NİFAK
İslâm'ın nazarında "nifak", ahlakı ve erdemliliği kökünden kazıyan, ortada dinden eser bırakmayan, nifaka yakalanan kimseyi kıymetsiz ve aşağılık bir insan haline getiren, inanç ve amel noktasındaki afetlerin en büyüklerinden birisi olan tehlikeli bir hastalıktır. Münafığın Allah katında da, takva ehlinin yanında da hiçbir kıymeti ve değeri yoktur. İslâm alimleri nifakı iki lasına ayırmışlardır. .
a. İtikadi nifak
b. Ameli nifak[1]
İtikadi Nifak
Bu, münafık bir kimsenin İslâm akidesiyle savaşta ve İslâm aleyhine oynanılan oyunlarda rolünü oynayabilmek için küfrünü gizleyerek zahiren müslümanmış gibi davranmasıdır.
Ne zaman şartlar müsait olur da fırsatını yakalarsa, müminlerle arasında olan hiçbir anlaşmaya önem vermeksizin, müslümanlara karşı ne bir şefkat ne de bir merhamet hissi duymaksızın görevini yerine getirir.
Kur'an-ı Kerim'in anlattığı gibi münafıkların özellikleri şunlardır:
"İnsanlardan, inanmadıkları halde, "Allah'a ve ahiret gününe inandık" diyenler vardır. Bunlar Allah'ı ve inananları aldatmaya çalışırlar, oysa sadece kendilerini aldatırlar da farkında değildirler.
Kalplerinde hastalık vardır. Allah hastalıklarını arttırmıştır. Yaları söyleyegeldikleri için onlara elem verici azap vardır. Kendilerirıe "Yeryüzünde bozgunculuk yapmayın" denildiği zaman, "Bizler sadece ıslah edicileriz" derler. İyi bilin ki asıl bozguncular kendileridir. Lakin farkında değildirler. Onlara "müslümanlann İnandığı gibi siz de inanın" denilince de "beyinsizlerin inandığı gibi mi inanalım'?" derler. İyi bilin ki asıl beyinsizler kendileridir, fakat bilmezler: İnananlara rastladıkları zaman "inandık" derler. Elebaşlarıyla baş basa kaldıklarında, "biz şüphesiz sizinleyiz, onlarla sadece alay etmekteyiz." derler. Onlarla Allah alay eder ve taşkınlıkları içinde bocal3r durumda bırakır. Onlar, doğruluk yerine sapıklığı aldılar ve alışverişleri kâr getirmedi, doğru yoluda bulamamışlardır." (Bakara, 8-lf>)
Hakkı haykıran bu ayet-i kerimelerin ışığında ortaya çıkan gerçek, itikadi nifaka düşmüş bir münafığın iman dairesinin dışına çıktığıdır. Zira artık kalbi hasta ve küflenmiştir. İslâm iddiası ise yaları ve dolandan başka bir şey değildir, müslümanlara zarar vermek \'e fitne çıkarmak için gösterdiği gayret devamlı ve kesintisizdi1"-Mü'miniere karşı başka, münafıklara ise daha başka bir yüzle ortaya' çıkması ise onun ruhuna işlemiş bir hakikattir.
Bu yüzden dolayıdır ki, kıyamet gününde insanlardan azabı £n şiddetli olacak olanlar bu tür özelliğe sahip münafıklardır. Öylemi onların yeri cehennemin en alt tabakasıdır. Allah Teala şöyle buyurmaktadır: "Doğrusu münafıklar cehennemin en alt tabakasında-dırlar." (Nisa, 145)[2]
İtikadi Nifak Fırkalarından Örnekler
a. Kafir Batınî fırkalar (gruplar)
Bunların bazısı Hz. Ali'nin (k.v.) ilah olduğunu söylemektedirler-Bunlar Nusayrİlerdir. bazılan ise Ağa Han'ın ilah olduğunu söyle" mektedirSer. Bunlar İsmaiillerdir. Bazılan ise el-Hakem Biemrillah'!n ilah olduğunu söylemektedirler. Bunlar Dürzi'lerdir. Kimisi i?e Bahailerdir. Bunlardan yine bazılan bir yaratıcının varlığını inkar etmektedirler. Dinlerin terk edilmesini ve haramlann helal kılınmasını savunmaktadırlar. Bunlar çağdaş inkarcılardır. Ve daha niceleri... Bu tür fırkaların hepsi ne zaman bir fırsatını bulsalar, ya da şartların uygun olduğunu görseler, bütün dertleri gizli ya da açık, müslümanlara ve İslâm'a tuzak kurmaktır. Tarih boyunca rnüslümanlar, defalarca bunların fitne, desise ve oyunlarını tatmışlardır.
b. Basit dünyalık peşinde olan fırkalar
Dünya beynelmilel Yahudi odaklarının emperyalist güçler ile işbirliği yaparak perde arkasından yönettikleri gizli mason teşkilatlan gibi kuruluşlar, bu tür fırkalardandır. Bu gizli teşkilatlar, Yahudi, emperyalist ve diğer tüm İslâm düşmanlarının hedefleri doğrultusunda müslümanlan içten içe çökertmek için, küffirlerini gizleyerek takiyye yapar ve müslümanmış gibi görünürler. Bütün bu yaptıklan ucuz bir dünyalık ya da basit bir mevki karşıhğındadır. Bu mason teşkilatlarının asıl hedefini şöylece sıralayabiliriz:
- Her şeyden önce İslâm aleminin kalbinde bir İsrail devleti kurmak ve Nil'den Fırat'a kadar genişleyerek yaşamasını sağlamak.
- Müslümanların elindeki zengin bazı petrol rezervlerini kontrolleri altına almak.
- İslâm alemindeki stratejik Öneme haiz bölgeleri ele geçirmek.
- Müslüman nesillerin kalplerinden İslâm akidesini silerek, onların kendilerine karşı mukavemet gösterip, cihad etmelerini önlemek.
- İslâm ülkelerinin siyasetlerini emperyalistlerin menfaatleri doğrultusunda muhafaza etmek.
Bu tür gruplardaki çalışan insanların çoğu bizim dilimizi konuşan, bizlerle aynı dini paylaşan insanlardır. Bu tür insanları İslâm aleyhine böyle bir münafık tavır içerisine motive eden şey, karşılığında elde edecekleri basit dünyalık bir menfaat ya da herhangi bir mevki ve makamdır. Bu insanlar Batıda veya İslâm ülkelerindeki
Batıcı eğitim kurumlarından aldıkları eğitimleri sırasında kafalarından ve midelerinden Batıya bağlanmış şahsiyetsizlerdir.
c. Sapık inanç sahibi fırkalar
Bunlar, sosyalistler, milliyetçiler, komünistler ve benzeri fırkalardır. Bu tür fırkalar, batıda yahut da doğudaki küfür ve dalaletin önderlerine tam bir bağlılık ve teslimiyet içerisindedirler. Bu topluluklar İslâm'ın ve müslümanların aleyhine verdikleri savaşta, sosyalist, komünist ve emperyalist efendilerinin planlarını uygulama noktasında efendilerine tam bir bağlılık ve teslimiyet içerisindedirler.
Bu sapık fırkaların îslâm gençlerinin akidesini bozmak, müslüman neslin fikir, düşünce ve ahlak yapısını ifsat etmek için kullandıkları çok farklı metotları vardır. İfsat görevlerini yerine getirmek için kimi zaman gayretli müslüman kılığına bürünürler, bazan kanşıklık çıkarırlar, kimi zaman da fitne ateşini körüklerler ve ' müslüman cemaatleri birbirine düşürürler.
Şu anda pek çok İslâm ülkesinde de müşahede ettiğimiz bu ekolün insanları ne zamanki güç, kuvvet sahibi olurlar, yönetimi ellerinde bulundururlar, müslümanlara ve İslâm'a karşı düşmanlıklarını açıktan sürdürürler, müslümanlara işkence, sürgün ve öldürmeye kadar varan zulmün her çeşidini reva görürler.
Görüldüğü gibi itikatta nifak içerisinde olan değişik renkte pek çok firka vardır. Bunlar İslâm'ın direklerini yıkmak ve müslümanlann akidesine şüphe sokmak hedeflerine ulaşabilmek : için her kılığa girerler. Allah'ın izniyle pis emellerine ebediyen ulaşamayacaklardır.[3]
Ameli Nifak
Bu tür nifak, insanı İslâm dairesinin dışına çıkarmamakla birlikte imanı zayıflatır, kalbi körleştirir. Bu tür nifaka yakalanan kimse, münafıkların yaptıklarını yapıp, onların özelliklerini üzerinde taşır.
Bu münafıklar çeşit çeşittir:
Bunların bir kısmı insanlardan utandıkları için İslâm'a muhalif işler işleyemezler. Ne zamanki insanlann gözlerinden uzak olurlar, o zarnan Allah'tan utanmaksizin istedikleri kötülüğü işlerler. Oysaki Allah daima onlarla birliktedir. İmanlarının zayıflığından dolayı aslında Allah'tan korkmaları gerekirken, insanlardan utandıklarından dolayı günah işlemezler.
Bu topluluktan Allah (c.c.) şöyle bahsetmektedir: " (Kötü fiillerini) insanlardan gizliyorlar da Allah'tan gizlemiyorlar. Oysa geceleyin O'nun istemediği şeyi kurarlarken O, onlarla beraberdir. Allah, onların yaptığı her şeyi kuşatmıştır (hiçbir şeyi ondan gizleyemez-ler)." (Nisa, 108)
Bunlardan diğer bir taife ise, bir gruba farklı diğer bir gruba ise daha farklı bir yüzle çıkarlar.
Bunun manası, birbirine hasım (düşman) olan iki ayrı gruba öyle bir yaklaşırlar ki, iki grupta da onları kendi dostları ve yardımcilan zannederler. Her İki tarafa da aralarındaki düşmanlığı artırarak yalan haber ve söz taşırlar. Bu yaptıkları neticesinde iki grup arasındaki kin ve haset duygularının artırıp iki taife arasındaki düşmanlık ateşinin alevlenmesine sebep olurlar. Bu yaptıklan İslâm'ın büyük günahlardan sayıp yasakladığı münafık ameli olan "nemime"dir.[4] Buhari, Müslim ve İmam-ı Malik hazretlerinin rivayet ettiği bir hadîs-i şerifte Peygamber efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır:
"İnsanlarda cevherler olduğunu görürsün. Cahiliye döneminde en hayırlı olanları, şayet anlarlarsa, İslâm döneminde de en hayırlı olurlar. Bu noktada (yani reislik isteme noktasında) insanlann en hayırlılarının reislikten en çok kaçanlar olduğunu görürsün, İnsanların en şerlilerinin de bir topluluğa başka, diğer bir topluluğa ise daha başka bir yüzle çıkanlardır."
Taberani: "Evsat" adlı kitapta Rasulullah'tan (s.a.v.) şöyle dediğini rivayet etmiştir.- "Dünyada iki yüzlü olan kimse, kıyamet gününde ateşten iki yüzü olduğu halde gelir."
Diğer bir grup ise yöneticilerin (hükümdarların) yanında onları methedip överler. Onların yanından çıkaklarında ise hep aleyhlerinde atıp tutarlar. Bu grup insanlarla ilgili olarak, Buhari'nin rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Muhammed b. Zeyd, dedesi Abdullah b. Ömer'in (r.a.) şöyle dediğini rivayet etmiştir: İnsanlar Abdullah b. Ömer'e şöyle dediler: "Biz hükümdarlanmızın yanma girdiğimizde, onların yanından çıktığımızda konuştuklarımızın tam tersini söylüyoruz." Ömer'in oğlu onlara: "Rasulullah (s.a.v.) zamanında biz bunu nifak sayıyorduk." buyurdu.
Diğer bir taife ise bunlarda nifak hasletlerinin hepsi ya da biri bulunur: Mesela emanete hıyanet ederler ve konuştuğunda yalan söylerler, ya da söz verdiğinde sözünü tutmaz veya birisiyle hasım olduğunda şirretlik yapıp haddi aşarlar.
Buhari ve Müslim'in rivayet ettiği bir hadis-i şerifte bu taifeyle ilgili peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:
"Şu dört şey her kimde bulunursa, o halis münafıktır, her kimde de bunlardan bir özellik bulunursa, onu terk edinceye kadar kendisinde bir münafıklık özelliği bulunmuş olur: Emanet edildiğinde hıyanet eder, konuştuğunda yalan söyler, söz verdiğinde yerine getirmez, eğer birisiyle arasında bir dava olsa şirretlik yapıp haddi aşar."[5]
Sizlere ameldeki nifakla ilgili en önemli taifeleri sunduk. Burada şöyle bir soru akla gelebilir? Küfür ve ilhad ehline karşı vela'lanm (bağlılık ve teslimiyet, tam itaat) verenlerin sıfatları nelerdir? İslâm'a bağlı olduklarını söyleyen kendilerinin alim ve davetçi olduğu iddiasında olan bazı kimseler vardır. Bunlar da velalannı dinsiz bir partiye ya da İslâm dışı bir teşkilata vermişlerdir. Bunun karşılığında bekledikleri, ya önemsiz bir mevki veya az bir dünyalık ya da bekledikleri herhangi bir şahsi menfaattir.
Onlara niye böyle bir partiye girdikleri, veya bağlandıkları ve velalarını[6] bunlara verdikleri sorulduğunda, şu cevabı verirler: "Aslında biz onların inandıklarına inanmıyoruz, sapıklıklarına ve küfürlerine de asla razı değiliz. Bizim yapmaya çalıştığımız, müslümanlann başına gelecek belalara engel olmak ve elimizden geldiğince İslâm beldesindeki şer odaklarını tesirsiz hale getirmektir!"
Onlara, şimdiye kadar neyi engelledikleri ve neyi gerçekleştirdiklerini sorduğunuzda, fesadın tüm hızıyla bu dinsiz sapıkların eliyle yayıldığını, dinsizleştirme planlannın hayır adına ne varsa yok ettiğini, tüm ülkeleri ve insanları sardığını hatırlattığınızda bu gibi sorularla bunaltıldıktan zaman sanki kaya yutmuş gibi dilsiz kesilirler. "İşin hakikati onlara bağlanmamızın tek sebebi şahsi maslahatlarımızı gerçekleştirmek ve onlardan gelebilecek eza ve cefayı kendimizden uzaklaştırmak" demekten başka hiçbir çıkış yolu bulamazlar.
Kur'an-ı Kerim bu tür özel menfaat ve şahsi gayeler peşinde koşanların, kalplerinde hastalık olduğunu, işin gerçeğinde korkak olduklarını ve aldıkları bu tavır ile kendi dişlarındaki birçok insanı paniğe sürüklediklerini anlatmıştır. Allah Teala şöyle buyuruyor:
"Kalplerinde hastalık olanların, "bize bir felaket gelmesinden korkuyoruz" diyerek onlara koştuğunu görürsün. Olur ki Allah bir zafer verir veya katından bir iş getirir de kalplerinde gizlediklerine pişman olarak dönerler." (Maide, S2)
Kur'an-ı Kerim'in bu tür insanları nifakla vasıflandırdığını, İslâm'ın dışında bu sapık insanların yanında izzet aramalan sebebi ile onları elem verici bir azapla korkuttuğunu görüyoruz. Eğer bu insanlardan bağlılıklarını geri çekmez, meclislerinden uzaklaşmazlar-sa, onlar da onlar gibi olurlar. Hepsinin gidecekleri yer de cehennem olur. Orası ne kötü bir yerdir. Allah şöyle buyurmuştur:
"Münafıklara, kendilerine elem verici bir azap olduğunu müjdele. Onlar inananları bırakıp da kafirleri dost edinirler; Onların tarafında bir şeref ve kudret mi arıyorlar? Doğrusu kudret bütün olarak Allah'ındır. O size Kitapta Allah'ın ayetlerinin inkar edildiğini ve alaya alındığını işittiğinizde, başka bir söze geçmedikçe, onlarla bir arada oturmayın, yoksa siz de onlar gibi olursunuz" diye indirdi. Doğrusu Allah münafıkları ve kafirlerin hepsini cehennemde toplayacaktır." (Nisa, 138-140)
Bu insanları, ameli olarak münafık kabul etmiş olsak da, hiç şüphesiz bunlar müslümanlara en çok zararı dokunan ve İslâm için en büyük tehlike arz eden topluluklardır. Zira bu insanlar, dalalet ve inkar içerisinde olanlara bağlanmak suretiyle onlann sayılarını daha da artırmış, siyahliklannı daha da koyulaştımuşlardır. Aynı zamanda şu da unutulmaması gereken bir gerçektir ki, bu İnsanlar ne zaman ki kafirlere olan bağlılıktan sebebiyle idare ve yönetim makamına gelirler, hiç şüphesiz küfür partilerindeki ya da batıl teşkilatlardaki efendilerinin planlarını uygulamaktan öte herhangi bir fonksiyonlan asla olmaz. Hoşlanna gitse de gitmese de bundan başka yapacakları bir şey yoktur. Aksi takdirde birçok zulmü veya zindanı bazan da Ölümü göze almak zorundadırlar."
Bu durumdaki bağlılar ve yardakçılar eğer bu bağlılıklarını ve boyun eğişlerini devam ettirecek olurlarsa, artık ameli nifaktan, sahibini İslâm dininin dışına çıkaran itikadi nifaka düşmüş olurlar. Ne kadar namaz da kilsalar, oruç da tutsalar, mü'min olduklarını da iddia etseler artık dinden irtidat etmiş olurlar. Çünkü Allah Teala, müslümanların kafirleri dost edinmeleri, onlara karşı sevgi beslemeleri ya da onlara bağlanıp itaat etmeleri noktasında kesinlikle hiçbir mazeret kabul etmediğini de açık olarak bildirmiştir. Bunların ehli kitap veya müşrik veya inkara (mülhid) ya da Batıni (batıl fırkalar) olmalarının hiç önemi yoktur, hepsi de aynıdır.
Allah Teala, ehli kitabı dost ve yardımcı edinmekten men ederken, şöyle buyurmaktadır: "Allah'a ve ahiret gününe inanan bir milletin, babaları, oğulları, kardeşleri yahut akrabaları da olsa Allah'a ve Resulüne düşman olanlarla dostluk ettiğini göremezsin." (Mücadele, 22)
Allah (c.c.) genel olarak kafirlerin dost edilmemesi, onlara sevgi ve itaat gösterilmemesi ile ilgili şöyle buyurmaktadır:
"Ey inananlar! Kendilerine sizden önce kitap verilenlerden, dininizi-alaya ve eğlenceye alanları ve inkarcıları dost olarak benimsemeyin. İnanıyorsanız Allah'tan sakının." (Maide, 57)
"Mü'minler, mü'minleri bırakıp, kafirleri dost edinmesinler; kim böyle yaparsa, Allah katında bir değeri yoktur, ancak onlardan sakınmanız hali müstesnadır. (Şerlerinden korunmak için dost gözükebilirsiniz) Allah sizi kendisin(in emirlerine karşı gelmek)ten sakındırır. Dönüş Allah'adır." (AH İmran, 28)
"Ancak onlardan sakınmanız (korkmanız) hali müstesna" ayeti kerimedeki bu cümleden kafirlerden gelecek herhangi bir kötülük ve eziyet korkusuyla onlara itaat edilip bağlanılabileceğine cevaz olduğu anlamı çıkarılamaz. Zira müfessirlerin de tefsir ettikleri gibi ayetin asıl anlamı şöyledir: "müslümanlar, kafir bir toplulukla birlikte yaşarlar ve de kendilerinin hiçbir güç ve kuvvetleri olmazsa ya da kafirler onlara galip gelip yenmişlerse... Böyle bir durumda namuslarına, canlarına ya da mallarına gelecek bir zaran önlemek endişesiyle kafirlere karşı yumuşak sözlü olabilirler. Bunu yaparken, kalplerinden onlara karşı hiçbir sevgi ve muhabbet duymamaları şarttır. Onlara karşı yumuşak görünürler fakat içten İçe onlara karşı buğz ederler. Aynı zamanda içki içmek, müslüman kadınlara bakmamalarında aracı olmak, ya da müslümanlara eziyet etmeleri noktasında onlara yardımcı olmak gibi bir haram fiili de asla işleyemezler. "
Öyleyse ayet-i kerimenin gelişinden de anlaşılacağı üzere müslümanın kalbinde kafirlere karşı zerre miktan bir sevginin olmasına bile izin yoktur. Ancak çok zor durumda kaldığında idare-i maslahat babından kafirlere karşı sanki de onlara düşman değilmiş, onları seviyormuş gibi davranabilir.
Ama bir müslümanm kafirleri kendi arzusuyla dost edinip sevmesi, müslümanların takip edilmesinde onlar için casusluk yapması, kendi şahsi menfaatleri için kafirlerin gücüne güç katması, ortada bir zaruret yokken onları yedirip içirip yardım etmesi. Bunlardan hiçbirinin takiyye ile alakası yoktur. Aksine bu yaptığı düpedüz İslâm toplumundaki kafirlerin gücüne güç katması, onlann küîür ve dalaletlerinin iyice kökleşmesine vesile olması ve İslâm'ın aleyhine kurdukları oyun ve planların uygulanmasında onlara yardımcı olması demektir.
"Sizden her kim ki onları dost (veli) edinirse, hiç şüphesiz (o da) onlardan olur."
"Sizden her kim onlan veli (dost) edinirse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir."
Bir müslümanm kafir ve zındık arkasında kuyruk sallayıp havlamasından, İslâm'a karşı yapılabilecek daha büyük bir hıyanet olabilir mi? Bu zındıklar ne Allah'ı (haşa) kaale alırlar, ne de Müslümanlarla yaptıkları anlaşmaları göz önünde bulundururlar. Onların yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaktan, Allah'ın birleştirin dediğini koparmaktan, güçleri yettiğince sadık müminlere zulmedip İslâm'a karşı savaşmaktan başka bir gaye ve hedefleri yoktur. Bence bu insanlara yaltakçılık yapmaktan daha büyük bir hıyanet olamaz."
Ey menfaatperestler! İzzet ve kuvvet sahibi Allah'ın değişmez kitabında söylediklerine kulak verin:
"Ey inananlar! Allah'a ve Peygambere karşı hainlik etmeyin, size emanet edilen (güvenilen) şeylere bile bile hıyanet etmiş olursunuz." (Enfal, 27)
Bu iki nifak karşısında davetçinin konumu nerededir?
Hidayet üzere İnsanları Allah'a davet eden, Allah'a ve ahiret gününe inanmış bir davetçinin itikadı nifak seviyesine düşebileceğine inanmıyorum. Zira daha önce de zikri geçtiği gibi bu tür bir nifak sahibini İslâm'dan çıkarıp irtidat etmiş konumuna getirir. Hatta bu hal üzere ölürse, ebedi olarak cehennemin en alt tabakasında yanma cezasına çarptırılır. Evet bilerek ya da bilmeyerek bazan davetçinin ayağı kayıp a-meli olarak nifaka düşmüş olabilir. Mesela zalim idarecilerle birlikte olmak, fasik ve haddi aşmış olanlarla birlikte oturmak ya da konuştuğunda yalan söylemek, söz verdiğinde tutmamak, hasım olduğu kimseye karşı şirretlik çıkarmak gibi bilinen bir nifak alametini üzerinde bulundurmak gibi.
Bunlann hepsinden daha da çirkini ise bir müslümanm batıl bir partiye veya ateist bir lidere ya da İslâm'dan uzak, dinsiz bir teşkilata bağlanıp onlara itaat etmesidir. Bu boyun eğiş ve itaat ediş bir davetçide, tam bir bağlılık ve teslimiyete, küfrü ve küfür planlarını yerine getirme ve bu tür Allah düşmanlarına karşı sevgi ve muhabbet beslemeye kadar varırsa -Allah korusun- artık o davetçi amelleri yok edip kişiyi dinden çıkaran itikadi nifaka yakalanmış demektir. Cenab-ı Hakk bu zümre hakkında şöyle buyurmaktadır:
"Ey Muhammedi Size, amelce en çok ziyanda olanları haber vereyim mi?" de. Dünya hayatında çalışmaları boşa gitmiştir, oysa onlar güzel iş yaptıklarını sanıyorlardı. Bunlar; Rablerinin ayetlerini ve O'na kavuşmayı inkar edenlerdir. Bu yüzden işleri boşa gitmiştir. Kıyamet günü biz onlara değer vermeyeceğiz." (Kehf, 103-105)
Davetçiler! Nifak fitnesinden ve menfaatperestlik hastalığından kendinizi koruyunuz. Tüm hareket ve davranışlarınızda Mevla'nızı hatırlayın. Gizli ve açıktan yaptığınız şeylerden neftinizi hesaba çekin. Her türlü davet ve tebliğ çalışmasını yürütürken niyetinizi halis olmasına dikkat ediniz. Ve şunu iyi bilesiniz ki, ne evlat, ne de malın fayda vermeyip sadece selim bir kalbin fayda vereceği günde amellerinizden ve de niyetlerinizden Sübhan olan Allah sizi hesaba çekecektir. Münafiklık mudarat (kafirlerin şerrinden korunmak için diliyle ona karşı yumuşak davranıp ondanmış gibi gözükmek) arasında fark var mıdır?
Birisi çıkıp şöyle söyleyebilir. Şerli sefih kimselerin emirlerini uygulamakla görevli kimselere ve yöneticilerin adamlanna karşı yumuşak sözlü olup onlardanmış gibi hissini vermeye çalışmak münafiklik mıdır? Yok öyle değilse, ya nedir? İşin gerçeğini söylemek gerekirse, münafıklık: ayrı bir şeydir, zalimlerin şerrinden emin olmak için onlara hoş görünmeye çalışmak daha farklı bir durumdur.
Münafıklık: Daha önce ameli nifakla ilgili zümreleri sayarken de zikrettiğimiz gibi davetçinin büyüklerin ve yöneticilerin önünde onlarda olmayan şeylerle onları övüp övüp methetmesi, bununla birlikte onların yanından ayrıldığında ise tam tersi onları zemmedici kötüleyici bir şekilde onların aleyhinde konuşmasıdır. Daha önce de İbni Ömer'den (r.a.) rivayet edildiğini zikrettiğimiz hadiste Abdullah b. Ömer'e yukarıda zikrettiğimiz durum sorulunca: "Rasulullah (s.a.v.) zamanında biz bunu nifak addediyorduk" buyurmuşlardır.
Münafıklığın pek çok çeşit ve örneğini daha önce zikretmiştik. Bu konuyla ilgili daha geniş bilgi edinmek isteyen davetçi kardeşim itikadı ve ameli nifak bölümlerine dönerek yeterli bilgiyi inşallah orada bulacaktır. Mudarat'a (zalimlere hoş görünme' gelince: Bu zeki ve ağzı laf yapan, beliğ konuşan bir davetçinin şu iki zümreyi sözleriyle aldatması (onlara hoş görünmesOdir.
Birinci zümre: Bunlar güç, kuvvet ve iktidar sahibi, müslümanlara galebe çalmış kafir kimselerdir. Davetçi kendi beldesinin insanları ile birlikte bu insanlar içerisinde yaşamak zorunda kalabilir. Orada bulunan alim ve davetçilerle birlikte gizlice Allah'a davet ederler. Böyle bir durumda davetçinin namusuna, canına ya
da malına gelmesi muhtemel bir zararı önlemek için bu kafirlere karşı diliyle hoş görünmeye çalışması şer'i bir ruhsattır. Bununla ,|
birlikte kalbinde kafirlere karşı hiçbir sevgi ve muhabbet hissinin oluşmaması, onlara vela yetkisi (tam teslimiyet) vermemiş, müslümanlann içinde kafirler için çalışan bir casus ya da müslüman cemaatler arasında düşmanlık ve fitnenin yayılmasında kullanılmak gibi haram bir fiili işlemesi şarttır. Mudarat ile daha önce de geçtiği gibi Kur'an-ı Kerim'de şöyle bahsetmektedir:
"Mü'minler, mü'minleri bırakıp da kafirleri dost edinmesinler; kim böyle yaparsa, Allah kaanda bir değeri yoktur, ancak, onlardan sakınmanız hali müstesnadır. (Şerlerinden korunmak için dost gözükebilirsiniz) Allah sizi kendisiyle korkutur, dönüş Allah'adır." (Al-i İmran, 28)
İkinci Zümre: Sefihler, şerliler ve emirleri uygulamakla görevli olan kimselerden oluşmaktadır. Olabilir ki, davetçi bu tür insanlarla karşılaşmak gibi bir imtihanla imtihan edilebilir.
Böyle bir durumda onların şerlerinden emin olmak için, davetçi, onlara karşı yumuşak dilli, sanki onlardanmış hissini verecek şekilde konuşabilir.
Rasulullah 'in bu konuyla ilgili irşadı İmam-ı Buhari *nin mü'minlerin annesi Aişe'den (r. anha) rivayet ettiği bir hadiste gayet açıktır: "Bir adam Rasulullah'm (s.a.v.)'in yanma girmek için izin istediğinde efendimiz "Ona izin veriniz, o kabilenin ne de kötü bir oğludur" buyurdular. "Adam yanma girdiği zaman ise ona karşı yumuşak bir lisan kullandı."O'na; Adama karşı yumuşak bir şekilde konuştun?" dedim. Bunun üzerine şöyle buyurdular: "Ey Aişe! İnsanların içinde Allah katındaki yeri en kötü olan kimse, insanlann şerrinden korktukları için kendisine dokunmadıklan kimsedir."
Buhari, Ebu Derda'dan (r.a.) şöyle söylediğini rivayet etmiştir: "Öyle topluluklar vardır ki, yüzlerine karşı tebessüm ederiz, fakat kalplerimiz onlara lanet eder."
Başarılı ve zeki bir davetçi, bu türden bazı şerli insanlarla karşılaşabilir. O taktirde yapacağı şey bu insanlara karşı sabredip tahammül etmek ve eğer güç yetirebiliyorsa, onlara karşı yumuşak bir dil kullanarak İslâm'a yaklaşmalarına vesile olmaya çalışmaktır. Olabilir ki, bir gün Allah kalplerini İslâm'a açar ve hidayete ererler. Bir de bakarsın ki, düşmanlıkları sevgiye, alaya almaları ciddiyete, sertlikleri yumuşaklığa, dalaletleri ise hidayete dönüşüvermîş. Hiç şüphesiz senin elinde bir insanın hidayete ermesi, üzerine güneşin doğup battığı şeylerden elbette ki senin için daha hayırlıdır.[7]
Nifak Hastalığının İlacı Nedir?
Davetçi kardeşim! Sana nifakın hakikatini tarif ettikten, çeşit ve kısımlarını zikrettikten, nifak, fırka ve zümrelerini açıkladıktan ve de son olarak münafıklıkla siyaseten düşmana hoş görünme arasındaki farkı ortaya koyduktan sonra...
Allah'ın izniyle şimdi de nifaktan kurtulmanın çaresi, nefislerden nifak tohumlarının nasıl sökülüp atılacağı konusunu işleyeceğiz. Yardımcımız Allah'tır. Tevekkülümüz de O'nadır.
Daha önce de zikrettiğimiz gibi Selef alimleri nifakı iki kışıma a-yırmişlardır:
Birincisi: İtikatta nifaktır ki, bu da kişinin münafıkların ahlakıyla ahlaklanması ya da onların bazı vasıflarını üzerinde taşımasıdır.[8]
İtikadı Nifakın Çaresi
Böyle bir kimse için küfrü ve yandaşlarını tümden terk edip, sıdk ve ihlas içerisinde tüm benliğiyle imana ve İslâm'a yönelmesinden başka bir kurtuluş yolu yoktur. Tanıdığı herkese daha önce küfür ve dalalette olduğunu şimdi ise artık sadece İslâm için çalışan, Allah yolunda sıdk ve ihlasla cihad eden mü'minlerden birisi olduğunu ilan etmesi gerekir. Eğer böyle yaparsa Sübhan olan Allah, rahmet ve keremi ile onun sadık tevbesini ve halis imanını kabul edecektir.
Öyleki artık Allah'ın emredip "yapın" dediklerini yapan "yapmayın" dediklerinden de sakındıran, muttaki tevbekâr, Allah'dan af dileyen bir mü'min kul oluverecektir.
İman edip tevbe ettikten ve artık imanı ve İslâm'ın koruyuculuğu altına girdikten sonra nefsindeki şüpheler izale olunmalı, İslâm hakkındaki yanlış düşüncesi düzeltilmeli ve münafıkların gidişatının, akıbetlerinin ne olacağı kendisine açıklanmalıdır. Şüphesiz münafıklar, cehennemin en alt tabakasında olacaklardır. Bu arada iman ve takva ehline düşen ise, bu şahsı gözetip onu kardeşlikleriyle kuşatmaları ve ona ikram etmeleridir.
Eğer tevbe edip hidayete erdikten sonra kişi söylediğimiz yukarıdaki metodu takip ederse, imanına iman katmış ve nefsi ihlas ve yakin ile dolup taşmış olur. Böylece -Allah'ın tevfikiyie- İslâm ile öyle kuvvetli bir iman ve itikada sahip olur ki, artık nifak ve münafıklarla dalga geçer, daha önce Allah'ın koyduğu hudutları aştığı için pişmanlık duyar ve tüm kalbiyle Allah'ın rahmet ve hoşnutluğu ile sadık, seçkin mü'minleri ve muttaki günahsız kullarını gölgelendireceği gün için itminan derecesine varmış bir nefisle büyük bir azim ve gayretle Rabbine yönelir.[9]
Ameli Nifakın Çareleri
Davetçinin kendi nefsinde takvaya önem verip onu iyice benliğine yerleştirmesi, ameli noktadaki nifakın çaresidir.
Eğer takva bu şekilde davetçinin nefsinde kalbinin vicdanının derinliklerinde yerleşir ve iyice nüfuz ederse, o zaman o davetçiden İmanı kuvvetli, akidesi sabit, yakini iyice kök salmış öyle bir insan ortaya çıkar ki, Allah neyi emrettiyse onu yapar, neyi nehyettiyse, ondan da kaçınır. Öyle ki yaptığı salih amelleri ve halis ibadetleri ile Allah'ın azabından kurtulmaya çalışır. Hak sözü her yerde bütün zorluk ve sıkıntılara rağmen büyük bir cesaretle söylemekten asla geri durmaz. Hiçbir yöneticinin önünde ona hoş görünmeye çalışmaz. Tağut'un önünde eğilmez. Allah yolunda kınayanın kınamasından korkmaz. İnsanları razı etmezden önce Allah korkusunu temel kaide olarak göz önünde bulundurur. Özellikle de Allah (c.c.)'a karşı gayet açık ve nettir. İnsanlara karşı İse, konuştuğu zaman onlara yalan söylemez, söz verdiğinde sözünden dönmez, onlarla bir davası olsa haksızlık yapmaz. Nifak alametlerinden hiçbirisini üzerinde bulundurmaz. Kesinlikle bir topluluğa karşı başka diğer topluluğa karşı İse daha başka bir şekilde davranmaz. Zira -önceden işaret ettiğimiz gibi ikiyüzlülerin Allah katında hiç bir mazereti olmayacaktır.
Lakin böyle bir takvayı davetçinin benliğinin derinliklerine, varlığının ve şuurunun en ücra zerrelerine kadar ulaştırıp nüfuz ettirmenin yolu nedir?
Bunun yolu;
1. Muahede (ahdini hatırlama): Öyleki bu davetçinin Allah'a vermiş olduğu kulluk sözünde sabit kalıp, Allah'ın şeriatı üzere olmasını sağlar.
2. Murakabe (Nefsini kontrol etme): Bu ise kişinin gizli ve açıkta her halükarda Allah korkusuyla hareket etmesine vesile olur.
3. Muhasebe: Bu ise kişinin yaptığı şeyler küçük olsun, büyük olsun, bir işe başlamadan önce ve başladıktan sonra kendi nefsini hesaba çekip çeki düzen vermesine yardımcı olur.
4. Muakabe (cezalandırma); Öyleki insan bir işi yapaktan sonra nefsini hesaba çeker ve eğer hatalı davranmişsa şer'an caiz olan bir ceza ile nefsini cezalandırır. Böylece nefsini muhalefet etmekten vazgeçirip bu ceza ile asaletini tekrar kazanmasını sağlar.
5. Mücahede (gayret etme): Öyle ki bu mü'minin gayretini yenileyecek nefsinin zinde kalmasını ve gevşeklik gösterdiğinde bu durgunluğu yok etmesini sağlar.
Bu pratik merhaleler ve olumlu yöntemler sayesinde takva artık davetçide vazgeçilemez bir alışkanlık ve asli huylarından bir huy oluverir. Artık o insan yüce bir ruha ve arzu edilen insan-ı kamil makamına doğru yol alır. Başka şeyleri unutsak da asla unutmamamız gereken diğer bir mesele bu takvayı ve ruhaniyeri besleyen kaynaklardır. Bu kaynaklan başlıca iki kışıma ayırıyoruz: Birincisi: Nefsin şuurlanması ile ilgili kaynaklar. İkincisi: Ameli yön ile ilgili kaynaklar. Nefsin idraki (şuurlanması) ile ilgili noktalar şunlardır:
1. Devamiı surette Allah'ın murakabesi altında olduğunu hissetmesi.
2. Ölümün ve sonrasının devamlı hatırlanması.
3. Ahiret ve ahvalinin göz önüne getirilmesi.
Amel ve gidişat yönü ile ilişkili olan kaynaklara gelince bunlar;
1. Kur'an-ı Kerim'i üzerinde dura dura, tefekkür ede ede huşu ile çokça okumak.
2. Rasulullah'a (s.a.v.) onun eşsiz özelliklerinde ve temiz siretinde tabi olmakür.
3. Allah'ı bilen, kalpleri Allah'la olan Rabbani seçkin kullarla dostluk yapmak.
4. Her zaman ve her halükarda Allah'ın zikri ile meşgul olmak.
5. Allah korkusuyla gizlice ağlamak.
6. Nafile ibadetleri kendine azık edinmek noktasında çok hırslı olmak.
Davetçi kardeşim!
Sizlere ruhu besleyen, davetçinin nefsinde takvayı yerleştirip kök saldıran kaynakları "ana hatları" ile arz ettim. Eğer davetçi bunları yerine getirip, şuur, amel ve yaşantı olarak bizatihi kendi nefsinde tatbik ederse, hiç şüphesiz ameli nifaktan, düşük ahlaktan kendini kurtarmış olur. Bunun da ötesinde öyle bir makama ulaşır ki, artık melekler gibi günahsız, Rabbani mürşitler kadar ihlaslı ve siddıklar derecesinde örnek birisi oluverir.
Ruhu besleyen bu yollara (kaynaklara) "ana hatlar" diyorum. Zira takvaya götüren bu yollan, davetçileri ruhi olarak besleyen bu kaynaklan daha önce zikretmiş ve "Davetçinin Ruhaniyeti" adlı bölümde her yönüyle açıklamıştık. Davetçi kardeşim bu bölüme müracaat ederek, yeterli derecede bilgiyi orada inşallah bulacakür.
İslâm yolunda gayret eden tüm çalışanlan ve davetçileri Allah (c.c.) nifaktan, nifakın tehlikelerinden ve haram olan münafıkça davranışlardan muhafaza buyursun. Ancak bu sayede insanlar da-vetçilere güvenir, çağırdıkları şeye icabet eder. Onların istikamet üzere olan tavırlarını örnek alır. İslâm için gayret etmede ve davet yolunda onların metotlarını benimserler. Islah ve yeniden oluşum noktasında onların yolunu takip ederler. Allah, çalışan muhlis da-vetçilerin yardimcısıdır.[10]
[5] Hadis-i şerifte "fücur" kelimesi kullanılmıştır. Bunun manası, davasını yalan yeminlerle te'kid etmesi ya da hasmına karşı çirkin sözler sarfetmesidir.
[6] Vela: dostluk ve muhabbet göstermek demektir. Zıddı ise Bera'dır. Yani beri ve uzak olmak demektir. Vela: dostu dost bilip onunla beraber olmak, Bera ise; düşmanı düşman bilip ondan uzaklaşıp tavır koymaktır.