Bin Yıl Yaşamak İsteyenler
"Sen onları, insanların yaşamaya en düşkünü olarak bulursun. Şirke batanlardan bile... Her biri bin yıl ömür sürsün ister. Oysa ki, uzun yaşaması onu azaptan uzaklaştıracak değildir. Allah, yapmakta olduklarınızı çok iyi görmektedir." (Bakara: 2/96)
Ayet, Yahudiler'in ruh halini ve içlerinde gizledikleri duygu, düşünce ve niyetlerini açığa çıkararak müminleri bu konuda bilgilendirmektedir. Bu ayetin taşıdığı anlamı daha iyi kavramak için özellikle öncesinden yer alan diğer iki ayete bakmak durumundayız.
Yahudiler kendilerini seçilmiş bir millet olarak görüyor, hidayette olanların ve ahirette kurtuluşa ereceklerin yalnızca kendilerinin olacağını iddia ediyorlardı. Yine onlar, Allah katında başka ümmetlerin hiçbir nasibi olmayacağını, ahiret yurdunun sadece kendilerine ait olduğunu ileri sürerek müslümanların; dinlerine, peygamberlerine ve Kur’an'ın hükümlerine karşı itimatlarını sarsıyorlardı.
Bunun üzerine Cenab-ı Hakk Peygamberine yahudileri "mübahele"ye "yani her iki tarafın birlikte aralarındaki yalancıyı mahvetmesi için "Allah'a dua etmeye" davet etmesini emrediyor. Ve bu davet yahudilere şu ayetle duyuruluyor:
"De ki: Allah katındaki ahiret yurdu diğer insanların değil de yalnız ve yalnız sizin ise, eğer doğru sözlü iseniz, hadi isteyin ölümü!" (Bakara: 2/94)
Ayeti biraz daha açarsak: "Eğer iddia ettiğiniz imanda gerçekten samimi iseniz ve Allah'a yakın olduğunuz doğru ise, ölümü isteyin; çünkü ölüm isteği size isteğinizi ve arzuladığınızı gerçekleştirecektir. Böylece dünyanın sıkıntılarından kurtulup rahata ereceksiniz, geçim zahmetinden kurtulacaksınız. Allah'ın cennetlerinde mutlu bir yaşam süreceksiniz. Eğer dediğiniz gibiyse, ahiret yurdu sadece size aitse ve başkaları oraya giremeyecekse daha ne duruyorsunuz isteyin ölümü! Ama eğer istemezseniz herkes sizin yolunuzun yanlış, bizim yolumuzun ise hak olduğunu bilecek ve sonunda hakikat ortaya çıkacaktır.
Yahudiler bu meydan okuma çağrısına uymaktan kaçındılar. Çünkü onlar yalan söylediklerini biliyor, Allah'ın, dualarını kabul ederek yalancıları, dolayısıyla kendilerini cezalandırmasından korkuyorlardı. Ve işledikleri amellerin de ahirette kendilerine fayda vermeyeceğinden emindiler. Bunu kabul ettikleri takdirde "istedikleri ölümle" hem dünyayı kaybedecekler, hem de işlemiş oldukları fenalıklar yüzünden ahiretlerini kaybetmiş olacaklardı. Kur’an onların bu durumunu şu ayetle ortaya koyuyor:
"Onlar önceden elleri ile işlediklerinden dolayı hiçbir zaman onu arzu etmezler. Allah, zalimleri çok iyi bilmektedir." (Bakara: 2/95)
İşte bu iki ayetin ışığında tekrar konumuza dönersek şunları söylememiz mümkündür:
Yahudiler, insanlar içinde hayata en düşkün olanlardır. Onların bu düşkünlükleri Allah'a eş koşan müşriklerden de daha kötüdür. Çünkü şirk koşanlar öldükten sonra hiçbir akibete iman etmezler, dünya hayatından başkasını bilmezler. Dolayısıyla onların dünya hayatına tutkunluğu doğaldır. Çünkü bu dünya hayatı onların cennetidir. Amellerin karşılık göreceğini kabul etmekle birlikte, Kitaba sahip olan bir kimsenin bunlardan daha çok hayata tutkun olması hali ise kınanılacak bir davranıştır.
Yahudilerden her birisi bir yıl yaşatılmalarını arzu eder. Çünkü onlar Allah'a kavuşmayı ümit etmezler. Yaşadıkları şu hayattan başka bir hayat olduğunu da kavramazlar. İnsan ruhu başka bir hayat ile irtibat kurmayacağını hissedince, yer yüzündeki sayılı saatlerden ve alınan nefeslerden başka bir şey beklemeyince hayat ne kadar kısalır. Ahirete iman da bir nimettir. Bü nimetin kalbe doğmasına sebep olan da inançtır. Allah bu nimeti ömrü fani, hayatı sınırlı ve hayali sonsuz olan insanoğluna ihsan etmiştir. Ebedi olarak ruhuna ahiret penceresini kapatmış olan kimsenin hayatı manasız, eksik ve sönüktür. Ahirete iman aynı zamanda insan nefsinin canlılıkla dolup taşmasına, yeryüzünde hudut tanımayan sonsuz bir hayat duygusuyla dolmasına yardım eder. Ahirete inanan kişi dünyanın hudutlarını aşıp sonsuzluğa kadar uzanır. Bu sonsuzluğun hududunu Allah'tan başka kimse bilemez.
Ayet müminler içinde bir müjde taşımakta, onların ahireti de ölümü de dünyadan daha çok sevdiklerine delil olmaktadır. Allah Resulü (s.a.v.), başımıza gelen bir sıkıntı/zorluk dolayısıyla ölümü temenni etmemek edebini bize öğretmiş, bunun yerine şöyle dememizi tavsiye etmiştir:
"Allah'ım hayat benim için hayırlı olduğu sürece beni yaşat. Ölüm benim için hayırlı olduğu takdirde de canımı al. Hayatı benim için bütün hayırlarda bir artış sebebi kıl, ölümü de benim için bütün şerlerden kurtuluş sebebi kıl. Şayet insanları bir fitneye uğratmayı murad edersen beni (dinimde) fitneye uğramamış olarak yanma al. "[1]