ÇOCUĞUN SÜNNET EDİLMESİ VE SÜNNET AHKAMI
1- Sünnetin Manası ve Türediği Kök:
Hitan, sünnet eden kişinin yaptığı işe denir. Nizal ve kıtal kelimeleri gibi mastardır. Sünnet edilen yere de bu isim verilir. Hadis-i şerifte:
“İki hitan (sünnet mahalli) birbirlerine kavuştuğu zaman gusül vacip olur, şeklinde geçmektedir.
Kadınların sünnet olmasına "Hafd" denir.
Erkekler için "Hitan" kelimesinin yanısıra "İzar" kelimesi de kullanılır. Sünnetsiz kişilere ağlef veya aklef denir. İ'zar kelimesi kız ve erkek için ortak olarak da kullanılabilir.
Cevheri, Sıhah adlı eserinde diyor ki:
"Ebu Ubeyde şöyle der:
Sözleri, Onları sünnet ettim anlamına gelmektedir. sözü de aynı anlamdadır. Fakat çoğunluk kızlar için
"kızı sünnet ettim" sözlerini kullanmışlardır.
Kulfe ve Gürle: Sünnet için kesilen deri parçasına verilen isimdir."
Cevheri devamla diyor ki:
"Araplar; çocuk, ayırı parlak olduğu bir gece de doğduğu zaman, kesilecek sünnet derisinin büzülerek sünnetli bir hale geldiğini iddia ederlerdi.
Kişinin sünnet mahalli; haşefe (kamışın ucu) nin alt kısmındaki yuvarlak olan kenardır. Bu organın ferce girip kaybolması neticesinde 300 den fazla hüküm terettüp eder. Bir alim bu hükümleri toplamış ve 392'ye kadar ulaştırmıştır.
Kadının sünnet mahalline gelince, bu da fere üzerindeki horoz ibiğine benzer bir deri parçasıdır. Kamışın ucu ferce girip kaybolduğu vakit erkeğin sünnet mahalliyle kadınınki aynı hizaya gelirler. Aynı hizaya geldiklerinde ise karşı karşıya gelmiş olurlar. Nitekim birbirlerine tamamen bitişmeseler de aynı hizaya gelen iki atlıya "iltika" ettiler, yani "karşı karşıya geldiler" denir.
Hülasa; hitan, sünnet mahallinin adıdır. Bu da, kesimden sonra kalan deridir. Hitan aynı zamanda sünnetçinin yaptığı işe de denir. Sivak kelimesi de buna benzer. Sivak, misvak olarak kullanılan aletin ismidir. Misvak ile diş temizleme ameliyesine de sivak adı verilir. Akika kelimesi akika yemeği anlamında kullanıldığı gibi, hitan kelimesi sünnet yemeği yerine de kullanılabir. [2]
2- Halil İbrahim Ve Sonraki Peygamberlerin Sünnet Olmaları:
Ebu Hureyre'den rivayet edildiğine göre, Rasûl-u Ekrem (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:
"İbrahim (a.s.) seksen yaşında iken kendisini keser ile sünnet etti." [3]
Buhari "Hadiste geçen bir yer ismidir" demiştir. Mervezi diyor ki:
"Ahmed b. Hanbel'e:
"Hz. İbrahim (a.s.) kendisini keser ile mi sünnet etti?" diye sorulunca:
"Evet, keserin ucuyla dedi"
Ebu Davud, Abdulah b. Ahmed ve Harb, Ahmed Hanbel'e hadisinin manasını sordular.
Ahmed b. Hanbel de:
“Kadum, bir yer ismidir, diye cevap verdi.
Diğer alimler ise bunun bir alet ismi olduğunu söylemişler ve şairin şu sözünü delil getirmişlerdir:
"Dedim ki keseri bana emanet verin, belki ben,
Onunla şanlı beyaz (kılıç) için bir kabir kazarım."
Diğer bir taife de şöyle demiştir:
"Kadum şeklinde rivayet edenlere göre bir yer ismi kaddûm şeklinde rivayet edenlere göre ise bir alet ismidir."
Hz. İbrahim'in sünnet olma kıssası, bir kısmı çelişki vehmettiren farklı metinlerle rivayet edilmiştir. Hakikâtte hamdolsun hiçbir çelişki yoktur. Bu rivayetler şunlardır:
"Ebu'z-Zinad, el-Arac'dan, o da Ebu Hureyre'den 'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
“İbrahim, 80 yaşında iken keserle sünnet olmuştur" [4]
Başka bir rivayette ise:
“İbrahim, 80 yaşından sonra keserle sünnet oldu, denilmiştir. Yahya b. Said, İbn-i Aclan'dan, o da babasından, o da Ebu Hureyre'den aynı hadisi rivayet etmiştir.
Yahya "kadum" keser demektir, "demiştir.
Nadr b. Şümeyl diyor ki:
"Yani keser ile sünnet oldu."
Nadr'a "Kadüm’un Şam'da bir şehir adı olduğu söylendi. Fakat bunu kabul etmeyip kendi görüşünde ısrar etti.
Cevheri şöyle diyor:
"Kadum, kazı yapılan bir alettir. İbn-i Sikkit "kaddüm" şeklinde telaffuz edilmemesi gerektiğini söylemiştir."
"Kadum, aynı zamanda bir yer ismidir."
Sahih görüşe göre ise, hadiste geçen "kadüm" bir alet ismidir. Zira, Beyhaki'nin rivayet ettiği bir hadis şöyledir:
"Ebu Abdullah Hafız ile Ebu Said b. Ebi Amr Ebul-Abbas Muhammed b. Yakub'dan o da Muhammed b. Abdullah'dan o da Ebu Abdurrahman Mukri'den o da Musa b. Ali'den o da babasından rivayet ettiğine göre, Halil İbrahim (a.s.), seksen yaşında iken sünnet olmayla emrolundu ve acele davranarak kendini keser ile sünnet etti. Sonra şiddetli ağrı hissederek Rabbine niyazda bulundu. Allah da ona:
“Biz sana hangi aletle sünnet olacağını emretmeden sen acele ettin,” diye vahyetti. İbrahim:
"Ya Rabbi! Senin emrini ertelemeyi hoş görmedim, dedi." Diğer bir rivayet şöyledir:
"İsmail 13 yaşında, İshak ise bir haftalık iken sünnet olmuşlardır."
Hanbel diyor ki:
"Asım, Ebu Üveys'den o da Ebu Zinad'dan o da Arac'dan o da Ebu Hureyre'den Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
“İlk sünnet olan kişi İbrahim'dir. 120 yaşında iken keserle sünnet olmuş ve bundan sonra 80 yıl daha yaşamıştır.
Fakat bu hadis zayıftır. Çünkü bu hadisi Yahya b. Said, Said b. Müseyyeb'den o da Ebu Hureyre'den rivayet etmiştir.
Bununla birlikte mezkur hadis, Ebu Üveys Abdullah b. Abdillah el Medeni'nin rivayetleridir. Müslim sahihinde onu hüccet kabul ederek ondan rivayette bulunmuştur. Ayrıca 4 sünnet sahibi de ondan rivayet etmişlerdir. Ebu Davud "Onun hadisleri sağlamdır" demiştir.
Onun hakkında İbn-i Main'den farklı şeyler rivayet edilmiştir. Düri, İbn- Main'den "Ebu Üveys'in hadisinde zayıflık. “vardır, dediğini rivayet etmiştir.
İbn-i Main'in onu sika kabul ettiği de ayrıca rivayet edilmiştir.
Fakat Mugire b. Abdurrahman, Şuayb b. Ebi Hamza ve diğerleri, Ebu Üveys'in rivayetinin tam zıddını Ebu Zinaddan rivayet etmişlerdir. Bu da "Sahih" sahiplerinin rivayet ettikleri "İbrahim 80 yaşında iken sünnet oldu" hadisidir ki, doğruya daha yakındır. Bu da önceki merfû ve mevkuf rivayetlerin zayıf olduğunu göstermektedir.
Bazıları şöyle diyerek buna cevap vermişlerdir:
"Her iki rivayet de sahihtir. İki hadis arasındaki telif vechi Hz. Halil'in hayatının müddetinden bilinebilir.
Zira o, 80 yıl sünnetsiz ve 120 yıl sünnetli olmak üzere 200 yıl yaşamıştır. Bu durumda:
l. Hadis "Ömründen geçen 80 yıl için sünnet oldu" ve
2. Hadis "Ömründen kalan 120 yıl için sünnet oldu takdirindedir."
Fakat bu telifte apaçık bir bozukluk vardır. Zira Peygamber "ilk sünnet olan şahıs İbrahim'dir. 120 yaşında iken sünnet oldu" "demiş, "120 sene için sünnet oldu" dememiştir. Ayrıca Yahya b. Said'in Said b. el Müseyye b. den onun da Ebu Hureyre'den mevkuf olarak naklettiği "İbrahim 120 yaşında iken sünnet oldu" rivayetini de zikretmiştik. Ebu Hureyre'den rivayet edilen sahih ve merfû hadis yukarıdaki hadise muhalefet etmektedir. Velid b. Müslim, Evzai'den o da Yahya b. Said'den o da Said b. el Müseyyeb'den o da Ebu Hureyre'den merfû olarak şunu rivayet etmiştir:
"Hz. İbrahim, 120 yaşında iken sünnet oldu ve bundan sonra 80 yıl daha yaşadı.” Bu, illetli bir hadistir. Zira Cafer b. Avn ve İkrime b. İbrahim, Yahya b.Said'den o da Ebu Hureyre'den bu sözü rivayet etmiştir.
Sahih ve merfü olan öteki hadis, bundan daha evladır. Velid b. Müslim ise tedlîs yapmakla tanınmaktadır.
Heysem b. Harice diyor ki:
"Velid b. Müslim'e "Evzai'nin hadisini bozdun" dedim. "Nasıl? diye sorunca "Sen Evzai'den, o da Nafi'den ve Evzai'den, o da Zühri'den veya Evzai'den, o da Yahya b. Said 'den rivayet ediyorsun. Oysa senden başkaları Evzai ile Nafı arasında Abdullah b. Amir El-Eslemi'yi, yine Evzai ile Zühri arasında İbrahim b. Meysere, Kurra ve diğerlerini zikrediyorlar. Sen niçin bu ravileri hazfediyorsun? Seni buna sürükleyen nedir? diye sorunca "Bu gibi yalancılardan Evza'inin rivayet etmesini tenzih etmiş oluyorum" dedi. Ben de "Evzai bunlar gibi münker hadis sahibi zayıf ravilerden rivayet ettiği ve sen de bu zayıf ravileri hazfettiğin vakit, bu uydurmaları Evza'inin sağlam ravilerden rivayet ettiği hadisler haline getirmiş ve dolayısıyla Evzai'yi de güvenilmeyen zayıf bir ravi yapmış oluyorsun" dedim. Fakat sözlerime kulak asmadı"
Ebu Mushir diyor ki:
"Velid b. Müslim, Evzai'nin yalancılardan rivayet ettiği hadisleri rivayet eder, sonra da onlardan tedlis yapardı"
Darekutnî şöyle diyor:
Velid b. Müslim, Evzai'den o da Evzai'ye göre zayıf ravilerden, onlar da Evzai'nin de yetiştiği Nafi, Ata ve Zühri gibi ravilerden hadis rivayet eder ve zayıf ravilerın isimlerini hazfederek, Evza'inin Ata'dan rivayet ettiği hadisler haline getirirdi."
Ahmed b. Hanbel, oğlu Abdullah'ın rivayetinde:
“Velid, hadisleri çoğu kez merfü hale getiren biridir, demiştir.
Mervezi'nin rivayetinde ise:
Çok hata yapar, denilmiştir.
Bu hadis, Nubayt b. Şerifin nüshasında diğer bir tarik ile Hz. Peygamberden şöyle rivayet edilmiştir:
"İlk misafir ağırlayan kişi, İbrahim'dir. İlk defa don giyen kişi, İbrahim'dir. İlk sünnet olan kişi de İbrahim'dir. 120 yaşında iken keser ile sünnet olmuştur."
Fakat hadis imamları bu nüshanın muteber olmadığını söylemişlerdir. Hulâsa, bu hadis zayıf ve illetlidir. Sahih kitaplardaki sağlam hadislere karşı delil olma gücüne sahip değildir.
Yukarıda zikredilen telif ise bir kaç yönden hatalıdır:
1- Hadisin lafzı, yoruma müsait değildir. Zira "120 yaşında iken sünnet oldu" denilmiştir.
2- Bundan sonra 80 yıl daha yaşadı" ifadesi kullanılmamıştır.
3- Zorlamalı bir şekilde tefsir edilmeye müsait olan ibare ancak "120 yıl için sünnet oldu" sözü olabilirdi. O takdirde, ömrünün geçen değil de kalan kısmı kasdedilmiş olur. Maruf olan ise, kalan kısım geçmiş kısımdan daha az olduğu zaman bu tür bir sözün kullanılmasıdır. Arapların, aybaşından ay ortasına kadar ki zaman için (geçti) kelimesini, ay ortasından sonuna kadar ki zaman için ise (kaldı) kelimesini kullandıkları meşhurdur. Bu durumda, ömründen kalan 120 yıl için "sözü, tıpkı "bu aydan kalan 22 gün için" sözü gibidir ki, bu tür bir kullanım kurallara aykırıdır.
Hitan (Sünnet), Allahu Teâlâ'nın dostu İbrahim'i imtihan ettiği hasletlerdendir. İbrahim de onları tamamladı ve Allah onu insanlar için imam kıldı. Daha önce de geçtiği gibi İbrahim, ilk sünnet olan kişidir. Sahihteki bir rivayet şöyledir:
"İbrahim, 80 yaşında iken sünnet oldu. Ondan sonra sünnet, peygamberler ve tabileri arasından Mesih (a.s.)'a kadar devam edegeldi.'İsa Mesih de sünnet olmuştur. Hıristiyanlar bunu, inkar etmezler.
Nitekim İsa Mesih'in domuz etini ve cumartesi kazancını haram ettiğini, kayaya doğru namaz kıldığını ve büyük oruç dedikleri 50 günlük orucu tutmadığını da kabul ederler, fakat gereğince amel de etmezler.
Ebu Eyyüb, Rasûlullah'tan şunu rivayet etmiştir:
"Şu 4 haslet peygamberlerin sünnetlerindendi: Haya, güzel koku sürünme, misvak ve nikah" [5] Tirmizi diyor ki: "Bu hadis hasen-gariptir. "El-haya" kelimesinin yazılışında ihtilâf edilmiştir. Bir kısmı el Haya derken, diğer bir kısmı "el -Hinna" demişlerdir.
Üstadımız Ebu Haccac Hafız El-Mizzi'den şöyle derken işitim:"İkisi de yanlıştır. Doğrusu hitan'dır."
Bu kelimedeki (nun) harfi kitabın kenarında kalmış ve silinmiştir. Böylece bu lafızda ihtilaf edilmiştir.
Ebu Haccac devamla şöyle der:
El Muhammili de Tirmizi'nin rivayetinin aynısını naklederek "hitan" kelimesini kullandı. Sonra "Bu kelime el-haya ve el-hinna (kına) kelimelerinden daha evladır. Çünkü, haya bir karakterdir. Kına ise zaten sünnet değildir. Ayrıca peygamber, bunu ne fıtratın hasletlerinden saymış ne de buna teşvik etmiştir. Oysa hitan (sünnet) böyle değildir. [6]
Kişinin Kendini Eliyle Sünnet Etmesi:
Mervezi diyor ki: Ahmet b. Hanbel'e kendi kendini sünnet eden adam hakkında sorulunca "gücü yeterse" diye cevap verdi."
Hallal diyor ki: Abdul-Kerim b. el Heysem'in Ahmed b. Hanbel'den naklettiğine göre, kendi kendini sünnet eden kişi hakkında sorulunca "buna güç getirebiliyorsa" diye cevap verdi. Yine Hallal, Muhammed b. Harun'dan o da İshak'tan rivayet ettiğine göre Ahmed b. Hanbel'e "Kocası kendisiyle yatan ve sünnetsiz olan kadının sünnet olması vacip midir, değil mi?" diye sorulunca "Hitan güzel bir sünnettir" dedi. Hallal, daha sonra kendi kendini sünnet etme hususunda Mervezi'nin sorduğu sorunun benzerini zikretti:"Ahmed b. Hanbel'e "Kadın buna güç yetirebilirse? diye sorulunca "Bu güzel bir şeydir" şeklinde cevap verdi. Bir de kendi kendini sünnet eden adanı hakkında sorulunca "Buna gücü yeterse iyi bir şeydir. Zira güzel bir sünnettir" dedi. [7]
3- Sünnetin Meşru ve Fıtrat Özelliklerinden Oluşu:
Ebu Hureyre, Peygamberden rivayet ediyor:
"Fıtrat beştir:"Sünnet, etek traşı, bıyığı kısaltmak, tırnakları kesmek ve koltuk altını yolmak."[8]
Böylece Rasûlullah, sünnet olmayı fıtrat hasletlerinin başında zikretmiştir. Bu hasletler fıtrattandırlar. Zira fıtrat, İbrahim'in dini olan Haniflik demektir. İbrahim (a.s) işte bu hasletlerle emrolunmuştur. Bu, aynı zamanda Rabbinin kendisini imtihan ettiği kelimelerdir.
Nitekim Abdurrezzak, Mamer'den o da Tavus'dan o da babasından "Rabbi bir zaman İbrahim'i bir takım kelimelerle imtihan etmişti. O da onları tamamlayınca..." [9] ayeti hakkında İbn-i Abbas'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Allah onu beş tanesi başta, beş tanesi de vücutta olan temizlik hasletleriyle imtihan etmiştir. Başta bulunan beş temizlik hasleti şunlardır: Bıyığı kısaltmak, mazmaza, istin-şak, misvak ve saçı ortadan ikiye ayırmak. Vücutta bulunan beş haslet ise tırnakları kesmek, etek traşı olmak, sünnet olmak, koltuk altlarını yolmak ve büyük-küçük dışkı kalıntısını su ile yıkamaktır." [10]
Fıtrat İki Türlüdür:
1- Kalp ile ilgili olan fıtrat:
Bu; Allah'ı bilmek, O'nu sevmek ve O'nu, ondan başka her şeye tercih etmektir.
Amel ile ilgili fıtratlar: Bu da yukarıda geçen beş haslettir. Demek ki, birinci fıtrat ruh ve kalbin temizlenmesi, İkinci fıtrat ise bedenin temizlenmesidir. Bunlardan her biri diğerini takviye eder. Yedinci fasılda inşaallah zikredeceğimiz gibi, vücut fıtratının başı sünnet olmaktır.
Ammar b. Yasir'in rivayetine göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
"Şu öze ilikler fıtrattandır veya fıtrattır: Mazmaza, istinşak, bıyığı kısaltmak, misvak kullanmak, tırnakları kesmek, parmak boğumlarını yıkamak, koltuk altını yolmak, etek traşı olmak, sünnet olmak ve su ile istinca etmek"[11]
Fıtrat hasletleri temizlikte, nezafette ve şeytanın ünsiyet kurarak insanoğluna yaklaştığı pislik artıklarının atılmasında ortak özelliklere sahiptirler. Bunların, kesilen sünnet derisi ile de özel bir ilişkisi vardır. İnşallah bütün bunlara yedinci fasılda vakıf olacaksın.
Pek çok selef alimleri demişlerdir ki, "Her kim namaz kılar, hacceder ve sünnet olursa o kimse haniftir. Dolayısıyla hacc ve sünnet hanifliğin işaretidir. Bu da "Allah'ın fıtratıdır ki, insanları ona göre yaratmıştır." [12]
E'r-Râîen- Numeyri Ebu Bekr'e şöyle hitap ediyor:
"Ey Rahmanın Halifesi! Biz hanif olan bir cemaatiz, sabah akşam secde ederiz. Arabız biz, Allah için malımızda vahiyle emredilmiş zekat hakkı olduğunu kabul ediyoruz." [13]
4- Vacip Mi Müstehap Mı Olduğu Hususundaki İhtilâf
Fukâha bu konuda ihtilâf etmiştir. Eş-Şabi, Rabia, el Evzai Yahya b. Said el Ensari, Malik, Şafii ve Ahmed vacip olduğunu söylemişlerdir. Hatta Malik bu konuda meseleyi daha da sıkı tutarak "Sünnet olmayan kişinin imameti ve şahitliği kabul edilmez'demiştir.
Fakat pek çok fakih, Malik'ten bunun sünnet olduğunu nakletmişlerdir. Hatta Kadı Iyaz, Hitan (sünnet olmak), Malik ve cumhur-u ulemaya göre sünnettir" demiştir. Fakat onlar nezdinde sünnetin terkedilmesi günahtır. Yani onlar sünneti farz ile nafile arasında bir mertebede ele alıyorlardı. Böyle olmasaydı Malik, sünnetsiz kişinin şahitlik ve imametinin caiz olmadığını söylemezdi.
Hasan Basri ile Ebu Hanife ise vacip değil, bilakis sünnet olduğunu söylemişlerdir. Ahmed'in talebelerinden İbnu Ebi Musa "Bu, sünneti müekkededir" demiştir.
Ahmet b. Hanbel bir rivayete göre, bunun kadınlara vacip olmadığını, erkeklere ise vacip olduğunu söylemiştir. Bunun için bir kaç yönden delil getirilmiştir;
l- Sonra da sana "Hanif olarak İbrahim'in dinine tabi ol" diye vahyettik" [14] ayeti Sünnet olmak, yukarıda geçtiği
gibi İbrahim'in dinindendir.
2- Abdurrezzak, İbni Cüreyl'den, o da Useym b. Kesir b. Küleyb'den, o da babasından, o da dedesinden rivayet ettiğine göre, Peygambere gelerek "Ben müslüman oldum" demiş, Peygamber ise "Küfürden kalma saçını at” (yani traş ol) buyurmuştur.
Diğer birinin rivayet ettiğine göre Peygamber, başka bir kimseye de "Küfürden kalma saçını at ve sünnet ol" buyurmuştur. [15] Hadis-i şerifteki traş olmanın nedbe hamledilmesi, sünnet olmanın da nedbe hamledilmesini gerektirmez.
3- Harb, Zühri'ye sorduğu soruları içeren "Ed-Dürrül-Mensür"unda Zühri'den Rasululahın şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
"Kim müslüman olursa, yaşı büyük bile olsa sünnet olsun."[16]
Bu hadis her ne kadar mürsel ise de, takviye için müsaittir.
4- Beyhaki, Musa b. İsmail b. Cafer b. Muhammed b. Ali b. Hüseyn b. Ali'den, o da teker teker atalarından olmak üzere Hz. Ali'den, şu sözleri rivayet etmiştir:
"Rasûlallahın kılıcının kabzasındaki sahifede şöyle yazılar olduğunu gördük:
“İslâm'da sünnetsiz kişi, sünnet oluncaya dek yakası bırakılmaz, isterse 80 yaşında olsun."
Beyhaki diyor ki "Bu, ehli beytin bu isnad ile münferiden rivayet ettiği bir hadistir." [17]
5- İbnu'l Münzir'in sünnetsiz kişi hakkında Ebu Berze 'den onun da Rasûlullahtan rivayet ettiği şu hadis:
"Sünnet olmadıkça beyti haccedemez."Bir başka varyantta "Rasûlullaha ''Sünnetsiz kişi beytullahı haccedebilir mi?" diye sorduğumuzda "Hayır, sünnet olmadıkça haccedemez" buyurdu şeklindedir. İbnul Münzir devamla: "Bu hadis, sabit değildir. Çünkü isnadı meçhuldür " demiştir.[18]
6- Veki, Salim Ebu'l Ala Muradi'den, o da, Amr b. Herim’den, o da Cabir b. Zeyd'den, o da İbn Abbas'tan şu sözü rivayet etmiştir:
"Sünnetsizin namazı kabul edilmez ve kestiği de yenmez."
Ahmed b. Hanbel, Muhammed b. Ubeyd'den, o da Salim el-Muradi'den, o da Amr b. Herim'den, o da Cabir b. Zeyd' den, o da İbn-i Abbas'tan naklediyor:
"Sünnetsiz kişinin kestiği yenmez."
Hanbel, Mesailinde diyor ki:
"Ebu Ömer el- Havdi, Hemam'dan, o da Katâde'den, o da İkrime'den şunu rivayet etmiştir:
"Sünnetsiz kişinin kestiği yenmez."
Hanbel, devamla şöyle diyor:
"Hasan-ı Basri, İkrime'nin görüşüne katılmıyordu."
"İkrime'ye "Sünnetsizin haccı olur mu? diye sorulunca "Hayır" dedi.
Hanbel, Ahmed b. Hanbel'den naklediyor:
"Sünnet olup temizlenmedikçe, sünnetsizin kestiği yenmez." Namazı da, haccı da yoktur. Sünnet olmak, müslümanlığın kemali için gereklidir"
"Ahmed b. Hanbel diyor ki:
"Sünnetsiz kişi kurban kesemez, kestiği yenmez, namazı da olmaz,"
Abdullah b. Ahmed babasından, o da İsmail b. İbrahim’den, o da Said b. Ebi Arübe'den, o da Katade'den, o da Cabir b.Zeyd'den, İbni Abbas'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Sünnetsiz kişinin namaz kılması caiz değildir. Kestiği yenmez. Şahitliği de makbul değidir."
Katade diyor ki: "Hasan-ı Basri bu görüşte değildi."
7- Sünnet olma, müslümanı hıristiyandan ayırdeden özelliklerin en belirgin olanıdır. Bunun vacip oluşu; vitir namazı, atların, zekatı, namazda yüksek sesle gülen kişinin abdest alması, kan aldıran, bilerek kusan veya burnu kanayan kimsenin abdest alması, dirseklere kadar teyemmüm etme, elleri iki defa yere vurma, v.s. gibi pek çok şeyin vacip olmasından daha zahir ve daha kuvvetlidir.
Hatta müslümanlar, sünnet olmayan kimseyi neredeyse kendilerinden saymazlar. Bu yüzden bir grup fukaha, yaşlı kimsenin de sünnet olmasının vacip olduğuna hükmetmişlerdir. İsterse, bu onun ölümüne sebebiyet versin. Nitekim 12. fasılda inşallah bunu açıklayacağız.
8- Sünnet, Allah'ın şeriatinin kesmesidir. Kesildikten sonra yaranın azmasından emin olunamaz. Demek ki vaciptir. Tıpkı hırsızın elinin kesilmesi gibi.
9- Hiç bir zaruret ve tedavi amacı olmaksızın sünnet edilecek kişinin avret yerinin açılması caizdir. Şayet vacip olmasaydı, bu caiz olmazdı. Zira bir sünneti yerine getirmek amacıyla haram irtikap edilemez.
10- Sünnet esnasında şu iki mahzurlu işi yapmaktan, dolayısıyla iki vacibi terketmekten kaçınılamaz:
a- Sünnet olan kişi açısından, avret yerinin açılması,
b- Sünnet eden kişi açısından, yabancının avret yerine bakmak. Şayet sünnet vacip olmasaydı, bunun için iki vacib terkedilmez, dolayısıyla iki mahzurlu iş de yapılmazdı.
11- Hattabi'nin getirdiği delil:
Hitan (sünnet olma), her ne kadar sünnet amellerden sayılıyorsa da, pek çok alime göre vaciptir. Çünkü bu, dinin bir şiarı ve müslümanı kafirden ayıran bir özelliktir. Sünnetsiz bir grup cenaze içerisinde sünnetli biri görülünce, bu kişinin namazı kılınır ve müslüman mezarlığına defnedilir.
12- Çocuğun velisi sünnet esnasında çocuğa ızdırap verir ve yaranın azması yüzünden onu, ölüm tehlikesiyle karşı karşıya getirir. Aynca sünnetçinin ücretini ve tedavi masraflarını çocuğun malından verir. Sünnet yarasının azması sebebiyle çocuk ölse bile, baba bundan sorumlu tutulmaz. Şayet sünnet olmak vacip olmasaydı, böyle bir şey caiz olmazdı. Çünkü yapılması vacip olmayan, belki olsa olsa nıüstehap olan bir şeyi yapmak için, çocuğun malını boş yere harcaması, sünnet ederek ona son derece acı vermesi ve onu ölüm tehlikesine maruz bırakması caiz olmazdı. Elhamdülillah bu delil çok açıktır.
13- Şayet sünnet vacip olmasaydı, sünnet edilen kişi veya velisi izin vermiş olsa bile, sünnetçinin böyle bir işe kalkışması caiz olmazdı. Çünkü Allah ve Rasûlünün kesilmesini emretmediği veya vacip kılmadığı bir uzvu kesmeye yeltenmesi caiz değildir. Nitekim bir kimse kulak veya parmağının kesilmesi için kendisine izin vermiş olsa bile bunu yapması caiz değildir. Bu izin, kesen kişiden günahı düşürmez. Fakat bunu tazmin edip etmeyeceği hususunda ihtilaf vardır.
14- Sünnetsiz kişi taharetinin ve namazının bozulması tehlikesiyle karşı karşıyadır. Zira, zekerin ucundaki kılıf şeklindeki deri, o kısmı tamamen örtmektedir. Oraya sidik bulaştığı zaman taş ile silmek mümkün değildir. Öyleyse abdestin ve namazın sıhhati, sünnetli olmaya bağlıdır.
İşte bu yüzden, selef ve haleften pek çok alim, sünnetsiz kişi, kendi şahsında mazur sayılsa bile imamlık yapmasını yasaklamışlardır. Çünkü böyle birisi, devamlı sidiği damlayan kişi mesabesindedir.
Sünnet olmaktan maksat, sidiğin zeker ucundaki deri içinde kalmasını, dolayısıyla abdest ve namazı bozmasını engellemektir. Bu yüzden imam Ahmed ve diğerlerinin rivayetine göre, İbni Abbas "Sünnetsizin namazı kabul edilmez" demiştir. Bundan dolayı taharet ve namaz mükellefiyeti ortadan kalktığı için öldüğü zaman, sünnet olma vucübiyeti de sakıt olur.
15- Sünnetsizlik, haçlıları ve ateşe tapanları nahiflerden ayıran şiarlarıdır. Sünnet ise haniflerin esaslı bir şiarıdır. Bu yüzden ilk sünnet olan şahıs da haniflerin imamı Hz. İbrahim'dir. Böylece sünnet, hanifliğin şiarı haline gelmiştir. Sünnet, İsmail ve İsrail oğullarının Halil İbrahim'den aldıkları bir mirastır. O halde, inkâr ve teslis şiarlarında sünnetsiz haçlılara uygunluk arzetmek caiz olmaz. [19]
Sünnet Olmanın Vucübiyetini Kabul Etmeyenlerin Delilleri ve Onlara Karşı Reddiye:
Bunun vacip olduğunu kabul etmeyenler derler ki:
"Hadisler, bunun sünnet olduğunu beyan etmiştir. Nitekim Seddad b. Evs'in Peygamber'den rivayet ettiği bir hadis şöyledir:
"Sünnet olmak; erkekler için sünnet, kadınlar için ise bir ikramdır.” [20]
"Rasûlullah hitan'ı vaciplerle değil sünnetlerle birlikte zikretmiştir. Bu sünnetler; etek tıraşı, bıyığı kısaltma, tırnakları kesme ve koltuk altını yolmadır."
"Hasan-ı Basri şöyle der:
"Rasûlullah zamanında siyah, beyaz, Rum, Farisi ve Habeşli insanlar İslâm'a girdiler de onlardan hiç birini sünnetli mi, değil mi diye teftiş ettirmedi veya onlardan birini teftiş ettirdiği haberi bana ulaşmadı."
"İmam Ahmed, Mutemir'den, o da Selm b. Ebi Zeyyâl'dan, o da Hasan Basri'den şu sözleri nakletmiştir:
"Şu adama, yani Basra valisine hayret ediyorum. Keyker halkından bir takım yaşlı adamlara rastladı da dinlerini sordu. Onlar "Müslümanız" deyince kontrol edilmelerini emretti ve sünnetsiz oldukları görüldü. Sonra şu kışta kıyamette sünnet edildiler. Bunlardan bir kısmının bu yüzden öldüğü haberi bana ulaştı. Oysa ki, Peygamber zamanında Rum, Farisi ve Habeşli pek çok kimse müslüman olmuştu da hiç birisini kontrol ettirmemişti."
"Sizin "Sonra da sana hanif olarak İbrahim'in dinine tabi ol" diye vahyettik" [21] ayetini delil getirmenize gelince, buradaki "din" haniflik demektir. Bu da "tevhiddir."
Bu yüzden ayetin devamı "Asla müşriklerden olmadı" şeklinde bunu açıklamaktadır."
Hz. Yusuf "Doğrusu ben Allah'a inanmayan, ahireti de inkar eden bir kavmin dinini terk ettim. Atalarım İbrahim, İshak ve Yakub'un dinine tabi oldum. Bizim herhangi bir şeyi Allah'a ortak koşmamız bize yaraşmaz" demiştir. [22] Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor:
"Allah doğru söylemiştir. Öyleyse hanifler olarak İbrahim'in dinine tabi olun. O asla müşriklerden olmadı." [23]
Demek oluyor ki, bu ayetlerde geçen "millet" kelimesi; imanın aslı olan tevhid, Allah'a yönelme, dini yalnızca O'na has kılma anlamına gelmektedir. Rasûlullah (s.a.s.) ashabına sabah uyandıklarında şu duayı okumalarını öğretmiştir: "Biz; islam fıtratı ihlâs kelimesi, Peygamberimiz Muhammed'in dini, atamız İbrahim'in milleti üzere hanif ve müslüman olarak sabahladık. O, asla müşriklerden olmadı"
Sünnet olmanın vacibiyetini kabul etmeyenler ayrıca şunları da söylerler:
"Şayet "millet" kelimesine fiiller de girecek olsa, bu fiillerde Hz. İbrahim'e tâbi olmak, onun yaptığı şekilde bunları yapmakla mümkün olur. Eğer bunu vacip olarak yapmış ise bu şekilde yapmak, yok mendüb olarak yapmışsa mendüb olarak yapmak, ona tabi olmak demektir.
Bu durumda İbrahim (a.s.) in sırf fiilinden başka elimizde bir veri yoktur. Fiilin vucub mu yoksa nedb mi ifade ettiği hususundaki ihtilaf ise meşhurdur. En güçlü olan görüş; vacip olduğuna dair bir açıklama yoksa fiilin ancak nedb ifade etmesidir. Dolayısıyla biz bu fiili; mendup olarak yaptığımız zaman İbrahim (a.s.)a tabi olmuş oluruz."
"Useym b. Kesir b. Küleyb'in, babasından, onun da dedesinden rivayet ettiği "Sendeki küfürden kalma saçları kes ve sünnet ol" hadisine gelince, İbn-i Cüreyc bunun hakkında "Useym b. Kesir b. Küleyb'den bana haber verildi " ifadesini kullanmıştır. Ebu Ahmed bu Adî şöyle demiştir:
"Bu, İbnu Cüreyc'in isnadında "Useym b. Kesir b. Küleyb'den bana haber verildi" ifadesini kullandığı bir hadistir. Bunu ancak İbrahim b. Ebi Yahya rivayet etmiş ve onun adını kullanmıştır. Bu sözü edilen İbrahim'in zayıf olduğu hususunda İmam Şafii hariç, ehli hadis arasında ittifak vardır."
"Zühri'nin Peygamberden rivayet ettiği "Kim müslüman olursa yaşı büyük de olsa sünnet olsun" mürsel hadisine gelince, hadis alimlerince Zühri'nin mürselleri en zayıf mürsellerdendir, hüccet olmaya elverişli değildir.
İbnu Ebi Hatim, Ahmed b. Sinan'dan şunu rivayet ediyor:
Yahya b. Said el Kattan, Zühri ve Katade'nin mürsellerine hiç kıymet vermez ve "Bu mürseller hiç mesabesindedir" derdi. Abbas ed-Düri'ye Yahya b. Main'den mürsel hadisler okununca, "Zühri'nin mürselleri hiç birşey değildir" demiştir."
"Yukarıdaki rivayeti ehl-i hadis rivayet etmemiştir.
Musa b. İsmail'in tek başına babalarından bu senetle münferiden rivayet ettiği hadis, hadis rivayetiyle şöhret bulmuş hafızlardan ayrı olarak rivayet edilen münferid hadislerin hükmüne tabidir.
Ebu Berze hadisine gelince, İbn Münzir "Yahya b. Muhammed, Ahmed b.Yunus'dan o da Ümmil Esved'den o da Müneyye'den o da dedesi Ebu Berze'den ..."diyerek hadisi zikretmiş, sonra da "Bu, sabit olmayan meçhul bir isnattır" demiştir.
İbni Abbas'ın "Sünnetsizin kestiği yenmez, namazı da kabul edilmez" sözünü delil getirmenize gelince, bu bir tek İbn Abbas'tan rivayet edilen bir sahabi sözüdür.
İmam Ahmed "Bu konuda çok müteşeddid idi" diyorsa da, Hasan Basri ve diğerleri ona muhalefet etmişlerdir.
Sünnet olmanın "bir şiar" olduğu şeklindeki sözlerinize gelince, bu doğrudur ve ihtilâf da yoktur. Ne var ki, her şiar olan şeyin mutlaka vacip olması gerekmez. Zira şiarlar üç kısma ayrılır:
1- Beş vakit namaz, hacc oruç ve abdest gibi vacip olanlar.
2- Telbiye, kâbeye kurbanlık götürme, onlara gerdanlık takma gibi müstehap olanlar.
3- Ezan, bayram namazları, kurban, sünnet olma gibi ihtilaflı şiarlar.
Şimdi, sünnet olmanın vacip şiarlardan olduğuna dair elinizde hangi delil var?
İleri sürdüğünüz "Sünnet, Allah'ın şeriatinin kesmesidir, yaranın azıp kötüleşmeyeceğinden emin olunamaz. Demek oluyor ki, hırsızın elinin kesilmesi gibi vaciptir." Sözünüze gelince, bu söz kıyasların en zayıfıdır. Sünnet olma nerede, hırsızın elini kesme nerede? Aralarında o kadar uzak bir mesafe var ki, bu ikisinden birini diğerine kıyas eden kişi hedefi tam şaşırmış demektir. Çünkü sünnet, sünnet olan zata bir ikram, hırsızın elinin kesilmesi ise, ona verilen bir cezadır. Cezalar konusu nerede, taharet ve temizlik konulan nerede?"
"Hiç bir zaruret ve tedavi amacı olmaksızın sünnet edilecek kişinin avret mahallinin bu iş için açılması caiz olduğuna göre, demek ki sünnet etmek vaciptir" sözünüze gelince, avret yerinin açılmasının caiz oluşu sünnet etmenin vacip olmasını gerektirmez. Çünkü vacibin dışında da avret yerinin açılmasının caiz olduğunda icmâ vardır. Nitekim doktorun bakması ve tedavi etmesi için her ne kadar tedaviyi terketmek caiz olsa da, avret yeri açılabilir.
Aynı şekilde kadının yüzüne bakmak da haramdır. Fakat vacip olmayan muamelelerde kadının yüzünü açması ve vacip olmayan durumlarda şahitlik vazifesini üstlenmesi caizdir. Yine aynı şekilde ulema, cenaze yıkayan kimsenin, meyyitin eteğini traş etmesini caiz görmüşlerdir. Bu ise, avret yerini açmayı veya vacip olmayan bir sebeple buraya dokunmayı gerektirmektedir."
"Müslümanı kafirden ayıran özellik, sünnet olmasıdır. Hatta sünnetsiz ölüler arasında sünnetli bir cenaze görülse, sadece onun namazı kılınır" sözünüze gelince, durum hiç de böyle değildir.
Çünkü bazı kâfirler de sünnet olmaktadırlar. Bunlar, Yahudiler ve Kıpti denilen bir Hıristiyan grubudur. Öyleyse sünnet olma, müslüman ile kâfiri ayırdeden bir özellik değildir. Meğer ki sadece müslümanların sünnet olduğu bir bölgede olsun.. Ancak o zaman müslüman ile kafir arasında ayırıcı bir faktör olur. Fakat yine de bundan dolayı vacip olması gerekmez. Nitekim müslümanı kâfirlerden ayıran diğer özellikler de vacip değildir," .
"Veli, sünnet esnasında çocuğa eziyet veren yaranın azması yüzünden muhtemel bir ölüm tehlikesiyle onu karşı karşıya bırakır ve sünnetçinin ücretini ve tedavi masraflarını onun malından verir" sözünüze gelince, bu da sünnetin vacip olduğuna delil değildir. Nitekim veli, çocuğunu terbiye etmek için de döverek eziyet verir, eğitmen ve öğretmenin ücretlerini onun malından ve onun adına öder, kurban keser. Bunlar ise vacip değildir.
Hallal” "Yetim adına kurban kesme " bölümünde diyor ki:
"Harb b. İsmail rivayet ediyor:
Ahmet b. Hanbel'e "Yetim adına kurban kesilebilir mi?" diye sordum. Evet, dedi, malı varsa kesilebilir."
Süfyan es-Sevri'de bu görüştedir.
Cafer b. Muhammed en-Nisaburi diyorki:
"Ahmed b. Hanbel'e Yetim bir kızın vasisi onun için kurbanlık satın alır mı?" şeklinde bir soru soruldu. Ahmed "Yetimin malı var mı?" diye sorunca "Evet" dedi. O da "O zaman alabilir" cevabını verdi."
"Şayet sünnet etmek vacip olmasaydı, sünnetçinin bu işe kalkışması caiz olmazdı" sözünüze gelince, cerrahın bir ur veya ölü bir uzvu kesmeye, diş çekmeye, damar kesmeye, kan aldırmak için deriyi yarıp açmaya teşebbüs etmesinin caiz oluşu ile bu sözün delil olma özelliği bozulmuştur. Bir kimse için kesilmesi mubah olan bir uzvunu kesmeye kalkışması caiz olduktan sonra, kesilmesi müstehap-sünnet olan ve kesilmesinde apaçık bir maslahat bulunan uzvun kesilmesi haydi haydi caiz olur.
"Sünnetsiz kişi abdest ve namazının bozulma tehlikesiyle karşı karşıyadır" sözünüze gelince, bu durum ancak kendi iradesiyle meydana geldiği zaman söz konusudur. İş onun irade ve gücünün sınırlarını aşınca kınanamaz ve tıpkı devamlı idrarı akan, burnu kanayan ve mezisi gelen kimsede olduğu gibi, taharetine de bir zarar gelmez. Bu kişinin gücü yettiği kadar taşla veya su ile temizlendiği vakit, acze düştüğü şeylerden dolayı sorumlu tutulmaz."
"Sünnetsizlik, haçlıların ve ateşe tapanların şiarlarındandır. Bu konuda onlara uymak dinlerinin şiarına uymak demektir" sözünüze gelince, bunun cevabı şudur:
Haçlılar ve ateşe tapanlar, sırf sünnet olmama özellikleriyle haniflerden ayrılıyor değillerdir. Onlar ancak, üzerinde bulundukları batıl dinlerinin bütünüyle ayrılmaktadırlar. Sünnet olmama hususunda müslümanın onlara uyması, onları haniflerden ayıran dinlerinin şiarına uymuş olmasını gerektirmez."
Sünnet olmayı vacip görenler ise yukarıdaki iddialara şöyle cevap vermişlerdir:
"Sünnet; hanifliğin işareti, İslâm'ın şiarı, fıtratın başı ve bu dinin alametidir. Eğer peygamber (a.s.)" Bıyığını kısaltmayan bizden değildir" [24] buyurmuş ise, sünnet olmayı ihmal ederek, haçlıların sünnetsizlik şiarına razı olan kişinin hali nice olur? Haça tapanlarla Rahman'a kul olanları ayırdeden en belirgin özelliklerden birisi de sünnet olmaktır. Hanifler de imamları İbrahim zamanından son peygamber devrine kadar bununla amel edegelmişlerdir. Son peygamber hanifliği bozmak için değil, bilakis tamamlamak ve yerleştirmek için gönderilmiştir.
Allah, bunu (sünnet olmayı) Halil'ine emredip, o da Allah'ın emrine uyulması gerektiğini, ihmal edip savsaklamanın caiz olmadığını bilince, Hayyul-Kayyum olan Allah'ın emrini yerine getirmek için hemen harekete geçti ve bir an önce emre uyarak izzet ve celal sahibine itaat etmek üzere keser ile bizzat kendisini sünnet etti. Allah da, arza ve üzerindekilere varis olacağı ana kadar bunu İbrahimden sonra devam eden bir fıtrat kıldı.
İşte bundan dolayıdır ki, İbrahim'in soyundan gelen bütün peygamberler bu fıtrata, yani sünnete çağırmışlar, hatta Allah'ın kulu, elçisi, kelimesi ve Azra Betül Meryem'in oğlu olan Hz. İsa da Halil İbrahim'e tabi olmak üzere sünnet olmuştur. Hıristiyanlar bunu kabul eder ye bunun İncil’in hükümlerinden olduğunu itiraf ederler. Ama ne var ki, önceden sapıtmış, çoğunu saptırmış ve yolun ortasından sapmış olan bir kavmin arzu ve heveslerine tabi olmuşlardır.
Nihayet Rasûlullahı'ın ehli beytinin alimi olan Abdullah b. Abbas, avamın ve havasın işiteceği bir şekilde açıkça tebliğ etti ki, sünnet olmayanın namazı yoktur, kestiği de yenmez... Böylece o, sünnetsiz kişileri İslâm cemaatının dışına çıkarmış oluyordu. Böyle bir söz, yapıp yapmamakta muhayyer olduğu bir işi terkeden kimse hakkında değil, ancak zarurete yakın bir şekilde vacip olduğu bilinen bir işi terkeden kimse hakkında söylenir.
Bunun, haniflik hasletlerinin başı olması, vacip oluşuna kâfidir ki Allah, kullarını o haniflik üzere yaratmış ve tüm peygamberler, insanları ona çağırmışlardır.
Öyleyse, bunu terkeden kimse Allah'ın tamamlanması için peygamberini gönderdiği fıtrattan çıkmış, onu ihmal ettiği için ziyana uğramış, öncelikle yapılması gereken işi savsaklamış ve atası İbrahim'in dininden yüz çevirmiş olur. "Nefsim aşağılık kılandan başka kim İbrahim'in dininden yüz çevirir? Andolsun ki biz onu beğenip seçmiştik ahirette de o sarihlerdendir." Hani Rabbi ona; "İslâm ol" demişti.
"Alemlerin Rabbine teslim oldum" dedi. [25] İslâm, nasıl ki haniflik dininin başı ve tam kıvamıysa, İslâmın emrine teslim olmak da haniflik dininin tamamlanıp ikmal edilmesidir." [26]
Sünnet olmanın Vacip Olduğunu Kabul etmeyenlere Karşı Reddiyenin Tamamlanması:
Hitan, (Sünnet Olmak) "Erkekler için sünnet, kadınlar içinse ikramdır" hadisine gelince, bu, İbni Abbas'tan zayıf bir senetle rivayet edilen bir hadistir.
Doğrusu bu söz İbn-i Abbas'a aittir. Aynı hadis Haccac b. Ertah'tan -ki hüccet olmayan birisidir- o da Ebul-Melih b. Usame'den, o da Hz. Peyamberden rivayet edilmiştir. Beyhaki tüm bunları zikrettikten sonra, İbni Abbas'ın "Sünnet’sizin kestiği yenmez, namazı kabul edilmez, şehitliği de caiz değildir" sözlerini naklederek şöyle demektedir; "Bu da gösteriyor ki İbni Abbas bunu vacip görüyordu. Hitan (sünnet olmak) sünnettir" sözüyle de bu işin, Peygamberin sünneti olduğunu ve bunu emreden ve sünnet kılanın Peygamber olduğunu söylemek istemiştir. Öyleyse sünnet olmak vaciptir."
Sünnet: yol demektir, "yani yol gösterdim" anlamındadır. "Hitan erkekler için sünnettir." sözü "Onlar için meşrudur" demektir. Yoksa "Vacip değil menduptur" anlamına gelmez.
"Her kim benim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir. "[27] hadisinden de anlaşıldığına göre sünnet; vacip olsun, müstehap olsun, takip edilen yoldur. Şu hadiste de aynı manada kullanılmıştır. "Benim sünnetim ve benden sonraki raşid halifelerin sünnetine sarılınız" [28]
İbn Abbas "Sünnete muhalefet eden kafirdir" demektedir.
Sünnet kelimesinin, terkedilmesi caiz olan şeylere mahsus kılınması yeni bir istilahtır. Yoksa sünnet, Rasûlullahın gerek vacip, gerek müstehap olsun ümmeti için gösterdiği yoldur. O halde sünnet; gidilen yol, şeriat, minhac ve sebil anlamına gelmektedir.
"Rasûlullah, hitanı sünnetlerle birikte zikretmiştir" sözünüze gelince, birlikte zikredilme delili, vacip olduğuna dair delillere karşı koyacak güçte değildir. Kaldı ki, hadiste zikredilen hasletlerin bir kısmı mazmaza, iştinsak, istinca gibi vacip, bir kısmı da misvak gibi müstehapur.
Tırnakları kesmeye gelince; tırnak, altında pislik birikecek derecede uzadığı zaman, temizliğin sıhhati için kesilmesi vacip olur. Bıyığı kısaltmaya gelince, delile göre uzadığı zaman kısaltılmasının vacip olduğu gerekmektedir. Peygamberin bıyığı kısaltmayla ilgili emrinden ve "Bıyığını kısaltmayan bizden değildir" sözünden anlaşılan mana da budur.
Hasan Basri'nin "Peygamber zamanında insanlar İslama girerlerdi de onlardan hiçbirini teftiş ettirmezdi" sözüne şöyle cevap verilebilir:
"Onlar zaten sünnet üzere bulunduklarından, teftiş edilmelerine hiç gerek yoktu. Zira bütün Araplar kesinlikle sünnet oluyorlardı. Yahudiler de böyle. Geriye bir tek Hristiyanlar kalıyor. Onlar ise, bir grubu sünnetli, öteki sünnetsiz olmak üzere iki gruba ayrılmışlardı.
Hırıstiyanlardan ve diğerlerinden İslama giren herkes, İslam'ın şiarının sünnet (hitan) olduğunu biliyor ve gusl etmek için acele davrandıkları gibi, müslüman olur olmaz bir an önce sünnet oluyorlardı. Onlardan yaşı ilerlemiş, sünnet olmakta çok zorlanan ve bu yüzden ölüm tehlikesinden korkan kimselerden bu vacip sakıt olmaktaydı. Ahmed b. Hanbel'e "Sünnetsizin kestiği yenir mi?" diye sorulmuş ve İbn Abbas'ın "yenmez" şeklindeki sözü zikredilmişti. Bunun üzerine "Bana göre bu, müslüman anne-babadan doğup sünnet olmadan yetişmiş kişi hakkındadır. Yaşlı olan kişi İslama girer de sünnet olmadan dolayı canından endişe ederse bence onun için ruhsat vardır" demiştir.
"Milletten maksat tevhıddir" sözünüze gelince, bilakis millet, din demektir. Din; söz, fiil ve inançların toplamıdır "İman" kelimesi "millet "kavramına nasıl giriyorsa "ameller" de girmektedir.
Yani millet fıtrat, fıtrat da din demektir.
Allahu Teâlâ'nın, ameller ve fıtrat hasletleri olmaksızın, sırf bir kelimenin söylenmesi hususunda İbrahim'e tabi olmayı emretmesi muhaldir. Elbette ki tevhid inancında, sözlerinde ve fiillerinde ona uymayı emretmiştir, İbrahim (a. s.) kendisine bunu emreden ve bununla kendisini imtihan eden Rabbinin emrini yerine getirmek üzere sünnet olmuş, O'nun emrine bağlı kalmıştır. Biz de şayet onun yaptığı gibi hereket etmez isek, ona tabi olmamış oluruz.
Useym b. Kesir b. Küleyb'in babasından onun da dedesinden rivayet ettiği hadisin İbrahim b. Ebi Yahya'nın rivayetlerinden olduğu hakkındaki sözlerinize gelince, Safi onun hakkında güzel düşünmekte, diğerleri ise zayıf görmekteydiler. Bu durumda bu hadis, tek başına hüccet olmasa da takviye amacıyla kullanılmaya müsaittir. Zühri'nin mürsel hadisi için de aynı durum söz konusudur. Her ne kadar tek başına hüccet olmaya müsait değilseler de, bu meıfû mevkuf ve mürsel hadisler birbirlerini takviye etmektedirler. Musa b. İsmail hadisi ve benzer hadisler için de aynı şeyi söyleyebiliriz.
"İbn Abbas "Sünnetsizin kestiği yenmez, namazı da makbul değildir" görüşünde yalnız kalmıştır" sözünüze gelince, bu bir sahabi sözüdür. Dört mezhep imamı ve diğerleri, sahabe sözlerini delil getirmiş ve bunu hüccet olduğunu açıkça söylemişlerdir. İmam Şafii bu hususta daha da ileri giderek, sahabi sözlerine muhalefet etmeyi bidat saymıştır. Peki ya hiç bir sahabiden İbn Abbas'a muhalif bir görüş nakledilmemişse ne olacak?
İbn Abbas gibi bir alim, yapıp yapmamakta muhayyer olunan bir mendubun terkedilmesi hususunda böylesine ağır ve şiddetli bir sözü söylemez.
"Şiarlar, müstehap ve vacip olmak üzere iki kısma ayrılır" sözünüze gelince, evet öyledir. Fakat haça tapanlarla Rahman'a kul olanları birbirinden ayırdeden, taharetin ancak kendisiyle tamamlandığı, terkedilmesi haçlıların alameti olan böylesine büyük bir şiar, olsa olsa büyük vaciplerden biridir. "Cezalar konusu nerde, sünnet olma konusu nerde?" sözünüze gelince, biz bunu sünnet olmanın vacip oluşunda temel ölçü kabul etmedik ki...
Bilakis bunlardan birinin vacip oluşuyla diğerinin vacipliğine hükmettik. Çünkü müslümanın uzuvları, sim ve kanı, had cezası veya bir hak olmadıkça himaye altındadır.
Sünnet mahallinin de, hırsızın elinin de kesilmesi gerekmektedir, terkedilmesi caiz değildir.
Sünnet olan şahsın avret yerinin açılmasına gelince, şayet sünnet olmanın maslahatı; avret yerinin açılması oraya bakılması ve dokunulması mefsedetinden daha ağır basmamış olsaydı, yapılıp yapılmaması caiz olan mendup bir iş için bu üç büyük mefsedetin irtikap edilmesi caiz olmazdı. Tedavi meselesine gelince bu; hayatı tamamlayan bir unsur ve bünye için gerekli olan vesilelerdendir. Şayet hitan (sünnet olma) menduplar babından olsaydı, ihtiyaçtan kaynaklanmayan bir sebepten dolayı avret yeri açılmış olacaktı ki, bu da caiz değildir.
"Veli, öğretmen ye eğitmenin ücretini çocuğun malından öder” sözünüze gelince, şüphe yok ki, onun eğitilip yetiştirilmesi veliye düşen bir borç ve vecibedir. Çocuğun malından bir kısmını ancak onun dünya ve ahiretinin kurtuluşu için gerekli olan hususlarda harcamıştır. Hitan, yalnızca mendub bir ibadet olsaydı, harcanan bu para, çocuk adına infâk edilen nafile bir sadaka veya çocuk adına nafile olarak hacceden kimseye sarfedilen para veya buna benzer bir harcama mesabesinde olacaktı.
Çocuk adına kesilen kurbana gelince, bunun vacip olup olmadığında ihtilaf edilmiştir. Vacip görenler nezdinde çocuğun malı, ancak vacip olarak harcanmıştır. Bunu sünnet sayanlar ise, şöyle demişlerdi: Bu harcama neticesinde, çocukta hasıl olan gönül hoşnutluğu, ona yapılan ihsan ve sevindirme, bu paranın mülkünde kalmasından daha kıymetli ve daha büyüktür." [29]
5- Sünnetin Vacip Olduğu Vakit:
Bunun vakti, çocuğun buluğa erdiği zamandır. Zira bu vakit, ibadetlerin ona vacip olduğu bir vakittir. Bundan önce vacip olmaz. Said b. Cübeyr şöyle rivayet ediyor:
İbn Abbas'a "Rasûlullah vefat ettiğinde sen kaç yaşlarındaydın?" diye soruldu. İbn Abbas "Ben o zamanlar sünnet olmuş bir çocuktum" dedi. [30] Ashabı kiram zamanında, akil baliğ olmadıkça çocuğu sünnet etmezlerdi. Peygamberin vefatında İbn Abbas'ın kaç yaşında olduğu hususunda ihtilâf edilmiştir. Zübeyr ve Vakidi diyorlar ki:" Hicretten üç yıl önce, Haşim oğullarının çıkışından evvelki boykot senesinde dünyaya gelmiştir. O 13 yaşındayken Rasûlullah vefat etmiştir."
Said b. Cübeyr, İbn Abbas'tan naklediyor:
"Ben 10 yaşındayken Rasûlullah vefat etti. Ben o zamanlar muhkemi (yani mufassal ayetleri) okuyordum.
Ebu Ömer diyor ki:
"Bu rivayeti bir kaç vecihten İbn Abbas'tan rivayet ettik: İbn İshak'tan, o da Said b. Cübeyr'den, o da İbni Abbas'tan rivayet ettiğine göre, İbn Abbas şöyle demiştir:
"Rasûlullah vefat ettiğinde ben sünnet olmuştum." Fakat bu hadis sahih değildir.
Ben de derim ki:
Bilakis bu babda en sahih olan rivayet budur. Yukarıda geçtiği gibi bu hadisi Buhari rivayet etmiştir.
Abdullah b. Ahmed b. Hanbel babasından, o da Süleyman b. Davud'dan, o da Şube'den, o da Ebu İshak'tan, o da Said b. Cübeyr'den, o da İbn Abbas'tan rivayet ettiğine göre İbn Abbas:
"Ben 15 yaşındakyen Rasûllulah vefat etti" demiştir.
Abdullah diyor ki: "Babam Ahmed b. Hanbel bu rivayetin doğru olduğunu söylemiştir."
Ben de derim ki: İbn Abbas rivayet ediyor:
"Peygamber Mina'dan sütresiz bir şekilde insanlara namaz kıldırırken bir merkep üzerinde onların yanına vardım. O günlerde buluğ çağma yaklaşmıştım. Derken bazı safların önünden geçtim..." [31] hadis bu minval üzere devam etmektedir. Siyer ve nakil ulemasının çoğunluğuna göre Peygamberin vefatı esnasında İbn Abbas 13 yaşındaydı. Çünkü boykot yılında, hicretten üç yıl önce dünyaya gelmişti. Rasûlullah ise Medine’de 10 yıl kalmıştı. Böylece toplam 13 yıl yapar. Aynca İbn Abbas Rasûlullah vefat ettiği sırada kendisinin sünnetli olduğunu da bildirmiştir.
Bazı alimler şöyle demişlerdir:
"Buluğ çağından önce sünnet olmak vacip değildir. Zira çocuk, bedenle ilgili vacip ibadetlerle henüz mükellef değildir. Öyleyse ibâdetle doğrudan alakalı olan bir yaralama işi (yani sünnet) haydi haydi vacip olmaz.
Kız çocuğunun iddet saymasının vacip oluşu, buna ters değildir. Zira iddet saymada onun için bir meşakkat yoktur. Bu, yalnızca zamanın geçmesinden ibarettir."
Yine bazı alimler şöyle demişlerdir:
"Kız veya erkek çocuk sünnetsiz bir şekilde akil baliğ olursa artık mazur sayılmazlar, devlet başkanı onları bu işe zorlar. Bence, sünnetli bir şekilde buluğ çağına ulaşması için velinin, çocuğu sünnet etmesi vaciptir. Zira, vacip ancak bununla tamamlanır,'"
İbn Abbas'ın, "Buluğ çağına yaklaşmadıkça bir kimseyi sünnet etmezlerdi" sözüne gelince, bu söz şu ayete benzemektedir: "Boşadığınız kadınlar" sürelerine ulaştıkları vakit, onları güzellikle tutun veya güzellikle onlardan ayrılın" [32] Kadınlar sürelerine ulaştıktan sonra, onları tutmak artık mümkün değildir. Aynca İbn Abbas, Peygamber vefat ettiği gün kendisinin sünnetli olduğunu açıklamış ve Veda Haccı esnasında da buluğ çağına yaklaşmış olduğunu haber vermiştir. Hz. Peygamber Veda Haccından sonra 80 küsur gün yaşamıştır. Hz. Peygamber velilere, çocuklarına 7 yaşında iken namazı emretmelerini, 10 yaşında kılmazlarsa dövmelerini emretmiş iken, buluğ çağını geçinceye dek sünnet olmamaları nasıl caiz olacak? Allahu a'lem. [33]
6- Yedinci Gün Sünnet Etmenin Kerâhati Hususundaki İhtilâf:
Bu konuda iki ayn görüş vardır. İkisi de İmam Ahmed' den rivayet edilmiştir:
Hallal "çocuğun sünnet edilmesi" bölümünde şöyle der:
"Abdul-Melik b. Abdul-Hamid, Ahmed b. Hanbel'e Çocuk kaçıncı gününde sünnet edilir?" diye sorunca "Bilmiyorum, bu hususta bir şey işitmedim" demiş. Abdul-Melik diyor ki:
"10 yaşındaki çocuğa sünnet olmak zor gelir, buna dayanamaz" diyerek, Muhammed'in iki oğlunu beş yaşında sünnet ettiğini zikrettim ve Ahmed. b. Hanbel'in de buna taraftar olduğunu, çocuk için meşakkatli ve dayanması güç olduğu için, 10 yaşında sünnet edilmesini kerih gördüğünü müşahede ettim. Sonra Ahmed b. Hanbel bana "Küçük bebeğe sünnetin zor ve ağır geleceğini zannetmem" dedi. Bir aylık veya bir senelik çocuğun sünnet edilmesini kerih gördüğünü müşahede ettiim. Bu konuda bir şey de söylemedi. Sadece bu yaştaki çocuğun sünnet edilmesinin ona nasıl eziyet vereceğine şaşıyordu."
Abdul-Melik devamla şöyle der: ,
"Ahmed b. Hanbel’den işittim, diyordu ki:
"Hasan Basri, çocuğun yedinci günde sünnet edilmesini kerih görüyordu".
Muhammed b. Ali El Mismar, Mühenna'dan rivayet ediyor. Mühenna demiştir ki: "Ahmed b. Hanbel'e çocuğunu doğumunun yedinci gününde sünnet eden kişi hakkında sordum da bunun mekruh ve yahudi işi olduğunu söyledi."
Ahmed b. Hanbel bana "Hasan, çocuğun yedinci günde sünnet edilmesini kerih görürdü" dedi.
Ben "Bunu Hasan'dan kim rivayet etti? diye sorunca
"Bazı Basralılar" diye cevap verdi.
Ahmed b. Hanbel bana dedi ki:
"Bana ulaşan rivayete göre Süfyan b. Uyeyne, Süfyan Sevri'ye çocuğun kaç günlükken sünnet edileceğini sormuş. Süfyan b. Uyeyne diyor ki "Keşke ona "İbn Ömer, oğullarını kaç günlükken sünnet ederdi? diye sorsaydım".
Daha sonra Ahmed b.Hanbel bana "Süfyan b. Uyeyne de amma akıllıymış" dedi. Yani onun "Keşke ona İbn Ömer oğullarını kaç günlükken sünnet ederdi? diye sorsaydım" sözünü kastdetmiştir.
İsmet b. İsam, Hanbel'den Ahmed b. Hanbel'in şu sözlerini bana nekletmiştir:
"Yedinci günde de sünnet edilse sakıncası olmaz. Hasan Basri bunu ancak Yahudilere benzememesi için kerih saymıştır. Bunda ise bir sakınca yoktur."
Muhammed b. Ali, Salih'ten rivayet ettiğine göre Salih, babası Ahmed b. Hanbel'e "Çocuk yedinci gününde sünnet edilebilir mi? diye sorunca"Hasan-ı Basri'den "Bu iş Yahudi işidir" dediği rivayet edilir" şeklinde cevap verdi.
Vehb b. Münebbih'e bu konu sorulunca şöyle cevap verdi:
"Çocuk için meşakkatsiz olduğundan, yedinci günde sünnet edilmesi müstehaptır. Zira çocuk tüm vücudu uyuşuk bir halde doğar ve yedinci gününe kadar acıyı hissetmez. Bu zaman zarfında sünnet edilmezse güçleninceye kadar sünneti erteleyiniz."
Abdul-Melik'in nakilleri burada son buldu.
İbnul-Munzir, sünnetin vaktini zikrederken şöyle diyor:
"Fukaha, sünnetin vakti hususunda ihtilâf etmiştir. Hasan Basri ve Malik b. Enes'in de içinde bulunduğu bir grup alim, Yahudilere muhalefet etmek amacıyla çocuğun, yedinci gününde sünnet edilmesini kerih görmüşlerdir.
Sevri, bunun önemli olduğunu söylemiş, İmam Mâlik de doğru olan Yahudilere muhalefet etmektir" demiştir.
"Bizim memlekette genellikle çocuğun süt dişleri döküldüğü vakit sünnet edilir".
"Ahmed b. Hanbel "Bu hususta bir şey işitmedim" demiştir.
"Leys b. Sa'd: "Çocuk 7 ile 10 yaşlan arasında sünnet edilir" demiştir.
"Mekhül veya diğerlerinden rivayet edildiğine göre Hz. İbrahim Halilur-Rahman, oğlu İshak'ı yedinci, diğer oğlu İsmail'i ise 13 yasında sünnet etmiştir."
"Ebu Cafer'den rivayet edildiğine göre Hz. Fatma çocuğunu yedinci günde sünnet ettirmiş."
İbnu-Münzir sözlerine şöyle devam ediyor:
"Bu konuda ne sabit bir yasaklama, ne sünnet etme hususunda kendisine müracaat edilecek bir haber, ne de amel edilecek bir sünnet vardır.
Eşyada aslolan ibahadır. Bir şeyi yasaklamak, ancak bir delil ile caiz olur. Bazıları çocuğun yedinci günde sünnet edilmesini yasaklasalar da biz bu hususta bir delil bilmiyoruz."
Zübeyr b. Muhammed, Muhammed b. el-Münkesir'den o da Cabir'den rivayet ettiğine göre Cabir şöyle demiştir:
"Rasûlullah Hasan ve Hüseyn adına akika kesti ve yedinci gün onları sünnet etti."[34]
Musab b. Ali b. Rebah, babasından rivayet ettiğine göre Hz. İbrahim yedi günlükken İshak'ı sünnet etmiştir.[35]
Üstadımız İbn Teymiyye diyor ki:
"Hz. İbrahim, İshak'ı yedinci günde, İsmali'i ise buluğ çağında sünnet etti. Böylece, İshak'ın sünnet ediliş zamanı tshak oğulları içerisinde, İsmail'in sünnet ediliş zamanı da İsmail oğulları içerisinde bir adet halini aldı." Allahu a'lem. [36]
7- Sünnet Olmanın Hikmet ve Faydaları:
Sünnet, Allahu Tealanın, kulları için meşru kıldığı ve bununla onların zahiri ve batini güzelliklerine güzellik kattığı, şeriatın hoş latifelerindendir. Aynı zamanda sünnet, fıtratın tamamlayıcısıdır ki, Allah insanları o fıtrat üzere yaratmıştır. Bu yüzden sünnet İbrahim'in dini olan hanifliği tamamlayan bir unsur olmuştur. Sünnetin meşruiyyetinin temeli, hanifliği tamamlamasından kaynaklanmaktadır. Allah'u Teâlâ İbrahim'i insanlara imam kılacağını, onu bir çok milletlerin atası yapacağını, peygamber ve hükümdarların onun soyundan geleceğini ve neslini çoğaltacağını vaâd buyurunca, Hz İbrahim ile nesli arasında, her çocuğun sünnet olması şeklinde bir sözleşme alâmeti kıldığını ve bu sözleşmenin vücutlarındaki bir işaret olacağını ona bildirdi. Demek ki sünnet, İbrahim'in dinine girmenin nişânesidir. Bu bakış açısı, ''Allah'ın boyası (ile boyandık). Boyası, Allah'ın boyasından daha güzel olan kimdir!" [37] ayetini sünnet olmakla yorumlayanların teviline de uygun düşmektedir.
Sünnet, hanifler nezdinde haça tapanların vaftizi mesabesindedir. Haça tapanlar, vaftiz suyuna batırdıkları zaman çocuklarını temizlediklerini iddia ederler ve vaftiz esnasında "Şimdi hristiyan oldu "derler.
Buna karşılık Allah'u Teâla, haniflik boyasıyla boyanmalarını haniflere emretmiş ve sünneti bunun alâmeti kılarak şöyle buyurmuşur:
"Allah'ın boyası (ile boyandık). Boyası, Allah'ın boyasından daha güzel olan kimdir?"
Allahu Teâlâ, kendisine izafe edilen kişiler için tanınacakları bir takım alametleri işaret yapmıştır. Bu yüzden insanlar, hayvanlarını çeşitli alametlerle damgalarlar ki, o hayvanın hangi insana izafe edildiği bu alametiyle tanınıp belli olsun.
Bu işaret daha sonra ümmetten ümmete tevarüs edilegelmiştir. .
Böylece Allahu Teâla, kulluk ve haniflik ile kendisine, dinine ve milletine izafe edilen kişiler için sünneti bir alamet yaptı. Ta ki, insanın hangi dinden olduğu bilinmediği zaman, bu sünnet nişanı sayesinde bilinip tanınsın. Araplar Ummetü'l-Hitan (sünnet olan topluluk)" adıyla maruf idiler. Bu yüzden, Herakliyus hadisinde şu ifâdeler vardır: Hera-liyus "Görüyorum ki, sünnet hükümdarı ortaya çıkmış dedi. Arkadaşları ise "Bu seni üzmesin, ancak Yahudiler sünnet olurlar. Onları öldür gitsin" dediler. Onlar bu haldeyken aniden Peygamberin gönderdiği elçi, mektubu ile geliverdi.
Derken Herakliyus, elçinin avret yerinin açılıp sünnet olup olmadığına bakılmasını emretti. Sünnetli olduğu göruldu.
Arapların sünnet oldukları Herakliyus'a bildirilince "Bu, şu ümmetin hükümdarıdır” dedi.
Müslümanlarla Romalılar atasında Ecnadin olay! meydana geldiğinde Hişam b. el-As şöyle demeye başladı:
"Ey müslümanlar topluluğu! Şu sünnetsizlerin kılıca karşı hiç sabırları yoktur." Hişam böylece Romalıları haçlı şiarı ve alametiyle zikrediyor, bu şiarı, hamilerin onlara hucüm etmesini ve yeryüzünü onlardan temizlemesini gerekli kılan bir sebep sayıyordu.
Hülasa: Allah'ın boyası, hanifliktir. O haniflik ki, kalpleri Allah'ı tanıma, O'nu sevme, Ona karşı ihlâslı olma ve ortak koşmaksızın yalnızca O'na ibadet etme rengine boyar.
Aynı şekilde bedenleri; sünnet, etek üraşı, bıyığı kısaltma tırnakları kesme, koltuk altını yolma, mazmaza, istinşak, misvak ve istinca gibi fıtrat özelliklerinin rengine boyar.
Muhammed b. Cerir "Allah'ın boyası" ayeti kerimesi hakkında şöyle diyor:
"Boyadan maksat, İslâm boyasıdır. Şöyle ki, hristiyanlar çocuklarını hristiyanlaştırmak istediklerinde, onları vaftiz suyuna batırırlar. Bunun, ehli islamdaki cenabetin yıkanması mesabesinde bir kutsama ve hristiyanlığın boyası olduğunu iddia ederler. İşte böylece Hristiyan ve Yahudiler "Yahudi veya Hristiyan olunuz ki, hidayet bulaşınız" deyince Allahu Teâlâ Peygamberine:
"De ki: Hayır, biz hanif olarak İbrahim'in dinine uyarız. O, asla müşriklerden değildi. Ve Deyin ki: Biz Allah'a, bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Yakup ve torunlarına indirilene Musa ve İsa'ya verilen ve diğer peygamberlere Rabbleri tarafından verilenlere inanır, onlar arasında bir ayırım yapmayız, biz O'na teslim olandanız. "Eğer sizin inandığınız gibi inanırlarsa hidayete ermiş olurlar, dönerlerse mutlaka anlaşmazlığa düşerler. Onlara karşı Allah sana yeter. O işitendir, bilendir. Allah'ın boyası (ile boyan) Allah'ın boyasından daha güzel boyası olan kimdir? Biz ancak O'na kulluk ederiz" [38] ayetini indirdi.
Katade diyor ki: Yahudiler, çocuklarını Yahudilik rengine, Hristiyanlar ise çocuklarını Hristiyanlık rengine boyadılar. Allah'ın boyası ise İslâm'dır. Öyleyse, İslâm'dan daha güzel ve daha temiz hiç bir boya yoktur."
Mücahid" Allah'ın boyası, O'nun fıtratıdır "demiştir. Bir başkası da bundan maksadın Allah'ın dini olduğunu söylemiştir.
Bütün bunlara ilaveten, sünnet olmada temizlik, nezafet, zinet, yaratılılışı güzelleştirme ve şehveti düzene koyma vardır. Şehvet, arttığı zaman insanı hayvan konumuna getirir, tamamen de yok olduğu zaman onu cansızlar durumuna getirir. İşte sünnet olma bu düzeni dengede tutar. Bu yüzden sünnetsiz erkek ve kadınların cinsi münasebetten asla tatmin olmadıklarını görürsün. Bundan dolayı bir kişi "Sünnetsiz kadının oğlu" diye zemmedilerek ayıplanırsa bu, annesinin aşırı şehvetine işareten söylenmiş bir söz olur.
Uzayıp sınırı aşan sünnet derisinin, etek ve koltukaltı kıllarının, bıyığın ve tırnağın kısaltıp temizlenmesinden daha güzel bir zinet var mıdır.? Çünkü şeytan bütün bu temizlenmesi gereken pisliklerin altında gizlenir de orada kalarak öylesine ünsiyet peydah eder ki, sünnetsiz olan kadına ve erkeğin cinsel organından kötülük ve vesvese üfler. Sünnetli kişide ise bunu yapması mümkün değildir.
Şeytan, ayrıca etek kılları ve tırnakların dibinde de gizlenir. Kesilmeyen sünnet ferisi, kendi bulunduğu yerde uzamış olan tırnak, bıyık ve etek kıllarından daha çirkindir. Bu fazla etin çirkin olduğu ve bunu temizlemenin, güzellik, nezafet ve zinet olduğu, sağduyu sahibine asla gizli kalmaz. İşte bu yüzden Allahu Teâlâ dostu İbrahim'i, bu pislikleri izale etmesi için imtihan edip te o da bunları tamamlayıp yerine getirince, onu insanlara imam kılmıştır.
Bütün bunlara ilâveten sünnet olmada, yüz güzelliği ve parlaklığı, sünnet olmamada ise açıkça görünen çirkinlik vardır.
Harb, "Mesail"inde Peygamberin hanımı Meymune'nin sünnetçi bir kadına şöyle dediğini naklediyor:
"Sünnet ederken yukarıdan kes ve fazla derine inme. Çünkü bu yüzü daha parlatır ve kocası nazarında daha kıymetlidir."
Ümmü Atıyye rivayet ediyor:
"Rasûllulah sünnetçi bir kadına şöyle emretti:
"Sünnet yaptığın zaman fazla derinden kesme. Çünkü bu, kadın için daha kıymetli ve erkek için daha sevimlidir".
Bunun anlamı şudur: Sünnetçi kadın, sünnet derisini kökünden kestiği zaman, kadının şehveti azalarak kocası nezdindeki kıymeti düşer. Aynı şekilde sünnetçi kadın onu olduğu gibi bırakır da hiç bir şey kesmez ise, bu sefer de şehvet duygusu artar. Fakat birazını alır da birazını bırakırsa yaratılış ve şehveti düzene koyar. Bunlara ek olarak, bu deri parçasının kesilmesinin bir kulluk alâmeti olduğu inkâr edilemez. Zira, bir çok kölelerin köleliklerine işaret olarak kulaklarının bir kısmının kesildiğini veya alınlarına dövme vurulduğunu v.s. görürsün. Ta ki, kaçtıklarında bu alamet sayesinde sahiplerine iade edilebilsinler. İşte böylece, insanın sünnet derisinin kesilmesi de, sahibi olan Allah'a kulluğunun işareti olmaktadır. Ta ki, insanlar böyle birinin Allah'ın hanif kullarından olduğunu bilsinler. Böylece hitan (sünnet olma), kendisinden daha şereflisi bulunmayan bu sünnetin alameti olmuştur. Üstelik sünnet olmada temizlik, nezafet, zinet ve şehvetin düzenlenmesi faydaları vardır.
Anlatıldığına göre, kadınların sünnet olmasının hikmeti şudur:
Hz. Sare, Hacer'i İbrahim'e verip, o da onunla münasebette bulununca, Sare İbrahim'den hamile kaldı. Derken Sare Hacer'i kıskanarak üç uzvunu keseceğine and içti. Bunun üzerine İbrahim, Hacer'in burun ve kulaklarını keseceğinden endişe ederek iki kulağını delmesini ve sünnet etmesini Sare'ye emretti. Daha sonra bu, kadınlar arasında bir adet haline geldi. Bu olay garip karşılanmamak. Nitekim sa'yın başlangıcı da Hz. Hacer'in oğluna su aramak için iki dağ arasında koşuşturmasından kaynaklanmaktadır. Aynı şekilde şeytan taşlamanın kaynağı, babasıyla birlikte gittiği zaman İsmail'in şeytanı taşlamasıdır.
Böylece Allahu Teâlâ dostunun sünnetini hatırlatıp ihya etmek, onun şanını yerleştirmek ve kulluğunu yüceltmek için bunu kullarına emretmiştir. Allahu alem. [39]
8- Sünnette Kesilecek Miktarın Beyanı:
"Ebul-Bereket, el Gaye kitabında şöyle diyor:
"Erkek sünnet edilirken cinsel organın ucundaki deri kesilir. Bu derinin tamamı ile değil de, yarıdan fazlasıyla da yetinilmesi caizdir. Kız çocuğu sünnet eden kadının deri kenarlarından kesmesi müstehaptır. Bu husus naslarda açıkça belirtilmiştir.
Rivayet edildiğine göre Hz. Ömer sünnetçi bir kadına "Sünnet ettiğin zaman derinin birazını bırak, dibinden kesme"demiştir.
Hallal "Camiinde" Sünnet esnasında kesilecek miktar" bölümünde şöyle diyor:
"Muhammed b. el Huseyn, Fadl b. Ziyâd'dan rivayet ettiğine göre Ahmed b. Hanbel'e, sünnet edilirken ne kadar kısmının kesileceği sorulunca "Cinsel organın ucu görününceye kadarki miktar "diye cevap vermiştir. Abdul-Melik el Meynuni şöyle demiştir:
"Ahmed b. Hanbel'e sordum:
"Ya Ebu Abdullah! Bana soruyorlar ki, sünnetçi, çocuğu sünnet eder de, deriyi dibinden kesmezse ne olur? Şöyle cevap verdi:
"Cinsel organın ucundaki derinin yarısından fazlası kesilmişse, dipteki kalan deri parçasına itibar edilmez. Zira cinsel organın ucu sertleştikçe deri çekilip büzüşür. Fakat kesilen kısım yarıdan az olursa o zaman sünnet tam yerine gelmedi diye endişe ederim,"Ben, ona" Yeniden sünnet etmek çok zordur. Her halde tekrar sünnet etmekten korkuluyprdur" deyince "Ne diye korkulacakmış? Yarıdan fazlası bulunan sünnet derisinin kolayca tekrar kesildiğini görmüşümdür. Bu, pekala kolay bir sünnettir" dedi.
İbn-i Sabbağ, "eş-Şamil" de diyor ki:
"Erkeğin cinsel organının uç kısmı tamamen görünecek şekilde sünnet edilmesi vaciptir. Kadına gelince, onun sünnet derisi ikidir:
1- Bekâret zarı,
2- Kesilmesi gereken kısım. Bu da fercin üst kısmında, iki kenar arasındaki horoz ibiğine benzeyen deridir.
Bu kesildiğinde, çekirdek şeklindeki dip kısmı geriye kalır.
Cüveyni, Nihaye'sinde şöyle der:
"Erkeğin kulfesinin kesilmesi gerekir. Kulfe, cinsel organının ucunu kaplayan deridir. Amaç bu derinin kesilip izale edilmesidir. Bu derinin bir kısmı kertilmek suretiyle uç kısmında yüzeye yapışık bir vaziyette duruyorsa derinin sarkık kalmaması için kesilmesi gerekir.
İbn-u Kecc der ki:
"Bana göre, organın başını çepeçevre kuşatmak şartıyla derinin az bir kısmını kesmek de yeterlidir."
Cüveyni şöyle der:
"Kadınlarda kesilmesi gerekli olan miktar, kesme kelimesi itlak edilecek kadar bir miktardır. Şu hadis- şerif en az kesme işine delalet etmektedir. Peygamber, şöyle buyurmuştur:
"Ey sünnetiçi kadın sakın, dibinden kesme, derin kesip acı verme!" Yani, kesilen yeri yüksekçe bırak. El-Maverdi diyor ki: Cinsel organın ucunu kaplayan derinin kökünden kesilmesi sünnettir. Cinsel organın ucu kapalı kalmayacak şekilde deriden bir kısmının kesilmesi yeterli olan en az miktardır. Kadının sünnet oluşuna gelince, zekerin giriş ve bevlin çıkış yeri ve fere üzerindeki çekirdek şeklindeki uzvun üstünde bulunan derinin kesilmesidir.
Deri, kökünden değil, üst kısmından kesilir.
Buradan da anlaşılıyor ki hitan (sünnet) kesimi üç çeşittir: Sünnet, vacip ve yetersiz.... Allahu a'lem. [40]
9- Sünnetin Hükmü Erkeğe de Kadına da Şamildir
Salih b Ahmed "Kişi inzal olmaksızın karısıyla cima ederse" bölümünde şöyle diyor: "İki sünnet mahalli birbirine kavuştuğu zaman, gusul vacip olur."
Ahmed b.Hanbel "Buna göre kadınlar da sünnet oluyorlarmış" demiştir. Ayrıca karısıyla cima edip de onun sünnetsiz olduğunu gören kişi hakkında, Bu kadının sünnet olması gerekir mi?" diye sorulunca "Hitan (sünnet olmak) sünnettir" demiştir.
Hallal, Ebu Bekr el Mervezi Abdul-Kerim b. el-Heysem ve Yusuf b. Musa'dan, sözleri biribirine geçip karışmış olarak şunu rivayet etmiştir: "Kocasının yanına varan sünnetsiz bir kadının sünnet olması gerekir mi? diye Ahmed b. Hanbel'e sorulunca sustu ve Ebu Hafs'a dönerek "Bu konuda bir şey biliyor musun? diye sordu. O da "Hayır" dedi. Bunun üzerine "Bu kadın 30 veya 40 yaşlarına gelmiş" denildi. O yine sustu. Derken "Peki sünnet olmaya gücü yeterse?" diye sorulunca "iyi olur" dedi.
Muhammed b.Yahyael-Kehhal diyor ki:
"Ahmed b. Hanbel'e "Kadın sünnet olur mu? diye sordum. Dedi ki:
"Bu konuda pek çok hadis tahric ettim. Bir de baktım ki, ne göreyim? Peygamberin- söylediği "iki sünnet mahalli birbirine kavuştuğu zaman" sözündeki sünnet yeri bir değil, ikiymiş." Ben "o zaman kadının da sünnet olması lazım" deyince, "Erkeğin sünnet olması daha elzemdir. Zira erkek sünnet olmadığı zaman bu deri zekerin ucunda sarkık durur ve ancak bir günah vesilesi olur. Kadınlarda ise böyle bir durum söz konusu değildir. Onların durumu daha basittir.
Ben de derim ki: kadınların sünnet oluşunun müstehaplığında ihtilâf yoktur. Fakat vacip olup olmadığında ihtilâf edilmiştir. Bu konuda Ahmed b. Hanbel'den iki rivayet vardır:
1- Erkeklere de, kadınlara da vaciptir.
2- Yalnızca erkeklere vaciptir. Bu rivayetin delili, Şeddad b. Evs'in naklettiği "Hitan, erkekler için sünnet, kadınlar için bir ikramdır" hadisidir. [41]
Böylece erkek ile kadın arasında ayırım yapmış ve bu görüşü için emrin sadece erkeklere yönelik olduğunu delil getirmiştir. Nitekim Allah, bunu Halil'ine emretmiş o da O'nun emrine uyarak sünnet olmuştur.
Kadının sünnet oluşuna gelince, bunun sebebi yukarıda geçtiği üzere Hz. Sare'nin yapmış olduğu yemindir. İmam Ahmed diyor ki:" Sünnetçi kadın deriyi kökünden kesmemelidir. Zira Hz. Ömer sünnetçi bir kadına "Sünnet ettiğin vakit ondan bir kısmı bırak "demiştir. Yine Ahmed b. Hanbel, Ümmü Atiyye'den şunu nakledir. "Rasûlullah, sünnetçi bir kadına şöyle buyurdu: "sünnet ettiğin zaman "kökten kesme. Zira bu, kadın için daha kıymetlidir ve erkeğin de hoşuna gider."[42]
Daha önce bahsettiğimiz sünnet olmanın hikmeti erkekte daha belirgin olsa da kadını da kapsamaktadır. Allahu â'lem. [43]
10- Sünetçinin Hata Yapması ve Sünnet Yarasının Azmasının Hükmü:
Allah Teâla "İyilik edenlerin aleyhine bir yol yoktur" buyurmuştur.[44]
Amr b. Şuayb babasından o da dedesinde Rasullulahın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Tabiplik bilgisi olmadığı halde tedavi işine girişen kimse zamindir (yani diyetle mükelleftir).[45] Sünnetçinin elinden kaynaklanan hataya gelince, başka hatalarda olduğu gibi bunun da diyetini kendisi veya akrabası vermek zorundadır. Eğer ödemesi gereken miktar üçte birinden fazla olursa, akrabalara düşer. Üçte birinden az olursa kendi malından verilir. Sünnet yarasının azması neticesi ölen kemseye gelince, mesleğinde ustalığı ve bu konudaki mahareti bilinmiyorsa, o taktirde zamindir, diyeti ödemek zorundadır. Zira bu, kalkışılması caiz olmayan ve ölüme yol açan bir yaralama şeklidir.
Öyleyse, hatadan kaynaklanan bir yaralama gibi tazmin ettirilir. Bunun dışındaki sünnet yaralarında ihtilaf edilmiştir:
Ahmed ve Malik şöyle demişlerdir:
"İzin verilmiş bir yaralamadan dolayı kişi ne hadd cezası olarak ne de tedip mahiyetinde, ister cezası belirlenmiş isterse belirlenmemiş olsun, hiç bir şekilde sorumlu tutulamaz. Zira bu, izin alınmış bir yaralamadır.
Bu durumda tıpkı gerdek gecesinde bakireliğin giderilmesi, hacamat yapıp kan alma, sünnet etme, çıban patlatma ve kesilmesine izin verilmiş bir urun usta bir doktor tarafından koparılmasında olduğu gibi burada da fidye vermekle mükellef tutulamaz."
Şafii diyor ki:" Ceza miktarı belirlenmiş olan bir yaralama sebebiyle ne had cezası olarak, ne de kısas şeklinde kişi fidye vermekle mükellef değildir. Fakat tazir ve tedib gibi miktarı belirlenmemiş olan bir yaralamadan dolayı zamin olur. Çünkü onu telef etmesi, onun saldırganlık ve düşmanlığına delalet etmektedir."
Ebu Hanife ise şöyle demiştir:
"Kişinin diyet vermekle mükellef olduğu yaralama sadece vacip olan yaralama değildir. Ayrıca kısas yaralamasından dolayı da zamin olur. Zira ona ancak sıhhat şartıyla hakkını alması helal kılınmıştır.
Oysa sahih sünnet bu görüşe muhaliftir. Eğer sünnetçi, mesleğinde usta olur da havanın normal olduğu bir zamanda çocuğu sünnet eder, sanatının da hakkını verirse, yaranın azmasından dolayı ittifakla zamin olmaz. Çocuk bu yara yüzünden hastalanıp ölse bile durum aynıdır. Çok sıcak veya aşırı soğuk bir havada ya da endişe edilecek bir zayıflık anında çocuğu sünnet etmesi için sünnetçiye izin verilmiş olsa, eğer çocuk akil baliğ ise sünnetçi zamin olmaz. Zira çocuk, izin vermek suretiyle hakkını ıskat etmiştir. Eğer çocuk küçük ise sünnetçi zamin olur. Zira küçük çocuğun iznine şer'an itibar edilmez.
Şayet çocuğun velisi buna izin vermiş ise acaba velisi mi zamin olur, yoksa sünnetçi mi? Şüphesiz ki veli bu işe sebep olmuş, sünnetçi ise doğrudan bu işi yapmıştır. Kaide ise doğrudan yapanın zamin olmasını gerektirir. Çünkü bunu yapmaması da mümkün idi. Tazmin edilmesi imkansız olan şeyler ise böyle değildir. İşte, sünnetçinin çocuğu öldürmesi ve sünnet yarasının azması hakkındaki sözler bunlardır. Allahu alem. [46]
11- Sünnetsiz Kişiyle İlgili Hükümler:
Temizliği, Namazı, Kurbanı, Şahitliği, v.b.
Hallal, Muhammed b. İsmail'den, o da Veki'den, o da Salim b. el-Ata el-Muradi'den, o da Amr b. Herim'den, o da Cabir b. Zeyd'den, o da İbn Abbas'tan rivayet ettiğine göre, İbn Abbas şöyle demiştir:
"Sünnetsizin namazı makbul değildir, onun kestiği de yenmez."
Veki diyor ki: "Sünnetsiz kişi, akıl baliğ olduğu vakit sünnet olmazsa, şahitlik yapması caiz değildir."
İsme b. İsam, Hanbel'den, o da Ahmed b. Hanbel'den, o da Muhammed b. Ubeyd'den, o da Selim el- Muradi'den, o da Amr b. Herim'den, o da Cabir b. Zeyd'den, o da İbn Abbas' tan şöyle dediğini nakletmiştir:
"Sünnetsiz kişinin kestiği yenmez."
Hanbel diyor ki:
"Ahmed b. Hanbel'in şöyle dediğini işittim: "Sünnetsizin kurban kesmesinden hoşlanmıyorum."
Yine Hanbel başka bir yerde, Ebu Amr el-Havdi'den, o da Hemmam'dan, o da Katede'den, o da İkrime'den, şunu rivayet eder:
"Sünnetsizin kestiği yenmez." Fakat Hasan Basri, İkrime'nin bu görüşüne katılmıyordu. İkrime'ye "Haccı olur mu?" diye sorulunca "Hayır" dedi.
Yine Hanbel'in rivayetine göre Ahmed b. Hanbel şöyle demiştir:
"Sünnetsizin kestiği yenmez, temizlenmedikçe onun namazı da, haccı da yoktur. Sünnet, müslümanlığı tamamlayan bir unsurdur."
"Sünnetsiz kişi kurban kesemez, onun kestiği yenmez, namazı da yoktur."
Abdullah b. Ahmed b. Hanbel, babasından, o da İsmail b. İbrahim'den, o da Said b. Ebi Arube'den, o da Katade'den, o da Cabir b. Zeyd'den, o da İbn Abbas'tan şu sözleri rivayet etmiştir." "Sünnetsizin namaz kılması helâl değildir. Onun kestiği de yenmez, şahitlik yapması da caiz olmaz."
Katade diyor ki:
"Hasan, bu görüşü kabul etmezdi." İshak b. Mansur şöyle diyor:
"Ahmed b. Hanbel'e, sünnetsizin kestiği kurbanı sordum. "Bir sakıncası yoktur" diye cevap verdi.
Ebu Talip diyor ki:
Ahmed b. Hanbel'e sünnetsizin kestiği kurbanı sordum. "İbn Abbas sünnetsizin kestiği kurban hususunda çok müteşeddit idi" şeklinde cevap verdi."
Fadl b. Ziyad naklediyor:
"Ahmed b. Hanbel'e sünnetsizin kestiği kurbanı sordum da şöyle dedi:
"İbrahim, Hasan ve diğerlerinden rivayet edildiğine göre, onlar bunda bir sakınca görmüyorlarmış. Ancak Cabir b. Zeyd'den rivayet edildiğine göre İbn Abbas bunu kerih görüyormuş."
Ahmed b. Hanbel diyor ki:
Bu insanlara çok meşakkat verir. Yani yaşı ilerlemiş bir adam müslüman olsa ve sünnet edilmekten korksa, onun kestiği kurban yenilmeyecek mi?
Hallal Ebü's-Sehm Ahmed b. Abdullah b. Şabit'in şöyle dediğini nakleder:
"Ahmed b. Hanbel'e, sünnetsizin kestiği kurban hakkında soruldu ve İbn Abbas'a ait "Onun kestiği yenmez" sözü zikredildi. Bunun üzerine Ahmed b. Hanbel:
"Bence bu, kişi müslüman bir aile içinde doğduğu zaman geçerlidir. Bu durumda nasıl sünnet olmasın? Fakat yaşı ilerlemiş bir kişi müslüman olur da, sünnet olmak hususunda canından endişe ederse, bana göre ona ruhsat vardır." Ahmed b. Hanbel, daha sonra insanları kışın sünnet ettirerek bir kısmının ölmesine sebep olan Basra valisi ile Hasan Basri arasında geçen kıssayı anlattı.
Ahmed. b. Hanbel derdi ki:
"Yaşlı bir adam müslüman olur da sünnet konusunda canından endişe ederse, bence onun mazereti vardır." [47]
12- Sünnetin Vucübiyyetini Düşüren Haller:
Bu haller şunlardır.
1- Kişinin sünnetli Şekilde doğması. Böyle birisi kesilmesi vacip olan şey kendisinde yaratılmadığı için sünnet olması gerekmez. Bunda ittifak vardır. Fakat bazı müteahhir ulema "Sünnet mahalli üzerinde usturanın dolaştırılması müstehaptır. Çünkü kendisine emredilen şeyin bu kadarına güç yetirebilmektedir. Peygamber "Size bir şey emrettiğim zaman, ondan gücünüzün yettiği kadarını yapınız" buyurmuştur.
Demek ki vacip olan şey ikidir:
1- Usturayı değdirmek,
2- Kesmek.
Kesme emri sabit olunca, en azından usturanın değdirilmesi müstehaptır."
Doğrusu şu ki, aslında bu hareket mekruhtur. Bununla ne Allah'a yaklaşılır, ne de kulluk yapılır. Şeriati böyle bir şeyden tenzih ederiz. Zira bu, hiçbir faydası olmayan abes bir iştir. Usturayı dolaştırmak amaç değil, bilâkis amacın yapılması için bir vesiledir. Amaç ortadan kalkınca, vesilenin bir anlamı kalmaz.
Kimilerinin söylediği şu söz de buna benzemektedir:
Kafası kel olan kişinin hacc ibadetleri esnasında usturayı başında gezdirmesi müstehaptır. Yine Ahmed b. Hanbel'in ashabından bir grup müteahhirin ve diğerlerinin sözleri de buna benzemektedir:
"Ayet ve zikirleri iyi telaffuz edemeyen veya dilsiz olan kişi dilini mücerret olarak hareket ettirir."
Üstadımız İbn Teymiyye diyor ki:
Şayet "Bu hareket yüzünden namaz bozulur" dense, doğruya daha yakın olur. Çünkü bu, huşu ile bağdaşmayan abes bir iştir. Oysa namaza fazladan fiil eklemek meşru değildir.
Hulasa; Araplar sünnetli bir halde doğan çocuk, ayın parlak olduğu bir zamanda doğduğu için sünnet derisinin büzüşüp toplandığını zanneder ve bu yüzden "Onu ay sünnet etti" derlerdi. Oysa bu, genel geçer bir kural değildir.
Zira, insanlar ayın parlak olduğu vakitlerde doğmaya devam ettikleri halde sünnetli olarak doğan çocuk pek nadirdir. Kaldı ki, bu durumda sünnet derisi tamamıyle zail olmaz. Sadece bevlin çıktığı yer görünecek şekilde zekerin ucu açılır. Bu yüzden buranın tamamen ortaya çıkması için mutlaka sünnet edilmesi gerekir. Fakat çocuk doğduğunda zekerin ucu tamamen açılıp sünnet derisi zail olmuş ise, bunu sünnet etmeye gerek yoktur.
Beytül Makdis'in muhaddisi arkadışım Muhammed b. Osman el-Halili'nin dediğine göre, kendisi de sünnetsiz olarak dünyaya gelmiş. Allahu a'lem.
2- Sünnetin vucübiyyetini düşüren hallerden biri de çocuğun ölümünden korkulduğu için, buna tahammül edemeyecek kadar zayıf olması ve bu zayıflığın devam etmesidir. Böyle bir çocuğun sünnet edilmemesinde mazeret vardır. Çünkü sünnet olmak olsa olsa vaciptir. O halde acziyetten dolayı diğer vacipler gibi bu da ondan sakıt olur.
3- Kişinin yaşı ilerlemiş bir halde müslüman olması ve sünnet olma hususunda canından endişe etmesidir. Cumhura göre, bu durum ondan sünneti düşürür. İmam Ahmed, talebelerinden bir cemaatin rivayetinde bu görüşü belirtmiş ve Hasan Basri'nin "Peygamber devrinde Rum, Habeşli ve İranlı insanlar İslama giriyorlar, fakat Rasulullah onlardan hiçbirini teftiş etmiyordu" sözünü zikretmiştik. Fakat Sehnün b. Said, cumhura muhalefet ederek canından endişe eden yaşlı kimseden sünnet vecibesini düşürmemiştir. Bu, aynı zamanda İbni Temim ve diğerlerinin Ahmed b. Hanbel'den rivayet ettikleri bir görüşüdür. [48]
Ölüm Endişesi, Vucübiyyeti Düşürdüğü Gibi, Bu Fiilin Mübahlığını da Engeller:
Ashabımızın sözlerinin zahirine göre, sünnetin vucübiyyeti sadece ölüm endişesi durumunda düşer. Ayrıca bu durumda sünnet olma fiilinin de engellenip caiz olmaması gerekir.
Hidaye şerhinde bu konu açıklanarak şöyle denmiştir:
"Bu fiil engellenir. Bunun pek çok misalleri vardır: Meselâ, çok soğuk bir havada hasta birinin soğuk su ile gusül abdesti alması, oruç yüzünden ölmesinden endişe edilen hastanın oruç tutması, hasta, hamile v.b. kişilere hadd cezası uygulanması gibi. İşte bütün bu mazeretler fiilin vucubiyyetini düşürdüğü gibi, yapılmasına da mani olmaktadır.
4- Sünnetin vucubiyyetini düşüren durumlardan biri de ölüm hadisesidir. Ümmetin ittifakıyla cenazenin sünnet edilmesi vacip değildir. Peki müstehap mıdır? İlim ehlinin cumhuruna göre, müstahap değildir. Dört imamın görüşü de böyledir. Fakat müteahhirundan bir alim, müstahap olduğunu söylemiş ve bunu, cenazenin bıyığının kesilmesi, etek tıraşı, koltuk altının yolunmasına kıyas etmiştir. Fakat bu kıyas, ümmetin üzerinde bulunduğu amele muhaliftir. Dolayısıyla, fasid bir kıyastır. Zira bıyığı kısaltmak, tırnağı kesmek ve etek traşı yapmak tahareti tamamlayan ve pisliği gideren bir unsurdur.
Sünnet ise, onun bir uzvunun kesilmesi demektir. Mevta henüz hayatta iken sünnetin meşru kılınmasına sebep olan mana, ölüm ile ortadan kalkmıştır. Öyleyse artık sünnet olmasında bir maslahat kalmamıştır. Ayrıca Peygamber (a.s.) insanların kıyamet gününde sünnetsiz olarak diriltileceğini haber vermiştir. O halde, kıyamet gününde onunla diriltileceği ve ahiret yaratılışının bir tamamlayıcısı olan bir uzvunun kesilmesinin ne faydası olabilir? [49]
İhramlının Sünnet Olmasının Hükmü:
İmam Ahmed'in belirttiğine göre, ihramlı olma hali sünnet olmaya engel değildir. "İhramlı kimse sünnet olabilir mi?" diye kendisine sorulunca "Evet" şeklinde cevap vererek sünnet olmayı ne hayattayken, ne de öldükten sonraki saç ve tırnağın kesilmesine denk tutmuştur. [50]
13- Peygaber (a.s.)'ın Sünnet Oluşu:
Bu konuda birkaç görüş bulunmaktadır:
1- Sünnetli olarak dünyaya gelmiştir.
2- Cebrail (a.s.) göğsünü yardığı vakit, onu sünnet etmiştir.
3- Dedesi Abdul-Muttalip, Araplardaki çocukların sünnet edilmesi adetine uyarak onu sünnet etmiştir.
Şimdi de bu görüşlerin sahiplerini ve delillerini zikredelim:
"Sünnetli olarak dünyaya geldi" diyenler bir takım hadisleri delil getirmişlerdir:
1- Ebu Ömer b. Abdil-Berr şöyle demiştir:
"Rivayet edildiğine göre, Peygamber (a.s.) sünnetli olarak doğmuştur."Abdullah b. Abbas'ın, babasından rivayet ettiği hadis ise şöyledir:
"Peygamber (a.s.) sünnetli ve göbeği kesilmiş bir halde doğunca bu, dedesi Abdul-Muttalib'in hoşuna gitti ve "Bu oğlumun şanı yüce olacak" dedi.
İbni Abdilberr devamla diyor ki:
"Abbas'ın bu hadisinin isnadı sağlam değildir. İbni Ömer'den merfu olarak rivayet edilmişse de o da sabit değildir."
Ben de derim ki: İbn Ömer hadisi, Ebu Nuaym yoluyla bize rivayet edilmiştir: Ebül-Hasen Ahmed b. Muhammed b. Halid el-Hatib, Muhammed b. Muhammed b. Süleyman'dan, o da Abdurrahman b. Eyyüb el Hıms'den, o da Musa b. Ebi Musa el Makdis'den, o da Halid b. Seleme'den, o da Nafi'den, o da İbn Ömer'den rivayet ettiğine göre İbn Ömer şöyle demiştir:
"Peygamber (a.s.) sünnetli ve göbeği kesilmiş bir halde doğdu. "Fakat sened zincirindeki bu Muhammed b. Süleyman "el Bağdadi'dir ve zayıf görülmüştür. Darekutni diyor ki:
"Çok tedlis yapar, işitmediklerini rivayet eder ve çokça hadis hırsızlığı yapardı."
2- El-Hatib, Süfyan b. Muhammed-el Masayyisi o da Hüseyni'den, o da Yunus b. Ubeyd'den, o da Hasan'dan, o da Enes. b. Malik'ten Rasûlullahın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Benim sünnetli olarak doğmam ve hiç kimsenin benim avret yerimi görmemesi Allah katındaki kerametlerimdendir." El Hatip diyor ki:
"Denildiğine göre, bu hadisi sadece Yunus, Huseyn'den rivayet etmiş ve Süfyan b. el Masâyisi tek başına bunu rivayet etmiştir. Onun rivayet ettiği hadisler ise kabul edilmez."
El-Hatip şöyle naklediyor:
El Ezheri'nin rivayetine göre, Darekutni'ye Süfyan b. Muhammed el-Masayyisi hakkında sorulmuş:
Ebû Tayyibel-Taberi, Darekutni’den şunu nakleder:
"Süfyan b. Muhammed denilen Masayyise ahalisinden yaşlı bir adam, zayıf ve kötü hallidir."
Salih b. Muhammed el Hafız der ki:
Süfyan b. Muhammed el-Masayyisi hiç bir şey değildir.
Yukarıdaki hadisi Ebul-Kasım b. Asakir, Hasan b. Arefe tarikiyle Huseyn'den, o da Yunus'dan, o da Hasan'dan, o da Enes'den, o da Rasûlullah'dan rivayet etmiştir:
"Benim sünnetli olarak doğmam ve hiç kimsenin avret yerimi görmemiş olması, Rabbim azze ve celle katındaki kerametlerimdendir."
Bu hadisin isnadında Hasan b. Arefe'ye kadar bir kaç meçhul ravi bulunmaktadır.
Ebul-Kasım b. Asakir diyor ki:
İbnul-Carud-ki çok yalancıdır-bu hadisi çalarak Hasan b. Arefe'den rivayet etmiştir.
3- Bu görüş sahiplerinin getirdiği delillerden biri de Muhammed b. Ali et-Tirmizi'nin "Mucizetun-Nebi" adlı eserinde naklettiği şu hadistir: "Safiyye binti Abdil-Muttalip şöyle demiştir:
"Acaba erkek mi kız mı diye baktım da, sünnetli olduğunu gördüm." Bu hadis de zayıftır ve bilinen bir sened zinciri yoktur.
Ebul-Kasım, Hz. Peygamberin sünnet olmasıyla ilgili tasnif ettiği kitabında "Rasûlullah sünnetli olarak dünyaya geldi"diyen ve bu görüşü kabul eden Muhemmed b. Talha'yı reddederek şöyle demiştir:
"Şu Muhammed b. Ali et-Tirmizi, el-Hakim, hadis ehlinden olmayıp, hadis tarikleri ve ıstılahları konusunda bir ilmi de yoktur. Onun hakkındaki sözler sufilik, tarikatçılık, kapalı işleri ve hakikatleri keşfetme iddiası noktasında düğümlenmektedir. Hatta bu sözlere göre fakihler çerçevesinin dışına çıkmış ve bundan dolayı tan edilip ayıplanmayı hak etmiştir."
Fıkıh ve tasavvufi imamlan ona tan ederek kendisini Allah'ın razı olacağı bir gidişatın dışında saymış ve şöyle demişlerdir:
"O, cemaatin uzak durduğu şeyleri seri ilimlere katmış ve bu yüzden ayıplanma ve çirkin görülmeye müstehak olmuş, kitaplarını uydurma hadislerle, rivayet edilmemiş ve işitilmemiş haberlerle doldurmuş, manası akıl ile bilinemeyen şeriatin, gizliliklerini çok zayıf ve çürük illetlerle izah edip açıklamıştır."
Muhammed b. Ali et-Tirmizi'nin el-İhtiyât adlı kitabındaki sözlerinden biri de şudur:
Her namazın akabinde -sehv yapmamış bile olsa- sehv secdesi yapmak gerekir" Oysa, bunun caiz olmadığında ve bunu yapan kimsenin haddi aşan bir bidatçı olduğunda icma vardır. Öte yandan, Safiyye'den rivayet ettiği "O'nun önce sünnetli olduğunu gördüm" sözleri de diğer hadislerle çelişmektedir. O hadislerden biri şudur:
"Hiç kimse benim avret yerimi görmemiştir" Bu konudaki her bir hadis değerleriyle çelişkili olup, hiç birisi de sahih değildir. Peygamber sünnetli olarak doğmuş olsaydı bile bu onun kendine has özelliklerinden sayılmazdı. Zira pek çok insanda sünnetli olarak doğmaktadır.
Ebul Kasım devamla diyor ki:
Ebu'l Ganaim en-Nessâbe ez Zeydi'in anlattağına göre babası el-Ka'di Ebu Muhammed sünnetli olarak doğmuş. Bu yüzden ona "Mutahhar" lakabını takmışlar. Kendi elyazmasından gördüm, diyor ki:
"Ebu Muhammed, tertemiz olarak dünyaya geldi. Sünnet olmadı ve doğduğu şekilde vefat etti. Fakihler, kitaplarında böyle sünnetli olarak doğan kimselerin sünnet edilmesine gerek olmadığını söylerler. Bazıları da sünnet mahallinde usturanın gezdirilmesini müstehap görürler. Böyle bir kimseye "Ay sünnet etti" denir. Bununla insanın yaratılışındaki gelişmenin ay ışığının çoğalmasından, yaratılıştaki eksikliğin de ise ay ışığının azalmasından kaynaklandığına işaret ederler. Nitekim gel-git olaylarında da aynı şey söz konusudur. Böylece çocuğun zekerindeki derinin noksanlığı, ay ışığının noksanlığına nisbet edilmiş olur."
Seyf b. Muhammed, Süfyan es-Sevri'nin yeğeninden, o da Hişam b. Urve'den, o da babasından, o da Aişe'den Peygamberin şöyle dediğini rivayet etmiştir.
"İbni Seyyad, sünnetli ve göbeği kesik olarak doğdu"
Fakat Seyf’in hadisleri merduttur.
Denilmiştir ki:
İmr'ul Kays'ın, yanına varıp geldiği Roma İmparatoru Kayser de bu şekilde doğmuş. Derken İmruu'l Kays hamama, onun yanına girip kendisini bu halde görünce, şu sözlerle onu hicvetmiş:
"Ben, yalan olmayan bir yeminle yemin ederim ki,
Ay'ın kestiği kısırn müstesna, sen muhakkak sünnetsizsin.
Böylece onun sünnet olmayışını ayıplamış ve bu şekilde doğmasını noksanlık saymıştır.
Rivayete göre Kayser'i, İmru'l Kays'ı zehirletip öldürmeye iten sebeplerden biri de bu beyittir.
Sünnetsiz olarak doğan kişiler hakkında İbnül-Arabi şu şiiri söylemiştir:
Zayıf ve tasından su sızmayan (hayırsız kişi), sana feda olsun!
Namusu yırtılmış ve yağmurluğu keskindir.
Çok soğuk bir aralık gecesinde,
Gecenin ayı kıskaçların uçlarından ısırmış.
Yani diyor ki:
Ayın kestiği müstesna, o kişi sünnetsizdir. O kişinin sünnet derisini akrebin kıskaçlarına benzetmiştir. Araplar, sünnet olunmaksızın sünnet edilmiş şekle itibar etmez. Fazileti bizzat sünnet olmanın kendisinde görür ve bununla iftihar ederlerdi.
"Allahu Teâlâ, Peygamberimizi Arapların özünden yaratmış; yaratılış, ahlâk ve nesep yönünden mükemmel sıfatları sadece ona vermiştir. O halde Muhammed b. Ali'nin bahsettiği, Peygamberin sünnetli olarak doğmasının, kendine mahsus mümeyyiz sıfatlarından olması mümkün değildir.
Rivayete göre, sünnet olma, Allahu Teâla'nın, dostu İbrahim'i imtihan ettiği ve onun da tamamlayıp ikmal ettiği kelimelerdendir. İnsanlar içerisinde en çok belaya maruz kalanlar Peygamberler, sonra onlara benzeyen, sonra onlara benzeyenlerdir. Peygamber (a.s.) sünnet olmayı fıtrattan saymıştır. Kişinin, karşılaştığı belâya sabırla tahammül etmesinin, imtihanın ecir ve sevabını artırdığı bilinen bir husustur. Peygamber'e layık olan ise, bu faziletten mahrum olmaması ve Allah'ın, Halil'ine ikram ettiği gibi ona da bunu ikram etmesidir. Zira onun özellikleri diğer peygamberlerinkinden daha büyük ve daha yücedir. Bize rivayet edildiği gibi, meleğin onu sünnet etmesine gelince, bunun, onun özelliklerinden olması daha layık ve evladır."
Bütün bu sözler İbnu Adim'e aittir. Meleğin sünnet etmesi derken, el-Hatip tarikiyle Ebu Bekre'den rivayet ettiği "Cebrail, Peygamberin kalbini temizlediği sırada onu sünnet etti" hadisini kastetmiştir. Bu rivayet Ebu Bekr'e ye ait mevkuf bir söz olmasının yanısıra, isnadı da sahih değildir.
Meleğin peygamberin kalbini yarması hadisi, değişik şekillerde merfü olarak rivayet edilmiştir. Fakat yukarıdaki hadis müstesna, bunların hiçbirinde Cebrail'in, Peygamberi sünnet etmesinden söz edilmemiştir. Bu hadis sâz ve garibtir.
İbnul-Adim şöyle der:
"Bazı rivayetlerde geçtiğine göre, dedesi Abdul-Muttalip, Peygamberin doğumunun 7. gününde, onu sünnet etmiştir." İçindeki bozukluğa rağmen bu rivayet, doğruya ve gerçeğe daha yakındır.
İbnu Abdil-Berr, Ebu Ömer Ahmed b. Muhammed b. Ahmed'den, o da Muhammed b. İsa'dan, o da Yahya b. Eyyüb b. Ziyad el-Allaf tan o da Muhammed b. Ebîs-Seri el Askalani'den, o da Velid b. Müslim'den, o da Şuayb b. Ebî Hamza'dan, o da Ata el Horasani'den, o da İkrime'den, o da İbn Abbas'tan rivayet ettiğine göre Abdulmuttalip, yedinci gününde Peygamberi sünnet ederek davet yemeği verdi ve adını Muhammed koydu.
Yahya b. Eyyüb diyor ki: "Biz bu hadisi İbn Ebi-Seri hariç kimsede bulamadık. Bu zat Muhammed b. Mütevekkil b. Ebi's-Seri'dir. Allahu a'lem. [51]
14- İnsanoğlunun Sünnetsiz Olarak Diriltilmesinin Sebebi Hikmeti:
Allahu Teâla mahlûkatı ilk defa yarattığı şekilde yeniden dirilteceğini vadettiği için ki vadini yerine getiren ve sözünden caymayandır onları üzerinde yarattığı bütün azalarıyla birlikte diriltmesi, verdiği söze sadakatinin bir ifadesi olacaktır. Nitekim buyurur ki:
"O gün semayı, kitapları dürer gibi dürüp toplarız. İlk yaratmaya başladığımız gibi, yine onu iade ederiz. Üzerimize sözdür. Bunu mutlaka yapacağız.[52] Başka bir yerde de "Sizi ilk defa nasılyarattı ise öylece döneceksiniz." [53] buyurmuştur.
Sünnet olma, dünyada taharetin tamamlanması ve sidikten beri olmak amacıyla meşru kılınmıştır. Cennet ehli ise ne küçük ne de büyük hacet giderir. Bu durumda sünnet derisine isabet eden bir necaset yoktur ki, ondan kaçınmaya ihtiyaç duyulsun. Aynı zamanda sünnet derisi, cinsi münasebetten haz almaya mani değildir ve cinsi münasebeti geciktirmez de. Bu mütalalar insanın dirilişinden sonraki halinin aynen devam edeceği nazariyesine göredir. Zira insanlar yalınayak, çıplak ve sünnetsiz olarak diriltilecek ve daha sonra kendilerine elbise giydirilecek ve boyları uzatılıp cisimleri büyütülecektir. Ondan sonra da cennet ve cehennem ehline cismen ziyadeler yapılacaktır.
Eğer böyle değilse, kabirden kalktıkları vakit dünyada bulundukları suret, hal ve sıfatta olacaklar ve her kul öldüğü şekilde diriltilecek ve sonra Allah, onları dilediği şekilde yeniden inşâ edecektir.
Acaba insanın yaratılışını tamamlayan sünnet derisi kabirde mi kalacak, yoksa yok olup gidecek mi? Her ikisi de mümkündür. Müracaat edilecek bir haber olmaksızın bunu bilemeyiz. Allahu alem. [54]
[1] İbn Mace: 608
[2] İbn Kayyim El-Cevziyye, İslamda Çocuk Bakımı Ve Terbiyesi, Esra Yayınları: 198-199.
[3] Bûhari:3356, Müslim: 2370
[4] Bûhari: 3356
[5] Tirmizi:1080, Ahmed b. Hanbel: 5/421
[6] İbn Kayyim El-Cevziyye, İslamda Çocuk Bakımı Ve Terbiyesi, Esra Yayınları: 199-207.
[7] İbn Kayyim El-Cevziyye, İslamda Çocuk Bakımı Ve Terbiyesi, Esra Yayınları: 207-208.
[8] Buhâri: 5891, Müslim: 257
[9] Bakara: 2/124
[10] İbn Kayyim El-Cevziyye, İslamda Çocuk Bakımı Ve Terbiyesi, Esra Yayınları: 208.
[11] Ahmet b. Hanbel: 4/264
[12] Rûm: 30
[13] İbn Kayyim El-Cevziyye, İslamda Çocuk Bakımı Ve Terbiyesi, Esra Yayınları: 209-210.
[14] Nahl: 16/123
[15] Ahmed b. Hanbel: 3/415
[16] Ebû Davûd: 356
[17] Durrul-Mensûr: l/114
[18] Kenzul-Ummâl: 4531
[19] İbn Kayyim El-Cevziyye, İslamda Çocuk Bakımı Ve Terbiyesi, Esra Yayınları: 211-217.
[20] Ahmed b. Hanbel: 5/75
[21] Nahl: 16/123
[22] Yûsuf: 12/37-38
[23] Âl-i İmrân: 3/95
[24] Ahmet b. Hanbel: 4/366 Tirmizi: 2762, Nesâi:13
[25] Bakara:2/130, 131
[26] İbn Kayyim El-Cevziyye, İslamda Çocuk Bakımı Ve Terbiyesi, Esra Yayınları: 217-226.
[27] Buhari: 5163, Müslim: 1401
[28] Ahmed b. Hanbel: 4/126-127 Tirmizi:2678, Ebû Dâvud: 4607, İbn Mâce: 42
[29] İbn Kayyim El-Cevziyye, İslamda Çocuk Bakımı Ve Terbiyesi, Esra Yayınları: 227-232.
[30] Buhâri: 6299
[31] Buhâri: 76. Müslim: 504
[32] Talak: 65/2
[33] İbn Kayyim El-Cevziyye, İslamda Çocuk Bakımı Ve Terbiyesi, Esra Yayınları: 233-235.
[34] Beyhâki: 8/324
[35] Beyhâki: 8/326
[36] İbn Kayyim El-Cevziyye, İslamda Çocuk Bakımı Ve Terbiyesi, Esra Yayınları: 237-240.
[37] Bakara:2/138
[38] Bakara: 2/135-138
[39] İbn Kayyim El-Cevziyye, İslamda Çocuk Bakımı Ve Terbiyesi, Esra Yayınları: 241-247.
[40] İbn Kayyim El-Cevziyye, İslamda Çocuk Bakımı Ve Terbiyesi, Esra Yayınları: 248-250.
[41] Ahmed b. Hanbel: 5/75
[42] Ebû Davud: 5271
[43] İbn Kayyim El-Cevziyye, İslamda Çocuk Bakımı Ve Terbiyesi, Esra Yayınları: 251-253.
[44] Tevbe: 9/91
[45] Ebû Davud: 4586, Nesâi:483, Mâce: 3466
[46] İbn Kayyim El-Cevziyye, İslamda Çocuk Bakımı Ve Terbiyesi, Esra Yayınları: 254-256.
[47] İbn Kayyim El-Cevziyye, İslamda Çocuk Bakımı Ve Terbiyesi, Esra Yayınları: 257-259.
[48] İbn Kayyim El-Cevziyye, İslamda Çocuk Bakımı Ve Terbiyesi, Esra Yayınları: 260-262.
[49] İbn Kayyim El-Cevziyye, İslamda Çocuk Bakımı Ve Terbiyesi, Esra Yayınları: 263-264.
[50] İbn Kayyim El-Cevziyye, İslamda Çocuk Bakımı Ve Terbiyesi, Esra Yayınları: 264.
[51] İbn Kayyim El-Cevziyye, İslamda Çocuk Bakımı Ve Terbiyesi, Esra Yayınları: 265-272.
[52] Enbiya: 21/104
[53] A'raf: 7/29
[54] İbn Kayyim El-Cevziyye, İslamda Çocuk Bakımı Ve Terbiyesi, Esra Yayınları: 273-274.