Ümitsizlikle ilgili etkenler
Davetçilerin yakinen hissedip karşı karşıya kaldıkları, pek çok kimseninde İslâm'a saldırmak için vesile ittihaz ettiği, bazılannmda sırf bu hissi bayraklaştıımalan sebebiyle birbirlerinden ayrılıp parçalanmalarının en büyük nedeni olan uzlet ve ümitsizlik kaynaklı bir rahatsızlıktır.
Öyleki bu rahatsızlık davetçileri davet mesuliyetinden ahkoyar. Cihadın farziyetini onîara unutturur. Toplum'dan uzaklaşarak kendi köşelerine miskince çekilmelerine sebebiyet verir. Bunu yaparken de çok iyi birşey yaptıklarını zannederler.
İşte bu ümitsizlik bu görevden el-etek çekiş eğer ümmet içerisinde yer bulur, davetçilerin gönüllerinde iyice kökleşirse işte o zaman İslâmî hareketi parçalayan, zaferi hezimete dönüştüren korfelaketle gerçekten karşı karşıya kalınmış demektir.
Öyle ise, bu ümitsiz, görev kaçkınlarını böyle bir uzlete, tembelliğe ve kaçışa götüren sebepler nelerdir?
Bunların başlıca üç sebepte toplandığını görüyorum,[1]
Birincisi: Düşmanlann İslâm'a karşı birleşmesi.
İkincisi: İslâmi cemaatlerin birbirini yemeleri.
Üçüncüsü: Uzlete işaret eden deliller sebebiyle.
Düşmanlann İslâm'a karşı birleşmeleri
Ye's içinde olanlar şöyle diyorlar:
İslâm beldelerindeki dinsiz hükümetler İslâmi kuruluşlara karşı planlar yapıp Müslümanlan heryerde takip ederek işkence, ölüm, tutuklama ve hapis gibi her türlü yolu denerken bizler ne yapabiliriz, neyi nasıl değiştiririz?
Tüm evrensel güçler, Kominizm ve Marksizmi, Kapitalizmi ve Siyonizmi, Hristiyanlik ve misyonerliğe İslâm beldeleri aleyhine plan ve program yaparken, tüm Müslümanlara ait stratejik yerleri kontrol altına almış, tüm hammadde rezervlerine el koyarak, İslâm ülkelerinin tamamını ürettiği mallan satmak için bir pazar, şahsi çıkartan için ekonomik birer menfez ve sömürü için askeri birer üs olarak kullanırken biz ne yapabiliriz, neyi değiştirmeye güç yetirebiliriz? Bu hiç mümkün mü?
İçimizdeki işbirlikçiler, doğu ve batılısı, masonu ve ateşti, misyoneri ve şarkiyatçısıyla gece gündüz demeden, açık gizli demeden, İslâm ve Müslümanlar aleyhine savaşırken, alimler ve davetçiler aleyhine şüphe tohumlan ekerken, gönülleri inandığı değerler hususunda şüpheye düşürüp aldatırken, İslâm cemaatleri arasında düşmanlık ateşini körüklerken bizim gücümüz ne yapmaya, neyi değiştirmeye yeter?
Dünyadaki süper güçler Müslümanların ve Arapların kalbinde İsrail devletini kurdurarak Fırat'tan Nil'e kadar uzanan yayılma planını uygulamaya koymuşlardır, İşte azgın İsrail devleti günbegün bu planı uygulamakla meşgul, taki o büyük hedeflerine ulaşıncaya kadar. Hal böyle İken bizim gücümüz ne yapmaya, neyi değiştirmeye yetebilir?
Ahlaksızlık ve kural tammamazlık rüzgarları, dinsizlik cereyanlan tüm İslâmi topluluklar üzerine kültür savaşı ve ahlaki dejenerasyon yoluyla çöreklanip taht kurmuş. Hatta bu ahlaksızlık ve dinden u-zaklaşma öyle bir boyuta ulaşmıştır ki tüm şehir ve kırsal alanları tüm köy ve kasabaları etki çemberi içine alıp kasıp kavurmuşken biz ne yapabiliriz, ne ile bunun önüne geçebiliriz?
Görsel ve işitsel tüm basın ve yayınları ile medya canavarı İslâm beldelerinde fesad ve ahlaksızlık yönünde çalışıp tarih ve geçmiş noktasında şüpheler uyandırarak tüm ahlak ve değerlerle alay e-derken bizlerin gücü ne yapmaya, neyi değiştirmeye yetebilir.
Pek çok İslâm beldesinde dinsiz hükümetler işçi, çiftçi, kadın ve öğrenci kuruluşlarına her türlü serbestiyeti verip destekleyerek dinden uzak tarihinden kopmuş, ahlaksızlık ve eğlenceden başka hiçbir derdi olmayan bir nesil yetiştirirken bizler ne yapabiliriz ki? Evet bu ümitsizler gurubu genel itibariyla şöyle derler: İsiâmi çalışma yapmanın hiçbir faydası yok. Toplumun ıslahı mümkün değildir. Siyasi değişme ise tamamen bir hayalden ibarettir. Bu zamanda bir müslümanin yapabileceği en hayırlı iş birkaç koyun alarak dağlara çıkmak, insanlann olmadığı yerlere giderek dinini kendine ölüm gelip çatmcaya kadar fitnelerden korumaktır.
Evet ümitsizlerin İslâm topluluklarının içinde bulunduğu acz karşısında ve İslâm düşmanlarının İslâm aleyhine birleşip yoketmek için plan yaptıkları noktasındaki düşünceleri yüzde yüz doğrudur, bu gerçeği hiç kimse reddedemez. Bütün bunlara rağmen ye'se düşenlerin ulaştıkları sonuç doğru mudur? müslümanlann binbir dertle inim İnim inledikleri bir ortamda köşeye çekilmesi bir müslüman için hiç doğru olur mu? Davetçilerin, genç müslümanlann İslâmi faaliyetlerden İslâm için çalışmaktan vazgeçerek uzlete kendi kabuklarına çekilmeleri şer'an caiz midir? Bütün bunlara cevabım: Hayır asla, ye'se düşmeleri, ümitsizliğe kapılara^ İslâmi faaliyetlerden el-etek çekerek bir köşede oturmaları caiz değildir. Bu konuda tutunabilecekleri hiçbir dayanak ve delilleri asla yoktur.
Çareler ve çözümler ile ilgili bölüme geldiğimizde tüm bu şüphe ve evhamlara kesin delillerle geniş bir şekilde açıklama getireceğiz.[2]
Müslüman Cemaatlerin Birbirini Yemeleri
Ümitsizler diyorlar ki;
Bir beldedeki İslâmi cemaat sayışı bile çok fazla, metod ve hedefler noktasında bile envayı çeşit ve zıt, bir de bu gruplar arasında büyük bir düşmanlık ve çekememezlik varken müslümanlar nasıl olurda zafere, iktidara ulaşabilirler? Bu hiç mümkün müdür?
Bir cemaat düşünelim, müntesiplerini nefsin afetleri noktasında yetiştirmekten başka ne siyasi değişim ile nede cihadi eğitim ile ilgili hiçbir hedef ve gayesi yok.
Diğer bir cemaat ise tüm dikkatini ilim ve eğitim, kültür ve kültürlendirme üzerine yoğunlaştırmış. Müslümanlann hiçbir işi onları ilgilendirmiyor. Müntesiplerini hakkı söyleme, emri bil ma'ruf, nehy an'ü münker, istikbalin İslâm'ın olacağı noktasında cesaretlendirip eğitmek gibi bir dertleri yok.
Başka bir cemaat ise İslâm'ı yalnızca tebliğ ve davet olarak algılamış. İslâm beldelerin çepeçevre kuşatmış olan acı gerçek noktasında hiçbir hesap ve planlan yok. Toplumu ıslah ederek değiştirmek gibi bir derdinin olmaması yanında ümmetin ve İslâm'ın geleceğini tehdit eden gizli plan ve projelerde onu hiç ilgilendirmiyor.
Diğer bir cemaat te İslâm'ın yalnızca siyasi yönünü ele almış ve o noktadan hareketle yönetimi ve yöneticileri eleştirmekten, yeniden hilafeti kurma iddiası dışında ahlakın düzeltilmesi, eğitim, terbiye ve nefis tezkiyesi gibi konulara karşı en ufak bir ihtimam dahi göstermemektedir..
Başka bir cemaat ise kendilerini ictihad ehli olduklarım iddia ederek ortaya çıkarlar. Bu arada Selefi Salih'inden fikhi ekoller ve mezhepler meydana getirmiş büyük imam ve fakihleri görmemezlikten gelir. Hatta daha da ileri giderek kendi görüşlerini kabul etmeyen, kendi metodlannı takip etmeyen tüm insanları cahillikle, üimsizlik ve gerçeği anlamamayla itham ederler.
Başka bir cemaat ise akide noktasında kendi görüşünde aşm derecede bağnazdır. Tekrir meselesinde çok insafsız ve müteşeddittir. Kendi fikirlerini benimsemeyen, onların yoîunu takip etmeyenlere hamen dalalette yada küfürde olma iddiasında bulunurlar.
Ümitsizler topluluğu ümitsizliklerini şu sözleride ilave ederek sürdürürler. Keşke mesele sadece cemaatlerin fazlalığı, fikir ve metod noktasındaki farklılıklarıyla kalmış olabilseydi. Oysaki meseie bundan çok daha büyük ve tehlikeli bir boyut arzetmektedir. Cemaatler birbirlerini çekememe, buğzetme, ilişkiyi kesme, birbirleri aleyhine iftira ve propaganda yapma hatta açıktan düşmanlık noktasına kadar işi ileri götürmüşlerdir. Her cemaat kendi yaptıklarıyla sevinip tatmin olmaktadır.
Sonuç olarakta ümitsizler şöyle söylemektedirlenİslâmi çalışmanın hiçbir faydası yoktur. Toplumun ıslahı mümkün değildir. Mademki aynı topraklardaki müslüman cemaatler birbirlerinin kuyusunu kazıyorlar. Islah ve değişmenin dinamosu durumundaki da-vetçiler birbirlerini yiyorlar, öyleyse artık yapılacak başka birşey kalmamıştır.
Evet ümitsizlerin, ye'se düşünlerin İslâm alemindeki müslüman cemaatlerin içerisinde bulundukları gerçek ile ilgili tesbitleri doğru ve gerçektir. Kibirlilerin dışında hiç kimse bu gerçeği inkar edemez. Lakin vakıanın böyle olma sı ye'se düşmek için yeterli bir sebep midir? Davetçınin toplumu ıslah ve değiştirmekten geri durması caiz midir? İslâm davasının genç evlatlarının uzlete çekilerek Allah yolunda çalışmayı terketmeleri doğru mudur?
Cevabım: Böyle yapmaları şer'an asla caiz değildir. Ye'se düşenlerin müslüman cemaatlerin birbirlerine düşmeleri ile ilgili iddialarına yeri geldiğinde kesin delillerle cevap vereceğiz inşaallah.[3]
Uzleti Emreden Nasslar
Ye'se düşenler bu naslan delil getirerek şöyle diyorlar:
Allah'ın elçisi Hz. Muhammed (s.a.) müslümanlara uzleti emretti Başkalarına değil yalnızca kendi nefsine önem vermesini, yanma alacağı birkaç koyunla birlikte dağların doruklarına, insanlardan uzak beldelere gidip ölüm gelinceye dek dinini bu şekilde fitnelerden korumasını emretti.
Fitnenin ortaya çıkıp ortalığın karıştığı; zamanın bozularak kişilerin heva ve kendi görüşlerinin geçer akçe olduğu gün yapılması gereken Allah Rasulü'nün (s.a.) işte bu emridir.
Sözlerine şöyle devam ederler:
Hiç kimse çıkıpta içinde yaşadığımız zamanın bozuk olmadığını söyleyebilir mi? İçinde bulunduğumuz bu asrın heva ve fitnelerin hüküm sürüldüğü asır olmadığı iddia edilebilir mi? Akıl sahibi bir insan: "Küfür yaygınlaşmamıştır. Ahlaksızlık ve sınır tanımamazlık henüz müslüman toplulukları tamamen etkisi aîüna almamıştır." diyebilir mi?
Mademki durum budur, öyleyse İslâmi çalışmaların artık anlamı kalmamıştır. Islah, değiştirme ve davet gibi kelimeler hayal dolu boş ıstılahlardır.
Evet ehli ye'sin zamanın bozukluğu, tuğyanı ve ölçü tanımamazlığı ile ilgili söyledikleri tartışmasız doğru gerçeklerdir. Allah Rasulü'nün (s.a.) ahir zamanda fitne ve fesadın ayyuka çıktığı devirde uzlete çekİİİnmesi ile ilgili sözü sahih hadislerde sabittir.
Lakin, zamsmn bozulması ne demektir? İçinde bulunduğumuz asır uzletin şartlarım tamamen içinde bulunduruyor mu? İslâmİ çalışmaların terkedilmesi ve uzletin vucubiyeti ile ilgili ileri sürdükleri nasslar gerçekten yerli yerinde kullanılmış doğru istinbatlar mıdır?
İşte üzerinde genişçe durmak istediğimiz konu bu. Ehli ye'se ü-mitsizler güruhuna cevap verirken onların asılsız evham ve şüphelerini çürütürken işte bu konular üzerine ışık tutacağız.
Düşmanların İsiâm aleyhine birleşmiş olmaları ile ilgili iddiaların cevabi:
Daha öncede zikretmiş olduğumuz gibi ehli ye'sin, müslüman toplumların içinde bulunduğu vakıa, Allah düşmanlarının İslâm'ı hedef alarak aleyhine birleşmiş olmaları ile ilgili tespitleri yüzde yüz doğrudur. Bunu ancak tekebbür sahipleri yalanlayabilir. Lakin daha öncede zikrettiğimiz gibi vakıanın bu olması ehli ye'sin ye's bataklığına düşmeleri için yeterli bir sebep midir? Bu sebeple İslâmi faaliyetlerin terkedilerek bir köşeye çekilinmesi doğru mudur? Elbetteki asla doğru değildir.
Bunun doğru olmayışının sebeplerini şöylece sıralayabiliriz.
1. Çünkü Kur'an ye'si haram kılmış ye'se düşenleri sert bir dille kınamıştır.
2. Tarih İslâm ümmetinin fetret dönemlerinde bile şanlı bir çok zaferinin tanığıdır.
3. Zira İsiâm peygamberi (s.a.) İslâm ümmetini izzet ve iktidar ile müjdelemiştir.
Kur'an-ı Kerim'in ümitsizliği Haram Kılması ve Ümitsizlerin Kınanması İle İlgili Ayet-i Kerimeler.
"... Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin, çünkü, ancak küfre düşmüş bir topluluk ümitsizliğe düşer." (Yusuf, 87)
"İbrahim, "Sapmış olanlardan başka kim Rabbinin rahmetinden ümidini keser?" dedi." (Hicr, 56)
"İnsanlara biraz ferahlık verdiğimiz zaman, sevinirler buna, yaptıklarının cezası olarak başlanna bir kötülük gelince de, hemen ümitsizliğe düşerler." (Rum, 36)
İşte tüm bu Kur'anî nasslardan ortaya çıkan sonuç Allah'ın dininde ve yüce kitabında ümitsizliğin haram olduğu gerçeğidir. Zira ye's erkekleri öldüren, kahramanları hezimete uğratan, toplumları helak eden, ümitleri yıkan İslâmi çalışmadan alıkoyan bir afettir.
Bu yüzden de davetçinin: "Her şey bitti, mahvolduk", "Davette ve cihatta hiçbir fayda yoktur,", "Başkalarını bırak kendini kurtarmaya bak.", gibi laflar eden ehli ye'sin helak edici yaklaşımından kendini koruması gerekir.
Kur'an bu İnsanları alıkoyanlar, engelleyiciler diye isimlendirmiştir- "Allah çok iyi bilir içinizdeki savaştan alıkoyanlan ve kardeşlerine- "Kalkın bize gelin" diyenleri, onların çok azı ancak savaşa yanaşırlar, size karşı cimriliklerinden dolayı, korku geldiği zaman da, gözleri dönerek sana baktıklarını görürsün, ölümden baygınlık geçiren kimse gibi, korku geçtiğinde de, ganimet hırsı içinde sivri dilleriyle sizi incitip dururlar, bunlar iman etmemişlerdir. Allah'ta onların amellerini boşa çıkarmıştır. Bu, Allah için çok kolaydır." (Ahzab, 18-19)
Ye'se düşmüş ve başkalarına da ümitsizlik aşılayan bu taife bu görüşü ve yaklaşımlarıyla aslında herkesten, önce kendi sonlannı hazırlamaktadırlar. Yoksa bu iddialarıyla müslümanlara hiçbir zarar veremezler... Zira bu konuda iki cihan önderimiz Hz. Muhammed (s.a.) şöyle buyurmaktadır:
"Her kim ki, müslümanlar helak oldu derse o diyen kimse müslümanlarm helaka en fazla duçar olanıdır."
Asıl bundan daha da hayret verici olanı alim sayılan, Allah'a davet yolunda öncü kabul edilen bazı kimselerinde uzleti ve herşeyden el etek çekip eve kapanmayı öneriyor olmalarıdır. Artık bu ümmetin eski varlığını tekrar göstermesinin, eski şeref ve izzetine kavuşmasının, yani ıslah olmasının asla mümkün olamayacağı inancındadırlar. Bu konuda çoğunun dayanağı herhalde şu iki hadisi şerif olsa gerek:
Birincisi: Ebu Davud ve Tirmizi Ebu Ümeyye'nin şöyle anlattığını rivayet ediyorlar: "Ya Eba Sa'lebe bu ayet-i kerime hakkında ne diyorsun" diye sorduğumda "Ey iman edenler, siz kendinize bakın, doğru yoida iseniz sapıtanlar size zarar veremez." Bunun üzerine: Allah'a (c.c.) yemin ederim ki bu ayeti kerime hususunda söz sahibi bir kimseye sordum. Rasulullah'a (s.a.) sordum da O (bana): Ma'rufü emredin, rnünkeri de nehyedin, tâki cimriliğin geçer akçe olduğu, hevaya tabi olunduğu, dünyanın ahirete tercih edildiği, her görüş sahibinin kendi görüşünü beğendiğini görünceye kadar. (Bunları gördüğünüzde) artık avamın durumunu bir tarafa bırakarak kendinizi kurtarmaya çalışın."
Bu nass kişinin İslâmi çalışmayı terkederek umutsuz bir vaziyette köşesine çekilip sinmesi noktasında kesinlikle delil değildir. Bununda sebeplerini şöylece sıralayabiliriz.
a) Aslolan bir müslüman'ın iyiliği emredip kötülükten alı koymasıdır. Hadisin basıda buna dalalet etmektedir. "İyiliği emredin, kötülükten alıkoyun..." Bunun manası şudur: Bir müslüman'ın vazifesi herşeyden önce toplumsal bir görev olarak halkın düşüncesini yönlendirmek, o toplumdaki kötülükleri ıslah etmek, davet ve irşad noktasındaki sorumluluğunu hakkıyla yerine getirmektir.
b) Güvenilir alimlerden Rasulullah'm hadiste geçen: "Avamın i-şini bir tarafa bırak ve kendi nefsinle ilgilen" sözünden kasıt şudur; Yani bir müslüman davetçi kendinde ve toplumun diğer fertlerinde, cimriliğin yaygınlaştığını, hevaya uyulduğunu, dünyanın ahirete tercih edildiğini, her görüş sahibinin kendi görüşünü benimsediğini gördüğünde önce kendi nefsindeki bu tür hastalıkları gidermeye çalışmalıdır. Şayet bunu başarır ve istikamet üzere olursa işte o zaman başkalarını ıslah etme, toplumu doğruya yöneltme, halkın sıhhatli düşünmesini sağlama noktasındaki sorumluluğunu yerine getirmiş olur. Zira kendisinde olmayan başkasına asla veremez. Havuz dolmayınca dışına taşmaz.
c) Bîr keresinde Ebu Bekr es-Sıddık hazretleri insanlara hitap ederek, "Ey İman edenler, siz kendinize bakın, doğru yolda iseniz, sapıtanlar size zarar veremez..." (Maide, 105) ayeti ile ilgili yanlış anlayışlannı düzeltmiştir.
Ebu Davud Ebu Bekr'den (r.a.) şöyle rivayet etmiştir: "Ey insanlar, sizler şu ayeti kerimeyi okuyorsunuz. (Maide 105) ve onu yanlış bir yere oturtuyorsunuz. Ben Allah Rasulü'nün şöyle söylediklerini işittim: "Hiç şüphesiz insanlar ne zaman bir zalimi görürde, ona engel olmazlarsa işte o zaman Allah'ın azabının tüm insanları sarması yakın demektir." İnsanlar bu ayeti kerimeyi Ebu Bekr es-Siddik hazretleri açıklamadan önce şöyle arılıyorlardı: İslâmi çalışmayı terkederek topluma doğru yolu göstermekten vazgeçmek. Eğer onlar (kendileri) hidayet üzere olurlarsa dalalette olanların dalaleti kendilerine bir zarar
veremez.
Böylece Ebu Bekr es-Sıddık hazretleri onların yanlış anlamalarını düzeltti. Onlara şöyle haykırdı: Bu dinin ilkelerinden biriside zulme karşı savaşmaktır. Zalime engel olmaktır. İyiliği emre-dip, kötülükten alıkoymak, halkın görüşünü koruyarak toplumsal sorumluluğu yerine getirmektir.
Bu söylediklerimizden ortaya çıkan gerçek şudur: Bu nass: "Halkı bir tarafa bırak kendine bak" uzlete çekilmek, davetten vazgeçmek noktasında delil olamaz.
İkincisi: Buhari Said el-Hudri'den şöyle rivayet etmiştir, Rasulullah (s.a.) buyurdular ki: "Belki de müslüman için en hayırlı mal, dinini fitnelerden korumak için ıssız köşelere, dağ tepelerine kendisiyle birlikte çıkardığı koyundur."
Diyorum ki: Bu hadisi şerifte bir önceki hadisi şerifte olduğu gibi uzlete, insanların ıslahı ve hidayeti için çalışmayı terk ermeye, şu iki sebepten dolayı delil olamaz.
a) Hadiste geçen "Fitne" sözü alimlerinde beyan ettikleri gibi kişinin dini noktasında fitneye düşürülmesi. İrtidat etmeye zorlanması manasınadır. İşte böyle bir durumda bir müslüman'ın yanına alacağı birkaç koyunla birlikte dağlara, ıssız vadilere dinini fitnelerden korumak maksadıyla gitmesi caiz olur. Zira artık ıslah ve hidayet noktasında yapılacak birşey kalmamıştır. Yapılacak en doğru iş, kendilerini dinden döndürmek İçin her türlü baskı ve zulmü reva gören kafir azgın kraldan kaçan Eshab-ı Kehf in yaptığını yapmaktır.
b) Alimlerin fitnenin tefsiriyle ilgili söyledikleri bugünün müslüman toplulukları için geçerü değildir. Zira müslümanlar bugün çoğunlukta, dini vecibelerinin pek çoğunu yerine getirebilmektedirler. Din ve vicdan hürriyeti vardır.
Kendileri, aileleri ve çocukları bu din hürriyetinden faydalanabilme imkanına sahiptirler. Müslümanların kendi toplumlarında îslâmi faaliyet yapabilme ve kendi aralarında yardımlaşabilme imkanı halen mevcuttur.
Böyle bir durumda müslümanların dinlerini fitneden koruma a-dına, Allah yolunda çalışma yapmayı terkederek köşelerine çekilmeleri şer'an caiz değildir. Zira vacibin ancak kendisiyle yapılabildiği şey de vaciptir.
Bugün her müslüman'ın boynunda olan bir farzda kendi ülkelerinde Allah'ın hakimiyetini te'sis ederek Ümmet-i Muhammed'in layık olduğu izzet ve şerefe tekrar kavuşmalarını sağlamaktır. Eğer bunu başaramazlarsa bundan dolayı Allah'ın, İslâm'ın ve tüm nesillerin önünde sorumludurlar.
Öyleyse bu ikinci hadisi şerifte uzlet ve inzivaya çekilme noktasında sıhhatli bir delil değildir.
Ey ümitsizler bu gerçeği artık anlayın. Allah ihlasla kendi yolunda çalışanları asla yanhz bırakmaz.
Eğer toplumu terkederek uzlete çekilmek İslâm'da meşru bir hadise olsaydı bunu Mekke döneminde Kureyş'in müslümanlara baskı ve zulmü son raddeye geldiği zaman Allah Rasuîü (s.a.) emrederdi. Öyle ki o günün Mekke "si cahiliyyenin zirvede olup ahlaksızlığın tüm toplumu sardığı, batıl inanışların revaç bulduğu bir .J haldeydi. Bütün bunlara rağmen merhalenin gereği olarak Allah Rasulü Allah (c.c.) cihadı emredinceye kadar onlara sabır ve tahammülü, sebat ve katlanmayı emrediyordu.[4]
Allah Elçisi'nin (s.a.) uzlet ve toplumdan uzaklaşmayı yasaklayan sözleri:
Tirmizi ve Hakim Ebu Hureyre'den şöyle nakletmişlerdir: Rasu-lullah'ın ashabından bir zat çok tatlı bir suyun olduğu bir vadiden geçti ve orası çok hoşuna gitti. Bunun üzerine: "Keşke insanlardan uzaklaşıp bu vadide yaşasaydim, ama Allah Rasulü'nden (s.a.) izin almadıkça bunu yapmam" dedi. Bu arzusunu Rasulullah'a açınca Rasulü (s.a.): "Sakın bunu yapma. Sizden birinizin Allah yolunda ayağa kalkması kendi evinde kılacağı yetmiş yıllık namazdan . faziletlidir. Yoksa Allah'ın sizi bağışlayarak cennete sokmasını vmiyor musunuz? Ailah yolunda cihad edin, herkim ki Allah yolunda devenin iki sağımlığı arasındaki vakit kadar savaşırsa ona cennet vacip olur.
İbni Mace, Tirmizi, İbni Hibban ve Hakim Sa'd b. Ebi Vakkas'tan (r a) şöyle söylediğini nakietmişlerdir: "Ey Allah'ın Rasulü, insanların en çok belaya (imtihan ve sıkıntıya) duçar olanları kimlerdir" diye sorduğumuzda O: "Nebiler, sonra daha iyiler ve iyiler... Kişi dini nisbetince imtihan edilir. Eğer dini kuvvetliyse imtihanı da çetin olur. Eğer dini zayıfsa Allah onuda dini nisbetince imtihan eder. Bela, kul yeryüzünde günahlardan arınmış bir halde yürüyünceye dek bırakmaz."
Ahmed b. Hanbel ve Tirmizi'nin sahih bir senedle Rasulullah'tan yaptıkları bir rivayet şöyledir: "insanlar arasına girip onların eziyetlerine sabreden bir müslüman insanlar arasına gitmeyip onların ezasına sabretmeyen bir müsiüman'dan daha hayırlıdır."
Evet ye's ve ümitsizlik gemisine binmiş olanlar, İslâmi çalışmanın farziyeti, bela ve zorluklara sabrederek davanın insanlara ulaştırılması, uzlet ve inzivanın terki ve yılmadan Allah'ın dinini yüceltmek için gayret sarf etme ile ilgili bu nasslan (delilleri) iyi anlayın.
Tarih; Fetret devirlerinde bile İslâm ümmetinin zaferler kazandığına en büyük delildir.
Bu delillerden bir kaçı:
Ebu Bekr'in (r.a.) hilafet görevim yüklendiği dönemde İslâm ümmetinin durumu çok iç karartıcı bir noktaya doğru ilerliyordu. Kendisine biat edildikten sonra kargaşa büyümüş, ortalık iyice ka-nşmış, nifak tohumlan filizlenmiş, bazı arap kabileleri irtidat etmiş, kimi yalancı peygamberler türemiş, zekat vermeyi reddeden kabileler zuhur etmişti. Öyle ki Mekke ve Medine dışında cuma kılınan bir yer kalmamıştı. "Urve b. Üzeyr"in tabiriyle o gün müslümanlar
"Sağnaktan boşanırcasma yağmur yağan çok karanlık bir gecede
kaybolan bir koyun gibiydiler. Peygamberlerini yitirmiş, sayılan az düşmanları çok bîr topluluk." İş o raddeye varmıştı ki birileri çıkıp: "Ey Allah Rasulü'nün (s.a.) halifesi: kapını kapat, evinden hiç çıkma, sana ölüm gelinceye dek bu hal üzere Rabbine ibadet et" diyebiliyordu. Ama Ebu Bekr tüm bu olumsuzluklara rağmen ümitsizliğe kapılıp gevşemedi. Aksine bu büyük olumsuzlukların karşısına sarsılmaz bir iman, büyük bir azimet, ender rastlanan büyük bir cesaretle dikildi.
İşte bu olayların patlak verip fitnenin ayyuka çıktığı bir demde şu sözleri tarihin silinmez sayfalarına altın harflerle yazmıştır: "Ben sağken bu dine zarar verilemez."
Zekat vermeyenlere savaş açma hususunda kendisine itiraz e-den Hz. Ömer'e: (Yazıklar olsun sana Ey Ömer: Ben senden yardım umarken sen beni yalnız mı bırakıyorsun. Cahİliyyede yiğit savaşçı, İslâm'da ise pısırık bir korkak mısın? ne yapsaydım, onların kalplerini kazanmak İçin yalan dolu bir şiir mi yazmalı yoksa kuvvetli bir sihir mi yapmalıydım? Yazık çok yazık! ! Allah Rasulü göçüp gitti. Vahiy kesildi. Allah'a (c.c.) yemin olsun ki elim kılıç tutuğu sürece onlarla savaşacağım. Andolsun ki, zekatla namazı birbirinden ayıran her kim olursa olsun onunla sonuna dek savaşacağım, Rasulullah'a (s.a.) verdikleri deve yularını bana vermemeye kalksalar o yular için onlarla savaşacağıma Allah üzerine and içiyorum.
Daha sonra Hz. Ömer: "Gördüm ki Allah Ebu Bekir'in (r.a.) gönlüne savaşmayı koymuştur. Anladım ki doğru olan da budur..." demiştir.
Ebu Bekir hazretleri planlar yapmış, çalışmış, didinmiş, ordular hazırlamış elçiler göndermiş, savaşmış ve sonunda fitneyi ortadan kaldırmış, tüm güçlüklerin üstesinden gelmiş, ayaklanmaları bastırmış, mürtedleri hezimete uğratmış, peygamberlik iddiasında bulunanlarla savaşmış, zekat vermeyenlerle harbetmiştir. Böylece müslümanlar izzet ve şereflerine, ümitsizler; ümitlerine, İslâm; devletine, hilafet; heybet ve azametine kavuşmuştur.İste imanı güçlü, büyük insanlara yakışan da budur.
Moğol ve Tatarlar İslâm beldelerini bir baştan diğer başa istila edip talan ettiklerinde, medeniyet adına ne varsa yok etmiş, tüm değer ve Ölçüleri ayaklar altına almış, şehirleri taş taş üstünde kalmamacasına yıkmış, insanları zelil ve rüsvay etmiş, ırz ve namus adına ne varsa kirletmiş, çocuk, kadın ihtiyar demeden boğazlamış..- O kadar çok insan öldürmüştür ki rivayete göre müslüman cesetlerinden koca yüksek bir dağ meydana getirmiştir, "Hulagu" denilen zalim. Ümmet işte böyle bir halde iken müslümanîarm yeniden doğup dünyayı dize getireceklerini kim düşünebilirdi.
Tarihçi "İbnül Esir el-Cezeri" bu olayların dehşet ve vehameti hakkında şöyle diyordu: (Uzun seneler boyunca bu olayları yazmaktan kaçındım. Zira Öyle korkunç öyle kötü şeyler olmuştu ki yazıp yazmama hususunda hep tereddüt ettim. Müslümanların ve İslâm'ın ayaklar altına alınıp hakir düşürüldüğünü kim kolayca yazabilir? Bunu anlatmak o kadar kolay mıdır? Ah keşke annem beni doğurmamış olsaydı! Ah keşke bu hadiseler olmadan önce ölüp hak ile yeksan olsaydım da bu korkunç manzaraya şahit olmasaydım.)
Tüm bu olanlardan sonra "Kutz" adında bir kahramanın bir gün gelip "Aynı Calut" savaşında İslâm beldelerini tekrar hürriyetine kavuşturacağını, izzet, azamet ve şerefle nesiller boyunca kendisiyle Övünüleceğini kim aklının ucundan geçirebilirdi.
Haçlıların İslâm topraklarını ve Mescid-i Aksa'yı bir asırdan fazla bir süre istila ettikleri, aynca tarihçilerin zikrettiklerine göre ise bir günde sadece "Kudüs" şehrinde erkekli kadınlı yetmiş bin insanı doğradıkları zaman, kim müslümanîarm yeniden güç ve söz sahibi olabileceklerini düşünebilirdi. Mescid-i Aksa ve ona bağlı yollardan diz boyu kan akıyordu. Öyle ki müslüman ve kafirlerin pek çoğu artık Filistin'de ebediyyen haçlı bayrağı dalgalanacak, müslümanlann haçlılan yenerek mukaddes Mescid-i Aksa'yı ve Filistin'i tekrar ele geçirmeleri asla mümkün değildir diyorlardı.
Evet kim bilebilirdi bir gün "Salahaddin" adlı eşsiz bir kahraman gelecek "Hitün" savaşıyla müslümanlann izzet ve şerefini namus ve varlığını kurtaracak, Kudüs ve Filistin'i yeniden Allah'ın zikredildiği hür bir İslâm beldesi haline getirecektir. Gerçekten ne kadar şanlı bir tarihin miras yedileriyiz biz.
Zaferi duymak, yakından hissetmek ona ulaşmaktır. Her devirde her ulusu zaferden zafere koşturan onlara bu coşku ve azmi veren her zaman sahip olduklan manevi kuvvet olmuştur. Allah, İslâm yolunda korkmadan, yılmadan hiçbir fitneye, hiçbir zorluğa, meşakkate aldanmadan, ihlas ve metanetle gayret eden seçkin davet-çileri, muttaki mücahitleri ile beraberdi. "Biz, o ülkedeki ezilenlere büyük lütuflarla yardımda bulunmayı, onları Önderler yaparak Ötekilerin yerine mirasçı bırakmak istiyoruz." (Kasas, 5)
Ey korkaklar! ey ümitsizler! en kötü ve derbeder en zayıf ve güçsüz olduklan devirlerde bile bu denli ölümsüz zafer abideleri diken İslâm ümmetini hala görmüyor musunuz? Eğer görecek gözünüz varsa ümitsizliği bir tarafa atın, uzlet ve inzivayı terkedîn, insanlara topluma, İslâmi harekete, Allah'ın elleriyle zaferi nasip edeceği kutlu davetçilerin yoluna girin. Taki Allah ya sizin yada sizden sonraki nesiller vasıtasıyla İslâm bayrağını dünya burcuna diktirsin.
Rasullullah (s.a.v.) başına gelecek tüm sıkıntı ve zorluklara rağmen ümmetini iktidar ve zaferle müjdelemiştir. Bu sahih hadislerle sabit bir gerçektir.
Buhari-Müslim ve diğer muhaddisler Allah elçisinin (s.a.v.) şöyle buyurduklarını rivayet etmişlerdir: "Ümmetimden hak üzere olan bir taife kıyamet kopuncaya kadar varolacaktır." Diğer bir rivayette ise "müslümanlardan bir topluluk kıyamet kopuncaya dek bu din için savaşacaktır."
Bu iki hadis-i şerif kıyamete dek mü'min bir topluluğun hak üze-. re olacağını ve dinleri uğruna cihad edeceğini kesin bir şekilde ortaya koymaktadır. İşte bu topluluk devamlı olarak batılla savaş halindedir. Bir gün Hakk'in nuru zayıflarsa başka bir gün mutlaka daha kuvvetli olarak çıkacak etrafı aydınlatacaktır. Ümitsizlik karanomdan ümit nuru fışkıracaktır. Hezimetin duçar bıraktığı sıkıntı ve orluklar ufukta zafere götüren bilgiye işarettir. Bugün onlarmsa varın Müslümanla-nndır. Zafer cihat edip sabredenlerindir daima.
Darimi ve İbni Ebi Şeybe Ebi Kubeyl'den şöyle rivayet etmişlerdir: Abdullah b. Amr b. El-As'ın yanmdaydık. İki şehirden hangisi ilkönce fetholunacaktır. Kostantiniyye mi yoksa Rumiyye?[5] diye sorulduğunda.
Abdullah (r.a.) kendine ait bir sandığı getirerek içinden bir kitap çıkardı. Abdullah (r.a.) şöyle buyurdu: Allah Rasulüne (s.a.v.) iki şehirden hangisi ilk önce fetholunacak diye sorulduğunda etrafını çevrelemiş (söylediklerini) yazıyorduk. Bu soru üzerine: "Heraklus'un şehri (yani Kostantiniyye)" diye cevap vermişlerdir.
İlk fetih büyük Osmanlı sultanı "Fatih Sultan Mehmet" tarafından miladi olarak 1453'te Rasulullah'ın müjdesinden tam 800 yıl sonra gerçekleştirilmiştir. Allah'ın izniyle ne zaman müslümanlar birleşir eski güçlerini kazanırlarsa işte o zaman ikinci fetih te gerçekleşecektir. "O gün ne zaman geîecek diye sana soruyorlar? Deki:' Umulur ki o gün pek yakındır."
İmam Ahmed b. Hanbel, Bezzar ve Tayalisi'nİn rivayet ettikleri, Heysemİ'nin "hadisi rivayet edenlerin hepsi sika (güvenilir)" dediği bir hadisi şerifte Efendimiz şöyle buyur maktadır: (Dininizin başlangıcı nübüvvet rahmettir. Allah sizden kimi isterse onu peygamber yapar. Sonra Allah (c.c.) peygamberliği kaldırır, sonra peygamberin izini takip hilafet (dönemi) gelir ve Allah sizden dilediğini halife yapar, sonra Allah (c.c.) hilafeti de kaldırır. Sonra zalim sultanlık (devri) gelir. Allah sizden dilediğini sultan yapar ve sonra onu da kaldırır. Daha sonra zorba (zorla iktidara geçen) hükümdarlık (devri) gelir. Sizden dilediğini Allah hükümdar yapar ve sonra Allah onu da kaldırır. Sonra peygamberin izini takip eden, insanlara Alîah Resulü'nün sünnetine uygun muamele eden hilafet dönemi gelir.
Yeryüzünde İslâm'ı hakim kılar. Bundan hem yeryüzü hem de sema halkı razı olur. Gökyüzü yağmurunu bardaktan boşanırcasma verir Yeryüzünde bereket ve bolluk adına ne varsa onu mutlaka yeşertir.
Tarihten de anlaşılan odur ki zalim sultanlık devri Osmanlı devletinin çöküşüyle sona ermiş ve şu anda zorba her şeyi kaba kuvvetle halletmeye çalışan yönetimler devri başlamıştır. Bunun en bariz örneği ise hergün halka rağmen meydana gelen İnkılap ve devrimlerdir. Halkın iradesi gaspedilerek bazı ülkelerde diktatörlük devri başlatılmış ve dünyanın diğer yerlerinde bu süreç devarn ettirilmiştir. İslâmi uyanış artık bu sürecin daha fazla uzayamayacağınin müjdesini çoktan vermiştir. Öyleyse peygamberi yolun takipçisi hilafet devri gelip kapıya dayanmıştır. Artık insanlar hayatlannı İslâm nuruyla aydınlatacaktır. İnşallah o gün çok yakındır.
Buharı ve Müslim Allah Rasulü'nden şöyle buyurduklarını rivayet etmektedirler:
"Müslümanlar Yahudilerle savaşmadikça kıyamet kopmayacak-tır. Yahudi taşın ağacın arkasına saklanacak bunun üzerine taş ve ağaç: "Ey müslüman, arkamda Yahudi var. Gel ve onu öldür" diyecektir. Ama Yahudilerin ağacı olan "gargad" (arkasında yahudi olduğunu) haber vermeyecektir."
Asla heva ve hevesinden konuşmayan Allah elçisi (s.a.v.) bu hadisi şerifte yahudilerin bir zaman güç, kuvvet ve iktidar noktasında zirveye ulaşacaklarını, aynı toprak parçası üzerinde toplanacaklarını ama daha sonra müslürnanlar tarafından kılıçtan geçirilip büyük bir hezimete uğrayacaklarını tüm varlıkların hatta taş ve ağacın dile gelerek saklanan yahudileri haber vereceklerini açık bîr şekilde beyan etmektedir. Tüm bunlar kıyamet kopmadan önce olacaktır.
İşte o yahudiler bugün dünyanın dört bir tarafından akın akın gelerek Filistin'de toplanıyorlar. Allah'ın izniyle bu Yahudilerin helaki, sadık, rüku ve secde eden, iyiliği emredip kötülükten nehyeden, Allah'ın koyduğu sınırları koruyup İslâmİ metoda bağlı kalan mü'minler eliyle gerçekleşecektir.
Bu mucizenin ilk bölümü İsrail devletinin dünya yahudilerinin'de toplanmasıyla gerçekleştiği gibi inşallah son bölümü olan vasta gerçekleşecektir. Bu savaşı inanan önderler İslâm'a gönül ermiş gençler ve kendilerini Allah'a adamış salih askerler gerçekleştirecektir. Kısa bir müddet sonra tüm dünya bu haberle çalkala-
nacaktır.
Evet ey ümitsizler, asla hevasmdan kendiliğinden birşey konuşmayan Hz. Muhammed'in bu müjdelerini artık öğrendiniz mi? Öyle İd bu müjdeler çok kısa bir müddet sonra vuku bulacaktır. Artık bunları Öğrendikten sonra yolunuzu düzeltin. Bilinçli, azimli bir şekilde hareketlenin... Umulur ki, sizde İslâm ümmetinin yeniden dirilmesinde, birleşip izzet ve şerefini kazanmasında, peygamberi çizgide bir hilafetin kurularak Allah'ın bahşettiği zaferle inananların sevince gark olmasında emeği geçen kutlu davetçilerden olursunuz. Aziz ve Rahim olan Allah dilediğini zafere ulaştınr.[6]
[1] Bu bölüm müellifin diğer bir eseri oîan "Çağdaş Saldırılar Karşısında Genç Müslüman" adlı kitabından bazı değişikliklerle nakledilmiştir.