Bu Blog içinde Ara

23 Haziran 2012 Cumartesi

NİSA SURESİ 24. ÂYETİ IŞIĞINDA MUT'A NİKAHI


Amacı sağlam bir toplum kurmak olan İslam, aileye çok önem ver­miştir. Çünkü aile, toplumun temel taşıdır. Toplumlar ailelerden oluşurlar. Toplumu oluşturan aile sağlam olursa toplum da sağlam olur. Aile ise ev­lenme ile kurulur.
Evlilik, kişinin kendisini ve eşini harama düşmekten korur, insan nes­lini son bulmaktan, yok olmaktan kurtarır. Doğurma ve çoğalma yoluyla neslin devamım sağlar. Zira toplum nizamının tamamlayıcı bir unsuru olan ailenin kurulması, nesebin muhafazası, neslin bekası ve bireyler arasında yardımlaşma ruhunun geliştirilmesi evlilikle mümkün olur. Bundan dolayı Kur'an-ı Kerim, nişanlan evlenmeye teşvik etmiş:
"Allah size kendinizden eşler var eder. Eşlerinizden de oğullar ve torunlar var eder. Size temiz şeylerden rızık verir. Öyleyken batıla inanıyor­lar ve Allah'ın nimetlerini inkar mı ediyorlar? "[2]
"İçinizdeki bekarları, kölelerinizden ve cariyelerinizden sâlih olanları evlendirin. Eğer yoksul iseler. Allah onları lütfü ile zenginleştirir. Allah lütfü bol olandır, bilendir"[3] demiştir.
İyi kadını, dünyanın en güzel nimeti sayan İslam peygamberi de şöyle buyurmuştur:
"Dünya bir geçimden ibarettir. Şu geçim dünyasının en güzel nimeti de iyi (huylu ve dindar) kadındır."[4]
Ayrıca Hz. Peygamber (s.a.v) konunun önemini birçok hadiste beyan etmiştir. Burada üç hadis-i şerifi nakletmek istiyoruz:
"Mü'min, Allah korkusundan ve O'na itaatten sonra, iyi bir kadın­dan yararlandığı kadar hiçbir şeyden yararlanmamıştır. Çünkü, ona emretse sözünü dinler, yüzüne baksa kendisini sevindirir, üzerine yemin etse yeminini doğru çıkarır, başka tarafa gitse kendisinin gıyabında namusunu ve malım korur."[5]
"Gençler, sizden gücü yeten evlensin. Çünkü bu gözü harama karşı korur, namusu muhafaza eder. Gücü yetmeyen de oruç tutsun, çünkü oruç şehveti kırar. "[6]
"Nikah benim sünnetimdir. Sünnetimi terkeden benden değildir. Ev­leniniz, çünkü ben sizin çokluğunuzla diğer ümmetlere karşı övüneceğim. Hali vakti yerinde olan evlensin, eli dar olan da oruç tutsun. Zira oruç, şehveti kırar. "[7]
Evlenmenin amacı, sadece erkekle kadının doğal duygularını tatmin etmeleri değil, insanların üremesini sağlamaktır. Şehvet duygusu, neslin devamı için sadece bir araçtır. Nitekim Hz.Peygamber Efendimiz: "Evleniniz, çünkü ben sizin çokluğunuzla diğer ümmetlere karşı övüneceğim. " cümlesiy­le bunu vurgulamış ve evlenmenin asıl amacının üreme olduğunu belirtmiştir.
Allah'ın tavsiye ettiği meşru nikah, öncelikle kişiye, Allah'ın mülkünde tasarruf yetkisi vermektedir. Bilindiği gibi herşey Allah'ın mülküdür. Allah'ın mülkünü O'nun istediği tarzda kullanmayan haram işlemiş olur. Öyleyse, erkek-kadın münasebetleri Allah'ın dilediği tarzda ve koyduğu şartlar çerçevesinde olmalıdır. Kadın-erkek münasebetlerinde helal olmayan tasarruf­lara dinimiz zina demiştir[8] ve bütün cinayetler arasında zinaya en ağır ceza takdir edilmek suretiyle bu meselede Allah'ın mülkündeki haram tasarrufun dünyevî ve uhrevî neticelerinin azametine dikkat çekilmiştir. Dolayısıyla Al­lah'a ve ahirete inanan bir kimsenin nikah mevzuunda çok hassas olması, zan-dan, şüpheli durumlardan kaçınması gerekir.
Günümüzde bazı insanlar Allah'ın kendilerine helal kıldığı nikahı terk ederek, gayr-i meşru ilişkilere yönelmektedirler. Bu yüzden toplumu­muzda zina, fuhuş ve sapık ilişkiler alabildiğine yayılmış bulunmaktadır. Bu tür sapık ilişkilerin çoğalmasında meşru diye gösterilen fakat hiçbir meşruiyeti olmayan mut'a nikahının yaygınlaşmasının da büyük bir rol oynadığını gör­mekteyiz.
Bugün dindar fakat dinini yeterince bilmeyen gençlerimiz arasında meşru bir akit gibi gösterilmeye, benimsetilmeye çalışılan mut'a nikahı, esas itibariyle, İslam öncesi Arap cemiyetinde mevcut olan nikah çeşitlerinden biri idi. Son zamanlarda mut'a nikahı meşru1 bir nikahmış gibi propaganda edilmeye başlanmış ve bilhassa okuyan dindarlar arasına sokulmaya çalışıl­maktadır. Gençliğimizi bu sapıklığa karşı uyarmak maksadıyla bu konunun yüce kitabımız Kur'an ışığında etraflıca tahliline gerek duyuyoruz.
Mut'a Nikahı: Dinimizde meşru olan nikah, kadın-erkek arasında karşılıklı rızaya dayanan, iki şahit huzurunda akdedilen ve aleniyet ve süreklilik özelliklerini taşıyan bir evliliktir. Bir erkeğin, belli bir ücret karşılığında bir kadınla belli bir süre için evlenmesine ise mut'a nikahı denilmektedir. Bu nikahta, normal nikahta mevcut olan çocuk edinme, ünsiyet, veraset gibi diğer gayeler yoktur. Tek maksat temettü' yani istifade olduğu için mut'a denmiştir.[9] Mut'a nikahı önceden belirlenen müddetin dolmasıyla sona erer ve talak olmadan ayrılık gerçekleşir.[10] Veraset, nafaka, iddet gibi normal nikahla hasıl olan durumlar bunda yoktur.[11] Burada sadece, belirlenen müddet içinde kadının nefsinden yapılacak istifadeye mukabil ödenecek para mevcuttur.
Mut'a nikahını meşru sayanlar Nisa suresinin 24.âyetini kendilerine delil olarak göstermektedirler. Yüce Allah sözkonusu ayette şöyle buyurmak­tadır:
"...O halde onlardan faydalanmanıza karşılık ücretlerim, onların bir hakkı olarak verin. Mehir kesildikten sonra birbirinizle karşılıklı anlaşarak kesilen miktarı azaltıp çoğaltmanızda üzerinize bir günah yoktur. Şüphesiz Allah her yaptığınızı bilen, her şeyi yerli yerinde yapandır "[12]
Bu âyette geçen İstimtâ' kelimesi, lügatte faydalanma anlamına gelmektedir. Kendisinden faydalanılan her şeye de Arapça'da meta' denilmektedir. Sözgelimi, "adam çocuğundan yararlandı" denirken, bu kelime kullanıldığı gibi, genç yaşta ölenler için de "gençliğinden yararlan­madı" denilerek yine aynı kelime kullanılır. Yukarıda zikrettiğimiz âyette, "onlardan faydalanmanıza karşılık ücretlerini, onların bir hakkı olarak veriri" sözünde geçen ücretten maksat; nikah karşılığı verilen mehir mi, yoksa kadından belli bir süre yararlanma karşılığı verilecek bir ücret mi olduğu hususunda âlimler arasında görüş ayrılığı vardır.
İslam âlimlerinin çoğunluğuna göre buradaki ücret, nikahta kadınlara verilmesi gerekli olan mehirdir. Çünkü Yüce Allah bazı âyetlerde nikahta kadına verilmesi gereken mehri "ücret" olarak ta isimlendirmiştir. Mesela;
 "Sahiplerinin  izniyle onlarla evlenin ve onlara ücretlerini verin"[13]
"Ücretlerini kendilerine verdiğiniz takdirde bu kadınlarla evlenmenizde sizin için bir günah yoktur "[14] bu âyet-i kerimelerde Allah Teâlâ nikahta kadınlara verilen mehri "ücret" olarak isimlendirmiştir. Mehir, nikah ile kadından yararlan­manın karşılığıdır. Bunun belli bir miktarı vardır. Fakat kadınla erkek, aralarında anlaşarak mehri diledikleri şekilde ayarlayabilirler, azaltıp çoğaltabilirler. Nisa suresi 24. âyette geçen İstimtâ' ise nikahta mehrini verdikten sonra erkeklere helal olan birleşmeden kinayedir.[15]
İslam âlimleri mut'a nikahının haram olduğuna dair başka âyetlerden de delil getirmişlerdir: Mesela, Yüce Allah Mü'minün suresinde kurtuluşa erecek mü'minlerin vasıflarını anlatırken şöyle buyurur: "Mü'minler ırzlarım korurlar. Ancak eşleri, yahut ellerinin sahip olduğu (cariyeler) hariç (bunlarla ilişkilerinden dolayı da) kınanmazlar. Ama bunun ötesine gitmek isteyen olursa, işte onlar haddi aşanlardır. "[16]
Dikkat edilirse, bu âyetlerde mü'minlere cinsi arzularım gidermede iki meşru yol gösterilmiş, bunların dışında kalan bütün yollar gayrimeşru ilan edilmiştir. Meşru olan yollar şunlardır:
1) Dinin meşru kıldığı nikah yoluyla edinilen eşler.
2) Sağ elin sahip oldukları diye ifade edilen cariyelerdir. Cassas, bu âyetlerin mut'a nikahının haram olmasını gerektirdiğini söyledikten sonra şöyle der: "Mut'a yoluyla nikahlanan kadın ne zevcedir, ne de câriyedir."[17]
İslam âlimleri şu âyeti de mut'anın haram olduğuna delil gösterirler: "Evlenme (imkanı) bulamayanlar, Allah kendilerim lûtfundan zengin edin­ceye kadar iffetlerim korusunlar... "[18] Eğer mut'a caiz olsaydı, Allah, evlenme imkanı bulamayan mü'minlere mut'a yapmalarını emrederdi. Halbuki Yüce Allah, evlenme imkanı bulamayan mü'minlere iffetli olmalarını emretmekte­dir.[19]
Bu meselede Kur'an'dan gösterilen bir diğer âyet de şudur: "İçinizden inanmış hür kadınlarla evlenmeğe gücü yetmeyen kimse, elleriniz altında bulunan inanmış genç kızlarınız (olan câriyeleriniz)den alsın...Câriye ni­kahlama, sizden mehir ve nafakaya gücü yetmeyip de büyük bir meşakkat altına girmekten ve evlenmemekle de zinaya meyletmekten korkanlar içindir. Yoksa sabretmeniz sizin için daha hayırlıdır... "[20]
Eğer mut'a caiz olsaydı ne zinaya gitme korkusu olurdu ne câriye ile nikahlanmaya gerek kalırdı, ne de cariyelerle nikahlanmayı terkederek sab­retmeyi esas almak yukarıdaki zikrettiğimiz âyette tavsiye edilirdi.[21]
Bazı âlimler, -özellikle şîa âlimleri- biraz önce zikrettiğimiz Nisa suresi 24.âyetinin, müt'a nikahının hükmünü belirttiğini söylemişlerdir.[22] Onlara göre âyetteki, "onlardan faydalanmanıza karşılık ücretlerini, onların bir hakkı olarak verin" cümlesinden müt'a nikahının kastedildiği konusunda bazı Sahâbîlere, özellikle Abdullah îbn Abbas'a atfedilen rivayetler vardır. Übeyy İbn Kâ’b, Abdullah İbn Abbas ve Abdullah îbn Mes'ûd'un:
cümlesini," "ilavesiyle şeklinde okudukları rivayet edilir.[23] Mücâhid'e göre bu âyet, müt'a nikahı hakkında inmiştir. Özellikle burada ücret karşılığında yararlanma tabirinin kullanılması, bu cümle ile geçici bir birleşmenin kastedildiğini gösterir. Çünkü kelimenin kökü olan "geçici bir zevk" anlamındadır.
İstimtâ1 da geçici bir yararlanma demektir. Demek ki bu âyetten kasıt, geçici nikahtır demişlerdir.

Kur'an Öncesi (cahilîye devrinde) Müt'a Nikahı:


Cahiliye döneminde Şıgar, Haden, İstibda, Bedel vs. adlarla anılan evlenme şekilleri olduğu gibi bir de Mut'a nikahı denilen bir evlenme şekli mevcuttu. Mut'a, geçici bir evlenme şekli olup, önceden tesbit edilen zamana kadar bir kadınla bir erkeğin bir arada yaşamalarını sağlıyordu. Yuva kurmak, çocuk edinmek gibi geçici bir gayesi de yoktu. Bu türlü geçici evlenmeler, bilhassa yabancı bir memlekette geçici olarak bulunan erkekler tarafından yapılmaktaydı. Mut'a nikahının yapılması için aile büyüklerinin iznine gerek görülmezdi. Bu nikah kıyıldıktan sonra kadın kendi ailesinin içinde kalır, kocasına bir mızrakla çadır verirdi. Bu surette erkek, kadının kabilesi içinde kaldıkça onların hafifi sayılır, evlilik bağı devam ettiği sürece bu kabile ile beraber hareket ederdi. Kadın mut'a nikahına son vermek istediği zaman çadırın kapısını aksi yöne çevirir, koca bunu görünce kendi kabilesine döner giderdi. Bu çeşit evlenmeden doğan çocuklar kadına ait olur ve "filan kadının çocuğu" diye anılırdı. Bu nikahla geçici bir süre içinde evlenenler, süre bitiminde boşamaya lüzum görmeden ayrılırlardı. Neslin devamım sağlamak, birlikte yaşamak gibi gayelerden mahrum bulunan bu nikah, sadece şehvet duygusunu tatmin için yapılırdı. Bazen mut'a nikahı kıyılırken belirli bir süre konuşulmaz, koca kan ile yaşamak istediği sürece nikah geçerli sayılır, koca kandan vazgeçince akit sona ermiş olur diye bir şart koşulurdu. Mut'a nikahında süre bitince kadın gidebilir, koca onu yanında tutamazdı. Kadın ve erkek arasında veraset hakkı da bulunmazdı.[24]

İslam ve Mut'a Nikahı:


Yukarıda zikrettiğimiz gibi İslamdan önce Araplar arasında normal evlilik dışında bu tip evlenmeler de mevcuttu. İslam'ın başlangıcında mut'a ni­kahının mubah olduğu hususunda âlimler arasında ittifak vardır. Kur'an, milâdî yedinci asırda indiğinde O'nun ilk muhatapları araplardı. Kur'an-ı Kerim indiğinde bu toplumdaki insanlar, yazılanı olduğu gibi kaydedecek boş bir levha durumunda değillerdi. Batıl inançlar, yanlış ibadet şekilleri, örf ve âdetler alabildiğine yaygındı. Böyle bir topluma inen Kur'an'ın mesajı, çoğu batıl olan eskilerin yerini alacaktı. Ama insanın kültür dağarcığı kara tahta değil ki, bir hamlede silinip, yerine yenileri yazılsın. Kaldı ki, yaratılışı gereği insanoğlu, bilerek batıla, kötüye yönelmez. Batılları da iyi ve doğru bilerek benimser. Bu sebeple insan, inançlarında ve alışkanlıklarında mutaassıptır. İnsanın onları terketmesi için, yanlışlığına ikna edilmesi, eski alışkanlığının kırılması lazımdır. Bu iş fert planında zor olduğu gibi cemiyet planında çok daha zordur. O halde inançları, âdetleri, alışkanlıkları ve her çeşit değerleriyle bir toplumu toptan değiştirmekten daha zor bir şeyin olmadığını söyleyebiliriz. Günümüzde insan fıtratının tabî olduğu kanunlar, gelişen beşerî ilimler saye­sinde çok iyi bilindiği, kitap, dergi, gazete, radyo, televizyon gibi iletişim araç­ları son derece gelişip zenginleştiği halde, toplumun fertlerini her gün yiyip bitiren yanlış alışkanlıkların değiştirilmesinde basan sağlanamamak-tadır. îşte bu zor işi, yani her şeyi ile İslam dışı olan bir cemiyetin cahiliye kültürünü silip yerine İslam'ı ikâme etme işini Hz.Peygamber (s.a,v) ilim ve tekniğin bu güne göre sifir olduğu bir devirde 23 sene gibi kısa bir zamanda başarmıştır. Hz.Peygamber (s.av) bunu yaparken de Cenab-ı Hakk'ın irşadıyle tedriç prensibini kendine düstur edinmiştir. Tedriç; muhatabın durumunu esas al­mak, onlar yavaş yavaş, alıştıra alıştıra asıl hedefine, en mükemmel olan İslam'a götürmektir. Tedriçte ilk söylenenle en son söylenen arasında birtakım merhaleler vardır. Tıpkı merdiven gibi. Merdiven bizi hedefe hemen ulaştır­maz, basamak basamak çıkarır.
Kur'an, hemen hemen her meselede tedrice yer vermiştir. Mesela, önce iman esaslarını tebliğ etmiş, sonra ahkama geçmiştir. On üç yıllık Mekke dönemi esas itibariyle imanî meseleleri açıklar. Nitekim ilk nazil olan sureler Allah'tan, cennet ve cehennemden bahseder, uhrevî mesuliyetlere dikkati çeker. Hatta tevhid inancım ilgilendirdiği halde, ilk inen vahiylerde putlar me­selesine temas edilmemiş, bu sayede bütün Mekkeliler Hz.Peygamber (s.a.v)'i dinlemiş, bir kısmı da müslüman olmuştur. Putların batıl olduğu, put inancı üzere ölen atalarının akıbetlerinin kötü olduğu açıklandığı andan itibaren Mekkeli müşrikler birden tavır değiştirmiş, önce müslümanlarla alay etmeye başlamışlar daha sonra da işkence etmişlerdir.[25] Kur'an'ın tedricilik prensibine örnek olarak içkinin yasaklanmasını verebiliriz. İçki  ile ilgili vahiyler Mekke'de başlamış, yavaş yavaş alıştıra alıştıra, Resulullah'ın hayatının sonlarına doğru bugünkü son şekil beyan edilmiştir. Bu hususta Hz.Aişe (r.a) şöyle demektedir: "...Eğer ilk defa "içki içmeyiniz!" emri inseydi "biz içkiyi asla bırakmayız!" derlerdi. Eğer "zina etmeyin!" emri inseydi "asla zinayı bırakmayız!" derlerdi.[26]
Şu halde sadece mut'a nikahı meselesi değil, pek çok meselede karşımıza çıkacak şaşırtıcı, yanıltıcı problemlerin çözümünde bu tedriç pren­sibinin bilinmesi gerekir.
Hadis mecmualarında mut'a nikahının önce mubah olup sonra neshedildiğine dair hadisler çoktur. Önce bu nikahın mubah olduğuna dair hadisleri görelim:
1) Ashabdan Abdullah İbn Mes'ud şöyle diyor: "Biz Allah'ın Rasulü (s.a.v) ile birlikte savaşa giderdik. Yanımızda kanlarımız yoktu. Boşalıp ra­hatlayalım mı dedik. Önce bizi bundan mencttı. Sonra bir elbise karşılığında belli bir süre için kadın nikah etmemize müsaade buyurdu. (Bu sözü anlatan) Abdullah, daha sonra: "Ey inananlar, Allah'ın size helal kıldığı güzel ve temiz şeyleri haram etmeyin, sınırı aşmayın. Çünkü Allah, sınırı aşanları sevmez”[27] âyetini okudu.[28] Müslim'in, Nikah kitabının üçüncü babındaki hadis te aynı anlamdadır. Ancak orada: "Biz Resulullah ile savaşırdık" cüm­lesi yoktur. Bunun yerine "biz gençtik" kaydı vardır.
2) Câbir İbn Abdillah ve Seleme îbn el-Ekvâ' şöyle diyorlar: "Bizler orduda idik. Resulullah (s.a.v)'in çağması şöyle bağırdı: 'Allah'ın Resulü (s.a.v) kadınlarla mut'a yapmanıza izin verdi. Mut'a yapınız."[29] Müslim'de bu anlamda bir hadis daha vardır.
3) Atâ şöyle diyor: "(Ashabdan) Câbir İbn Abdillah, umre için (Mekke'ye) gelmişti. Evine (ziyarete) geldik. Orada bulunanlar kendisine birçok şeyler sordular. Sonra mut'adan söz ettiler. Câbir: 'Evet biz, Allah'ın Resulü (s.a.v)'in,  Ebubekir ve Ömer'in devrinde mut'a yaptık' dedi."[30] Müslim'in, Nikahu'l-Mut'a babındaki 15. hadiste de Câbir şöyle diyor: "Biz Allah'ın Resulü (s.a.v)'in ve Ebu Bekir'in devrinde bir avuç hurma ve un vere­rek birkaç gün mut'a yapardık. Nihayet Ömer, 'Amr İbn Hureys hakkında mut'ayı yasakladı."
4) Müslim'in Mut'a babindaki 17. hadiste de Ebu Nadra'nın şöyle dediği anlatılmaktadır: "Ben Câbir İbn Abdillah'ın yanında idim. Biri geldi, İbn Abbas üe İbn Zübeyr'in hac ve kadın mut'ası hakkında görüş ayrılığına düştüklerini söyledi. Câbir şöyle dedi: 'Biz Resulullah (s.a.v) zamanında her iki mut'ayı da yaptık. Sonra Ömer bizi ikisinden de menetti. Biz de bir daha ikisine de dönmedik."[31]
5) Seleme İbnu'1-Ekva', Allah'ın Resulü (s.a.v)'in şöyle buyurduğunu anlatıyor: "Hangi erkek ve kadın aralarında anlaşırlarsa üç gece beraber kalırlar. Bundan sonra süreyi artırmak isterlerse artırırlar, ayrılmak isterlerse ayrılırlar." Seleme İbnu'1-Ekva', bu hadisi anlattıktan sonra şöyle devam edi­yor: "Artık bilmiyorum bu, yalnız bizim için özel bir izin mi idi, yoksa bütün insanlara verilen bir ruhsat mı idi?"[32]
6) Ebu Zerri Gıfârî de şöyle demiş: "İki mut'a, yani kadınlar mut'ası ile hac mut'ası yalnız bize mahsustur."[33]
Yukarıda zikretmiş olduğumuz rivayetlerin hiçbirinde mut'anın mukime yani sefer halinde olmayana mubah kılındığını ifade eden bir ibare yoktur. Bu hadislerden anlaşıldığına göre mut'a nikahı savaş veya uzun seferlerde ailelerinden ayrı kalıpta zinaya düşme tehlikesi bulunduğunda Hz. Peygamber (s.a.v) tarafından kısa bir süre için verilen ruhsattı. Bu ruhsat daha sonra Hz. Peygamber tarafından kaldırılmıştır. Şimdi mut'anın yasaklanması ile ilgili rivayetleri görelim.

Mut’anın Yasaklanması:


Mut'a nikahı ruhsatını ve daha sonra bu ruhsatın kaldırılmasını açık bir şekilde ifade eden rivayetler özellikle Sebre İbnu Ma'bed el-Cühenî (r.a)'den gelmektedir. Müslim onun hadisini dokuz ayn senetle kaydeder. Hüküm ve mana itibariyle aynı kalsalar da her rivayette bazı ziyade ve noksan bilgiler mevcuttur. Bazılarında, bizzat mut'a nikahı yaptığını belirten Sebre (r.a)[34] şu rivayette, eski ruhsatın kaldırıldığını açık bir şekilde ifade eder:
Resulullah (s.a.v) şöyle buyurdu: "Ey insanlar! Ben sizin kadınlarla mut'a nikahı yapmanıza izin vermiştim. İyi bilin ki Allah onu, kıyamet gününe kadar haram kıldı. Kimin yanında böyle nikahlı bir kadın varsa, artık onu serbest bıraksın. Onlara ücret olarak verdiklerinizden herhangi bir şeyi geri almayınız."[35] Hadisin bir başka rivayetinde Sebre (r.a) der ki: "Bundan sonra Resulullah mut'ayı şiddetle haram kıldı ve bu nikah hakkında en ağır kelimeleri sarfetti."[36]
Bu rivayet hiçbir yoruma gerek kalmadan, mut'a nikahıyla ilgili ruhsatın kaldırıldığını açık bir surette ifade eder.
HzAH de yasakla ilgili rivayetlerde bulunmuştur. Müslim'in kaydet­tiği rivayette: "Resulullah, Hayber'in fethi sırasında, kadınlarla mut'a yapmaktan ve ehlî eşeklerin etini yemekten men etti" buyurur.[37] Yine Müslim'in bir diğer rivayetinde, bu meselede müsamahası kulağına gelen İbn Abbas'a "Ağır ol, ey İbni Abbas. Çünkü Resulullah (s.a.v) Hayber günü, hem mut'ayı, hem de ehlî eşek etinin yenilmesini yasaklamıştır"der.[38] Beyhakî’nin bir rivayetine göre, Hz. Ali, önce bazı kayıtlarla caiz kılındığını ancak, nikah, talak, iddet ve karı-koca arasındaki miras ahkâmı nazil olunca cevazın mutlak şekilde kaldırıldığını belirtir.[39]
Burada şu soru hatıra gelebilir: Mut'anın Mekke fethi sırasında da yasaklandığı sahih rivayetlerle sabit olmasına rağmen, Hz.Ali neden bundan hiç bahsetmeyerek sadece Hayber günü konan yasağı belirtmiştir? Bu soruya, Hz.Ali'nin üç gün gibi kısa bir müddeti içine alan izni işitmemiş olabileceği söylenerek cevap verilmiştir.[40]
İbn Haznı, Hz.Ali'den gelen rivayetleri şöyle değerlendirir: "Bu me­sele üzerine Hz. Ali'den birçok yoldan hadis rivayet edilmiştir. Bunu, ondan Kufiler, inkâr edilmeyecek derecede meşhur ve sınırlandırılamayacak kadar çok yoldan rivayet etmişlerdir."[41]

Yasak Nerede ve Ne Zaman Kondu?:


Mut'a nikahı yasağını, Hz Peygamber'in ne zaman koyduğu hususunda rivayetler ihtilaflıdır ve altı ayrı yerin ismi zikredilmektedir. Şöyle ki:
1) Sebre İbnu Ma'bed'in rivayetlerinde Mekke fethi sırasında kon­muştur.[42]
2) Hz.Ali'den kaydettiğimiz rivayetlerde Hayber'in fethi zamanında konmuştur.[43]
3) Seleme İbnu'1-Ekva rivayetinde Evtas Gazvesi sırasında, (üç günlük ruhsattan sonra) konmuştur.[44]
4) Hasan Basrî'nin mürsel bir rivayetine göre, mut'a nikahı sadece kaza umresi sırasında cereyan etmiştir, bundan önce yasak olduğu gibi, bun­dan sonra da yasak olmuştur. Hasan Basrî'den gelen bu rivayet, iki sebepten dolayı reddedilmiştir;
a) O'nun mürsel, yani hangi sahabîden aldığını belirtmeden yaptığı rivayetler zayıftır. Çünkü o, araştırma yapmadan, rastgele kimselerden hadis almıştır.[45]
b) Mut'anın Hayber Seferi sırasında haram edildiğini belirten sahih rivayetlere muhalefet eder, dolayısıyla bu zayıf rivayet Sahihler tarafından reddedilmiş olmaktadır.[46] İbn Hacer, bu rivayetin sabit olduğunu farz edecek olursak şöyle yorumlarız der: "Hasan Basrî hazretleri muhtemeldir ki, kaza umresi tabiriyle, Hayber'i kasdetmiştir. Çünkü her iki sefer de aynı yıl içeri­sinde cereyan etti, tıpkı Fetihle Evtas Seferinin aynı yıl içerisinde cereyan et­tiği gibi."[47]
5) Ebu Hureyre'den gelen bir rivayete göre, mut'a nikahı Tebuk Seferi sırasında haram edilmiştir.[48]
Bu rivayet tahrim hadisesinin Mekke Fethi ve Hayber sırasında vâki olduğunu beyan eden sahih rivayetlere muhalefet etmekten başka, nazar-ı dik­kate alınamayacak derecede zayıf bir surete geldiği, hadis ilmi açısından bir değer ifade etmediği belirtilmiştir.[49]
6) Sebre İbnu Ma'bed'den Ebu Davud'un kaydettiği bir rivayete göre mut'a, Veda Haccı sırasında yasaklanmıştır.[50] Ancak "daha önce yine Sebre'den kaydedilen rivayetlerde yasağın fetih sırasında olduğu ifade edilmiştir. O rivayetler hem daha meşhur hem daha sahihtir. Sarihler, "Rivayetin sübutu halinde, "Resulullah Fetih günü ilan ettiği" yasağı Veda Haccı sırasında tekrar etmiş olabilir. Çünkü, Veda Haccı'na çok sayıda müslüman katılmıştı. Bunlar arasında bir kısım ahkamı duymamış olanlar da vardı. Nitekim Resulullah bu fırsatla pek çok önemli meseleyi tekrar etmiş, tebliğ etmiştir. Bu tebliğin gayesi, dinin duyrulması ve yaygınlaştırılmasıydı" diye açıklamışlardır.[51]
Mut'a nikahının yasaklanma zamanıyla ilgili olarak birçok farklı rivayetin olması alimleri farklı yorumlara sevk etmiştir. Bu hususta bazı alim­lerin görüşlerini zikretmek istiyoruz:
Maverdî der ki: "Mut'anın yasaklandığı yerin tayini meselesinde iki tahmin söylenebilir:
1) Yasak, daha açık olması ve daha iyi yayılması için tekerrür et­miştir. Ta ki bu yasağı duyup bilmeyen de öğrenmiş olsun. Zira her bir se­ferde, daha öncekilerine katılmayan yeniler bulunuyordu.
2) Mut'a birçok defa mubah kılınmış olabilir. Nitekim, bu sebeple sonuncu defada: "Kıyamete kadar haramdır" buyurulmuştur. Bu ifade daha önceki yasağı, bu sonucun hilafına, mubahlığın takip ettiğini haber verip, bu sonuncu yasağın ebedi olduğu, artık bundan sonra mubahlığın gelmeyeceğini duyurma gayesini güder." İkinci şıkkın esas olduğu belirtilir.[52]
Nevevfye göre, mut'a nikahı iki kere mubah kılınmış, iki kere de yasaklanmıştır. Müslim'de yaptığı şerhinde bu bahse şöyle bir başlık atmıştır: "Mut'a nikahı babı ve bunun Önce mubah kılınıp sonra neshedildiği, sonra tek­rar mubah kılınıp tekrar neshedildiği ve yasağın kıyamete kadar devam etmek üzere kesinleştiğinin beyanı."[53] Nevevî, bu başlığın altına konu üzerine el-Kâdı'nın uzun bir tahlilini kaydettikten sonra kendi görüşünü kaydeder.
"Tercih edilen gerçek şudur: "Yasak ve cevaz verme iki defa vuku bulmuştur. Hayber'den önce mut'a helaldi. Bilahere Hayber günü haram kılındı. Sonra da Mekke fethinde mubah kılındı. Bu aynı zamanda Evtas gününü de içine alır, çünkü ikisi birbirine çok yakındır. O sırada, üç gün sonra "kıyamet gününe kadar, ebedi olarak haram" kılındı. Bu haramlık devam etti. Öyleyse: "Mubahlık Hayber öncesine, ebedi olarak haramlık ise Hayber gününe mahsustur. Fetih gününde yapılan haram kılma da önceki yasağı teTdtten ibarettir. Fetih gününden Önce bir mubahlık yoktur" demek caiz değildir. Çünkü Müslim'in Fetih günündeki mubah kılma ile ilgili olarak kay­dettiği rivayetler, bu hususta pek açıktır, bunları görmezlikten gelmek caiz değildir. Esasen mubahlığın tekerrür etmesine engel bir sebep yoktur."[54]
Mut'a nikahının yasaklanma vakti ile ilgili rivayetler arasındaki ihtilaf üzerine Mâziri'nin yaptığı açıklama da burada kayda değer:
"İslam'ın başlangıcında mut'a nikahı caizdi. Müslim'de kaydedilen sahih hadislerle yasaklandığı görülmektedir. Âlimler, haramlığı hususunda icma etmiştir. İcmaya, Şia'dan bir gurup dışında hiçbir muhalefet varid olmamıştır.  Onlar, bu hususta gelen baza hadislere yapıştılar. Halbuki o hadisler mensuhtur. Onlarda da kendileri için, mut'anın cevazına delalet yoktur. Caiz görenler bir de Nisa suresi 24. âyete yapışırlar. Mâziri bu âyetin İbn Mes'ud'a nisbet edilen daha önce zikrettiğimiz kıraati ileri sürdüklerini kaydettikten sonra: "Oysa İbn Mes'ud'un bu kıraati şazdır. Şaz kıraatle ne Kur'an sabit olur, ne haberi muteber sayılır, ne de hükmüyle amel edilir" der. Mâziri sözlerine şöyle devam eder: "Bu mesele hakkında Sahih-i Müslim'de gelen rivayetler ihtilaflıdır: Bir kısmına göre de, Mekke fethinde, mut'a'yı caiz gören kimse, bu ihtilafa takılıp hadislerin birbirine çelişkili olduğuna, bu halin sıhhate zarar vereceğine hükmedebilirler. Oysa mesele öyle değil, böylesi bir düşünce hatalıdır. Aslında hadisler arasında böyle bir çelişki mevcut değildir. Çünkü Resulullah'ın onu iki ayrı zamanda yasaklaması doğrudur. İkinci yasaklama, birinciyi te'kid için yapılmıştır veya yasak iyice meşhur olsun da birinci yasağı duymayanlar da duymuş olsun diye ikinci sefer yapılmıştır. Böylece bazı râviler yasağı birincisinden, bazıları da ikincisinden işitmiş ol­malı. Her biri kendi işittiğini rivayet etmiş ve işittiği zamana nisbet et­miştir."[55]
Mesele hakkında Kurtubî şöyle demiştir: "Bütün rivayetler mut'anın mubahlık zamanının kısa olduğu hususunda ittifak etmiştir. Dolayısıyla o haramdır. Selef ve Halef onun haram olduğunda icma ederler.  Sadece Rafızîlerden, nazar-ı itibara alınmaya değmeyen bazıları aksini söylemişler­dir."[56]
Zahirilerin imamı İbn Hazm da şunu söyler: "Belli bir müddet için yapılmakta olan mut'a nikahı caiz değildir. Resulullah zamanında helal idi. Allah Teâlâ Peygamberi (s.a.v) diliyle onu, kesin olarak neshetti. Mut'a kıyamete kadar haramdır."[57]
İbn Hazım'ın, Kitabu'l-îtibar'âaki değerlendirmesinde, mut'a nika­hının "sefer halinde" mubah kılındığı hususu vurgulanır:
a) İslam'ın  başlangıcında  ve  sefer  halinde  mubah  kılınmıştır. Mubahlığını haber veren hiçbir rivayette, bunu mukime yani sefer halinde ol­mayana tanındığını ifade eden bir ibare yoktur.
b) Mut'a, birkaç kere yasaklandı, birkaç kere mubah kılındı. Resulul­lah ömrünün sonunda, Veda Haccında kesin yasak koydu. Veda Haccı'nda ifade edilen yasak, zaten mevcut olan yasağın te'kidine matuf değildir, ebedi­leştirmeye matuftur.
c) Bugün ne mezheb imamları ne de başka alimlerden hiçbiri buna mubah dememektedirler. Sadece Şia'dan bir kısım onu helal saymaktadır.[58]
Mut'a nikahiyle ilgili rivayetlerin değerlendirilmesinde Tahavî'nin görüşü, hepsini noktalayacak mahiyettedir. Ona göre, mut'aya fetva vermiş olanların dayandıkları rivayetlerin hepsi doğrudur, ancak bunlar neshe-dilmiştir. Zira mut'a nikahını bizzat Peygamber (s.a.v) yasaklamıştır. Pey­gamberimizin iznini ifade eden rivayetler, yasaktan önceye aittir. Nehiyden sonra o haram olmuştur ve bunun en iyi delili Sebre İbnu Ma'bed (r.a)'ın rivayetidir. Birçok farklı yoldan rivayet edilen bu hadis, hem cevaza hem de tahrimi açık bir şekilde göstermektedir.[59]

Hz. Ömer'in Mut'ayı Yasaklama Hadisesi:


Buraya kadar kaydettiğimiz rivayetlerin bir kısmında Hz.Ömer (r.a)'ın mut'ayı yasaklamasına temas etmiştik. Hatta bir kısım sahabe, bu yasaklama ile mut'anın Resulullah tarafından yasaklanmış olduğunu öğren­mişlerdir. Şu halde son olarak, Hz. Ömer'le ilgili haberin mahiyetini de burada kaydetmekte fayda vardır. Öncelikle şunu belirtelim ki, Hz.Câbir ve Ebu Said'den gelen bir rivayete göre, "Hz.Ömer, bu yasaklama işini, hilafetinin or­talarında ele almıştır. Dolayısıyla o zamana kadar, bilmeyerek mut'a nikahına başvuranlar olmuştur."[60] O sıralarda Kûfe'ye gelen Amr İbnu Hureys (r.a), bir câriye ile mut'a nikahı yapar ve câriye hamile kalır. Gelip durumu Hz. Ömer'e anlatır. Halife bu vesile ile, yasağın bütün mü'minlerce bilin­mediğini anlayarak meseleyi hutbe konusu yapar ve herkesin işiteceği şekilde mut'a nikahının yasak olduğunu ilan eder. İbn Mâce'nin kaydına göre Hz.Ömer şöyle buyurmuştur: "Resulullah (s.a.v) bize, mut'a yapmaya üç gün izin verdi, sonra bunu haram kıldı. Allah'a yemin olsun, evli bir kimsenin mut'a yaptığını duyarsam, Resulullah'ın, mut'ayı haram kıldıktan sonra tekrar helal kıldığına dair bana dört şahit getirmediği takdirde o adamı taşla recmederim."[61] Muvatta'mn bir rivayetinde bu yasaktan önce yapılan mut'a nikahı sonucu hamile kalan Havle Binti Hakim'in, yasaktan sonra Rebia İbnu Ümeyye'yi şikâyet ettiğini görüyoruz. Bunu haram ve zina bilmekte kanaati kesin olan Hz.Ömer (r.a): "Bu, (Resulullah'ın haram kıldığı) mut'adır. Eğer yasağı ilanda sizden önce davranmış olsaydım şimdi sizi recmederdim" der.[62]

Yasak Hz.Ömer'in İçtihadı Değildir:


Âlimler Hz. Ömer'in mut'a nikahını yasaklarken içtihadıyla hareket etmediğine, Resulullah'tan yasakla ilgili hadis zikrederek yasağı takrir ettiğine dikkat çekerler.[63] Nitekim bu husus İbn Mâce'den kaydettiğimiz rivayette açık olarak görülmektedir. Bir başka rivayette, hutbede geçen: "insanlara ne olmuş ki, Resulullah'ın yasağına rağmen mut'a nikahı yapıyorlar?"[64] ibaresi de aynı hususa delil olmaktadır. Bu ibare, Hz. Ömer'i feverana getirecek bazı mut'a nikahı hadiselerinin ilk defa kulağına geldiğini ifade eder. Bunun tatbikatta olduğunu bilseydi bu kadar feveran etmez, tepkisini bu ibarelerle belirtmezdi.
Hadiseyi tahlil eden âlimler, bu durumun Resulullah (s.a.v)'ın yasağının bir kısım sahabiler tarafından işitilmemiş olduğunu belirtirler. İbn Hazm'ın, mut'ayı mubah saydıklarına dair haklarında rivayet bulunduğunu belirttiği tabiundan Tavus, Atâ ve Said îbnu Cübeyr'in[65] de bu yasağı duy­mayanlardan oldukları anlaşılmaktadır. Meseleye temas eden kaynaklarda -ve bilhassa Mekkî olanların- mut'a lehine fetva verdiklerine dair ifadeler, sahabe­den -yani Hz.Ömer'in yasaklamasından- sonra da bu işe fetva verildiği düşüncesine sevkedebilir. Bu yanlıştır; çünkü, tabiun nesli sahabeden sonra yaşayanlar demek depdir. Onlar, sahabilerin muasırıdırlar. Fakat Resulullah'ı görmemişlerdir. Zikredilen iadelerde onların Hz. Ömer'in yasağından sonra fetva verdiklerine dair bir açıklık yoktur. Demek ki, tabiundan bazıları Hz. Ömer'in yasağından önce, mut'anın yasaklandığını duymadıkları için, ay­nen bazı sahabîler gibi fetva vermişlerdir.
Mut'a nikahının yasaklandığını Hz.îbn Mes'ud, Hz. Muaviye ve Hz.Esma gibi bazı büyük sahabilerin işitmemiş olduklarını, bunun Hz. Ömer'in hilafeti zamanında ilan edildiğini gördük. İlk bakışta, böyle bir yasağın duyulmamış olması garip karşılanabilir. Fakat bir kısım hadisleri sonradan öğrenme hadisesinin sadece mut'a nikahına has bir durum olmayıp, başka pek çok meseleye şâmil olduğu düşünülürse şaşılacak bir şey kalmaz.
Gerçekten, başta dört halife olmak üzere diğer birçok sahabenin, bir kısım hadisleri Rasulullah'ın vefatından sonra işittiklerine dair hadis kitaplarında nice örnekler vardır. Biz burada, mevzuyu uzatmamak için hepsini kaydedecek değiliz. Fakat birkaç örnek vermekle yetineceğiz.
Hz. Ebu Bekir (r.a)'e "cedde", yani büyükanneye torundan düşecek mirasın miktarı hakkında sorulmuştu. Bu mesele hakkında Rasulullah (s.a.v)'den birşey işitmediğini belirtti ve bir öğle namazından sonra cemaata sordu: "İçinizden kim büyükannenin payı hususunda Peygamber (s.a.v)'den birşey işitti?" Muğire İbn Şu'be kalkıp, Resulullah'ın büyükanneye südüs (altıda bir) takdir ettiğim söylemiş, Hz.Ebu Bekir'de: "Sizden kim buna şehadet edecek?" demiştir. Muhammed İbn Mesleme kalkıp Muğire'nin isabetli konuştuğunu teyid etmiş, Hz.Ebu Bekir de meseleyi buna göre bağlamıştır.[66]
Hz.Ömer (r.a)'la ilgili rivayetler çoktur: Veba çıkan bir yere girilmemesi, vebanın çıktığı yerden ayrılınmaması   ile ilgili hadisi[67], Mecusilere ehl-i kitapla ilgili ahkamın uygulanması gerektiğine dair hadisi[68], mescid inşa edilecek bir yerin sahibi razı olmadıkça istimlak edilemeyeceğini beyan eden hadisi[69], hamile kadında düşüğe sebep olana takdir edilecek ceza ile ilgili hadisi Hz.Ömer hep, Resulullah'ın vefatından sonra işitmiştir. Düşüğe bedel Resulullah'ın erkek veya kadın bir köleye hükmettiğini Muğire İbn Şu'be haber verdiği zaman Hz.Ömer, buna şahit talep eder. Muhammed İbn Mesleme şahitlik yapar.[70]

Sonuç:


Günümüzde bazı insanlar Allah'ın kendilerine helal kıldığı nikahı terkederek, gayr-i meşru ilişkilere yönelmektedirler. Bu yüzden toplumu­muzda zina, fuhuş ve sapık ilişkiler alabildiğine yayılmış bulunmaktadır. Bu tür sapık ilişkilerin çoğalmasında meşru diye gösterilen fakat hiçbir meşruiyeti olmayan mut'a nikahının yaygınlaşmasının da büyük bir rol oynadığını gör­mekteyiz.
Bugün dindar fakat dinini yeterince bilmeyen gençlerimiz arasında meşru bir akit gibi gösterilmeye, benimsetilmeye çalışılan mut'a nikahı, esas itibariyle, İslam öncesi Arap cemiyetinde mevcut olan nikah çeşitlerinden biri idi. Son zamanlarda mut'a nikahı meşru1 bir nikahmış gibi propaganda edilmeye başlanmış ve bilhassa okuyan dindarlar arasına sokulmaya çalışıl­maktadır.
Mut'a nikahı, İslam'ın başlangıcında sahabilerin savaş veya uzun seferlerde ailelerinden ayrı kalıpta zinaya düşme tehlikesi bulunduğunda Hz.Peygamber (s.a.v) tarafından kısa bir süre için verilen ruhsattı. Bu ruhsat daha sonra Hz.Peygamber tarafından kaldırılmış ve kıyamete kadar haram olduğu belirtilmiştir. Bütün İslam âlimleri mut'anın haram olduğunda ittifak etmişlerdir.


[1] Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tefsir Anabilim Dalı Öğretim Üyesi
[2] Nahl, 16/72.
[3] Nur, 24/32.
[4] Müslim, Radâ1, 17.
[5] İbn Mâce, Nikah, 5
[6] Buhari, Nikah, 2; Müslim, Nikah, 5; İbn Mace, Nikah, 1; Nesai, Sıyam, 43; Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned, Beyrut, trs, I,378.
[7] İbn Mace, Nikah,1.
[8] Fıkıh açısından "had cezası"nı gerektiren zinadan başka olarak, bu zinaya zemin hazırlayıcı davranışlarda hadislerde zina olarak tasvir edilerek, elin, dilin ve gözün zinasından bahsedilmiştir. Bkz., Buhârî, İsti'zan, 12, Kader, 9; Müslim, Kader, 20.
[9] Zerkânî, Ebu Abdillah Muhammed b.Abdilbaki b.Yusuf, Şerhu Muvatta, Mısır, 1962, IV,45; Aynca bkz., İbn Kesir, İmadûddin Ebu'1-Fida İsmail, Tefsinı'1-Kur'ani'l-Azim, Çev: Bekir Karlığa-Bedrettin Çetiner, Çağrı Yay,
ist, 1984, IV, 1626,1627.
[10] İbn Hacer, Ahmed b.Ali el-Askalânî, Fetbu'1-Bârî, Mısır, 1959, XI, 70.
[11]Aynî, Bedrüddin Ebu Muhammed Mahmud b.Ahmed, Umdetü'1-Kârî Şerhu Sahİhi'l-Buhân, Beyrut, 1348, XVII, 246.
[12] Nisa, 4/24.
[13] Nisa, 4/25.
[14] Mümtehine, 60/10.
[15] Süleyman Ateş, Yüce Kur'an'ın Çağdaş Tefsiri, İst, 1989, II 250
[16] Mü'minûn, 23/5-7.
[17] el-Cassas, Ebu Bekir Ahmed b.Ali er-Râzî, Ahkâmu'l-Kur'an Beyrut trs V 92.                                                                                              
[18] Nur, 24/33
[19] Şah   Abdülaziz, Gulam Hakim ed-Dehlevî, Muhtasaru’t-Tuhfeti'l-İsna Âşeriyye, İst, 1976, s.228.
[20] Nisa, 4/25.
[21] Şah Abdülaziz, a.g.e., a.y.
[22] el-Cassas, a.g.e.,II,147; İbn Kesir, İmâduddin Ebu'I-Fida, Tefsinu’l-Kur'ani'I-Azîm, Beyrut, 1966,1, 474; Ateş, a.g.e., II, 250.
[23] İbn Kesir, a.g.e., I, 474.
[24] Ali Osman Ateş, Sünnetin Kabul veya Reddettiği Cahiliye ve Ehl-i Kitab Örf ve Adetleri, (basılmamış doktora tezi, İzmir, 1989), s.286-287.
[25] İbn Sad, Ebu Abdillah Muhammed, et-Tabakâtü'1-Kübrâ, Beyrut, 1960, I, 199; İbrahim Canan, Hadis Ansiklopedisi, Kütüb-i Site, Akçağ Yayınevi, İst, trs, XV. 427. Yayınevi, İst, trs, XV, 427.
[26] Buhârî, Fazâilü'l-Kur'an, 6.
[27] Mâide,5/87.
[28] Müslim, Nikah, 3.
[29] Buhârî, Nikahu'l-Muharrem,1 ; Müslim, Nikah, 3.
[30] Müslim, Nikah, 3.
[31] Ahmed İbn Hanbel, a.g.e., I, 52.
[32] Buhârî, Nikahu'l-Muharrem, 1.
[33] Müslim, Hac, 23.
[34] Müslim, Nikah, 19; Nesâî, Nikah, 71.
[35] Müslim, Nikah, 21; İbn Mâce, Nikah, 44.
[36] Tahâvî, Ebu Cafer Ahmed bMuhammed b.Selame b.Abdilmelik b.Seleme el-Ezdî, Şerhu Meâni'1-Asâr, Beyrut, 1979,III, 26.
[37] Müslim, Nikah, 29; Nesâî, Nikah, 71.
[38] Müslim, Nikah, 31.
[39] Beyhakî, Ebu Bekir Ahmed b.Hüseyin, es-Sünenfi'1-Kübrâ, Haydarabât, 1353,VII, 207.
[40] İbn Hacer, Ahmed b.Ali el-Askalânî, Fethu'I-Bârî, Mısır, 1959, II, 74.
[41] İbn Hazım, el-Hemedânî Ebu Bekir Muhammed b.Musa, Kitabu'I-İli bar fi Beyanı Nasih ve'1-Mensuh, Humus, 1966, s. 178.
[42] Müslim, Nikah, 20,22,23,25,26.
[43] Müslim, Nikah, 29.
[44] Müslim, Nikah, 18.
[45] İbn Hacer,a.g.e.,II, 73.
[46] Bkz., Nevevî, Muhyiddin Ebu Zekeriya Yahya, Şerhu Müslim, Mısır, trs, IX, 181.
[47] İbn Hacer, a.g.e., II, 73.
[48] İbn Hıbbân, Ebu Hatim Muhammed b.Hıbban el-Bustî, Sahihu İbn Hıbban, Beyrut, 1987, VI, 178,
[49] İbn Hacer, a.g.e., II, 73-74.
[50] Ebu Dâvud, Nikah, 13.
[51] Bkz., îbn Hacer, a.g.e., n, 74; Nevevî, a.g.e., IX, 180.
[52] İbn Hacer, a.g.e., II, 74.
[53] Nevevî, Şerhu Müslim, IX, 179.
[54] Nevevî,a.g.e.,a.y. 
[55] Nevevî, a.g.e., a.v.
[56] İbn Hacer, a.g.e., II, 78.
[57] İbn Hazm, Ebu Muhammed Ali İbnu Ahmed, el-Muhalla, Tah: Hasan Zeydan, Mısır, trs, II, 141.
[58] ibn Hazım el-Hemedânî, Kitabu'l-İtibar, s. 177
[59] Tahavî, a.g.e., III, 24-25.
[60] Aynî, a.g.e., XVII, 246.
[61] İbn Mâce, Nikah, 44
[62] Muvatta, Nikah, 41.
[63] İbn Hacer, a.g.e.,II, 76.
[64] İbn Hacer, a.g.e., II, 77.
[65] İbn Hazm, el-Muhalla, II, 141.
[66] Tirmizî, Ferâiz, 10; İbn Mâce, Ferâiz, 4; Ebu Dâvud Ferâiz, 5
[67] Buhârî, Tıb, 30.
[68] Muvatta, Zekat, 42; Şafii, er-Risale, Beyrut, trs, s.240.
[69] İbn Sa'd, et-Tabakâlü'l-Kübra. IV, 21,22.
[70] Müslim, Kasame, 39.