla birlikte yapılacak amelin insanların gözü önünde açıktan yapılmaktan başka çaresi yoksa, mesela ilim öğ­renmek ve öğretmek, camide cemaatle namaz kılmak, hacc fariza­sını yerine getirmek ya da i'la-yı kelimetullah[6] için cihada çıkmak vb. gibi durumlar. Bu gibi durumlarda bir kimsenin riya korkusuyla bu tür bir ameli terk etmesi şer'an caiz değildir. Aksine yapması üzerine farzdır. Bu arada riyayı kendisinden uzaklaştırmaya çalışma­lıdır. Riyadan kurtulabilmek için her şeyden önce niyetini düzeltme­li ve Allah'a yönelmelidir. İhlas ve istikamet üzere olabilmek için Allah'tan yardım istemelidir...
Devamlı surette Allah'a sığınıp ondan yardım dilemelidir... Allah (c.c.) hiçbir dua edenin duasını geri çevirmez ve hiçbir isteyenin isteğini karşılıksız bırakmaz.
Davetçi kardeşlerim! Sizlere riyanın kalplerden sökülmesinde ve nefislerden kopanlmasındaki atılması gerekli adımların en önemlile­rini sunmaya çalıştım. Allah'ın izniyle "Allah'tan korkanlar, kendilerine şeytandan gelen bir vesvese dokunduğu zaman (Allah'ın emir ve yasaklarını) hatırlar, hemen gerçeği görürler." diye Kur'an'da vasfedilen bu özellikteki insanlardan olabilmek için var gücünüzle çalışıp gayret edin.
4. Halihazırda arız olan riya vesvesesini hemen defetmek:
Davetçi kardeşim! Şunu iyi biiesin; Eğer riyanın köklerini kalbin­den sökmek için nefsinle savaştıysan, kafanın bir köşesinde riyakar­ların gidişatının ve akıbetlerinin ne kadar feci olduğunu yazdıysan, açık ve gizli hallerinde Allah'ın murakabesinde olduğunu unutma-dıysan ve mümkün olduğu kadar amellerini gizlemeye neftini alış-tırdıysan hiç şüphesiz riya senden uzaklaşır ve vesveseleri de sen­den kesilir... Böylece Allah katında seçkin ihlaslı ve temizlenmiş muttaki kullardan olursun.
Fakat bu arada şunu da unutmamak gerekir ki; Allah'ın rüsvay ettiği şeytan, devamlı surette seni gözetlemektedir. Hİç şüphesiz nefs-i emmare'nin vesveseleri seni zaman zaman tekrar riyaya dön­dürmeye çalışacak ve insanların övüp methetme şehveti zaman zaman sana yeniden musallat olabilecektir. İşte böyle riyanın tekrar musallat olup vesvese verdiği durumlarda yapılması gereken amel nedir?
Bu durumda yapılacak iş hemen bu vesveseleri defetmek, on­lardan kurtulmaktır. Bu da insanın kendi kendine şu şekilde sorma-sıyîa mümkündür: "Halimi bilen yalnızca Allah'tır, tüm amellerimi gören de yine O'dur. Öyleyse insanların benim yaptıklarımı bilip bilmemelerinin benim için ne önemi vardır? Kulların benim ibadet­lerimi görüp görmemeleri bana ne kazandıracaktır? Madem ki ben Allah için çalışıyorum. Onun rızasını istiyorum, onun cennetini ve sevabını arzuluyorum. Öyleyse insanların bilip bilmemesinin ne kıymeti vardır."
Eğer methedilme hastalığına meyleder ve nefsinde insanların seni övmesi arzusu oluşursa, hemen nefsine riyanın afetlerini, riya­karların sonlarını, cehennemdeki hallerini ve mahşer gününde karşı karşıya kalacakları o dehşet verici durumları hatırla...
Eğer gerçekten inanmış uyanık bir mü'minsen, hemen riyaya karşı olan rağbetin onu kerih görmeye, ona karşı olan arzun anında nefrete dönüşecektir. Böylece anında riyanın tehlikelerinden ve nefsi emmarenin vesveselerinden kurtulmuş olacaktır. İman üzere sabit kılacak ve ihlaslı olmaya muvaffak edecek olan ve bize bu konuda yardımcı olan Allah'tır (c.c.).[7]

Davetçinin Aradığı Sorular


1. Bazen davetçi kendi kendine sorar, herhangi bir amel işlese ve bundan kasıt sadece Allah nzasi olsa ve daha sonra İnsanlar kendisinden bahsetmeye ve onu övgüyle anmaya başlasalar ve bundan dolayı da kendisinde bir sevinç oluşsa, acaba bu hoşlanma ve sevinç riyakarlık sebebiyle midir?
Madem ki onun niyeti halistir ve sırf Allah rızası için ihlaslı olarak yapmıştır. Bununla birlikte insanlar yaptığı bu güzel amelleri öğ­renmiş ve sonuçta onu methetmeye ondan övgü ile bahsetmeye başlamışlar. Onun bu güzel haberlerini başka insanlara da anlatır­lar... Bütün bunların sonucu olarak da onda bir sevinç oluşur... İşte bu oluşan sevinç ve mutluluğun riya ile hiçbir ilişkisi yoktur. Bilakis sahih bir hadisle de sabit olduğu üzere mü'minin dünyada elde edeceği sevinç ve mutluluktur. Müslim'in Sahihi'nde Ebu Zerr'den (r.a.) rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Ebu Zerr şöyle anlatıyor: Rasulullah'a (s.a.v.) şöyle denildi: Hayır bir iş işleyip daha sonra da insanların kendisini Övdüğü bir adamın durumu nedir? Şöyle bu­yurdular: "İşte bu, mü'mine dünyada verilen müjdedir (mutluluk­tur)."
Yunus süresindeki Cenab-ı Hakkın sözünün manası da işte bu­dur: "İyi bilin ki, Allah'ın dostlarına korku yoktur; onlar üzülmeye­ceklerdir. Onlar Allah'a inanmış ve O'na karşı gelmekten sakınmiş-lardır. Dünya hayatında da, ahirette de müjde onlaradır. Allah'ın sözlerinde hiçbir değişme yoktur: Bu büyük bir kurtuluştur." (Yu­nus, 62-64)
Bununla birlikte eğer sevinçte ölçü kaçırılır, mutluluk daha işi yapmadan önce meydana gelir ve kişinin tüm derdi insanlann yap­tığı işi görüp kendini övmeleri, kendini büyütmeleri, böylece ihti­yaçlarını karşılamış olmak için ise, elbette ki bu riyanın ta kendisidir. Allah (c.c.) bizi ondan korusun.
2. Bazıları da şöyle sorarlar, bir davetçi kendinin ihlaslı olarak çalışacağına kanaat getiremiyorsa, İslâmi çalışma yapmaktan el etek Çekip davayı tebliğ etmekten vazgeçebilir mi?
Daha Önce de zikri geçtiği gibi bazı ameller vardır ki, bunların gizli yapılması mümkün değildir. İlim öğrenmek ve öğretmek, ce­maatle kılman namazlar, davetin (davanın) tebliği, iyiliği emredip kötülükten menetmek, Allah yolunda cihad etmek gibi... Bilindiği gibi bu ve buna benzer amelleri bir müslümanm gizli değil açıktan yapması gerekir.
İslâm mesajını sunmaktan ve daveti tebliğ mesuliyetini yerine getirmekten alıkoymak için bazan şeytan gelir ve çeşitli vesveselerle davetçiye musallat olur. Davetçiye, tüm toplantılarında, bir araya gelmelerinde, verdiği konferans ve yolculuklarında hep riya tehlike­siyle karşı karşıya olduğu, övülme ve methedilme hastalığına yaka­landığı vesvesesini verirler! ..
Davetçiler, riyanın afetlerine maruz kalmayı, övülme ve methe­dilmeden hoşlanmayı delil olarak ileri sürerek İslâm'ın izzeti için yapılması gereken farz olan çalışmaları, emr-i bi'1-maruf ve nehy-i ani'l münker[8] vecibesini ve davet mesuliyetini terk ederlerse, insanları hayır üzere kim toplayacak? Düşmanların meydan okuyuşlarına kim karşılık verecek? Allah'ın dini yüce olsun diye, dili ve bedeniyle kim cihad edecektir?
Elbette ki, ortada hiç kimse kalmayacaktır. Çünkü her davetçi beşer olması hasebiyle nefti emmarenin tuzakları ve şeytanın güna­ha götüren vesveseleriyle karşı karşıya kalmak durumundadır. İslâm için çalışan herkes bazan kuvvetli olur, birçok keresinde ise zayıf düşer. Bunun tehlikesi ortadadır. Bu beşerin tabiatında varolan bir gerçektir. Davetçi madem ki bir melek ya da günahlardan korun­muş bir peygamber olmayıp bir beşerdir; Öyleyse onun hataya düşmesi ya da bazan günaha girmesi gayet muhtemeldir, doğaldır. Ama hataya düştüğü zaman veya bir günah işlediğinde yapması gereken hemen nasuh bir tevbe ile tevbe etmesidir. Böyle tevbe ettiği zaman anasından doğduğu an gibi günahsız olur. îbn-i Mace ve Tirmizi'nin rivayet ettiği hadisi şerifte Hz. Peygamber (s.a.v.) ne güzel söylemiştir: "Ademoğlu çok hata işleyicidir. Çok hata işleyen­lerin en hayırlısı ise çokça tevbe edenlerdir."
Davetçiye deriz ki; Allah'ın bereketiyle davanın tebliğine devam et. İslâm için çalış, nefsin dürtüleri, methedilme isteği ve şeytanın vesveseleri seni mesuliyetini yerine getirmekten asla geri koymasın. Sana düşen bir işe başlamadan Önce niyetini halis kılman ve o işi yaparken de daima Allah'ın gözetiminde olduğunu haürlamandır. Bu işi bitirdikten sonra seninle Rabbin arasında halvetler olacaktır. Yani Rabbinle başbaşa kal ve kendi nefsine sor: Bu yaptığım iş Allah için miydi? Sadece ve sadece onun rızası için mi yaptım? İnsanları davet ettiğim şeyde muhlis miydim?
Eğer bu soruların cevabı müspetse, Allah'a hamdet ve O'ndan daha da fazlasını dile. Eğer cevapların olumsuzsa o zaman Allah'a tevbe et. Allah'a davet etmeye devam et ve bu arada nefsinle de­vamlı mücadele et. İnşallah en nihayetinde sen de Allah'a davet eden ihlaslı davetçiler ve Allah'tan korkan ilmiyle amil muttaki a-limlerin makamına erişirsin.
"Davetçinin Ruhaniyeti"bölümünün "Muhasebe" konusu altında daha önce zikrettiğimiz gibi her müslümanm günün başlangıcında nefsini hesaba çektiği bir vakit olmalıdır. Niyetini düzeltme, ihlas ve hakların yerine getirilmesi hususunda kendi kendine söz vermelidir. Aynı şekilde gün bitiminde de nefsini, yaptığı tüm şeylerden dolayı muhasebeye çekeceği bir vakit olmalıdır. Eğer sonuç hayırlıysa, kendini buna muvaffak kılan Allah'a hamdetmeli ve O'ndan ayakla­rını sabit kılması ve nimetini arttırmasını istemelidir. Eğer bunun aksi olursa, hemen sadık bir tevbeyle tevbe etmeli, yaptığından dolayı pişmanlık duyup af dilemelidir. Tekrar aynı hataya dönme­mek üzere Allah'a söz verip-O'ndan kendisini istikamet üzere mu­hafaza etmesini ve güze! bir ölümle katına almasını dilemelidir. Ayet-i Kerimenin yönlendirmesi de bu meyandadır: "Ey inananlar! Allah'tan sakının, herkes yarma ne hazırladığına baksın; Allah'tan sakının, çünkü Allah işlediklerinizden haberdardır." (Haşr, 18)
Hulefa-i Raşidin'den Ömerü'l-Faruk hazretlerinin şu sözleriyle kastettiği mana da budur: "Hesaba çekilmeden önce nefislerinizi hesaba çekin, (amelleriniz) tartılmadan önce siz onları tartın. Büyük arz (hesap) gününe hazırlanınız."
"Ey insanlar! O gün siz huzura alınırsınız, hiçbir şeyiniz gizli kalmaz." (Hakka, 18)
Davetçi kardeşim! Nefis tezkiyesi ve riyadan kurtulmak için nef­sini terbiye etme bahanesiyle İslâm'ın izzeti için çalışmaktan, dave­tin tebliğ mesuliyetini eda etmekten asla geri durmayasın. Bundan şiddetle sakın. Zira İslâm aleyhine pek çok planın yapıldığı her nok­tada İslâm'a saldırıldığı bir asırda böyle bir tavır içerisine girmek, Allah'ın dinini yüce kılma noktasındaki daha büyük bir vazifeden alıkoyan şeytani bir tuzağa düşmek demektir.
Davetçi kardeşim! Sen Allah yolunda cihad ve onun davasını tebliğ etmeye azim içerisinde devam et. Nefsini devamlı hesaba çek. Rabbini bir an oîsun unutmamaya çalış. Çalışmam bereketlen­direcek olan O'dur. Senin günahlarını affedecek, seni tüm hata ve yanlışlardan koruyacak oîan, seni hak üzere sabit kılacak olan yal­nızca O'dur.
3. Başka birileri de şöyle sorarlar: Bir davetçi, teheccüd kılan, oruç tutan, Allah'ı zikredip istiğfar eden salih insanlarla birlikte ol­duğu zaman -adeti olmadığı halde- onlarla birlikte gayrete gelip ibadetlerini artırsa bu yaptığı riyakarlık mı olur?
Salih insanlarla birlikte olduğunda ibadetlerini -normalde böyle yapmadığı halde- çoğaltsa, bu yaptığı asla riya değildir. Zira her müslüman nafile ibadetleri arttırmayı, taat ve ibadetini fazlalaştır-mayı arzu eder. Fakat meşgaleler ve çıkan engeller yüzünden buna muvaffak olamaz. Ne var ki Rabbani, ibadetlerine düşkün, tümüyle kendisini Allah'a ibadete adamış salih mü'minlerle bir araya topla­nırlar. O zaman onlardan kuvvet alıp onlar gibi çokça ibadet etme­ye başlarlar. İşte bu gibi durumlarda şeytanın vesvese verip riyakar­lığı ona güzel gösterebilir. Mesela kalbine şöyle şeyler doğabilir: "Eğer her zamankinden farklı ibadet edersen, insanların önünde nafile ibadetlerini artmrsan riyakarlık yapmış olursun. "Böyle bir durumda davetçinin, şeytanın aldatıcı vesveselerine kulak asmayıp özellikle kendi niyetinin salih oluşuna ve gayesinin Allah rızası oldu­ğuna bakması gerekir. Eğer o kendileriyle birlikte oturduğu salih insanlardan kuvvet alarak ibadet ve taatmı artırmak isterse, dikkat etmesi gereken nokta budur.
Şu sözün sahibi (Allah'ın rahmeti üzerine olsun) ne güzel söyle­miştir:
"Onlar gibi olamasanız da onlara benzeyin, Zira büyüklere benzemek elbette ki kurtuluştur." Buhari ve Müslim'in Ebu Hureyre'den (r.a.) rivayet ettikleri ha­disi şerif de bu söylediklerimize bir delildir: "Hiç şüphesiz Allah Teala hazretlerinin zikir meclislerini arayan fazilet sahibi gezici me­lekleri vardır. Zikir olan bir meclis buldukları zaman onlarla birlikte otururlar. Melekler kanatlarını birbirlerine değecek şekilde öyle bir açarlar ki, yeryüzü İle sema arasını doldururlar. Onlar (zikreden insanlar)   dağıldığı   zaman   melekler   de   semaya   yükselirler; (Rasulullah) buyurdu ki:
"Allah en iyi bilen olduğu halde onlara (meleklere) sorar: "Ne­reden geldiniz? "Onlar da: "Yeryüzünde seni teşbih eden, tekbir, tehlil, getiren, sana hamd edip senden yardım isteyen kullarının yanından geldik." (Allah): "Benden ne istiyorlar?" der. (Onlar): "Senden cennetini istiyorlar." derler. Allah: "Onlar cennetimi gördüler mi?" diye sorar. Onlar: "Hayır ey Rabbimiz" derler. Allah: "Eğer cennetimi görselerdi nasıl olurdu?" der. Onlar: "Sana daha büyük bir iştiyakla yalvarırlardı" derler. Melekler: "Sana sığınıyorlar" dediler. Allah: "Bana neden sığınıyorlar?" der. "Ateşinden (cehen­nem) EyRabbimiz" derler. "Onlar cehennemimi gördüler mi?" der. "Hayır" dediler. "Ya ötesini görselerdi nasıl olurdu?" Melekler: "Da­ha bir iştiyakla cehenneminden korkarlardı" derler. Melekler: "Sen­den mağfiret diliyorlar" dediler. Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Bu­nun üzerine Allah şöyle der: "Onları affettim, istediklerini onlara verdim, sığındıklarından da onları korudum."
Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Bunun üzerine melekler, "Rabbimiz, onların içinde çok günahkar, falanca var, oradan geçi­yordu (da) onlarla birlikte oturdu." Rasulullah (s.a.v.) "Bunun üze­rine Allah (c.c.) şöyle buyururdu: "Onu da affettim. Onlar öyle bir topluluktur ki, onlarla birlikte oturan onlardan ayrı tutulamaz" bu­yurdular.
Hadis-i şerifin de işaret ettiği gibi, çok günahkar birisi dahi, Al­lah'ı zikredip ona yalvaranlarla birlikte olması sebebiyle Allah'ın mağfiretine nail oluyorsa, zaten kendisi salih olan, davranışlan isti­kamet üzere olan, onlarla birlikte olmaktan kuvvet alarak ibadet ve taatını fazlalaştırmak isteyen kimsenin hali nice olur. Elbette ki onun sevabı daha fazla, Allah'ın rahmet sağanağından istifadesi daha da büyük olur.
Anlattıklarımızdan da ortaya çıktığı gibi, salih insanlarla birlikte olma vesilesiyle ibadetlerini artıran ve ibadetlere karşı daha da gayrete gelen kimsenin bu yaptıklarıyla riyakarlığın uzaktan yakın­dan hiçbir alakası yoktur. Asıl olan o insanın niyetinin salih, gayesi­nin de Allah nzasi olmasıdır.
Allah, davetçileri ve İslâm davası için gayret eden diğer tüm in­sanları riyadan ve onun tehlikelerinden korusun. Yaptıklan tüm İbadetleri Allah kendi rızası için yapılan halis amellerden eylesin. Allah karşılık verenlerin en hızlı ve en hayırlı olanıdır.[9]



[1] İslâm Davetçilerine, Prof.Dr. Abdullah Nasıh Ulvan, Karınca Yayınları, 1/ 16-18.
[2] İslâm Davetçilerine, Prof.Dr. Abdullah Nasıh Ulvan, Karınca Yayınları, 1/ 19-21.
[3] İslâm Davetçilerine, Prof.Dr. Abdullah Nasıh Ulvan, Karınca Yayınları, 1/ 21-23.
[4] İslâm Davetçilerine, Prof.Dr. Abdullah Nasıh Ulvan, Karınca Yayınları, 1/ 23.
[5] İslâm Davetçilerine, Prof.Dr. Abdullah Nasıh Ulvan, Karınca Yayınları, 1/ 23-24.
[6] Allah'ın dinini yüce kılmak.
[7] İslâm Davetçilerine, Prof.Dr. Abdullah Nasıh Ulvan, Karınca Yayınları, 1/ 24-27.
[8] İyiliği (Allah'ın emrettiklerini) emredip, kötülükten (Allah'ın yasakladıkla­rı) menetmek
[9] İslâm Davetçilerine, Prof.Dr. Abdullah Nasıh Ulvan, Karınca Yayınları, 1/ 27-32.