GURUR
Gurur, insanın işleri olduğundan daha farklı göstererek kendi kendini aldatması, gerçekleri tersyüz ederek kendine hak ettiğinden daha büyük bir makam ve mevki vermesidir. Böyle yaparken de kendisinin iyi bir iş yaptığını zannetmesidir. Oysa bu yaptığı basirette zayıflık, şeytanın tuzakları noktasında cehalet, enaniyet, insanların başına gelenlere aldırmamak, heva ve nefti emmarenin vesveselerine uymaktan başka bir şey değildir.
Ucb ve gurur arasında ikisini birbirinden ayıran ince bir fark vardır. Ucb (kendini beğenme), mu'ceb'in (yani kendini beğenen kimsenin) kendisinde bulunan nimeti göz önünde büyüterek (şımarması) o nimetin asıl yaratıcısının ve kendisine bağışlayanın Allah değil de, kendi gücüyle elde ettiğine inanmasıdır.
Gurur ise, gurur sahibinin bazı iddialarda bulunup, hakikatte kendisinde olmayan özellikleri taşıyormuş edasıyla hareket etmesi ve bu özellikleri kendi gücüyle elde ettiğini söylemesidir. Nefsini hiç hak etmediği yüksek payeler verip hayaller denizinde dolaşır durur. Gururun ne kadar kötü ve aşağılık bir vasıf olduğunu Kur'an ve Sünnet açıkça ortaya koymuştur.
"Ey insanlar! Allah'ın va'di Hak'dir. (Ölümden sonra dirilip hesaba çekilme muhakkak olacaktır.) o halde dünya hayatı sizi gururlandırmasın (Aldatmasın). Şeytan da sizi Allah ile aldatmasın. (Yani takvanızla, amelinizle gururlanıp şeytan sizi saptırmasın). (Fatır, 5)
Yine başka bir ayeti kerimede; "... fakat sizler kendinizi aldattınız, bize pusu kurdunuz. Allah'ın buyruğu gelene kadar dinde şüpheye düştünüz; sizi kuruntular aldattı; sizi şeytanlar Allah'a karşı aldattı." (Hadid, 14) buyurulmuştur.
Yine izzet ve celal sahibi Allah (c.c.) şöyle buyurmuştur:
"Ey insanoğlu! Çok cömert olan Rabbine karşı seni aldatan nedir?" (înfitar, 6)
Sünnette: İbn-i Mace, Hakim ve Ahmed b. Hanbel, Peygamberimizin (s.a.v.) şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: "Akıllı adam odur ki, nefsini küçük görüp ölümden sonrası için çalışandır. Zavallı olan kimse de nefis ve hevasına tabi olup (bununla birlikte) Allah'tan beklentileri olan kimsedir."Bu hadisi şerif, heva ve hevesine uyan, neftin yalancı hilelerine aldanarak boş beklentiler içerisinde gurura kapılan kimselere açık bir uyarıdır.
Tirmizi, İbn Mace ve İbn Ebi Dünya, Ebu Hureyre'den (r.a.) Rasulullah'm (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet etmişlerdir: "Cedel ve tartışmaya girmedikleri müddetçe bir kavim, hidayet üzere iken daha sonra dalalete düşmemiştir."Sonra Rasulullah şu ayeti okudu: "Sana böyle söylemeleri, sadece tartışmaya girmek içindir." (Zuhruf, 58)
Bu hadisi şerif, amelleriyle büyüklenip herhangi bir bilgileri olmadığı halde sırf üstün gelmek için tartışmaya girenleri açıkça eleştirip kötülemektedir.
Buhari, Müslim ve diğer hadis alimlerinin de Hz. Aişe (r.a.) validemizden rivayet ettikleri bir hadisi şerifte Allah'ın Resulü (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:
"İnsanların içerisinde Allah'ı (c.c.) en çok kızdıran kimse düşmanlıkta ileri giden (haddi aşan) kimsedir."Bu hadis, davasında haklı bile olsa bir kimsenin karşı tarafı yenmek için kendi delilinin kuvvetliliğiyle böbürlenenlere haddi aşmalarını açıkça kötülemekte bunu çok çirkin bulmaktadır.
Bu delillerden ortaya çıkan sonuç, gururun, insanı yalana sürükleyen afetlerden biri olup, sonuçta kibre götüren ve de kişiyi Allah nezdinde de insanlar nezdinde de aşağılanmış nefret edilen bir kimse durumuna düşüren şer'an zemmedilmiş bir fiil olduğudur.
Gurur, davetçilere nasıl musallat olur?
Hazırlık ve tekvin (oluşum) aşamasındaki ruhi terbiyeden, güzel hasletlerle ahlaklanma aşamasından geçmeyen Allah'ı murakabe, nefsini muhasebe, devamlı olarak salih amel işleme ve Allah'ın çizdiği yolda sabit olma noktasında terbiye edilmemiş bir davetçi, çok çabuk bir şekilde hevasına kapılıp kısa sürede gurur atına biner ve aynı hızla şeytanla birlikte ayağı kayar. Bunun da ötesinde bu kişiden öyle tavırlar, öyle ameller ve iddialar sadır olur ki, değil şuurlu, bilinçli bir müslüman, sıradan bir müslüman dahi bu davranışları ayıplar ve çirkin bulur.
Davetçilerin ağına yakalandığı bu tür tavır ve iddiaların başlıcaları:
Bunlardan bir tanesi henüz toy ve yeni, ilim olarak, düşünce noktasında olgunlaşmamış bir davetçi olma noktasında gerekli hasletleri üzerinde toplamayan bir gencin, kendini görüş isabetliliği, ilim genişliği, şöhretin yaygınlığı ve geçmişinin güzelliği noktasında büyük davetçilerin ulaşmış oldukları mertebede görmesidir. Oysaki onun tüm marifeti güzel konuşmak ve meseleleri güzel bir şekilde anlatmaktan öte bir şey değildir.
Davetçilerin oluşumu yalnızca güzel konuşmak, konuşma sanatının inceliklerine vakıf olmakla mı sınırlıdır?
Kişinin kendisine, davetin başı, müslümanlarm imamı ve rabbani yol gösterici mürşitlerden biri ve büyük bir yol gösterici olma noktasında ehliyet sahibi kılan büyük bir zeka, güç, siyaset ve başka becerilerin verildiğini iddia etmesidir. Oysaki, işin aslına bakıldığında on kişinin başına reis, bir mescidde imam ya da bir köyle vaiz olmaya bile ehil değildir. Şişirilmiş büyük iddialar, sahiplerini davetçi yapmaya yeter mi? Yoksa kişiyi gerçek bir davetçi yapan şey kişinin ihlası, daha önce geçirmiş olduğu imtihanlar ve lisan-ı hali midir?
Bu iddialardan bir diğeri, kişinin artık şer'i hükümleri bilen bîr a-lim, fetva gerektiren dini meseleleri bilen bir fakih olduğunu, hatta şayet raşit halifelerden olan Hz. Ömer'e (r.a.) sorulduğunda Bedir ashabını toplayacağı derecede zor fikhi meseleleri cevaplamaya ehil olduğunu iddia etmesidir. İlmi olmadığı halde fetva vermeye karşı bu kadar cüretkarlık, cehaletin, gururun ta kendisidir. Ayrıca cehenneme girmeye de bir sebeptir. İbn-i Adiyy'in rivayetinde Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır: "Fetva vermeye en cüretkar olanınız, ateşe (cehenneme) girmeye de en cüretli olanınızdır."
Bir davetçinin, hükmünü, delilini bilmediği bir konuda fetva vermeye kalkışması, hakkında bilgisi olmayan, mezhep imamlarının da o konuda ne dediklerini bilmediği fıkhi bir soruya cevap vermeye yeltenmesi dinen caiz midir?
Elbette ki caiz değildir. Eğer böyle bir şeye kalkışırsa günah işlemiş olur ve Allah (c.c.) katında da verdiği fetvadan sorumludur.
İnsanlann önünde bağlı oiduğu, birlikte çalıştığı cemaatinin cemaatler içerisinde en hayırlı ve en üstün cemaat olduğunu, kendi cemaatinin tebliğ ve davet metodunun metotların en güzel ve en isabetlisi olduğunu ilan etmesidir. Kim bilir belki de bağlı olduğu cemaat, teşkilatlanma noktasında zayıf, kısır hedefleri, monoton metodu olan, kullandığı davet vesileleri sınırlı ve daveti sadece Rasulullah'm getirdiği hidayet dininin ufak bir cüz'üne has kılmış bir cemaat de olabilir.
Şu bilinen bir gerçektir ki, geçmiş asırlarda İslâm daveti ortaya çıktığı zaman belli bir nizam ve düzene sahipti. Hareket noktası evrenseldi. Dünyanın dört bir taraftna yayılması günün en geçerli metod ve yöntemleriyle gerçekleşmişti. İslâm davası, asırlarca, tarih boyunca İslâm'ın izzetini koruma ve müslümanlarm kendi hayatlarında İslâm devletinin şeref ve üstünlüğünü hissetmeleri noktasında siyasi hedeflerin en büyüğünü gerçekleştirmiş, şan ve şereflerin en güzelini tarihe nakşetmiştir.
Davetçileri gurura düşüren daha pek çok iddia ve davranışlar vardır. Bunlar insanı kibir hastalığına götüren merdivenin basamakları mesabesindedir.
Davetçilerdeki gurur hastalığının ilacı nedir?
Zikrettiğimiz gururun tarifi, Kur'an'da ve Sünnette kötülenmesi ve gurur sahiplerinin büyük iddialarına bağlı olarak davetçi, kendi nefsini gurur hastalığına götüren, onu bataklığa doğru sürükleyen bir kıpırdanma olduğunu hisseder hissetmez, hemen ondan kurtulmanın yollarını aramalıdır. Eğer bu gurur hastalığını kökünden kurutamazsa, kibir bataklığına düşüp boğulması kaçınılmazdır.
Tedavinin basamakları:
Birincisi: Önce davetçi, kendinin kaç kuruşluk adam olduğunu, ilim ve makamının derecesini iyi bilmelidir ki, kendinde olmayan şeyi iddia etmesin, hak ettiğinden daha büyük bir payeyi kendi nefsine vermesin. Selef-i salihin hakkında, onlan ümmet içerisinde üstün bir makama getiren takva ve vera'lan, tevazu ve edepleri, açık sözlü ve istikamet üzere olmaları, kendi acziyetlerini ve içerisinde bulunduktan gerçeği açıkça itiraf etmeleri, bilmedikleri şeylerde fetva vermekten kaçınmalan ve kendilerine karşı samimi olup hakikatleri tersyüz etmeden olduğu şekilde, hak ettikleri kadar kıymet vermeleriyle ilgili kıssaları bol bol okumalıdır.
Allah ve Resulü'nün rızasının kazanılması, insanın dinini, şerefini ve insanlar içerisindeki itibannı koruması bakımından en İsabetli olan yol hiç şüphesiz bu yoldur.
İkincisi, bu aşamada davetçinİn yapması gereken şey; insanlara doğru yolu göstermeye azmetmiş, davet yolunda yürüyen, gurur ve ucb hastalığına yakalanmış davetçilerin bu hastalıktan nasıl kurtulabileceklerini, bu hastalığın kökünü kurutma yollannın ne olduğunu sorabilecekleri, nefis tezkiyesi ve bu tür kafbi hastalıkları tedavi etmek noktasında meşhur olmuş salih davetçilerden ya da Rabbani alimlerden birine başvurmalarıdır. Bu insanlar bu tür hastalıkların tedavi yollan noktasında tam bir tecrübe ve ehliyet sahibidirler.
Mağrur kimseleri hakka, ihlasa, nefis tezkiyesi ve yüce İslâm terbiyesine, güzellikler alemine götürme noktasında büyük bir iman gücüne ve kalp aydınlığına sahip olmakla tanınmışlardır.
Hiç şüphesiz bu metod kişiyi ihlas hakikati üzere yetiştirir. Kendinin kim olduğunu öğretir. Kendisinde olmayan şeyi iddia etmez, hak etmediği payeleri kendine yakıştırmaz, Eğer bu şekilde hareket etmeye devam ederse, gurur belası onun ayağını kaydiramaz. Ucub ve kibir bataklığına düşmez. Özellikle de artık o kimse, Rabbani bir davetçi ve mükemmel insan olma vasfını kazanır. Allah Teala, takva sahibi, günahlardan annmış kullanyla birliktedir.
Üçüncüsü: Davetçi namaz kılarken, zikrederken, Kur'an okurken, Allah'la kendi arasında hiçbir varlığın olmadığı bir demde kendini şöyle sorgulamalıdır. Sözlü ya da fiili olarak hiç gurura kapıldı mı? Bilmediği bir konuda fetva verdi mi? Kendinde olmayan bir şeyi iddia etti mi? İnsan topluluklarına kendi cemaatinin en üstün cemaat olduğunu ilan etti mi? Kendini büyük davetçilerin mertebesine ulaşmış olarak gördü mü?
Bu tür sorgulama ve muhasebe sonucunda eğer neftinde böyle bir problem olduğunu hissederse, hemen Allah'a tevbe etsin, yaptığından pişman olsun, tekrar aynı hataya dönmemek üzere Allah'a söz versin. Allah Teala kendisinden af dileyip tevbe eden kullarının tevbesini kabul eder.
Bu metod, davetçide muhasebe şuurunun, Allah murakabesinin, yalnızca O'na dönüleceği kerem ve fazlın yalnızca O'na ait olup, kişinin korktuğu ve sevindiği anlarda yöneleceği tek şahsın Allah olduğu inancının kaibine iyice kök salmasına vesüe olur.
Bu arada davetçi gayreti elden bırakmadan çalışmalı, acziyetinin farkında olarak tüm benliğiyle Allah'a (c.c.) yönelmelidir. Sübhan olan Allah, hayırlı amel işleyen kimsenin ecrini zayi etmez...
Allah (c.c.) gururdan, helak edici tehlikelerinden, neticesi kibir olan insana nüfuz etme yollarından hepsinden davetçileri korusun. Umulur ki, Allahu Teala, hayırlı pek çok işi ve İslâm devletinin kurulmasını, ihlaslı gayretleri neticesinde onlann elleriyle gerçekleştirir. Umulur ki, Cenabı Hakk, onların takva ve ihlasları, nefislerine karşı verdikleri savaş ve muhasebe neticesinde mühürlü kalpleri, sağır kulakları ve kör gözleri açar. İslâm'a yeniden devlet ve izzetini, müslümanlara da birlik ve önder olma şerefini onlann elleriyle gerçekleştirir.