Bu Blog içinde Ara

21 Haziran 2012 Perşembe

Bin Yıl Yaşamak İsteyenler

Bin Yıl Yaşamak İsteyenler


"Sen onları, insanların yaşamaya en düşkünü olarak bulursun. Şirke batanlardan bile... Her biri bin yıl ömür sürsün ister. Oysa ki, uzun yaşaması onu azaptan uzaklaştıracak değildir. Allah, yapmak­ta olduklarınızı çok iyi görmektedir." (Bakara: 2/96)
Ayet, Yahudiler'in ruh halini ve içlerinde giz­ledikleri duygu, düşünce ve niyetlerini açığa çıkararak müminleri bu konuda bilgilendirmekte­dir. Bu ayetin taşıdığı anlamı daha iyi kavramak için özellikle öncesinden yer alan diğer iki ayete bakmak durumundayız.
Yahudiler kendilerini seçilmiş bir millet olarak görüyor, hidayette olanların ve ahirette kurtuluşa ereceklerin yalnızca kendilerinin olacağını iddia ediyorlardı. Yine onlar, Allah katında başka ümmet­lerin hiçbir nasibi olmayacağını, ahiret yurdunun sadece kendilerine ait olduğunu ileri sürerek müslümanların; dinlerine, peygamberlerine ve Kur’an'ın hükümlerine karşı itimatlarını sarsıyorlardı.
Bunun üzerine Cenab-ı Hakk Peygamberine yahudileri "mübahele"ye "yani her iki tarafın birlik­te aralarındaki yalancıyı mahvetmesi için "Allah'a dua etmeye" davet etmesini emrediyor. Ve bu davet yahudilere şu ayetle duyuruluyor:
"De ki: Allah katındaki ahiret yurdu diğer in­sanların değil de yalnız ve yalnız sizin ise, eğer doğru sözlü iseniz, hadi isteyin ölümü!" (Bakara: 2/94)
Ayeti biraz daha açarsak: "Eğer iddia ettiğiniz imanda gerçekten samimi iseniz ve Allah'a yakın olduğunuz doğru ise, ölümü isteyin; çünkü ölüm is­teği size isteğinizi ve arzuladığınızı gerçekleştire­cektir. Böylece dünyanın sıkıntılarından kurtulup rahata ereceksiniz, geçim zahmetinden kurtulacak­sınız. Allah'ın cennetlerinde mutlu bir yaşam süre­ceksiniz. Eğer dediğiniz gibiyse, ahiret yurdu sadece size aitse ve başkaları oraya giremeyecekse daha ne duruyorsunuz isteyin ölümü! Ama eğer istemezseniz herkes sizin yolunuzun yanlış, bizim yolumuzun ise hak olduğunu bilecek ve sonunda hakikat ortaya çıkacaktır.
Yahudiler bu meydan okuma çağrısına uymak­tan kaçındılar. Çünkü onlar yalan söylediklerini biliyor, Allah'ın, dualarını kabul ederek yalancıları, dolayısıyla kendilerini cezalandırmasından korku­yorlardı. Ve işledikleri amellerin de ahirette kendi­lerine fayda vermeyeceğinden emindiler. Bunu ka­bul ettikleri takdirde "istedikleri ölümle" hem dünyayı kaybedecekler, hem de işlemiş oldukları fe­nalıklar yüzünden ahiretlerini kaybetmiş olacak­lardı. Kur’an onların bu durumunu şu ayetle ortaya koyuyor:
"Onlar önceden elleri ile işlediklerinden dolayı hiçbir zaman onu arzu etmezler. Allah, zalimleri çok iyi bilmektedir." (Bakara: 2/95)
İşte bu iki ayetin ışığında tekrar konumuza dö­nersek şunları söylememiz mümkündür:
Yahudiler, insanlar içinde hayata en düşkün olanlardır. Onların bu düşkünlükleri Allah'a eş koşan müşriklerden de daha kötüdür. Çünkü şirk koşanlar öldükten sonra hiçbir akibete iman etmez­ler, dünya hayatından başkasını bilmezler. Dolayı­sıyla onların dünya hayatına tutkunluğu doğaldır. Çünkü bu dünya hayatı onların cennetidir. Amel­lerin karşılık göreceğini kabul etmekle birlikte, Kitaba sahip olan bir kimsenin bunlardan daha çok hayata tutkun olması hali ise kınanılacak bir davranıştır.
Yahudilerden her birisi bir yıl yaşatılmalarını arzu eder. Çünkü onlar Allah'a kavuşmayı ümit et­mezler. Yaşadıkları şu hayattan başka bir hayat olduğunu da kavramazlar. İnsan ruhu başka bir hayat ile irtibat kurmayacağını hissedince, yer yüzündeki sayılı saatlerden ve alınan nefeslerden başka bir şey beklemeyince hayat ne kadar kısalır. Ahirete iman da bir nimettir. Bü nimetin kalbe doğ­masına sebep olan da inançtır. Allah bu nimeti öm­rü fani, hayatı sınırlı ve hayali sonsuz olan in­sanoğluna ihsan etmiştir. Ebedi olarak ruhuna ahiret penceresini kapatmış olan kimsenin hayatı manasız, eksik ve sönüktür. Ahirete iman aynı zamanda insan nefsinin canlılıkla dolup taşmasına, yeryüzünde hudut tanımayan sonsuz bir hayat duy­gusuyla dolmasına yardım eder. Ahirete inanan kişi dünyanın hudutlarını aşıp sonsuzluğa kadar uzanır. Bu sonsuzluğun hududunu Allah'tan başka kimse bilemez.
Ayet müminler içinde bir müjde taşımakta, on­ların ahireti de ölümü de dünyadan daha çok sevdiklerine delil olmaktadır. Allah Resulü (s.a.v.), başımıza gelen bir sıkıntı/zorluk dolayısıyla ölümü temenni etmemek edebini bize öğretmiş, bunun ye­rine şöyle dememizi tavsiye etmiştir:
"Allah'ım hayat benim için hayırlı olduğu sürece beni yaşat. Ölüm benim için hayırlı olduğu takdirde de canımı al. Hayatı benim için bütün hayırlarda bir artış sebebi kıl, ölümü de benim için bütün şer­lerden kurtuluş sebebi kıl. Şayet insanları bir fit­neye uğratmayı murad edersen beni (dinimde) fit­neye uğramamış olarak yanma al. "[1]



[1] Necmettin Şahinler, Kur'an'da Sembolik Anlatımlar, Beyan Yayınları: 23-26.