ÇOCUĞA İSİM VERİLMESİ, BUNUN VAKTİ VE FARZ OLUŞU
Allah, onlarla kullarını korkutur, buyurdu. [1]
Ebu Davut, "Sünen"inde "Çocuğun cenaze namazı" bölümünde Muhammed b. İshak yoluyla gelen Hz. Aişe hadisini zikretmiştir:
"Peygamberin oğlu İbrahim, 18 aylık iken vefat etti. Peygamber onun cenaze namazını kılmadı..."
Sonra aynı babta el-Behiy'den şunu nakletmiştir:
"Hz. Peygamber oğlu İbrahim vefat edince onun cenaze namazını Makaid 'de kıldı." .
Bu hadis mürseldir.
El-Behiy: Tam Adı Ebu Muhammed Abdullah b. Yesar olup, Musab b. Zübeyr'in azadlı kölesidir. Tabiun neslindendir.
Ebu Davut daha sonra Ata b. Ebi Rebah'dan Hz. Peygamberin, yetmiş günlük iken ölen oğlu İbrahim'in cenaze namazını kıldığını nakletmiştir. Bu hadiste mürseldir. Bu bir vehim olabilir. İbrahim'in ömrünün miktarını en iyi bilen Allah'tır.
Beyhaki diyor ki:
"Bu eserler her ne kadar mürsel iseler de, mevsul hükmünde olup, birbirlerini takviye etmektedirler. Nitekim ulema, Peygamberin, oğlu İbrahim'in cenaze namazını kıldığını isbat etmişlerdir. Bu rivayetler, Peygamberin cenaze namazı kılmadığı rivayetinden daha evladır."
Beyhaki'nin dikkat çektiği mevsul hadis, Bera b. Azîb hadisidir. Bera şöyle diyor:
"Hz. Peygamber, on altı aylık iken ölen oğlu İbrahim'in cenaze namazını kıldı ve şöyle buyurdu:
“Muhakkak ki, İbrahim'in, cennette süt emme müddetini ikmal edecek bir süt annesi vardır. O, sıddıktır." [2]
Bu hadis sahih değildir. Çünkü Cabir el Cufi'nin rivayetlerindendir. Onun hadisi delil olamaz. Fakat bu hadis ile Behiy'in, Ata'nın ve Şabi'nin mürsel hadisleri birbirlerini takviye etmektedirler.
Bazıları da şöyle derler:
Şehitler, şehadetlerinden dolayı nasıl cenaze namazından müstağni olup, namaz onlara gerekli görülmüyorsa, İbrahim için de Rasûlullah'ın babalığından dolayı cenaze namazına ihtiyaç duyulmamıştır."
Bu, en bozuk ve en cahilane bir sözdür. Çünkü yüce Allah Peygamber ve sıddıkların cenaze namazlarının eda edilmesini bile hükme bağlamıştır. Nitekim sahabe de Rasûlallah'ın cenaze namazını kılmışlardı. Cenaze namazı meyyit'in yıkanmasından sonra kılınır. Şehit ise yıkanmadan defnedilir. İşte, ancak bu yüzden şehitlerin cenaze namazı terk edilmiştir.
19. İbrahim öldüğü gün güneş tutulunca halk:
“İbrahim'in ölümünden dolayı güneş tutuldu, dediler. Bunun üzerine Rasülü ekrem küsuf hutbesini irad etti:
“Şüphe yok ki Güneş ile ay, kimsenin ölümü ve hayatı için tutulmazlar.”
Bu hadis "İbrahim Muharrem ayının onunda öldü" giyenlerin sözünü reddetmektedir. Zira yüce Allah, hikmetinin gerektirdiği sünneti icra etmiştir. Şöyle ki, güneş ancak ay sonlarında tutulur. Nitekim ay tutulması da ay ortalarında vuku bulur. Yüce Allah aynı şekilde hilâli yükseltmek, ay ortasında dolunay yapmak ve ay sonunda ışığını tamamen gidermek suretiyle de sünnetini icra etmektedir.
20. Hz. Peygamber, İbrahim için cennette süt emme süresini ikmal edecek bir süt annesi olduğunu bildirmiştir. Bu da gösteriyor ki, yüce Allah cennetlik kullarının dünyada ki eksikliklerini ölümlerinden sonra tamamlayacaktır. Bu konuda yeri burası olmayan pek çok eser vardır. Hatta denilmiştir ki; "İlim talep eden bir kimse öldüğü zaman ölümünden sonra ilmi tamamlanır. Kur'an öğrenirken ölen kimse de böyledir." Allahu âlem.
21. Hz peygamber, Kıbtiler için hayır tavsiye ederek:
"Onlar için bir zimmet, bir de akrabalık bağı vardır" buyurmuştur. Çünkü iki kerim dostun, yani İbrahim ile Muhammed'in cariyeleri Hacer ile Mariye, Kıbtilerden idi. Hacer, Arapların babası olan İsmail'in annesidir. Akrabalık bağı budur. Zimmet (emanet) bağına gelince, Peygamberin Mariye'yi cariye olarak almasından ve onun İbrahim'i doğurmasından kaynaklanan bir bağdır. İşte bu, -Kıbtiler zayi etmedikleri müddetçe- müslümanların gözetmeleri gereken bir zimmet bağıdır. Allahü a'lem, Buhari, Süddi'den rivayet ediyor:
"Enes b. Malik'e:
“Peygamberin oğlu İbrahim kaç yaşına ulaşmıştı?" diye sordum. Dedi ki:
“Beşiğini dolduracak kadar büyümüştü. Şayet yaşasaydı, Peygamber olacaktı. Fakat yaşaması mümkün değildi, çünkü sizin Peygamberiniz; peygamberlerin sonuncusudur." [3]
İsa b. Yunus, İbni Ebi Halid'den şöyle rivayet ediyor:
“Ebu Evfa'ya sordum:
“Peygamberin oğlu İbrahim'i gördün mü? Şöyle cevap verdi:
“Küçükken ölmüştü. Şayet Muhammed'ten sonra bir peygamber takdir edilmiş olsaydı, yaşayacaktı. Fakat Muhammed'ten sonra peygamber yoktur." [4] İbnü Abdi'1-Berr diyor ki:
"Bu düşüncenin nereden kay aklandığını anlayamadım. Çünkü Nuh (a.s.)'ın peygamber olmayan bir oğlu vardı. Nitekim, kendisi peygamber olmayan bir kimsenin çocuğu peygamber olabilir. Rasûlü Ekrem'in de peygamber olmayan bir çocuğunun bulunması caizdir. Peygamberlerin bütün çocukları peygamber olmuş olsaydı, herkesin peygamber olması gerekirdi. Çünkü bütün insanlar (bir peygamber olan) Nuh (a.s)'ın çocuklarıdırlar. Ayrıca Adem (a.s) bilinen bir peygamberdir. Onun çocukları arasında, Şit'in dışında kendisinin sulbünden bir peygamber olduğunu bilmiyorum."
Bu fasıl, anti parantez olarak zikrettiğimiz ve çocuğa isim vermenin vaktiyle ilgili ara bir fasıldır. Şimdi tekrar asıl konumuza dönüyor ve diyoruz ki;
Madem ki isim verme gerçekte, isimlendirilecek bir şeyi tarif etmek demektir, zira muayyen bir şey var olur da ismi bilinmez ise, onu nasıl tarif edeceğimizi bilemeyiz. O şeyi, var olduğu gün tarif etmek mümkün olduğu gibi, üç gün sonraya, hatta akikası kesilinceye kadar ertelemekte caizdir. Bundan önce veya daha sonra da olabilir. Bu konuda genişlik vardır. [5]
Müstehap Ve Mekruh Olan İsimler:
Ebu Derda'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
"Rasûlü Ekrem:
“Muhakkak sizler kıyamet gününde kendi isimlerinizle ve babalarınızın isimleriyle çağrılacaksınız. O halde isimlerinizi güzelleşiriniz, buyurdu." [6]
İbni Ömer'den rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
“Allah'ın en çok hoşuna giden isimleriniz; Abdullah ve Cabir'den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:" [7] Bizden bir adamın bir oğlu oldu ve ona Kasım adını verdi. Biz:
“Seni Ebul-Kasım kürîyesiyle çağırmayacağız, bunda senin için, bir üstünlük de yoktur, dedik. O da bunu Peygambere bildirdi. Peygamber:
“Oğluna Abdurrahman adını ver, buyurdu. [8]
Ebu Vehb Cüşemi'den rivayet edildiğine göre, Hz, Peygamber şöyle demiştir:
“Peygamberlerin isimleriyle isimleniniz. Allah'ın en sevdiği isimler; Abdullah ve Abdurrahman'dır. En doğru isimler; Haris ve Hemmam, en çirkin isimler de; Harb ve Murrdâıv. [9]
Ebu Muhammed b. Hazm diyor ki:
"Alimler; Abdullah ve Abdurrahman gibi "Allah" lafzına izafe edilmiş isimlerin güzel oldukları hususunda ittifak etmiş, Allah'ın en sevdiği isim hakkında ise ihtilaf etmişlerdir."
Cumhur-u ulema, Allah'ın en sevdiği isimlerin; Abdullah ve Abdurrahman olduğunu söylemişlerdir. Said b. Müseyyeb:
-Allah'ın en çok hoşlandığı isimler peygamber isimleridir, demiştir. Oysa sahih hadis, Allah'ın en çok sevdiği ismin; Abdullah ve Abdurrahman olduğunu göstermektedir. [10]
Mekruh Ve Haram Olan İsimler:
Ebu Muhammed b. Hazm Şöyle diyor:
“Fakihler, Abdulmuttalip hariç, kulluğun Allah'tan başkasına izafe edildiği Abduluzza, Abduhubel, Abdu Amr, Abdu'1-kabe, vb. bütün isimlerin haram olduğu hususunda ittifak etmişlerdir.
Öyleyse Abdul-Ali, Abdu Hüseyin, Abdülkabe gibi isimleri takmak caiz değildir.
İbnü Ebi Şeybe, Yezid b. Mikdam b. Şürayh'tan, o da el Mikdam b. Şürayh'tan, o da babasından o da dedesi Hani b. Yezid'den şunu nakletmiştir:
"Bir topluluk, heyet halinde Rasûlallahın huzuruna geldi. Hz. Peygamber içlerinden birinin "Abdülhacer" diye çağrıldığını duyunca, ona:
“Adın ne? diye sordu. O da:
“Abdülhacer, dedi. Bunun üzerine Rasûlü Ekrem:
“Hayır, sen Abdullah'sın, buyurdu."
Şöyle bir soru sorulabilir:
“Fukaha nasıl olur da, kulluğun Allah'tan başkasına izafe edildiği isimlerin haram olduğunda ittifak eder. Halbuki Rasûlullahın:
“Abduddinar (dinara kul olan) helak olmuştur. Abdildirhem (dirheme kul olan) helak olmuştur.
“Abdül Katife (kadife kumaşlara kul olan) helak olmuştur" [11] dediği sabittir.
Ayrıca şu sözleri de sahih bir şekilde bize ulaşmıştır:
“Peygarber'im ben yalan yok; Abdül Muttalib'in oğluyum ben.[12] Yine bir rivayete göre Peygamber, ashabı arasında otururken bir adam yanına gelerek:
“Abdül Muttalib'in oğlu hanginiz? diye sordu. Ashabı kiram:
İşte şu, diyerek onu gösterdiler."
Bu soruya şu cevabı verebiliriz:
"Rasûlü Ekrem "Abduddinar helak olmuştur" sözüyle bir kişinin ismini değil; kalbi dinar ve dirheme kulluk ederek Rabbine ibadeti terkedip onlara kulluk yapmaya razı olan kimselere karşı bedduayı ve onların vasfını anlatmak istemiş, bu yüzden para ve elbiseleri zikretmiştir. Bu iki şey, kişinin iç ve dış güzelliğine işaret eden sembollerdir.
"Ben, Abdülmuttalib'in oğluyum" sözüne gelince, bu söz; yeni bir isim koyma babından değil, muayyen bir kimsenin tanınmış olduğu bir ismi haber verme babındandır.
Muayyen bir şahsı tanıtmak üzere bu şekilde bir ismi söylemek haram değildir. Dolayısıyla Ebu Muhammed b. Hazm'ın bunu, sadece Abdülmuttalib ismiyle sınırlamasının bir anlamı yoktur. Nitekim Ashabı Kiram; Abdüsşems oğlulları, Abdüddar oğulları gibi kabileleri kendi isimleriyle çağırıyor ve Rasûlallah da buna karşı çıkmıyordu. O halde, bir şeyden haber verme dairesi, yeni bir isim koyma dairesinden daha geniştir. Zira yeni bir isim koyma hususunda caiz olmayan şeyler, diğerinde caizdir. [13]
Bazı Haram İsimler:
Melikül-Mülük (krallar kralı) Sultanus Selatin (sultanlar sultanı) ve Şahinşah isimlerini vermek haramdır.
Sahihayn'daki bir hadiste Ebu Hüreyre, Rasûlullah'tan şöyle rivayet ediyor:
“Allah katında isimlerin en kötüsü "Melikül-Emlak" adını alan kişidir.
Bir başka rivayette "en kötüsü" yerine "en çirkini" ifadesi vardır.
Müslim'in bir diğer rivayeti de şöyledir:
“Kıyamet gününde Allah'ın en ziyade gazap edeceği en necis adam "Melikül Emlak" adını takınan kimsedir. Zira Allah'tan başka melik yoktur. [14]
Bazı alimler şöyle derler:
"Kadul-Kudat ve Hakimul-Hükkam gibi isimleri koymanın mekruh oluşu bu hadisin manası dahilindedir. Zira Hakimu'l-Hükkam (Hakimlerin Hakimi) olan, hakikâtte yalnızca Allah'tır.
Dindar ve faziletli bir gurup müslüman, Allah'ı ve Rasûlünü gazaba getiren "Melikul-Emlak" ismiyle kıyas ederek "Kadul-Kudat" ve "Hakimu'l-Hükkam isimlerini vermekten kaçınmışlardır. Fakat bu, sadece bir kıyastır.
Ben de derim ki;
"Seyyidiri-Nas (İnsanların Efendisi) ve Seyyidü'l-Küll (herkesin efendisi) ve "Seyyidü Veledi Adem" (Adem oğlunun efendisi) gibi isimleri takmak da haramdır. Zira bunlar yalnızca Rasûllulah (s.a.s.)a mahsus özelliklerdir. Ademoğlunun efendisi odur. Öyleyse böyle bir ismin Peygamberden başkasına verilmesi caiz değildir. [15]
Bazı Mekruh İsimler:
Müslim'in Semura b. Cündeb'ten naklettiği şu hadis, bazı mekruh isimleri belirtmektedir:
"Rasûlullah şöyle buyurmuştur:
“Sakın çocuğuna Yesar (Kolaylık), Rabah (Kazanç), Necah (Kurtuluş), ve Eflah (Felaha eren) isimlerini verme.” Çünkü sen:
“O burada mı? diye sorarsın. O da orada bulunmaz ve:
“Yok diye cevap verilir. İşte, bunlar dört isimdir, benim üzerime ziyade yapmayın.[16]
Hadisin en son cümlesi Peygamber'e değil, raviye ait bir sözdür.
Cabir b. Abdillah'ın rivayeti ise şöyledir:
“Rasûlullah; Ya'la, Bereke-Eflah, Yesar, Nafi ve bunlara benzer isimlerin konulmasını yasaklamak istedi. Sonradan bu isimler hakkında hiçbir şey söylemeyip sustuğunu gördüm. Sonra bunları yasaklamadan vefat etti. Bilâhare Ömer bunları yasaklamak istedi, sonra o da vazgeçti." [17]
Ebu Bekr b. Ebi Şeybe, Muhammed b. Abdullah b. Ubeyd'den, o da Ameş'den, o da Ebu Sufyan'dan, o da Cabir1 den naklen Rasûlu Ekrem'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
“İnşallah, eğer ömrüm vefa ederse ümmetimden Nafi, Eflah ve Bereke isimlerini vermelerini nehyedeceğim.”
A'meş diyor ki:
"Nafi ismini söyledi mi söylemedi mi bilmiyorum".
Ebu Zübeyr, Cabir'den o da Ömer b. el-Hattab'dan naklen Rasûlullah'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir.
“İnşaallah yaşarsam; Rabah, Necih, Eflah ve Yesar isimlerini koymaktan ümmetimi muhakkak nehyedeceğim.”
Ben de derim ki;
Mübarek, Müflih, Hayır, Sürür, Nimet ve buna benzer isimler de bu hadisin ifade ettiği mana kapsamındadırlar. Çünkü Peygamber'in bu dört ismin verilmesinde gördüğü kerahet illeti bunlarda da mevcuttur. "Hayır, yanında mı?" "Sürür (Sevinç), yanında mı? "Nimet yanında mı"? diye sorulacak ve "Hayır, yok" şeklinde cevap verilecek. Böylece kalpler bundan sıkıntı duyacak ve bunu kötüye yorumlayacak. İşte bu yüzden bunlar mekruh isimler kapsamına girmektedirler.
Hadis-i şerifte, Hz. Peygamber'in "Berra'nın yanından çıktı" sözünden hoşlanmadığı belirtilmektedir. Üstelik bu tür isimlerin yasaklanmasını gerektiren başka bir yön daha vardır. Bu da "mübarek" ve "müflih" olma şeklinde nefsin kendisini tezkiye edip temize çıkarmasıdır. Oysa kişi her an böyle mübarek ve müflih bir halde olmayabilir. Nitekim Rasulallah "Berra" isminin verilmesini yasaklayarak:
“Nefsinizi temize çıkarmayın, sizden iyilik sahibi olanları en iyi bilen Allah'tır, [18] buyurmuştur.
Ebu Hureyre'nin rivayeti ise şöyledir: [19]
"Hz, Zeyneb'in adı Berrâ idi. Sonra "Nefsini temize çıkarıyor denilince, Hz. Peygamber ona Zeyneb ismini verdi. [20]
Şeytan İsimlerini Koymanın Mekruh Oluşu:
Hanzeb, Velhan, Aver ve Ecda' gibi şeytan isimlerini koymak da mekruhtur.
Şa'bi, Mesruktan naklediyor:
"Ömer b. Hattab ile karşılaştım. Bana
“Kimsin? diye sordu. Ben:
Mesruk b. Ecda'yım dedim. Ömer:
“Rasulullah'tan "Ecda, şeytandır" dediğini işittim dedi. [21]
Übeyy b. Ka'b'ın rivayetine göre, Rasûlullah şöyle buyurmuştu"
“Abdest ile uğraşan Velhan adında bir şeytan vardır.
Öyleyse suyun vesveselerinden kaçınınız. [22]
Osman b. Ebi'l-As, namaz esnasındaki vesveselerinden Rasulullaha şikayette bulununca, Rasûlullah:
“Bu, "Hanzeb denilen bir şeytandır" buyurdu.[23]
Ebu Bekr b. Ebi Şeybe, Muhammed b. Abdurrahman dan, o da Hişarridan, o da babasından şöyle rivayet ediyor:
"Hubab adında bir adam vardı. Rasûlullah ona Abdullah adını vererek:
“Hubab, şeytandır, buyurdu. [24]
Firavunların ve Zorba Diktatörlerin İsimlerini Vermenin Mekruh oluşu:
Firavun, Karun, Haman ve Velid gibi zorba diktatör isimleri de mekruhtur.
Abdurrezzak "Cami"inde Mamer'den, Zühri'nin şöyle dediğini naklediyor.
"Bir adam oğluna Velid adını koymak istedi de Peygamber (s.a.s.) onu bundan nehyederek:
"Velid denilen bir adam ortaya çıkacak ve benim ümmetim içerisinde Firavun'un kavmine yaptığı işi yapacak, buyurdu."
Cibril, Mikail ve İsrafil gibi melek isimlerini koymak da mekruhtur. Zira insanoğlunun bu isimleri takınması hoş bir şey değildir.
Eşheb diyor ki:
"İmam Malik'e Cibril adını almanın hükmü sorulunca bunu kerih gördü, hoş karşılamadı."
Kadı İyaz şöyle diyor:
"Bazı alimler melek isimleri ile isimlenmeyi mekruh görmüşlerdir. Haris b. Muskin de bu görüştedir. İmam Malik, Cibril ve Yasin isimlerini takınmayı mekruh saymış diğerleri ise mubah olduğunu söylemişlerdir.",
Abdurrezzak "Camiinde Mamer'den şunu naklediyor:
"Hammad b. Ebi Süleyman'a:
“Cibril ve Mikail isimlerini takınan kimse hakkında ne dersin? diye sordum da:
“Zararı yoktur, cevabını verdi."
Buhari "Tarih" inde Ahmed b. Haris'den, o da Ebi Katade Eş-Şami'den-Harrani değil, 164 yılında vefat etmiştir-naklen Abdullah b. Cerrad'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Müzeyne kabilesinden bir adam ile arkadaşlık yaptım.
Sonra ikimiz birlikte Peygamber'e geldik. Arkadaşım:
“Ya Rasulallah! Benim bir çocuğum oldu. En hayırlı isim hangisidir? diye sordu. Peygamber:
“Sizin için en hayırlı isim Haris ve Hammâd'dır. Abdullah ve Abdurrahman isimleri de pek güzeldir.” Peygamber isimleri ile de isimleniniz. Fakat melek isimleri ile isimlenmeyiniz, dedi. Adam:
“Senin isminle de isimlenebilir miyiz? diye sorunca Peygamber:
“Benim ismimle de... Fakat künyemle künyelenmeyiniz, buyurdu"
Beyhaki şöyle diyor:
"Buhari başka bir yerde "Bunun isnadında bozukluk var" demiştir." [25]
Sevilen ve Sevilmeyen Bazı İsimler:
Nefislerin hoşlanmadığı ve uyum sağlayamadığı manaları içeren Harb (Savaş), Murra (acı), Kelb (köpek), Hayye (yılan) v.b. isimler sevilmeyen mekruh isimlerdendir.
İmam Malik'in "Muvatta'nda zikrettiği şu hadis daha önce geçmişti:
"Rasûlullah, sağmal bir deve hakkında:
“Bunu kim sağacak? buyurdu.
“Hemen bir adam kalkarak:
“Ben, dedi. Peygamber:
“Adın nedir? deyince, adam:
“Murra (Acı) diye cevap verdi. Bunun üzerine ona;
“Sen otur, buyurdu. Derken yine;
“Kim bunu sağacak? dedi.
“Yine bir başka adam kalktı. Rasûlullah ona:
“Adın nedir? deyince, adam;
“Harb (savaş) dedi. Ona da;
“Otur, buyurdu. Sonra yine;
“Kim bunu sağacak? diye sordu.
“Tekrar bir adam kalkarak:
“Ben, dedi. Peygamber;
“Adın nedir? diye sorunca;
“Yeis (yaşar) cevabını verdi. Nihayet ona:
“Sen sağ, buyurdu."[26]
Böylece Rasûlullah (s.a.s.), sevilmeyen bir ismi taşıyan kişinin hayvanı sağmasını istememişti.
Çirkin olan şahıs, yer, kabile ve dağ isimleri Peygamber'e sıkıntı verirdi. Hz. Peygamber bu tür isimlerden hoşlanmazdı.
Hatta bir yolculuğu esnasında iki dağ arasından geçerken bunların isimlerini sordu. "Fadih" (utandıran) ve "Muhzun" (rezil eden) denilince yönünü onlardan çevirdi ve aralarından geçmedi. Böyle şeylere son derece itina gösterirdi. Sünneti seniyyeyi inceleyen bir kişi isimlerin kendi manalarıyla bağlantılı olduğunu görecektir. Öyle ki; adeta o manalar, o isimlerden alınmış ve sanki isimler manalarından türetilmiş gibidir. Rasûlullah 'ın şu sözlerini iyice düşün:
"Eşlem.
“Allah onu selamete ulaştırdı.
“Ğıfar.
“Allah ona mağfiret etti.
“Usayye.
“Allah'a isyan etti." [27]
Hudeybiye günü Süheyl b. Amr gelince, Rasûlullah:
“İşiniz kolaylaştı, buyurmuştu.
Ayrıca Büreyde'ye adım sormuştu O da:
“Büreyde, deyince:
“Ya Eba Bekr! İşimiz serinledi, buyurdu. Sonra:
“Kimlerdensin? diye sordu. Büreyde:
“Eslem'den dedi. Yine Ebu Bekr'e:
“Selamete ulaştık dedi. Büreyde'ye tekrar:
“Hangi oymaktansın? diye sordu. Büreyde:
“Sehm'den deyince:
“Kur'ada senin ok çıktı, buyurdu.
Bu hadisi Ebu Ömer, "İstiskar"ında zikretmiştir.
Rasûlullah, rüya tabir ederken de hayra yorma prensibini göz önünde tutardı. Şöyle buyurmuştur.
"Rüyamda Ukbe b. Rafi'nin evinde idik. Derken bize İbn-i Talib'in kuru hurmalarından getirildi. Ben de bunu dünyadaki güzel sonuç ve yüceliğin bize ait olacağı ve dinimizin muzaffer olacağı şeklinde yorumladım."
İsimlerin, isimlendirilenlere olan etkisini öğrenmek istiyorsan, Said b. Müseyyeb'in babasından, onun da dedesinden rivayet ettiği şu hadisi tefekkür et:
"Hz. Peygamber'in yanına gelmiştim. Bana:
Adın nedir? diye sordu. Ben:
“Hazn (Kabalık) dedim. O:
“Hayır, sen Sehl (Yumuşaklık) sin, buyurdu. Ben ise:
“Babamın taktığı ismi değiştirmem, dedim."[28] İbn-i Müseyyeb diyor ki:
"Bu huzünet, bizde hep devam edegelmiştir". Huzünet, sertlik ve kabalık demektir.
"Sert arazi ve "yumuşak" arazi kelimeleri bundan türetilmiştir.
İmam Malik, Yahya b. Said'den rivayet ediyor:
"Ömer b. Hattab, bir adama sordu:
“Adın nedir?
“Cemre (Ateş koru).
“Kimin oğlusun?
“İbn-i Şihab (Alevin oğlu)'ın.
“Kimlerdensin?
“Hurkat (Yangın ateşi )dan.
“Nerede oturuyorsun?
“Harratu'n-Nar (ateş yakması)'da.
“Neresinden?
“Zatu laza (Alev sahibi)'da deyince, Ömer:
“Aman ailene yetiş, zira yanıyorlar! Dedi. Gerçekten de Hz. Ömer'in dediği çıkmıştı." Bu rivayet Malik'e aittir.
Aynı olayı Şa'bî şöyle naklediyor:
"Cüheyne kabilesinden bir adam, Ömer b.. Hattab'ın yanına geldi. Ömer sordu:
“Adın nedir?
“Şihab (Alev).
“Kimin oğlusun?
“Diram (alev)in.
“Kimlerdensin?
“Hurka (yanma)dan.
“Evin nerede?
“Harratu'n Nar (Ateş yakması)'nda, deyince Ömer:
“Eyvah! Evine ve ailene yetiş, zira yaktın onları!" dedi.
Şa'bi diyor ki:
"O da oraya gitti ve hepsinin yanmış olduğunu gördü."
Bu hadise, anlamayanlar tarafından müşkil karşılanmıştır. Oysa hamd olsun, herhangi bir müşkil yoktur. Zira sebeplerin müsebbibi olan Allah; bu münasebetleri, bu olayı gerektiren birer unsur haline getirmiştir. Bunların belli bir şekilde bir araya gelmelerini, bu olayın meydana gelmesini icap ettiren bir sebep yapmış ve dilinde hakikatin gerçekleştiği, meleklerin kendi dili üzere konuştukları Hz. Ömer; bunu dile getirinceye dek, olayın vukuunu ertelemiştir. Nihayet bütün unsurlar eksiksiz bir şekilde tamamlanmış ve peşinden de olay gerçekleşmiştir. Bu konuda nefis terbiyesi ilmine sahip olan kişi, bundan son derece istifade eder. Zira başa gelen musibetler, ağızdan çıkan sözlerle irtibatlıdır. Ebu Ömer diyor ki:
"Hz. Peygamber:
“Belâ, söze bağlıdır, buyurmuştur"
Söylenen sözler sebebiyle meydana gelen belaya misal, hasta bir ihtiyarın söylediği sözlerdir:
Hz. Peygamber, bu hasta şahsı ziyarete gelmişti. Sıtmaya yakalanmış olduğunu görünce:
“Zararı yok, inşallah (günahlarını) temizler,” dedi. O ise:
“Hiç de öyle değil.... Yaşlı bir adama ateş püsküren, onu kabre götürecek olan bir sıtmadır bu, dedi. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.s): .
“Peki, öyle olsun,” buyurdu.
Biz gerek kendi aramızdan, gerek başkalarından; bu türden pek çok ibret verici olaylara şahid olduk. Bizim gördüklerimiz deryada bir damla gibidir.
Şair Müemmil şöyle demişti:
"Göç mevsiminde gözler Müemmil'e her şeyi berrak gösterdi.
Ah ! Keşke Müemmil 'in gözleri görmez olaydı..."
Çok geçmeden Müemmil gerçekten kör oldu.
İbn-i Vehb'in Cami inde şu olay nakledilir:
"Hz. Peygambere bir çocuk getirilmişti. Peygamber:
“Buna ne ad verdiniz?” diye sorunca:
“Saib (başıboş, seyip), dediler. Bunun üzerine Peygamber:
“Ona Saib adını koymayın, Abdullah, deyin buyurdu. Fakat o ilk ismi ağır bastı ve Saib, akli dengesini kaybetti de öyle vefat etti."
Dili muhafaza etmek ve güzel isimleri seçmek Allah'ın, kuluna bahşetmiş olduğu bir muvaffakiyetidir. Nitekim Hz. peygamber, temenni dileğinde bulunan kimseye güzel şeyler temenni etmesini emrederek:
“Sizden biriniz, arzuladığı' temennilerinden hangisinin yazılacağını bilemez,” buyurmuştur.
Yani "Onlardan hangisinin kabul edilip mukadder kılınacağını bilemez, dolayısıyla onun temennisi, arzu ettiği şeyin tamamının veya bir kısmının gerçekleşmesine sebep olabilir" demektir.
Temenni dileğinde bulunan pek çok kimsenin kuruntu ve arzularının tümünün veya bir kısmının başlarına geldiğine dair haberleri mutlaka işitmiş ve görmüşsündür. Ebu Bekr es- Sıddik şu beyti her zaman söylerdi:
"Dilini koru, o söyler sen müptela olursun,
Zira belalar, söylenen sözlere bağlıdır."
Hz. Hüseyin ve arkadaşları Kerbela'da konaklayınca buranın ismini sordu:
“Kerbela, denilince:
“Kerb (Sıkıntı) ve Bela, dedi. Peygamberimizin sütannesi Halime Sa'diyye, onu emzirmek amacıyla Abdul-Muttalib'in yanına gelince Abdul-Muttalib:
“Sen kimsin? diye sordu. O:
“Sa'd oğullarından bir kadın, cevabını verdi. Abdul-Muttalib:
Adın nedir? diye sorunca:
“Halime, dedi. Bunun üzerine Abdul-Muttalib:
“İyi, iyi.... Sa'd (Mutluluk) ve Hilm (yumuşaklık) Bunlar ömür boyu içinde zenginlik bulunan iki haslettir, dedi.
Süleyman b. Erkam, Ubeydullah b. Abdullah'dan İbn-i Abbas'ın şöyle dediğini naklediyor:
"Rum imparatoru, Rasulullah'a bir elçi gönderdi ve elçiye:
“Nerede oturduğuna, yanında bulunan kimseye ve omuzları arasındaki şeye bak, diye talimat verdi. Nihayet elçi gelince Rasûlullah'ın bir tepecik üzerinde oturmuş ve ayaklarını suya sokmuş olduğunu gördü. Sağ tarafında Ebu Bekr vardı. Peygamber elçiyi görünce:
“Arkama gel ve sana emredilen şeyi gör,” buyurdu. Elçi peygamberlik mührüne baktı. Daha sonra efendisine dönüp durumu ona anlattı. Bunun üzerine imparator:
“Onun şanı yüce olacak. Ayaklarımın altındaki (şu memlekete) sahip olacak. O tepecik ile yüceliğe, (ayaklarını soktuğu, su ile hayata nail olacak, dedi." Avane b. Hakem, şöyle diyor:
"İbn-i Zübeyr, kendi adına biat çağrısı yapınca Abdullah b. Muti bey'at etmek üzere ayağa kaltı. Fakat Abdullah b. Zübeyr erini çekerek Ubeydullah b Ali'ye:
“Kalk ve bey'at et, dedi. O da kalkıp beyat etti. Bunun üzerine insanlar;
“Abdullah İbn-i Muti (itaatkâr)in beyatini almaktan kaçındı. Fakat Misab (zorluk)un beyatini kabul etti. Artık muhakkak işlerinde zorluklarla karşılaşacaktır, dediler.
Seleme b. Muharib diyor ki:
"Haccac, Kurra (İstikrar ) manastırında Abdurrahman. b. Eş'as ise Cemacim (karmakarışık) manastırında konaklamıştı Haccac:
“Durum benim ellerimde "karar kıldı."Onun durumu ise "karmakarışık "oldu. Vallahi onu öldüreceğim, dedi.
Bu, oldukça uzun ve faydalı bir konudur. Biz kısaca değinmiş olduk. Asıl amacımız sevilmeyen ve sevilen isimleri açıklamak idi. [29]
Allah'a Mahsus İsimlerle İsimlenmenin Caiz Olmayışı:
İnsanın takınması yasaklanan isimlerden bir kısmı da Allahu Teâlâ'ya ait olan isimlerdir. O halde Ehad, Samed, Halik ve Rezzak gibi Allah'a mahsus isimlerle isimlenmek de caiz değildir.
Ayrıca hükümdarların Kahir, Zahir isimlerini almaları caiz olmadığı gibi, Cabbar, Mütekebbir, Evvel, Ahir, Batın ve Allamu'l- Guyub ile isimlendirilmeleri de caiz değildir.
Ebu Davud, Rabi b. Nafi'den, o da Yezid Mikdam b. Şureyh'den o da babasından, o da dedesi Şureyh'den o da babası Hâni'den şunu naklediyor:
"Hâni, kavmiyle birlikte heyet halinde Medine'ye Rasullahın yanına geldi. Hz. Peygamber, kavminin onu "Ebu'l Hakem" künyesiyle çağırdıklarını duyunca, onu çağırarak:
“Hakikatte hakem olan ancak Allah'tır. Yani hüküm O'na irca edilir. O halde neden sen "Ebu'l Hakem " künyesiyle çağrılıyorsun? diye sordu. O da:
“Kavmim bir meselede anlaşmazlığa düştüğü vakit bana müracaat ederler. Ben de aralarında hüküm veririm, her iki taraf da verdiğim hükme razı olurlar, dedi. Bunun üzerine Rasulullah:
“Bu ne güzel bir şeydir! Peki çocuklarının ismi nedir?” diye sorunca:
“Şüreyh, Mesleme ve Abdullah adlı çocuklarım var, dedi Peygamber:
“En büyüğü hangisi?” diye sorunca:
“Şüreyh, dedi. Peygamber:
“O halde sen Ebu Şüreyh'sin,” buyurdu.
Aşağıdaki şu sahih hadis daha önce de geçmişti:
"Allah'ın en çok gazab ettiği adam "Meliku'l-Emlak" adını takınan kişidir. "
Ebu Davud, Müsedded'den, o da Bişr b. Müfaddal'dan, o da Ebu Seleme Said b. Yezid'den, o da Ebu Nadr'dan, o da Mutarrif b. Abdullah b. Şihhir'den,-babasının şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Amir oğulları heyeti içerisinde, Rasulullah'ın yanına gelmiştim. Ona:
“Sen seyyidimiz (efendimiz)sin dediğimizde:
“Seyyid ancak Allah'tır şeklinde mukabele etti.” Biz de:
“En faziletlimiz ve nimet yönünden en büyüğümüzsün, dedik. Bunun üzerine:
“Bu sözünüzü veya bir kısmını söyleyin, sakın şeytan sizi kışkırtmasın, buyurdu."
Hz. Peygamberin "Ben ademoğlunun efendisiyim "sözüyle yukarıdaki hadis çelişmemektedir. Zira bu söz, Allah'ın ona bahşettiği, insan nevinin efendisi olma özelliğini ve onu tüm insanlara üstün kılıp şereflendirdiğini bildirmektedir.
Yüce Allah'ın kendi zatını seyyid olarak vasıflamasına gelince, buradaki "seyyid" kelimesi mutlak manada Rabbin bir sıfatıdır. Çünkü mahlûkatın efendisi, kendisine dönüp varacakları, emriyle amel edecekleri "ol" sözüyle yaratıldıkları ve tüm işlerin sahibi olan zat, Allahu Teala'dır. Mademki melekler, insanlar ve cinler onun mahlûkatı ve mülküdürler, aynı zamanda göz açıp kapayıncaya kadar bir süre dahi ondan müstağni kalamazlar, tüm rağbetleri O'nadır ve bütün ihtiyaçları O'na aittir. O halde hakikatte seyyid olan da ancak ve ancak O'dur.
Ali b. Ebi Talha, İbn-i Abbas'ın "Allah, sameddir" ayetini "Seyyitliği mükemmel olan bir efendidir," şeklinde tefsir ettiğini nakletmiştir.
Bu sözlerden asıl gayemiz, Allah'a mahsus olan isimleri takınmanın hiç kimseye caiz olmadığını vurgulamaktır.
Semi (işiten), Basir (gören), Rauf (şefkatli) ve Rahim, (merhametli) gibi hem Allah'a hem de gayrısına verilen isimlere gelince, bunların manalarıyla mahlûkatın halini belirtmek caiz olup, Allah hakkında kullanıldığı şekilde bu ismi mutlak manada takınmak caiz değildir. [30]
Kur'an Ve Süre İsimlerini Almak Caiz Değildir:
Kuran ve süre isimlerin takınmak da yasaklanmıştır.
İmam Malik, "Yasin" adını almanın mekruh olduğunu açıkça ifade etmiştir. Bunu Süheyli nakletmiştir. Halk arasında meşhur "Yasin ve Taha, Rasûlullahın isimlerindendir" söylentisine gelince, bu doğru değildir. Bu konuda ne sahih, ne hasen ne de mürsel bir hadis vardır. Sahabeye ait herhangi bir rivayet de mevcut değildir. Yasin ve Taha, Elif Lam Mim, Ha Mim, Elif Lam Ra gibi harfler huruf-u mukatta'dandır. [31]
Peygamber İsimlerini Almanın Hükmü:
Peygamberlerin isimlerini takınmanın keraheti konusunda iki farklı görüş vardır:
1- Mekruh değildir. Bu, çoğunluğun görüşüdür Doğru olan da budur.
2- Mekruhtur.
Ebu Bekr b. Ebi Şeybe"Mekruh isimler " bölümünde Fadl b. Dukeyn'den o da Ebu Celde'den, Ebu'l-Aliye'nin şöyle dediğini nakletmiştir:
"Sizler çok fena bir iş yapıyorsunuz. Çocuklarınıza peygamber isimleri veriyor, sonra da onlara lanet okuyorsunuz.
Ebu'l Kasım Süheyli'nin "Er- Ravd" adlı eserindeki şu rivayeti, bunu daha açık bir şekilde ifade etmektedir.
"Ömer b. Hattab, Peygamber isimlerinin takınmanın mekruh olduğu görüşünde idi."
Ben de derim ki;
Bu görüşün sahibi peygamberlerin isimlerini ayaklar altına düşmekten ve öfke anlarında kötü sözlere maruz kalmaktan muhafaza etme gayesi ile bunu söylemiştir.
Nitekim Said. b. Müseyyeb:
“Allah'ın en sevdiği isimler, peygamber isimleridir demiştir.
İbn-i Hayseme'nin "Tarih"inde anlatıldığına göre Talha'nın 10 tane oğlu varmış. Hepsi de bir peygamber adını taşıyormuş. Zübeyr'in de 10 tane oğlu varmış. Onların da hepsi şehit adları taşıyorlarmış. Talha, Zübeyr'e:
“Ben çocuklarıma peygamber isimleri verirken sen niçin şehit isimleri veriyorsun? diye sormuş. Zübeyr:
“Ben oğullarımın şehit olmalarını umuyorum. Fakat sen oğullarının peygamber olmalarını ümit edemezsin, demiş.
Ebu Musa el-Eş'ari Diyor ki:
"Bir oğlum dünyaya gelmişti. Onu hemen Peygambere götürdüm. O da ona İbrahim adını verdi ve bir kuru hurma ile tahnik yaptı".[32]
Buhari "Peygamber İsimlerini Takınan Kişi" babında İbn-i Emin'den, o da İbn-i Bişr'den, İsmail'in şöyle dediğini nakletmiştir.
"İbn Ebi Evfa'ya:
“Peygamber'in oğlu İbrahim'i gördün mü? diye sordum, o;
“Evet, küçükken vefat etti. Şayet Hz. Muhammed 'den sonra bir peygamber gelmesi takdir edilmiş olsaydı, oğlu yaşayacaktı. Lakin ondan sonra peygamber yoktur, dedi."
Buhari daha sonra Bera hadisini zikretmiştir:
"İbrahim vefat ettiği zaman Hz. Peygamber:
“Muhakkak onun cennette kendisine süt emzirecek bir sütannesi vardır buyurdu."[33]
Müslim "Peygamberin ve Salih Zatların İsimlerini Koyma" babında Muğira b. Şube'den şu rivayeti naklediyor:
"Necran'a vardığım vakit, bana sordular:
"Sizler "Ey Harun'un kızkardeşi" [34] ayetini oku yorsunuz. Halbuki Musa İsa'dan şu kadar yıl öncedir."
Rasûlullah'ın yanına gelince bunu ona sordum da:
“Onlar kendilerinden önceki peygamberlerin ve Salih zatların isimlerini koyarlardı, diye cevap verdi. [35]
Maslahat Gereği Bir İsmi Başka Bir isimle Değiştirmek:
İbn-i İmran'dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah ismini değiştirerek
“Sen Cemile'sin”, buyurmuştur [36]
Ebu Hureyre rivayet ediyor:
"Hz. Zeyneb'in ismi Berra" idi. Halk:
“Bu kadın nefsini temize çıkarıyor, deyince Rasûlullah ona Zeyneb adını verdi."[37]
Said. b. Müseyyeb babasından o da dedesinden rivayet ettiğine göre, Rasûlullah ona:
“Adın nedir? diye sormuş. O:
“Hazn (sertlik, kabalık) diye cevap vermiş. Rasûlullah:
“Hayır sen Sehl (yumuşaklık, kolaylık)sın deyince Hazn:
“Yooo! Sehl çiğnenir ve alçatılır (bu ismi almam), demiş.
Said diyor ki:
"Korkarım bundan sonra kabalık ve sertlik hasleti bizde yerleşti." [38]
Buhari Ve Müslim'deki bir hadis şöyledir:
"Münzir b. Ebu Useyd doğduğu vakit Peygambere getirildi. Peygamber onu uyluğunun üzerine koydu. Sonra başka işlerle meşgul olmaya başladı. Derken çocuğu alıp geri götürdüler. Bir müddet sonra Peygamber:
“Çocuk nerede? diye sorunca Ebu Useyd:
“Onu geri gönderdik ya Rasûlallah, dedi. Peygamber: -Adı neydi? diye sordu. O da: Filan, dedi. Bunun üzerine Peygamber:
“Hayır, onun adı Münzir'dir, buyurdu." [39] Usame b. Ahdari rivayet ediyor:
"Asram (keskin) adında bir adam vardı. Peygamber'e gelen bir grubun içerisinde bulunuyordu. Peygamber ona: “Adın nedir? diye sorunca:
“Asram, cevabını verdi. Peygamber:
“Hayır sen Zur'a (Ziraat)sın, buyurdu.” [40]
Ebu Davud diyor ki:
"Rasûlullah, el-As (isyankâr) Aziz, Atel (Kazma) Şeytan, Hakem, Gurab (karga), Şihab (alev) ve Hubab (bir şeytan ismi) isimlerini değiştirdi ve Haşim (cömert) adını verdi. Harb (savaş) adını Silm (banş), Muttaci (yatan) adını Munbeis (kalkan) adlarıyla değiştirdi. Afra (çorak) denilen bölgeye Hadira (yeşillik), Şibu'd Dalale (sapıklık mahallesi)'ye Şibu'1-Hüda (hidayet mahallesi), Zenye (zina) oğullarına Rişde (doğruluk) oğulları, Mağviye (sapık) oğullarına Rişde oğulları adını vermiştir." [41]
Ebu Davud devamla diyor ki:
"Sözü fazla uzatmamak için bunun sened zincirini zikretmedim."
Leys b. Sa'd, Yezid b. Ebi Hubeyb'den, o da Abdullah b. Haris'den rivayet ettiğine göre Abdullah şöyle demiş:
"Bir dostum gurbet diyarında vefat etmişti. Kabrinin başında ben, Abdullah b. Ömer ve Abdullah b. Amr b. As bulunuyorduk. Üçümüzün isimleri de el-As (asi) idi. Rasûlulah bize:
“Kabre inin ve onu defnedin. Artık sizin adınız Abdullah olmuştur, buyurdu."
Abdullah diyor ki:
"Biz de indik ve kardeşimizi defnettik. Kabirden çıktığımızda isimlerimiz değiştirilmişti."
Bu hadisin isnadı Leys'e göre güzeldir. Fakat hadisde anlaşılmayan bir tuhaflık var. Çünkü Abdullah b. Ömer ve Abdullah b. Amr'a el-As adının verildiği bilinmemektedir. [42] Muhammed b. Bişr, Zekeriyya'dan, o da Şabi'den rivayet ettiğine göre, Sabi demiştir ki:
"Kureyş'den el-As ismini taşıyan hiç kimse İslâm'a ulaşmadı. Muti hariç, Onun adı el-Asi idi. Bilahâre Rasûlullah ona Muti adını verdi. [43]
Ebu Bekr b. Münzir, Muhammed b. İsmail'den o da Ebu Nuaym'dan, o da İsrail'den, o da Ebu İshak'dan, o da Hâni'den Hz. Ali'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Hasan dünyaya gelince ona Harb adını koydum. Derken Peygamber geldi ve:
“Oğlumu bana gösterin. Ona ne ad verdiniz?” dedi. Biz:
“Harb, deyince:
“Hayır, o Hasan'dır,” buyurdu. Hüseyin doğduğu vakit ona da Harb adını verdim. Yine Peygamber gelip:
“Oğlumu bana gösterin. Ona ne ad verdiniz,” dedi. Biz:
“Harb, deyince:
“Hayır o Hüseyin'dir, buyurdu. Üçüncü çocuk dünyaya gelince ona da Harb adını verdim. Yine Peygamber gelip:
“Oğlumu bana gösterin. Ona ne ad verdiniz?” dedi. Biz yine:
Harb, deyince, o:
“Hayır, o Muhsin'dir”, dedikten sonra:
“Ben onlara Harun'un çocuklarının adını verdim: Şebber, Şebbir ve Müşebbir, buyurdu" [44]
Muhammed b. Fudayl, Ala b. Müseyyeb'den; Hayseme1 nin şöyle dediğini rivayet eder;
"Cahiliyye devrinde babamın adı Aziz idi. Rasulullah daha sonra ona "Abdurrahman" adını koydu." [45]
Buhari "Kitabul-Edep"te İbrahim b. Münzir'den o da Zeyd el-Hubab'dan. o da İbn-i Abdurrahman b. Said el Mahzümi'den naklettiğine göre, İbn-i Abdurrahman'ın dedesinin ismi Sarm (keskin) imiş. Bilahâre Rasulullah ona:
"Said" adını vermiş.[46]
Muhammed b. Sinan, Abdullah b. Haris. b. Ebza'dan o da annesi Raita binti Müslim'den o da babasından rivayet ettiğine göre, Müslim şöyle demiş:
"Huneyn gazasında Peygamberin yanında bulundum. Bana:
“Adın nedir?” diye sorunca ben:
“Gurab (karga) dedim. Bunu üzerine: [47]
“Hayır, sen Müslim'sin, buyurdu." [48]
Çirkin ve Kerih Olmayan İsmi Değiştirmenin Mümkün Oluşu:
Çirkin ve kerih olması sebebiyle isimler değiştirildiği gibi, güzel olmasına rağmen başka bir maslahattan dolayı da değiştirilebilir. Nitekim nefsi tezkiye etme endişesi ile "Berra'nın yanından çıktı" ve "Berra'nın yanında miydin?" diye sorulunca "Hayır" denilmesi kerih görüldüğünden dolayı, hadiste zikredildiği üzere Berra ismi Zeyneb ismiyle değiştirilmiştir. [49]
Hiç Bir Sebep Yokken de Özel İsimlerin Değiştirilmesi :
Hz. Peygamber önceden "Yesrib" olan Medine'nin adını değiştirmiş ve ona "Tâbe" ismini vermiştir. Sahihayn'de Ebu Humeyd'den şu hadis nakledilmiştir:
"Rasûlullah ile birlikte Tebük'ten döndük. Nihayet Medine'yi uzaktan görmeye başladığımızda:
"Bu, Tâbe'dir, buyurdu." [50]
Cabir b. Semura diyor ki:
"Rasûlullah'tan işittim, diyordu ki:
“Allah Medine'ye Tâbe ismini vermiştir.” [51]
Medine'ye "Yesrib" adını vermek tahrimen mekruhtur. Çünkü yüce Allah, bu şehre sadece münafıkların "Yesrib" adını verdiklerini anlatır. Ayet-i Kerime'de buyuruluyor ki:
"Hani münafıklar ve kalplerinde hastalık bulunanlar, "Allah ve Rasûlu bize sadece boş vaatlerde bulundu" diyorlardı. Yine onlardan bir grup "Ey Yesrib halkı! Artık size duracak yer yok, haydi dönün! demişlerdi."[52]
İmam Malik, Yahya b. Said'den o da Ebu Hubab Said b.Yesar'dan o da Ebu Hureyre'den rivayet ettiğine göre, Ebu Hureyre şöyle demiştir:
"Rasûlullah'dan işittim, diyordu ki: [53]
“Köyleri yiyip, yutan "Yesrib"dedikleri bir şehirle emrolundum. Artık o, "Medine"dir. Nasıl ki körük demirin pasını gideriyorsa bu şehir de insanları öylece temizler (iyisini-kötüsünü birbirinden ayırır).” [54]
Çocuğa "Filanın Babası" Künyesini Vermenin Caiz Oluşu:
Enes diyor ki:
"Hz. Peygamber ahlakça insanların en güzeli idi. Benim Ebu Umeyr denilen bir kardeşim vardı. Peygamber geldiği zaman:
“Ey Eba Umeyr! Ne yaptı, Nuğayr (serçe) derdi.
Kardeşim o serçeyle oynardı." [55]
Ravi diyor ki:
"Zannedersem Ebû Umeyr, sütten kesilmişti."
Enes, henüz çocuğu olmadan evvel Ebu Hamza künyesini almıştı. Ebu Hüreyre de henüz çocuğu yok iken bu künyeyi almıştı. Ayrıca Hz. Peygamber, Hz. Aişe'nin "Ümmü Abdullah" künyesini taşımasına müsaade etmişti.
Sözü edilen Abdullah, Hz. Aişe'nin bacısı Esma Binti Ebi Bekr'in oğlu Abdullah b. Zübeyr'dir. Sahih olan da budur. Yoksa Hz' Aişe'nin Peygamber'den olan çocuğunu güya düşük yaptığı ve Peygamberin o çocuğa Abdillah adını koyup Hz. Aişe'ye "Ümmü Abdillah" künyesini verdiği şeklindeki rivayet sahih değildir.
Çocuğu olan bir kimsenin de çocuklarının dışında bir künyeyi alması caizdir. Nitekim Hz. Ebu Bekr'in Bekr adında, Hz. Ömer'in Hafsa adında Ebu Zerri'in Zerr adında, Süleyman künyeli Halid b. Velid'in Süleyman adında bir oğlu yoktu. Ebu Seleme de böyledir. Bu tür künyeler sayılamayacak kadar çoktur. Bir künye almak için kişinin mutlaka bir çocuk sahibi olması veya bu çocuğun adıyla künyelenmesi şart değildir. Allahu â'lem.
Künye takma, künyelenen kimseyi yüceltme ve ona ikramda bulunma manasını taşımaktadır.
Şair der ki:
Onu çağırdığım vakit, ikram etmek için künyesini söylerim,
Onu lakabı ile çağırmam, zira lakap ayıptır. [56]
Çocuğa İsim Vermek Annenin Değil, Babanın Hakkıdır:
Bu konuda ulema arasında hiç bir ihtilaf yoktur. Yani anne-baba çocuğa verilecek isim hakkında anlaşmazlığa düşerlerse, bu hak babaya aittir. Yukarıda geçen bütün hadisler buna delalet etmektedir. Nitekim çocuk, annesinin değil babasının adıyla çağrılarak" Falanın oğlu filan"denir. Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"O çocukları babalarının adlarıyla çağırırız. Bu, Allah katında daha adaletlidir.,”[57]
Çocuk hürriyet ve kölelikte annesine, nesebte ise babasına tabidir. İsmin verilmesi, nesebin ve neseplenen şahsın
tanıtılması demektir.
Çocuk din hususunda ise, anne-babasından hangisi en dine sahip ise, ona tabi olur.
Çocuğa isim verilmesi; onun eğitilmesi ve akika kurbanının kesilmesi gibidir. Bunlar da anneye değil babaya aittir. Nitekim Rasûlullah:
“Benim bu gece bir oğlum oldu. Ona babam İbrahim'in adını verdim, buyurmuştur.” [58]
Bir kimsenin; kölesine isim vermesi çocuğuna isim vermesi gibidir. [59]
İsim Künye Ve Lakap Arasındaki Fark:
Bu üç kavram, çağrılan kişi hakkında her ne kadar müşterek olsalar da, başka açıdan farklılık göstermektedirler. Şöyle ki, isimden ya övgü ya da kınama, anlaşılır; yahut bunlardan hiçbirisini ifade etmez. Eğer övgü veya kınama anlaşılryorsa, ona lakap denir ve çoğunlukla kınama amacıyla kullanılır. Bu yüzden yüce Allah:
"Birbirinizi lakaplarla çağırmayın" [60] buyurmuştur.
Bir kimseye, hoşlanmadığı bir lakabı takmanın haram olduğunda ihtilaf yoktur. Bu (lakabın ifade ettiği haslet) onda ister bulunsun, ister bulunmasın, farketmez. Fakat A'mer, Ester, Esamm ve Araç gibi bu lakap ile tanınıp şöhret bulmuş ise, durum farklıdır. Bu tür lakaplar eskiden beri ilim ehlinin dilinde kullanılagelmiştir. İmam Ahmed de bu hususta esnek davranmıştır.
Ebu Davud "Mesail’inde diyor ki:
"Ahmed b. Hanbel'den işittim, bir lakabı olan, sadece onunla tanınan ve bu lakaptan rahatsızlık duymayan kimse hakkında sorulan bir soruya cevaben:
“Süleyman Amer, Humeyd Tavil denilemez mi? diyordu Bu tür lakapların söylenmesinde bir sakınca görmüyor gibiydi.
Bir defasında yine bu konuyu sormuştum da ruhsat vermişti." Ben de derim ki:
İmam Ahmed b. Hanbel "Amer" denilmesini kerih görürdü.
Fudayl diyor ki:
"İddia ettiklerine göre İmam Ahmed sadece "Süleyman" demeyle yetiniyor, "Amer" lakabını söylemiyormuş.
Şahıslara verilen isimler övgü veya kınama ifade ediyorsa, buna lakap denir, demiştik. Bunları ifade etmiyor ve başında "Ebu "veya "Ümmü" kelimesi bulunuyorsa buna da künye denir. "Ebû Filan" ve "Ümmü Filan" gibi...
Arapların bildiği şekil böyledir. Hitaplar da bu çerçevede cereyan etmektedir. Filanud-Din, İzzu'd Devle ve Bahau'd-Devle gibi isimlere gelince, Araplar bunu bilmezlerdi. Bu, ancak yabancı dillerden gelmedir... [61]
Peygamberimizin İsmiyle İsimlenmenin, Onun Künyesini Almanın Veya Hem İsmini Hem De Künyesini Birlikte Almanın Hükmü:
Ebu Hureyre, Muhammed b. Şirin hadisinde Rasûlullah'dan şöyle rivayet ediyor:
“İsmimle isimleniniz, fakat künyemle künyelerime yiniz.” [62]
Müsedded, Halid'den, o da Husayn'dan, Hz. Cabir'in şöyle dediğini rivayet etmiştir.
"Bir adamın bir oğlu oldu da ona Kasım adını koydu. Ashab-ı Kiram:
“Peygambere sormadıkça ona Ebul-Kasım künyesini vermeyiz, dediler. Bunun üzerine Peygamber:
“Benim ismimle isimleniniz, fakat künyemle künyelen meyiniz, buyurdu." [63]
Abdullah b. Muhammed, Süfyan'dan, o da İbn-i Münkedir'den, Cabir b. Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet ediyor:
"Bizden bir adamın bir oğlu oldu da ona Kasım adını koydu. Biz de:
“Sana Ebul-Kasım künyesini vermeyeceğiz ve sana göz aydınlığı ikram etmeyeceğiz, dedik. Derken adam Peygambere gelip ona durumu anlatınca Peygamber:
“Oğluna Abdurrahman adını koy, buyurdu.” [64]
İshak b. Raheveyh, Cerir'den o da Mansur'dan o da Salim Ebi Cad'dan o da Cabir'den rivayet ettiğine göre Cabir şöyle demiştir:
"Bizden bir adamın bir oğlu oldu da ona Muhammed adını koydu. Bunun üzerine kavmi ona:
“Rasûlullahın ismini oğluna vermen hususunda sana müsaade etmeyiz, dediler. O da çocuğunu sırtına yüklenerek Peygambere getirdi ve:
“Ya Rasûlallah! "Benim bir oğlum oldu ve ona Muhammed adını verdim. Ama kavmim bana Rasûlullahın ismini vermene müsaade etmeyiz dediler" dedi. Bunun üzerine Peygamber:
“Benim ismimle isimleniniz, fakat künyemle künyeleşmeyiniz. Ben ancak Kasım'ın, sizin aranızda taksimat yaparım buyurdu." [65]
Ebu Kureyb, Mervan b. Fezari'den, o da Hurneyd'den Enes'in şöyle dediğini rivayet etmiştir.
"Baki mevkiinde bir adam diğer bir kişiye:
Ya Ebal-Kasım! diye seslendi Rasûlullah da ona doğru döndü. Adam:
“Ben seni kasdetmemiştim, ya Rasûlallah ! Filan kişiyi çağırdım,-dedi. Bunun üzerine Rasûlullah:
“Benim ismimle isimleniniz, fakat künyemle künyelen meyiniz buyurdu." [66]
Alimler, bu babda Rasûlullahın ismiyle isimlenmenin cevazında icma etmekle birlikte, onun künyesiyle künyelenme konusunda ihtilaf etmişlerdir. Bu hususta Ahmed 'den iki rivayet vardır.
1- Peygamberin ismi ve künyesini birlikte almak mekruhtur. Bunlardan sadece birini alabilir.
2- İster ismiyle birlikte, isterse tek başına olsun Peygamberin künyesiyle künyelenmek mekruhtur.
Ebu Abdullah, Hafız Ebu Abbas Muhammed b. Yakub'dan o da Rabi b. Süleyman'dan îmam Şafi'nin şöyle dediğini nakletmiştir:
“Adı Muhammed olsun veya olmasın Ebul-Kasım künyesiyle künyelenmek hiç kimseye helâl değildir. [67]
Tavus'dan da bu anlamda bir görüş nakledilmiştir.
Süheyli diyor ki:
"İbn-i Şirin, adı Muhammed olsun veya olmasın bir kimsenin Ebul -Kasım künyesiyle künyelenmesini mekruh sayardı."
Bir grup ulema, bu yasaklamanın haramlık değil mekruhluk ifade ettiğini söylemişlerdir.
Veki, İbn- Avn'dan rivayet ediyor:
"Muhammed'e sordum:
“Bir kişiye, ismi Muhammed olmasa bile Ebul-Kasım künyesini almasını mekruh görür müydü? O da:
“Evet, diye cevap verdi"
İbn-i Avn, İbn-i Şirinden naklediyor:
"İsmi Muhammed olmasa bile bir adamın "Ebul Kasım künyesini almasını kerih görürler miydi? diye sorduğumda:
“Evet, cevabını verdi.
Süfyan Sevri, bu hadis ile bu konuda izin veren hadislerin arasını cem ederek buradaki nehyi kerahete hamletmiştir.
Diğer bir grup ulema ise, bilakis bunun mubah olduğunu, yasaklayan hadislerin ise neshedildiğini söylemiş ve Ebu Davud'un 4968 No'lu hadisini delil getirmişlerdir:
"Nüfeyli, Muhammed b. İmran'dan o da ninesi Safiyye binti Şeybe'den o da Hz. Aişe’ den rivayet ettiğine göre Hz. Aişe şöyle demiştir:
"Bir kadın Peygamberin yanına gelerek:
“Ya Rasûlallah! Ben bir çocuk doğurdum ve adını Muhammed, künyesini de Ebul-Kasım koydum. Ama senin bundan hoşlanmadığını söylediler, dedi. Bunun üzerine Peygamber:
“Benim ismimi helâl kılıp, künyemi haram kılan şey de nedir?”
veya;
“Benim künyemi helâl kılıp ismimi haram kılan şey de nedir? buyurdu."
Muhammed b. Hasan, Ebu Avane'den o da Muğira'dan, o da İbrahim'den rivayet ettiğine göre, İbrahim şöyle demiştir:
"Muhammed b. Esas, Hz. Aişe'nin yeğeni idi. Ebul-Kasım künyesiyle çağrılırdı." [68]
İbn Ebi Hayseme, Zübeyr b. Bekkar'dan o da Abdulaziz b. Abdillah'dan, o da Hişam b. Zühre ailesinin azatlı kölesi Üsame b. Hafs'dan, o da Raşid b. Hafs'dan rivayet ettiğine göre, Raşid şöyle demiştir:
"Ashabı kiramın oğullarından dört tanesine yetiştim. Bunlardan her birinin adı Muhammed, künyesi ise Ebul-Kasım idi: Muhammed b. Talha b. Ubeydullah, Muhammed b. Ebu Bekr, Muhammed b. Ali b. Ebi Talib ve Muhammed b. Sa'db. Ebi Vakkas...
Yine İbn-i Ebi Hayseme, babasından, o da Cerir'den, o da Muğira'dan, o da İbrahim'den rivayet ettiğine göre, İbrahim şöyle demiştir:
"Muhammed b. Ali'nin künyesi Ebul-Kasım idi. Muhammed b. E'şas da aynı künyeyi taşıyordu. Hz. Aişe'nin yanına gelirdi de Aişe buna (yani bu künyeyi taşımasına) karşı çıkmazdı."
Süheyli diyor ki:
"İmam Malik'e, adı Muhammed olup, Ebu-Kasım künyesini taşıyan kişi hakkında soruldu da, bunda bir sakınca görmedi. Kendisine:
“İsmi Muhammed olduğu halde oğluna "Ebu'l-Kasım" künyesi mi veriyorsun? diye sorulunca;
“Ona bu künyeyi ben değil, ailesi verdi. Kaldı ki, bu konuda bir yasaklama işitmedim. Bunda bir sakınca da görmüyorum, dedi."
Alimlerden bir diğer grup ise şöyle demişlerdir:
"Peygamberin isim ve künyesini birlikte almak, caiz değil, bunlardan sadece birini almak caizdir"
Bu grup da Ebu Davud'un 4966 Nolu hadisini delil getirmişlerdir:
"Müslim b. İbrahim, Hişam'dan o da Ebu Zübeyr'den o da Cabir'den rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
“Kim benim ismimle isimlenirse, künyemle künyelenmesin; her kim de künyemle künyelenirse ismimle isimlenmesin.
Ebu Bekr b. Ebi Şeybe diyor ki:
"Veki, Sufyan'dan, o da Abdul-Kerim Cezeri'den, o da Abdurrahman b. Ebi Amr'dan, o da amcasından Hz. Peygamberin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
“İsmimle künyemi cem etmeyiniz."
İbn-i Ebi Hayseme diyor ki:
"Rivayet edildiğine göre Muhammed b. Talha dünyaya geldiğinde, Talha Hz. Peygambere gelerek:
“Adı, Muhammed'dir. Ona Ebul-Kasım künyesini vereyim mi? diye sordu. Peygamber:
“Hayır, ikisini onda cem etme. Onun künyesi Ebu Süleyman olsun, buyurdu."
Bir diğer grup ise şöyle demişlerdir:
"Bu yasaklama sadece Hz. Peygamberin yaşadığı zamana mahsustur. Zira yasaklama, bir sebepten dolayı varid olmuştur. Bu sebep de, başkasının bu künye ile çağrılması ve Peygamberin kendisini çağrılıyor zannetmesidir."
Bu grup, 4967 nolu Ebu Davud hadisini delil getirmişlerdir:
"Ebu Şeybe'nin oğulları Ebu Bekr ve Osman, Ebu Usame'den o da Fıtr'dan o da Münzir'den o da Muhammed b. Hanefiyye'den, Hz. Ali'nin Rasulü Ekrem (S.A.S)'e şöyle dediğini rivayet etmiştir:
“Ya Rasûlullah! Senden sonra bir oğlum dünyaya gelse, senin isim ve künyeni ona vereyim mi ? Peygamber:
“Evet, diye cevap verdi."
Hamid b.Zencüveyh,"El-Edeb adlı kitabında şöyle diyor:
'İbn-i Ebi Üveys'e:
“Hz Peygamberin hem ismini hem künyesini birlikte alan bir kişi hakkında, imam Malik'in görüşü ne idi? diye sordum. O da bizimle beraber oturan yaşlı bir adami işaret ederek:
“Bu, Muhammed b. Malik'tir. Babası ona Muhammed adını koymuş ve Ebul-Kasım künyesini vermiştir. Malik derdi ki:
"Bu yasaklama, bir kimsenin Hz. Peygamberin, isim ve künyesiyle seslenmesi ve Peygamberin kendisi çağrılıyor
zannıyla ona dönmesi sakıncasından dolayı sadece Peygamberin yaşadığı döneme has bir uygulamadır. Günümüzde ise bunda artık bir sakınca yoktur."
Hamid b. Zencüveyh devamla diyor ki: "Hz. Peygamberin yaşadığı devirde bir kimsenin bir başkasını sadece Peygamberin künyesiyle çağırması mekruh idi, ismiyle çağırması değil. Zira O'nu ismiyle çağıran hemen hemen yok gibiydi. Rasûlu Ekrem vefat edince, bu sakınca da ortadan kalkmıştır. Görüyorsun ki Hz. Ali'ye, Peygamberden sonra bir çocuğu olduğu takdirde onun ismini ve künyesini bir arada vermesi için izin verilmiştir. Ayrıca sahabenin ileri gelenlerinin oğullarından bazıları Hz. Peygamberin isim ve künyesini bir arada taşıyorlardı. Muhammed b. Ebi Bekr, Muhammed b. Cafer b, Ebi Talip, Muhammed b. Sad b. Ebi Vakkas, Muhammed b. Hatib ve Muhammed b. Münzir bunlardan bazılarıdır. İbn İsbahani, Ali b. Haşim'den, o da Fıtr'dan, o da Münzir'den, o da İbn-i Hanefiyye'den, o da Rasûlullah'dan rivayet ettiğine göre, Hz. Ali'ye hitaben şöyle buyurmuştur:
“Benden sonra senin muhakkak bir çocuğun dünyaya gelecek. Ona benim adımı ve künyemi ver.”
Bu, Hz. Peygamberin Hz. Ali'ye verdiği bir ruhsat idi.
Bunun mekruh oluşunun üç sebebi vardır:
1- İsmin layık olmayan kişiye verilmesi. Rasûlu Ekrem şu hadiste buna işaret buyurmuştur.
“Ben ancak Kasım'ım, sizin aranızda taksimat yaparım.”
Öyleyse o, Rabbinin taksim edilmesini emrettiği şeyleri sahabe arasında paylaştırırdı. Onun taksim etmesi; dilediklerine veren, dilediklerini mahrum bırakan hükümdarların taksimatı gibi depdir.
2- Hitap ve seslenme esnasında karışıklık çıkma endişesi.
Yukarıda geçen Enes hadisinde Hz. Peygamber bu sebebe işaret etmişti. Şöyle ki, çağıran kişi "Seni kasdetmemiştim"deyince O:
“Benim ismimle isimleniniz, fakat künyemle künyelen meyiniz, buyurmuştu.”
3- Hz. Peygamberin isim ve künyesinin birlikte bir kimseye verilmesi, bu isim ve künyenin sadece Peygamberin şahsına özel olması maslahatını ortadan kaldırmaktadır. Nitekim insanların yüzükleri üzerine Peygamberin yüzüğündeki yazıyı yazdırmaları da yasaklanmıştır.
Birinci sebebe göre, bir kimse Rasûlullah'ın ne hayatında ne de ölümünden sonra onun künyesini alamaz.
İkinci sebebe göre, bu yasaklama sadece onun yaşadığı dönemle sınırlıdır.
Üçüncü sebebe göre, bu yasaklama künye ile ismi bir arada almaya mahsustur.
Bu babdaki hadisler, bu manalar etrafında dönmektedir. Allahu a'lem. [69]
Birden Fazla İsim Taşımanın Caiz Oluşu:
İsim vermekten maksat, kişiyi diğerlerinden temyiz edip tanıtmak olduğu ve bir tek isim bu hususta yeterli geldiğinden, bir isimle yetinmek en uygunudur. Ama birden fazla isimlerle isimlenmek de caizdir. Nitekim insanlara hem isim hem künye, hem de lakap verilebilmektedir.
Allah'u tealanın kitabının ve elçilerinin çok sayıdaki isimlerine gelince, bunlar medih ve senaya delalet eden sıfatlar olduğundan, birden fazla isimle isimlenme babına girmezler. Aksine, isimlendirilen zatın yüceliği, azameti ve fazileti için isimlerin çoğaltılması babına girer. Allahu Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
"En güzel isimler Allah'ındır, öyleyse o isimlerle O'nu çağırın." [70]
Cübeyr b. Mut'im hadisinde Rasûlü ekrem şöyle buyurmuştur.
"Benim beş tane ismim vadır. Ben Muhammed'im ben Ahmed'im, ben el Mahi'yim ki, Allah benimle küfrü mahveder, ben Haşir'im ki insanlar benim peşisıram haşrolunurlar ve ben kendisinden sonra peygamber olmayan el Akib'im." [71]
Esved b. Amir, Ebu Bekr'den, o da Asım b. Behdele'den, o da Ebu Vail'den, o da Ebu Huzeyfe'den rivayet ettiğine göre, Huzeyfe şöyle demiştir:
"Rasûlullah'dan işittim, şöyle diyordu:
“Ben Muhammed'im, Ahmed'im, Rahmet Peygamberiyim, Tevbe Peygamberiyim." [72]
Yezid b. Harun, Mesudi'den, o da Amr b. Murra'dan, o da Ebu Ubeyde'den,-Ebu Musa'nın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah bize kendisini bir takım isimlerle tarif eder di. Bunlardan kimini ezberledik, kimini de unuttuk. Şöyle derdi:
“Ben; Muhammed, Ahmed, El Mukaffi el Haşim Tevbe Peygamberi ve Savaş Peygamberiyim." [73]
Ebul Hüseyn b. Faris Rasûlullah'a ait 23 tane isim olduğunu zikreder. Muhammed, Ahmed, el-Mahi el-Akif el Mukaffi, Rahmet Peygamberi, Tevbe Peygamberi, Savaş Peygamberi, eş-Şahid, el-Mübeşşir, en-Nezir, ed-Dahük (güleç) El-Kattul, el-Mütevekkil, el-Fatih, el-Emin, el Hatim, Mustafa, Rasul, Nebi, Ümmî, Kasım ve Haşir" [74]
İsmin Manası ile Müsemmanın İrtibatının Açıklanması:
Daha önceki sayfalarda bir kaç açıdan bu konuya ışık tutan pasajlar geçmişti:
1- Said b. Müseyyeb'in "Bu katılık artık bizde devam etti gitti" sözü. Bu katılık, dedesinin hazn (kabalık) ismini
almasından kaynaklanmıştı. Ayrıca Hz. Ömer'in Cemra b. Sihab'a "Ailene yetiş, yandılar" sözü ve Hz. peygamberin sütünü sağılmasını istediği bir koyunu, adı Harb veya Murra olan kimsenin sağmasını menetmesi de yine yukarıda geçmişti. Bu konudaki deliller pek çoktur. Zaten nerede çirkin bir isim görsen, mutlaka çirkin bir zata delalet eder. Nitekim şair der ki:
Ne zaman gözlerin bir lakap sahibini görse,
Mutlaka manası lakabında bulunur, eğer düşünür isen.
Yüce Allah, kaza ve kaderindeki hikmeti gereğince insanlara, kendi zat ve karakterlerine göre, isimler vermesini ilham etmiştir. Böylece tıpkı sebepler ile müsebbiblerin birbirlerine uygunluğu gibi, lafız ile mana arasında da bir ahenk ve münasebet vardır.
Ebül-Feth b. Cinni diyor ki:
"Öyle vakitler olurdu ki, manasını bilmediğin bir ismi duyar ve onun manasını lafzından çıkarırdım. Sonra araştırır ve görürdüm ki, aynen bu mana veya buna yakın bir mana imiş...
Ben bunu Şeyhul-İslam İbn-i Teymiyye'ye anlatınca
"Bu, çok kere benim de başıma geldi" dedi. Rasûlullahın şu sözleri de yukarıda geçmişti:
“Eşlem.
“Allah onu selamet ulaştırdı.
“Ğıfar.
“Allah ona mağfiret eyledi.
“Usayye.
“Allah ve Rasülüne isyan etti.
Hz. Hamza'nın katili Vahşi müslüman olunca Peygamberin huzurunda durdu. Peygamber onun isminden ve yaptığı bu işten hoşlanmayarak "Bana fazla görünmeyiver "dedi.
Kısacası çirkin huy, amel ve davranışlar, kendileriyle uyuşan isimleri gerektirir. Zıddı olan durumlar da böyledir. Bu, sıfat ifade eden isimlerde de bu şekildedir. Rasûlullah ancak kendisindeki hamd özelliğinin çokluğundan dolayı Muhammed ve Ahmed adını almıştır. İşte bu yüzden hamd sancağı onun elindedir ve ümmeti çokça hamdedenlerdir. O, Rabbine hamd etme açısından yaratıkların en üstünüdür. Bundan dolayıdır ki, Rasulallah "İsimlerinizi güzelleştiriniz" buyurmak suretiyle güzel isim koymayı emretmiştir. Zira güzel isim sahibi olan kişi isminden haya eder ve bazan onun bu ismi kendisine uygun işleri yapmaya ve uygun olmayanları terketmeye onu sevkeder. Bu yüzden görürsün ki, çoğu aşağılık insanların isimleri kendileriyle uyuşmakta, çoğu yüce insanların isimleri de şahsiyetleriyle uygunluk arzetmektedir. Başarı, ancak Allah iledir. [75]
Kıyamet Günü İnsanların, Annelerinin İsmiyle Değil de Babalarının İsmiyle Çağrılmaları:
Bu, sahih ve sarih sünnetin delalet ettiği, Buhari ve diğer hadisçilerin açıkça ifade ettikleri hakikatlerdir.
İbn-i Ömer'den rivayet edildiğine göre, Rasûlü Ekrem şöyle buyurmuştur:
“Allah, kıyamet gününde-öncekileri ve sonrakileri topladığı vakit her gaddar (sözünden cayan hain) için bir sancak yükseltilir ve "Bu filan oğlu filanın hiyanetidir"denir. [76]
Ebu Derda'dan rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
“Sizler kıyamet gününde kendi isimleriniz ve babalarınızın isimleriyle çağrılacaksınız, O halde isimlerinizi
güzelteştiriniz. [77]
Bir takım insanlar annelerinin isimleriyle çağrılacaklarını iddia ederek zayıf bir hadisi buna delil getirmişlerdir.
Bu hadis, Taberani'nin "Mecmau'z-Zevaid'indeki (3/45) Ebu Umame'nin Hz. Peygamberden rivayet ettiği şu hadistir:
"Sizin kardeşlerinizden biri öldüğü ve kabrinin üzeri toprakla örtüldüğü vakit, biriniz kabrinin başucunda dursun ve:
“Ey filan kadının oğlu filan, desin. O bunu duyar ama cevap veremez. Sonra yine:
“Ey filan kadının oğlu filan! desin. O da:
Bizi irşad et, Allah sana rahmet etsin, der."
Yine Mecmau'z-Zevaid'de bir hadis şöyledir:
Bir adam Peygambere gelerek:
“Ya Rasûlallah! Ya annesinin adını bilmiyorsa? Diye sorunca Peygamber:
“O zaman annesi Havva'ya nisbet ederek"Ey Havva'nın oğlu filan" desin, buyurdu.
Bu görüşün sahipleri derler ki:
"Muhtemeldir ki, bir kişinin baba tarafından nesebi kesin bilinmeyebilir. Liân yoluyla reddedilen çocuk veya zina mahsulü doğan çocuk gibi... Bu durumda nasıl babasının adıyla çağrılabilir ki?".
Cevap: Bunların delil olarak getirdikleri hadis, hadis ilmini bilen ulemanın ittifakıyla zaten zayıftır. Baba tarafından nesebi kesintiye uğramış kişiye gelince, bu kişi dünyada iken hangi isimle çağrılıyor ise, onunla çağrılır. Zira kul dünyada iken ister annesi, işer babası olsun, hangisinin ismiyle çağrılıyor ise, ahirette de onunla çağrılır.
Allahu a'lem. [78]
[1] Buhâri: 1048, Müslim: 912
[2] Ahmed b.Hanbel: 4/289, 297 ve 304
[3] Bkz. Fethu'l-Bâri:10/579
[4] Buhâri: 6194
[5] İbn Kayyim El-Cevziyye, İslamda Çocuk Bakımı Ve Terbiyesi, Esra Yayınları: 285-147.
[6] Ebu Davvût: 4948 Haven bir isnadla rivayet etmiştir.
[7] Müslim: 2132
[8] Buhâri: 6186, Müslim: 2133
[9] Ahmed b. Hanbel 4/445
[10] İbn Kayyim El-Cevziyye, İslamda Çocuk Bakımı Ve Terbiyesi, Esra Yayınları: 147-148.
[11] Buhâri: 6435
[12] Buhâri: 6864, Müslim: 1776
[13] İbn Kayyim El-Cevziyye, İslamda Çocuk Bakımı Ve Terbiyesi, Esra Yayınları: 149-151.
[14] Buhâri: 6206
[15] İbn Kayyim El-Cevziyye, İslamda Çocuk Bakımı Ve Terbiyesi, Esra Yayınları: 151-152.
[16] Müslim: 2137
[17] Müslim: 2138
[18] Ebû Davud: 4953
[19] İbn-i Mâce: 3732
[20] İbn Kayyim El-Cevziyye, İslamda Çocuk Bakımı Ve Terbiyesi, Esra Yayınları: 152-154.
[21] Ebû Davud: 4957, İbn-i Mâce: 3731
[22] îbn-i Mâce: 421, Ahmed b. Hanbel:5/136
[23] Müslim: 2203
[24] İbn Kayyim El-Cevziyye, İslamda Çocuk Bakımı Ve Terbiyesi, Esra Yayınları: 154-155.
[25] İbn Kayyim El-Cevziyye, İslamda Çocuk Bakımı Ve Terbiyesi, Esra Yayınları: 155-157.
[26] Muvatta: 2/973
[27] Buhâri: 3513 Müslim: 2518
[28] Bûhari:619
[29] İbn Kayyim El-Cevziyye, İslamda Çocuk Bakımı Ve Terbiyesi, Esra Yayınları: 157-165.
[30] İbn Kayyim El-Cevziyye, İslamda Çocuk Bakımı Ve Terbiyesi, Esra Yayınları: 165-168.
[31] İbn Kayyim El-Cevziyye, İslamda Çocuk Bakımı Ve Terbiyesi, Esra Yayınları: 168.
[32] Müslim: 2145
[33] Buhâri: 6194
[34] Meryem: 28
[35] Müslim: 2135. İbn Kayyim El-Cevziyye, İslamda Çocuk Bakımı Ve Terbiyesi, Esra Yayınları: 168-170.
[36] Müslim: 2139
[37] Buhâri: 6192
[38] Ebû Davud: 4965
[39] Bûhari: 6191, Müslim: 2149
[40] Ebû Dâvud: 4954
[41] Ebû Dâvud: 4956
[42] Beyhâki: 9/307
[43] İbn-i Ebi Şeybe: 5950
[44] Ahmed b. Hanbel: l/8 ve 118
[45] İbn-i Ebi Şeybe:5946
[46] Bûhari: 2/267
[47] Hâkim: 4/275
[48] İbn Kayyim El-Cevziyye, İslamda Çocuk Bakımı Ve Terbiyesi, Esra Yayınları: 171-175.
[49] İbn Kayyim El-Cevziyye, İslamda Çocuk Bakımı Ve Terbiyesi, Esra Yayınları: 175.
[50] Buhâri: 1872, Müslim: 1392
[51] Müslim: 1835
[52] Ahzâb: 33/1243
[53] Nesai: 1338 '
[54] İbn Kayyim El-Cevziyye, İslamda Çocuk Bakımı Ve Terbiyesi, Esra Yayınları:175-176.
[55] Buhâri: 6129, Müslim: 2150
[56] İbn Kayyim El-Cevziyye, İslamda Çocuk Bakımı Ve Terbiyesi, Esra Yayınları: 177-178.
[57] Ahzab: 33/5
[58] Müslim: 2315
[59] İbn Kayyim El-Cevziyye, İslamda Çocuk Bakımı Ve Terbiyesi, Esra Yayınları:178-179.
[60] Hucurât: 11
[61] İbn Kayyim El-Cevziyye, İslamda Çocuk Bakımı Ve Terbiyesi, Esra Yayınları:179-180.
[62] Buhâri:110, Müslim: 2134
[63] Buhâri:617
[64] Buharı: 6189
[65] Müslim: 2133
[66] Müslim: 2131
[67] Beyhaki: 9/309
[68] İbn-i Ebi Şeybe: 5964
[69] İbn Kayyim El-Cevziyye, İslamda Çocuk Bakımı Ve Terbiyesi, Esra Yayınları: 181-189.
[70] A'raf: 7/180
[71] Buhâri: 3532, Mislim: 2354
[72] Ahmed b. Hanbel: 5/405
[73] Ahmed b. Hanbel: 4/395, Müslim: 2355
[74] İbn Kayyim El-Cevziyye, İslamda Çocuk Bakımı Ve Terbiyesi, Esra Yayınları: 190-191.
[75] İbn Kayyim El-Cevziyye, İslamda Çocuk Bakımı Ve Terbiyesi, Esra Yayınları: 191-193.
[76] Buhari: 6177
[77] Ebû Davûd: 4948 iyi bir isnad ile rivayet etmiştir.
[78] İbn Kayyim El-Cevziyye, İslamda Çocuk Bakımı Ve Terbiyesi, Esra Yayınları: 193-195.