Bu Blog içinde Ara

21 Haziran 2012 Perşembe

MÜFESSİRLERİN HAYATI

MÜFESSİRLERİN HAYATI

Sahabeden Meşhur Olan Müfessirler


Suyutî "e!-ltkan" isimli eserinde demiştir ki: Sahabeden tefsirde şöhret kazananlar on kişidir: Dört halife, lbn-i Mes'ud, îbn-i Ab­bas, Ubeyy b. Ka'b, Zeyd b. Sabit, Ebu Musa el-Eş'ari, Abdullah b. ez-Zübeyr.
Dört halifeye gelince, kendisinden en çok tefsir rivayet edilen Alî b. Ebu Talib (kerremallahu vechehu), diğer üçünden cidden az tefsir rivayet edilmiştir, galiba bunun sebebi onların çabuk ölmele­ridir.
Hazreti Ebu Bekir (r.a.), Hazreti Ömer (r.a.) ve Hazreti Osman (r.a.)'dan tefsir rivayetinin az olmasındaki sebebe gelince, Suyutî'nin bildirdiği gibi bunların hilafet müddetlerinin kısa olması ve çabuk ölmeleridir. Diğer bir cihetten ise, onların aralarında yaşa­dıkları halkın çoğu Allah'ın kitabını biliyorlardı. Çünkü onların içinde yaşadıkları halk, Rasulullah (s.a.v.)'ın sohbetinde bulunmuş­lardı, Kur'an'ın sırlarına vakıftılar, Kur'an'ın mânâlarını ve hü­kümlerini biliyorlardı.
Hazreti Ali (r.a.)'ye gelince, üç halifeden sonra İslâm beldeleri­nin genişlediği, Arap olmayan bir çok kimselerin yeni dine girdik­leri, sahabe çocuklarından bir neslin yetişip, Kur'an okumaya, Kur'anın sırlarını ve hikmetlerini anlamaya muhtaç oldukları bir zamanda yaşamıştır. Bundan dolayı Hazreti Ali (r.a.)'den diğer Hulefa-i Raşidin'den daha çok tefsir rivayet edilmiştir. Kur'an'ın tefsirinde şöhret kazanmış olan bu sahabelerden bazıları tafsilatlı olarak anlatılacaktır. [1]

Abdullah b. Abbas (r.a)


Abdullah b. Abbas (r.a., bu ümmetin alimidir. Rasulullah (s.a.v.)'in amcasının oğludur. Rasulullah (s.a.v.) onun için: "Allahım onu dinde fakih kıl ve ona tefsiri öğret!" diye dua buyurmuş­tur. Tefsiri çok iyi bildiğinden dolayı kendisine "Kur'an'ın tercü­manı" ünvanı verilmiştir.
Ibn-i Mes'ud demiştir ki: "Kur'an'ın ter­cümanı Abdullah b. Abbas ne iyi kimsedir." Kur'an-ı Kerim'in tef­sirinde sahabenin en alimi idi, genç olduğu halde büyük sahabeler onun ilmî üstünlüğüne şahidiik ederlerdi. Hatta Ibn-i Abbas çocuk yaşta olduğu halde yaşlı sahabelerle yarış yapar ve onların beğenisi­ni kazanırdı. Hazreti Ömer (r.a.), Ibn-i Abbas'ı (r.a.), büyük ve yaşlı sahabelerle beraber Şûra meclisinde bulundurur ve onlarla is­tişare ederdi. Hazreti Ömer (r.a.) çok defa meseleyi İbn-i Abbas (r.a.)'a sorardı. Hazreti Ömer (r.a.)'in, Ibn-i Abbas'ı takdir etmesi, ashabdan bazılarının mücadelesine sebeb oldu. Şöylekî: Ashabdan bazıları: "Bu genç bizimle beraber şûra meclisine giriyor, halbuki bizim bundan daha yaşlı çocuklarımız vardır" dediler. Buharı, Sahihi'nde İbn-i Abbas (r.a.)'ın ilminin çokluğunu, Kur'an sırlarının inceliklerine dalmadaki durumunun yüceliğini bildiren kıssasını ri­vayet etmiştir.
Buhari Ibn-i Abbas (r.a.)'dan Said b. Cübeyr yolundan rivayet etmiştir. İbn-i Abbas (r.a.) demiştir kî:
"Haz­reti Ömer (r.a.) Bedir harbine katılan yaşlı zatlarla beraber beni, şûra meclisinde bulunduruyordu. Bunlardan bazıları içinden kıza­rak,
"Bu genç bizimle beraber niçin bulunuyor, bizim bunun kadar oğullarımız vardır?" dediler. Bunun üzerine Hazreti Ömer (r.a.) dedi ki:
"O, bildiğiniz kimsedir. Yani, o zekasını ve ilmini bildiğiniz kimsedir." Hazreti Ömer (r.a.) birgün onları çağırdı beni de onların yanına aldı. Sonra anladım ki, o gün beni onlara göstermek için çağırmış. Hazreti Ömer (r.a.) onlara:
"Allah Teala'nın nusreti ve fe­tih gelince" (Nasr: 110/1-3) ayeti hakkında ne dersiniz?" dedi. Sa­habeden bazıları:
"Bize nusret ve fetih ihsan edildiğinde Allah'a hamd ve istiğfar etmemiz emrolundu" dediler. Bazıları ise hiçbir şey söylemeyip sustular. Hazreti Ömer (r.a.) bana:
"Ey Abbas oğlu! Sen de mi böyle söylüyorsun?" dedi. Ben de:
"Hayır!" dedim. Bu­nun üzerine Hazreti Ömer (r.a.):
"Ya ne diyorsun?" dedi. Ben de:
"O, Rasulullah (s.a.v.)'in ecelidir ve bunu Allah Teala kendisine bil­direrek: "Allah'ın nusreti ve fetih gelince (o, senin ecelinin alameti­dir) hemen Rabbini hamd ile tesbih et ve ondan mağfiret dile, şüp­hesiz ki, O, tevbeleri çok kabul edendir" dedim. Hazreti Ömer (r.a.)'de:
"Ben de vallahi bu sure hakkında ancak senin söylediğini biliyorum" dedi."[2]
Buharî'nin rivayet ettiği bu kıssa, İbn-i Abbas (r.a.)'ın anlayış derecesinin kuvvetli olduğuna ve ancak ilimde kökleşmiş olanların kavrayabileceği, Kur'an'ın sırlarını anlamadaki bu yüksek mertebe­ye ulaşmasına şaşılmaz. Çünkü Rasulullah {s.a.v.} onun, dinde an­layışlı ve fakih olması için dua buyurmuştur. Nitekim Buhari ile Müslim İbn-i Abbas'dan rivayet etmişlerdir. İbn-i Abbas şöyle de­miştir:
"Rasulullah (s.a.v.) benî bağrına bastı ve
"Allah'ım! Onun dindeki anlayışını artır ve ona tefsir ilmini nasib buyur" dedi. Diğer bir rivayette de:
"Allahım! Ona hikmet (faydalı ilm)i ihsan buyur" diye dua buyurmuştur.
Ibn-i Abbas (r.a.)'a ilminin çokluğundan dolayı "el-Bahr=Deniz" unvanı verilmiştir. Rivayet edilmiştir ki, bir adam Abdullah b. Ömer'e gelerek ona:
"Gökler ile yer bitişik bir haldeydiler de biz onları ayırdık" (Enbiya: 21/3) ayeti kerîmesi­nin mânâsını sordu. Abdullah b. Ömer (r.a.) o adama:
"Abdullah b. Abbas'a git, ona bunu sor, sonra gelip bana haber ver" dedi. O adam da gidip Abdullah b. Abbas (r.a.)'a bu ayetin mânâsını sordu. O da:
"Gökler bitişikti, yağmur yağmıyordu, yer bitişikti ot bitmi­yordu, Allah Teaia gökleri yağmurla, yeri de otlarla ayırdı." dedi. O adam Abdullah b. Ömer (r.a.)'e:
"Abdullah b. Abbas (r.a.)'ın Kur'an'ın tefsiri hakkındaki cesareti beni hayrette bırakıyordu. Şimdi ona ilim verilmiş olduğuna inandım ve bildim" dedi. Rivayet edilmiştir ki; Hazreti Ömer (r.a.) birgün Rasulullah (s.a.v.)'in asha­bına:
"Sizden biriniz arzu eder mi ki, ağaçları altından ırmaklar akan bir hurma ve üzüm bağı olsun. İçinde kendisine ait her türlü meyvalar bulunsun, üzerine ihtiyarlık çöksün, güçleri yetmez bir takım çocukları olsun derken o bağa ateşli bir bora parçası isabet ederek yanıversin" (Bakara: 2/266) Bu ayeti kerîme kimin hakkında inmiş­tir, bu hususda görüşünüz nedir?" diye sormuş. Onlar da:
"Allah Teaİa bilir" demişler, Hazreti Ömer (r.a.) kızmış ve:
"Biliyoruz veya bilmiyoruz deyin" demiş. Bunun üzerine Ibn-i Abbas:
"Bu ayeti kerime hakkında içimde bir düşünce var" demiş. Hazreti Ömer (r.a.):
"Ey kardeşimin oğlu kendini küçük görme söyle" demiş. Ibn-i Abbas:
"Bu ayeti kerîme bir amel için misal olarak getirilmiş­tir" demiş. Hazreti Ömer (r.a.):
"Hangi amel için misal olarak geti­rilmiştir?" demiş. Ibn-i Abbas:
"Zengin bir adam Allah Teala'ya ibadet ve taatla amel ediyordu. Sonra ona şeytan gönderildi. Günah işlemeye başladı, amellerini batırdı" demiş. Hazreti Ömer (r.a.) de bu anlayışa katılmıştır. [3]
Bunlar ve benzerleri Ibn- Abbas'ın küçük yaştan itibaren ilminin çokluğuna ve keskin anlayışına delalet eder. Bundan dolayı Ibn-i Abbas {r.a.) sahabenin yaşlı ve alimlerinin saflarında bulunuyordu. Bizzat sahabenin şahadetiyle kendisine: "Hibrü'1-ümme: Bu üm­metin alimi" unvanı verilmişti. [4]

Abdullah b. Abbas (r.a.)'ın Hocaları


Abdullah b. Abbas (r.a.)'ın Rasulullah (s.a.v.)'den sonra en çok ilim aldığı ve kendisini yönlendirmede ve kültürlü yetişmesinde en açık tesirleri görülen hocaları, Ömer b. Hattab (r.a.), Übeyy b. Ka'b (r.a.), Ali b. Ebu Talib (r.a.), Zeyd b. Sabit'tir. Bu beş zât, Abdullah b. Abbas'ın en çok ilim öğrendiği ve kendilerinden o muazzam kültürünü aldığı en mühim hocalarındandır, Bunların Abdullah b.Abbas'ı bu ince ilim cihetine yönlendirmede büyük tesirleri olmuş­tur. [5]

Abdullah  b. Abbas (r.a.) 'ın Talebeleri


Ibn-i Abbas (r.a.)'dan tabiînden bir çok kimseler ilim aldılar. Onun tefsirini ve bol ilmîni nakleden meşhur talebeleri Said b. Cübeyr, Mücahid b. Cebr el-Harzemî, Tavus b. Keysan el-Yemanî, İkrime mevla Ibn-i Abbas, Ata b. Ebi Rebah'dır. Bunlar îbn-i Abbas (r.a.)'ın tefsir hakkındaki görüşünü bize nakleden belli başlı talebeleridir. -Allah Teala hepsinden razı olsun.- [6]

Abdullah b. Mesu'd (r.a.)


Tefsirde şöhret kazanan, Rasulullah (s.a.v.)'in eserlerini ve sözlerini bîze nakleden büyük sahabelerdendir. Abdullah b. Mes'ud (r.a.) ilk İslama girenlerdendir ve İslâmı kabul edenlerin altıncısıdır. O za­man yeryüzünde bunlardan başka müslüman yoktu. Abdullah b. Mes'ud (r.a.) Rasulullah (s.a.v.)'e hizmet eder, Onun ayakkabıları­nı giydirirdi, Onun yanında ve önünde yürürdü. Resuluilah (s.a.v.)'a bu yakınlığından dolayı çok kültürlü çok terbiyeli idi. Bundan dolayı Allah'ın kitabını, ayetlerin muhkemini, müteşabihini helalini ve haramını sahabenin en iyi bilenlerinden sayılırdı.
Suyutî demiştir ki: Abdullah b. Mes'ud (r.a.)'dan rivayet edilen tefsir, Hazreti Ali (r.a.)'den rivayet edilen tefsirden daha çoktur.
Buhari ile Müslim'in rivayet ettiklerine göre Abdullah b. Mes'ud demiştir ki:
"Kendisinden başka ilah olmayan Allah'a ye­min ederim ki, Allah Teala'nın kitabından inen bir sure yoktur ki, onun nerede indirilmiş olduğunu bilmiyeyim, Allah Teala'nın kita­bından inen bir ayet yoktur ki, onun nerede indirilmiş olduğunu bilmiyeyim. Eğer Allah'ın kitabını benden daha iyi bilen bir kimse­yi bilsem, o kimseye deve ile ulaşılacak olsa elbette deveye biner o kimseye giderim."
Abdullah b. Mes'ud'dan, tabiinden bir çok kimseler tefsir riva­yet etmişlerdir. [7]

Tabiinden Olan Müfessirler


EKSİK

zikredilirse onlar büyük bir çoğunluk teşkil ederler. Tabiîn müfessirlerinin sayısı sa­habenin müfessirlerinin sayısından daha çoktu. Zira saha­beden tefsir sahasında şöhret kazananların sayısı onu geçmez. Nite­kim Suyuti "el-İtkan" isimli eserinde bunları zikretmiştir. Bunların isimleri yukarıda geçti. Onların meşhurlarının tercüme-i hallerini bir nebzecik zikrettik.
Tabiîne gelince onlar arasında müfessirler çoğaldı, büyük şöh­ret kazandılar. Bunların arasında da seçkin müfessirler yetişti. Allah Teala'nın kitabının tefsirine büyük önem verdiler, sonra gelenler onların görüşlerinin büyük bir kısmını naklettiler. Tabiînden olan müfessirler üç tabakaya ayrılır:
1- Mekke Ehli Tabakası
2- Medine Ehli Tabakası
3- Irak Ehli Tabakası[8]

1- Mekke Ehli Tabakası:


Bu müfessirler, ilimlerini, müfessirlerin şeyhi, Kur'an'ın tercümanı, efendimiz Abdullah b. Abbas'dan -Allah ondan razı olsun ve onu razı etsin- almışlardır.
Suyuti, İbn-i Teymiyye'den nakletmiştir. İbn-i Teymiyye de­miştir ki: "İnsanların tefsiri en iyi bilenleri Mekke ehlidir. Çünkü onlar Abdullah b. Abbas'ın talebeleridir. Onlar arasında birçok kimseler şöhret kazandı ve aralarından seçkin kimseler yetişti. On­ların başında: Mücahid, Ata, İkrime, Tavus, Said b. Cübeyr gel­mektedir. Bu büyük alimlerin tercüme-i hallerini kısaca izah edece­ğiz. [9]

Mücahid b. Cebr


Mücahid, Hicrî (21) senesinde doğmuş, (104) senesinde vefat et­miştir. İsmi Mücahid b. Cebr'dir, künyesi "Ebu'l-Haccac"dır. Mekke'lidir. Tefsirde alimlerin en meşhurlarındandı. Zehebi: "Müca­hid, şüphesiz kurralann ve müfessirlerin şeyhidir, tefsiri Ibn-i Ab­bas'dan almıştır" dedi.
Mücahid, İbn-i Abbas'ın seçkin talebelerindendir, ondan riva­yet edenlerin en güvenilirlerindendir. Bundan dolayı Buhari onun tefsirine çok itimad ederdi. Nitekim müfessirlerden bir çokları da onun rivayetine itimad etmişlerdir. Mücahid birçok yerleri gezmiş, sonra Kûfe'de yerleşmiş, şaşılacak bir şey işitirse, muhakkak gidip onu görürmüş. Mücahid, Allah'ın kitabının tefsirini, büyük şeyhi Ibn-i Abbas'dan aldı. Kur'an'ı onun yanında anlayarak ve düşüne­rek okudu, Kur'an'ın ayetlerinden her ayetinde durur, onun mânâ­sını sorar ve sırlarını açıklamasını isterdi.
Fudayl b. Meymun, Mücahid'den rivayet etmiştir. Mücahid de­miştir ki:
"Ben Kur'an'ı Ibn-i Abbas'ın huzurunda üç defa oku­dum, Kur'an'ın her ayetinde durur, Ibn-i Abbas'a o ayetin ne hak­kında ve nasıl indirildiğinden sorardım."
Mücahid'in Kur'an-ı Kerim'i büyük şeyhinin huzurunda bu şekilde okuması, tefsiri öğren­mek, sırlarını ve inceliklerini bilmek, hikmetlerini ve hükümlerini anlamak içindi. Bundan dolayı İmam Nevevî -Allah ona rahmet eylesin- demiştir ki: "Tefsir sana Mücahid'den gelirse o, sana yeter." Yani: O tefsirin ravisi İmam Mücahid ise, bu tefsir sana yeter, başka tefsirlere ihtiyaç bırakmaz. [10]

Ata b. Ebi Rebah


Ata b. Ebi Rebah Hicrî (27) senesinde doğmuş, (114) senesinde ve­fat etmiştir. Mekke'de yetişti, Mekke ehlinin müftüsü ve muhaddisiydi. Tabiinin büyük fakihlerindendir. Ibn-i Abbas (r.a.)'dan riva­yetinde sebt ve sikadır. İmam Azam Ebu Haııîfe: "Ben Ata'dan da­ha faziletli bir zâta tesadüf etmedim" demiştir. Katade: "Tabiinin en büyük alimleri dört zevattır: Hac menasikinde, Ata b. Ebi Re­bah; Tefsirde, Said b. Cübeyr; Siyerde, İkrime; Mevize'de, helal ve haramda da, Hasan-ı Basri’dir" demiştir.
Ata b. Ebi Rebah (87) yaşında Mekke'de vefat etmiş ve orada defnedilmiştir. [11]

İbn-i Abbas'ın Kölesi İkrime


İkrime, Hicri (25) senesinde doğmuş, (105) senesinde vefat etmiş­tir.
İmanı Şa'bi: "Allah'ın kitabını İkrime'den daha iyi bilen bir zat kalmamıştır" demiştir. İkrime, Abdullah b. Abbas (r.a.)'ın kölesidir. İkrime, ilmini, Kur'an'ı ve sünneti Abdullah b. Abbas (r.a.)'dan almıştır.
İkrime demiştir ki: "Benim mushafin iki kabı arasında bulunan ayetlere yaptığım tefsir ve Kur'an hakkında size söylediğim herşey Abdullah b. Abbas (r.a.)'dandır." "el-A'lam" İsimli kitabda İkrime hakkında şu bilgiler vardır: İkrime: Babasının adı Abdullah'dır. As­len Berberi'dir, Medine'lidir. Künyesi Ebu Abdullah'dır. Abdullah b. Abbas (.r.a)'ın kölesidir. Tefsirde, siyerde tabiînin en büyük alimlerindendir, çok seyahat etmiştir. Ikrime'den takriben üçyüz zevat rivayet etmiştir. Bunların yetmişden fazlası tabiîndendir. Mağrib memleketlerine gitmiş, oraların ehlinden ilim öğrendikten sonra Medine-i Münevvere'ye dönmüş, Medine emîri onu istemiş, ölünceye kadar ondan gizlenmiştir. Medine'de aynı günde hem İkrime, hem de meşhur "Küse Azze" ismindeki şair vefat etmiştir. Bu yüzden "insanların en alimi ve insanların en şairi vefat etti" de­nilmiştir. [12]

Tavus b. Keysan el-Yemanî


Tavus, Hicri (33)de doğmuş, (101) senesinde vefat etmiştir. Tavus b. Keysan el-Yemani, Allah Teala'nın kitabını tefsir etmede şöhret kazanmıştır.
Tavus, ezberlemede, fesahatta ve zekada bir harika idi. Takvalıkta, nimet içinde yaşamayı terketmede ve salahda bir örnekti. Elli­ye yakın sahabeye yetişmiştir, bir çok zevat ondan ilim almışlardır. Abid ve zahid idi, kırk defa hacca gitmiştir, duası kabul edilenler­dendi. Ibn-i Abbas onun hakkında: "Ben, Tavus'un cennet ehlinden olduğunu zannediyorum" demiştir.
"el-A'lam" isimli kitabda Tavus hakkında şu bilgiler vardır. Ta­vus b. Keysan ei-Havlani el-Hemedanî'dir. Künyesi, Ebu Abdurrahman'dır. Dinde fakih olmada, hadis rivayetinde, nimet içinde yaşamayı terketmede, halifelere ve hükümdarlara cesaretle vazet­mede, tabiînin büyüklerindendi. Aslen Farisî'dir. Yemen'de doğ­muş ve orada yetişmiştir. Hac ederken Müzdelife'de vefat etmiştir. O sene hacda bulunan Hişam b. Abdü'l-Melik, onun cenaze nama­zını kıldırmıştır. Tavus, hükümdardan ve emirlerden uzak durur­du. İbn-i Uyeyne: "Sultanlardan uzak duranlar üç zevattır: "Ebu Zer, Tavus ve Sevri" demiştir. [13]

Said b. Cübeyr


Said b. Cübeyr (H.45) senesinde doğmuş, (H.94) senesinde şehid edilmiştir, ilim ve takvahk cihetinden tabiînin büyüklerindendir. Allah Azze ve Celle'nin kitabını tefsir etmede şöhret kazanmıştır. Said, yüksek bir dağdı, parlayan bir alametti, onun ilmini büyük zatlar taşıdı, onun namını kervanlar götürdü. Süfyan-ı Sevri: "Tefsiri dört zevattan alınız: "Said b. Cübeyr, Mücahid, İkrime ve Dahhak" demiştir.
Katade: "Bunlardan tefsiri en iyi bilen de Said b. Cübeyr idi" demiştir. Cübeyr, ezberlemede bir örnekti, işittiği şeyi ezberlerdi. Hatta Ibn-i Abbas, Said b. Cübeyr'e:
"Bak, benden pek çok hadis ezberledin, onları benden rivayet et!" diyerek onun ezberinin kuv­vetli olduğuna şahitlik etmiştir. Ibn-i Abbas gözlerini kaybettikten sonra kendisine fıkıh meseleleri sormaya gelen Kûfelilere Said b, Cübeyr'i kasdederek: "İçinizde Ibn-i Ümmü Dehna yok mu, niye benden soruyorsunuz?" demiştir.
Said, abid ve zahiddi, her iki ge­cede bir Kur'an'ı hatmederdi. Kabe'de bir defa Kur'an-ı Kerim'in hepsini bir rekatta okumuştur.
"el-Alam" isimli kitabta Said b. Cübeyr hakkında şu bilgiler vardır: Said b. Cübeyr el-Esedî el-Kufi'dir. Künyesi: Ebu Abdullah'dır. Tabiînin kesin olarak en alimidir. Aslen Habeş'lidir. İlmini îbn-i Abbas ile Ibn-i Ömer'den almıştır.
Abdurrahman b. el-Eş'as, Abdülmelik b. Mervan'a. karşı çıkın­ca, Said b. Cübeyr de onunla beraberdi. Abdurrahman öldürülünce Said Mekke'ye gitti, Mekke valisi Halid el Kasri onu yakalayıp Haccac'a gönderdi. O da onu öldürdü. Haccac ona:  
"Said b. Cübeyr ye­rine "Şaki b. Küseyr" diye hitap ediyordu. Ahmed b. Hanbel: "Hac­cac Said'i şehit etti, yeryüzünde bulunan herkesin onun ilmine ihti­yacı vardı" demiştir. Rivayet edilmiştir ki: Haccac onu şehid etmek isteyince cellada:
"Onu götürüp boynunu vur" dedi. Said cellada:
"Beni bırak İki rekat namaz kılayım" dedi. Haccac:
"Ne söylüyor?" dedi. Cellad:
"Namaz kılmak istiyor" dedi. Haccac:
"Ancak Hristiyanların kıblesi olan şarka doğru namaz kılabilir" dedi. Sonra Hac­cac, cellada onun boynunu vurmasını ve yüzünü kıbleden başka ta­rafa döndürmesini emretti. Yüzünü kıbleden çevirdiler. Said, o za­man: "Nereye dönerseniz Allah'ın vechi (kıblesi) orasıdır" ayetini okudu, sonra boynu vuruldu. O, "La ilahe illallâh Muhammedün Rasulullah" diye kelime-i tevhidi tekrar ediyordu. Günahsız ve tertemiz olan ruhu Rabbine gidip Haccac'ın zulmünü şikayet etti. İnancı ve dini yolunda nefeslerini verdi. Allah Teala ona rahmet ey­lesin. Cennetlerin genişine onu yerleştirsin. [14]

2- Medine Ehli Tabakası:


Bu müfessirlerden de birçokları şöhret kazandı. Bunların başında Muhammed b. Ka'b el-Kurazi, Ebü'l-Aliye er-Riyahi, Zeyd b. Eslem gelmektedir. Allah Teala hepsinden razı olsun.
Biz Medine-i Münevvere ehlinden olan ve tefsirde şöhret kaza­nan bu üç zattan bahsedeceğiz. Bu zatların gerek fıkıhda, gerek hadisde, gerekse tefsirde sahabenin ilmini nakletmede büyük tesirleri vardır. Tabiînden bunlardan başkaları da şöhret kazanmışlarsa da bunların şöhretleri daha yaygın ve tesirleri daha açıktır. [15]

Muhammed b. Ka’b el-Kurazi


Askalani’nin "Tehzibü't-Tehzib" İsimli eserinde Muhammed b. Ka'b el-Kurazî hakkında şu bilgiler vardır: Muhammed b. Ka'b el-Kurazi Ebu Hamza el-Medenî, Evs kabilesinin müttefıklerindendir. Kûfe'de ikamet etmiş sonra Medine'ye gelmiştir. Bir çok sahabeden ve bilhassa Ali b. Ebu Talib ile Abdullah b. Mes'ud'dan rivayet etmiştir. İbn-i Sa'd: "Muhammed b. Ka'b, sika, çok hadis bilen, alim, takva sahibi ve salih bir zattı" demiştir. Avn b. Abdullah: "Ben Kur'an'ın tefsirini ondan daha iyi bilen bir zat görmedim"demiştir.
Buhari, Muhammed b. Ka'b'a "Kurazi" denilmesinin sebebini şöyle açıklamıştır:
"Ben-i Kurayza, (Medine Yahudilerindendi) Rasulullah (s.a.v.) ile yaptıkları antlaşmayı bozdular, Rasulullah (s.a.v.)'a hiyanetlik ettiler, yapılan savaşda yenildiler, Rasulullah (s.a.v.) erkeklerinin öldürülmesini, çocuklarının ve kadınlarının bırakılmasını emretti. Kurayza günü Muhammed'in babası Ka'b bulunmadığından öldürülmemiştir. Bu yüzden Muhammed b. Ka'b'a: "Kurazî" denilmiş­tir." Muhammed b. Ka'b, ilim ve fıkıh cihetinden Medine ehlinin faziletlilerindendir. Mescidde hadîsi şerif okuturken kendisinin ve arkadaşlarının üzerine tavan çökmüş, enkaz altında kalarak vefat etmiştir. Vefatı Hicri (117) senesindedir. Allah Teala ondan razı ol­sun ve onu razı etsin. [16]

Ebü'l-Aliye Er-Riyahi


İsmi, Ren b. Mihran'dır. Künyesi: Ebü'l-Aliye'dir. Beni Riyah ka­bilesinden bir kadının azadlısıdır. Tabiîndendir. Basra ehlinin gü­venilir kişilerindendir. Tefsirde ve hadisde şöhret kazanmıştır. Hazreti Ebu Bekir'i görmüş, Übeyy b. Ka'b ve diğer sahabelerden Kur'an’ı Kerim'i okumuş, Hazreti Ömer'den, İbn-i Mes'ud'dan, Hazreti Ali'den, Hazreti Aişe'den ve diğer sahabelerden hadisi şerif dinlemiştir. Kendisinden rivayet edildiğine göre: "Ben, Rasulullah (s.a.v.)'in vefatından on sene sonra Kur'an-ı Kerim'i okudum" de­miştir. Ebü'l-Aliye küçüklüğünden itibaren ilmi seviyordu, ilim öğ­renmeye düşkündü. İlimde yükseldi, bilhassa tefsir sahasında akranlarını geçti.
İbn-i Abbas, onu sedirine çıkarır, Kureyşliler yere otururlardı. İbn-i Abbas: "İlim şereflinin şerefini artırır ve köleyi sedire oturttu­rur" derdi. Ebü'l-Aliye Hicri (93) senesinde ömrü seksene yaklaşır­ken vefat etmiştir. Allah Teala ondan razı olsun ve onu razı etsin. [17]

Zeyd b. Eslem


İsmi, Zeyd b. Eslem el-Adevî el-Umri'dir. Künyesi: Ebu Üsame'dir. Medine ehlinin fakihi ve muhaddisidir. Ömer b. Abdülaziz'in gün­lerinde onunla beraberdi. Velid b. Vezid bir iş hususunda fetva sor­mak için Medine fakihlerinden bir .cemaatı Şam'a davet ettiğinde Zeyd b. Eslem'in de onlarla birlikte gelmesini istemiştir. Zeyd, sika idi, çok hadisi şerif biliyordu. Mescid-i Nebevi’de bir ders halkası vardı. Zeyd b. Eslem'in "tefsir" hakkında bir kitabı vardır. Bu tefsiri kendisinden oğlu Abdurrahman rivayet etmiştir. Zeyd b. Eslem, heybetli bir zattı. İbn-i Aclan "Ben, Zeyd b. Eslem'den duyduğum muhabbeti hiçbir kimseden duymadım" demiştir. Zeyd b. Eslem, birgün hadis-i şerif okuturken bir hadîsin ravîsini söylememiş, bir adam ona:
"Ey Ebu Üsame! Bu hadisi şerif kimdendir" diye sor­muş. O da:
"Ey kardeşimin oğlu biz beyinsizlerle oturmadık" de­miştir. O, Mescîd-i Nebevî'de ders okutur, birçok zat kendisinden istifade ederdi. Hatta Ali b. El-Hüseyn onun yanına oturur, onu dinler, kendi kavminin meclislerine gitmezdi. Bu konuda kendisi­ne:
"Sen kendi kavminin meclislerini bırakıyorsun da Ömer b. Hattab'ın kölesine gidiyorsun" denilmiş; o da:
"İnsan kendisine di­ni hususunda fayda verecek kimsenin yanma gider oturur" diye ce­vap vermiştir- Zeyd b. Eslem, Medine'de Hicri (136) senesinde ve­fat etmiştir. Allah Teala ondan razı olsun ve onu razı etsin. [18]

3- Irak Ehli Tabakası:


Bu tabakadan da birçok zat şöhret kazanmıştır. Bunların başın­da: Hasan-ı Basri, Mesruk b. el-Ecda', Katade b. Diame, Ata b. Ebu Müslim, el-Horasani, Mürre el-Hemedanî gelmektedir. Biz bu zat­ların kısaca tercüme-i hallerinden bahsedeceğiz. Allah Teala'dan yardım dileyerek deriz ki: [19]

Hasan-ı Basri


Hasan b. Yesar el-Basri, Basra ehlinin imamı, zamanındaki ümme­tin alimidir. Künyesi: Ebu Said'dir. O alimlerden, fasihlerden, yiğit­lerden ve abidlerden biridir. Medine-i Münevvere'de doğmuş. Hazreti Ali (r-a.)’nin himayesinde yetişmiştir. Hasan-ı Basri, Hazreti Muavlye (r.a.) devrinde, Horasan valisi bulunan Rebî' b. Ziyad'in katiblîk vazifesini yapmıştır. Basra'ya yerleşmiştir. Onun heybetinin kalblerde büyük bir yeri vardı, idarecilerin yanlarına gi­rer, onlara iyilikleri emreder, kötülüklerden sakındınrdı. Hak yo­lunda kınayanın kınamasından korkmazdı. Yüz yirmi sahabe-i ki­ramı görmüştür. Basra ehlinin en fasihi, en abîdi ve en fakihi idi.
Gazali demiştir ki: "Hasan-ı Basri insanların söz cihetinden en çok peygamberlerin sözlerine benziyeniydi, hal ve gidişat bakımından sahabeye en yakın olanıydı, son derece fasihdi, ağzından hik­met dökülürdü."
Eyyüb demiştir ki: "İki gözüm Hasan-ı Basrî'den daha fakih bir zat görmemiştir. Hikmeti ezberler, onu söylerdi, vaaz edince orada bulunanları aglatırdı, sanki ahirette imiş, oradan gelip gördüklerini haber veriyordu. Bundan dolayı vaaz ve nasihatla şöhret kazanmış­tır. Yufka yürekli ve lisanı fasihdi."
Hasan-ı Basri hadisi şerif okuluydu. Hazreti Alî (.r.a.)’den nak­ledilen bir hadisi rivayet ederken Haccac'm yakalamasından kork­tuğu için onun ismini zikretmezdi. Yunus b. Übeyd demiştir ki:
"Ben Hasan-ı Basri'ye:
"Ey Ebu Said! Sen Rasulullah (s.a.v.) buyur­du diyorsun, halbuki sen Rasulullah (s.a.v.)'a yetişmedin" diye sordum. Hasan-ı Basri:
"Ey kardeşimin oğlu! Sen bana öyle bir şeyden sordun ki, o şeyi senden önce hiçbir kimse bana sormamıştır, eğer senin benim yanımda büyük bir itibarın olmasaydı, onu sana haber vermezdim. Haccac gibi bir zalim halkın başına musallat iken ben Hazreti Ali (r.a.)'den nasıl hadis rivayet edebilirim. Rasulullah (s.a.v.) buyurdu diye, benden işittiğin her hadis Hazreti Ali (r.a.)'den rivayet edilmiştir. Fakat ben Hazreti Ali (r.a.)'nin ismini söyliyemiyeceğim bir zamanda bulunuyorum" dedi."
Ömer b. Abdülaziz halife olunca Hasan-ı Basri'ye:
"Ben bu işle ibtila edildim, bu işde bana yardım edecek kimseleri tavsiye etmeni rica ederim" diye mektup yazmış. Hasan-ı Basrî'de:
"Dünya insan­larını sen istemezsin, ahiret erleri de seni istemezler. O halde bu işin üzerine Allah Teala'dan yardım dile" diye cevap vermiştir. Ha­san-ı Basri (Hicri 110) senesinde Basra'da vefat etmiş ve orada.defnedilmiştir. Allah Teala ona bol bol rahmet eylesin. [20]

Mesruk b. El-Ecda


Mesruk b. el-Ecda’ el-Hemedanî, Kufe’lidir. Tabiindendir. Rasulullah (s.a.v.)in yolunu bize nakleden İbn-i Mes'ud'un talebelerinden sika bir zattır, abiddir, zahiddir. Künyesi: Ebu Aişe'dir. Tefsirde ve hadisi şerif rivayetinde şöhret kazanmıştır. Yemen'de babası en iyi ata binicilerdendi. Dayısı Amr b. Ma'dıkerib'dir. Mesruk, kadı oldu, çoluk çocuk sahibiydi, ihtiyacı olduğu halde kadılıktan ücret al­mıyordu. Kanaatkardı, zahiddi, Allah Teala'nın taksimine razıydı. Bir gün zevcesi gelerek:
"Ey Ebu Aişe! Bugün çocuklarının yiyeceği yoktur" dedi. Mesruk tebessüm etti, sonra:
"Vallahi Allah Teala on­ların rızkını muhakkak verecektir" dedi. Çok geçmeden Allah Teala onlara bol nzık ihsan etti.
Rivayet edilmiştir ki: Mesruk Ömer b. Hattab ile karşılaşmış. Hazreti Ömer (r.a.) ona:
"İsmin nedir?" diye sormuş o da:
"Mesruk b. el-Ecda'" demiş. Bunun üzerine Hazreti Ömer {r.a.}:
"el-Ecda' şeytandır, sen Mesruk b. Abdurrahman’sm" demiştir. Mesruk bun­dan sonra:
"Ben Mesruk b. Abdurrahman'ım'" dermiş.
Buharı'nin şeyhi Ali b, Medini demiştir ki:
"Abdullah b. Mes'ud'un talebele­rinden hiçbirini Mesruk'un önüne geçirmem" Mesruk, Hazreti Ebu Bekir (r.a.)’in.peşinde namaz kılmış. Hazreti Ömer (r.a.)'i ve Hazreti Osman (r.a.)'ı görmüştür.
Mesruk, üç kardeşiyle beraber Kadisiye savaşında bulunmuş, o gün Kadisiye'de üç kardeşi şehid olmuş, kendisi de yaralanmış ve eli çolak olmuştur. Onun vaaz ve nasihatta güzel bir latifesi vardır. Bir gün talebelerinin bir kısmıyla çıkıp, onları Kûfe'nin çöplüğüne götürmüş ve onlara:
"Size dünyayı gostermiyeyim mi? İşte bu çöplük dünyadır, onu yediler yok ettiler, onu giydiler, eskittiler, ona bindiler zayıflattılar, orada birbirinin kanlarını döktüler, orada ha­ramları, helal saydılar, orada akrabalar birbirleriyle akrabalık bağla­rını kestiler" demiştir. Bir gün Mesruk'a bir şiir beyti sorulmuş o da:
"Ben amel defterimde şiir görmeyi sevmiyorum" demiştir. Mesruk (Hicri 62) senesinde vefat etmiştir. [21]

Katade b. Di'ame


Katade; Ebü'l-Hattab es-Sedusî, el-Basrî'dir. Hicri (61) senesinde Basra'da doğmuş, (117) senesinde (55) yaşında vefat etmiştir. Enes b. Malik (r.a.)'den, Said b. Müseyyib'den ve birçok sahabeden riva­yet etmiştir. Hafızası kuvvetli ve çok zekîydi. Kendisinden rivayet edilmiştir kî: ''Ben hiçbir muhaddise bana tekrar et demedim ve kulaklarımın işittiği bir şeyi kalbim mutlaka ezberledi."
Rivayet edilmiştir ki: ''Katade Said b. Müseyyib'in yanına gir­miş, günlerce ona soru sormuş. Ona soruyu çok sorunca Said ona:
"Bana sorduklarının hepsini ezberledin mi?" demiş. O da:
"Evet" demiş. Said buna taaccüb etmiş, bunun üzerine Katade:
"Sana şunu sordum, sen de şöyle cevap verdin. Sana şunu sordum, sen de şöyle cevap verdin. Sana şunu sordum, sen de şöyle cevap verdin," diye­rek sorduklarının ve verilen cevapların hepsini söylemiş, Said b. Müseyyib ona:
"Allah Teala'nın senin gibisini yaratmış olduğunu zannetmiyordum" demiş."
Yine Said bir defasında ondan bahse­derken: "Bana Katade'den daha iyi ezberliyen bir Iraklı gelmedi, ona Cabir'in sahifesi bir defa okundu, onu hemen ezberledi" de­miştir.
Katade, âmâ olarak dünyaya gelmiştir. Fakat o ezberde, anlayışda ve zekada bir harikaydı. Ahmed b. Hanbel, Katade'nin fık­hını, ilmini zikrederek ona medh ü senada bulunurdu. Katade tef­sirde, fıkıhda imamdı, fakat herkesden ilim aldığı için muaheze edildi.
Şa'bî, "Katade gece odun toplayandır." (Yani, rivayet edilenle­rin sahih olanını, sahih olmayandan ayırmaz demektir.) demiştir.
Katade (55) yaşında Basra'da vefat etmiş, Basra halkı ona ağla­mıştır, orada defnedilmiştir. [22]

Ata el-Horasani


Hafız Isfahanı demiştir ki: " Atâ-i Horasanı, Hicrî (50) senesinde doğmuş, (135) senesinde vefat etmiştir. Horasanlı Ebu Müslim'in oğludur. Künyesi: Ebu Osman'dır. Ata, sika, çok doğru, abid, za-hid, çok ibadet eden, geceleri teheccüd ve namazla ihya eden bir zattı. Abdurrahman b. Yezid'den rivayet edildiğine göre, Atâ, gece­yi namaz kılmakla geçirir, gecenin üçde biri veya yansı geçince "Ey Filan, ey filan! Kalkın abdest alıp namaz kılınız, geceleri namaz kıl­mak, gündüzleri oruç tutmak, (cehennemde) irin İçmekten çok ko­laydır" dermiş. Ata ilmi yaymayı sever, talebelerinden hadis-i şerif okutacak kimse bulamazsa, fakirlerin yanına gider, ilmi gizleyene azab edileceği korkusundan dolayı onlara hadisi şerif okurdu. Ata fıkıhda, hadisde ve tefsirde şöhret kazanmıştır. Son derece zahid ve takva sahibiydi. Allah Teala ona rahmet eylesin. [23]

Mürre el-Hemedani


Mürre b. Şurahbil el-Hemedani birçok sahabeye yetişmiştir. Kün­yesi: Ebu İsmail'dir. Mürre, abid, zahid, salîh, takva sahibi olup çok ibadet ettiği için kendisine "Mürretü't-Tib", "Mürretü'1-Hayr" da denirdi.
İclî demiştir ki: Mürre hergün beşyüz rekat namaz kılardı. Tabi­înden olup, sikadır. (Hicri 76) senesinde vefat etmiştir. Allah Teala ona bol bol rahmet eylesin ve cennetlerin en genişine onu yerleştir­sin.
İşte bunlar, tabiin müfessirlerinin büyüklerindendir. İlimlerini ve marifetlerini sahabe-i kiramdan almışlardır. Cenab-ı Hak cüm­lesinden razı olsun.
Tebe-i tabiîn de, tabiînden; sonra gelen ulema-i amilin de, tebe-i tabiînden; sonra gelenler de ulema-i amilinden ilim ve marifetle­rini almışlar, işte böyle nesilden nesile, ilim ve irfanlarını telakki ve telkin yoluyla sahih ve sağlam olarak aldıkları için Allah Teala'nm dini, şeriatı, kitabı, ilimleri ve marifetleri korunmuştur. Nitekim Cenab-ı Hak: "Hiç şüphe yok ki, Kur’an’ı biz indirdik, ve muhakkak onu biz koruyacağız" (Hicr: 15/9) buyurmuştur.
Allah Teala’ya yemin ederim ki; Rasulullah (s.a.v.) haber verdiği konularda doğru söyliyerek:
"Bu ilmi her gelecek nesilden adaletli kimseler taşıyacaklar, bu ilimden gulatın yaptıkları tahrifleri düzel­tecekler, batılcıların çabalarını boşa çıkaracaklar, cahillerin yanlış yorumlarını reddedeceklerdir" buyurmuştur.
İşte, Allah Teala böyle, güçlerini ilim ve din yolunda harcayan, bu, kendilerine güvenilen, faziletli büyük alimleri korumak suretiy­le kitabını korumaktadır. Cenabı Hak onları İslama ve müslüman­lara yaptıkları hizmetten dolayı en güzel şekilde mükafatlandırsın ve onları en geniş cennetlerine yerleştirsin. Amin. [24]

İsrailiyata Karşı Uyarı


Tabiînin tefsirleri dikkatle okunmalıdır, çünkü onların sözlerine bazı İsrailiyat rivayetleri girmiş ve sahih olan rivayet sahih olmayan rivayetle karışmıştır. Onların lisanıyla sabit olmayan bir kısım riva­yetler nakledilmiştir. Buna göre onların sözleri nakledilirken onlar­dan sahih olanlarının bildirilmesi gerekir. Bir alimin, onların sözlerinden sahih olanlarını bilmesi için İbn-i Cerir tefsiri gibi kendile­rine güvenilen kaynak tefsir kitaplarına bakmalıdır.
Suyutî, "el-İtkan" isimli kitabında tabiînden meşhur olan müfessirleri zikrettikten sonra demiştir kî:
"Bu büyük müfessirler söz­lerinin çoğunu sahabeden almışlardır. Bu tabakadan sonra gelen Süfyan b. Uyeyne, Veki b. Cerrah, Şu'be b. el-Haccac, Yezid b. Ha­run gibi zatlar sahabenin ve tabiînin sözlerini toplayan tefsir kitap­ları yazmışlardır. Bunlardan sonra gelen İbn-i Cerir-i Taberî'nin kitabı, tefsir kitaplarının en büyüğü ve en muazzamıdır." [25]