Bu Blog içinde Ara

23 Haziran 2012 Cumartesi

KUR'AN'DA EĞİTİM YÖNTEMLERİ

KUR'AN'DA EĞİTİM YÖNTEMLERİ


İnsanın Eğitilmesinin Yolları


Allah, eğitilebilecek şekilde yarattığı insanı kendi haline terketmemiş ona eğitimini gerçekleştirmenin yollarını da öğretmiş­tir. Kur'an, fıtratı dikkate alındığında insanın potansiyel kötülüklere düşmeden kendisini en iyi yaratılışlı duruma getirebilmesinin yol ve yöntemlerinin neler olduğu sorusuna bazı yolları tavsiye ederek cevap vermektedir. Şimdi bu yolların üzerinde kısaca duralım.
 [1]

A- Metafizik Tavır


Kur'an'da Allah'ın en çok tekrarlanan sıfatı (970 kere) olan Rab (eğitici) kelimesi, insana merbub (eğitilen) olarak Allah ile ilişkisini sürekli ve canlı tutma yolunu gösterir. İnsan, hayatının her döneminde metafizik bir tavrı alışkanlık haline getirmesi ve geliştirmesi için teşvik edilir. Bu ilişkinin sürekliliği ve canlılığı, onu daima ilahi bir ölçüyü gözönünde tutma gibi zor, fakat zevkli ve yüksek bir değerler dünyası ile içice yaşamanın coşkusu ile bera­ber kılacaktır. Allah ile içice olarak kurulan Rab-merbub ilişkisi hususunda insan, Allah’a "elest bezmi"nde söz vermiş ve onu eğiticisi olarak kabul ettiğine dair şahadette de bulunmuştur.[2] Bu konuda bir misak (sözleşme) içindedir. [3] Dünyadaki hayatını gerek bireysel, gerekse toplumsal açıdan amacına uygun bir düzeyde ve kalitede oluşturabilmek için Allah'ın koyduğu kuralların sürekli kendisine öğretileceği bir ortama ve onun şartlarına uyacağına dair Allah'a söz vermiştir.
Kur'an, insanın Rabb'ı ile sürekli birlikte oluş halini, onun kul olma şuurunu canlı tutması ile mümkün görmektedir. İnsan, her işinde kul olduğunu düşünecek ve davranışlarında kulluk şuuru içinde Allah'ın emir ve yasaklarını ölçü olarak kabul edecektir. İnsan bunun için yaratılmıştır[4] Hayat, kulluğun iyi yapılıp ya­pılmadığını ortaya çıkarmak için bir imtihan alanıdır.[5] İnsan Allah'ı Rabb olarak tanımalı ve sonra da doğruluğa devam etmeli­dir. [6]
İnsanın davranışlarında metafizik tavrı elde etmesi onun zih­nini ve duygularını eğitmesi ile mümkün olur. Öyle ise, insan zih­nini ilahi bilgiyi elde edecek seviyeye getirmeli, çevresindeki ve tabiattaki denge ve hikmeti idrak edebilmelidir. Aynı zamanda da duygularını ilahi emirlerle yönlendirmeli ve geliştirmelidir. [7] Çünkü Kur'an, insanın misakı (verdiği sözü) nı unutabileceğini, kendi öz mizacına uygun davranışların bir oluşumu olan kulluk psikolojisini terkedebileceğini, böyle bir inkardan dönmeleri için kendilerine ayetlerin açıklandığını beyan eder. Öyle ise insan metafizik tavrı konusunda çok duyarlı olmalı, onu unutmak bir yana, daha da geliştirmeye çalışmalıdır.
Kur'an, insan eğitiminde bu ilahî ortamın tesisine birinci derecede önem verir. Kim Allah ile yaptığı sözleşmeye uyarsa, Allah onun için Rab sıfatının yanında Hûda (Rehber) sıfatını gerçekleştirir. Allah, o insan için artık sadece genel anlamda Rab değil, aynı zamanda Hûda (Rehber)dir. Bazı konularda özellikle teori-pratik ilişkileri açısından çözmeye gücünün yetmediği, aklının almadığı ve kendi idraki ile bir çıkış yolunu bulamayıp uygulamada çaresiz kaldığı hususlarda rehberlik işlevini somuta indirgeyerek peygamberler gönderir. Bu anlam ve kayıtla sınırlı olarak peygamber de onun için bir rehberdir.
İnsanın eğitiminde Allah ile içice olma hali, bir başka yönden Kuranla devam eder. Kur'an’da insanlar için bir rehberdir, İnsan sözleşmeye uyar; ilke ve prensiblerini Kur'an'ın genelinden çıkardığı bir hayat tarzını benimserse, gene Allah ile ilişkisi sürüyor demektir. Bu sefer onun rehberi Kur'an'dır. Kur’an'in rehberliği, insandaki bu metafizik tavrı canlı tutar.
İnsanın eğitiminin ilahi potadaki son ayağı, insanın yine biz­zat kendisi ve diğer insanlardır. Yukarıdaki bağlantıları korumak ve sürdürmek şartıyla insan, eğitimini kendisi ve diğer insanların rehberliği ile de gerçekleştirebilir. Çünkü insan, ilim öğrenmek su­retiyle bozgunculuk ve kan dökücülük gibi temel iki kötü özelliği giderebilen bir varlıktır.[8] Bunun yolunu da kendisine Allah Teala öğretmiştir. Bu manada yeryüzünde Allah'ın Halifesi (vekili)dir. Bu anlamda çok zor, ama o oranda zevkli bir görev üstlenmiştir. Bir yönü ile ilahî, diğer yönü ile insanî olan bu görev, zor olmasına rağmen altından kalkılamayacak bir görev değildir. Öyle ise, insan diğer insanların rehberliğinde de kendisini eğitebilir. Metafizik bir tavır elde edebilir. [9]

B- Gözlem


Kur'an gözlem yöntemini, Allah'ın varlığının belgeleri olarak harikuladelikleri gözler önüne sermesi ve insanın bunları gözlemlemesi olarak tanımlar. Bu hususa Kur'an'da şöyle temas edilir:
"İnsanlara ufuklarda (dış alemde) ve kendi nefislerinde ayetle­rimizi göstereceğiz ki, onun (Kur'an’ın) gerçek olduğu onlara iyice belli olsun, Rabbinin her şeye şahid olması yetmez mi? [10]
Ayette zikri geçen dış alemdeki deliller (afakî) dış gözlem ile, insan vücudundaki deliller (enfusî) iç gözlem ile gözlemlenir. Bir de tarihi olayların gözlemlendiği dolaylı gözlem vardır.
Düşünmede aklı hakem kabul eden Kur'an, aklın gözlemlerden yararlanmasını tavsiye etmekte[11] düşüncenin, kainatın işleyiş kanunlarını anlayabilecek seviyeye ulaşmasına büyük önem vermektedir. 750'nin üzerinde ayet, tabiat, coğrafya, astronomi ve fen ilimlerinin sahasına giren konulardan bahsetmekte ve in­sanların bunlardan ibret almasını istemektedir. Hatta inanç sistemini kurarken, duyuları kullanmaktan, gözlem yapmaktan yararlanmakta, işe nereden başlanacağını, hangi delillerden nasıl yararlanılacağını bildirmekte, düşünce sisteminde olaydan kanuna, duyulardan akledilire, görünenden görünmeyene gidilmesi gibi metodolojik yaklaşımlara yer vermektedir.[12] Hatta Hz. İbrahim'in inanmak için gözleri ile görmek istemesini gözlemin önemini vurgulamak için misal vermektedir. [13]
Kur'an gözlem yönteminin üç türünü de kullanır. [14]

1- İç Gözlem (Enfusî):


İnsanın kendi nefsini gözlemesidir. Kur'an bu metodla insanın bir sonuca ulaşabileceğini şu ayetle vurgular.
"Artık insan kendi nefsinin gözleyip değerlendiricisidir. İsterse özürlerini sayıp döksün." [15]
Bunun yanında Fussılet, 41/53; Casiye, 45/4; Zariyat, 51/21; Tarık, 86/5-8 ayetlerinde de insana iç gözlem tavsiye edilir. Bu me­todla ibret alması istenir.
İnsanın biyolojik ve psikolojik özellikleri bir çok hariku­ladelikleri kapsar. Onun için insandan, kendi özelliklerine bak­arak biyolojik ve ruhî yapısını gözlemlemesi, gördüklerinden ibret alıp bazı sonuçlara ulaşması istenir. Buna iç gözlem denir. Kur'an, bazı ayetlerde bu duruma temas eder. İç gözlem metodunu Kur'an, tavsiye ederken genellikle dış gözlemle birlikte zikreder.
"Kesin olarak inananlar için yeryüzünde ayetler vardır. Kendi nefislerinizde de öyle görmüyor musunuz? [16]
Kur'an ayrıca ibret almak için insanın yaratılışında ve doğu­munda da birçok ayetler olduğunu haber vermektedir.[17] İç gözlem metodu psikolojide birçok itirazlara uğramasına rağ­men gene de kullanılan bir metoddur. İnsanın biyolojik ve psikolo­jik yapısındaki harikuladelikler, insanı, önce Allah'ın varlığına, sonra buna bağlı olan diğer hakikatlere götürür. Bu delillere bakarak insan kendisini eğitebilir. [18]

2- Dış Gözlem (Afakî):


İnsanın  kendini  eğitebileceği  yolla­rın birisi de dış gözlem metodlarını kullanmaktır. İnsanoğlu bir devenin nasıl yaratıldığına, göğün nasıl yükseldiğine, dağların nasıl dikildiğine, yeryüzünün nasıl yayıldığına[19] bakacak  ve kendisine öğüt verici olan peygamberin öğütlerine kulak verecek­tir. K. Kerim insanın kendisini eğitmesinin en etkili yolu olarak gördüğü, onun tabiatla başbaşa kalmasını sık sık tavsiye etmekte, göklerde ve yerlerde onun ibret ve ders alabileceği bir çok özellikleri zikretmekte ve gerek bu olayları ve gerekse mesela; hayvanların karınlarındaki fışkı ile kan arasındaki halis sütün bu durumunu, hurma ve üzümden  edinilen  gıdaların  lezzetini, arının faaliyetleri ve bal üretmesini, kuşların uçmasını dış gözlem ve müşahade yolu ile değerlendirmesi gerektiğini söylemektedir. [20]
Gözlemin gereği gibi yapılabilmesinin de şartları gene K. Kerim'de insanoğluna açıklanmaktadır. Bu hususta insanın sahib olduğu özellikler vurgulanmakta, kendisine bakması istenmekte, körle görenin aynı olmayacağı belirtilmekte, karanlıkla aydınlı­ğın eşit olmadığı beyan edilmekte ve insanlardan akıllarını kul­lanarak gören ve aydın olan kişiler olmaları istenmektedir. [21]

3-  Dolaylı Gözlem:


K. Kerim nefsin eğitilebileceği bir diğer yol olarak da çevrede veya tarihte cereyan etmiş olayları gözlemle­meyi (dolaylı gözlem) onlardan ibret almayı tavsiye etmektedir. Ve bu metodla nefsini eğitmeye insanın gücünün var olduğuna işaret etmektedir. [22] Ayrıca bunun için zaman zaman seyahatler yapmasını istemekte, yeryüzünün her tarafının ibret alınacak tarihi olayların kalıntıları ile dolu olduğunu haber vermektedir. [23] Bunların dışında zihni  ve kalbi eğitme ile ilgili birçok usuller de K. Kerim'de zikredilmektedir. [24]

C. İlim Öğrenme ve İlim Öğretme:


Bütün bunların yanında Kur'an'ın insana öğrettiği kendini eğitme yöntemlerinden birisi de, ilim öğrenme, kendisini bilgiyi bilir hale getirme yöntemidir. Kur'an, bilgiyi sadece bir öğrenme konusu olarak görmemekte, bilen kişinin aynı zamanda bu bilgi ile kendisini eğitebileceğine dikkat çekmektedir. Kur'an'ın, bilen kişiyi ortaya çıkararak onun eğitimini de gerçekleştirme yöntemi henüz ilk ayetler gelirken ortaya çıkan bir özelliğidir. "Oku" diye başlayan bu ilahî prensibler, sonuçta kamil bir insan olma özelli­ğini kazanacak olan insana ilk basamağı böyle göstermiştir. Şüphesiz okumanın bir çok faydaları vardır. Kur'an da bu fayda­lara sırası geldikçe temas etmektedir. Biz özellikle, okumanın, öğ­renmenin ahlakî eylem ile olan ilgisini ortaya çıkaran bir kaç ayet üzerinde durmak istiyoruz.
Kur'an kronolojik olarak da ilk insanın eğitimine ona bilgi öğ­reterek başlandığını haber vermektedir.
"Hatırla ki Rabbin meleklere: Ben yeryüzünde bir halife yarata­cağım dedi. Onlar: Bizler hamdinle seni tesbih ve seni takdis edip dururken yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek insanı mı halife kılıyorsun?"dediler. "Allah'da onlara; sizin bilemeyece­ğinizi her halde ben bilirim" dedi.
"Allah Adem'e bütün isimleri öğretti. Sonra onları önce melek­lere arz edip: Eğer siz sözünüzde sadık iseniz şunların isimlerini bana bildirin" dedi.
Melekler: "Ya Rab! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiklerinden başka bizim bilgimiz yoktur. Şüphesiz alim ve hakim olan ancak sensin" dediler.[25]
Ayette belirtildiği gibi melekler, Hz. Adem'in yaratılacağını duyunca ilk tepki olarak onun bozgunculuk ve kan dökücülük özelliğini söyleyerek, kendilerine göre daha aşağı derecedeki bir varlığı yaratmadaki hikmeti anlayamadıklarını veya onun yeryüzünde vekil olduğunu unutarak asil gibi icraat yapmasından, mesela fitne çıkarıp kan dökmesinden korktuklarını ifade etmek­tedirler. Kendilerinin ise, böyle bir duruma düşmeyeceklerini, de­vamlı hamd ve tesbih ile Allah'ı zikrettiklerini beyanla, zımnen insanın kendilerine göre eksikliğini ortaya koymaktadırlar. İşte bu durumu, yani insandaki bu eksikliği gidermek için Allah Teala, insana isimleri öğrettiğini beyan etmekte ve bu özelliği ile insanın meleklerin önüne geçtiğini haber vermekte, zaten melekle­rin de isimleri bilme konusunda aczlerini itiraf ve ilim ve hikmete teslim olduklarını açıklamaktadır.
Hz. Adem'in isimleri öğrenmesi konusunda yapılan tefsirler onun konuşmayı öğrenmesi veya eşyanın özelliklerini öğrenmesi dolayısıyla kelam ve ilim sıfatına sahib olması noktasında odak­laşmaktadır.[26] Buradaki ilim (bilgi) den maksat, bir şeyin zatına, özüne veya derunî zeminine (sır) ait bilgi değil de hissedilen ve akledilen şeylerle ilgili olan araz ve sıfatlara ait olan bilgidir. Bunların aralarında var olan ilişki ve ayırımları, sebeplerini ve sonuçlarını içerir. Bunun yanında insana, Allah'ı ve onun mutlak birliğini tanıdığı bir bilgi (marifet) daha verilmiş ve onun gerçek eğiticisi (Rab) ve kulluğunu yönelteceği yegane makam olduğu bildirilmiştir. İşte bu ilim ve marifet, insanı, Allah'a göre hedefini tavrını belirleyen bir misak (sözleşme) a bağlamıştır. [27] Kur'an'ın ifadesine göre insan bozgunculuk ve kan dökücülük noksanlıklarından ilim öğrenmek ve konuşabilmek özellikleri ile kurtulmakta, derecesini yükseltme imkanına sahib olmaktadır.
Bilen kişi ile bilmeyen arasında fark olduğunu vurgulayan[28] kulları içinde ancak alimlerin Allah'tan gereğince korktuklarını[29] ve bu manada insanın mesafeler kat etmesi için bilim öğ­renmesinin gerekliliğini bildiren ve insana "Ey Rabbim! Bilgimi ve anlayışımı arttır"[30] diye dua etmesini öğütleyen yüce kitabımız, bütün bu ayetleriyle ilmin ve öğrenmenin değişik yönlerden ahlaki eylem ile ilişkisini açıklamaktadır.
İlim, Kur'an mantığına göre sübjektif ve güvenilmeyen bilgi olan zannın karşıtı bir kavram olarak kullanılmaktadır. İslam öncesi cahiliyye döneminde ilim kavramı, yaşanarak ve denenerek elde edilen sağlam ve güvenilir bilgi anlamında kullanılmıştır. Aynı anlam Kur'an'da da vardır.
Bir başka anlamda Kur'an, ilimsizlik ve bilgisizliği heva ve he­ves (kapris) in sebebi, bilgiyi ise, bunların karşıtı bir ahlaki kavram olarak kullanmakta ve bunlardan kurtulma sebebi olarak zik­retmekte; bunlardan kurtulmanın yolu ve yöntemi olarak tavsiye etmektedir.
"Gelgör ki haksızlık edenler bilgisizce hevalarına (kötü arzula­rına) uydular.[31]
"Eğer sana gelen bu ilimden sonra onların arzularına uyarsan (işte o zaman) Allah tarafından senin ne bir dostun ne de koruyu­cun vardır." [32]
Görüldüğü gibi bu ayetlerde insanın, nefsinin istek ve kaprisle­rine uymasını, bilgisizliğin sebep olduğu bir durum olarak ortaya koymaktadır. Bu durumu engelleyecek bir önemli unsur olarak bilgi zikredilmektedir. Öyle ise bilgi ve öğrenme, insanı eğitmenin bir usulüdür. Ahlakın bilgi ile olan ilişkisi üzerinde Gazalî'de önemle durur. Ona göre ahlakın bozulması ve düzeltilmesinde fazi­let ve rezilet hakkında bilgi sahibi olmanın önemli derecede etkisi vardır. İlim, kalbi itaata, aklı cehde götürür. [33]

D- Tatlı Söz ve Öğüt Verme


Çocuk eğitimi konusunda eğiticinin sevgi ve şefkat duyguları­nın tezahürü, yumuşak davranış (nezaket) ve tatlı sözdür. Bunlar insana her türlü eğitim kilidini açacak anahtarlardır. Çünkü bu tip yaklaşım, insanın yapısı ve karakterine uygundur. Bundan dolayı, İslâmî tebliğin ana metodu, yumuşak davranışa ve tatlı söze (nasihate) dayanır. Gerek gayr-i müslimi imana davet etme, gerekse bir mümine hayrı tavsiye ve kötülükten nehyetme işi, ilk defa nasihatle gerçekleştirilmeye çalışılır. Ona kolaylık, afv ve müsamaha yolları gösterilir. Davette ancak böyle bir metodun muhatap üzerinde müsbet bir tesir bırakacağı haber verilir. Bu usullerle yola gelmeyenlere son çare olarak belki zorlama, sert tavır takınma ve tecziye ile muamele edilebilir.[34]
İnsanların büyük bir çoğunluğu (fıtrat-ı selime sahip olanlar) güzel söz (mev'iza) ile ikna olurlar. Çünkü insan, hoş tutulmayı is­teyen, gururuna düşkün bir varlık olarak yaratılmıştır. Bu psikolojik yapısına uygun davranışlara muhatap olmaktan hoşlanır. Bundan dolayı Kur'an insanın bu yönünü okşayan onu rencide et­meyen ve şahsiyetini koruyan bir hitap tarzını kullanmaya, son de­rece dikkat göstermiş, bu tutumu da eğitimcilere tavsiye etmiş, çok açık olarak sözün en güzelini söylemelerini istemiştir.
"Kullarıma söyle, sözün en güzelini söylesinler. Sonra şeytan aralarını bozar."[35]
Kötü sözün sonuçlarını da beyan eden bu ayet en iyi yöntemin daima en güzel söz olduğunu açıklamaktadır. Bu konuda Kur'an'da bir başka ayette şöyle buyrulmaktadır:
"Ey Muhammed! Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle çağır. Onlarla en güzel şekilde tartış. Doğrusu Rabbin kendi yolundan sa­panları en iyi bilendir. O, doğru yolda olanları da en iyi bilendir." [36]
Görüldüğü gibi bu âyet, insanları hakka davetin usullerini be­yan etmektedir. Buna göre: İnsanların zeki ve âlim olanlarını katı delillerle, bu konuda orta halli olup fıtrat-ı selime sahiplerini güzel sözle, daha aşağı derecede olup münazaraya meraklı olan­larını güzel münazara usulleri ile hakka davet tavsiye edilmek­tedir. [37] İnsanların büyük bir çoğunluğu, bozulmamış bir fıtrata ve orta derecede zeka ve bilgiye sahip olduğu için, başvurulacak en iyi eğitim metodu güzel sözdür. Bu âyet aynı zamanda insanlar arasında uygulanan eğitim usullerinin kişilere göre değiştirilmesi gerektiğine, bu konuda da ferdî farklılıkların olduğuna işaret etmektedir.
İnsanı eğitme usullerinden birisi olarak öğüt vermenin üze­rinde duran Kur'an, sözün, nasihatin, insan üzerindeki etkisi sebe­biyle kendisinden de söz (hadis) olarak bahsetmekte[38] hem de sözle­rin en güzeli olduğunu haber vermekte[39] indiriliş amacını da öğüt olarak belirlemektedir.
"Biz bu Kur'an'ı sana güçlük çekesin diye değil Allah'tan kor­kanlar için ancak bir öğüt olsun diye indirdik." [40]
Kur'an, kendisini sadece öğüt veren bir kitap değil, kolayca öğüt alman bir kitap olarak da zikretmektedir.
"Andolsun ki biz Kur'an'ı öğüt alınsın diye kolaylaştırdık. Ondan öğüt alan yok mu? "[41]
Burada kolaylaştırma terimi, bazı öğütlerin insana etki etmesi­nin çok zor olduğu, etkinin ancak kolaylaştırma ile mümkün oldu­ğunu vurgulamak için kullanılmış olabilir. İbn Sina öğüdün etki­sini azaltan veya yok eden durumlar için şunları söylemektedir.
Öğüt, öğüt verilen kişide, kendisinin, çevresi içinde beceriksiz olarak bilindiği yolunda bir fikre yol açacağından belli bir tepki ortaya çıkarır. Gurur ve şahsiyet yapılmasına bile yol açacağından inatçılığa sebep olabilir. Öğüt verilende istiskal edildiğine dair bir düşüncenin oluşmasına yol açar. Böylece öğüde tepki gösterilir.
Öğüt veren bu hususlara dikkat etmelidir. Bu da öğüt verme za­manını, ortamını ve şartlarını iyi tayin etmeyi gerektirir. Sözün kesileceği yeri de iyi tayin etmeli, muhatabta ilgi uyandırıldığında ve ikna temin edildiğinde öğüt kesilmelidir. İlgi kaybolduğu za­manda sözü uzatmak faydasızdır.
İbni Sina bu konuda tavsiyelerine devamla şöyle demektedir.
"Öğüt veren kişi zeki olmalıdır. Çok açık ve edebî bir ifade ile öğüt vermelidir. Ses tonu yumuşak ve hatta mümkünse nağmeli olmalıdır. " [42]
Kur'an'ın öğüdü kolaylaştırmasından maksadı yukarıdaki hu­suslara dikkat çekmek olabilir. Kur'an ayrıca hiçbir şey yapılmasa bile tatlı bir sözün insanı psikolojik olarak rahatlatacağını gönlünü alacağını da şu ayetle açıklar.
"Eğer Rabbinden umduğun bir rahmet için onların yüzlerine bakamıyorsan, hiç olmazsa gönül alıcı (kolaylaştırıcı) bir söz söyle." [43]
Kur'an bazan da kendisinden öğüt alabilmek için akıl sahibi olmak gerektiğini de haber verir.
"...Akıl sahibleri iyice düşünüp öğüt alsınlar diye insanlara gönderilmiş bir bildiridir. [44]
Güzel sözün eğitim değerini ve insanlar üzerindeki etkisini çok canlı bir tablo şeklinde anlatan bîr başka âyet şudur:
"Allah'ın, hoş bir sözü, kökü sağlam, dalları göğe doğru olan -Rabbının izniyle her zaman meyve veren- hoş bir ağaca benzete­rek nasıl misal verdiğini görmüyor musun? İnsanlar ibret alsın diye Allah onlara misal veriyor. Çirkin bir söz de, yerden koparıl­mış, kökü olmayan kötü bir ağaca benzer".[45]
Bu âyette Yüce Allah, güzel ve hoş bir sözün insan ruhunda ne derece derin izler bıraktığını çok güzel bir misalle izah etmektedir. İnsanın bilgi ve eğitim almaya hazır halini verimli bir toprak par­çasına benzeterek, böyle bir toprağın, ancak, kökü olan sağlam fideyi kabul edeceğini, onu bünyesine alıp, benimseyip büyüteceğini ve yetiştireceğini anlatmaktadır. İşte bu şekilde, eğitimi kabul et­meye hazır kişilere de tesir edebilecek tutum ve tavrın güzel sözle ortaya konması gerektiğini, böylece insan ruhunun derinliklerine nüfuz edilebileceğini, orada o sözün kökleşip kişinin davranışla­rını etkileyeceği izah edilmektedir. Daha sonra o söze uygun dav­ranış örneklerinin birer meyve olarak o kişiden sudur edeceği tas­vir edilmekte, böylece o kişinin o konudaki eğitimi, müsbet bir şe­kilde tamamlanmış olmaktadır. Çirkin söz ve kaba davranış ise, köksüz ağaca benzetilmiştir. Arazi ne kadar verimli de olsa, kökü olmayan bir ağaç (dal parçası), bu arazi üzerine ne kadar derine dikilirse dikilsin tutmayacaktır. Dolayısı ile ne kökleşecek, ne ge­lişecek ne de meyve verecektir. Hatta toprak o dal parçasından ra­hatsız olacak, başka alanlarda verimliliği düşecektir. Bunun gibi çirkin söz de tesir kabiliyeti olmadığı için insan ruhunun derinlik­lerine giremez, oralarda yerleşemez, dolayısı ile o kişide teinin et­mek istediğimiz davranış örneklerinin ortaya çıkmasına sebep olamaz. Belki de, o kişinin tepkisine sebep olup, daha da zararlı davranışlara bile yol açabilir.
Ayette aynı zamanda, metod olarak baş vurulan benzetme usu­lünün, öğretme ve öğrenme kaidelerinden biri olduğuna işaret edilmekte, konunun böyle müşahhas hale getirilmesi ile daha iyi anlaşılacağı vurgulanmaktadır.
Kur'an inkarcı birisine Allah'ın emirlerini ulaştırırken, insa­nın tatlı söz ve yumuşak ifadeleri tercih etmesini, tepki uyandıran uslubtan kaçınmasını Hz. Musa ve Fravun kıssasında da ele al­maktadır.
"Ona yumuşak söz söyleyin. Belki o aklını başına alır veya korkar."[46]
Kur'an bu telkin ve tavsiyelerle katı kalplerin yumuşamaya, inkarın tasdike, itirazın tasvibe, kinin sevgiye dönüşeceğini bildirmektedir. [47]
Çocuk eğitiminde güzel söz konusunda üzerinde durulan bir de ses tonu meselesi vardır. Nasihat, tavsiye ve öğütlerde, hatta günlük konuşmalarda ses tonunun alçak perdeden tutulması etkiyi çoğaltır, daha tabiî hale getirir. Kur'an'da bu hususa, Hz. Lokman'ın oğluna tavsiyeleri arasında temas edilmektedir:
"Yürüşünde tabiî ol. sesini kıs. Seslerin en çirkini şüphesiz merkeplerin sesidir".[48]
Konuşurken çok iyi şeylerden bahsetsek bile, ses tortunun yük­sek oluşu etkiyi azaltır, belki de anlatmak istediğimiz şeyler anla­şılmaz. Hatta tepki bile doğurur. Tatlılıkla anlatma metodu, düşük ses tonu ile tamamlanır.[49]

E- Yaşayarak Eğitme (Davranış Örnekleri Sunma)


Kur'an büyük küçük bütün insanlara bazı şeyleri öğretirken on­lara davranış örnekleri sunar. Konuyu tablolar halinde gözler önüne serer. Böylece onlara bu metodu fiilen kullanarak da tavsiye eder.
Çocuk eğitimi hususunda da davranış örnekleri göstermenin önemli bir yeri vardır. Çünkü çocukta öğrenmenin ilk şekli, ilk yolu çevresinde gördüğü davranışları taklittir. Öğrenmeye ilk adımını bu mekanizma ile atar. Bundan dolayı çocuğun çevresinde bol miktarda iyi davranış örnekleri meydana getirmeye dikkat edilmelidir. Çocuk her yerde soylu davranışlar görmelidir. Bu dav­ranışlar da çocuğa hitap edici tarzda senaryolaştırılmalı, tabiilik kaidesine uyulduğu kadar gelişi güzellikten de kaçınılmalıdır. Onda oluşturulmak istenen davranışlara onun ihtiyacı olduğuna ikna edilmelidir. Çocuğa taklid edeceği davranışları sunarken, bunların onun yapabileceği davranışlar olmasına dikkat edilmeli­dir. Çünkü "çocuğun taklid edebileceği hareketler fizyolojik yapısı ile sınırlıdır.Yapabileceği taklidlerin içinden bile seçme ve tercih­ler yapar. Bu tercihe etki eden şey de onun gelişme yolundaki ihti­yaçlarıdır"[50]
Aynı zamanda çocuğun taklid edeceği davranışları seçmesinde, bu davranışı yapan şahsın kimliğinin de önemli olduğu unutul­mamalıdır. Bu tercihin fizyolojik dayanağı irsiyet değil, daha yaşlı ve daha üstün kişilerin kendisinde meydana getirdiği etkidir. Yani çocuk için taklid ettiği hareket kadar, o hareketin sahibi olan şahıs da önemlidir. [51]
Öyle ise çocuk, taklid edeceği hareketleri ilk defa yakın çevre­sinden, kendi üzerinde etkisi olan kişilerden seçecektir. Şüphesiz bu kişiler de ilk planda ana ve babadır. İşte çok bilinen bu özelliği kullanmak suretiyle çocuk eğitiminde büyük mesafeler katedilebilir.
Din eğitiminde taklit mekanizması çok canlı olarak işler. Çocuğu eğiten, ona din eğitimi veren kişilerin iyi kalpliliği ve der­vişlikleri, çocuğun bu konudaki fikirlerinin oluşumunu etkiler. [52]
Kur'an davranışları taklid edilecek kişileri belirleyerek taklid mekanizmasını tavsiye eder.
"Bana yönelenlerin yoluna uy." [53]
Bu ayette Yüce Allah, taklid edilecek kişilerin Allah'a yönelen kişiler olması gerektiğini belirterek taklidde öncelikle bu şartın aranması gerektiğini bildirmektedir. Öyle ise, çocuğa taklid ede­ceği örnekler sunulurken bu hususa çok özen gösterilmelidir.
Çocuk, başlangıçta değişken, kararı tam olarak belirlenmemiş, fakat uyum gücü ve eğilimine sahip bir yapıdadır.[54] Bundan dolayı çocuk çevresinde gördüğü örnekleri benzeme ve aynîleşme (özdeşleşme, identification) mekanizması ile kısmen kendisine mal eder. Daha sonra da onları taklide başlar. Bu mekanizma aslında hayatın her safhasında faaliyettedir.[55] Görüldüğü gibi aynîleşme olayı basit bir olay değildir. Bu olay belli bir süre devam edince itiyadî bir durum kazanır. Hatta insanın şahsiyetinin oluşmasına bile etki edebilir. Bu etki sebebiyle fertler olayları başkaları gibi görmeye, hissetmeye başlarlar ve sonucu kötü bile olsa onlar gibi davranışta bulunabilirler.[56]
Çocuğun vicdanı ana babasının bir özdeşi, bir kopyasıdır. Ana babalar sözleri ile oldukları kadar davranışları ile de çocuklarına ders vermektedirler. Çocuklar giderek ana babaların ahlak ölçüleri ile özdeşleşerek onların ahlakını kendilerine ahlak yaparlar. Bu ahlakın ortaya çıkış şekli çeşitli olabilir. Ayrıca çocuğun özdeşleşeceği davranışı zaman zaman seçtiğini de unutmamak gerekir. [57]
Özdeşleşme ile sonuçlanan davranışlar, başlangıçta şuurlu ve iradeli değildir. Zamanla neyin ne olduğu ve neden dolayı yapıl­dığı idrak edilince bu hareket, şuurlu bir karakter kazanır. [58] Önceleri düşünceye dönüşmeden, direkt olarak taklid edilen hare­ketler, taklid çoğaldıkça çocuğun iç dünyasında şekillenir. Böylece çocuk dış taklidden iç taklide geçmiş olur.
Bazı kişilerde çok kuvvetli tesirler icra eden özdeşleşme meka­nizması ilerdeki yaşlarda çocuğun örnek aldığı kişi ile bütünleş­mesi sonucunu doğurabilir. Şöyle ki: Ana veya babasına bu çok kuvvetli özdeşleşme bağları ile bağlı olan bazı gençler, evlenecek­leri kişilerde de ana veya babasının vasıflarını arar, hatta onlar sağ iken evlenmek bile istemeyebilirler. [59] Bu hali ile özdeşleşme olayı kişilerin hayatında zararlı sonuçlara yol açabilir.
Kur'an'ın davranış örnekleri ile eğitimi, onun genel eğitim metodlarından biridir. İnsanlara çeşitli davranış şekilleri örnek ola­rak verilmekte, insanların onları taklid etmesi istenmektedir. Böylece verilen bilgi nazarî olmaktan çıkmakta, pratiğe çok yak­laşmaktadır. Bu metodla öğrenme olayının gerçekleşebileceğini Kur'an bize, Rasullulah (s.a.v.) in davranışlarından İslamı öğre­nebileceğimizi, onun hayatının bize örnek olduğunu belirtmek sure­tiyle anlatır:
"Ey insanlar! Andolsun ki sizin için, Allah'a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok anan kimseler için Rasullulah (s.a.v.) en güzel bir örnektir" [60]
Ayette belirtildiğine göre Rasulullah (s.a.v.) bize İslamı sadece teorik olarak öğretmemiş, aynı zamanda hayatın bütün safhala­rında, ne şekilde tatbikata konacağını bizzat kendi davranışları ile göstermiştir. Böylece örnek hareketlerle müslümanlara ders ver­miştir.[61] İşte bu örnek davranışlar, ashabın İslamı daha kolay anlamasına ve tatbik etmesine yol açmıştır. Kur'an bu gerçeği be­lirtmekte ve İslamı anlamak isteyenlere Hz. Peygamberin hayatını örnek göstermektedir. Öğretme konusundaki bu yaklaşım bizim için de bir örnek teşkil etmektedir. Böylece İslamı öğretme olayı tam olarak gerçekleşmiştir. Örneksiz eğitim, tam ve mükemmel olarak ortaya çıkmaz. [62] Başarı da mevziî olarak kalır.
Çocuk eğitiminde de örnek hareketlerin son derece önemli yeri vardır. Çocuk kendisine öğretilen, tavsiye edilen davranışların bir örneğini yakın çevresinde, özellikle ailesinde görmek ister. Bu, onun için bir öğrenme kolaylığı olduğu gibi ikna ve tatmin olması için de bir ihtiyaçtır. Eğer çevresindeki hareketler kendisine söyle­nenin aksini gösterirse itimadı kaybolur. Giderek üzerindeki eği­tim zorlaşır ve etkisini kaybeder. "Daha ilk çağlarda Aristo, daha sonra İbn Sina öğretimde örneklerin önemine dikkat çekmiş, eski Romalılar da "Sözün yolu uzun, fakat örneklerin kısa ve etkilidir," demek suretiyle örnek vermenin eğitimdeki vazgeçilmez yerini belirtmeye çalışmışlardır." [63] Dış tezahürler, teveccühkar bir bakış, tatlı bir tebessüm, sevgi dolu bir söz, bir hareket çocuğun kalbini kazanır. Fakat, onu asıl bağlayan günlük davranıştır. Eğer eğitimcinin hareketleri, davranış kurallarına uymuyorsa, onu he­men farkeder ve bir nevi alçalma duyar. Siz, onu küçük ödevlerini yapmaya sevk ediyorsanız, o, sizin büyük ödevlerinizi yaptığınızı mütemadiyen görsün. O zaman yalnız sizi sevmekle kalmaz; aynı zamanda size inanır da. [64]
Yapılmasını tavsiye ettiği bir şeyi kendisi tatbik etmeyen bir eğitimcinin düştüğü çelişkiyi Kur'an şöyle ifade eder:
"Ey inananlar!  Yapmadığınız şeyi niçin  söylersiniz."[65]
Bu ayette, teori ile pratiğin arasındaki irtibatın çok kuvvetli ol­ması gerektiği, bizzat eğitimci tarafından tatbik edilmeyen tavsiye­lerin, muhatab üzerinde müsbet etki yaratamayacağı ve bunun bir tutarsızlık olduğu anlatılmaktadır. Aynı manayı tamamlamak üzere bir başka ayette şöyle buyurulmaktadır:
"Kitabı okuyup durduğunuz halde, kendinizi unutur da başkala­rını mı iyilikle emredersiniz? Düşünmez misiniz?"[66]
Ayette, iyilik yapılmasını isteyip de kendisi iyilik yapmayan kişilerin bu gayretlerinin faydasızlığı ve böyle bir tutumun, ah­maklığın bir çeşidi olduğu zarif bir şekilde belirtiliyor ve bu ko­nuda insanlar, özellikle eğitimciler uyarılıyor. Böyle bir hareket şu üç noktadan verilmiştir.
1- İyiliği emretmek suretiyle başkasını bu iyiliğin sonuçların­dan faydalandırıp, kendi nefsini bu faydadan uzak tutmak bir çe­lişkidir.
2- Başkasına vaaz ve nasihat verip, kendisinin, kendi nasiha­tini dinlememesi, kişinin söylediklerini fiilen    tekzib etmesidir.
3- Verdiği nasihatin aksini yapmak, o nasihatin değerini düşü­rür. Herkesin ondan uzaklaşmasına sebep olur. [67]
Böylesine tutarsız bir davranış (kendisinin yapmadığı bir şeyi başkasına tavsiye etmek) dinen yasaklanmamıştır.[68] Böyle bir metodu yasaklamayıp ince bir şekilde tutarsızlığını belirtmek, onun eğitim değerinin olmadığını gözler önüne sermek içindir. Sözlerimizin eğitim değeri kazanabilmesi için, en azından kendi­mizden o sözlerin zıddı davranışlar sudur etmemesi gerekir. Tabii en güzeli o sözlerin davranışlarımızla tamamlanmasıdır. Özellikle çocuk eğitiminde buna dikkat etmek gerekir. Çünkü ço­cuk da sözlerimizle hareketlerimiz arasında bağı anlayıp değer­lendirebilecek bir idrake sahiptir.
Şu söz ve davranışların eğitim değeri olduğunu kim iddia edebilir.
"Ben sana küfür etme demedim mi geri zekalı" veya
"Kardeşini niçin dövüyorsun. Gel bakayım buraya deyip kula­ğını çekmek veya dövmek"[69]
Bunlar olumsuz örnekleri sunmanın çok oturmuş misalleridir.
Konu ile ilgili ayetlerden biri de şudur:
"Doğrusu, ben kendisini Allah'a verenlerdenim diyen, yararlı iş işleyen ve Allah'a çağıran kimseden daha güzel sözlü kim var­dır?" [70]
Ayette en güzel sözün Allah'a davet olduğu, fakat bu davetin an­cak şu esas üzerine oturtulursa, en güzel söz olma özelliğini kaza­nacağı belirtiliyor. Bu esas da şudur:
Davet, kuru bir sözden ibaret kalmamalı aynı zamanda davet edenin hali, sözüne uygun olmalıdır. Yani, önce kendisini düzelt­melidir.[71] Ayet aynı zamanda, kalben yapılması istenen bir işin lisanen de söylenmesi gerektiğine işaret etmektedir. [72]
Sonuç olarak, eğitimcinin muhatabı üzerinde müsbet bir tesir icra edebilmesi için, kendisinin samimi olması ve sözlerini tatbik etmesi, düşündüklerini de söz ile ifade edebilmesi gerekmektedir, diyebiliriz. Çocuğun da verilen bu eğitimi alabilmesi için, muhata­bına inanması ve hem zihinsel, hem de bedensel olarak bu hareket­leri taklid edebilecek bir yapıya sahip olması gerekir.[73]

F- Mükafatlandırma


İslamın tavsiye ettiği eğitim yollarından birisi de mükâfat­landırmadır. Kur'an bu metoda sık sık başvurur. Kur'an'da müka­fat ve güzel karşılık anlamında ceza kelimesi 17 yerde, bu kelime­den türemiş aynı anlamdaki diğer kullanımlar 34 yerde, ecr keli­mesi ise 109 yerde geçmektedir. Böylece Kur'an'da toplam 160 yerde mükafattan bahsedilmektedir.[74]
Mükâfat, başkasında görülen iyilik, ihsan ve yardımın karşı­lığı olarak ona daha çok ihsan ve yardımda bulunma hadisesidir. Yani görülen iyiliğe misli ve fazlasıyla mukabele etmektir.[75]
Mükâfat bir teşvik unsurudur. Çocuk eğitiminde de bu temel üzerine oturtulması gerekir. Çocukta görülen iyi davranışların karşılığı olarak, o davranışların aynısı ile veya daha fazlasıyla mukabele etmek; böylece çocuğu sevindirmek ve o davranışların alışkanlık haline gelmesini temin etmekte mükâfat motivi vazge­çilmez bir araçtır.
Bu motiv Kur'an'da çok çeşitli ve güzel hareketlere, karşılık olarak vaadedilmiş; böylece o hareketlerin çokça yapılması temin edilmek istenmiştir. İman, şükür, sabır, ihsan vb. gibi davranışlar mükâfata lâyık görülen davranışlardır. Biz bunların hepsini kap­sayan bir terim olarak kabul ettiğimiz "İman edip, salih amel iş­lemek" fiili ve buna vaad edilen mükâfatın üzerinde durmak isti­yoruz.
"Kim inkar ederse inkarı kendi aleyhine olur. Yararlı iş işle­yen kimseler kendileri için rahat bir yer hazırlamış olurlar. Çünkü Allah, inanıp yararlı iş işleyenlere lütfundan karşılık vere­cektir. Doğrusu O, inkarcıları sevmez"[76]
Ayet-i kerimede mükâfat vaadedilmek suretiyle insanlar ya­rarlı iş işlemeye kanalize edilmekte ve bu davranışın onlarda alışkanlık haline getirilmesi hedeflenmektedir. Bir başka ayette aynı şey mükâfatın boyutları çok geniş tutularak, gerçekleştiril­mek istenmektedir.
"Mallarını Allah yolunda sarfedenlerin durumu, her başağında yüz tane olmak üzere yedi başak veren tanenin durumu gibidir. Allah dilediğine kat kat verir. Allah'ın lütfü geniştir. O herşeyi bi­lendir." [77]
Bu ayette yapılan iyi işlerin karşılıksız kalmayacağı, hatta kat kat mükâfatlandırılacağı beyan edilmektedir.
"Bu şekilde kat kat mükâfat vaadedilmesi insanları bu işe rağbet ettirmek içindir. Çünkü böyle bir karşılığı bilen ve bunun idrakinde olan kişiler, bu hareketleri mümkün olduğu kadar fazla yapmağa çalışırlar. Herkes, böyle bir va'din psikolojik olarak etkisinde kalır ve ala­cağı karşılığa göre çok az bir iş mesabesinde olan bu gibi hareket­leri yapmağa gayret eder." [78]
Ödüllendirmenin daha önce vaad edilmesi, eğitimciler tarafından pek hoş karşılanmaz. Eğitimde "rüşvet verme" olarak nitele­nen bu durumun çocuğu beklenti içine sokmasından korkulur.
Ödül verirken çocuğun yaşına ve ödülün ölçülü olmasına dikkat edilmelidir. Özellikle küçük yaşlarda iken çocukları ödüllendir­mek onlarda iyi davranışları geliştirmeye büyük çapta yardımcı olur. Ortaya çıkması muhtemel olan sakıncalı durumlar, çocuğun yaşı sebebiyle çok büyük mahzur teşkil etmez.
Bir başka dikkat edilecek husus, ödül mekanizmasının ancak ihtiyaç halinde kullanılmasıdır. Bu konuda ölçüyü kaçırmak ço­cukta yanlış davranışlara yol açar.
Ödül konusunda dikkat edilmesi gereken en önemli nokta, ödüllendirilen hareketi anne babanın açık bir dille takdir etmesi, o davranışı ne kadar beğendiğini belirtmesi, sevincini göstermesi ve böylece onu teşvik etmesidir. Takdir sözleri ve sevinç gösterileri daima ödülün önüne geçirilmeli, çocuk bir yandan ödül almanın heyecanını duyarken, ondan daha çok, anne babayı sevindirmenin zevkini yaşamalıdır. Çünkü çocuk eğitiminde takdir, ödülden daha önemlidir.[79]
Mükâfat, iyi davranışların tekrarlanarak alışkanlık haline gelmesinin saikidir. Öyleyse, çocukta gördüğümüz olumlu davra­nışları tekrarlattırarak alışkanlık haline getirmede mükâfat vaadetmek ve gerektikçe vermek etkili bir yoldur. Bu tutum çocuk psikolojisine de uygundur. Zaten mükâfatın özü, iyi davranış ile sevinç duygusu arasında bir bağ kurmak ve bu bağı devam ettir­mektir. Bu bağ kurulacaksa mükâfata başvurulur. Aksi bir durum, insanı amacından saptırır ve çocuğun yaptığı her olumlu harakete bir karşılık beklemesine sebep olur.
Mükâfatın bu olumsuz yönüne dikkat çeken bazı pedagoglar, onun pedagojik değeri olmadığını, bilakis olumsuz bir alışkanlığa ve bağımlılığa yol açacağını iddia etmişlerdir. "İradenin saflığı­nın kaybolmasına sebep olduğu" veya "dolaylı ilgi uyandırdığı" tezleri de mükâfata yapılan itirazlar arasındadır.[80] Bizim kanaatımıza göre mükâfat da ceza gibi, çocuğun iradesini harekete geçirmek için beklediği motivasyonlardan birisidir.
Mükâfat konusunda öncelikle maddi değeri yüksek olan şeyler­den çok manevî yönü ağır basan hususların üzerinde durulmalıdır.
Böylece uyarıcıyı daha silik hale getirip,  davranışları daha kolay bir şekilde ön plana çıkartabiliriz.
Mükâfatın temel esprisi, onun yüce amaçlar için kullanılan bir araç oluşudur. Onun bu özelliği hiç bir zaman ihmal edilmemeli; çocuk için amaç haline dönüşmesinin önüne geçilmelidir. Ayrıca günlük hayatın bir parçası olan davranışlara mükâfat vermek de eğitim açısından yanlış bir tutumdur. İnat ve itaatsizlik sebebiyle yapılmayan iyi hareketlerin veya yapılan yanlış davranışların dü­zeltilmesi ceza yoluyla mümkündür.[81] Bu konuda ceza ile mükâfat karıştırılmamalıdır. Bu hususa Kur'an şöyle temas etmektedir:
"Biz hangi memlekete bir peygamber gönderdi isek, onun hal­kını (peygamberlerini tanımamaları yüzünden) yalvarıp, yakarsınlar diye mutlaka fakirlikle, şiddetle, hastalıkla (sıkıp) yakala­dık. Sonra bu sıkıntının yerine, iyilik (selâmet, bolluk) verdik. Nihayet çoğaldılar. Atalarımıza da (gah böyle) fakirlik şiddet, has­talık (gah) iyilik, genişlik dokunmuştur, dediler. Bunun üzerine biz de kendileri farkına varmadan onları ansızın tutup yakalayıverdik." [82]
Ayette belirtildiğine göre ceza (sıkıp daraltma) ile eğitim yerine mükâfat (bolluk ve selâmet) ı ikame etmenin hiç bir faydası gö­rülmemiş; bilakis o kişilerde bu tip olayların tabiî olduğu gibi bir yanlış fikrin uyanmasına yol açmıştır. Böylece ceza yerine mükâ­fat, insanları tedip etmemiş, aksine şımartmış ve onları adam sendeciliğe götürmüştür. Bu sebeple onlar da olaylar zincirinin illet ve hikmetini düşünüp layıkıyla değerlendirememişler, ihtarlara uyarılara önem vermemişlerdir.[83] Bunun sonucunu da acı bir şekilde çekmişlerdir. İşte yersiz mükâfatın elîm sonuçlarına Kur'an böyle yer vermektedir. [84]

G- Cezalandırma


İradeye direkt tesiri olan eğitim yollarından biri de cezalan­dırmadır. Ailede otorite, okulda disiplinin sağlanabilmesi için her halükarda ebeveyn ve hocanın çocuk karşısında bazı yetkileri ol­malıdır. İşte bu yetkilerin kullanılması, ceza kavramını ortaya çı­kartır. [85]
Cezanın kaynağı insandaki korku psikolojisidir. Masalların ve efsanelerin dışında, korku insandan hiç ayrılmayan, kaçınılmaz ve temel bir duygudur. İnsanın hayatını ve varlığını sürdürebilme­sinin de şartı olmaktadır. Tehlike karşısında enerjiyi arttırdığı kişiyi uyanık tuttuğu da bilinen bir gerçektir.[86] Ceza ve cezalandırma işte bu duygunun üstüne oturtulmaktadır.
Korku duygusunu kamçılamayan, ondan faydalanan bir ceza­landırma yararlı olabilmektedir. Aşırı korkuya sebep olan ceza­landırma, gayesini aşmakta ve zararlı olmaktadır. Çünkü onda hayat baskılarına karşı direnme gücünü yok etmekte, çocuğun ha­yatında bir yalnızlık alanı meydana getirmektedir. Bunun için ce­zada ölçü şarttır.
Cezanın eğitimde önemli bir yeri vardır. [87] Bu yerin müsbet veya menfî olduğu yolunda çeşitli görüşler ileri sürülmüş, münakaşalar yapılmış, halen de kesin bir sonuca ulaşılamamıştır. Modern pedagojide her ne kadar cezanın, özellikle dayağın eğitim değeri olmadığı yolunda çok kuvvetli cereyanlar mevcutsa da bunun yanı sıra cezayı savunanlara da rastlanır. [88]
Cezaya karşı çıkanlar ceza ile yönetilen disiplin şekillerinin genellikle çocukta kızgınlık, nefret, intikam, karşı koyma, suçlu­luk, güvensizlik, kendine acıma, kaçış, aşırı itaat gibi olumsuz duygulara sebep olduğunu ileriye sürerler. Hatta "çocuk yaptığına pişman olacağına ve suçunu telafi etmesini öğreneceğine intikam hayallerine yönelir" derler. Bu durumda çocuk için artık işlenen suç ve onun getirdiği sonuçlar değil, cezanın ortaya çıkardığı duy­gular öne geçer ve ceza daha başka suçların oluşturucu mekaniz­ması olur. Cezalandırırken bu duruma meydan verildiği bilinme­lidir.[89] En iyisi cezalandırılacak davranış ortaya çıkmadan ço­cuğun iç kontrollü disiplini (öz denetim) oluşturmasıdır. Usta çırak ilişkisi içinde oluşan bu mekanizma ilk aşamada kural ve beklen­tileri çocuğa açıklamakla, ikinci aşamada ise onu desteklemekle gerçekleşir. [90]
Ceza, eğitimde çocuğu disipline etmenin bir yolu olarak düşünü­lür. Disiplin ise çocuğun yetiştirilmesi anlamına kullanılır. Yetiştirmek, amacı göz önüne alınarak şöyle tanımlanabilir. Yetiştirmek çocukta kendi kendini yönetmesini bilen, kendi seçi­mini yapabilen davranışlarını ayarlayabilen ve özgürlüğünü so­rumluluk bilinci ile sürdürebilen bir kişilik oluşturmaktır. Böyle bir amaç ise davranış yerleştirme çalışması ile gerçekleşir. Davranış yerleştirme ise şu şartlarda oluşur.
1- Çocuk öğrenmeye uygun şartların içinde olmalıdır.
2- Kabiliyetli olmalıdır.
3- Ceza ve dayak son çaredir. Kötü ve zararlı davranışların ön­lenmesinde  başvurulmalıdır.
4- Ceza vermeden davranış nedenini ortadan kaldırmak gerekir.
5- Engellemek istediğimiz davranışları ile hiç ilgilenmemek en iyi yoldur.
6- Yapmasını istediğimiz hususlarda teşvik edici unsurlara baş­vurulmalıdır.
7- Her iyi davranışın takdir edilmesi ve övülmesi gerekir. Övmek için amaca ulaşana kadar beklememek lazımdır.
8- Davranış ilerledikçe teşvik azaltılabilir.
9- Öğrenilecek konunun ilk basamakları daima kolay olmalı­dır.
Çocuğu disiplin altına almak içinde şu sıra takib edilebilir:
1- Önce çevre kontrolü yapılmalıdır.
2- Teke-tek ilişkiler kurulmalıdır.
3- Çevresini tanıması ve kendi kendini yönetmesi için ona im­kan  tanınmalıdır.
4- Duygularına farklı, davranışlarına farklı tutum izlenmelidir.
5- Bilinçsiz taklid muhakkak sağlanmalıdır.
6- Duygusal yakınlık gösterilmeli ve çocuk desteklenmelidir.
7- Öğrenme, olayların tabii sonuçlarına bırakılmalıdır.
8- Cezalandırma  önem verdiği  bir  şeyden yoksun  bırakarak gerçekleştirilebilir. (Hayatî durumlar hariç)
9- Çevreden tecrit edilebilir.
10- Dövülebilir.
Yoksun bırakma cezasında sürenin etkileyici oluşuna ve gad­darlık ve aşırılık olarak yorumlanacak kadar hayati derecede önem verdiği hususları kapsamamasına dikkat edilmeli, ayrıca verilecek cezanın işlenen suç ile bağıntılı olması göz önüne alın­malıdır. Tutarlılık göstermek ve suç ile ceza arasında zaman aşımı meydana getirmemek diğer dikkat edilecek hususlardandır.[91]
Ceza konusunda en iyi yol, çocuğu ceza alacak hale düşmeden, önceden tedbir alarak onun bu tür davranışlarına engel olmaktır. Tabii böyle bir durum oluşturmanın imkansız denecek kadar zor olduğunu da hemen belirtmek gerekir..
Kur'an'da çocuklara verilecek ceza ile ilgili bir ayete rastlan­maz. Ancak bu konuda genel prensipler vaz' edilmiş, böylece ce­zaya eğitsel bir kavram olarak yer verilmiştir. Kur'an'da cezalan­dırma manasına ceza kelimesi 22 yerde geçmekte, bu kelimelerden türeyen aynı anlamdaki kelimeler 30 yerde, ıkab kelimesi ise 20 yerde geçmektedir. Böylece toplam 72 yerde cezalandırmadan bah­sedilmektedir. Mükafata göre cezanın daha az geçmesi Kur'an'ın temel metodunun mükafat olduğu, cezanın ise ancak son çare ola­rak ortaya sürüldüğü yolunda bir kanaat uyandırmaktadır. [92]
Öyle ise cezalandırma yöntemine geçmeden onun yerine kulla­nılabilecek yöntemlerin denenmesi, Kur'an mantığına da uygundur. Ceza, iyi bir alışkanlığı kazandırmadan çok, genellikle kötü davranışları engellemek için kullanılır. Kötü bir davranışı engellemek için cezaya başvurmadan alınabilecek bazı tedbirler vardır. Bunlar şöyle sıralanabilir:
a) Davranışı önleyici açıklamalar yapmak
b) Çocuğun içinde bulunduğu fizik çevrede değişiklikler yap­mak
c) Davranışı terketmede örnek olmak
d) İyi alışkanlıkları geliştirmesine yardımcı olmak
a) Olumsuz davranışın nedenlerini bulmak
b) Olumsuz davranışa nötr veya olumlu alternatifler sunmak
c) Olumsuz davranışa (duygusal ortamı bozduğu yolunda) tep­kiyi söz ile belirtmek
a) Olumsuz davranışın sonuçlarını göstererek pişmanlık duymasını sağlamak
b) Olumsuz davranışın sonuçlarını ona yaşatmak[93]
Kur'an'a göre cezalandırma fiili için, aşağıdaki bağlantının tamamlanması şarttır. [94]
Bilgi + Sorumluluk ------- Ceza
Bu bağlantıya göre bilgi verdiğimiz hususlarda, kişiyi sorumlu tutabiliriz. Bilgi verdikten sonra sorumluluğunu yerine getirmeyene ceza verebiliriz. Bu konuda Kur'an'da birçok ayet mevcuttur. Ayrıca, kıssalarda da bu hususa temas edilmektedir. [95] Şimdi bu ayetlerden birinin üzerinde duralım:
"Allah (c.c.), bir kavme hidayet ettikten sonra, sakınacakları şeyleri apaçık bildirinceye kadar onlar(ın) sapıklığına (hükm) edecek değildir. Şüphesiz ki Allah (c.c.) herşeyi hakkıyla bilen­dir." [96]
Ayetin sorumluluk hakkında ortaya koyduğu kesin çizgiler şunlardır:
1) Sorumluluğun meydana gelmesi için o konuda geniş açıkla­maların yapılmış olması ve kişinin o mevzuu etraflıca öğrenmiş olması gerekir.
2) Bilgiden önce yapılmış, yanlış hareketlerden dolayı insan so­rumlu tutulamaz.[97] Bu hususta "düşünsün ve bulsun" gibi hükümler ileriye sürülemez. Çünkü insan aklıyla yalnız Allah'ın (c.c.) varlığını ve birliğini bulmakla yükümlüdür. Bunun dışında hangi konuda olursa olsun  kendisine bilgi verilmeden sorumlu tutulamaz.[98]
Öyle ise ceza, ancak, hata olduğu bilinerek şuurlu olarak yapı­lan hareketlere verilebilir. Özellikle çocuğun şuursuzca yaptığı ha­reketler cezalandırılmaz. Ayrıca ceza verirken çocuğa, bu cezaya niçin maruz kaldığı da anlatılmalıdır. Böylece çocuk cezayı hakettiğine ikna edilmelidir. Çünkü, otoriteye ve itaate kalben değer vermeyen çocukta pasif direnme meydana gelir.[99] Kayıtsızlık, yalancılık ve umursamazlık huylarını kazanır. Giderek cezaya alışkanlık kesbeder. Böylece cezanın iradeye olan direkt tesiri yok olur. Bunun sonucu iyi ve etkili bir eğitim aracı, olumsuz davranış­ların ortaya çıkmasının sebebi olur.
Ayrıca ceza verirken çocuğun yaşı, bedenî ve psikolojik du­rumu, cezanın şekli, miktarı ve özellikle gayesini dikkate almak gerekir.[100] Kızgınlığı gidermek ve öfkeyi yatıştırmak için ceza verilmez. Cezanın gayesi eğitmektir. Bu iki husus, malesef bir çok ana baba ve eğitici tarafından karıştırılmaktadır.
Cezanın ölçüsü de Kur'an'da şu şekilde konmaktadır,
"Eğer ceza vermek isterseniz, size yapılanın aynı ile mukabele edin," [101]
Verilecek cezanın ölçüsü işlenen suçla orantılı olmalı, kesin­likle suçun boyutlarını aşmamalıdır. Çünkü ceza konusunda ada­let, onun ancak suçun misli olması, bu sınıra tecavüz edilmemesi ile elde edilir. Eğer suçun üzerine çıkarsa, fazla kısım zulümdür. Zulüm ise haramdır.[102] Ve yasaktır. Böyle bir tutumun eğitim değeri de yoktur.
Ayet ayrıca verilecek ceza ile yapılan suç arasındaki bağıntının kurulması kuralına[103] da dikkat çekmektedir. Çocuk, olumsuz davranışın sonuçlarını yaşayacak şekilde cezalandırılmalıdır. [104]
Ayette zikri geçen cezanın, suçun misli (aynı) olması kavramı, bazı eğitimcilerin ileri sürdüğü (tabiî ceza) kavramına da yakın bir sistemdir.[105] Bu sistemde insaf, edep ve güzellik gibi iyi huylar şefkat, merhamet gibi insani duygular başlıca temellerdir. Ancak, amacına  ulaşabilir.
Ceza, itaate alıştırma, itaati meydana getirme metodudur. Ancak, itaat etmesini bilen kişi muhatabına itaat telkin edebilir. Kendi kendini idare edebilen kişiler emretmesini bilirler.[106] Öyle ise, çocuğun kendi kendini ve zamanı gelince de başkasını idare edebilmesi için itaatkâr davranışları benimsemesi gerekir. Eğer bu önemli şart çocukta kendiliğinden oluşmuş veya doğuştan gelmiş ise, artık o çocuk için ceza verme metoduna başvurmanın gereği yoktur. Fakat çocuğun davranışlarında, ne doğuştan, ne de daha sonra oluşmuş, itaatkâr bir tutum görülmüyorsa, onda cezaya başvurmak suretiyle itaatkâr temayüller oluşturmak eğitimcinin görevidir. İtaatkâr temayüllerden maksat, dış görünüş itibariyle di­sipline olmak demek değildir. Disiplin ve otoriteyi çocuğun benli­ğinde hissetmesi, bunun yararına inanması ve bu duygular sebe­biyle olumsuz bazı davranışlardan vazgeçmesidir. Aksi takdirde eğitimle ceza kavramlarının yan yana gelişi son derece çirkin bir manzara sergiler.[107] İşte bu görüntüden dolayı bir çok pedagog, eğitimi, eğitmek maksadı ile çocuğu rahatsız etmek suçu gibi gör­müşler, eğitimciyi, çocuğun tabii hareketlerine müdahaleden men etmek istemişlerdir. [108]
Ceza konusundaki bütün bu düşünceler eğitim hususunda bir nevi gelişme olarak kabul edilmiş bile olsa, bunlar bize otorite de­nen o kuvvetlendirici tadı kaybettirmemelidir. Yoksa ailede eğitim zayıflar ve tatsızlaşır. Baskı yolu ile kişiliğin gelişmeyeceğini, bi­lakis, ferdi, büyük tehlikelere sürükleyeceğini iddia ederek, en iyi eğitimin hiç bir şeyi yasaklamayarak, öğütler vermeden, teşvik etmeden, haylazlıkta çocuğa müdahele etmeden, tam bir hürriyet içinde yetiştirmek olduğunu ileri sürenler; kastettikleri anlamda bir hürriyet disiplininin gelişmesini, insanın manevi hayatının derinliklerinde yatan ve ancak, ferdi yapımızın ve ferdiyetçiliği­mizin basit isteklerine karşı koyarak, sağlayabileceğimizi, aksi halde gerçek kişiliğimizi, menfaatlerimizin tutsağı olarak geliş­tirmemize sebep olabileceklerini unutmamalıdırlar. İnsan ferdi­yetçi tutkularına kendi kendine gem vuramaz, dış müdaheleye ih­tiyaç duyar.
Otoritenin üç yönlü bir eğitim değeri vardır.
1- Otorite, disipline etmek suretiyle, çocuğun zaaf ve kaprisle­rine göre hareket etmesini önler. Ona dıştan gelen bir engel çıka­rır.
2- Çocuğun aile içindeki yerini belirler.
3- Çocuğa kendine hakim olmayı öğretir. İradesini kuvvetlendi­rir. Böylece hürriyetten doğan şımarıklığın tutsağı olmasını önler.
Fakat gene de bu avantajlar, bize, otoriteyi zulme götürme hak­kını vermez. Hele hele aile yuvasındaki sıcaklık ve şefkat duygu­larının oluşturduğu ortamı yok etmemizi hiç gerektirmez. Eğitim olayında ferdi özellikleri ve şefkat duygularını göz ardı etmek, eğitsel faaliyetleri öldürür. Şurası hiç hatırdan çıkarılmamalıdır ki: çok ağır otorite altında zayıf kişilikler, zahiren boyun eğer, kuvvetliler ise, gittikçe sertleşir. Bu soğuk ortamda hiçbir zaman iyi tohumlar yeşermez.[109]
Bundan dolayıdır ki otorite ile boyunduruğun, ceza ile zulmün, hürriyet ile şımarıklığın çok hassas olan dengelerini iyi belirle­mek, birinin esprisini elde etmeye çalışırken diğerinin hududuna girmemeye kesinlikle dikkat etmek gerekir. Yoksa cezalandırmak suretiyle engel olmayı umduğumuz, yanlış davranışlar, kayıtsız­lıklar ve dikkatsizlikler tekrarlanır kötü alışkanlıklar yerleşir. Böylece amaçlarımızı gerçekleştiremeyiz.[110] Çünkü bu tutum çocuğun kafasında, yapılan hata ile cezadan dolayı duyulan acı arasında, kurulması gereken bağ ve çağrışımı ikinci plana atıp, inat ve kızgınlık gibi duyguları ön plana çıkartır. Böylece elde etmeyi arzuladığımız sonucu gerçekleştiremez, sadece çocuğa eziyet et­mekle kalmış oluruz.
Ceza verilirken dikkat edilecek hususlar şu başlıklarda topla­nabilir:
1- Çocuk aşağılanmamalıdır.
2- Tehdit edilmemelidir.
3- Rüşvete alıştırılmamalıdır.
4- Çocuktan söz alınmamalıdır.
5- Aşırı koruyuculuktan kaçınılmalıdır.
6- Söz gereksiz yere uzatılmamalıdır.
7- Körü körüne itaat ve anında söz dinleme beklenmemelidir.
8- Aşırı hoşgörü ve aşırı şımartmaya meydan verilmemelidir.
9- Tutarsız kural ve sınırlamalardan kaçınılmalıdır.
10- Yaşa uygun olmayan kurallar konmamalıdır.
11- Çocukta suçluluk duygusu uyandıracak disiplin yöntemle­rine  başvurulmamalıdır.
12- Bir davranış sonunda engellenemeyecekse çocuktan başlangıçta istenmemelidir.[111]
Ayrıca çocuk ve ceza yan yana getirildiğinde İslam hukukçula­rının ve eğitimcilerinin şu ilkeleri ortaya koyduğu bilinmelidir.
a) Çocuk, yaşı itibarı ile sorumlu tutulamaz.
b) Küçük çocuklara bedensel ceza uygulanamaz.
c) Bedensel cezaya başvurulursa, bunun amacı sadece eğitmek olmalıdır.
d) Vurulacak yerler sınırlandırılmıştır.
e) Vurma miktarı sınırlandırılmıştır.
f) Vurma aletleri sınırlandırılmıştır. [112]
Birbirleriyle çok yakın etki-tepki ilişkileri içinde olan ceza ve hürriyet kavramları, hassas ve karmaşık yapılarından dolayı pe­dagoglar arasında bir takım görüş ayrılıklarına sebep olmuştur. Ceza konusundaki değişik fikirler, bu gün de devam ederken, hü­manist filozof ve pedagogların gayretiyle bir ceza nevi olan daya­ğın eğitim aracı özelliği taşımadığı kaide olarak kabul edilmiş ve dayak eğitsel faaliyetlerden çıkartılmıştır.
Kur'an'da çocuğa dayak atılması ile ilgili bir tavsiye mevcut olmadığı gibi Kitab-ı Mukaddes'te bahsedilen  "disiplin sopası"[113] gibi bir kavrama da yer verilmemiştir. Ceza konusundaki hüküm ise şudur.
"Eğer ceza vermek isterseniz, size yapılanın aynı ile mukabele edin. Sabrederseniz andolsun ki bu sabredenler için daha iyidir."[114]
Ayete göre yapılan bir hatayı cezalandırma hareketinin eğitim değeri taşıyabilmesi için, ceza, hatanın misli veya benzeri olmalı­dır. Kesinlikle hatayı aşmamalıdır. Daha iyi sonuç verecek hareket ise, sabredip, o hatayı affedebilmektedir.
Cezaya bu şekilde esnek bir ölçü konması onun karakteristiğin­den gelmektedir. Cezanın yapısı bizi esnek bir tutuma mecbur et­mektedir. Bundan dolayı Kur'an'da mutlak ceza veya mutlak af diye bir ölçü konmamıştır. Eğer çocuğun eğitimine yararı olacaksa, hataya göre bir ceza verilmeli, aksi takdirde af yoluna gidilmeli­dir.
Kur'an'ın ceza karşısındaki bu esnek tutumu İslam eğitimcile­rine de adeta yansımıştır. Onların içinde, belirli şartlarda cezaya izin verenler olduğu gibi cezaya karşı olanlar da vardır. Birinci grubun içinde yer alan İbn Sahnun, belirli suçlara on vuruşa kadar ceza verilebileceğini, Kur'an okumadaki hataların ise en çok üç vuruşla cezalandırılabileceğini söylemektedir. Yiyecek ve içecek­ten mahrumiyet cezasının verilemeyeceğini söyleyen İbn Sahnun, öğretmenin cezalandırmasının zulüm boyutlarına hiçbir zaman vardırılmamasını istemektedir.
İbn Sahnun'un bu konudaki takibçilerinden Kabisî, her çareye başvurduktan sonra, amaç elde edilmezse son olarak dayağa başvu­rulabileceğini belirtmektedir.
İbn Mıskeveyh ise suç işleyen çocuğun, ilk seferinde affedilme­sini, ikinci seferinde dikkatinin çekilmesini ve azarlanmasını, daha sonra kulağının çekilmesini ve sonunda hafifçe dövülmesini tavsiye eder. Eğer bu da fayda etmezse, çocuğun bir müddet kendi haline terk edilmesini ister.
Büyük İslam düşünürü Gazali de dayağa son çare olarak başvu­rulabileceğini kabul eder. İbn Kayyım el-Cevzi de on vuruşluk sı­nıra riayet eden bir tutum izler. [115]
Dayak konusunda nisbeten radikal sayılabilecek görüşü ise İbn Sina ileri sürmektedir. İbn Sina, tenbih, kınama, azarlama gibi usullerden sonra tavsiye ettiği dayağı, az fakat etkili (acıtıcı) keli­meleri ile tarif eder. Dayağın şiddetinin ölçüsünü çocuğun kafa­sında bundan sonrakinin daha da şiddetli olacağı yolunda bir fikir uyandıracak boyutlarda olması olarak tayin eder.[116]
Bu eğitimcilerden farklı olarak cezaya ve özellikle dayağa karşı olan eğitimciler de vardır. Bunlardan Maverdi, İbn Haldun, Taşköprizade, Erzurumlu İbrahim Hakkı sayılabilir.
Din eğitiminde mükafat ve cezanın etkileri son yıllarda bir an­ket araştırmasına konu edilmiştir. M. Emin Ay'ın gerçekleştirdiği bu araştırma hem okul hem de aile bazında yapılmıştır. [117]
Cezayı gerektiren konular, hiçbir surette mükâfat vererek halle­dilmeye çalışılmamalıdır. Cezanın en ileri noktası olan dayağın eğitimciler tarafından olumsuz karşılanması, onu, mutlak an­lamda mahkum etmek anlamma alınmamalıdır. Dudson, böyle bir anlayışın modern eğitimi bilmemek olduğunu söyler. "Dayağın her türlüsünün çocuğa faydasını hiç kimse ileriye sürmez. Fakat özel­likle saldırgan çocukların dövülmeden iyi yetişeceğini söylemek de pek yerinde değildir. Böyle bir kanaatle yetiştirilen çocuğun psiko­lojik açıdan sağlıklı olacağını söylemek bir hayli zordur"[118] der. Ona göre dövme, gaddarlık ve sadistlikten uzak olmalı. Çocuğu aşağılayıcı biçimde olmamalıdır. Vururken yüz yerine kaba etler tercih edilmeli, ve dayak sınırlı tutulmalıdır. [119]
Dudson ayrıca kızgınlıkla çocuk dövmeyi de tasvib ettiğini, si­nirlerin yatışmış olduğu bir zamanda atılacak dayağa çocuk tara­fından hiç bir anlam verilemeyeceğini ileri sürer. Biz bu kanaati taşımıyoruz. Çocuğu anne-babanın öfke boşaltma hedefi haline geti­recek bu düşünce, anne-baba-çocuk ilişkilerini zedeler. Onun için sinirli ve kızgın halde çocuğu dövmenin faydalı olacağını sanmı­yoruz. Zaten dayağa eğer ona gerçekten ihtiyaç duyarsak başvurabi­leceğimiz bir araç olarak bakmak herhalde en doğru tavırdır. Dudson'da kitabının bir yerinde çocuk dövmenin anne-babanın ku­suru olduğunu itiraf etmekte "Hiç kusursuz anne-baba olsak, çocuklarımızı dövmememiz gerekir." der.[120] Yörükoğlu da modern eği­timin dayağı reddettiğini ama kendisinin kişisel olarak dayağı, zaman zaman başvurulduğunda faydalı olarak bir usul olarak gör­düğünü söyler. [121]
Eğitimde cezanın insandaki korku psikolojisi üzerine oturtul­duğunu biliyoruz. Din eğitiminde ayrıca çocuk için onu korkutma­nın bir yöntem olduğunu düşünen anne-babaların varlığı da bili­nen bir gerçektir. Çocuğu gizli güçlerle özellikle cehennem ve ateş korkusu ile Allah'ın azabı, çarpması, taş yapması gibi esrarengiz tehditlerle korkutarak eğitmeye çalışmanın yanlışlığı; sevgi, şef­kat, rahmet ve merhamet peygamberinin getirdiği dinin eğitim il­kelerine olan zıtlığından açık seçik ortaya çıkmaktadır. Bu tutum, dini, bir sevgi halesi olmaktan çıkarıp bir korku heyulası haline dönüştürmektedir. Bu alanda işlenebilecek cinayetlerin en büyüğü rahmeti ile kainatı kuşatan Yüce Varlığın, bir korku sembolü ha­line dönüştürülmesidir.
Bu noktada ölüm korkusuna da temas etmek gerekmektedir. Din olgusu bir bakıma insanın en büyük korkusu olan ölüm korku­sunu aşmak ve yenmek içindir. Ölüm korkusu ve onun oluşturduğu bırakılmışlık, yalnızlık, çaresizlik, boşlukta kalma gibi korku ve endişelerin en etkili karşıtı din duygusudur. Din, bunların gide­rilmesi için kullanılır. Ölüm ötesi hayat sadece dinde vardır. Öyle ise eğitimde din ile ölüm korkusu özdeşleştirilerek kesinlikle yan-yana getirilmemelidir. Din duygusu, bu korkuları yenerek yaşama sevincine kaynaklık işlevini yüklenmiştir. Eğitimde de onun bu özelliği öne çıkarılmalıdır. [122]



[1] Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları: 89.
[2] Araf, 7/172
[3] Taha, 20/115.
[4] Zariyat, 51/56.
[5] Mülk, 67/2; Hud, 11/7.
[6] Ahkaf, 46/13.
[7] Zihin ve duygu eğitimi konusunda geniş bilgi için bak. Yaşar Fersahoğlu, Kur’an’da Zihin Eğitimi, s. 7-37, 358-371.
[8] B. Bayraklı İslamda Eğitim, s. 110.
[9] Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları: 89-81.
[10] Fussılet, 41/53.
[11] Bakara, 2/164; Ali İmran, 3/190.
[12] Y.Ş. Yavuz, Kur'an'ı Kerim'de Tefekkür ve Tartışma Metodu, s. 93-94.
[13] Bakara, 2/260
[14] Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları: 81-82.
[15] Kıyame, 75/14
[16] Zariyat, 51/20-21
[17] Casiye, 45/4.
[18] Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları: 82.
[19] Gaşiye, 88/17-20.
[20] Ra'd, 13/3-4; Yunus, 9/5-6; Nahl, 16/11-13, 66-68, 79; Müminun, 23/21; Şuara, 26/7; Casiye, 45/4; Mülk, 67/19.
[21]  Ra'd, 13/16-19. Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları: 83.
[22] Yusuf, 12/7; Müminun, 23/30; Ankebut, 29/35.
[23] Müminun, 40/21; Ali İmran, 3/137; Enam, 6/11; Yusuf, 12/109; Nahl, 16/36; Neml, 27/69; Rum, 30/9; Fatır, 35/44; Muhammed, 47/10
[24] B. Bayraklı, İslam’da Eğitim, s. 232-266. Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları: 83.
[25] Bakara, 2/30-31-32.
[26] H. Yazır, H. Dini K. Dili, c. I, s. 309-310
[27] N. el-Attas, Islamî Eğitim, s. 48-49
[28] Zümer, 39/9
[29] Patır, 35/28
[30] Taha, 20/114.
[31] Rum, 30/29.
[32] Ra'd, 13/37.
[33] M. Çağrıcı, Gazalî'ye Göre İslam Ahlakı, s. 84-85-104. Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları: 84-86.
[34] İ. Canan, Hz. Peygamber'in Sünnetinde Terbiye, s. 275.
[35] İsra, 17/53
[36] Nahl, 16/125.
[37] M. Vehbi, H. Beyan, c. VII, s. 2922.
[38] Vakıa, 56/81.
[39] Zümer, 39/23.
[40] Taha, 20/2-3.
[41] Kamer, 54/17.
[42] A. Dodurgah, İbn Sina Felsefesinde Eğitim, s. 172-173.
[43] İsra, 17/28.
[44] İbrahim, 14/52; Sa'd, 38/29.
[45] İbrahim, 14/24-26.
[46] Taha, 20/44.
[47] Y.Ş. Yavuz, K.K. de Tefekkür ve Tartışma Metodu, s. 124.
[48] Lokman, 31/19.
[49] Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları: 86-90.
[50] C Savard, Çağdaş Pedagoji’den Seçmeler, s. 65
[51] C. Savard, a.g.e., s. 65.
[52] A.T. Jersild, Çocuk Psikolojisi, s. 610
[53] Lokman, 21/15.
[54] Yavuz, Kerim, Çocukta Dini Duygu ve Düşüncenin Gelişmesi, s. 144
[55] M. Çamdibi, Şahsiyet Terbiyesi ve Gazali, s. 77.
[56] M. Çamdibi, a.g.e., s. 78.
[57] A.T. Jersild, Çocuk Psikolojisi, s. 601.
[58] K. Yavuz,  Çocukta Dini Duygu ve Düşüncenin Gelişmesi, s. 148-149.
[59] Burada özellikle sinema, tv. basın gibi kitle iletişim araçlarındaki kahramanlarla çocuklar arasında meydana gelebilecek olan aynileşme olayına dikkat çekmek istiyoruz. Genellikle güçlü, kuvvetli ve itibarlı kişilikleri yansıtan bu kişiler, çocuğun hayal dünyasına girdiği andan itibaren aynileşme mekanizması çocuğu onların davranışlarına kanalize eder. Bundan dolayı bu kişilerin çocuk üzerindeki etkisinin müsbet olmasına dikkat edilmelidir.
[60] Ahzab, 33/21.
[61] H. Yazır, H. Dini K. Dili, c. VI, s. 3883.
[62] B.  Bayraklı, İslamda Eğitim, s. 159
[63] H.R. Öymen, Eğitim Psikolojisi, s. 104.
[64] C.  Savard, Çağdaş Pedagojiden Seçmeler, s. 89.
[65] Saf, 61/2.
[66] Bakara, 2/44.
[67] H. Yazır, H. Dini K. Dili, c. I, s. 338.
[68] H. Yazır, a.g.e., ayın yer.
[69] L. Navaro, Beni Duyuyor musunuz? s. 41
[70] Fussılet, 41/33
[71] H. Yazır, H. Dini K. Dili, c. VIII, s. 4207
[72] M. Vehbi, H. Beyan, c. VII, s. 5060.
[73] Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları: 90-95.
[74] M.E. Ay, Din Eğitimi ve Öğretiminde Mükafat ve Ceza, s. 41.
[75] Kınalızade, Ahlâk-ı Alâî, s.  116.
[76] Rum, 30/44-45.
[77] Bakara, 2/261.
[78] M. Vehbi, H. Beyan, c. I, s. 487
[79] L. Navaro, Beni Duyuyor musunuz?, s. 35
[80] F. Kanat, Kısaltılmış Pedagoji, s. 84.
[81] F. Kanat, a.g.e., s. 78.
[82] Araf, 7/94-95.
[83] H. Yazır, H. Dini K. Dili, c. III, s. 2218-2219.
[84] Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları: 95-98.
[85] İ. Canan, Hz. Peygamber'in Sünnetinde Terbiye, s. 285.
[86] A.T. Jersüd, Çocuk Psikolojisi, s. 373
[87] F. Kanat, Kısaltılmış Pedagoji, s. 71.
[88] Ceza, bir bakıma sosyal hayatın zorunlu bir fonksiyonudur. Dış düzeni korumak için cezaya başvurulması tabiîdir. Zira, cezanın yarattığı korku ve acı sayesinde çocuklar anti-sosyal hareketlerde bulunmaktan ve toplumun rahatını kaçırmaktan çekinirler (F. Kanat, Kısaltılmış Pedagoji, s. 71). F. Dodson, Çocuğunuzu Tanıyor musunuz?, s. 17-18; A. Yörükoğlu, Çocuk Ruh Sağlığı, s. 155.
[89] L. Navaro, Beni Duyuyor musunuz?, s. 37-38, 60-63.
[90] L. Navaro, a.g.e., s. 66.
[91] F. Dodson, Çocuğunuzu Tanıyor musunuz?, s. 201-226.
[92] M.E. Ay, Din Eğitimi ve Öğretiminde Mükafat ve Ceza, s. 43.
[93] L. Navaro, Beni Duyuyor musunuz?, s. 40 *7
[94] B. Bayraklı, Islâmda Eğitim, s. 169.
[95] Bak, Adem, Nuh, Hud, Salih, Şuayb peygamberler ve Fravun, Karun kıssa­ları.
[96] Tevbe, 9/115; Enam, 6/131, İsra, 17/15.
[97] H.B. Cantay, Kur'an-ı Hakîm ve Meali Kerim, s. 300 (dipnot)
[98] M. Vehbi, H. Beyan, c. V, s. 2136.
[99] F. Kanad, Kısaltılmış Pedagoji, s. 51.
[100] İ. Canan, Hz. Peygamber'in Sünnetinde Terbiye, s, 287-288.
[101] Nahl, 16/126.
[102] M. Vehbi, H. Beyan, c. VII, s. 2924.
[103] F. Dodson, Çocuğunuzu Tanıyor musunuz?, s. 225.
[104] L. Navaro, Beni Duyuyor musunuz?, s. 38.
[105] J.J. Rousseu, Emil, s. 63.
[106] J. Leiff, G. Rustin, Genel Pedagoji, s. 129
[107] J. Leiff, G. Rustin, a.g.e., s. 132.
[108] J. Leiff, G. Rustin, a.g.e., s. 136.
[109] C. Savard, Çağdaş Pedagojiden Seçmeler, s. 152
[110] F. Kanat, Kısaltılmış Pedagoji, s. 71.
[111] F. Dodson, Çocuğunuzu Tanıyor musunuz?, s. 227-234.
[112] M.E. Ay, İslam Hukuku Kaynaklarına Göre Pedagojik Açıdan Çocuk Eğitiminde Dayak Cezasına Getirilen Sınırlamalar, Uludağ Üni. İlahiyat Fak. Dergisi, c. III, s. 225.
[113] "Çocuktan te'dibi esirgeme.
Çünkü onu değnekle döversen ölmez.
Onu değnekle döversin.
Ve canını ölüler diyarından kurtarırsın."
Kitab-ı Mukaddes, Süleyman'ın Meselleri Bab, 23, Ayet 13-14.
"Değnek ve te'dib hikmet verir.
Fakat kendi haline bırakılan çocuk anasını utandırır. "
Kitab-ı Mukaddes, Süleyman'ın Meselleri, Bab; 29, Ayet 15.
Protestanlığın  kurucusu Lüther,  çocuğun  yaramazlıklarını ancak dayağın önleyeceğini söyleyerek, Kalvenizmin temsilcisi Wesley, çocuğun iradesini kırmak için günde on defa kırbaçlanabileceğini söyleyerek dayağı savunmuşlardır.
[114] Nahl, 16/126.
[115] M.E. Ay Din Eğitimi ve Öğretiminde Mükafat ve Ceza, s. 50-55.
[116] A. Dodurgalı, İbn Sina Felsefesinde Eğitim, s. 178.
[117] Geniş bilgi için bak. M. Emin Ay, Din Eğitim ve Öğretimindede Mükafat ve Ceza.
[118] F. Dodson, Çocuğunuzu Tanıyor musunuz?, s. 17-18
[119] F. Dodson, a.g.e-, s. 221.
[120] F. Dodson, a.g.e., s. 222.
[121] A. Yörükoglu, Çocuk Ruh Sağlığı, s. 155.
[122] Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi, İfav Yayınları: 98-109.