Bu Blog içinde Ara

23 Haziran 2012 Cumartesi

SOSYAL ETKENLER

SOSYAL ETKENLER


Davet yolunda bir takım davetçilerin maruz kaldıkları, onları et­kileyip İlahi vazifelerini aksattıran ya da hepten terkettiren bazen de İslâm çemberinin dışına çıkmalarına sebep olan büyük engellerden bir tanesi de" içtimai etkenler engelidir".
Nice davetçiler anne-babasmm baskısı sonucu İslâmi çalışma yapmaktan vazgeçmiş, hatta İslâmi Hareketten bile tamamen kopa­rak miskin tembellerle birlikte inzivaya çekilmiştir.
Niceleri de etraftan duyduktan iftira ve dedikodular, İslâm düş­manlarının olay ve saldırılan sebebiyle, kendi davalarına düşman olmuş, helaka sürüklenmişlerdir.
Bazen de davalarına düşman olmamakla birlikte, herşeyden el-etek çekip kendi halinde yaşadıklarını görürüz. Sebebi de, İslâm ve Allah düşmanlarının ya da çeşitli küfür fırkalarına mensup olanların, İslâmi cemaatler hakkında şüphe yaratmaktan, davet önderlerini itham ve karalamaktan başka işleri yokmuşçasına cemaat ve önder­ler hakkında, bazen dış güçlerin yardakçısı yada fitneci bölücü diye yaptıklan propaganda ve iftiraların tesirinde kalmalarıdır.
Niceleri de işyerlerindeki amir ve patronların günümüz deki İslâmi hareketlerle ilgili ileri geri söylediği itham ve iftiralar sebebiy­le davet yolunda dökülenler kervanına katılırlar. Bu amir ve patron üye yada sempatizansa İşten atacağını söyler. Davetçi de işini ve dolayısıyla da ayağı kayanlardan olmayı tercih eder!
Bazen de davetçiler İslâmi cemaatler arasında fikir ve metod a-çısından büyük bir tenakuz arzettiğini, bu cemaatlerin birbirlerine karşı kin ve düşmanlık beslediklerini görür. Bunun neticesinde de ümitsizliğe ve hayal kırıklığına uğrar. Bir de görürsünüz ki dünün ateşli davetçisi her şeyden el etek çekip ümitsizler gurubuyla köşe­sinde miskin miskin oturuveren bir zavallı oluvermiş. !
Yukarıda verdiğimiz örneklerden de anlaşılacağı üzere davetçi-lerİ davet yolunda döken etkenleri şu maddeler halinde sıralayabili­riz!
1- Akrabalık Faktörü
2- Çevre Faktörü
3- Nüfuzlu Kimseler Faktörü
4- Cemaatlerdeki Parçalanma Faktörü
5- Gizli Mihraklar Faktörü
Tabi bu faktörler üzerinde genişçe durmak istiyoruz. Başarıya ulaştıran sadece Allah'tır (c.c.) Yalnızca ondan yardım dileriz.[

Akrabalık Faktörü


Bu faktör davetçilerin nazarında, bir davetçiyi uzlete, yani İslâmi hareketten kopmaya, kendi hayatını yaşamaya sevkeden en önemli
faktörlerden birisidir.
Hiç şüphesiz akrabaların, aile ve anne-babanm, İslâmi hareket­ten, Allah'a davet ile ilgili meselelerden uzak kalmasını istemeleri ki bir davetçiden, onlann oğullarının yada kendilerinin, bir çok davet­çi ve ailesinin başına gelen sıkıntı, hapis, işkence gibi belalara ma­ruz kalmalarından korkmalarıdır.
Büyük davetçi, "Fethi Yeken", "Davet Yolunda Dökülenler" ki­tabında şöyle diyor:" Babalardan öyle garip ve inanılmaz örneklere rastladım ki, hak yolunda yürüyen, İslâm davetini yaşam tarzı olarak benimsemiş olan oğullarını kandırmak, onları davalanndan ve İs­lâm'dan uzaklaştırmak için her türlü rezalet ve ahlaksızlık noktası fesvik ediyorlardı. Tek gayeleri, çocuklannı Allah (c.c.) yolundan alıkoymak
Bazıları da İslâm yolunda faaliyet göstermekten alıkoymak için ocuklarını dövüyor, harçlıklarını kesiyor, maddi sıkınaya sokuyor­lardı. Ü-"
Çocuklar ve akrabalar üzerinde bunun dışında, akrabanın ileri
selen büyükleri tarafından yapılan başka türlü baskılar da vardır:
İlişkiyi kesmek, daîga geçmek, yumuşak davranmak, aldatmak ve daha önce işaret etmiş olduğumuz tehdit etmek gibi yöntemler.
Eğer bu baskılara maruz kalan imanı zayıf bir kimse ise kısa sü­rede baskılar neticesinde davetten, İslâmi Hareket ve faaliyetten koparak, kendi hayatını yaşayan ayağı kaymış kişilerden olur. Artık İslâm için çalışmaz. Büyük idealleri yoktur onun. Toplumu, irşad ve ıslah noktasında taşıdığı bir mesaj yoktur artık. Ulvi idealler, yüce gayeler süslemiyordur hayallerini. Uğruna çalıştıkları bir İslâm Dev-leti'de yoktur. Gayesiz, hissiz, yalnızca nefsi ve şehveti peşinde ko­şan bir adam. Erkeklik bu değildir. Büyük ideal sahibi, erdemli, sözüne sadık insanların yapacağı asla bu değildir.
Şu sözü söyleyene Allah rahmet etsin:
Eğer nefisler azdıysa
Muradına erdirmek yorar insanı...

Bu Faktörün Çaresi Nedir?


a) Bir davetçinin aile ve akrabasının (babalar, oğullar, eşler ve kabileler) baskılarına boyun eğmesi demek, Allah'ın gazabına duçar olması demektir. Eğer İslâm ümmeti böyle baskılara karşı koyamazsa, boyun eğerse zillet ve sıkıntıdan, düşman önünde he­zimete uğramaktan asla kurtulamaz. Bu konuda Kur'an-ı Kerim'in ortaya koyduğu ölçü şudur:
"De ki "Ey Habibim", sizin için babalarınız, oğullannız, kardeşle­riniz, eşleriniz, kabileniz, biriktirdiğiniz mallar, kötüye gitmesinden korktuğunuz ticaretiniz ve hoşunuza giden evler, eğer, Allah ve Resulü'nden, Allah yolunda cihad etmekten daha sevimli iseler, o
zaman Allah'ın emrinin (kıyametin) geleceği günü bekleyin. Allah fasiklar güruhunu asla hidayete erdirmez". (Tevbe, 24)
Ayeti Kerimeden anlaşılması gereken şudur: Akrabalık baskısı Önünde eğilmemek, ev ve servet fitnesine aldanmamak, Allah ve Resulünü sevmek, O'nun uğrunda cihad etmeyi arzulamak imanın gereği, İslâm'ın temelidir... Böyle olmazsa, bir müslüman'm özellikle de bir davetçinin ne kadar inançlıyım derse desin, İslâm için ne yaparsa yapsın, gerçek manada bir mü'min, güvenilir bir müslüman olduğunu söylemek gerçekten de çok zordur.
Davetçiler, bu söylediğimiz hakikatler üzerinde çok iyi tefekkür edip inanç, amel ve davranış noktasında, gerekli ibret ve dersi al­malıdırlar.
b) Bu konuda günümüzde ve geçmişte aile baskısı, akraba zul­mü karşısında eşsiz bir sebat ve dayanaklılık göstermiş şahsiyetleri örnek almalıdırlar. Buna bazı Örnekler:
İbni Sa'd Tabakat'mda şöyle rivayet etmektedir: Mus'ab bin Umeyr Mekke'nin en güzel ve en hayat dolu genciy­di.  Ebeveyni  kendisini  çok seviyorlardı.  Annesi  çok zengindi. Mus'ab'a en güzel elbiseleri giydiriyor, en güzel kokulan sürdürü­yordu. Hadrami (o günün en kaliteli) denilen ayakkabıdan giyiyor­du. Allah Resulü (s.a.) O'nu da Erkam'ın evine davet etti. Geldi Resulullah'in risaletini tasdik ederek müslüman oldu. Annesinden ve kavminden korktuğu için müslüman olduğunu gizliyordu. Ama bir gün durumu anladılar ve Mus'ab'ı hapsettiler. Habeşistan hicre­tine kadar hep hapisti. Sonra diğer müslümanlarla beraber Mek­ke'ye geri döndü. Kavminin ve annesinin tüm baskı ve zorlamaları­na karşın, Uhud savaşında şehid edildiği güne değin İslâm'dan asla taviz vermemiştir.
Uhud günü hırkası içinde uzanmış yatan şehidin başına gelen Resulullah gözlerinden yaşlar boşanarak şöyle buyurmuşlardır: "Mekke'de seni gördüğümde senden daha güzel giyimli ve sendendaha bakımlı saçlan olan kimse yoktu. Şimdi ise sen saçları toz top­rak içinde bir hırkaylasın ha ?" . Daha sonra da şu ayeti kerimeyi okumuştur:" Mü'minlerden öyle erler vardır ki, Allah'a verdikleri sözü tutmuşlardır. Onlardan kimisi şehit düşmüş kimisi (sırasını) beklemektedir. Onlar sözlerini asla değiştirmemişlerdir". (Ahzab, 23)
İşte gerçek iman sahipleri böyledir.
Tirmizi, bu ayeti kerimenin: " Biz insana ana babasına iyilik et­meyi emrettik. Eğer seni, (gerçekliği) hakkında hiç bir bilgin olma­yan bir şeyi bana ortak koşman İçin zorlarlarsa (bu hususta) onlara itaat etme. Dönüşünüz banadır. O zaman size yaptıklarınızı haber veririm." Sa'd bin Ebi Vakkas ve annesi Sufyan'ın kızı Hamne hak­kında indiğini rivayet etmektedir. Sa'd müslüman olduğu zaman, annesini çok seven bîr kimseydi. Annesi O'na : bu yeni türettiğiniz din de nedir? Allah'a yemin olsun ki, önceki dinine dönünceye ya da ben ölünceye dek, ne bir şey yiyeceğim ne de içeceğim, o insan­lar asırlar boyu sana anne katili diyeceklerdir. Aradan bir gece ve gündüz geçmesine rağmen, kızgın güneşin altında oturarak yeme­miş içmemişti. İyice takatten düşmüştü. Bir gün ve bir gece daha geçmişti ve yine bir şey yememişti. Sa'd gelerek annesine ;"' Ey anneciğim, senin yüz canın olsa ve her canın teker teker çıksa, yine de dinimi terketmeyeceğim. İstersen ye İstemezsen yeme". Annesi ümidini kesince artık yiyip içmeye başladı. Ve Allah, bunun üzerine bu ayeti kerimeyi indirdi:" Anne-babanıza iyilikle muamele etmeyi size emrettik...". Sa'd'a anne babasına iyilikle muamelede bulun­masını, kafir bile olsalar, onlann gönlünü hoş tutmasını emrediyor­du. Ama Allah'a şirk koşma ve Allah'ın emrine muhalefet noktasın­da asla ana babaya itaat yoktur.
İşte gerçek iman sahipleri ancak böyle yapar.
Güvenilir kaynaklann İmam Şehit Hasan el-Benna'dan rivayet ettiklerine göre her bayram, kaza ve köylerdeki genç davetçileri kontrol ederdi.
Bir keresinde oğlu" Sefül İskim" çok şiddetli hastalanmıştı. Yine her zamanki gibi teftiş için çıkmak istediğinde hanımı:" Hiç olmazsa bu bayramda hasta oğlunun yanı başında bizimle birlikte kalsan da yardımcı olsan" dedi. Elinde yolculuk için hazırladığı çantası ile şöyle karşılık verdi:
"Oğluma şifayı verecek olan şüphesiz ki Allah'tır. Hamd ve min­netimiz yalnız O'nadır. Ama Allah onun için ölümü takdir ettiyse, dedesi kabristanın yolunu benden daha iyi bilir". Kapıdan çıkarken Tevbe süresinin 24. Ayeti kerimesini okuyordu, işte gerçek iman edenler böyledir.
Bu örneklerden de anladığımız gibi davetçiier, iman, terbiye ve şahsiyet noktasında kemale ermiş olurlarsa, hanımlarından, baba veya oğullarından asla etkilenmezler. Dava, cihad ve İslâm'ın mas­lahatı, geleceği tüm akrabalık bağlarının üstündedir onlar için. İ-manın lezzetine varmış olanlar işte böyledir.
Davetçiier, tarihteki bu güzel sebat ve dayanıklılık örneklerini kendilerine ölçü almalıdırlar ki kendilerinden sonra gelecek nesille­re örnek olabilsinler.
c) Davetçi, aile ve akrabalarını, davası noktasında ikna etmeli­dir. Onlara İslâm'ın Tevhid hakikatinin, Allah'a İman etmek, O'na güvenmek, kaza ve kaderine, şerrin ve hayrın O'ndan geldiğine inanmak üzerine bina edildiğini anlatmalıdır, iman ise, veren ve alanın, emreden ve yasaklayanın, dirilten ve öldürenin, zillete düşü­ren ve izzet verenin, hastalık ve şifayı, darlık ve bolluğu verenin yalnız ve yalnız Allah olduğuna inanmaktır. Bu konuda Cenabı Hak şöyle buyurmaktadır:" De ki:" Ey mülkün sahibi olan Allah'ım! Mül­kü dilediğine verirsin, dilediğinden de çekip alırsın, dilediğini yücel­tir, dilediğini de alçaltırsm, hayırların tümü senin elindedir, sen her şeyi yapmaya gücü yetensin". (Ali îmran, 26)
"Rabb'in, dilediğine rızkı açar (bol bol verir, dilediğine) kısar. Çünkü O, kulları(nm hali)ni haber alır, görür". (İsra, 30)
" Ne yerde, ne de kendi canlarınızda meydana gelen hiç bir mu­sibet (afet, hastalık) yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta ılmis ebedi bilgimizde tesbit edilmiş) olmasın. Doğrusu bu Al­lah'a kolaydır."
Bu ve buna benzer ayetlerin tümü faili mutlakm (her şeyi yapan mutlak gücün yalnızca Allah (c.c.) olduğunu haber vermektir.
Davetçi, bu ve buna benzer ayetleri, babasına, velisine ve akra­balarından kendisiyle ilgilenen kimselere okuyarak, bu ayetlerde neyin kastedildi ğini onlara anlatabilir. Böylece emretmek ve yasak­lamak istediği her şeyi, istediği şekilde yapma gücüne tek sahip olanın yalnızca Allah olduğuna inandırır. Sonuçta akrabası, velisi korkaklıktan kurtulur. Zarar ve fayda verenin, başa gelen her şeyin, Allah'ın kaza ve kaderiyle olduğunu bilir ve rahatlar.
Bir kişinin bile bile, kendini tehlikeye atması, düşmanın tuzağına kendini maruz bırakması ya da gereksiz yere zorluk ve sıkıntıya düşmesinin İslâm'la, kaza ve kadere imanla hiç bir alakası yoktur. Bilakis, aptallık ve enayiliktir.
Allahu Teala Bakara süresi 95. Ayet-i Kerime'de şöyle buyur­maktadır: "Kendi canlarınıza kıymayınız. Muhakkak ki Allah, size rahmet edendir."
Yine Nisa süresinin 71. ayeti kerimesinde de şöyle buyurulmak-tadır: "Ey iman edenler, kendinizi kollayınız (sakınınız)."
Peygamber Efendimiz de (s.a.) Buharı ve Müslim'in rivayet ettik­leri bir hadisi şerifte şöyle buyurmaktadır;" Ey insanlar: Düşmanla karşılaşmayı arzulamayınız, Allah'tan afiyet isteyiniz."
Öyleyse İsiâm, sebeplere sanîmayı, tedbirlerle hareket etmeyi emreden gerçekçi bir dindir. Eğer tüm bu tedbirleri almasına, es­baba tevessül etmesine rağmen yine de kişinin başına bir musibet gelmişse o zaman Allah'ın kaza ve kaderine nza gösterip, yalnızca ondan yardım dileyerek O'nun önünde boyun eğmek gerekir. İşte İslâm budur.
Rızkı veren ve eksilten, düşüren ve kaldıran, dirilten ve öldüren, faili mutlak olan Allah'a iman etmenin hakikatiyle ilgili olarak şu hadiseyi nakletmek istiyoruz:
Kocası Allah yolunda cihad etmek için çıkmış olan mü'mine bir hatun, üzüntüsünü artırmak onun duygularını galeyana getirmek için yanma gelerek:" Eğer kocana şehitlik mertebesi nasip olur da öldürülürse o zaman çocuklarına kim bakar, sana kim sahip çıkar" diyenlere, büyük bir iman ve güven içerisinde şöyle haykırmıştı:" Ben eşimi, nzka muhtaç yiyen birisi olarak biliyorum. Onu nzk ve­ren bir kimse olarak asla tanımadım. Onun için de yiyici (kocam) ölse de rızk veren (Allah) bakidir."
Davetçiler, bu hadiseden ibret alsınlar. Akrabalarına, yakınlarına karşı işte bu inanmış kadının sarsılmaz imanı gibi bir tavır koysunlar. Bir müslüman kaç harbe katılırsa katılsın, ne kadar ölümcül teh­likeler atlatırsa atlatsın, yine de ölümü (eceli) Allah'ın takdiriyledir. Bu konuya dalalet eden rivayetlerden bir tanesi de Halid b. Velid'İn ölüm döşeğinde söylediği şu sözlerdir:" Ben, yüz ya da yüze yakın harbe katıldım. Vücudumda kılıç, mızrak ya da ok yarası almamış bîr karış bile sağlam yer yoktur. Yatağımda eşeklerin öldüğü gibi mi ölüyorum...? Korkakların gözü uyku tutmasın!" Ali (k.v.) şöyle buyurmuşlardır: "İki günün hangi birinde ölümden kaçayım. Ölümün takdir edildiği mi yoksa edilmediği günden mi? Ölümün yazılmadığı günden neden korkayım. Yazıldığı günden İse neden kaçayım."
İşte Allah Teala'nın şu ayeti kerimede beyan buyurdukları ger­çekte budur: "De ki: Kendi haklarında ölüm takdir edilmiş olanlar evlerinde bile olsalar Ölecekleri yerde olurlardı." (Ali İmran, 154)
Ey Babalar ve Davetçiler!
Bu anlatılanlardan ibret alın, kendinize gelin. İmanınızı, tevhid hakikati, kaza ve kader inancı üzerine bina ederek, korkaklık ve pısırıklıktan artık kurtulun. Allah yolunda korkmadan, yılmadan yürümeye devam edin... Allah, kendi yolunda çalışmanız için gö­nüllerinizi açacak, kalplerinizi doğru yola iletecektir. Özlenen İslâm zaferi sizin ellerinizle kazanılacaktır. Bu Allah için hiçte zor bir şey değildir.
..  ve acabalarınızın baskısı altında davalannı terk etmeye zor-n davetçiler, bu anlatılanlardan ders ve ibret alarak, ailelerini-kalbine   İslâm   aşkını   nasıl  sokacağımızı   onları   nasıl   ikna edeceğinizi öğrenin.
Eser tüm bu anlatılanları hakkıyla idrak eder ve pratiğe döker­iz jyj biliniz ki Allah (c.c.) hiç bir iyilik yapanın iyiliğini mükafat-sız bırakmaz.

Çevre Faktörü


İslâm davasından uzaklaştıran, Allah yolunda çalışmaya engel olan içtimai engellerden bir tanesi de tüm tesir ve zorlamalanyla işte bu" Çevre Faktörü" dür.
İşte bu faktör, pek çok davetçiyi İslâm binasını kurmaktan, davet yolunda ilerlemekten alıkoymuştur. Onlara köşesine çekilip dökü­lenlerden olmayı hoş ve güzel göstermiştir.
Bu faktörle ilgili bir kaç misal verelim:
İslâm yolunda çalışmaktan alıkoyan engellerden bir tanesi de davetçilerin hafife alınmaları, kendileriyle dalga geçilerek alay ko­nuşu yapılmalarıdır. Nice davetçiler bu tür toplumsal baskı sonu­cunda davasından yüz çevirmiştir. Kimisi memuriyet, kimisi iş arka­daşları, kimisi mahalle arkadaşları ve komşuları, kimisi hısım ve akrabaları, kimisi de okul arkadaşlan tarafından dalga geçilerek, kendisiyle alay edilmesi sonucu davetten kopmuştur.
Hiç şüphesiz bu tür baskı ve zorlamalann, davetçinin genel ve özel hayatını etkileyen büyük bir psikolojik etkisi vardır. Eğer kuv­vetli bir imana, sarsılmaz bir güvene, büyük bir tahammül ve sabra sahip değilse, çok kısa sürede dökülenler kervanına o da katılır.
Davetten uzaklaştıran zorlamalardan bir tanesi de "gurbet faktö-rü"dür. Kişinin ikamet etmek zorunda bırakıldığı davasına savaş açmış, Allah çizgisinden saptırmak için uğraşan, düşmaniık ve aya­ğını kaydırmaktan başka tasası olmayan bir topluluk içerisinde ya­şama zorunda bırakılması ne kadar korkunçtur. O toplum onu davasindan vazgeçirmek için ne gerekiyorsa elinden geleni ardın koymamacasına yapar. Onu her gittiği yerde takip eder. Malına ve namusuna el uzatır. Sahip olduğu şeylerden uzaklaştırmak, sürgün etmek için gereken her şeyi yapar. Hatta bazen de Öldürme pian!ar, bile yapar! !
Evet, bazen davetçi böyle fasid bir çevrede, kahredici bir gur­bette, tüm değerlerin tepetaklak edildiği bir muhitte tek basma yaşamak zorunda bırakılabilir. Ne bir dostu ne de bir yardımcısı, ne bir cemaati ne de kendisine yardım edecek bir akrabası bir Allah kulu yoktur etrafinda. Kimi Allah'a davet etti kimi doğru yola İlet­mek istediyse, neye yapiştıysa hep elinde kalmıştır. Tutunduğu her da! kopmuştur. Hidayetine çalıştığı kimse, muhalifi ve düşmanı ol­muştur hep ! !
İşte böyle bir davetçi tasavvur edin. Eğer yakın derecesinde bir imana, kuvvetli bîr İslâmi şahsiyet ve olgunluğa, gerekli terbiye ve bilince sahip olmasa, kendini ümitsizlik, hayal kırıklığı ve benzeri hastalıktan bir gün olsun koruyabilir mi?
Diğer başka bir baskı unsuru da, "iftira ve itham" dır. Nice da-vetçiler bu toplumsal baskı sonucunda İslâm düşmanlarının ihlası, doğruluğu hakkındaki iftira ve ithamlarına maruz kalarak İslâmi faaliyetlerden el etek çekmişlerdir! ?
Dalalet, dinsizlik ve küfür lisanları nice asılsız ithamlarda, insafsız iftiralarda bulunmuşlardır, Allah'ı razı etmekten başka bir gayesi olmayan bu temiz insanlar hakkında böyle yapmalarının bir tek nedeni vardır. O da, insanları bu davetten uzaklaştırmak, davetçile-rin ihlasmda şüphe uyandırmak, uğruna binlerin feda edildiği İslâmi uyanışın, tüm yeryüzüne yayılmasını önlemektir.
Bu kitabın başka bir bölümünde" psikolojik etkenlerden" bahse­derken, orada fitneye düşüren, insanın kendisiyle imtihan edildiği etkenlerden birisinin de davetçilerin hayatlarında karşılaşmış olduk­ları iftira ve ithamlar olduğunu zikretmiştik. Bu itham iftiralar neti­cesinde davetçi, bazen hak davasından yüz çevirip, başka davalar peşinde koşmaya başlar, bazen de bu derece olmayıp sadece İslâmiyetten el çekerek miskin, tembel insanlarla birlikte köşesi-cekilip oturmaya razı olur. Bu konuyla ilgili olarak o konuya üracaat ederseniz derde deva olacak kadar bilgiyi orada bulabi­lirsiniz-
Davetten uzaklaştıran baskı yöntemlerinden bir diğeri de, "Aldatıcı etkileriyle çevre baskısı" dır. Bu konuyla ilgili olarak daha önce bahsettiğimiz diğer etkenler ve tesirlerle birlikte de pek çok izahatta bulunmuştuk. Bununla birlikte burada, davetçileri bir bir davet yolunda döken bu çevre faktörü hakkında daha geniş bilgi vermek arzusundayım.
Nasıl olmuşta pek çok davetçi bu faktör sebebiyle davasından uzaklaşmış, bir zamanlar Allah'tan başkasından korkmayan, terte­miz, salih kullar iken, günah bataklığında çırpman zavallılar konu­muna düşmüşlerdir! ! İşte bunu izah etmeye çalışacağız.
Büyük Mürşid kardeşim" Fethi Yeken", "Davet Yolunda Dökü­lenler" kitabında şöyle anlatıyor.-" (Bazen müslüman kardeşimiz muhafazakar bir çevrede yetişmiş olur. Daha sonra da öğrenim ya da iş sebebiyle başka bir çevreye intikal eder. Bu yeni çevrenin şer yönleri daha fazla, cahili cazibesi daha şiddetlidir. İşte burada güm­bürtü kopar. Ya yükselip şerre galebe çalmak, ya da alçalıp nefse yenilmek vardır, bu gürültünün bu amansız mücadelenin sonunda. Kardeşlerden bir tanesinin eğitim için "Amerika"ya gittiğini hatırlıyorum. Kardeşleri içerisinde parmakla gösterilen, çevresinde gıpta edilen örnek bir müslüman olan bu kardeşimiz Amerika'da birkaç sene kalıp geriye geçmişiyle hiç bir ilgisi kalmayan bir adam olarak dönmüştü..."

Nüfuzlu Kimseler Faktörü


Pek çok davetçiyi İslâmi çalışma yapmasından alıkoyarak uzlete çekilmesine neden olan en tehlikeli faktörlerden bir tanesi de tüm zorlama ve yaptınmlanyla "mevki-makam sahipleri faktörüdür".
Burada mevki-makam sahiplerinden kastetmek istediğim, davetçiler üzerinde söz sahibi olan hatırı sayılır kimselerdir.
Bu kişiler kendi etki sahaları içerisinde davetin yaygınlaşıp kuv­vetlenmesine engel olmaya çalışırlar.
Bazen de davetçileri takip altına alıp çeşitli itham ve eziyetlerle onları Allah'a davetten alıkoymaya çalışırlar.
Nice aşiret reisleri vardır ki, laik düzenleri razı etmek, şahsi men­faat ve dünyalık elde etmek için, davetçilerin, kendi aşiretleri içeri­sinde davet vazifesini yerine getirmesine müsaade etmeyerek engel olmak için zalimane despot bir tavır içerisine girmişlerdir.
Aynı şekilde toplum içerisinde nüfuz sahibi kimselerin İslâm da­veti ile ilgili her türlü çalışmayı engellediklerini, genç davetçilere her türlü maddi ve manevi baskıyı, zulmün her çeşidini reva gör­düklerini görürüz. Bütün bunları, bağlı bulundukları dinsiz partiyi hoşnut etmek ve kendi nüfuzlarını koruyabilmek için yaparlar ! ! ..
"Ey oğlum, namazı dosdoğru kıl, iyiliği emret ve kötülükten sa­kındır, başına gelene sabret, muhakkak ki bunlar üzerinde durul­ması gereken çok önemli işlerdendir." (Lokman, 17)
Peygamber Efendimiz de pek çok Hadisi şerifte bu gerçeği işaret buyurmuşlardır:
Tirmizi, İbni Mace, İbni Hibbân ve Hâkim, Sa'd b. Ebi Vakkas'm (r. a) şöyle dediğini rivayet etmişlerdir:" Ey Allah Resulü, İnsanlar­dan en şiddetli belaya (imtihana) duçar kalanlar kimlerdir diye sorduğumuzda, şöyle buyurdular: "Peygamberler, sonra (insanlann) en iyi olanları ve sonra da iyiler, kişi dini nispetince imtihan olunur, Eğer dini kuvvetliyse imtihanı şiddetli olur, eğer dininde zayıflık varsa imtihanı da o nispette olur. Kişi yeryüzünde günahlardan arınmış bir vaziyette yürüyünceye dek belalar onu bırakmaz".
Buhari'nin rivayet ettiğine göre, Mekke'de zayıf kimsesiz müslümanlar, Kureyş'in zulüm ve işkenceyi artırması sonucunda hırkasına sarınmış Kabe'nin gölgesinde oturmakta olan Allah Resu-îü'ne (s.a.) gelerek" bizim için dua etmeyecek misin? ", dediklerin­de, Rasulullah onlara," sizden önce bir adam (İnancından dolayı) alınır, kendisi için açılan çukura konur ve testereyle başından iki oarçaya ayrılır, eti kemiğinden demir taraklarla taranırdı da, yine de bunlar onları dinlerinden döndüremezdi. Allah'a yemin olsun ki, Allah muhakkak dinini tamamlayacaktır. Öyle ki, San'a'dan Hadramevt'e bir yolcu koyunları için sadece Allah'tan (c.c.) ve kurttan korkacaktır. Ama siz çok acelecisiniz." demiştir".
Davetçilerin toplum içinde, mevki-makam, söz ve itibar sahibi, nüfuzlu kimselerden dolayı nice işkence ve zulümlere maruz kaldık­tan, bunlara nasıl şanlı bir direnişle karşı koydukları ile ilgili pek çok misal vardır. Bu seride bu konuyla ilgili pek çok misali çeşitli başlık­lar altında verdik. Dileyen, o bölümlere müracaat ederek istifade edebilir.
Davetçi Kardeşim !
Sabret başına gelenlere... Hezimeti asla kabullenme. Yenilgi er­kekliğin şanından değildir.
Sabır konusunda, kavminin ve aşiretinin eza ve işkencelerine tahammül noktasında Rasulullah'ı örnek al. İslâm'ın ilk nesli Eshab-ı Kiram'ı taklit et. Yılmadılar, gevşemediler, heva ve heveslerine asia tabi olmadılar. Sabrettiler, Allah yolunda karşıiaştıkları her türlü ezaya göğüs gererek, kendilerinden sonra kıyamete dek gelecek nesillere en güzel bir örnek oldular.
Sen davetçi kardeşim, onlardan, asla daha şerefli ve üstün değil­sin. Ne yaparsan yap, onlan ne kadar iyi taklit edersen et, yine de onların ulaştığı yüce makama asla ulaşamazsın. Zira onlara şeref olarak, üstünlük olarak, Allah Resuiü'nü görmeleri, Rasulullah'la (s.a.) sohbet etme şerefine nail olmuş oîmalan, peygamber medre­sesinde onun tezgahından geçmiş olmaları yeter de artar bile ...
Son olarak sana sözüm şudur: Sabret, Allah sabredenlerle bera­berdir. Zorluk olmadan kolaylık, sıkıntı olmadan ferahlık, hezimet olmadan zafer olmaz, islâm ümmeti, uzun bir sabır, acı bir cihad ve zorlu günlerle karşılaşmadan, asla zafere, şan ve şerefe ulaşamaz. İslâm'ın yoiu işte budur.
İkincisi: Benim genç davetçim, her zaman ve her ne şekilde olursa olsun, nüfuz sahiplerinin Allah davasından vazgeçirmek için sana baskı yaptıklarını, eziyet ve sıkıntı çektirdiklerini gördüğünde, o zaman yapman gereken şu metodu takip etmektir:
Eğer mümkünse, halk içinde nüfuz sahibi bu insanlara, İslâm di­ninin 'Hak ' olduğunu, bir müslüman'm müslüman olabilmesi için akide, ibadet ve yaşantı noktasına İslâm'ın koyduğu kurallara uy­ması gerektiğini anlatmalı, mümkünse ikna etmelidir. Davetçilerin, müslümanlara İslâm'ı öğretip, onunla amel etmelerini temin etmek­ten başka vazifeleri yoktur. Öyle ki İslâm yaşanan bir hayat olarak müslüman'm üzerinde tezahür etmelidir. Ayrıca yaptiklan davet neticesinde, hiç kimseden bir ücret ve karşılık beklemedikleri, şahsi bir çıkar peşinde koşmadıklarına onları ikna etmelidirler. Davetteki Şiarları, daha önceki nebi ve Resullerin şiarıdır: "De ki:" Davetimiz karşılığında sizden herhangi bir ücret talep etmiyoruz. Ücretimizi verecek olan sadece Allah'tır"."
Eğer davetçi, yapacağı izah ve getireceği delillerle o nüfuzlu, toplumda itibar sahibi kimseleri ikna edebilirse, İşte o zaman dave­tin önündeki en büyük engeli aşmış, kendi toplumlarında hiç kim­senin müdahalesine, eziyet ve sıkıntısına maruz kalmadan mesajla­rını sunma imkanına sahip olmuş olurlar.
Eğer bu nüfuz sahibi kimseler ne davete ne de davetçilerin söy­lediklerine aklen ve vicdanen kanaat getirmemişlerse, o zaman genç davetçi onlan hile ile idare etme yoluna gitmelidir. Bundan kastımız, "şerlerinden emin olmak ve kendileri hakkında şüphe uyandırmamak için, onlara tatlı dil, güler yüz göstermelidir".
Buhari'nin Hz. Aişe'den rivayet ettiği hadisi şerifte işaret edilen mana budur:" Peygamber Efendimizle (s.a.) görüşmek üzere bir adam gelip izin istediğinde, Allah Resulü (s.a.)" O'na izin veriniz, o kavminin ne kötü bir oğludur ve ne kötü bir kardeşidir. Adam yara­na geldiği zaman onunla yumuşak bir lisanla konuştu", buyurmuş­lardır. Bunun üzerine O'na dedim ki: Ey Allah'ın Resulü, o söyledik­lerinden sonra neden ona yumuşak konuştun? . Peygamber Efen­dimiz buyurdu ki : "Ey Aişe, Allah katındaki yeri Öyle şerli insanlardır ki, İnsanlar, şerrinden emin olmak için onlardan uzak durur­lar".
Buhari, Ebu ed-Derda'dan (r.) Allah Resuîü'nün (s.a.v.) şu sözünü   nakletmektedir:   "Kalplerimiz   lanet   ettiği   halde,  yüzlerine güldüğümüz nice topluluklar vardır."
Zeki ve kurnaz olan genç davetçi, bu tip insanların inat ve yo­bazlığı ile karşılaştığında, onların şerrinden emin olmak için elinden geleni yapmaktan geri durmamalıdır. Bazen onları ziyaret ederek, hediye vererek veya onlarla iyi münasebette bulunarak, kimi zaman da değişik vesilelerle davet ederek, onlarla insani ilişki içerisinde
bulunabilir.
Bu tür bir ilişki sayesinde, onların kalplerini kazanarak şerlerin­den emin olur. Davet yolunda herhangi bir engelle karşılaşmadan emniyet içinde devam imkanı bulur.
Aşırı baskılar ve takipler sebebiyle gizli davet metodunu uygu­lamaya fırsat bulamazsa yapacağı en doğru şey, davetini hür bir şekilde yapabileceği bir yere hicret etmesidir.
c) Genç davetçi, kendi İslâmi şahsiyetinin tüm boyut ve özellik­lerinin bilincinde olmalıdır.
Yaratılış gayesinin Allah'a kulluk, O'nun rızasını kazanmak, O'na güvenmek ve yalnızca O'na dayanmak şuurunda olmalıdır.
Bağlılığı ve sadakati yalnızca Allah'a (c.c), Resulüne (s.a.v.) ve mü'minlere olmalıdır. Bu bağlılığın gerçekleşmesi ancak Kur'an-ı Kerim'de çizilen Allah metoduna, Rasulullah'tn sünnetiyle ortaya koyduğu hayat düsturlanna bağlanmak, İslâm'ın yücelmesi için mü'minlerle yardımlaşmakla olur.
Bu dünyadaki varlığı boşuna, gayesiz asla değildir. Hiç şüphesiz o, bir mesajı ulaştırmak, bir emaneti yerine getirmek, insanları kula kulluktan Allah'a kulluğa, dünyanın darlığından İslâm'ın genişliğine, dinlerin bozulmuşluğundan İslâm'ın asaletine çıkarmak için.gönde­rilmiştir. Nemelazimcılık, uzlet, tembellik erkekliğin şanından olma­dığı gibi, davetçilerin ahlak ve özelliklerinden de asla değildir. Eğer başıboş, kötülüklerle düşe kalka ve İslâm'ın özünden uzak bir hayat yaşıyorsa ne Allah'ın ne de mü'minlerin katında hiç bir değerinin olmadığının şuurunda olmalıdır.
Genç davetçi, mütekamil îslâmi şahsiyetinin özelliklerinin tam yön ve boyutlarının bilincinde olur ve vicdanının derinliklerinde onu duyarsa, hiç bir rağutun tehdidinden etkilenmez. Hiç bir zali­min zulmünden dolayı davasında vazgeçmez. Hiç bir nüfuz sahibi­nin baskısı sonucunda geri adım atmaz. Aksine tüm sıkıntılara sabır­la tahammül eder. Allah'a olan imanı, inancı kuvvetlenir. Allah'ın nusreti gelinceye ya da şehadet mertebesine ulaşıncaya dek davet yolunda yılmadan yürümeye devam eder. Allah'ın katma, Allah kendisinden razı olmuş bir şekilde nebiler, siddıklar, şehidler ve salihlerle birlikte çıkar. Onlar ne güzel yoldaştırlar.
Genç davetçi, toplum içinde nüfuzlu kimselerin baskı ve zorla­malarından kendini ve davasını nasıl koruyacağını, böylece öğren­miş oldu. Bu baskı ve zorlamaları etkisiz hale getirmenin yolların­dan birisi de bu tür imtihana maruz kalanın, yalnızca kendisi olma­dığını yakînen bilmesidir. Bu, Peygamberlerin, mürşidlerin ve da-vetçilerin her zaman ve her yerde müptela oldukları bir beladır. Öyleyse davetçilere düşen, dinlerini yayma noktasında, başlarına gelen her türlü eza ve cefaya sabrederek, davet yolunda yılmadan yürümektir.
Bu nüftızlu kimselerle mücadele etmenin merhalelerini yeniden tekrar etmek gerekirse:

a) İkna etmek. Bu fayda vermezse,
b) İyi ilişkilerle idare yoluna gitmek. Bu da fayda vermezse,
c) Gizli davet. Bu da mümkün değilse,
d) Allah yolunda hicret etmek.
Davet yolunda sabit kalmanın yolu, davetçilerin kemale ermiş İslâmi şahsiyetlerinin bilincinde olmalarından geçer. Bu da :
a) Yalnızca Alîah'a bağlanmak
b) Dünyada boş yere yaratılmadığını bilmek, 196
c)  Uzlet hayaö ve nemelazımcilığın gençlerin özelliklerinden ol­madığım bilmek,
d)  Eğer İslâm'dan uzak, başıboş, heva ve hevesinin esiri bir ha­yat yaşıyorlarsa, İslâm'a göre hiç bir kıymetlerinin olmadığım bil­mek demektir.
Eğer tüm anlatılanlar) anladıysalar, yapmaları gerekenin ne ol­duğunu biliyorlar demektir. Öyleyse İslâm davalarında dosdoğru olsunlar ve sorumluluklarını yerine getirsinler. Allah, ihlasla çalışan kullarına daima yardım eder.

Cemaatlerdeki Parçalanma Faktörü:


Davet yolunda yürüyen pek çok davetçinin dökülmesine, İslâm ümmetinin geleceğinin aydınlanmasına bigane kalmasına neden sebebiyet veren en büyük faktörlerden bir tanesi de "îslâmi cemaat­lerdeki parçalanmadır".
Bu yüzden günümüzde farklı plan ve programı olan, hatta birbir­leriyle kıyasıya mücadele veren pek çok cemaat ortaya çıkmıştır.
Büyük dava adamı Şeyh Menna'ül Kattan, "Müslimûn" gazetesi­nin 82. sayısında, kendisine" çağımızdaki İslâmi uyanışın müsbet ve menfi yönleri" sorulduğunda, şöyle cevap vermiştir:" İslâmi uyanışın önündeki en büyük engel, yaklaşım ve yöntem farklılıklarıdır ." Liyakatli, yetenekli, gerçek liderlerin olmaması sebebiyle, pek çok davet ekolü ortaya çıkmıştır. Her ekolün kendine ait bir fikri ve metodu vardır, İslâmi cemaatler anlayış, yaklaşım, metod ve yön­tem açısından birbirinden çok farklı bir yapıdadır. Kimisi çok radi­kal, kimisi mutedil, kimisi de hepten gevşektir. Kimisi de işi, birbirini tekfir etmeye kadar vardırmıştır. Bu cemaatlerin en insaflısı ise di­ğerlerini eksik ve yetersiz görmektedir. Bu cemaatlerin bir lider altında toplanmaları ne kadar uzak bir ihtimaldir. Bu sebeple de pek çok emek, rüzgarın önünde savrulan çöp gibi heba olup git­mektedir. Ya da İslâmi hareketin ilerlemesine engel veyahut ta tağuti düzenlerin İslâmi uyanışı bastırıp yok etmesi, İslâmi hareketleri birbirinden ayırmadan ezmesi için bir sebep, bir bahane olmak­tan öte bir işe varamamaktadır.
îslâmi cemaatler arasındaki bu farklılaşma ve parçalanma faktö­rü, hiç şüphesiz müslümanların çok sesli olmasında ve vahdetlerinin bozulm asındaki en büyük sosyal etkendir. Aynı şekilde, pek çok dava adamının, İslâm ümmetinin geleceğini hiçe sayarak davet yolunda yaptığı çalışmalardan vazgeçmesinin de en önemli sebep­lerinden birisidir bu... Bütün bunlara rağmen, îslâmi cemaatlerin parçalanmışlığını, cemaat önderlerinin her birinin ayrı telden çalışı­nı, pek çok davetçinin daveti terkederek köşesine çekildiğini baha­ne ederek, İslâmi çalışma yapmaktan. İslâm davasına gönüllü fedai olmaktan geri durmak şer'en caiz olur mu?
Bu sorunun cevabı elbette ki hayırdır. Ye'se düşmek, miskinleş­mek ve davetten el etek çekmek, hiç bir surette mazur gösterilemez. İşte bu uzlete çekilme ve davetten, davadan kopma­nın nasıl engellenebileceğini şimdi anlatmaya çalışacağız.
Bunun çaresi:
Daha önce "umutsuzluk kaynaklı etkenler" bölümünde, İslâm i-çin çalışan bazı kimselerin İslâmi cemaatler arasındaki farklılık ve düşmanlık sebebiyle İslâmi hareketi terketmelerinin gerçekte bir delile dayanmadığım belirtmiştik. Faydalı olacağını umarak orada zikrettiğimiz sebepleri tekrar etmek istiyoruz:
*AlIah (c.c.), mü'minlere, Allah'ın sağlam ipine hep beraber sa­rılmayı emretmiş, tefrika ve bozgunculuğa düşmekten nehyetmiştir. Evs ve Hazreç kabilelerinin yüzyıllar süren düşmanlığının islâm şemsiyesi altında, dostluk ve kardeşliğe dönüşmesi hala zihinlerde taptaze ve diridir.
*İhtilaf ve tefrikaya düşüren belli sebep ve amiller vardır. Bu a-miller ve sebepler ortadan kaldmldığı zaman, müslümanların birbi­rine sımsıkı kenetlenmiş bir İslâm birliği oluşturmaları hiç de zor olmayacaktır. Bu birlik önünde tüm küfür ve fesat odaklan dağıla­cak, müslümanlar yeniden, Allah'ın birbiriyle kardeş kıldığı kullar olacaklardır.
*İslâm tarihi, müslümanlar arasında vuku bulan pek çok siyasi ve mezhebi kavgalara rağmen daha sonra birleşip, yek vücut olduk­larına en büyük delildir. Buna en güzel örnek, Hz. Ali'nin (r. a) oğlu İmam Hasan'in (r. a) sahabi Muaviye (r. a) için hilafetten çekilmesi­dir. Bu hadiseden sonra müslümanlar eskisinden çok daha kuvvetli bir yapıya sahip olmuş, doğuda Çin'e, batıda Endülüs'e kadar İsîâm bayrağını ulaştırmışlardır.
* Zikredeceğimiz diğer bir husus da, artık İslâmi uyanışın tüm İs­lâm beldelerini kuşattığı ve İslâm'ı her yönüyle ele alan evrensel bir İslâm cemaatinin ortaya çıktığıdır. Bu cemaatin her beldede bir şubesi, her ülkede belli bir organizesi vardır. Bu cemaatin Kuşatıcı metodu, yüce hedefleri ve davetteki merhale mantığıyla, ayrıcalıklı özel bir yeri vardır.
- Tüm bunlar İslâm ümmetinin birleşebileceğini ve Allah'ın ipi et­rafında kenetlenerek yek vücut olacaklarını açık bir şekilde te'kit eden gerçeklerdir.
Öyleyse birilerinin, bazı sebepler ileri sürerek davetten kopmayı, uzlete çekilmeyi mazur gösterebilecekleri hiçbir delilleri yoktur. Bizim delillerimiz ortadadır. Son olarak her davetçiye şu hakikati açıklamak istiyorum:
Bir davetçinin İslâmi faaliyette bulunması için, müslüman cema­atlerin birleşmiş, tek çatı altında toplanmış olması şart değildir. Eğer bu mümkün olsa, yani müslümanlar düşman karşısında birleşip tek yumruk olsa, tek yürek olsalar elbette bu çok daha güzel ve hayırlı­dır. Allah'ın da emrettiği budur. Zaten müslümanlar bir bayrak, aynı lider altında birleşebilseler, işte o zaman özlenen İslâm devleti kurulabilecek, hasret kaldığımız hilafet düzeni gelecek ve İslâm tüm dinlere galebe çalacaktır.
Maalesef vakıa böyle değildir. Öyleyse dikkat etmek, çalışmak, didinmek, sabretmek ve dayanıklı olmak zorundayız. Tâ ki İslâm önderleri, müslüman cemaat liderleri, insaf ve izan sahipleri, tefri­kayı bir tarafa bırakarak Kelime-i Tevhid etrafında, tüm rütbe ve rozetlerden arınmış bir şekilde toplanabilsinler. O güne dek sabre­derek, ter akıtmaya, kan vermeye devam etmek gerek. Bazılarının vehmettikleri gibi o gün çok uzak değildir. O gün bir gün, çok ya-kında gelecektir.
Evet, günümüz davetçileri, İslâmi hareket önderleri, tüm cema­atleri tek çatı altında toplamayı başaramamışlardır. Ama hiç olmaz­sa bu cemaatler arasındaki yardımlaşmayı bugünkü şartlar altında gerçekleştirebilirler. Her cemaat, kendi ihtisas alanında yeni İslâm neslini yetiştirip, eğitebilir. Gerekli İslâmi terbiyeyi verebilir. Bunu yaparken her cemaat, eğitim, terbiye ve bilinçlendirme noktasında birbirinden faydalanabilir. Gençliğin oluşmasında, yeni neslin ye­tişmesinde cemaatlerin sorumluları, ileri gelenleri arasında belli bir dayanışma ve yardımlaşma zemini oluşturulabilir.
Cemaat İleri gelenleri böyle bir dayanışma ve yardımlaşma ze­mini oluşturmada başarısız olurlarsa, o zaman imanın en zayıf mer­halesi olan, kendi aralarında ittifak ettikleri konularda birlikte çalı­şıp, ihtilaf ettikleri meselelerde de birbirlerini mazur görme esprisi­ne mebni bir anlaşma yapabilirler. Aralarında düşmanlık ve nefret, iftira ve çekememezlik gibi bir problem olmayacak, her cemaat kendi sahasında faaliyet etmeye devam edecektir. Allah'tan tek dileğimiz bu Önderlerin kalbini yumuşatarak birleştirmesi, bu çok sesli koroların tek koro haline dönüşmesidir. Bu Allah (c.c.) için hiçte zor değildir.
Özet olarak, hiç bir müslüman davetçi, cemaatler arasındaki tef­rikayı bahane ederek İslâmi hareketten, İslâmi çalışmadan kopamaz. Zira kalplerin birleşmesi, yumrukların aynı hedefe doğru sıkılması, her an mümkündür. İslâm ülkelerindeki evrensel İslâmi hareket ve tüm müslümanları gaflet uykusundan uyandıran İslâmi uyanış ve bilinçlenme, herkesin bizatihi müşahede ettiği bir gerçek­tir.
Her davetçinin bilmesi farz olan hususlardan bir tanesi de şudur: Her müslüman davet ve tebliğden şer'an sorumludur. İnsanları hidayete davet etmek, emr-i bil ma'ruf ve nehy-i an'il münker vazifesi her kulun boyun borcudur. Eğer başarılı olursa ne güzel. Fakat başarılı olamazsa, yani insanlar davetine icabet etmezlerse, o za­man da kul Allah'ın emrini tutmuş, vazifesini yerine getirmiş olur. Çektiği her sıkıntının, sabrettiği her darlığın mükafatını Ailah (c.c.) verecektir.
Allah hiçbir salih ameli zayi etmez.
Davetçiler! Cemaatler arası tefrika, davayı terketmek, İslâmî ha­reketten kopmak için asla geçerli bir bahane değildir.
Bu problemin, tefrika ve ihtilaflann çözümünün, davaya sımsıkı sarılarak Allah'a davet etmeye devam etmekte olduğunu bilin.
Bunları öğrendiyseniz artık size düşen görev, sorumluluklarınızı idrak ederek davet yolunda daim olmaktır. Allah (c.c.) ihlasla gay­ret eden kullarına daima yardım edendir.

Gizli Mihraklar Faktörü


İmanı zayıf bir kısım davetçilerin davet yolunda dökülerek, uzlet ve yalnızlığa, bazen de hepten sapıtmaya kadar götüren tehlikeli sosyal amillerden birisi de "beşinci tabur faktörüdür.
"Beşinci Taburdan kastımız: İslâm düşmanı bir topluluğun, İslâm dünyasına zarar vermek, fikri olarak şüphe sokmak, halk İçinde İslâm'ın kök salmasına engel olmak maksadıyla gerek dıştan gerek­se müslümanların arasına girerek faaliyette bulunmasıdır. Hedefle­rine ulaşmak için İslâm peygamberi, İslâm nizamı, İslâm davetçileri ve İslâm'a davet eden muhlis cemaatler hakkında asılsız iftiralar, saçma sapan ithamlar yayarlar.
Tek gayeleri, müslüman nesli, genç davetçileri zafere götüren davet yolunda yürümekten alıkoymak. İslâm ümmetinin zihinlerin­de, son peygamber ve îsîâm davası hakkında şüpheler uyandırarak akidelerini bozmak, sahip oldukları tüm değer ve ahlak ölçülerini yıkarak İslâm'a düşman şahsiyetsiz kişiler olmalarını sağlamaktır.
Bu bahsetmeye çalıştığımız topluluklardan bazıları İçte olanlar­dır:
*Masonlar: Yahudi ve emperyalistlerle bağlantılıdırlar. Bizim ismimizi taşır, dilimizi konuşurlar. Hatta görünüşte, bizim dinimize bağlı olduklarını bile söyleyebilirler. Oysaki İslâm için en tehlikeli, en sinsi ve korkunç planlar yapan, tuzaklar hazırlayan bu topluluk­tur.
Bu topluluk çok gizli ve karanlıkta çalışır. Yetişmiş elemanları ve özel eğitilmiş adamlanyla hareket ederler. Kendilerini nifak örtüsüy­le gizlemek asıldır. Metodlan da riyakarlıktır. Hile ve tuzak kurmak­tan asla usanmazlar. Her halükarda, plan ve programlarını gizli ve sakin bir şekilde uygularlar ! i .
*Yikicı fraksiyonlar: Bunlar ya komünizm veya sosyalizm ya da emperyalist Avrupa menşeilidir. Bunlar da bizim ismimizi taşır, dilimizi konuşurlar. Bazen münafıklık yaparak, bizim dinimizden oldukları süsünü bile verirler kendilerine. Oysa ki, bu iddiaları tam bir kuyruklu yalandır. Yaptıkları yayın ve propagandalarla, açıktan İslâm ve müslümanlara düşmanlık ederler.
Her türlü söylentiyi, her türlü iftirayı, gayesi Allah olan müslüman cemaatler ve davetçiler hakkında yayın yaparlar. Sonu ne olacakmış, kimin ırzına, kimin canına zarar gelecekmiş hiç dü­şünmezler ! ! .
*Dinsü. Yönetimler: Marksistler veya sosyalistlerle, masonlarla ya da başka emperyalist güçlerle ilişki halindedirler. Bunlannda bizim isimlerimizi taşıyıp, dilimizi konuşmaları ya da müslüman olduklannı söylemeleri hep bir oyun ve nifaktan ibarettir. İslâmi bir takım kutlamalara katılmaları, hep birer oyun ve aldatmacadır. İslâm davasına zarar vermek için, iyi niyetli sadık İslâm davetçileri, gönüllü İslâm fedaileri ve genç müslümanlar aleyhine, medyanın her türlüsünü kullanarak propaganda yaparlar. Bu arada, Allah'tan başka gayesi, İslâm'dan başka hedefi olmayan, İslâm mesajını yayan cemaatler de bu propagandalardan nasiplerini alırlar. Bunu yapar­ken, toplumdaki ferdin emniyet ve istikrarını, vatan evladının en tabi hakkını, insanlık onur ve şahsiyetini asla düşünmezler.
* Batınî sapık fraksiyonlar: Ağa Han'ı ilahlaştıran İsmaili'ler, Rasit Halifelerden Hz. Ali'yi ilahlaşman Nusayriler, el-Hakim Biemrillah'ı ilahlaştıran Dürziler, Baha'yı ilahlaştıran bahailer, ma­sum imamlıktan bahseden ve sahabenin büyüklerine lanet eden Şiiler, bu başlık altında sayılabilirler.
Bu ve buna benzer fraksiyonlar, İslâmi topluluklar içerisinde şu­raya buraya yayılmış durumdadırlar. Bunlar, ehli sünnet aleyhine propaganda yapmakta, onlara yalan, asılsız iftira ve ithamlarda
bulunmaktadır.
İslâmi cemaatler ve müsîüman davetçiler aleyhine gecegündüz
demeden çalışmaktadır.
Bu fraksiyonlar zayıf, ya da baskı altında oldukları zaman müslümanlara karşı takiyye silahını kullanırlar. İçinde sakladığı kin ve nefrete, küfür ve isyana rağmen, dıştan dost ve müslüman gözü­kürler. Kuvvetlendiği, güç ve iktidar sahibi olduklannda ise, kin salyalan akıtmaya, açıktan İslâm düşmanlığı yapmaya, insanlık onur ve şahsiyetini düşünmeden, davetçilere her türlü zulüm ve işkence­yi reva görmeye başlarlar.
*Dinsİz ateist fraksiyonlar: İslâmi halkların yaşadığı her yer­de vardır bunlar. Ne bir ölçü, ne bir inanç, ne de bir din tanır bu insanlar. Ahlaksızlık, fesatlık ve başıbozuklukta sınırsız hür davranır­lar. Öyle ki kendilerine dinden, herhangi bir erdem veya ölçüden yahut da insanlar içinde şerefli bir hayat sürmekten bahseden her­kese düşman olurlar.
Bu topluluklar, bu sınır tanımamazlıklarmı aşağılaşmış, kokuşmuş batı toplumundaki hippi, heavy-metalci, eşcinsel sapıklardan miras almışlardır. Bunlar bazen çok dar, bazen bol bol ve uzun giyen, kimi zaman saçını kökünden kazıtıp, bazen hayvanlara şeklen ben-- zemeye çalışan, kimi zaman da ses olarak hayvanları taklit eden, norm ve ilkelerden uzak, ne örf ne de erdem tanıyan, her şeyi mu­bah gören, içki ve uyuşturucu bağımlısı, hayata hayvan gözlüğüyle bakan, cemiyetin sırtında kambur asalaklardır.
Bu ölçü tanımaz dinsiz topluluklar, İslam toplumuna zorla em­poze edilmiş kamburlardır. Bu sapıklar toplumdaki gayesiz, başıboş heva ve hevesinin esiri yaşantılarıyla yetinmeyip, aynı zamanda da insanları bu sapık fikre çağırarak, tüm ölçü ve ahlak değerlerine insanı insan yapan erdem ve faziletlere ve dine karşı savaşmaya davet eder onları. İsterler ki, gençlik başıboş ve gayesiz, dinsiz ve imansız, Ölçüsüz ve ahlaksız bir hayata, bir yaşantı tarzına sahip olsun ! ! .
İslâmi cemiyetlere sızmış, daveti ve davetçileri hedef alan İslâm ve peygamberi hakkında zihinlerde şüphe uyandırmaya çalışan, daha nice sapık topluluklar vardır.
Dıştan İslâm'ı yıkmaya yönelik hareketler: İslâm davetini, Kur'an'm kendisine indirildiği Hz. Muhammed'in (s.a.) şahsını, ihlasla Allah davasının takipçisi olan İslâmi cemaatleri ve o yolda samimiyetle çalışan muttaki davetçileri hedef alan, bu konuda uzman evrensel güçlerdir kastettiklerimiz.
Her genç davetçinin bunların kimler olduğunu, ne istediklerini, İslâm, O'nun peygamberi Hz. Muhammed (s.a.) ve davetçiler ile savaşmada hangi yöntem ve planı uyguladıklarını bilmesi gerekir. Bu yüzden bu tür hareketlerin her birini tek tek izah ederek, onlar hakkında net bir fikrin oluşmasını istiyoruz. Bu hareketlerin en önemlileri:
*İnkarcı Komünizm: Açıkça, uluhiyyet inancına düşman ol­duğunu, din ve şeriatlerine getirdiği tüm ilke ve değerlere karşı savaş açtığını ifade ve ilan etmektedir. Sloganlarından Bazıları:
Evrende İlah diye bir şey yoktur. Hayat maddeden ibarettir. Din halkları uyuşturan bir afyondur. Peygamberler yalancı hırsızlardır.
Hiç şüphesiz komünizmin ilk hedefi İslâm akidesidir. Zira İslâm, toplumların kurulmasında büyük bir role sahip, aynı zamanda da çok hızlı yayılan bir dindir, onların propagandistlerinin nazarında. Bu yüzden de, İslâm'ı her yönden muhasara etmek, hakkında itham iftiralarda bulunmak, insanları da elçilerden nefret ettirmek, yani sı   yeni yetişen nesildeki din duygusunu vicdanlarından ta-amen söküp atmak için, her yol ve yöntemi denerler. Hakk Dergisi'nin 1967'de neşrettiği gizli belge, İslâm'ı ve İslâm davetçilerini yok etmekle ilgili korkunç bir plandır. Bu planın bazı yönlerini hiç değiştirmeden sizlere naklediyoruz:
"Din adamalarının ve dindar yöneticilerin, şeref ve haysiyetiyle oynayın. Onları Siyonizm ve emperyalizm uşaklığıyla itham edin.
Ne kadar zayıf olursa olsun, hiç bir dini cereyena mü sade et­meyin. Dini kaynaklı her türlü kıpırdanışa karşı çok uyanık ve dik­katli olun. Dine davet eden kim olursa olsun öldürülme pahasına da olsa, hiç acımadan susturun".
Tüm bunlara rağmen, din olgusunun toplumların kurulmasında çok Önemli bir yere sahip olduğunu unutmayalım. Bundan dolayı da onu her yönden ve her yerde muhasara altına almalıyız. Yalan ve iftira kampanyalarıyla, İnsanlan din adına ne varsa ondan nefret ettirmeliyiz. Bunun için her yola başvurmalıyız."
"Ateist yazarları teşvik etmeliyiz. Din duygusu, din bilinci ve dini güzellik adına ne varsa, hepsiyle savaşmaları konusunda onlara sınırsız hürriyet tanımalıyız.
İnsanlann zihnine İslâm'ın devrini doldurduğu, İslâm'dan geriye, namaz, oruç, hac, nikah ve boşanma akdi gibi şekli ibadetlerin dı­şında hiç bir şeyin kalmadığı ve bu tür ibadetlere komünizmin de müsamaha göstereceği fikrini kafalarına iyice işlemeliyiz."
Milletler arası tüm dini bağları, tam olarak koparmalıyız. Komü­nizm için en büyük tehlike olan İslâm bağı yerine, halklar arasında komünizme dayalı olan bir bağ oluşturmalıyız.
Gizli belgede, İslâm aleyhine İslâm davetçilerini, alim ve münte­siplerini yok etmekle ilgili kustukları hezeyanlar dan çok azını bura­da zikretmekle yetiniyoruz.
*Kindar Haçlı Zihniyeti: Bunları temsil eden güçleri, emper­yalistler, oryantalistler ve misyonerler diye sıralayabiliriz. Saydığımız bu güçlerin tamamı, İslâm'ı ve müslümanları yok etmek, îslâmi cemaat ve davetçilerini, muhasara altına alarak boğmak, müslümanlan inanç ve değerlerinden uzaklaştırmak konusunda hemfikirdirler.
"îslâm Alemine Hücum" adlı kitapta da zikredüdiği üzere haçlı misyoner 'Zuveymer' şöyle anlatıyor: "Misyonerliğin Avrupa açısın­dan iki önemli özelliği vardır: Yıkma özelliği ve yapma özelliği.
Yıkımdan kastettiğimiz, bir müslüman'ın dinden dönerek, inkarcı dinsiz birisi olmasıdır.
Yapmadan kastımız ise, bir müslüman'ın kendi dinine ve milleti­ne düşman olarak Hıristiyan olmasıdır.
Belanın Kökleri" adlı kitapta zikredildiğine göre, Viliiam Oyford Bilkraf şöyle söylemektedir: "Ne zaman ki Kur'an ve Mekke şehri ortadan kaldırılır, İşte o zaman araplann Muhammed ve kitapların­dan sıyrılmış olarak medeniyet yolunda ilerlemeleri mümkün olur." "Misyonerlik ve emperyalizm" adlı kitabın zikrettiğine göre kin­dar misyoner 'Henry Joseph' şöyle diyor: "müslümanlar ne dinlerini anlıyor ne de kıymetini biliyorlar. Onlar yankesici geri kalmış katil­lerdir. Hiç şüphesiz misyonerlik onları gerçek birer insan yapacaktır. Kinci misyoner "Jonyamin" 'Fransa'nın Tarihi1 adlı kitabında söyle diyor: "müsîümanlann dininin kurucusu Muhammed kendine tabi olanlara tüm dünyayı egemenlikleri altına alarak dinlerin ta­mamını İslâm diniyle değiştirmeleri emrini vermiştir. O putperest­lerle (müslümanları kastediyor. Hıristiyanlar arasındaki fark ne bü­yüktür. ! !
Araplar dinlerini zor kullanarak yaymışlar, insanlara: "Ya müslüman olursunuz ya da ölürsünüz" demişlerdir. Oysa ki İsa'nın yolundan gidenler, insanlann kalplerini iyilik ve güzellikle kazanmışlardır..."
Bunun dışında, kindar misyonerlerin, peygamber efendimizin hanımları, kişiliği, daveti, peygamberliği ve getirdiği mesaj hakkında söylemedikleri kalmamıştır. Ayrıca, İslâm nizamının bugünkü yaşam tarzına uymadığı ve daha nice yalanlar ve iftiralar uydurmuşlardır. Davetçiler, alimler, İslâm'a davet eden hareketler hakkında,.gerici­likten tutun çağdışı olmaya, bilim ve tekniğin getirdiği imkanlardan, medeniyetten faydalanmama, gibi saçma sapan hezeyanlar da bu­lunmaktan hiç geri durmamışlardır.
Söylediklerimiz, haçlıların İslâm aleyhine, Peygamber ve müslüman davetçiler hakkında söyledikleri, kustukları kinin binde biri kadardır. Yeni yetişen İslâm neslini, inançlanndan, mukaddesa­tından kopararak, İslâm uğruna yapılan her bir çalışmaya katılmala­rını önlemek tek gayeleridir. Arzu ettikleri şey, müslüman neslin heva ve hevesinin esiri olması, din ve mukaddesat adına hiç bir şey tanımadan serseri bir hayat yaşamasıdır.
*Düzenbaz Yahudilik: İlk hedefleri, milletin inançlarını boz­mak, değerlerini yok etmek, ahlaklarını ifsat etmek ve kısacası onla­rı İslâm nizamından uzaklaştırmaktır. Ayrıca Fırat'tan Nil'e uzanan İslâm topraklarının kalbi üzerinde bir Yahudi devleti kurmak ilk hedeflerindendir.
Kullandıkları en sinsi yöntemler:
Gizli örgütler kurmak. Bunların başında da 'mason localar' gelir. Aslına bakıldığında masonluk, yahudilik dışında, tüm dinleri yık­maktan başka bir şey değildir. Planlarını uygulamak ve hedeflerine ulaşmak için önce mevki sahibi, nüfuz ve güç sahibi insanlan kendi­lerine çekmeye çalışırlar. Bu yolla, vicdanları ifsad, dinleri berbat ederek, büyük İsrail devletine ulaşmaya çalışırlar.
Masonlar, pek çok müslüman ve müslüman olmayan şahsiyetle­ri, hürriyet, kardeşlik, eşitlik, gibi süslü sloganlarla aldatmışlardır. Bazen de vatanperverlik, milliyetçilik ve hümanistlik, adı altında bu işi yapmıştır. Hatta insanların gündemine çok tehlikeli ve yıkıcı bir ilke olan şu sloganı sokmuştur, masonluk: "müslümanlar, hiristiyanlar, Yahudiler. Mecusiler ve putperestler, vatan ve insanlık hususunda kardeştirler. Bu kardeşliklerini ne semavi bir inanç ve ne de din asla gölgeleyemez".
Kişiler, bu slogana kanıp aklandıktan sonra bir de bakarlar ki madalyonun öbür yüzünde Yahudiliğe hürmet ve dışındaki tüm dinlere karşı, korkunç bir düşmanlık yatmaktadır.!!
"Fikir Savaşının Yolları" adlı kitabın 175- sayfasında şöyle geç­mektedir: 1959 senesinde Telaviv'de Mason Locası'nın temel atma töreninde konuşan İsrail Hahambaşı açıkça şu ifadeleri kullanmıştır. Hepimizin uğruna çalıştığı bir tek hedefimiz vardır. O'da tüm millet­lerin Allah'ın yer yüzüne indirdiği ilk yüce dine dönmeleridir, (kas­tettiği Yahudilik'tir) Yahudilik dışındaki tüm dinler batıldır. Milletle­rin kendi ortaya attıkları dinlerdir. Gün gelecek sizin gayretleriniz neticesinde Hıristiyanlık ve İslâm dini yok olup gidecektir. Böylece hem müslümanlar hem de Hıristiyanlar asılsız inançlarından kurtu­lacaklardır. Tüm insanlık hakikat güneşiyle aydınlanacaktır.
Yahudilik! Tarih boyunca Hıristiyanlık dinini bozmak İçin verdiği uğraş ve çabayı aynı şekilde İslâm davetini ve İslâm peygamberini ortadan kaldırmak içinde vermiştir. Yahudilerin kutsal kitabı Talmut'taki şu söz: "İsa'nın yalancı olduğunda nasıl ki şüphe yoktur. Muhammed de İsa'yı kabul etmektedir, yalancıyı kabul eden de yalancıdır. Birinci yalancıyla savaştığımız gibi ikinci yalancıyla da savaşmak üzerimize farzdır." bunun en açık göstergesidir.
Allah'ın lanetlediği yahudiler, İslâm devleti kurulduğu günden bu güne kadar İslâm ahkamını bozmak, kaynaklarını ortadan kal­dırmak, Rasulullah'm peygamberliği ve daveti hususunda şüphe uyandırmak için ellerinden geleni ardına koymamışlardır.
Kimi yahudiler müslümanlar arasında fitne çıkarmak, hurafeler yaymak ve batıl batini mezhepler türetmek için müsîüman olmuş gibi gözükürler. Oysaki bu riya ve nifaktan başka birşey değildir. Gerçektende müsîüman topluluklar içerisinde sapık gizli firkalar kurma noktasındaki çirkin gayelerine ulaşmışlardır. Bu ekollerin hedefi İslâmi hakikatleri dejenere etmek insanları şüphe ve sapıklı­ğa düşürmektir.
Bu tür fırkaların inançları, İslâm ve müslümanlarla savaşma ko­nusundaki hedeflerine daha öncede işaret etmiştik. Bu savaş yön­temlerine ek olarak burada:
a) Kur'an-ı Kerim'i yanlış ve bozuk tefsir etmek.
b)  Dini tahrif etmek için ve avamın sünnet olmayan şeyleri sün­netten zannetmeleri için peygamber hakkında hadis uydurmalannı zikredebiliriz.
İslâm alimleri her zaman ve her yerde bu sapık fırkaların inanç­larına karşı koymuşlar, foyalarını ortaya çıkarmışlar, avama bunların sapık olduklarını ispat etmişler, bunların Kur'an ve sünnet hususun­da uydurdukları yalan ve iftiraları herkesin anlayabileceği bir dille ortaya koymuşlardır. Zayıf tabiatlı bazı insanları nasıl dalalete dü­şürdüklerini açıklamışlardır. İslâm daveti ilk indiği günkü gibi saf ve katıksız, aslı bozulmadan, hiçbir şek ve şüpheye yer vermeksizin böylece korunmuştur, inkarcı zalimler istemese de elbette Allah nurunu tamamlayacaktır.
Sizlere yahudilerin planlarının en önemlilerini İslâm ve insanlık aleminde meydana getirdikleri masonluk olgusunu anlatmaya çalış­tık. Bu planlar çok tehlikelidir. Sloganları altın kâsede sunulan ze­hirdir. Onların tek gayesi Fırat'tan Nil'e kadar uzanan İslâm toprak­larında büyük İsrail devletini kurmaktır. Mü'minleri dinlerinde şüp­heye düşürmek akidelerini bozmak, tüm dünyayı kendi yönetimleri altına almak yegâne arzularıdır.
En çok üzerinde durdukları şey İslâm'la savaşmak. İslâm neslini şüpheye düşürmek, İslâm davetçilerîni rencide etmek, samimi müslümanlan gericilik ve yobazlıkla suçlamaktır. İstedikleri genç neslin boşluğa düşerek fisk ve fücura yakalanması ne din, ne erdem ne de ölçü tanıyan bir hayata sahip olmalarıdır.
Hiç şüphesiz, ahlaki yozlaşmaya, akidevi şüpheye ve ruhi yıkıntı­ya maruz kalan bu müsîüman nesil, yahudilerin planlarını uygula­maları ve hedeflerine ulaşmaları açısından çok uygun bir zemin teşkil ederler. Böylece İslâm nesli her aç kurdun iştahını kabartan, isteyenin istediği kötülüğe aiet ettiği bir nesne olmaktan başka bir şeye yaramaz hale gelir.
İslâm'a yöneük yıkıcı hareketleri değişik renk ve sınıflarıyla, İslâm toplumunun içinde ve dışında ilahi mesajı İslâm peygamberini ve İslâm davetçilerini boğmak için kustuğu kinden bahsetmeye çalıştık İslâm davetini boğmak için onu gericilik, günün ihtiyaçlarına ce­vap verememe gibi şeylerle itham etmektedir. Aynı şekilde İslâm peygamberine olan kin ve nefreti sebebiyle onu şehvetine düşkün­lük, insanların malını gasbeden, kanını akıtan emniyet ve asayişini ihlal etmekten başka işi olmayan bir çete başı olmakla itham etmek­tedir! !
İslâm davetçilerine olan kin ve garez sebebiyle de onları terörle, aşırıya gitmekle ve emperyalizm uşakliğiyla suçlamaktadır.
Bu odaklar İslâm ve müslümanlarla savaşmak için bugün sefer­ber olmuşlardır. Asılsız söylentiler yaymak zalimce iftiralar uydura­rak Allah'a davet eden İslâm mesajınj ihlas ve samimiyetle tüm insanlara ulaştırmaya çalışan davetçiler üzerine gece gündüz çalış­maktadırlar.
Tüm bunlar ne içindir?
İslâm aleminin ufkunda parlayan İslâmi uyanışı baltalamak için. İslâm neslini, Allah davasını yüceltmek için açılmış cephelerden uzak tutmak için.
Gençlerin İslâm gerçeğini inkar ederek, asılsız ilke ve ideolojiler peşinde koşmasını temin etmek için.
Bu dünyada müslümanlar varlık gösteremesin güç ve iktidar sa­hibi olamasın, dikili bir taşlan bile bulunmaması için.
İslâm beldelerindeki zenginlikleri hammadde ve petrolü kontrol­leri altına alarak stratejik önemi olan yerleri ele geçirmek için.
Müslümanlar, sömürüde Avrupa'ya, inkarda doğuya, küfür ve ahlaksızlıkta Yahudi masonların uşak ve kölesi olması için.
Kısacası müslüman'da, imandan, hayadan, bilinç ve er demden zerre miktar birşey kalmamasını isterler.
Bazı zayıf tabiatlı davetçiler, bu tür mihrakların İslâm ve davetçi­ler hakkında uydurdukları asılsız iftira ve yalanlara aldanarak dava­dan kopmasmlar diye tüm bunları anlattık. İnşallah hedefimize u-laşmişızdır.
islâm'a düşman mihrakların etkisinden kurtulmanın yolu nedir? Kimi davetçiler bu tür îsiâm düşmanı mihrakların propaganda yalanlarına, imanlanndaki zayıflıktan dolayı kapılıp aklanabilir­ler  Birazdan sıralayacağımız noktalan idrak edip belleğine iyice yerleştiren bir davetçi asla bu tür etkilere kapılmaz. Davet yolunda dökülmekten ya da ümitsizliğe düşmekten kendisini korur. Allah'ın izniyle davet yolunda sağa sola sapmadan, yalan ve dolanlara al­danmadan, Allah'ın taktir ettiği oluncaya kadar yılmadan yoluna
devam eder.
Herşeyden önce davetçiler bu yalanlan uyduran, asılsız söylenti­leri yayan mihrakiann kimler olduğunu çok iyi tesbit etmelidir. Dost mudur yoksa düşman mı? Nasihat mı veriyor yoksa iftira mı atıyor? dürüst mü yoksa yalancı mı? Araştırıp, bunların küfür ve şirk ehlin­den, yeryüzünde düşmanlık ve bozgunculuk çıkaran tüm dinlere ve özellikle de İslâm dinine düşman bîr zümre olduklannı tesbit edince arük iş kolaylaşır. Onların iftira ve sapıklıkları, yalan ve dolandan, slogan ve propagandaları boşa çıkar. Davetçi onlardan yalan, iftira, fitne ve fesattan başka birşey eklemlemeyeceğini öğrenmiş olur.