Bu Blog içinde Ara

21 Haziran 2012 Perşembe

KUR’AN’IN İNİŞİ; DERLENİP TOPLANIŞI

KUR’AN’IN İNİŞİ; DERLENİP TOPLANIŞI


1- Vahyin Nüzulünün Keyfiyeti Ve İlk Nazil Olan Ayetler?


1- İbn Abbâs dedi ki:
"el-Muheymin"[1], "el-Emîn" demektir; Kur'ân, kendinden önceki herbir kitâb üzerine emindir
.[2]
2- İmâm Ebû Ca'fer Muhammed İbn Cerîr (öl: 310 h.) [3] şöyle dedi: Bize el-Müsennâ tahdîs etti. Bize Abdullah İbn Salih tahdîs etti. Bana Muâviye, Ali'den -İbn Ebî Talha'yı kasdediyor- o da İbn Abbâs'dan muheyminen aleyhi kavlini tahdîs etti. İbn Abbâs: El-Müheymin, el-emîndir. Kur'ân, kendinden önceki her kitâb üzerine emindir demiştir. Bir rivayette de “muheyminen aleyhi”, şehîden aleyhi (yani onun üzerine bir şâhiddir) şeklinde söylemiştir.[4]
3- Süfyân Sevrî(161) ve daha başka imamlar şöyle dediler: Ebû İshâk es-Subey'î'den o da et-Temîmî'den o da İbn Abbâs'dan: Muheymi­nen aleyh, mu'temenen aleyhi (yani kendisine i'timad edilen) dir, demiştir. [5]
4- Mucâhid(104), Süddî(127), Katâde(118), İbn Curayc(150), Hasen el-Basrî(110) ve Selef imamlarından bir kaçı da bunun ben­zerine kail olmuşlardır. Heymene'nin aslı hıfzetmek ve gözetmekdir. Bir kimse bir şeyi gözetip beklediği, onu muhafaza ettiği ve onun yanında hâzır bulunduğu zaman “kad heymene fulânun aleyhi fehuve muheyminun heymeneten” (yani fulân kimse onun üzerine muhafız olmuştur, artık o onun bir muhafızıdır) denilir. Binaenaleyh o onun üzerine bir muheymindir. Yüce Allah'ın isimlerinde de el-Muheymin [6] vardır. Bu, her şey üzerine şâhid, her şeyi bakıp gözetici ve muhafaza edici demektir.[7]
5- Bize Abdullah İbn Mûsâ, Şeybân'dan, o da Yahya'dan tahdîs [8] etti ki, Ebû Seleme şöyle demiştir: Bana Âişe ile İbn Abbâs haber verip şöyle dediler:
“Peygamber (s.a.v) kendisine Kur'ân indirilir oldu­ğu halde on sene Mekke’de, on sene de Medine'de ikamet etti.”[9]

6- Ebû Ubeyd el-Kasım İbn Sellâm(224) şöyle dedi: Bize Yezîd, Dâvûd İbn Ebî Hind'den o da, İkrime'den tahdîs etti. İbn Abbâs: Kur'ân dünya semâsına Kadr Gecesinde topdan bir defada indirildi, sonra bu­nun ardından yirmi sene içinde indi dedikden sonra “Biz onu bir Kur'ân olmak üzere -âyet âyet- ayırdık ki insanlara karşı onu dura dura okuyasın”  [10] mealindeki âyeti okumuşdur.[11]
7- Ebû Ubeyd(224) şöyle dedi: Bize Ebû Muâviye tahdîs etti. Bize el-A'meş'den işiten kimseler tahdîs etti, o İbrahim'den o da Alkame'den olmak üzere şöyle tahdîs ediyordu: “Kur'an'da Yâ eyyühellezîne âmenû bulunan her şey Medine'de indirilmiştir, içinde Yâ eyyühennâsu bulu­nan Mekke'de indirilmiştir.” Sonra şöyle dedi: “Bize Ali İbn Ma'bed, Ebû'l-Melîh'den o da, Meymûn İbn Mıhrân'dan tahdîs etti. O: “Kur'an'da Yâ eyyühennâsu ve Yâ benî Âdeme olanlar Mekkî'dir, Yâ eyyühelle­zîne âmenû olanlar ise Medenî'dir” demiştir.”
Onlardan kimi de: “Sûrelerin bazısı iki kerre inmiştir, bir kere Medîne'de, bir kerre de Mekke'de” der. Allah en iyi bilendir. Kimi de Mekkî kısmından bir takım âyetleri istisna edib bunların Medenî kısmından olduklarını iddia eder. Hac sûresi ve diğerlerinde olduğu gibi.
Bu husûsda hakk olan, sahih delilin delâlet ettiği şeydir. Allah en iyi bilendir.[12]
8- Ebû Ubeyd şöyle dedi: Bize Abdullah İbn Salih, Muâviye İbn Sâlih'den o da Ali İbn Ebî Talha(143)dan tahdîs etti. O şöyle demiştir: “Medine'de el-Bakara, Âlu İmrân, en-Nisâ, el-Mâide, el-Enfâl, et-Tevbe, el-Hacc, en-Nûr, el-Ahzâb, Vellezîne Keferû (yani Muhammed Sûresi), el-Feth, el-Hadîd, el-Mücâdile, el-Haşr, el-Mümtehine, el-Havâriyyûn (Saff), et-Teğâbûn, “Ya eyyühen-Nebiyyu izâ tallaktumu'n-nisâe” (ta­lâk) ve “Yâ eyühen-nebiyyu lime tuharrimu” (Tahrim), el-Fecr, “Velleyli izâ yağşâ” (el-Leyl), “İnnâ enzelnâhu fî leyleti'l-kadr”, “Iem yekun”, “izâ zülzilet” ve “izâ câe nasrullâhi” sûreleri nâzil oldu. Bundan başkaları Mekke'de.” [13]
9- Bize Mûsâ İbn İsmâîl tahdîs etti. Bize Mu'temir bize tahdîs edip şöyle dedi: Ben babamdan işit­tim Ebû Osmân şöyle demiştir:
“Bana haber verildi ki, Cibrîl aleyhi's-selâm Peygamber'e gelmişti. Bu sırada Peygamber'in yanında (kadınlarından) Ümmü Seleme bulunuyordu. Cibrîl, Peygamber'le ko­nuşmaya başladı. (Sonra kalkıp gitti.) Peygamber (s.a.v.) Ümmü Seleme'ye: [14]
"Bu kimdir?" diye sordu, yâhud kendi dediği gibi bir sual sordu. Ümmü Seleme:
“Bu Dıhye'dir,” dedi. Ümmü Seleme[15] yine şöyle dedi:
“Allah'a yemîn ederim ki, Peygamber'in Cibrîl haberini sahâbîlerine haber vermek üzere îrâd ettiği hutbesini işitinceye kadar ben Cibril'i, başka değil, muhakkak Dıhye sandım.
(Râvî:) “Ümmü Seleme ya böyle yâhud kendi dediği gibi bir söz söyledi,” dedi.
Babam şöyle dedi: “Ben Ebû Osmân'a:
“Sen bu hadîsi kimden işittin?” diye sordum. O:
“Usâmetu'bnu Zeyd'den,” dedi [16]
10-. Bize Abdullah İbn Yûsuf tahdîs eti. Bize Leys tahdîs etti. Bize Saîd el-Makburî kendi babasından tahdîs etti ki Ebû Hureyre (r.a.) şöyle dedi: Peygamber (s.a.v.) şöyle bu­yurdu:
"Peygamberlerden hiçbir peygamber yoktur ki, ona mucize­lerden (kendi zamanlarındaki) insanların inandıkları kadar verilmiş olmasın. Mu'cize olarak bana verilen ise, ancak Allah'ın bana vahyettiğidir. Bunun için kıyamet gününde ben, peygamberlerin en çok tâbi'i bulunanı olacağımı ümîd ederim"[17].
11- İmâm Ahmed İbn Hanbel (241) şöyle dedi: Bize Ya'kûb İbn İbrâhîm tahdîs etti. Bize baban tahdîs etti. Bize Muhammed İbn İshâk tahdîs edib şöyle dedi: Muhammed İbn Ka'b el-Kurazî, el-Hâris İbn Abdillah el-A'ver'den zikretti ki o şöyle demiştir: “Ben, muhakkak Mü'minlerin Emîrine varacağım da kendisine gündüzün sonunda işitmiş olduğum şeyi soracağım,” dedim. Müteakiben akşamdan sonra ona gittim, ve ya­nına girdim. O hadîsi zikrettikden sonra şöyle dedi: Ben Rasûlullah'dan işittim şöyle buyuruyordu:
"Cibril bana geldi de:
“Yâ Muhammed! Ümmetin senden sonra ihtilâfa düşecekdir” de­di. Ben de ona:
“Yâ Cibril, bundan çıkış nerededir?” dedim. O:
“Allah'ın Kitâbındadır. Allah onunla her cebbarın belini kırar. Ona sımsıkı sarılan kurtulur. Onu terkeden helak olur. -burayı iki kerre söyledi- O hezl değil bir fasldır. Lisanlar onu uydurub söyliyemez. Onun acibeleri yok olmaz. Onda sizden evvelkilerin nebei, aranızdakilerin faslı, sizden sonra olacak şeylerin haberi vardır, dedi."[18]
12- Ebû İysâ et-Tirmizî (279) de şöyle demiştir: Bize Abd İbn Humeyd tahdîs etti. Bize Huseyn İbn Ali el-Cu'fî tahdîs etti. Bize Hamze ez-Zeyyât, Ebu'l-Muhtâr et-Tâî'den o da, el-Hâris el-A'ver'in karde­şinin oğlundan o da, el-Hârisu'1-A'ver'den tahdîs etti. O şöyle demiş­tir:
“Ben mescide uğradım. Baktım ki insanlar bir çok hadîslere dalmış­lar. Ben Ali'nin yanına girdim de:
“Yâ Emîra'l-Mü'minîn! Görmez mi­sin insanlar bir çok hadîslere dalmışlardır?” dedim. Ali:
“Hakîkaten on­lar bunu yapmışlar mıdır?” dedi. Ben:
“Evet” dedim. Ali:
“Dikkat edin, ben Rasûlullah'dan işitmişimdir o: “Muhakkak ki ileride bir fitne ola­caktır” buyuruyordu. Ben hemen:
“Yâ Rasûlallah! Ondan çıkarıcı ne­dir?” dedim. Rasûlullah buyurdu:
“Allah'ın kitabıdır. Onda sizden ev­velkilerin nebei, sizden sonrakilerin haberi ve aramzdaküerin hükmü vardır. O hezl değil bir fasldır. Onu kibirden dolayı terk edeni Allah kırar. Doğru yolu onun dışında arıyanı Allah dalâlete düşürür. O Al­lah'ın çok sağlam ipidir. O hikmet dolu zikr ve dosdoğru yoldur. Ke­yiflerin sapıtmamasına, lisânların karışmamasına yegâne sebep odur. Âlimler ona doymaz, çok tekrar edilmekden dolayı eskimez, acibeleri tükenmez. O öyle bir kitâbdir ki cinnler onu işittikleri zaman “Biz, hakîkaten hayranlık veren bir Kur'ân dinledik ki O Hakka ve doğruya götürüyor. Bundan dolayı biz de ona îman ettik...” [19] de­yinceye kadar ondan (onu dinlemekden) vaz geçmemişlerdir. Onunla söyliyen doğru söyler. Onunla amel eden ücret alır. Onunla hükmeden adalet eder. Ona da'vet eden dosdoğru yola hidâyet eder.”
Ali: “Ken­dine bu hadîsleri al yâ A'ver!” dedi. [20]
13- İmâm Ebû Ubeyd el-Kasım İbn Sellâm (224) -Allah ona rahmet eylesin- Fadâilu’l-Kur'ân kitabında şöyle demiştir: Bize Ebu'1-Yakzân tahdîs etti. Bize Ammâr İbn Muhammed es-Sevrî yahud ondan başkası, İshâk el-Hecerî'den o da, Ebu'l-Ahvas'dan o da, Abdullah İbn Mes'­ûd'dan tahdîs etti ki Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
“Muhakkak bu Kur’ân Allah'ın ziyafet yemeğidir. Binaenaleyh onun yemeğinden gücünüzün yettiği kadar öğreniniz. Şüphesiz bu Kur'ân, Allah'ın ipi­dir. O, apaçık bir nûr, fâideli şifâ, ona sımsıkı tutunana bir ismet, tâ­bi olana bir kurtuluştur. O, eyriltmez, doğrultur; sapıtmaz, (sapıklık ve diğer kusurları giderib) kişiyi kendinden hoşnûd eder. Onun aci­beleri bitib tükenmez, çok tekrar edilmekden dolayı eskimez. Binaena­leyh sizler bu Kur'ân'ı tilâvet eyleyin. Çünkü Allah onu okumağa kar­şılık her harfine mukabil on hasene verecekdir. Amma şunu bilin ki ben size Elîf Lâm Mîm bir harfdir demem, velâkin Elîf on, Lâm on, ve Mîm on hasenedir.”[21]
14- Ebû Ubeyd yine şöyle dedi: Bize Haccâc, İsrail'den o da, Ebû İshâk’dan o da, Abdullah İbn Yezîd'den o da, Abdullah İbn Mes'ûd'dan tahdîs etti. O şöyle demiştir:
“Hiç bir kul kendi gönlünden Kur'ân'dan başkasını istemesin. Çünkü eğer o Kur'ân'ı seviyorsa, muhakkak ki Allah'ı da, Rasûlünü de sevmektedir.”[22]
15- Bize Amr İbn Muhammed tahdîs etti. Bize Ya'kûb İbn İbrahim tahdîs etti. Bize babam, Salih İbn Kaysan'dan tahdîs etti ki İbn Şihâb şöyle demiştir: Bana Enes İbn Mâlik şöyle haber ver­di:
“Yüce Allah, Rasûlü'nün üzerine vefatından evvele kadar arka arkaya vahy indirdi. Hattâ O'nu, vahy en çok olduğu zaman vefat ettirdi. Bundan sonra Rasûlullah (s.a.v.) vefat etti.”[23]
16-. Bize Ebû Nuaym tahdîs etti. Bize Sufyân tahdîs etti ki Esved ibn Kays şöyle demiştir.. Cundeb ibn Sufyân(r.a.)'dan işittim, şöyle diyordu:
“Rasûlullah (s.a.v.) rahatsızlandı. Bir kadın geldi:
“Yâ Muhammed! Ben umarım ki şeytânın Seni bırakmış ol­sun. Görüyorum ki, bir gece yâhud iki gecedir Sana yaklaşmadı.” dedi.
Bunun üzerine Azız ve Celîl olan Allah "Ve'd-duhâ vel-leyli izâ secâ mâ veddeake Rabbuke ve mâ kala: Andolsun kuşluk vaktine. Sü­kûna vardığı dem geceye ki Rabbın seni terk etmedi, darılmadı da..." sûresini indirdi.[24]

2- Kur'ân, Arab Lisânı ve Kureyş Lehçesi ile Nazil Oldu


1- İmam Buhari dedi ki: “Kur'an Kureyş lisânı ile ve Arab lisanı ile nazil oldu. Bu, birçok âyetlerde "Kur'ânen Arabiyyen"[25], "Bilisânin Arabiyyin mübînin"[26] şeklinde sarîh olarak beyân edilmiştir [27].
2- Bize Ebu'l-Yemân tahdîs etti. Bize Şuayb, Zührî'den tahdîs etti. Bana Enes İbn Mâlik haber verip şöyle dedi: Osmân, Zeyd İbn Sabit, Saîd İbnu'1-Âs, Abdullah İbnu'z-Zubeyr ve Abdurrahman İbnu'l-Hâris İbn Hişâm'a sûreleri Müshaflar'a nakletmelerini emretti ve o istinsah hey'etindeki son üç kişiye hitaben:
“Sizler ve Zeyd İbn Sâbit, Kur'ân'ın arapça lügatlarından her hangi arapça bir lügatta ihtilâf ettiğiniz za­man o lügati, Kureyş lisânıyle yazınız. Çünkü Kur'ân Kureyş kabi­lesinin dili ile indirildi,” dedi: Onlar da böyle yaptılar.”[28].
3- Ebû Bekr İbn Ebî Dâvûd (316) şöyle dedi: Bize Abdullah İbn Muhammed İbn Hallâd tahdîs etti. Bize Yezîd İbn Şeybân İbn Abdilmelik İbn Umeyr tahdîs etti ki Câbir İbn Semure şöyle demiştir; Ben Ömer İbnu'l-Hattâb'dan işittim: “Bizim şu Mushaf'larımızda Kureyşli gençler yahut Sakîf’li gençlerden başkası imlâ ettirmesin”[29] diyordu. [30]
4- Ebû Davud'un oğlu Abdullah (316) dedi ki: Bize İsmâîl İbn Esed tahdîs etti. Bize Hûze tahdîs etti. Bize Avf, Abdullah İbn Fudâle'den tahdîs etti. O şöyle demiştir:
Ömer, İmâm olacak Mushaf'ın yazılmasını istediği zaman bu iş için, arkadaşlarından bir topluluk oturttu. Ve onlara şöyle dedi: Lugatta ih­tilâf ettiğiniz zaman onu Mudarr (Kabilesi) lügati ile yazınız. Çünkü Kur'ân, Mudarr'dan bir adamın (s.a.v) dili ile nazil oldu. Yüce Allah da şöyle buyurmuşdur:
“Tenakuz ve ihtilâftan âzâde, dosdoğru Arapça bir Kur'ân olarak, tâki sakınsınlar” [31]
“O muhakkak ve muhakkak âlemlerin Rabbin’den indirilmedir. Onu Rûhul-Emîn, inzâr edicilerden olasın diye senin kalbine ma'nâsı açık Arapça bir dil ile indirmiştir.” [32]
“... bu ise apaçık Arapça bir dildir” [33]
“Eğer biz onu yabancı (dilden) bir Kur'ân yapsaydık, muhakkak ki, âyetleri açıklanmalı değil miydi? Araba mensûb (bir muhataba), Arapça olmıyan (bir Kur'ân) mı? diyeceklerdi...” [34]; ve bu hususa delâlet etmekde bulunan diğer âyetler. [35]
5-...Atâ ibn Ebî Rebâh şöyle dedi: Bana Safvân ibn Ebî Ya'lâ ibn Umeyye şöyle haber verdi:
“Ya'lâ, keşki ben Rasûlullah'ı, üzerine vahy indirildiği sırada göreydim,” der dururdu.
Nihayet Peygamber (s.a.v.) Cı'râne'de bulunduğu zaman, üzerinde bir kumaş kendisini gölgelendirmiş ve yanında da sahâbîlerinden bir­takım insanlar bulunduğu sırada, güzel koku sürünmüş bir kimse ya­nına çıkageldi. Ve:
“Yâ Rasûlallah! Güzel koku süründükten sonra bir cübbe içinde umre için ihrama giren kimse hakkında ne dersiniz?” diye sordu.
Peygamber, bir müddet baktı. Akabinde kendisine vahy geldi. Bunun üzerine Ömer, Ya'lâ'ya "Gel" diye işaret etti. Ya'lâ geldi ve başını, Peygamber'i örtmekte olan örtünün içine soktu. Peygamber'i yüzü kızarmış, uyuyan kimsenin gidip gelen nefesi gibi horulduyor vaziyette gördü. Peygamber'in hâli bir müddet böyle devam etti. Sonra Peygamber'den bu hâl sıyrıldı. Bunun üzerine Peygamber:
"Biraz evvel umreden bana suâl soran kimse nerede?" diye sordu.
Hemen o suâli soran kimse arandı ve bulunup Peygamber'in ya­nına getirildi. Peygamber:
"Sendeki kokuya gelince, onu üç kerre yıka, üzerindeki cübbeye gelince, onu da çıkar, sonra haccında yapmakta olduğun fiilleri umrende de yap" buyurdu. [36]

3- Kur'ân'ın Kitap Halinde Toplanması [37]


1- Bize Mûsâ İbn İsmâîl tahdîs etti. Bize İbrâhîm İbn Sa'd tahdîs etti. Bize İbn Şihâb, Übeyd İbnu’s-Sabbâk'dan tah­dîs etti ki Zeyd ibn Sabit şöyle demiştir:
“Ebû Bekr Yemâme'de şehîd olanların ölümünü müteâkib haber yollayıp beni çağırdı. Yanın­da Ömer ibn Hattâb da bulunuyordu. Ebû Bekr bana şu sözleri söyledi: Ömer bana geldi ve:
“Yemâme gününün şiddetli harbinde Kur'ân hafızlarından bir­çoğu şehîd oldu. [38] Ben diğer harb sahalarında da harbin şiddetli olup Kur'ân hafızlarının şehîd edilmelerinden, bu sebeble de Kur'ân'dan büyükçe bir kısmın zayi' olup gitmesinden endîşe ediyorum. Binâe­naleyh ben senin, Kur'ân'ın kitâb hâlinde toplanmasını emretmeni düşünüyorum.” dedi. Ben Ömer'e:
“Rasûlullah'ın yapmadığı bir işi nasıl yaparsın?” dedim. Ömer:
“Vallahi bu hayırdır,” dedi, ve bana müracaatta devam etti. Nihayet Allah benim göğsümü bu işi için açtı ve ben de Ömer'in düşündüğü bu işte onun gibi düşündüm.
Zeyd dedi ki: Bu sözlerden sonra Ebû Bekr, bana hitaben şunla­rı söyledi:
“Sen genç ve akıllı bir erkeksin, biz seni hiçbir kusurla ittihâm etmiyoruz. Sen Rasûlullah için vahyi yazıyordun. Binâenaleyh sen Kur'ân'ı tetebbu' et ve onu bir araya topla!” Zeyd buna karşı:
“Vallahi eğer bana dağlardan bir dağın nakle­dilmesini teklîf etmiş olsalardı, o iş benim üzerime, bana emrettiği bu Kur'ân'ı toplama işinden daha ağır olmazdı.” dedi. Zeyd dedi ki: Ben:
“Sizler, Rasûlullah'ın yapmadığı bir işi nasıl yapıyorsunuz?” dedim. Ebû Bekr:
“Allah'a yemîn ederim ki, bu hayırlı bir iştir.” dedi. Ve Ebû Bekr bana müracaatta devam etti. Nihayet Allah, Ebû Bekr'le Ömer'in akıllarını yatırdığı ve göğüslerini ferahlandırdığı bu işe, benim de aklımı açtı ve gönlümü ferahlandırdı. Bunun üzerine ben de Kur'ân'ın ardına düşüp gereği gibi araştırdım ve onu yazılı bulunduğu hurma dallarından, ince taş levhalardan[39] ve hafızların ez­berlerinden topladım. Nihayet et-Tevbe Sûresi'nin sonunu Ebû Huzeyme el-Ensârî'nin yanında buldum. O âyeti ondan başka kimsenin yanında bulmadım. Bu âyet, "Le kad câekum rasûlun min enfusikum azîzun aleyhi mâ anittum.,." sözlerinden Berâe Sûresi'nin so­nuna kadar devam eden âyetti [40]. Neticede toplanan bu sahîfeler, tâ Allah kendisini vefat ettirinceye kadar Ebû Bekr'in yanında bulun­du. Sonra hayâtı müddetince Ömer'in yanında kaldı. Bundan sonra Ömer'in kızı Hafsa'nın yanında kaldı [41].
2- Ebû Bekr İbnu Ebî Dâvûd (316) da Kitâbu'l-Masâhıf adlı eserin­de şöyle demiştir: Bize Hârûn İbn İshâk tahdîs etti. Bize Abde, Hişâm'dan o da, babası Urve'den tahdîs etti. O: “Şüphesiz Ebû Bekr Peygam­berden sonra Kur'ân'ı (iki kapak arasında) toplamış olan kimsedir.” demişdir. [42]
3- Ebû Davud'un oğlu Abdullah şöyle der: “Ebû Bekr'in Kur'ân'ı toplama işini tamamlayıp sona erdirmesi sahîhdir. Bununla beraber Ömer İbn Hattâb da, Yemâme gününde harb şiddetli olup Kur'ân okuyucuları arasında şehîdler çok olunca Kur'ân'ı toplama işinin ehemmiyetini süratle anlayıp idrak eden kimse olmuştur. Yemâme gününden maksad, yalancı peygamber Museylime ve onun ashabı Benû Hanîfe kabilesi ile Yemâme arazisinde ölüm sahrasında yapılan harbdir.
Bu harb şöyledir:  Museylime, kendi etrafına mürtedlerden yüz bine yakın insan topladı. Ebû Bekr de onunla harb etmek için Hâlid ibn Velîd'in kumandasında on üç bine yakın asker techîz etti. İslâm askerleri, Museylime askerleriyle çatıştılar. İslâm ordusu, içlerinde be­deviler çok bulunduğu için bozulup açılma manzarası gösterdi. Bunun üzerine büyük sahâbîlerden olan Kur'ân okuyucuları: “Yâ Hâlid, bizle­ri kurtar, bizleri bu bedevilerden ayır,” diyerek nida ettiler. Akabinde derhal bedevilerden ayrıldılar, ve yalnız başlarına kaldılar. Bu sahâbîler üç bine yakın sayıda bulunuyorlardı. Sonra gerçek bir hamle yap­tılar da çok şiddetli bir harbe giriştiler. Onlar kendi aralarında: “Ey Ba­kara sûresi sahipleri!” diye çağırışp toplanmağa başladılar. Bir müd­det onların hâli böyle olmakta devam etti. Nihayet Allah onlara fethi müyesser kıldı ve küfür ordusu kaçarak yüz geri oldu. Müslüman kılıç­lar onları enselerinde ta'kîb etti. Kimi öldürüldü, kimi esir edildi. Al­lah Museylime'yi de öldürdü ve Museylime askerlerinin topluluğu da­ğıldı, sonra onların hepsi tekrar İslâma döndüler.
Lâkin o harb günlerinde Kur'ân okuyucu (hafız) lardan beşyüze yakın insan şehîd oldu. İşte bunun içindir ki Ömer, bundan sonra vâ­ki olacak diğer harb yerlerinde sahâbîlerden Kur'ân'ı ezbere bilmekte olan hafızların ölmesi sebebiyle Kur'ân'dan bir kısmının gitmemesi için Ebû Bekr'e Kur'ân'ı toplamasını işaret ve tavsiye etmişti. Zira Kur'ân hem yazıldığı hem de ezberlendiği takdirde artık tamâmiyle korunup muhafaza edilmiş olacak ve artık onu tebliğ edenin hayatta olması yahut ölmesi arasında bir fark olmıyacaktı. Ebû Bekr işi aceleye getirmemek ve teenni eylemek için başlangıçta Ömer'in teklifin­den biraz çekingenlik yaptı, sonra Ömer'e muvafakat eyledi. Ve böy­lece ikisi beraber Kur'ân'ı toplama hususunda Zeyd İbn Sâbit'e müra­caat ettiler. Sonra bu mühim iş her ikisinin düşündüğü başarılı netice­ye ulaştı. Allah onların hepsinden râzî olsun. İşte bu makam Zeyd İbn Sabit el-Ensârî'nin faziletlerinin en büyüğü, en azametlisidir. [43]
4- Ebû Davud'un oğlu Abdullah (316) şöyle dedi: Bize Ab­dullah İbn Muhammed İbn Hallâd tahdîs etti. Bize Yezîd İbn Mubârek, Fudâle'den o da, el-Hasen'den tahdîs etti. O şöyle demiştir:
“Ömer İbn Hattâb, Allah'ın kitabından bir âyeti sordu. Kendisine:
“O âyet Fulân kimsenin beraberinde idi, o da Yemâme gününde şehîd edildi” de­nildi. Bunun üzerine Ömer:
İnnâ Lillâhi Ve İnnâ İleyhi Râcîûn” [44] diye istirca etti. Bundan sonra Kur'ân'ın toplanma­sını emretti ve Kur'ân toplandı. Böylece Ömer, Kur'ân'ı Mushaf içinde toplayan ilk kimse oldu.” [45]
5- Ebû Dâvûd'un oğlu şöyle dedi: Bize Ebu't-Tâhir tahdîs etti. Bize İbnu Vehb tahdîs etti. Bize Amr İbn Talha el-Leysî, Muhammed İbn Amr'dan o da, Alkame'den, o da Yahya İbn Abdirrahman İbn Hâtıb'dan tahdîs etti. O şöyle demiştir:
“Ömer, Kur'ân'i cem' işiyle meşgul olduğu zaman, iki şâhid (peygamber huzurunda ya­zıldığına) şahadet etmedikçe hiç kimseden bir metin kabul etmiyordu. Böyle yapması da, Ebû Bekr'in ona bu husûsta öyle yapmasını em­retmiş olduğundandır.” [46]
6- Ebû Davud'un oğlu şöyle demiş­tir: Bize Ebu't-Tâhir tahdîs etti. Bize İbnu Vehb haber verdi. Bana İbnu Ebî Zinâd, Hişâm İbn Urve'den haber verdi. Babası Hişâm şöyle de­miştir:
“Yemâme gününde harb şiddetli olup Kur'ân okuyucu kâriler çok sayıda şehîd olunca Ebû Bekr Kur'ân’dan bir kısmın zâyi' olma­sından korktu da [47] Ömer İbn Hattâb'a ve Zeyd İbn Sâbit'e hitaben “Kim size Allah'ın kitabından bir metin üzerine iki şâhid getirirse, siz ikiniz o getirilen metni Mushafa yazınız” dîye emretti.[48]
7- Zeyd İbn Sabit şöyle dedi: “Ben et-Tevbe sû­resinin sonunu - yani Yüce Allah'ın, iki âyetin sonuna kadar olan "Le kad câekum Rasûlun mîn enfusikum..." kavlini- Ebû Huzeyme el-Ensâri'nin beraberinde buldum.” Bir rivayette de: “Rasûlullah'ın, şâhidliğini iki kişinin şâhidliği yerine saydığı Huzeyme İbn Sâbit'in berabe­rinde buldum, ondan başkasının yanında bulmadım” demiştir.[49]
İşte ondan dolayı bu âyeti Huzeyme'den kabul edip Mushafa yazdılar. Çünkü bu Huzeyme, bir beygir satın alma vak'asındaki şahadetini, Rasûlullah'ın iki kişinin şahadeti yerinde tutmuş olduğu zâttır. Şöyleki: Rasûlullah bir bedeviden bir binek beygiri satın almıştı. Der­ken bedevi bu alış veriş akdini inkâr etti. Huzeyme de bu satış akdinin yapıldığına Rasûlullah'ı tasdik suretinde şahidlik yaptı. Rasûlullah da onun bu şâhidliğini geçerli kıldı ve bedeviden beygiri teslim aldı.[50]
8- Ebû Ca'fer er-Râzıy de, er-Rabî'den ve o da, Ebu'l-Aliye'den rivâyet etti:
“Bu âyeti, Huzeyme İbn Sâbit'in yanında onlara Ubeyy İbn Ka'b imlâ etmiştir.” [51]
9- İbn Vehb, Amr İbn Talha el-Leysîyy'den o da, Muhammed İbn Amr Alkame'den o da, Yahya İbn Abdirrahman İbn Hâtıb'dan rivayet etti ki, Osmân da bu yazmaya şahidlik etmiştir. Am­ma Zeyd İbn Sâbit'in: “Ben Kur'ân'ı hurma dallarından, ince taş lev­halardan, insanların göğüslerinden,” bir rivâyette: “Hurma dallarından, deri parçalarından, kaburga kemiklerinden;” bir rivayette: “Kürek ke­miklerinden, deve semerlerinden ve insanların göğüslerinden topla­yarak gereği gibi iyice araştırdım” sözüne gelince, bunların manâları şöyledir:
El-Usub: Asîb'in cemidir. Ebû Nasr İsmâîl İbn Hammâd el-Cevherî: “O salkımların üst tarafındaki hurma dalı veya yaprağındandır, üze­rinde henüz hurma yaprakları bitmemiştir, üzerinde hurma yaprakları biten ise “es-saaf” dır” dedi.
El-Lihâf: Lahfe'nin cem'idir. Lahfe ise incelebilen yumuşak taş parçasıdır. İşte onlar bunlar üzerine ve hurma dalları üzerlerine ve kendileri üzerlerine yazı yazmak mümkin olan diğer şeyler üzerine yazı yazarlardı. Onlar Rasûlullah'dan Kur'ân'dan olmak üzere işittik­lerini münâsib buldukları bu gibi şeyler üzerine yazıyorlardı.[52]
Sahâbîlerden bazısı yazıyı güzel yazamıyor yahud ezberlemesine güveniyordu da Kur'ân metinlerini sadece ezber ediyordu. Zeyd de o kimseyle buluşuyordu da artık şu metni onun hurma dallarından, şunu ince beyaz taş parçalarından şunu da hafızasından alıyordu. Sahabîler emânetleri yerliyerine edâ edip ödemeye pek hırslı kimselerdi. Kur'ân metni ise en büyük emânettir. Çünkü Rasûlullah (s.a.v) Kur'ân'ı onlara, kendilerinden sonra gelecek nesillere tebliğ etmeleri için emânet olarak bırakmıştır. Nitekim Yüce Allah: "Ey peygamber, Rabb’ından sana indirileni tebliğ et. Eğer yapmazsan Allah'ın elçiliğini teb­liğ ve îfâ etmiş olmazsın. Allah seni insanlardan koruyacakdır. Şübhesiz ki Allah kâfirler gurubunu muvaffak etmez" [53] buyurdu da -Allah'ın salâvâtı ve selâmı üzerine olsun Peygamber de bu tebliğ vazifesini hakkıyle yerine getirdi.
İşte bunun içindir ki Peygamber Veda haccında Arefe günü sahâbîler en büyük bir toplantı hâlinde bulunurlarken bütün bu şâhidler topluluğu huzurunda bu tebliğ işini sahâbîlere sorub: "Ben size öyle bir şey bıraktım ki ona sarıldığınız takdirde asla sapıtmazsınız. O Allah'ın kitabıdır. Şübhesiz sizler benim işimden sorulacaksınız, o zaman sizler ne diyeceksiniz?" dedi. Sahâbîler topluca: “Bizler senin tebliğ ettiğine, emâneti yerine ulaştırdığına ve temiz niyyetle öğütler verdiğine şâhidlik ederiz,” dediler. Bu sözleri işidirken Rasûlullah par­mağıyla gök yüzüne ve sahâbîler üzerine işaret etmeğe ve “Yâ Allah, şâhid ol, yâ Allah şâhid ol, yâ Allah şâhid ol” demeğe başlamıştır.[54]
Rasûlullah, ümmetine, kendi tebliğine şâhid olanların gâib olan­lara (yani müteselsilen müstakbel nesillere) tebliğ edip iletmelerini kat'î olarak emretmiştir. Ve “benden velevki bir âyet olsun tebliğ ediniz” buyurmuştur. Yani sizin her hangi birinizin yanında bir tek âyet­ten başka bir Kur'ân metni bulunmamış olsa bile işte o bir tek âyeti de kendisinden sonraki nesle ulaştırsın.
İşte sahâbîler de Peygamberin kendilerine emrettiği şeyi ondan tebliğ ettiler. Onlar Kur'ân'ı Kur'ân olarak, sünneti de sünnet olarak yani Kur'ân'ı sünnete karıştırmaksızın bu her iki emâneti de yerli yerine ulaştırmışlardır.
Rasûlullah böyle bir karıştırmayı önlemek için: “Her kim benden Kur'ân'dan başka bir şey yazdıysa onu mahvetsin” buyurmuştur.[55] Yani Peygamber sünnetin Kur'ân'la karışmaması için bu emri vermiştir. Bu emrin ma'nâsı; sünneti ezber etmeyin ve onu riva­yet etmeyin demek değildir. Allah en iyi bilendir. İşte bundan dola­yı biz zarurî olarak biliyoruz ki Rasûlullah'ın, sahâbîlere ilettiği Kur'ân'dan dışarıda hiç bir metin kalmamıştır. Onlar Kur'ân'ı tam olarak bize tebliğ edip ulaştırmışlardır. Hamd ve minnet yalnız Allah'adır.
Rasûlullah'dan almış olan kimselerin ölümleri sebebiyle Kur'ân'­dan hiç bir metnin ziyâa gitmemesi için, bu iki büyük zâtın, Ebû Bekr ile Ömer'in yaptıkları bu iş yani Allah'ın Kitabını sahîfeler içinde mu­hafaza etmeleri işi dînî maslahatların en büyüğü ve en azametlisi ol­muştur. Sonra bu pâk sahîfeler mecmuası hayatı müddetince Ebû Bekr'in yanında bulundu. Sonra onun ölümünün ardından o sahîfeler topluluğunu Ömer teslim aldı. Ve Ömer'in yanında muhafaza edilmiş, ta'zîm edilmiş ve ikram edilmiş olarak kalmakta devam etti. Ömer ölünce Mü'minlerin annesi Hafsa'nın yanında (onun muhafazasında) oldu. Çünkü Hafsa, Ömer'in çocukları içinden onun vakıfları ve terikesi üzerine vasıyyesi idi. Kur'ân metninin yazıldığı bu sahîfeler top­luluğu (inşallah yakında zikredeceğimiz gibi) tâ Osmân İbn Affân'ın onları Hafsa'dan emaneten aldığı vakte kadar Hafsa'nın yanında kaldı.[56]

4- Hz. Osmân'ın, Mushaflar Yazdırıp İstinsah Ettirmesi


1- Bize Mûsâ İbn İsmail tahdîs etti. Bize İbrâhîm tahdîs etti. Bize İbn Şihâb şöyle tahdîs etti: Ona da Enes ibn Mâlik şöy­le tahdîs etmiştir:
“Ermenistan fethinde Suriyeliler'le, Azrebeycân fet­hinde de Iraklılar'la birlikte harb eden Huzeyfetu'bnu'l-Yemân, bunların Kur'ân'ı çeşitli şekillerde okumalarının kendisine verdiği en­dîşe üzerine Osmân'ın yanına geldi ve ona:
“Ey Mü'minlerin Emîri, sen, Kur'ân'ı okumakta Yahûdîler'le Hnstiyanlar'ın kendi kitâplarını okumakta uğradıkları ayrılığa ben­zer bir ihtilâfa düşmeden evvel bu ümmete yetiş, bu işin icâbına bak,” dedi. Bunun üzerine Osmân, Hafsa'ya haber gönderip:
“Bize Kur'ân'ın yazılı olduğu sahîfeleri gönder de, biz sûreleri Mushaflara nakledelim, sonra da o sahîfeleri tekrar sana iade ede­lim,” dedi.
Bunun üzerine Hafsa muhafaza ettiği Kur'ân'ı Osmân'a gönder­di. Osmân da Zeyd ibn Sabit, Abdullah ibnu'z-Zubeyr, Saîd ibnu'l-Âs ve Abdurrahmân ibnu'l-Hâris ibn Hişâm'dan kurulu istinsah hey'etine emir verdi. Onlar da bu asıl nüshadaki sûreleri Mushaflara is­tinsah edip naklettiler. Osmân bu istinsah işinin başında, Zeyd'in Medîneli olması yüzünden Kureyşli olan üç kişiye hitaben:
“Sizler Zeyd ibn Sabit ile Kur'ân'dan herhangi birşeyde ihtilâf ettiğiniz zaman, Kur'ân'ı Kureyş lisânı ile yazınız. Çünkü Kur'ân, Kureyş lisânı ile nazil olmuştur,” dedi [57].
Onlar da işte böyle yaptılar, nihayet sahîfeleri Mushaflara istinsah edip naklettikleri zaman, Osmân asıl sahîfeleri tekrar Hafsa'ya iade etti.
Hey'et ferdlerinin istinsah ettikleri Mushaflar'dan birer Mushaf'ı da her tarafa gönderdi. Bu gönderdiği (resmî) Mushaflar'ın dışında kalan ve içinde Kur'ân yazılı bulunan her sahîfenin yâhud mushafın da yakılmasını emretti[58].
İbn Şihâb şöyle dedi: Bana Zeyd ibn Sâbit'in oğlu Harîce haber verdi: O, babası Zeyd ibn Sâbit'ten şöyle dediğini işitmiştir: “Mushaf'ı istinsah ettiğimiz sırada ben el-Ahzâb Sûresi'nden bir âyeti kaybettim. Hâlbuki ben Rasûlullah'ın o âyeti okumakta olduğunu işitir durur­dum. (Böyle iken ben o âyeti yazılı olarak bulamamıştım.) O âyeti şiddetle araştırdık. Nihayet onu Huzeymetu'bnu Sabit el-Ensârî’nin yanında (yazılı) bulduk. En sonu onu da (hey'etin kararıyle) Mus­haf'taki kendi sûresine kattık. O âyet şudur:
"Mü 'minlerin içinde Allah'a verdikleri sözde sadâkat gösteren nice erler var. İşte onlardan kimi adadığını ödedi, kimi de (bunu) bek­liyor. Onlar hiçbir suretle (ahidlerini) değiştirmediler" [59].
İşte "Mushaflar istinsah ettirip resmîleştirerek Kur'ân'ın en mükemmel şekilde muhafazasına ve nesilden nesile tam ve ihtilafsız olarak intikaalini temînât altı­na almaktan ibaret olan" bu muazzam iş, Mü'minlerin Emîri Osmân ibn Affân(r.a.)'ın en büyük menkıbelerindendir.[60]
Hiç şübhesiz ki, Kur'ân'dan herhangi birşeyin zayi' olup gitmemesi için Kur'ân'ın muhafazasına, ilk iki büyük zât Ebû Bekr ile Ömer, Osmân'a sebkat et­mişler, bu işi ondan önce te'mînât altına almışlardır. Osmân ise insanları, Kur'ân hususunda ihtilâf etmemeleri için bir okuyuş üzerinde toplamıştır. Bu iş üzerin­de sahâbîlerin hepsi Osmân'a muvafakat etmişlerdir. Ancak Abdullah ibn Mes'ûd'dan, onun resmî mushaflar yazan kimselerden olmaması sebebiyle bir öfkesi rivayet edilmiştir. Bu öfkeyle, Osmân'ın "İmâm Mushaf'tan başkalarının yakılmalarını" emrettiği zaman kendi adamlarına ellerinde bulunan mushafları saklamalarını emretmişti. Bundan sonra İbn Mes'ûd da muvâfakata dönmüş­tür. Hattâ Alî ibn Ebî Tâlib: "Eğer Osmân bu işi yapmamış olsaydı, onu mu­hakkak bizzat ben yapardım" demiştir. Binâenaleyh Dört îmâm, yânî Ebû Bekr, Ömer, Osmân ve Alî bu işin dînî maslahatlardan olduğu üzerinde ittifak etmiş­lerdir. Bu dört zât ise öyle halîfelerdir ki, Rasûlullah (s.a.v.) onlar hakkında "Be­nim sünnetime iyi yapışın, benden sonra da Râşid Haiîfeler'in sünnetine" buyurmuştur.[61]
Bu İşte sebeb Huzeyfetu'bnu'l-Yemân olmuştu. Çünkü O Ermeniyye ve Azrabeycân fetihlerinde bir gâzî olarak bulunduğu zaman oralar­da Şam ahâlîsi ile Irak ahâlîsi bir yere gelmişler, Huzeyfe de onlar­dan çeşitli harfler (lehçeler) üzerine türlü okuyuşlar işitmeye başla­mış ve onlarda bir ihtilâf ve ayrılma görmüştü. Medine'ye döndüğü za­man bu müşahedelerini halîfe Usmân'a bildirmiş ve ona hitaben: “Bu ümmet ferdlerinin kitâb hakkında, Yahudiler ve Nasrânîlerin ihtilâf­ları nevinden, bir ihtilâfa düşmelerinden önce sen bu ümmetin imdadı­na yetiş” demişdir.
Yahûdî ve Nasrânîlerin ihtilâfı ise şöyledir: Yahudiler ve Nasrânîler kendi ellerinde bulunan kitâblarda ihtilâf etmektedirler. Yahu­dilerin ellerinde Tevrât'dan bir nüsha vardır, Sâmirîler [62], bir çok lâfızlarda ve ma'nâlarda onlara muhalefet etmektedirler. Sâmirîlerin Tevrat'ında hemzeli harfler, ha ve yâ harfleri yokdur. Hristiyanlara ge­lince onların ellerinde de el-Atîka ismini vermekte bulundukları bir Tevrat vardır. Bu da hem Yahudilerin nüshasına hem de Sâmirîlerin nüshasına muhalefet etmektedir.
Hıristiyanların ellerinde bulunan İncillere gelince onlar dört tane­dir: Markos İncili, Luka İncili, Mattâ İncili, Yuhannâ İncili. İşte bunlar ma'lum olan dört İncil’dir. Bunlardan her birisi ince ince hacimlidir. Ba­zısı orta büyüklükteki bir yazı ile ondört yaprağa yakın, kimisi yarı yarı­ya yahut katlanma suretiyle bundan daha çok sahîfelidir. Bu incillerin muhtevaları, İysâ aleyhisselâm’ın sîreti, günleri, hükümleri, sözleri ve bunların yanında biraz da Allah Kelâmı olduğunu iddia etmekte bulun­dukları şeylerden ibarettir. Bununla beraber bu İnciller de söylediği­miz gibi birbiriyle ihtilaflıdır. Tevrat dahî içindeki tahrif ve tebdîllerle beraber böyledir. Sonra bu iki kitâb, bu duruma düşmelerinin ardın­dan, tertemiz olan şu Muhammedi Şerîatle neshedilmişlerdir.
Huzeyfe bunu Osman'a söyleyince, bu sözler Osmân'ı korkuttu. Osmân hemen Mü'minlerin anası Hafsa'ya haberci gönderip, yanında muhafaza etmekte olduğu, Ebû Bekr ile Ömer'in topladıkları sahîfeleri kendine göndermesini, çünkü o sahîfeleri bir Mushaf içinde yaz­dıracağını, bu tek Mushaf'ı her tarafa gönderip onu geçerli kılaca­ğını, insanları bunu okumak ve bundan gayrisini terk üzerinde topla­yacağını bildirdi. Hafsa istenen işi yaptı, sahîfeler mecmuasını Osmân'a teslim etti. Osmân da şu dört zâta gereken emirini verdi. Bu zâtlar şunlardır:
1- Rasûlullah için vahyi yazanların biri olan Zeyd İbn Sabit el-Ensârî,
2- Sahâbîlerin fakîhlerinden ve ilim, amel, asalet ve fadılca necîblerinden biri olan Abdullah İbnu'z-Zubeyr  İbni'l-Avvâm  el-Kuraşî el-Esedî,
3- Kerîm, cevâd, medh edilmiş ve insanlar içinde lehçe bakı­mından Rasûlullah’a en çok benziyen Saîd İbnu'1-Âs İbn Umeyye el-Ku­raşî el-Emevî,
4- Abdurrahman İbnu'l-Hâris İbn Hişâm İbni'l-Mugîre İbn Abdillah İbn Ömer İbn Mahzûm el-Kuraşî el-Mahzûmî.
İşte bu dört kişilik ilim hey'eti oturup, Kur'ân'ı birçok nüshalar hâlinde yazmaya koyuldular. Yazılacak her hangi bir lügat üzerinde ihtilâf ettikleri zaman, Osmân'a dönüp müracaat ederlerdi. Nitekim “et-tâbut” kelimesinde, onu açık te ile mi yahud kapalı te ile mi yazacakları  hususunda  ihtilâf  etmişlerdi. Zeyd İbn Sabit, bu lâfız: et-Tâbûh’dur dedi. Kureyşli olan diğer üçü de: Bu lafız et-Tâbût’dur dediler. Bunun üzerine Osmân'a müracaat ettiler. Osmân: “Siz o lâfzı Kureyş lügati ile yazınız. Çünkü Kur'ân on­ların lügati ile indi” dedi. Ve -Allah en iyi bilendir.- Osmân (r.a.) Mushaf içinde sûrelerin tertibini de yapmışa benzer, es-Seb'u't-Tıvâl (yedi uzun sûre) öne alınmış, el-Miûn (yüze yakın âyetli sûreler) onlardan son­raya konulmuştur.[63]
2- Avf el-A'râbî'den o da, Yezîd el-Fârisî'den o da, İbn Abbâs'dan, o şöyle demiştir:
“Ben Osmân İbn Affân'a:
“el-Mesânî gru­bundan olduğu halde el-Enfâl sûresine, el-Miûn gurubundan olduğu halde Berâe sûresine yaptığınız işe sizi ne sevk etti? Siz bu iki sûre arasını yaklaştırdınız, fakat aralarına “Bismillahi’r-Ramani’r-Rahim” satırını yazmadınız. Ve bu iki sûreyi es Seb'u't Tıvâl gurubu içine koydunuz, si­zi böyle yapmaya sevk eden nedir?” diye sordum. Osmân bana şöyle de­di:
“Rasûlullah (s.a.v) öyle zaman gelirdi ki kendisine müteaddid sûreler nazil olmakda bulunurdu. Kendisine bir şey nazil olunca kâtiblik ya­pan kimselerden bazısını çağırır ve onlara: “İşte şu âyetleri içinde şu ve şu zikredilmekte olan sûrenin içindeki yerine koyunuz” buyururdu. El-Enfâl Medine'de ilk nazil olanlardandı. Berâe ise Kur'ân'ın son na­zil olan sûrelerinden idi. Onun kıssası bunun kıssasına dememekte­dir. Ben onun bundan olduğunu zannettim. Bu sırada Rasûlullah kabzolundu ve o sûrenin bu sûreden bulunduğu hususu bize açıkça mey­dana çıkmadı. İşte bundan dolayı bu iki sûre arasını yaklaştırdım ve aralarına “Bismillahi’r-Ramani’r-Rahim” satırını yazmadım. Ve onu da en uzun yedi sûreler olan es-Seb'ut-Tuvel içine koydum.”[64]
Bu hadîsden, sûreler içinde âyetlerin sıralanması Peygamberden alınmış tevkifi bir iş olduğu, sûrelerin sıralanması ise Mü'minlerin Emîri Osmân tarafından olduğu anlaşılır.[65] İşte bundan dolayı hiç bir kimseye Kur'ân'ı, âyetlerinin tertîblenmiş bulunduğu tertîbden başka türlü okuması caiz olmaz.
Eğer bu tertibi tersine çevirip değiştirirse çok büyük bir hatâ işlemiş olur. Sûrelerin tertibine gelince Osman’ın tertibine uymak mustehaptır. Evlâ olan Kur'ân okuduğu za­man biri biri ardınca okumasıdır. Nitekim Peygamber (s.a.v), Cumua na­mazında, el-Cumua ve el-Munâfıkûn'u, bazan da Sebbih ve Hel Etâke Hadîsu'l-Ğâşiye sûrelerini biri biri ardınca okumuştur. Oku­yucu iki sûre arasını ayırırsa bu da caiz olur. Nitekim Rasûlullah'ın bay­ram namazında Kâf ve İkterabeti's-Sâat sûrelerini okuduğu sahîhdir. Bunu Müslim, Ebû Vâkıd'dan rivayet etti.[66] Sahîhaynda da Ebû Hureyre’den, Rasûlullah'ın Cumua günü sabah namazında Elîf Lâm Mîm es-Secde ve Hel Etâ Ale'l-İnsâni... sûrelerini okur olduğu rivayet edilmiştir. Bazı sûreleri diğer bazı sûrelerden önce okur­sa bu da caizdir. Huzeyfe, Rasûlullah'ın el-Bakara sûresini sonra en-Nisâ sûresini sonra da Âli İmrân sûresini okuduğunu rivayet etmiş­tir. Bu hadîsi Müslim tahrîc etti.[67] Ömer de sabah namazında en-Nahl sûresini sonra Yûsuf sûresini okumuştur.
İstinsah hey'eti mushafları yazıp istinsah ettikdten sonra Osmân Ebû Bekr ve Ömer'in toplattıkları ilk nushayı Hafsa'ya tekrar geri ver­di. Bu nüsha Hafsa'nın yanında kalmakta devam etti. Nihayet Mervan İbn el-Hakem Hafsa'ya haberci gönderip ondan bu nüshayı istedi. Fa­kat Hafsa ölünceye kadar bu nüshayı ona vermedi. Hafsa'nın ölümün­den sonra Mervan o nüshayı Hafsa'nın erkek kardeşi Abdullah İbn Ömer'den aldı da, içinde, Osmân'ın her tarafa yolladığı İmâm Mushaflara muhalefet edecek her hangi bir şey bulunmasın diye o nüs­hayı yaktı.[68] Osmân İmâm olmak üzere bir Mushaf Mekke'ye, bir Mushaf Basra'ya bir diğer Mushaf Kûfe'ye, bir diğer Mushaf Şam'a, bir Mushaf Yemen'e, bir Mushaf Bahreyn'e yollamış, Medine ahâlîsi yanında da bir Mushaf bırakmıştır.[69]
3- El-Kurtubî de: Osmân'ın etrafa dört Mushaf -halbuki bu sayı garîbdir- gönderdiği ve çeşitli diyarlardaki insanların, okuyuşlarının bir biriyle ihtilâf etmemesi için, gönderilen mus­haflardan mâadasının yakılmasını emrettiği haberini sahîhdir dedi. Osmân'ın asrında bulunan sahâbîler topluluğu bu iş üzerinde Osmân'a muvafakat etmişler ve onlardan herhangi biri Osmân'a itiraz etmemiştir. Sadece Osmân'ın bu işini ona karşı birikip toplanan ve onu öldüren -Al­lah onları kahretsin- şu malûm küçük topluluk nahoş görmüştür. Bu da âlimlerin reddettikleri, hiç aslı olmıyan şeyler cümlesindendir. Amma sahâbîlerden ve onların bu feyizli asrında yetişen tabiîlerden meydana gelen muslümanlar sâdâtının hepsi, bu işte Osmân’a muvafakat etmiş­lerdir.[70]
4- Ebû Dâvûd et-Tayâlîsî, İbnu Mehdî ve Gunder, Şu'be'den o da, Alkame İbn Mersed'den o da, bir adamdan o da, Suveyd İbn Gafele'den olmak üzere şöyle dediler:
“Ali, Osmân diğer Mushafları yaktırdığı za­man: Eğer bu yakma işini o yapmasaydı muhakkak ben yapardım demiştir.” [71]
5- Ebû Bekr İbnu Ebî Dâvûd şöyle dedi: Bize Ahmed İbn Sinan tahdîs etti. Bize Abdurrahman tahdîs etti. Bize Şu'be, Ebû İshak'dan tahdîs etti. Sa'd İbn Ebî Vakkâs'ın oğlu Mus'ab:
“Ben, Osmân'ın mushaf­ları yaktırdığı zamandaki insanların çoklarına eriştim, bu iş onların hepsinin hoşlarına gitmiştir -yahud da- onlardan hiç kimse bu işi red ve inkâr etmedi” demiştir. [72]
6- Ebû Davud'un oğlu şöyle dedi: Bize İshâk İbnu's-Savvâf tahdîs etti. Bize Yahya İbn Kesîr tahdîs etti. Bize Sabit İbn Umâre el-Hanefî tahdîs edib şöyle de­di: Ben Guneym İbn Kays el-Mâzinî'den işittim, şöyle dedi:
“Ben Kur'ân'ı topu topu iki harf üzere okudum, Allah'a yemîn ediyorum ki Osmân'ın Mushafı yazmamış olması beni asla sevindirmezdi. (Yani bu hiç de iyi bir şey olmazdı). Çünkü her musliman için çocuk doğmuştur. Her gün civanmerd delikanlı meydana geldikçe meydana gelib yetişen her gence babası için olanın benzeri (yani vahyedildiği gibi yazdırıl­mış olan ebedî bir mushaf hâzır) olup durmuştur.” Râvî dedi ki: “Biz el-Mâzinî'ye:
“Yâ Ebâ'l-Anber! Niçin?” diye sorduk. O:
“Eğer Osmân Mus­hafı yazmamış olaydı insanlar muhakkak şiir okumaya başlarlardı” dedi. [73]
7- Bize Ya'kûb İbn Sinan tahdîs etti. Bize Muhammed İbn Abdillah tahdîs etti. Bana İmrân İbn Hudeyr, Ebû Miclez'den tahdîs etti. O: “Şayet Osmân Kur'ân'ı yazmış olmayaydı muhakkak insanları şiir okuyorlar bulurdum” demişdir. [74]
8- Bize Ahmed İbn Sinan tahdîs edip şöyle dedi; Ben İbn Mehdî'den işittim. O: Osmân İbn Affân'ın iki has­leti vardır ki, Ebû Bekr ile Ömer'de bu iki haslet yoktur: Biri tâ maz­lum olarak öldürülünceye kadar nefsini hapsetmesi, diğeri de insan­ları Mushaf üzerine toplamasıdır,” diyordu. [75]
9- İsrail, Ebû İshâk'dan şöyle demiştir: Humeyr İbn Mâlik şöyle dedi: Osmân diğer mushafların ya­kılmasını emrettiği zaman, bu emr Abdullah İbn Mes'ûd'a kötü geldi de kendi talebelerine:
“Sizden her kim bir mushaf saklamaya gücü ye­terse saklasın, şu muhakkak ki kim bir şey çalıp saklarsa kıyamet günü o çalıp sakladığı şeyle gelir” dedi. Sonra da Abdullah: “Allah'a yemîn ede­rim ki Zeyd henüz çocuk iken ben bizzat Rasûlullah'ın ağzından yet­miş sûre almışımdır. Şimdi ben Rasûlullah'ın ağzından aldığım şeyle­ri terk eder miyim?” dedi. [76]
10- Ebû Bekr İbnu Ebî Dâvûd şöyle dedi: Bize Muhammed İbn Abdillah İbn Muhammed İbni'n-Nadr tahdîs etti. Bize İbn Şihâb, el-A'meş'den o da, Ebû Vâil'den tahdîs etti. O şöyle demiştir: İbn Mes'ûd bize minber üzerinde bir hutbe iyrâd etti de şunları söyledi:
“Kim bir şey saklarsa, kıyamet günü sakladığı şeyle gelir, sizler mushaflarınızı sak­layın. Siz nasıl bana Zeyd İbn Sâbit'in kıraati üzere okumaklığımı emr edersiniz. Ben Kur'ân’ı bizzat Rasûlullah'ın ağzından yetmişden fazla sûre alıp okumuşumdur.[77] Halbuki o zaman Zeyd İbn Sabit, alnın­da iki saç perçemi olduğu halde çocukların maiyyetinde yani onlarla beraber gelirdi. Allah'a yeminle söylüyorum, Kur'ân'dan bir şey inme­di ki ben onun hangi şey hakkında indiğini bilmekte olmıyayım. Al­lah'ın Kitabını benden daha iyi bilen kimse yoktur. Halbuki ben sizin en hayırlınız değilim. Eğer develerin ulaştırabileceği bir mekânda Allah'ın Kitabını benden daha iyi bilen bir kimse olduğunu bileydim mu­hakkak ona giderdim.” Ebû Vâil şöyle dedi:
“İbn Mes'ûd minberden inince halkın içinde oturdum, onun dediklerini inkâr eden kimse yoktu.”[78]
Bu haberin aslı Buhârî ile Müslim'in el-Câmiu's-Sahîhlerinde tahrîc edilmiştir. Buhârî ile Müslim'deki rivâyetde İbn Mes'ûd'un: “Yemîn ediyorum ki Muhammed'in sahâbîleri benim, Allah'ın Kitabını en iyi bilenlerinden olduğumu muhakkak bilmişlerdir.” sözü de vardır.[79]
Ebû Vâil, “Onun dediklerini inkâr eder kimse yoktu” sözüyle, İbn Mes'ûd'un fazlından, hafızlığından ve ilminden hiç birini redd ve in­kâr eden olmadı demek istemiştir. Allah en iyi bilendir. İbn Mes'ûd'­un Mushafları saklayıp gizlemekle emretmesine gelince, onun bu tututumunu bir çok kimse ona karşı redd ve inkâr etmiştir. [80]
11- el-A'meş, İb­rahim'den söyledi, o da Alkame'den. O şöyle demiştir:
“Ben Şam'a gel­dim de Ebu’d-derdâ ile tutuştum. Ebu’d-derdâ: “Biz Abdullah İbn Mes'ûd’u korkak bir kimse sayar dururduk. Onun hâli nedir ki Emirlerle ni­za ve kavga etmektedir?” dedi. [81]
12- Ebû Davud'un oğlu Abdullah, Kitâbu'l-Masâhif'deki “Abdullah İbn Mes'ûd'un bundan sonra Osmân'ın Mushafları toplamasına râzıy olması bâbı”nda şöyle dedi: Bize Abdullah İbn Saîd, ile Muhammed İbn Osmân el-Iclî şöyle dediler: Bize Ebû Usâme tahdîs etti. Bana Zuheyr tahdîs etti. Bana el-Velid İbn Kays, Osman İbn Hassan el-Amin'den oda, Fulfule el-Cu'fî'den tahdîs etti: O: Mushaflar hususunda Abdul­lah İbn Mes'ûd'dan yardım isteyen kimseler içinde ben de feryadla yar­dım istedim. Abdullah'ın yanına girdik. Toplulukdan biri: Biz sana zi­yaretçiler olarak gelmedik, lâkin biz sana, şu haber bizi korkuttuğu sırada geldik dedi. Bunun üzerine Abdullah: Şübhesiz Kur'ân Peygam­berimizin üzerine yedi kapudan yedi harf üzere indirildi. Sizden evvel­ki kitâb ise bir kapudan, bir harf üzere iniyordu -yahud- inmişti dedi. İşte Ebü Davud'un oğlu Ebû Bekr rahmetlinin İbn Mes'ûdun, kendi görüşünden dönmesine istidlal ettiği rivayet budur. Bu lâfızdan, İbn Mes'ûd'un gitmekde olduğu fikrelen dönmesi açıkça meydana çıkma­dığından dolayı, bu husûsda tefekkür için bir meydan vardır. Ve Al­lah en iyi bilendir. [82]
13- Ebû Davud'un oğlu Ebû Bekr yine şöyle dedi: Bana amcam tah­dîs etti. Bana Ebû Raca tahdîs etti. Bize İsrâîl, Ebû İshâk'dan haber ver­di. Mus'ab İbn Sa'd şöyle demiştir:
“Osmân kalktı ve insanlara bir hutbe îyrâd edip şöyle dedi:
“Ey insanlar! Peygamberinizin zamanından beri on üç yıl geçmiştir. Siz Kur'ân hakkında şüphe ediyorsunuz da: Ubeyy'in kıraati, Abdullah'ın kıraati diyorsunuz. Bir kimse: Allah'a yemîn ediyo­rum ki senin kıraatin doğru olmaz diyor. Ben de sizden her bir insana kat'î and veriyorum ki beraberinde Allah'ın Kitabında bir şey bulunan herkes, muhakkak onu getirecek.” Bunun üzerine kimi insan bir kâğıt yaprağı ve içinde Kur'ân bulunan deri getiriyordu. Nihayet bunlardan çok şey toplandı. Bundan sonra Osmân içeri girdi ve onları birer birer çağırdı da onlara yemîn verip.
“Bunu Rasûlullah sana imlâ ettirirken se­nin bunu Rasûlullah'dan işittiğine yemin eder misin?” diye soruyor, o  kimse de:
“Evet” diyordu. Osmân bu yeminli sormayı bitirince:
“İnsanla­rın en iyi yazanı kimdir?” diye sordu. İnsanlar:
“Rasûlullah'ın kâtibi Zeyd İbn Sâbit'tir” dediler. Osmân:
“İnsanların en i'râblısı yani en fasîh konu­şanı kimdir?” dedi. İnsanlar:
“Saîd İbnu'l-Âs'dır” dediler. Bunun üzerine Osmân:
“Öyleyse Saîd imlâ ettirsin, Zeyd de yazsın” diye emretti. Bu emr üzerine Zeyd Mushafları yazdı, Osmân da bu yazılan mushafları in­san gurubları içine dağıttı. Ben Rasûlullah'ın sahâbîlerinin bazısından işittim; onlar:
“Osmân çok güzel yapmışdır” diyorlardı. [83]
14- Ebû Davud'un oğlu yine şöyle dedi: Bize İshak ibn İbrahim ibn Zeyd tahdîs etti. Bize Ebû Bekr ibn Hişâm İbn Hassan, Muhammed İbn Sîrîn'den tahdîs etti. Kesîr İbn Eflah şöyle demiştir: Osmân Mushafları yazmak istediği zaman bu iş için Kureyş'den ve Ensâr'dan olmak üzere on iki kimse topladı. Bunların içinde Ubeyy İbn Kâ'b ile Zeyd İbn Sabit de vardı. Râvî şöyle devam etti: Nihayet Osmân ve yazı heye­ti üyeleri Ömer'in evinde bulunan Rab'ayı getirmek için insan gönder­diler. Ve o sahîfeler mecmuası getirildi. Osmân yazı heybetini ve işlerini devamlı görüp gözetliyordu. Yazma hey'eti üyeleri her hangi bir şey hususunda biribirlerini beri öte kakıştırdıkları (yani ittifak edemedikleri) zaman o meseleyi geri bırakıyorlardı. Muhammed İbn Sîrîn şöyle dedi: Ben, Kesîr'e hitaben -ki o onların içinde, yazı yazanların içinde idi-: “Siz biliyormusunuz, onlar onu niçin geri bırakıyorlardı?” diye sor­dum da Kesîr: “Hayır (bilmiyorum)” dedi. Yine Muhammed: “Ben öyle zannederim ki, onlar o meseleyi, ancak son arzaya en yakın olan birisi­ni bakmak için geri bırakıyorlar, müteakiben de o meseleyi onun kavli üzere yazıyorlardı” dedi. [84]
15- İbn Kesir dedi ki: Er-Rab'a, toplanıp bir yere getirilmiş kitâplar mec­muasıdır. Bu Hafsa'nın yanında ve muhafazasında bulunuyordu. Osmân o ayrı ayrı sûrelerden meydana gelen kitapçıkları bir Mushaf içinde topladığı zaman bu Rab'ayı tekrar Hafsa'ya geri verdi. Ve onu, resmî mushaflar dışındaki şeylerle birlikte yaktırmadı. Çünkü ayniyle Osmân'ın yazdırdığı Mushaf'ın kendisinden ibarettir. Osmân sadece onu muntazam bir tertibe koymuştur.[85] Sonra Osmân, o nüshayı tekrar kendisine geri vermeyi Hafsa'ya taahhüd etmiş bulunuyordu. İşte bu geri verilen esas nüsha tâ Hafsa ölünceye kadar onun yanında kalmakta devam etti. Hafsa'nın ölümünden sonra bu nüshayı Mervân İbnu'1-Hakem aldı ve yaktırdı. Bunu yaktırmasında da, Osmân'm resmî mushaflar dışında kalanları yaktırmasındaki te'vîli gibi te'vîl etti. Ya­ni aynı gerekçe ile yaktırdı. [86]
16- Ebû Davud'un oğlu şöy­le rivayet etti: Bize Muhammed İbn Avf tahdîs etti. Bize Ebu'l-Yemân tahdîs etti. Bize Şuayb, ez-Zührî'den tahdîs etti. Bana Salim İbn Abdillah şöyle haber verdi:
“Mervân, içlerinde tekmil Kur'ân'ın yazılmış bulunduğu sahîfeleri kendisinden istemek için Hafsa'ya elçi gönderir dururdu. Hafsa da o sahîfeler mecmuasını Mervân'a vermeyi bir türlü kabul etmezdi. Salim dedi ki:
“Nihayet Hafsa vefat ettiği zaman, onun defninden döndü­ğümüzde Mervân, Hafsa'nın kardeşi Abdullah İbn Ömer'e o sahîfeleri mu­hakkak kendisine göndermesini kat'iyyetle emredip haberci yolladı. Ab­dullah ibn Ömer bunun üzerine o sahîfeler topluluğunu Mervân'a yol­ladı. Mervân, bu sahîfeler topluluğuna ilişkin emrini verdi ve sahîfeler yırtılıp parçalandı. Ve Mervân:
“Ben bu işi ancak, bu nüshanın içindeki her şeyin Res­mî Mushaf'a tamamiyle yazılmış ve orada korunup muhafaza edil­miş olduğu için, bir de insanlara zaman uzarsa her hangi bir şüphecinin bu mushafın şânı hakkında şüpheye düşmesinden yahut onda mushafa yazılmamış bir şey vardır [87] demesinden endîşe ettiğim için yap­tım” dedi. [88]
17- ez-Zührî'nin Hârice'den o da, babası Zeyd İbn Sâbit'ten ol­mak üzere el-Ahzâb sûresinin 23. âyetinin şanı ve bu âyeti kendi sûresine katmaları hakkında rivayet ettiği habere gelince, bunu Osmân'ın mushafları toplamasından sonra zikretmesinde bir nazar (düşünce) vardır. Halbuki bu ancak Ebû Bekr es-Sıddıyk'ın Mushaf'ı toplayıp bir yere getirmesi hâlinde olmuştu. Nitekim bunun böyle olduğu, Zührî'nin bu rivâyetten başka olan rivayetinde, Ubeyd İbn es-Sebbâk'dan o da, Zeyd İbn Sâbit'den almak üzere tasrîh edilmiş olarak gelmiştir. Buna delîl ise Zeyd'in: “Biz o âyeti Mushaf'dan kendi sûresi içine kattık” demiş olmasıdır. Halbuki bu âyet Osmân'ın yazdırdığı mushaflarda ha­şiyeye katılmış değildir.
İşte bütün bu faaliyetler, râşid imamların, sür'atle yerine getirmiş oldukları, Allah'a yaklaşmaya vesile olan işlerin en büyüklerindendir: Ebû Bekr ile Ömer, insanların önünde Kur'ân'ı muhafaza etmiş­ler ve ondan her hangi bir şeyin ziyâa gitmemesi için. onu bir araya getirip bir kitâp hâlinde toplamışlardır. Osmân da insanların çeşitli oku­yuşlarını bir Mushaf üzerine topladı ve Kur'ân'ı, Rasûlullah'ın ömründeki son Ramazanda Cibril'in kendisiyle mukabele etmiş bulundu­ğu Son Arza üzere ortaya koydu. Çünkü Cibril o yıl Kur'ân’ı iki defa Peygambere arz ve mukabele etmişti. İşte bunun için Rasûlullah hasta­landığı zaman kızı Fâtıma'ya hitaben:
“Ben Kur'ân'ın benimle iki defa mukabele edilmesini, başka değil sırf ecelimin yaklaşmasından do­layı yapıldığını düşünüyorum” buyurmuştur.[89]
18- Ali'nin Rasûlullah'ın ardından birinciden derece derece sonuncu­ya kadar nuzûl sırasına göre tertîplenmiş olarak bir mushaf toplamak istediği rivayet olunmuştur. Nitekim bunu Ebû Davud'un oğlu şöyle bir senedle rivayet etmiştir: Bize Muhammed İbn İsmail el-Ahmesî tahdîs etti. Bize İbnu Fudayl, el-Eş'as'dan tahdîs etti. Muhammed İbn Sîrîn şöyle demiştir:
“Peygamber vefat ettiği zaman Ali, Kur'ân'ı bir mushaf içinde toplayıncaya kadar cumua için olan hâriç, başka hiç bir gün dış elbisesi giymemeye yemîn etti ve böyle yaptı. Ebû Bekr bir çok günler sonra Ali'ye haberci yollayıp:
“Yâ Eba'l-Hasen, sen benim emirliğimi kerîh mi gördün?” diye sordu. Bunun üzerine Ali:
“Allah’a yemîn ederim ki hayır, şu kadar ki ben cumua günü için müstesna başka hiç bir gün için dış elbisesi olan rıdâyı giymemeye yemîn ettim” dedi ve akıbinde Ebû Bekr'e bîat edip tekrar döndü. [90]
19- Ebû Davud'un oğlu şöyle dedi: Ali'ye nisbet edi­len bu mushafı el-Eş'as'dan başka hiç bir kimse zikretmedi. Eş'as ise leyyinu'l-hadîs (yani hadîsi gevşek) bir kimsedir. Ancak râvîler şöyle rivayet ettiler: Ali: “Kur'ân'ı toplayıncaya yani ezberlemesini tamam­layıncaya kadar” demiştir. Çünkü şu muhakkak ki Kur'ân'ı ezber edip hafızasında toplayan kimse için:[91] "O Kur'ân'ı cem etmiştir" denilmektedir.[92]
20- İbn Kesir dedi ki: Ebû Davud'un oğlunun söylediği bu söz –Allah en iyi bilendir ki- en zahir olandır. Çünkü Ali'den denildiği üzre bundan başka türlü [93] bir mushaf nakl edilmedi. Lâkin bazan Osmân'ın koyuşu üzere olup da “bunlar Ali'nin el yazısıyladır” denilmekte olan bir takım mushaflar bulunabiliyor. Bunlar hakkında da düşünme ve tefekkür için bir meydan vardır. Bunların bazısında, “Ketebehu Aliyyunu’bnu Ebi Tâlib” [94] ibaresi   vardır. Bu ise i'râbında ve yazılışında yanlış bir sözdür. Ali (r.a) ise böyle bir yanlışı söyleyip yazmaktan insanların en uzak bulunanıdır. Zira Ali, kendi­sinde meşhur olduğu üzere nahiv ilmini ilk vaz eden kimsedir. Nahiv ilmini Ali'den, el-Esved Zâlim İbnu Amr ed-Duelî rivayet etmiştir. El-Esved'in rivayetinde, Ali'nin, kelâmı, isim, fiil ve harf (edat) olmak üzere üç kısma taksim ettiği de vardır. El-Esved diğer bir çok şeyler da­ha zikretti ki bunları onun ardından Ebu'l-Esved tamamlamış, sonra da insanlar bunları Ebu'l-Esved'den almışlar, genişletmişler ve tavzih et­mişlerdir, böylece müstakill bir nahiv ilmi olmuştur.
Muhtelif merkezlerde İmâm Mushaf yapılan Osmân'ın resmî Mushaf'larına gelince, bu gün (hicrî 528 yılında) onların en meşhu­ru, Şam’a Dımaşk camiinde Allah'ın zikri ile ma'mûr kılınmış olan maksurenin Şark tarafındaki direğin yanında muhafaza edilen Mushaf'dır. Bu mushaf eskiden Taberriyye şehrinde idi. Sonra hicrî 528 yı­lı hududunda oradan Şam'a nakl edildi. Ben onu -Allah en iyi bilir- deve derilerinden hazırlandığını sandığım ince deri yapraklar üzerine güzel, açık, kaviyy bir yazı ve sağlam bir mürekkeple yazılmış, nâdir kıy­metli, ulu, büyük hacimde iri bir kitâb hâlinde görmüşümdür. Allah onun şerefini, azametini ve mükerremliğini arttırsın!
Osmân (r.a,)'ın bu mushafları kendi yazısı ile yazmış olması marûf değildir. Mushafları Osmân'ın devlet başkanlığı günlerinde ve di­ğer vakitlerde ancak Zeyd İbn Sabit yazmıştır. Fakat bu mushaflar Osmân'ın emri ve işaretiyle yazılmış olduklarından dolayı Osmân'a nisbet edilmiş ve Osmân Mushafları denilmişlerdir.
Sonra bu mushaflar Osmân'ın huzurunda sahâbîlere karşı okundu, bundan sonra da her tarafa gönderildiler.[95]
21- Ebû Davud'un oğlu şöyle dedi: Bize Ali İbn Harb et-Tâî tahdîs etti. Bize Kureyş İbn Enes tahdîs etti. Bize Süleyman et-Teymî, Ebû Nadre'den o da Benû Useyd'in azadlısı Ebû Saîd'den tahdîs etti. O şöyle demiş­tir: Mısırlılar Osmân'ın üzerine girdikleri zaman onu kılıçla elinin üze­rinden vurdular. Osmân'ın eli "Onlara karşı Allah sana yeter. O hakkıyle işiten, hakkıyle bilendir" [96] âyeti üzerine düştü. Osmân hemen elini uzattı da: “Allah'a yemîn ederim ki bu el, Kur'ân'ın el-Mufassal bölümünü ilk evvel yazan el­dir” dedi. [97]
22- Ebû Davud'un oğlu şöyle dedi: “Bize Ebu't-Tâhir tahdîs etti. Bi­ze İbnu Vehb tahdîs edib şöyle dedi:
“Ben Mâlik'e Osmân'ın mushafını sordum da bana:
“O gitti” dedi. Bu zâtın Mâlik'e Osmân'ın bizzat kendi eliyle yazdığı [98] mushafı sormuş olması muhtemil olacağı gibi onun Mâlik'e Osmân'ın Medine'de bıraktığı mushafı sormuş olması da muhtemildir. Allah en iyi bilendir. [99]
23- İbn Kesir dedi ki: “Arab kavminde yazı yazmak çok az idi. Yazı yazma­yı öğrenenlerin ilki, Hişâm İbn Muhammed İbni's-Sâib el-Kelbî'nin ve diğerlerinin zikrettiğine göre Ukeydir Dumen'in kardeşi, Bişr İbn Abdilmelik’dir. Bu zât yazı yazmayı el-Enbâr'dan öğrendikten sonra Mek­ke'ye gelmiş ve Ebû Sufyân İbn Harb İbn Umeyye'nin kız kardeşi es-Sahbâ bintu Harb İbn Umeyye ile evlenmiştir. İşte ondan da yazı yazmayı Harb İbn Umeyye ile oğlu Sufyân öğrendiler. Ömer İbnu'l-Hattâb da bu yazıyı Harb İbn Umeyye'den öğrendi. Muâviye de yazıyı, amcası Sufyân İbn Harb'den öğrendi. Yine denildi ki: El-Enmâr'dan bu yazıyı ilk öğrenen, Tayy kabilesinden, orada Bakka [100] denilen karyeden bir toplulukdur. Bundan sonra onlar bu yazıyı ıslâh edip düzelttiler [101] ve Arab yarımadasında yaydılar. Böylece bu yazıyı insanlar öğrendiler. [102]
24- Ebû Davud'un oğlu şöyle dedi: “Bize Abdullah İbn Mu­hammed ez-Zührî tahdîs etti. Bize Sufyân, Mucâhid'den tahdîs etti. Eş-Şa'bî şöyle demiştir: “Biz muhacirlere:
“Sizler yazı yazmayı nereden öğ­rendiniz?” diye sorduk. Onlar:
“El-Enbâr halkından,” diye cevab verdiler. [103]    
25- İbn Kesir dedi ki: Selef zamanında gâlib bulunan yazı çeşidi Kûfe'ye mensûp olan yazı idi. Sonra bu yazıyı Ebû Ali İbn Mukte el-Vezîr, ıslâh edip güzelleştiren. Bu zâtın o husûsta açık bir yolu ve yazmakta bir tar­zı ve üslûbu meydana geldi. Ondan sonra bu yazıyı İbnu'l-Bevvâb diye tanınan Ali İbn Hilâl el-Bağdâdî daha yaklaştırıp geliştirdi. İnsanlar da onun ardından gittiler. Onun bu husûsdaki yolu vazıh ve sağlamdır. Maksad, bu zaman içinde yazı yazma sanatı henüz iyice muhkemleşmemiş olduğundan dolayı mushafların yazılmasında ve kelimelerin ma'nâ cihetinden değil de kitabet san'atı bakımından (yerlerine) konuluşlarında ihtilâf vâki olmuştur. İnsanlar bu yazı hususunda kitaplar tas­nif etmişlerdir. Büyük İmâm Ebû Ubeyd el-Kasım İbn Sellâm (224). Fadâilu'l-Kur'ân adlı kitabında, Hafız Ebû Bekr İbnu Ebî Dâvûd (316) da Kitabu'l-Mesâhif’inde bu hususa çok ehemmiyet vermişler ve kitâblarında bunun üzerine bâblar yapmışlar ve iyi birer kıt'a zikretmişler­dir; Bu, Kur'ân'ı yazma san'atıdır, o, burada bizim maksadımız değil­dir.
Bunun için İmâm Mâlik Mushafların ancak İmâm Mushaf'ın ya­zıldığı şekilde yazılabileceğini beyan etmiştir. Başkaları bu husûsta mü­tekâmil yazı ile Mushaf yazmağa ruhsat vermişlerdir. Bazıları hareke ve nokta hususunda da ihtilâf etmişler, kimisi bunlara ruhsat verici ki­mi de mâni olucudur.
Sûre başlıklarının, sûrelerdeki âyet duraklarının, ta'şîrlerin, cüz­lerin ve hiziblerin yazılmalarına gelince bunlar zamanımızdaki Mushaflarda çoktur. Evlâ olan ise salih selefe ittiba etmektir. [104]

5- Hz. Peygamberin Kâtipleri[105]


1- Zuhri’den rivayet edildiğine göre Ubeyd ibnu's-Sebbâk şöyle dedi: Zeyd ibn Sabit şöyle dedi:
“Ebû Bekr bana haber gönderip çağırdı da:
“Sen, Rasûlullah (s.a.v.) için vahyi yazıyordun. Binâenaleyh sen Kur'ân'ın ardına düşüp gereği gibi araştır,” dedi.
Bunun üzerine ben de Kur'ân’ın ardına düşüp gereği gibi araş­tırdım. Nihayet et-Tevbe Sûresi'nin sonundaki iki âyeti Ebû Huzeyme el-Ensârî'nin yanında buldum, onları ondan başka bir kimsenin yanında (yazılı olarak) bulamadım. O iki âyet şunlardır:
"And ol­sun» size kendinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır ve güç gelir. Üstünüze çok düşkündür. Mü'minleri cidden esirgeyicidir, bağışlayıcıdır o. (Sana îmân etmekten) yüz çevirirlerse de ki: Bana Allah yeter. O'ndan başka hiçbir tanrı yok. Ben ancak O'na güvenip dayandım. O, büyük Arş’ın sahibidir"[106]
2- ...el-Berâ şöyle dedi: “Lâyestevî'l-kaidûne mine'l-mu'minîne fî sebîlillâhî gayru ulî'd-darari...” [107] âyeti nazil ol­duğu zaman Peygamber (s.a.v.):
"Bana Zeyd'i çağır, levha, divit ve kürek kemiği -yâhud: kü­rek kemiği ve divit- getirsin" buyurdu. Sonra:
"Yaz: Lâ yestevi’l-kaaidun..." buyurdu. Peygamber'in sırtının arkasında, a'mâ olan Amr ibnu Ümmi Mektûm vardı. O:
“Yâ Rasûlallah! Ben gözleri zarara uğramış bir kimseyim, bi­nâenaleyh bana ne emredersin? dedi.
Akabinde bu âyetin yerinde: "Lâ yestevi’l-kaaidune mine'l-mü'minine fî sebili'llâhi gayru uli’d-darari... "[108] nazil oldu. [109]

6- Kur'ân Yedi Harf Üzere İndirildi 


1- Bize Saîd İbn Ufeyr tahdîs etti. Bize el-Leys tahdîs etti. Bana Akil tahdîs etti. İbn Şihâb şöyle dedi: Bana Abdullah'ın oğlu Ubeydullah tahdîs etti. Ona da Abdullah ibn Abbâs şöyle tahdîs etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Cibril bana Kur'ân'ı bir okunuş üze­rine okuttu. Ben ona müracaat ettim ve durmadan bunun artmasını isterdim. O da bana artırırdı. Nihayet yedi türlü okunuşa erişti (yânî yedi türlü okunuşu geçmeyip orada durdu)" [110].
2- Bunu İbnu Cerîr de Zührî hadîsinden olmak üzere rivayet etti. Son­ra râvî İbn Şihâb şöyle demiştir:
“Yedi harfe dâir ma'lûmât bana vâsıl oldu. Bununla, yalnız bir medlulü ifade eden müteaddid selikalara müsâade buyurulduğuna muttali oldum. Yoksa helâl ve harama dâir hiç bir kelime üzerinde ihtilâf yoktur.”[111]
3- Bu, İmâm Ebû Ubeyd el-Kasım İbn Sellâm'm rivayet ettiği hadîsde tafsilâtiyle yayılıp yazılmıştır. O şöyle dedi: Bize Yezîd ve Yahya İbn Saîd tahdîs etti. Bunların ikisi de Humeyd et-Tavîl’den o da Enes İbn Mâlik'den o da, Ubeyy İbn Ka'b'dan: O şöyle demiştir:
“İslâm’a girdi­ğim günden beri hiç bir şey göğsümü tırmalamadı. Ancak şu var: Ben bir âyeti okudum. Diğer bir kimse de o âyeti benim okuyuşumdan başka türlü okudu. Ben ona:
“Bu âyeti bana Rasûlullah okuttu” dedim. O zât:
“Beni de o âyeti Rasûlullah okuttu” dedi. Akıbinde beraber Rasûlullah'a geldik. Ben:
“Yâ Rasûlallah! sen bana şu, âyetleri okuttun mu?” diye sordum.
“Evet” buyurdu. Öteki zât da:
“Sen bana şu ve şu âyetleri okut­muyor muydun?” dedi. Ona da
“Evet” buyurdu da şöyle devam etti:
“Cibrîl ve Mîkâîl bana geldiler. Cibril sağ yanıma oturdu, Mîkâîl de sol ya­nıma. Cibril:
“Kur'ân'ı bir harf üzere oku”, dedi. Mîkâîl:
“Okuyuş çeşitini ona yedi harfe kadar artır, her harf de kâfî ve şafîdir,” dedi.” [112]
4- Bu hadîsi Nesâî de Yezîd İbn Harun'dan ve Yahya İbn Kattândan onlar da Humeyd et-Tavîl'den o da Enes'den o da Ubeyy'den bu tarzda rivayet etmiştir. Ve keza bu hadîsi, İbnu Ebî Adiyy, Mahmûd İbn Meymûn ez-Zağferânî ve Yahya İbn Eyyûb, bunların üçü de Humeyd’den ol­mak üzere rivayet etmişlerdir. [113]
5- İbnu Cerîr şöyle dedi: Bize Muhammed İbn Marzûk tahdîs etti. Bize Ebu'l-Velîd tahdîs etti. Bize Hammâd İbn Seleme, Humeyd'den o da, Enes'den, Ubâde İbnu's-Sâmit'den, Ubeyy İbn Ka'b'dan tahdîs etti. Ubeyy şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v): “Kur'ân yedi harf üzere nazil ol­du” buyurdu. Bu râvî, Enes ile Ubeyy arasına Ubâde İbnu's-Sâmit'i kattı. [114]
6- İmâm Ahmed İbn Hanbel -Allah ona rahmet eylesin- şöyle dedi: Bize Yahya İbn Saîd, İsmail İbn Ebî Hâlid'den tahdîs etti. Bana Ab­dullah İbn Îsâ, Abdurrahman İbn Ebî Leylâ'dan o da Ubeyy İbn Ka'b’dan tahdîs etti. O şöyle demiştir:
“Ben mescidde bulunuyordum. Birisi içeriye girdi ve tanımadığım bir kıraat okudu. Sonra başka bir kim­se girdi, o da arkadaşının okuyuşundan başka bir okuyuşla kıraat etti. Biz beraberce kalkıp Rasûlullah'ın huzuruna girdik. Ben:
“Yâ Rasûlallah, bu zât tanımadığım bir okuyuşla kıraat etti. Sonra şu zât da mes­cide girdi ve arkadaşının okuyuşundan başka bir okuyuş okudu,” dedim. Rasûlullah o iki kişiye:
“Okuyunuz” dedi, onlar okudular. Rasûlullah:
“Sizler doğru okudunuz” buyurdu. Peygamber o iki kişiye bu söyledi­ğini söyleyince bu bana ağır geldi, Câhiliyette bulunduğum zaman bi­le bu kadar olmamıştı. Rasûlullah beni saran kötü düşünceleri hisse­dince göğsüme vurdu. Benden bir ter boşandı. Sanki Allah'a bakıyor hâle geldim. Rasûlullah bana:
“Yâ Ubeyy! Allah bana Cibril'i Kur'ân'ı bir harf üzere okumam için gönderdi. Ben ona:
“Ümmetime hafiflet” di­ye müracaat ettim. Bana Kur'ân'ı iki harf üzere okumaklığım ruhsatı gönderildi. Ben yine:
“Ümmetime hafiflet” diye müracaat ettim. Ve bana Kur'ân'ı yedi harf üzere okumaklığım ruhsatı gönderildi. Bir de sana, yaptığın bu her müracaatına karşılık, kabul edilmesi kat'î olarak istiyebileceğin üç isteğin daha vardır buyuruldu. Ben de;
“Allâhümmağfir li-Ummetî, Allâhümmağfir, li-Ummetî (Allâh’ım, ümmetimi mağfiret et, Allâh’ım ümmetimi mağfiret et) dedim. Kabulü kat'î olan üçüncü dileğimi de İbrahim (s.a.v) ın bile dâhil olarak bütün halkın bana muhtaç olup feryad edecekleri bir gün için geri bıraktım” [115]
Müslim de bu hadîsi İsmâîl İbn Ebî Hâlid'den olmak üzere böyle rivayet etti.[116]
7- İbn Cerîr de şöyle dedi: Bize Kurayb tahdîs etti. Bize Muhammed ibn Fudayl, İsmâîl İbn Ebî Hâlid'den o da Abdullah ibn Îsâ İbn Abdirrahmân İbn Ebî Leylâ'dan o da, babasından, o da dedesinden o da, Ubeyy İbn Ka'b'dan tahdîs etti. O şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
“Allah bana Kur'ân'ı bir harf üzere okumamı emretti. Ben:
“Ümmetimden hafiflet,” dedim. Bana:
“Kur'ân'ı iki harf üzere oku,” buyur­du. Ben tekrar:
“Rabbim, ümmetimden hafiflet,” diye niyaz ettim. Bana, Kur'ân'ı yedi harf üzere okumamı emr eyledi. Cennetin yedi kapusından olarak bunların hepsi kâfîdir, şafîdir.” [117]
8- İbn Cerîr şöyle dedi: Bana Yûnus, İbn Vehb'den tahdîs etti. Ba­na Hişâm İbn Sa'd, Ubeydullah İbn Umer'den o da, Abdurrahmân İbn Ebî Leylâ'dan o da, Ubeyy İbn Ka'b'dan haber verdi. O şöyle demiştir
“Bir adam, en-Nahl sûresini benim okuyuşuma muhalif olan bir oku­yuşla okurken işittim. Sonra diğer bir kimseyi işittim ki o da evvelki­ne muhalif olarak okuyordu. Bunların ikisini de Rasûlullah’a götürdüm. Ve:
“Ben bu iki kişiyi en-Nahl sûresini okurlarken işittim. Kendilerine
“kimin okuttuğunu” sordum.
“Rasûlullah okuttu” dediler.
“İkinizi de muhak­kak Rasûlullah'ın yanına götüreceğim. Çünkü ikiniz de Rasûlullah'ın bana okuttuğu kırâata muhalefet ettiniz,” dedim. Bu sözlerim üzerine Rasûlullah onlardan birine:
“Oku” dedi. O da okudu. Rasûlullah ona:
“Gü­zel okudun” dedi. Sonra diğerine de:
“Oku” dedi. O da okudu. Rasûlullah ona da:
“Güzel okudun” dedi. Ubeyy dedi ki:
“Bundan dolayı gönlümde şeytanın vesvesesini hissettim, hatta yüzüm kızardı. Benim bu sıkıntı­lı ve vesveseli hâlimi Rasûlullah yüzümden anladı ve eliyle göğsüme vurdu. Sonra şunları söyledi:
“Yâ Allah Ubeyy'den şu şeytanı uzaklaş­tır Yâ Ubeyy, bana Rabbımdan bir gelici geldi de:
“Şübhesiz Allah sana Kur'ân'ı bir harf üzere okumanı emrediyor” dedi. Ben:
“Rabbim ümme­timden hafiflet” dedim. Sonra o ikinci defa bana geldi ve:
“Allah sana Kur'ân'ı iki harf üzere okumanı emrediyor” dedi. Ben yine:
“Rabbim üm­metimden hafiflet” diye niyaz ettim. Sonra o bana üçüncü defa geldi ve yine Allah'ın emrini söyledi. Ben de yapdığım niyazı tekrar söyle­dim. Sonra Cibril bana dördüncü defa geldi ve:
“Allah sana Kur'ân'ı ye­di harf üzere okumanı emrediyor. Bir de sana her müracaatına karşılık verdiğim ruhsatla birlikte bir dilekte bulunma hakkın da vardır” dedi. Hemen Peygamberiniz:
“Yâ Rabb, Yâ Allah, Ümmetimi mağfiret et, Yâ Rabb, Ümmetimi mağfiret et,” dedi ve ben üçüncü dileğimi de Kıya­met gününde ümmetime şefaat olarak sakladım”.[118]
9- İbn Kesir şöyle dedi: İşte o sâatde Ubeyy'e hâsıl olmuş olan bu şekk -Allah en iyi bilir- Rasûlullah'ın Ubeyy'e karşı i'lâm ve tebliğ kirâatı ve aynı zamanda Ubeyd'e hâsıl olan kötü düşüncelere bir deva kıraati olmak üzere Lem Yekunîllezî... sûresini sonuna kadar oku­masının sebebidir. Çünkü bu sûre Yüce Allah'ın “Rasûlun minallâhi yetlû suhufen mutahharaten fîhâ kutubun kayyımetun: Allah tarafından, içinde en doğru hükümler yazılmış bulu­şan tertemiz sahîfeleri okuyan bir Rasûl” [119] kavlini ih­tiva etmektedir. Bu, Hudeybiye'den dönüşde, indirildiği sırada Umer İbnu'l-Hattâb'a karşı el-Feth sûresini tilâvet etmesinin bir benzeridir. O okuyuşun sebebi de Rasûlullah'a ve Ebû Bekr es-Sıddîk'a Mekke'ye gitmek hususunda, ayrı ayrı çok talebler sebkat etmişti. Bu el-Feth sûresinde ise Yüce Allah’ın şu âyeti de bulunmaktadır:
“And olsun ki Allah, Rasûlünün gördüğü ru'yânın hak olduğunu, tasdıyk etmişdir. İnşâallah hepiniz emniyyet içinde, kiminiz başlarınızı kazıtarak, kiminiz saçla­rınızı kısaltarak, korkusuzca mutlaka Mescid'i Harâm'a gireceksiniz. Fakat Allah sizin bilmediğinizi bildi de ondan önce yakın bir feth yaptı”.[120]
10- İbn Cerîr şöyle dedi: Bize Muhammed İbn Musennâ tahdîs etti. Bize Muhammed İbn Ca'fer tahdîs etti. Bize Şu'be, el-Hakem'den o da Mucâhid'den o da, İbn Ebî Leylâ'dan o da Ubeyy İbn Ka'b'dan; O şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v) Gıfâr oğullarının küçük göl gibi su birikin­tisinin yanında bulunuyordu. Yanına Cibril geldi.
“Allah, Ümmetine Kur'ân'ı bir harf üzerine okutmanı emredi­yor” dedi. Rasûlullah:
“Allah'dan sıhhat selâmet vermesini ve mağfiret buyurmasını isterim. Çünkü ümmetim buna takat yetiremez,” dedi. Bundan sonra Cibril ona ikinci defa gelip:
“Allah sana ümmetine Kur'ân'ı iki harf üzerine okutmanı emre­diyor,” dedi. Rasûlullah:
“Allah'dan sıhhat ve selâmetle mağfiret ihsan etmesini dilerim. Benim Ümmetim bu mükellefiyete takat yetiremez,” dedi. Sonra Cib­ril üçüncü defa gelip tekrar:
“Allah sana ümmetine Kur'ân'ı üç harf üzerine okutmanı emre­diyor” dedi. Rasûlullah:
“Allah'dan afiyet ve mağfiret ihsan etmesini dilerim. Hiç şüpbhe yok benim ümmetim buna güç yetiremez,” dedi. Bundan sonra Cib­ril dördüncü defa geldi ve:
“Allah sana, Ümmetine Kur'ân'ı yedi harf üzere okutmanı emre­diyor. Bunlardan hangi okuyuşu okumuş olurlarsa muhakkak doğru okumuş olurlar dedi”.[121]
11- Ebû Davud'a âid olan lâfızda, Ubeyy İbn Ka'b şöyle demiştir: Ra­sûlullah (s.a.v) şöyle dedi:
“Kur'ân bana kıraat ettirildi de akıbinde ba­na:
“Bir harf üzere mi yahud iki harf üzere mi?” diye soruldu. Hemen beraberimde bulunan Melek:
“İki harf üzere de,” dedi. Akıbinde yine ba­na:
“İki harf üzere mi yahud üç harf üzere mi?” diye soruldu. Hemen ya­nımda bulunan Melek:
“Üç harf üzere de,” dedi. Nihayet yedi harfe ka­dar ulaştı. Sonra şöyle dedi:
“Bu kırâatlardan her biri başka değil an­cak kâfidir, şafîdir, azab âyetini rahmet âyetine yahut rahmet âye­tini azabla karıştırmadığın müddetçe, semîan, alîmen, azizen, hakîmen demiş olsan da”. [122]
12- Sabit İbn Kasım da buna benzer bir hadîsi Ebû Hureyre'den o da Peygamber'den olmak üzere rivayet etmiştir. Ve İbn Mes'ûd'un kelâmından olmak üzere de bunun benzerini rivayet etmiş­tir. [123]
13- İmâm Ahmed şöyle dedi: Bize Huseyn İbn Ali el-Cu'fî, Zâide’den o da, Âsım'dan o da, Zirr'den tahdîs etti. Ubeyy şöyle demiştir:
“Rasûlullah (s.a.v) ak ve gayet sert çakmak taşları yanında Cibril'le buluştu. Rasûlullah Cibril'e:
“Ben Ummîleri çok olan bir ümmete peygam­ber gönderildim. İçlerinde çok kocamış ihtiyarlar, çok yaşlanmış koca karılar ve toy gençler vardır” dedi. Cibril:
“Sen onlara emret, onlar, Kur'­ân'ı yedi harf üzere okusunlar” dedi. [124]
14- Bu hadîsi Tirmizî, Âsim, İbn Ebî'n-Nacûd'dan o da, Zirr'den o da, Huzeyfe'den olmak üzere tahrîc etmiştir. Huzeyfe: “Rasûlullah (s.a.v) ak ve sert çakmak taşları yanında Cibrîl’le buluştu” demiş ve hadîsin tamâmını zikretmiştir. Allah en iyi bilendir. [125]
15- Bu hadîsi böylece İmâm Ahmed de, Hâlid'den o da, Hammâd'dan o da Âsım'dan o da, Zirr'den o da, Huzeyfe'den olmak üzere rivayet et­miştir. Huzeyfe şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu:  
"Ben ak ve çok sert olan çakmak taşları yanında Cibril'le buluştum, ve ona
“Yâ Cibril! Ben ferdlerinin çoğu ummî olan bir ümmete Rasûl gönde­rildim. Onlar, asla bir kitab okumamış olan erkek, kadın, genç oğlan genç kız, kocamış ihtiyarlardır” dedim. Bunun üzerine Cibril:
“Şübhesiz Kur'ân yedi harf üzere indirilmiştir" dedi. [126]
16- Ahmed İbn Hanbel şöyle dedi: Bize Vekî ve Abdurrahman, Sufyân'dan o da, İbrâhîm İbn Muhâcir'den o da, Rıb'ıyy İbn Hırâş'dan tah­dîs etti. O şöyle demiştir:
“Bana hiç yalan söylememiş olan kimse -yani Huzeyfe- tahdîs edip şöyle dedi: Peygamber (s.a.v) ak ve çok sert olan çak­mak taşları yanında Cibril ile buluştu da Cibril ona:
“Şübhesiz senin üm­metin Kur'ân'ı yedi harf üzere okumaktadırlar, binaenaleyh onlardan her kim okuyabilirse bildiği gibi okusun ve okuduğundan dönmesin” de­di.
Bu hadîsin diğer râvîsi olan Abdurrahman ise son fıkrayı şöyle ri­vayet etti:
“Cibril; Peygambere: “Şüphesiz senin ümmet ferdlerinden zaîf olan da vardır. Binaenaleyh her kim bir harf üzere okuduysa artık on­dan yüz çevirerek diğer bir harfe geçmesin” dedi.”[127]
17- İbn Cerîr şöyle dedi: Bize İsmail İbn Mûsâ es-Suddî tahdîs etti. Bize Şerik, Ebû İshâk'dan o da, Süleyman İbn Surad'dan tahdîs etti. O, hadîsi Peygamber'e yükseltip dayandırarak şöyle demiştir: Peygamber şöyle buyurdu:
“Ba­na iki melek geldi de biri:
“Oku” dedi. Öteki:
“Kaç harf üzere?” diye sordu. Öteki:
“Bir harf üzere” dedi. Beriki:
“Harfi yedi harfe ulaşıncaya ka­dar artır” dedi.”[128]
18- İbn Cerir (310) şöyle dedi: Bize Kurayb tahdîs etti. Bize Yahya İbn Âdem tahdîs etti. Bize İsrâîl, Ebû İshâk'dan o da, Fulân el-Abdî'den -İbn Cerir: İsmi benden gitti dedi- o da, Süleyman İbn Surad'dan tahdîs etti. Ubeyy İbn Ka'b şöyle demiştir:
“Ben mescide gittim, orada Kur'ân okuyan bir kimseyi dinledim. Ona:
“Seni kim okuttu?” diye sor­dum.
“Rasûlullah okuttu” dedi. Bunun üzerine onu Rasûlullah'ın yanı­na götürdüm ve:
“Şunun okumasını isteyin” dedim. O zât okudu. Rasû­lullah ona:
“Güzel okudun” dedi. Ben:
“Sen beni şöyle ve şöyle okut­muştun!” dedim. Rasûlullah bu sözüm üzerine bana:
Sen de güzel okudun, güzel okudun, güzel okudun” buyurdu. Akabinde eliyle göğsü­mün üzerine vurduktan sonra “Allâhumme ezhib an Ubeyyıni'ş-şekke: Yâ Allah Ubeyy'den şübheyi gider!” diye duâ etti. Benden bir ter boşandı ve içim korkuyla doldu. Bundan sonra Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
“İki Melek bana geldiler. Biri:
“Kur'ân'ı bir harf üzere oku” dedi. Öteki de:
“Harfi ziyâde et” dedi. Ben:
“Beni de artır” dedim. Bunun üzerine:
“Kur'ân'ı iki harf üzere oku” dedi, nihayet yedi harfe kadar ulaştı da:
“Onu yedi harf üzere oku” dedi”.
Bu hadîsi Ebû Ubeyd dahî Haccâc'dan o da İsrail'den o da, Ebû İshak'dan o da, Süteyr el-Abdî'den o da, Süleyman İbn Surad (r.a.) dan o da, Ubeyy İbn Ka'b'dan o da, Peygamber'den olmak üzere bu şekilde rivayet etmiştir. Keza bunu Ebû Dâvûd da, Velîd et-Tayâlisî'den o da, Hemmâm'dan o da, Katâde'den o da, Yahya İbn Ya'mer'den o da Sü­leyman İbn Surad'dan o da Ubeyy İbn Ka'b'dan bu tarzda rivayet et­miştir. Hulâsa bu hadîs, Ubeyy İbn Ka'b'dan bir topluluk rivayet etmiş olması cihetinden bir mahfuz hadîstir.[129] Zahir olan, Süleyman İbn Surad el-Huzâî (r.a.) bunun şâhidir. Allah en iyi bilen­dir.[130]
19- İmâm Ahmed şöyle dedi: Bi­ze Abdurrahman İbn Mehdî, Hammâd İbn Seleme'den o da, Ali İbn Zeyd'den o da, Abdurahman İbn Ebî Bekre'den o da, babasından tahdîs etti: Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Bana Cibril ve Mikâil aleyhimâ's-selâm geldiler. Cibril:
“Kur'ân'ı bir harf üzere oku” dedi. Mîkâil de:
“Harfi artır” dedi. Cibril:
“Kur'ân'ı yedi harf üzere oku, rahmet âyetini azab âyetiyle yahud azab âyetini rahmetle bitirmediğin müd­detçe bu harflerin hepsi kâfidir, şâfî (şifâ verici) dir."
Bunu İbn Cerîr de Ebû Kurayb'dan o da, Zeyd İbnu'l-Hubab'dan o da, Hammâd İbn Seleme'den olmak üzere böylece rivayet etti. Ve hadîsin sonunda “Helümme ve taâl demekliğin gibi” kısmını ziyâde etti. [131]
20- İmâm Ahmed şöyle dedi: Bize ve Affân, her ikisi de Hammâd İbn Seleme'den tahdîs ettiler. Bize Katâde, el-Hasen'den haber verdi. Semure  (r.a.) şöyle demiştir: Rasulullah (s.a.v): “Kur'ân yedi harf üzere indirildi” buyurmuştur. [132]
21- İmâm Ahmed şöyle dedi: Bize Enes İbn îyâd tahdîs etti. Bana Ebû Hazım, Ebû Seleme'den tah­dîs etti. Ben onu ancak Ebû Hureyre'den biliyorum dedi. Rasûlullah (s.a.v): “Kur'ân yedi harf üzere indi, Kur'ân hakkında biri biriyle cedel ve niza edişmek küfürdür, Kur'an'da cedel ve niza edişmek küfürdür, Kur'an'da mücâdele ve münazaa eylemek küfürdür. Kur'ân'dan her ne bildiyseniz onunla amel edin, Kur'ân'dan bilmediğiniz şeyi de onu bilene döndürün” buyurdu. [133]
22- İmâm Ahmed şöyle de­di: Bize Sufyân, Ubeydullahdan -ki o İbnu Ebî Yezîd'dir- o da, baba­sından o da, Ummu Eyyûb-Ebû Eyyûb'un karısını kasd ediyor-el-Ensâriyye'den tahdîs etti ki Rasûlullah (s.a.v): “Kur'ân yedi harf üzere in­dirildi, onlardan hangisini okursan sana yeter” buyurmuştur. Bu sa­hih bir isnâddır. El-Kutubu's-Sitte sahibelerinden hiç biri bunu tahrîc etmemiştir.
23- Ebû Ubeyd şöyle dedi: Bize İsmâîl İbn Ca'fer, Yezîd İbn Husayfe'den o da, el-Hadramî'nin azadlısı Müslim İbn Saîd'den, -ondan başkaları: Busr İbn Saîd'den dedi- o da, Ebû Cehm el-Ensârî'den tahdîs etti. O şöyle demiştir: İki kişi Kur'ân'­dan bir âyette ihtilâf etmişler, her ikisi de o âyeti Rasûlullah'dan al­mış olduğunu söylüyordu. Akabinde ikisi beraberce yürüdüler ve ni­hayet Rasûlullah'ın yanına geldiler. İşte Ebû Cehm zikretti ki Rasû­lullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
"Şübhesiz bu Kur'ân yedi harf üzere indi­rildi. Binaenaleyh birbirinizle mücâdele ve münazaa eylemeyin. Çünkü Kur'ân hakkında birbiriyle nizâlaşmak küfürdür."[134]
24- İmâm Ahmed şöyle dedi: Bize Ebû Seleme el-Hu­zâî tahdîs etti. Bize Süleyman İbn Bilâl tahdîs etti. Bana Yezîd İbn Husayfe tahdîs etti. Bana Busr İbn Saîd haber verdi. Bana Ebû Cehm şöyle tahdîs etti. İki kişi Kur'ân'dan bir âyet hakkında ihtilâf ettiler: Biri: “Ben o âyeti Rasûlullah'dan aldım” dedi. Diğeri: “Ben de o âye­ti Rasûlullah'dan aldım” dedi. Nihayet Peygambere sordular. Peygam­ber (s.a.v): “Kur'ân yedi harf üzere okunur. Böyle olunca Kur'an'da biribirinizle mücâdele ve münazaa etmeyin. Çünkü Kur'an'da münazaa etmek küfürdür” buyurdu. [135]
25- Ebû Ubeyd şöyle dedi: Bize Abdullah İbn Salih, el-Leys'den o da, Yezîd İbnu'l-Hâd'dan o da, Muhammed İbn İbrahim'den o da, Busr İbn Saîd'den o da, Amr İbnu'l-Âs'ın azadlısı olan Ebû Kays'dan şöyle tahdîs etti:
“Bir kimse Kur'ân'dan bir âyet okudu. Amr İbnu'1-Âs, o zâtın okuyuşundan başka bir okuyuş olmak üzere:
“Bu âyet ancak şöyle şöyledir” dedi. O zât da:
“Bu âyeti Rasûlullah bana işte böyle okut­tu” dedi. Bunun üzerine ikisi de Rasûlullah'a doğru yola çıktılar ve nihayet Rasûlullah'a geldiler ve bu ihtilâfı ona söylediler. Rasûlullah (s.a.v) da şöyle buyurdu:
“Şüphesiz bu Kur'ân yedi harf üzere indi. Bu­nun hangisini okursanız doğru okumuşsunuzdur. Binaenaleyh Kur'an'da birbirinizle niza etmeyin. Çünkü Kur'ân hakkında nizâlaşmak küfürdür.”[136]
26- Bu hadîsi İmâm Ahmed de, Ebû Seleme el-Huzâî'den o da, Abdullah İbn Ca'fer İbn Abdirrahman İbni'l-Misver İbn Mahreme'den o da, Yezîd İbn Abdillah İbn Usâme İbni'l-Hâd'dan o da, Busr İbn Saîd'den o da, Amr İbnu'l-Âs'ın azadlısı Ebû Kays'dan olmak üzere bu tarzda rivayet etti. Ve bu hadîsde “Zîrâ Kur'ân hakkında nizâlaşmak küfürdür. Çünkü bu nizâlaşma Kur'ân'a kâfirlik etmekdir” ibaresi var­dır. Bu hadîsde yukarıki gibi ceyyid yani sağlamdır. [137]
27- İbn Cerîr şöyle dedi: Bize Yûnus İbn Abdi'1-A'lâ tahdîs etti. Bize İbnu Vehb haber verdi. Bana Hayve İbn Şurayh, Akîl İbn Hâlid'den o da, Seleme İbn Ebî Seleme... den o da babasından o da, İbn Mes'ûd'dan haber verdi. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
“İlk kitâb bir tek kapudan ve bir harf üzere inmiş idi. Kur'ân ise yedi kapudan yedi harf üzere indi: Men edici, emredici, helâl, haram, muhkem, müteşâbih ve meseller. Binaenaleyh sizler onun helâlini helâl ve haramını haram kılın, emr olunduklarınızı işleyin, nehy olunduklarınızdan vaz geçin, meselleriyle (taaccüb edip) ibret ve öğüt alın, muhkemiyle amel edin, müteşâbihine imân eyleyin ve: “Biz ona, inandık hepsi Rabbımız katındandır” [138] deyin.”
Sonra bunu Ebû Kurayb'dan o da el-Muhâribî'den o da, Damre İbn Hubeyb'den o da, el-Kasım İbn Abdirrahman'dan, İbn Mes'ûd'un kelâmından olmak üzere de rivayet etti ki bu sonuncusu doğruya daha çok benziyor. Allah en iyi bilendir. [139]
28- Ebû Ubeyd şöyle dedi: İşte bu hadîslerin hepsi teker te­ker yedi harf ta'bîri üzerine gelmişlerdir. Yani yedi harf üzerine mütevâttır olmuşlardır. Ancak bana Affân'ın tahdîs ettiği şu hadîs müstesnadır:
Affân, Hammâd İbn Seleme'den o da, Katâde'den o da, el-Hasen'den o da, Semure İbn Cundub'den şöyle tahdîs etti: Peygamber (s.a.v) “Kur'ân harflerin yedide biri üzerine indi” buyurdu.
Bu hadîs şâz'dır. Biz ancak yedi harf ta'bîri ile gelen hadîsi mahfuz hadîs gö­rüyoruz. Çünkü meşhur olan ancak bu yedi harf hadîsidir. Bu yedi harf ta'bîri de bir tek harfin, bir tek kelimenin yedi vecih üzere okunması ma'nâsına değildir. Ve zâten böyle bir şey mevcud değildir. Bu yedi harf bize göre Kur'ân'ın, tamâmı içinde ayrı ayrı dağılmış olan yedi lehçe üzere inmiş olduğudur. Bu takdirde bunlardan birinci harf, bir kabilenin lugatıyle (yani lehçesiyle), ikincisi, birinciden başka olan diğer bir kabilenin lehçesiyle, üçüncüsü ilk ikisinden başka olan diğer bir kabilenin lehçesiyle olur ve böylece yediye ulaşır. Bu yedi ka­bilenin bazısı bu inişde diğerinden daha bahtlı ve Kur'an'ın kendi lehçeleriyle inmesinde diğerinden daha çok paylıdır. [140]
29- Ebû Ubeyd şöyle dedi: Kelbî, Ebû Sâlih'den o da, İbn Abbâs’dan onun şöyle dediğini rivayet etmiştir:
“Kur'ân yedi lügat (yedi leh­çe) üzerine indi. Bu yedi lugattan beşi, Hevâzin'den el-Acr'ın lugatıyledir”.
Ebû Ubeyd şöyle dedi: El-Acr (diye isimlenenler) Es'ad İbn Bekr, Haysem İbn Bekr, Nadr İbn Muâviye oğulları ile Sakîf kabîlesidir. Bun­lar Havâzin'in alyâsı yani en yükseği, en şereflisidirler. Amr İbnu’l-Alâ bunlar hakkında: “Arabın en fasîh dillileri Havâzin'in alyâsıdır, en aşağısı da Temîm yani Dârim oğullarıdır” demiştir. İşte bundan dolayıdır ki Umer: “Bizim Mushaflarımızda başkası değil ancak Kureyş gençleri yahud Sakîf gençleri yazı yazdırırlar” demiştir. İbn Cerîr: “Son iki lügat Kureyş ile Huzâadır” demiştir. Bunu Katâde, İbn Abbâs'dan rivayet et­miştir, lâkin Katâde (118) İbn Abbâs (68) a kavuşmamıştır. [141]
30- Ebû Ubeyd şöyle dedi: Bize Hüşeym, Husayn İbn Abdirrahman'dan o da, Uheydullah İbn Abdillah İbn Utbe'den şöyle tahdîs etti: “İbn Abbâs'a Kur'ân'dan sorulurdu da İbn Abbâs sorulan her şey hakkın­da şiir inşâd ederdi”. Ebû Ubeyd: Ya'nî İbn Abbâs inşâd ettiği şiir ile Kur'ân'ın tefsiri üzerine şâhid getiriyordu dedi. [142]
31- Ebû Ubeyd şöyle dedi: Bize Hüşeym, Ebû Bişr'den o da, Saîd'den yahud Mucâhid'den o da, İbn Abbâs'dan tahdîs etti. İbn Abbâs “Ve'1-Leyli ve mâ vesaka (o geceye ve onun derleyip topladığı şeye)” [143] kavli hak­kında bu “ve mâ cemea” demektir deyipKad ittesakne levyecidne saikan: Eğer bir sürücü bulsalardı muhakkak toplanırlardı,” mısraını inşâd etmiştir.
32- Bize Hüşeym tahdîs etti. Bize Husayn, İkrime'den o da, İbn Ab­bâs'dan tahdîs etti. İbn Abbâs: “Fe izâ hum bi's-sâhira (ki o zaman onlar hemen toprağın yüzündedirler)” [144] kavli   hakkında: “es-Sâhira, yer yüzü demektir” dedi ve şunu ilâve etti: “Ummeyetu'bnu Ebî's-Salt şöyle demiştir: [145]
Onların yanında derya eti ve arazî  (hayvanının)  eti vardır.”[146]
33- Bize Yahya İbn Saîd, Sufyân'dan o da İbrahim İbn Muhacir’den tahdîs etti ki İbn Abbâs şöyle demiştir:
“Ben “Fâtıri's-Semâvâti ve'l-Ard” [147] ın ne olduğunu bilmiyordum. Nihayet bana iki bedevî geldi, onlar bir kuyu hakkında birbirleriyle nizâlaşıyorlardı. Biri: “Ene fatartuhâ, ene ibtede'tuhâ (onu ben yardım, ilk defa yarmağa ben başla­dım”) dedi. [148]
34- İmâm Ebû Ca'fer İbnu Cerîr et-Taberî, yukarıda geçenlerden bir bölük şey îrâd ettikten sonra şöyle dedi; sahîh ve sabit olan şudur: Kur'ân'ın inmiş olduğu lisân, Arab lisanlarının hepsi değil, onlardan bir kısmıdır.   Çünkü Arab lisanları ve lehçeleri, hepsini sayıp ihata etmekten âciz kalınacak derecede yediden çok fazla olduğu ma'lum olmuştur. Sonra bir kimse: “Bu yedi harfin ma'nâsı, sana muhalefet edenlerin ileri sürdüğü emr, zerc, tergîb, terhîb, kasas, mesel ve diğer kaviler olmayıp da senin söylediğin yedi lehçe ma'nâsına olduğuna dâ­ir burhanın nedir? Hem sen bu muhalif sözün kailinin ümmetin sele­finden ve imamların hayırlılarından olduğunu da bilmişsindir?” derse ona şöyle cevâb verilir: “O sözü söyliyenler, yukarıda zikri geçen ha­berlerin te'vîli  (yani ma'nâsı) senin ileri sürdüğün gibi onlar bunu sâdece Kur'ân'ın inmiş olduğu yedi harf hakkında söylemiş oldukları­nı iddia etmemişlerdir ki o söz bizim sözümüze muhalif olsun. Onlar ancak Kur'ân'ın yedi harf üzere indiğini haber vermişler, bununla da hem yedi lehçe üzerine inmiş olduğunu, hem de kail oldukları vechile söyledikleri şeyi kasdederler.
Onların bu neviden söyledikleri şeyin, benzeri bize Rasûlullah'dan ve bir sahâbî cemaatından “Kur'ân cennetin yedi kapusundan indi” şek­linde rivayet edilmiştir. Nitekim bu yukarıda geçmişti.
Taberî bununla Ubeyy İbn Ka'b ve Abdullah İbn Mes'ûd'un riva­yetinde geçmiş olan “Kur'ân cennetin yedi kapusundan indi” haberini kasdediyor.
İbn Cerîr şöyle devam etti: Cennetden olan bu yedi kapu, içlerin­de emr, nehiy, tergîb, terhîb, kasas ve mesel nevinden bulunan ma'nâlardan ibâretir. Bunlar öyle ma'nâlardır ki amel edici kimse bunlarla amel ettiği, nihâyetlendirilmiş olan hududlarında durduğu zaman Cen­neti hak etmiş olacaktır.
Sonra İbn Cerîr bu konuda sözü geniş söylemiştir ki hulâsası şu­dur: Şâri Ümmetine Kur'ân'ı yedi harf üzere okumaya ruhsat vermiş­tir.
Sonra Mu'minlerin emîri İmâm Osmân ibn Affân  (r.a.)  insanların kıraat hususunda ihtilâf ettiklerini gördüğü ve kelimelerinin dağıla­cağından endîşe ettiği zaman onları bir harf üzerine topladı. İşte o bir harf da şu imâm olan mushaf'dır. İbn Cerîr şöyle dedi: Ümmet bu iş üzerinde Osmân'ın yanında birikti, ona candan itaat etti. Osman’ın yaptığı bu işte ancak rüşd ve hidâyet olduğunu gördü de diğer altı harfle kıraat etmeyi terk eyledi. Âdil olan imamları bunu ken­disine bir tâat kılarak hem kendilerine hem de kendilerinden sonra gelecek olan diğer müstakbel ümmet efradına bir yardım olmak üzere bu altı lehçeyi terk etmeleri hususuna katı bir kararla yönelmişti. Ni­hayet bu altı lehçe örfü ümmetden silindi ve bütün izleri yok oldu. Ar­tık bugün hiç bir kimse için bu altı lehçe ile kıraat etmeye hiç yol yoktur. Zîrâ bunlar iyice silinmişler eser ve nişanları tamamen yok olmuştur...                                                                   
İbn Cerir bu sözlerinin sonuna doğru şöyle dedi: İlim ve irfanı za­yıf olan biri kalkar da: Rasûlullah'ın kendilerine okuttuğu ve okuma­larını emir buyurduğu bir kıraati terk etmeleri onlara nasıl caiz olur? derse böylesine şu cevâp verilir:
Peygamber'in onlara bununla emretmesi vâcib kılma ve farz kıl­ma emri değildi. Bu ancak bir mübah kılma ve ruhsat verme emri idi. Zira bu lehçelerle okumak şayet farz olmuş olaydı bu yedi harfden her biriyle amel olunması vâcib olurdu.[149] Hiç değilse bu vucûb, naklet­mesinde hücceti bulunan, haber vermesi, ma'zireti kesen ve ümmetin kırâatından şüpheyi gideren kimseler yanında mevcud olurdu. Halbu­ki onların bu lehçelerin taşınmasını terk etmeleri hususunda böyle hüccetler vardır. Onların bu lehçelerle okumakda muhayyer kılınmış olduklarına en açık delil de böyledir.
Amma bir harfin ref'i nasb ve cerr yapılması, bir harfin sakin kı­lınması, harekelendirilmesi, şekil ve suret ittifâkıyle birlikte bir har­fin diğer bir harfe nakledilmesi hususlarındaki kıraat ihtilâflarına gelince, bunlar Peygamberin “Bana Kur'ân'ı yedi harf üzere okumaklığım emrolundu” sözünün ma'nâsından ayrıdır. Çünkü bu gibi şeyler­de ihtilâf etmek ümmet âlimlerinden hiç birinin kavlinde küfür değil­dir. Halbuki Peygamber (s.a.v) yedi harf hususunda nizalaşmağa küfrü vâcib kılmıştır. Nitekim bu yukarıda geçmişti. [150]

35- Bize Saîd İbn Ufeyr tahdîs etti. Bize Leys tahdîs etti. Bana Ukayl, İbn Şihâb'dan tahdîs etti, O şöyle demiştir: Bana Urvetu'bnu'z-Zubeyr tahdîs etti. Ona da Mısver ibn Mahrame ile Abdurrahmân ibn Abd el-Kaarî tahdîs etmişlerdir. Onlar da Ömer ibnu'l-Hattâb şöyle derken işitmişlerdir:
“Ben Rasûlullah'ın sağlığında (namazda) Hişâm ibn Hakîm'i el-Furkaan Sûresi'ni okurken işittim. Ve onun okuyuşuna kulak tu­tup dinledim. Bir de baktım ki, Hişâm bu sûreyi Rasûlullah'ın bana okutmadığı birtakım lehçelerle okuyor. Az kaldı namazın içinde onun üzerine atılacaktım. Fakat selâm verinceye kadar güçlükle sabrettim. (Selâm verince kaçırmamak için) hemen ridâsını göğsünün üzerinde toplayıp:
“Senden işitmiş olduğum bu sûreyi sana kim okuttu?” dedim. Hişâm:
“Onu bana Rasûlullah okuttu,” dedi.
“Yalan söyledin. Çünkü Rasûlullah bu sûreyi bana, senin oku­duğundan başka bir lehçe ile okutmuştur,” dedim.
Ve onu yakasından tutarak Rasûlullah'a götürdüm.
“Yâ Rasûlallah! Şunun el-Furkan Sûresi'ni, Sen'in o sûreyi bana okutmadığın birtakım lehçeler üzerine okurken işittim,” dedim. Rasûlullah (s.a.v.) bana:
"Hişâm'ın yakasını bırak" buyurdu. Ona da:
"Yâ Hişâm, oku!" diye emretti.
O da, kendisini okurken işitmiş olduğum kıraati Rasûlullah'a kar­şı okudu. Bunun üzerine Rasûlullah:
"Bu sûre böyle indirildi" buyuruldu. Bundan sonra:
"Yâ Ömer, sen de oku!" diye emretti. Ben de vaktiyle bana okutmuş olduğu okuyuşla okudum. Bana da:
"Bu sûre böyle indirildi. Şübhesiz bu Kur'ân yedi harf (yedi lügat ve yedi lehçe) üzerine indirilmiştir. Bunlardan hangisi kolayını­za gelirse, onu okuyunuz" buyurdu [151].
36- İmâm Ahmed şöyle demiştir: Bize Abdussamed tahdîs et­ti Bize Harb İbn Sabit tahdîs etti. Bize İshâk İbn Abdillah İbn Ebî Talha, babasından o da kendi babasından tahdîs etti. O şöyle demiş­tir:
“Bir kimse Ömer'in yanında (Kur'ân) okudu da okuduğu şeyi Ömer'e karşı aslından başka türlü okudu. Bunun üzerine Ömer: “Ben bunu Rasûlullah'ın huzurunda okudum, fakat o bana bu şekilde başkalaştırmadı” dedi. Râvî dedi ki: “Akabinde Peygamberin yanında birleş­tiler. O kimse Peygamber'e karşı okudu. Peygamber ona:
“Güzel oku­dun” dedi. Râvî dedi ki: Ömer bundan kızdı gibi oldu. Bunun üzerine Rasûlullah:
“Yâ Ömer, şüphesiz Kur'ân'ın hepsi, azâb mağfiret ve mağfiret de azâb yapılmadığı müddetçe doğrudur” buyurdu. [152]

7- Yedi Harfin Manâsı Hakkında Âlimlerin Görüşleri


Alimler bu yedi harfin ma'nâsı hakkında ve bundan ne kasdedildiği hususunda çeşitli görüşler hâlinde ihtilâf etmişlerdir. Ebû Abdil­lah Muhammed İbn Ebî Bekr İbn Ferh el-Ensârî el-Kurtubî el-Mâlikî, tefsirinin mukaddimelerinde şöyle dedi: Âlimler yedi harf ile murad edilen şey hakkında otuz beş görüş üzerine ihtilâf etmişlerdir. Bu görüşleri Ebû Hatim Muhammed İbn Hıbbân el-Bustî zikretti. Biz de bunlardan beş görüşü zikrediyoruz.
1- Bu, içlerinde Sufyân İbn Uyeyne, Abdullah İbn Vehb, Ebû Ca'fer Muhammed İbn Cerîr ve Tahâvî'nin de bulunduğu ilim sâhiblerinin ekserisinin görüşüdür: Bundan murad akbil, taâl ve helümme gibi muhtelif lâfızlarla biribirine yakın ma'nâlardan meydana gelen yedi vecihdir.
a- Tahâvi şöyle dedi: Bu husûsda zikr olunanla­rın en açığı Ebû Bekre hadîsidir. O şöyle demişdir:
“Cibril, Rasûlullah'a geldi ve:
“Bir harf üzere oku,” dedi. Mîkâil hemen:
“Harf sayısını artırma­sını iste” dedi. Müteakiben Cibril:
“İki harf üzere oku” dedi. Yine Mîkâîl:
“Harf sayısını artırmasını iste” dedi. Nihayet yedi harfe ulaşdıktan son­ra:
“Oku, bunların hepsi kâfidir, şafîdir. Ancak rahmet âyetini azâb âyeti ile yahud azab âyetini rahmet âyetiyle karıştırman müstesnadır. Gel ma'nâsına olan helüme, taâl ve akbîl gibi ve git ma'nâsında da izheb, ısra ve accil gibi.”
b- Verkâ, Ebû Necîh'den o da, Mucâhid'den o da, İbn Abbâs'dan riva­yet etti ki Ubeyy İbn Ka'b: “Yevme yequlu’l-munafiqune ve’l-munâfiqâtu li’lleziîne âmenu’nzurnâ neqtebis min nurikum: O günde ki erkek munâfıklarla kadın münafıklar, îmân etmiş olan­lara: Bizi bekleyin, nurunuzdan bir parça ışık alalım diyeceklerdir” [153] âyetinin ikinci kısmını “Lillezine âmenu emhilunâ-Lillezine âmenu ehhirunâ-Lillezine âmenu’rqubunâ” şekillerinde okuyordu. Ve yine “Kullemâ edâe lehum meşev fîhi: Şimşek onları aydınlatınca (ışığı)  içinde yürürler...”[154] âyetini de “Merru fîhi-Se’av fîhi” şeklinde okur idi.[155]
c- Tahâvî ve diğerleri şöyle dedi: “Bu ancak insanların Kur'ân'ı ye­di lugat-yedi lehçe-üzere okumaları bir ruhsat idi. Bu da henüz yazı bilmedikleri, zapt edemedikleri ve sağlam belleyemedikleri için insan­ların çoğuna Kureyş şivesi üzere ve Rasûlullah'ın şivesi üzere tilâvet etmek çok zor olduğundan dolayı verilmişti” Tahâvî, el-Kâdî el-Bâkillânî ve Şeyh Amr İbn Abdilberr şunu ileri sürmüşlerdir: Bu, işin evve­linde bir ruhsat idi. Sonra ma'ziretin zail olması, ezberlemenin kolay­laşması, zabt etme imkânlarının çoğalması ve yazı öğrenilmesi sebe­biyle bu ruhsat nesh edilip kaldırılmıştır.
d- İbn Kesir dedi ki: Bazıları şöyle dedi: İnsanları bir kıraat üzerine toplayan kimse, insanlara ittibâ etmeleri emredilmiş olan râşid halifeler'den biri bulunan Mü'minlerin Emîri Osmân İbn Affân'dır. O, insanları bir kıraat üzerine ancak, onların kırâatda ümmeti dağıl­maya ve biribirini tekfir etmeye kadar götürebilecek olan ihtilâflarını gördüğü için toplamıştır. Ve onlar için, Peygamber'in hayatındaki son Ramazanda Cibril'in Rasûlullah ile karşılaştırma ve mukabele yap­mış olduğu son arza'ya göre İmâm Mushaflar tertîb ettirmiş ve bu tek kırâatdan başkasını okumamalarını ve artık içinde bir ge­nişlik bulunan ve fakat ayrılık ve ihtilâfa götüren o ruhsatla hiç meş­gul olmamalarını kesin olarak onlara emretmiştir. Nitekim Ömer İbnu'l-Hattab da, insanlar biri biri ardınca yapmağa gittikleri ve çok yaptıkları için, birleştirip bir defada söylenmiş olan üç talâkı, onlara üç talâk kılmıştı da: Eğer biz, bir defada söylenmiş olan üç talâkı yine bir talâk olarak infaz edeydik, bizim bu hükmümüz, bu çirkin âdeti on­larda devamlı kılardı, demişti.
e- Ve yine bunun gibidir ki Ömer, hac ayları dışında Beyt'i ziyaret etmek kesilmesin diye hac ayları içinde temettü yapmayı nehyeder idi. Ebû Mûsâ temettü yapmayı mubah kılıp durduğu halde Mü'minlerin Emîrine uymak için ve el-eimmetu'l-mehdiyyûn'a yani hi­dâyete erdirilmiş imamları dinlemek ve itaat etmek için kendi fetvasını terk etmişti.[156]
2- Kuran yedi harf üzere indi, bundan maksad Kur'ân'ın hepsi yedi harf üzere okunur demek değildir. Lakin bazısı bir harf yanı bir lehçe üzere, bazısı da diğer bir lehçe üzere okunur.
a- El-Hattabı öyle dedi: Bazan Kur'ân'ın bir parçası teker teker lugatlar yanı kelimeler olarak yedi şekilde okunabilir. Nitekim Yüce Allah'ın “’Abede’t-tâğut”[157] ve “Yerte’ veyel’ab”[158] kavilllerinde böyledir.
b- El-Kurtubî: Ebû Ubeyd, bu görüşe gitti. İbn Atiyye de bu görüşü tercih etti dedi. Ebû Ubeyd; Bu husûsda lehçelerin bazısı diğerlerin­den daha bahtlıdır dedi.
c- El-Kâdî el-Bâkillâni de şöyle dedi: Osmân'ın “Kur'ân Kureyş lisâniyle indi” demesinin mânâsı, Kur'ân'ın büyük kısmı Kureyş lisâniyle indi demektir. Kur'ân'ın hepsini temâmen Ku­reyş lugatiyle olduğuna delîl sabit olmadı. Yüce Allah: “Kur'ânen arabiyyen” [159] dedi de. “Kur'ânen Kuraşiyyen” demedi. Arab ismi, ka­bilelerin hepsini tam bir ihata edişle içine alır, ya'nî Hicaz'ını da Yemen'ini de.
d- Eş-Şeyh Ebû Amr İbn Abdilberr de böyle kail olub şöyle dedi: Çünkü sahih bir çok kıraâtlarda meselâ hemzelerin tahkikle okun­ması gibi Kureyş lügati dışında lügat mevcûddur. Zira Kureyş hemzeli telâffuz etmez. İbn Atiyye de dedi ki: İbn Abbâs: Ben “Fâtırı's-semâvâti ve'l-ard” [160] ın ma'nâsını bilmezdim. Nihayet bir bedevîden işittim ki o bir kuyu için onu kazmaya ben başladım yerine “ene fetartuhâ” diyordu, demiştir.
3- Kur'ân'ın yedi lugatı-lehçesi- kabilelerinin kendi lehçelerinde biribirlerine muhalefet etmelerine rağmen hassaten Mudar kabileleri­ne münhasırdır. Çünkü Osmân: “Kur'ân Kureyş lugatiyle indi” demiş­tir. Kureyş ise neseb âlimlerinden gelen sahîh kavle göre en-Nadr İbnu'l Haris oğullarıdır. Nitekim bunu İbn Mâce'deki ve diğerlerindeki ha­dîs de söylemektedir.[161]
4- Bunu el-Bâkıllânî, bazı âlimlerden hikâye etti. Bütün kıraat vecihleri yedi şeye dönmektedir. Bunlardan biri, harekesi değişmeyen, sureti ve ma'nâsı da değişmeyendir: “Veyedîku sadrî veyedika[162] gibi.
İkincisi, sureti değişmeyip mânâsı değişendir: “Feqâlu Rabbenâ bâid vebeade beyne [163] gibi.
Yahud ihtilâf bazan bir harf ile sûretde ve mânâda olur: “Nunşizuhâ venunşiruhâ” [164] gibi.
Yahud da mânâ bâkî kalmakla beraber ihtilâf bir kelime ile olur: “Ke’l-ıhni’l-menfuş ev ke’s-sufi’l-menfuş”[165] gibi.
Yahud hem kelimenin hem de ma'nânın ihtilâfiyle olur: “Vetalhin mendud-vetal’in mendud” [166] gibi.
Yahud öne geçmek ve arkaya kalmak suretiyle olur: “Vecâet sekratu’l-mevti bi’l-haqqi ev vecâet sekratu’l-haqqi bi’l-mevti” [167] gibi.
Yahud ziyâde ile olur: “Tis’un ve tis’une ne’aceten-unsâ”[168] gibi.
Şu iki âyet dahî bu sonuncuya misâl yapıldığı söyleniyor:
“Veemmâ’l-ğulâmu fekâne kâfiran vekâne ebevâni mu’mineyni”[169]
“Feinna’llahe ba’de ikrâhihinne Ğafurun Rahîmun”[170].
5- Yedi harfle kasd edilen, Kur'ân'ın mânâlarıdır ki onlar da emir nehy, va'd, vaid, kasas, mücâdele ve misâllerdir. Îbn Atiyye şöyle dedi: Bu görüş zaîfdir. Çünkü bunlar harfler diye isimlendirilmezler Ve ke­za icma'da, genişletmenin helâlin helâl kılınması ve ma'nâlardan her hangi bir şeyin tağyir edilip değiştirilmesi hakkıhda vâki, olmamış ol­masıdır. El-Kâdî el-Bâkıllânî de bu husûsda bir hadîs getirmiş ve son­ra: Bunlar, Peygamberin sahâbîlere kendisiyle kıraat etmeyi caiz kılmış olduğu şeyler değildir demiştir.[171]

8- Yedi Harf-Yedi Kıraat


Kurtubî şöyle dedi: Medâvûnî, İbn Sufre ve daha başka bir çok âlimlerimiz şöyle dediler: Şu (bilâhare) meşhur olan yedi kıraat, sa­hâbîlere kıraat etmeleri hususunda genişletilme yapılıp ruhsat veril­miş bulunan yedi harf değildir. Şimdiki meşhur kırâatlar o yedi harfden sâdece bir harfe dönücüdür. O bir harf de Osmân'ın Mushaf'ı üzerinde toplamış olduğu harfdir. Bunu İbnu'n-Nahhâs ve başkaları söylediler.
Yine Kurtubî şöyle dedi: Bu sonraki meşhur yedi kıraat imamından her biri diğerinin kırâatına cevaz ve icazet vermiştir. Ve kendine nisbet edilmiş olan kıraati da ancak kendi nazarında en güzel ve en lâyık olduğundan dolayı tercih etmiştir.
Yine Kurtubî şöyle dedi: Bütün müslümanlar, memleketlerin hep­sinde bu kıraat imamlarının kıraat çeşitlerinden görüp rivayet ettik­leri ve hakkında kitaplar yazdıkları şeyler arasında usûlüne göre sahih olan kırâatlara itimad etmek üzere icmâ' ve ittifak etmişlerdir. Ve bu icmâ' doğru olan üzerinde sabit olup hiç fasılasız devam etmektedir. Böylece Allah'ın Kitabı muhafaza etme va'di de hâsıl olmuştur. [172]

9- Kur'ân'ın Te'lîfi[173]


1- Bize İbrâhîm İbn Mûsâ tahdîs etti. Bize Hişâm İbn Yûsuf haber verdi. Onlara da İbn Curayc haber verip şöyle demiş­tir: Ve [174] bana Yûsuf İbn Mâhek haber verip şöyle dedi:
“Ben Mü'minlerin annesi Âişe'nin yanında idim. Derken onun yanına Iraklı bir kimse çıkageldi de:
“Kefenin hangisi daha hayırlıdır?” dedi. Âişe:
“Yazık sana! (Artık ölümünden sonra hislerin bâtıl olduğu için) sana hangi şey zarar verebilir ki?” dedi. Bu sefer o Iraklı zât:
“Ey mü'minlerin annesi, bana kendi Mushaf'ını göster,” dedi. Âişe:
“Niçin?” diye sordu. O zât:
“Ben ümîd ederim ki, Kur'ân'ı senin Mushaf'ına göre te'lîf ede­rim. Çünkü Kur'ân te'lîf edilmiş olmayarak okunuyor,” dedi. Âişe:
“ Diğer sûrenin kıraatinden evvel Kur'ân'ın hangi sûresini oku­muş olsan sana ne zarar verir ki? Kur'ân'dan ilk nazil olan Mufassal'dan, içinde cennet ve ateş zikrolunan bir sûredir. Nihayet insanlar İslâm'a döndükleri zaman, helâl ve haram nazil oldu. Şayet ilk evvel "Şarab içmeyin" yasağı inseydi, insanlar elbette: "Biz ebeden şarâbı bırakmayız," derlerdi. Ve şayet yine ilk evvel "Zina etmeyin" yasağı inmiş olsaydı, insanlar muhakkak: "Biz zinayı ebeden bırakmayız," di­yeceklerdi. Yeminle söylüyorum ki, ben henüz oyun oynayan bir kız çocuğu iken Mekke'de Muhammed'e: "Beli’s-sâatu meviduhum ve's-sâatu edhâ ve emerru=Daha doğrusu onlara va’d olunan asıl vakit, o saattir. O saat daha belâlı ve daha acıdır"[175] inmiştir, el-Bakara ile en-Nisâ Sûreleri ancak ben Peygamber'in yamndayken in­mişlerdir, dedi.
Râvî dedi ki: Bundan sonra Âişe, o Iraklı için Mushaf'ı meyda­na çıkardı ve o şahsa sûrenin -bir rivayette: Sûrelerin- âyetlerini imlâ ettirip yazdırdı [176].
2- Burada te'lîften maksad, sûrelerin tertibidir. Bu Iraklı zât evvelâ hangi kefen daha hayırlı ve daha fazîletlidir diye sormuştur. Âişe de ona, bu, sorulmağa, kasd edilmeğe ve hazırlanmağa itinâ gös­terilmesi gerekmiyen şeylerdendir. Çünkü bunda fâidesiz külfete girme vardır. O zamanın insanları Irak ahâlîsini suallerde meşakkate ve zor­luğa düşürmekle vasıflıyorlardı. Nitekim onlardan biri Abdullah İbn Ömer'e; elbiseye bulaşan sivrisinek kanını sormuştu da İbn Ömer: “Şu Irak ahâlîsine bakın, kendileri Rasûlullah'ın kızının oğlunu öldürmüş oldukları halde sivrisineğin kanını soruyorlar!” demişti. İşte bundan do­layı ki Âişe o Iraklı ile konuşurken sorduğu şeyin mühim bir iş olduğu­nu zannetmesin diye kelâmda ciddiyet ve cehd göstermemiştir. Yoksa İmâm Ahmed ve sünen sâhibleri Semure ve İbn Abbâs'dan şu hadîsi ri­vayet etmişlerdir: Rasûlullah (s.a.v): “Beyaz elbiselerinizden giyiniz ve ölü­lerinizi de beyaz bezler içine kefenleyiniz, çünkü beyaz bezler daha te­miz ve daha hoştur” buyurdu. Tirmizî bu hadîsi iki cihetten de yani iki tarîkden de sahîhdir demiştir. Sahîhaynda da Âişe'den şu hadîs vardır: O şöyle demiştir: “Rasûlullah Suhûl'e mensûb üç beyaz bez içinde kefen­lendi, bu kefenler içinde gömlek ve başlık yoktu.” Bu hadîs Kitâbu'l-Cenâiz de kefen babında yazılmıştır.
Sonra o Iraklı zât, Âişe'ye Kur'ân'ın tertibinden sordu. Böylece büyük bir suâle geçti. Ve Âişe'ye Kur'ân'ı te'lîf edilmemiş olarak, yâni sûreleri sıralanmamış olarak okuduğunu haber verdi. Bu, Mü'minlerin Emîri Osmân'ın bugün meşhur olan tertîb üzere te'lîf edilmiş olan ''İmâm Mushafları'' etrafa göndermesinden ve bu Mushafları lâzım kılmasından önce idi. Allah en iyi bilendir. İşte bunun için Âişe, o kimseye:
“Kur'ân'ın sûrelerinden hangisi ile başlasan sana zarar vermez. Şüphesiz ilk inen sûre, içinde cennet ve cehennem zikredilen sûredir”, diye haber vermişti.
Bu sûre İkra' Sûresi değilse, Âişe'nin, içinde va'd ve vaîd bulunan el-Mufassal sûrelerinin cins ismini irâde etmiş olması muhtemeldir...
Sûreler içinde âyetlerin tertibine gelince, bunda hiçbir ruhsat yoktur; bu, takrîri yukarıda geçtiği gibi, tamâmıyle Rasûlullah tarafından yapılmış tevkîfî bir iştir. Bundan dolayı Âişe, o şahsa bu hususta bir ruhsat vermedi. Fakat ken­di Mushaf'ını o şahıs için ortaya çıkardı ve ona sûrelerin âyetlerini imlâ ettirdi ve Allah en iyi bilendir.[177]
3- Âişe'nin: “Hangi sûreden başlasan bu sana zarar vermez” sözü bazı sûreleri öne geçirilse yahut geriye bırakılsa bunun mekruh olmıyacağına delâlet eder.[178] Nitekim buna sahîhde rivayet edilmiş olan Huzeyfe hadîsi de­lâlet etmektedir. Rasûlullah (s.a.v.) gece namazı kıyamında el-Bakara sû­resini, sonra en-Nisâ'yı sonra da Âlu-İmrân'ı okumuşdur.[179]
4- el-Kurtubî, Ebû Bekr İbnu'l-Enbârî'den Kitâbu'r-Redd'de onun şöyle dediğini hikâye etmiştir: Kim öne geçirilmiş bir sûreyi geriye alır yahut geriye bırakılmış diğer sûreyi öne geçirirse âyetlerin nizâmını bozan, harfleri ve âyetleri tağyir eden kimse gibidir. Halbuki onun dayanağı sadece Osmân Mushaf'ına ittiba etmektir. Çünkü Osmân mushaf'ı, meşhur olan o ma'lum tarz üzerine tertîb edilmiştir.
Zahir olan, sûrelerin tertibi bir dereceye kadar Osmân'ın reyine dö­nücüdür. Bu da İbn Abbâs'ın Osmân'a Berâe sûresinin evvelinde Besmele'yi terk etmesini sormasında ve Osmân'ın el-Enfâl'i uzun sûreler­den olarak zikretmesinde zahirdir. Bu hadîs Tirmizî'de ve diğerlerinde sağlam, kaviyy bir isnad ile gelmiştir.[180]
Biz Ali'den de onun, Kur'ân'ı nuzûl sırasına göre tertîb etmeye az­metmiş olduğunu zikretmiştik.[181]
Ve yine bunun el-Kâdî el-Bâkıllânî, Ali'nin Mushaf’ının evveli İkra' bismi rabbikellezi halak... sûresi olduğunu, İbn Mes'ûd'un Mushaf’ının evveli Elhamdulillâhi rabbilâlemîn sonra el-Bakara, sonra en-Nisâ şeklinde muhtelif ter­tîb üzere olduğunu ve Ubeyy'in mushafının evvelinin de yine Elhamdu lillâhi... sonra en-Nisâ sonra Âlu İmrân sonra el-En'âm sonra el-Mâide sonra bu şekilde ihtilâf üzere olduğunu hikâye etti.[182]
5- el-Kâdî el-Bâkıllâni şöyle dedi: Sûrelerin Mushaf içinde bu gün bulundukları sıra üzerine tertibi sahâbilerin ictihâdiyle olması muhtemildir. Mekkî de Berâe sûresinin tefsirinde böyle zikretti ve: Âyetlerle sûre evvellerinde besmele'nin tertibine gelince, bu Peygamber tara­fından yapılmıştır dedi.
6- İbn Vehb bir taife içinde şöyle demiştir: Ben Süleyman İbn Bilâl'den işittim şöyle diyordu: “Rabîa'ya
“el-Bakara ile Âlu İmrân niçin öne geçirildi, halbuki bunlardan önce seksen küsur sûre inmişdir?” diye soruldu. O da:
“Bu iki sûre öne geçirildi ve Kur'ân da Kur'ân'ı te'lîf eden yüce zât tarafından gelen bir ilim üzere te'lîf olun­du. Sahâbîler de bunu böylece bilmek üzerinde icmâ' ve ittifak eylemiş­lerdir. Ve işte bu ilim, en son kendisine varılıp dayanılan ve kendisi hiç bir şeyden sorumlu tutulamıyan yüce zâttandır” demiştir.[183]
7- İbn Vehb yine şöyle dedi: “Ben Mâlik'den işittim: “Kur'ân ancak sahâbilerin Peygamber'den dâima işitip durdukları sıraya göre te'lîf olunmuştur” diyordu. Ebu'l-Hasen İbnu Battal da şöyle dedi: “Biz hassaten sûrenin resimde ve yazıda te'lîfini bulmaktayız. Ve bu tertîb namaz içinde, Kur'an'da ve Kur'ân'a yönelip ezberlemek de vâcibdir” diyen bir kimse bilmiyoruz. El-Kehf sûresini el-Bakara'dan evvel, veya el-Hac sûresini el-Kehf'den son­ra gerek ağızdan gerek kitabdan olsun almak ve anlamak hiç bir kim­seye helâl olmaz diyeni de bilmiyoruz. Sen Âişe'nin: “Önce hangisini oku­muş olsan sana zarar vermez” sözünü görmüyor musun! Peygamber de namazda bir rek'atda sûreyi okur sonra diğer rek'at içinde de öncekinde okumuş olduğu sûreden başka sûre okur idi. [184]
8- Hattâbî şöyle dedi: Amma İbn Mes'ûd ile İbn Ömer'den, onla­rın Kur'ân'ı ters çevrilmiş olarak okumayı kerîh görmüş oldukları ve: “Bu, Kur'ân'ın altının üstüne çevrilmesidir” [185] dedikleri rivayetine ge­lince onlar bu söz ile sûreyi ters çevirerek okuyan ve okumaya sûrenin sonundan başlayıp evveline doğru sürdüren kimseyi kasdetmişlerdir.[186]
9- Bize Âdem, Şu'be'den o da Ebû İshakdan tahdîs etti. O şöyle demiştir: Ben Yezîd oğlu Abdurrahmân'dan işittim, o şöyle dedi: Ben İbn Mes'ûd'dan işittim, o, Benû İsrâîl (yânî el-İsrâ), el-Kehf, Meryem, Tâhâ ve el-Enbiyâ Sûreleri hakkında, “bu sûreler ilk atiklerdendirler, bunlar kadîm sûrelerdendirler,” diyordu [187].
10- Bize Ebu'l-Velîd tahdîs etti. Bize Şu'be tahdîs etti. Bize Ebû İshâk, el-Berâ'dan işiderek haber verdi. El-Berâ İbn Âzib (r.a.): “Ben “Sebbih isme Rabbike'1-A'lâ” sûresini Peygamber (s.a.v.) in Medine'ye gelmesinden evvel öğrendim” diyordu.[188]
11- Bize Abdan, Ebû Hamza'dan o da, el-A’meş'den tahdîs etti. Şakîk şöyle demiştir: Abdullah İbn Mes'ûd:
“Yemîn olsun ben Peygamber (s.a.v.) in her bir rek'at içinde ikişer ikişer okumakda olduğu en-Nezâiri [189] bir birine benzer sûreleri kat'î olarak bilmişimdir” dedi. Abdullah hemen kalktı. Onunla beraber Alkame de içeri girdi. Alkame dışarı çıkınca biz ona bu nezâiri sorduk. Alkame:
“İbn Mes'ûd'un te'lîfi üzere el-mufassal gurubunun evvelinden yirmi sûredir. Bun­ların sonu hâ mîm'lerden hâ mîm ed-Duhân ve amme yetesâlûnedir,” dedi.[190]
12- İşte İbn Mes'ûd'dan gelen bu te'lîf garîbdir, Osmân Mushaf’ına muhâlifdir. Çünkü Osmân Mushafındaki el-mufassal gurubu el-Hucurât sûresinden Kur'ân'ın sonuna kadar olan kısımdır. Ed-Duhân sûresi buraya hiç bir vechle girmez. Buna da delil İmâm Ahmed'in rivayet et­tiği şu hadîstir:
3- Bize Abdurrahman İbn Mehdî tahdîs etti. Bize Abdul­lah İbn Abdirrahman et-Tâi, Osmân İbn Abdillah İbn Evs es-Sakafî'den o da, dedesi Evs İbn Huzeyfe'den tahdîs etti. O: “Ben hey'et hâlinde Pey­gambere gelen kimselerin içinde bulundum” dedi ve hadîsin tamamını zikretti. Bu hadîsin içinde şu fıkra da vardır: Peygamber yatsıdan sonra uyumayıp onlarla beraber sohbet ve lâkırdı ederdi. Derken bir gece yanımıza gelmesi gecikti, yanımıza gelmedi. Nihayet yatsıdan sonraki bu bekleyiş bize uzun geldi. Râvî dedi ki: Biz:
“Yâ Rasûlallah bizden seni alakoyan nedir?” diye sorduk.
“Bana ansızın Kur'ân'dan bir hızb geliverdi. Onu tamâmiyle yerine eriştirip muhkemleştirinceye kadar dışarıya çık­mak istemedim” buyurdu. Râvî dedi ki: Sabaha çıkdığımız zaman Rasûlullah’ın sahâbîlerine:
“Sizler Kur'ân'ı nasıl hizib hizib topluyorsunuz?” diye sorduk. Onlar:
“Biz Kur'ân'ı, üç sûre, beş sûre, yedi sûre, dokuz sûre, on üç sûre hâlinde hiziblere topluyoruz. el-mufassal hizbi de, kâf sûresinden sona erişinceye kadardır,” dediler.[191]

10- Mushaf'ı Noktalama Ve Harekeleme:


1- Bunu ilk emreden Halîfe Abdulmelik İbn Mervân'dır (66/85), akıbinde bu işe Vâsıt’ta bulunduğu sırada el-Haccâc girişti. Ve el-Hasenu'l-Basrî ile Yahya İbn Ya'mer'e emr etti de onlar bu işi yaptılar denilir. Ve yine Mushafı ilk noktalayan kimse Ebu'l-Esved ed-Duelî'dir de deni­liyor. Ve zikrettiler ki Muhammed İbn Sîrînin bir Mushaf'ı vardı ve bu mushafı Muhammed İbn Sîrîn için Yahya İbn Ya'mer noktalamıştı ve Allah en iyi bilendir.
2- Haşiyeler üzerine aşr: on işaretlerinin yazılmasına gelince, bu iş de yine Haccâc'a nisbet edilir, bir de hayır bunu ilk yapan Me'mûn’dur denildi. Ebû Amr ed-Dânî (444), İbn Mes'ûd'un Mushafda Ta'şîr: onlama işaretleri koymayı kerîh gördüğünü ve bunları dâima kazıdığını hi­kâye etti. Bunu Mucâhid de kerîh görmüşdür. İmâm Mâlik: Mürekkeble olursa be's yoktur, amma boya katılmış renklerle olursa caiz olmaz de­miştir. İmâm Mâlik ana mushaflarda sûrelerin evvellerinde sûre âyetlerinin sayılmasını da kerîh gördü. Amma çocukların öğrenmelerine mahsûs mushaflarda olursa bunda bir be's görmem demiştir.[192] Katâde (118): Evvelâ başladılar ve noktaları koydular sonra Tahmis: beşleme işaretlerini koydular sonra onlama işaretlerini koydular demiş­tir.
3- Yahya İbn Kesîr: “İlk ihdas ettikleri noktalamadır. O Kur'ân için bir nurdur. Sonra âyetlerin sonlarındaki yuvarlak noktaları ihdas ettiler. Sonra da sûre başlangıçları ve sûre bitimlerini ihdas ettiler” demiştir.
4- İbrâhîm en-Nehaî: “Fulan sûrenin başlangıcıdır” demeyi hoş görmedi ve bunların yok edilmesini emretti de şöyle dedi: “İbn Mes'ûd: “Allah'ın Ki­tabına ondan olmıyan şeyleri karıştırmayın” dedi.
5- Ebû Amr ed-Dânî; “Son­ra müslümanlar burada ve diğer yerlerde hem ana mushaflarda ve hem de diğerlerinde bunun cevazı üzerinde ittifak etmişlerdir,” dedi.

11- Cibril Kur'ân'ı Peygamber’e Arzederdi


1- Mesrûk, Aişe'den; o da Fâtıma aleyhi's-selâm'dan şöyle demiştir: Peygamber (s.a.v.) bana gizlice şöyle söyledi:
"Her sene Cibril, Kur'ân'ı benimle bir kerre mukaabele ederdi. Bu sene iki defa mukaabele eyledi. Öyle sanıyorum ki, ecelim yaklaşmıştır" [193].
2- Bize Yahya İbn Kazaa tahdîs etti. Bize İbrahim İbn Sa'd, ez-Zuhrî'den o da, Abdullah'ın oğlu Ubeydullah'dan tahdîs etti. İbn Abbâs (r.a.) şöyle dedi: Peygamber (s.a.v.) hayırda in­sanların en cömerdi idi. En cömerd olduğu zaman da ramazân ayın­da idi. Çünkü ramazân ayı çıkıncaya kadar Cibril her gece O'nunla mulâkî olur, Rasûlullah da Kur'ân'ı Cibril'e arzeder idi. İşte bundan dolayı Cibril, Peygamber'e kavuştuğu zaman, Peygamber hayırda, esmesi maniaya uğramayan rüzgârdan daha cömerd olurdu [194].
3- Bize Hâlid İbn Yezîd tahdîs etti. Bize Ebû Bekr, Ebû Husayn'dan o da, Ebû Sâlih'den tahdîs etti. Ebû Hureyre şöyle dedi:
“Cibril, Peygamber'e Kur'ân'ı her sene bir defa arzederdi. Peygamber'in vefat ettiği yıl içinde O'na iki defa arzetti. Peygamber her sene on gün i'tikâf ederdi. Ruhunun kabzolunduğu yılda ise yirmi gün i'tikâf etti.” [195]

12- Peygamberin Sahâbîlerinden Meşhur Olan Kur'ân Üstâdları[196]


1- Bize Hafs İbn Ömer tahdîs etti. Bize Şu'be, Amr'dan o da, İbrahim'­den o da, Mesrûk'dan tahdîs etti. Abdullah İbn Amr, Abdullah ibn Mes'ûd'u zikretti de:
“Ben Abdullah ibn Mes'ûd'u sevmekte devam edeceğim; Pey­gamber (s.a.v.)'den: "Kur'ân'ı şu dört kimseden alınız: Abdullah ibn Mes'ûd'dan, Sâlim'den, Muâz ibn Cebel'den ve Ubeyy ibn Ka'b'dan" derken işittim, dedi.”[197]
2- Bize Ömer İbn Hafs tahdîs etti. Bize ba­bam tahdîs etti. Bize el-A'meş tahdîs etti. Bize Şakık İbn Seleme tahdîs edip şöyle dedi: Bize Abdul­lah ibn Mes'ûd bir hutbe îrâd etti de şöyle dedi:
“Allah'a yeminle söylüyorum ki, ben Rasülullah'ın ağzından yetmiş küsur sûre almışımdır. [198] Yine Allah'a yeminle söylüyorum ki, Peygamber'in sahâbîleri, be­nim onların en hayırlısı olmadığım hâlde Allah'ın Kitâbı'nı en iyi bilenlerinden olduğumu muhakkak bilmişlerdir.”
Şakîk dedi ki: “Ben topluluk içindeki dâirelerde oturdum da ne söylüyorlar diye dinliyordum. İbn Mes'ûd'un sözünün gayrisini söy­leyen bir tek reddedici işitmedim.”[199]
3- Bize Muhammed İbn Kesir tahdîs etti. Bize Sufyân, el-A'meş'den o da, İbrahim'den tahdîs etti. Alkame şöyle dedi:
“Biz Hımıs'ta bulunuyorduk. İbn Mes'ûd Yûsuf Sûresi'ni okudu. Bir kimse:
“Sûre böyle nazil olmadı,” dedi. İbn Mes'ûd:
“Ben Rasûlullah'ın huzurunda okudum da O bana
"Güzel okudun" buyurdu, dedi. Ve o şahısta şarâb kokusu buldu. Bunun üzerine:
“Sen Allah'ın Kitâbı'nı yalanlamakla şarâb içmeyi bir araya mı topluyorsun?” dedi ve o şahsa şarâb içme cezası uyguladı.”[200]
4- Bize Ömer İbn Hafs tahdîs etti. Bize babam tahdîs etti. Bize el-A'meş tahdîs etti. Bize Müslim tahdîs etti. Mesrûk, şöyle dedi: Abdullah (r.a.) şöyle dedi:
“Kendisinden başka ilâh olmayan Allah'a yemîn ile söylüyo­rum, Allah'ın Kitâbı'ndan hiçbir sûre inmedi ki, ben onun nerede indirildiğini bilir olmayayım; yine Allah'ın Kitâbı'ndan hiçbir âyet indirilmedi ki, ben onun ne hakkında indirildiğini bilir olmayayım. Eğer Allah'ın Kitâbi'nı benden daha iyi bilir, kendisine develerin ulaştırabileceği bir kimsenin mevcûd olduğunu bileydim, muhakkak bi­ner, ona giderdim.” [201].
5- Ebû Ubeyd de şöyle dedi: Bize Mus'ab İbnu'l-Mıkdâm, Sufyân'dan o da, el-A'meş'den o da, Amr'dan tahdîs etti. Peygamber (s.a.v): “Her kim Kur'ân'ı indirildiği gibi tap tâze ve güzel okumak isterse onu İbnu Ummi Abd'ın kıraati üzere okusun” buyurmuşdur.[202]
6- İmam Ahmed'in Müsned'inde Ebû Hureyre'den: Rasûlullah (s.a.v): “Her kim Kur'ân'ı indirildiği gibi tab taze ve güzel okumayı severse onu İbnu Ummi Abd'ın okuyuşu üzere okusun” buyurduğu sabittir.[203]
7- Bize Hafs İbn Ömer tahdîs etti. Bize Katâde tahdîs edip şöyle dedi: Ben Enes ibn Mâlik'e:
“Peygamber(s.a.v.)'in zamanında Kur'ân'ı cem' edenler kimlerdir?” diye sordum. Enes:
“Dört kişidir; hepsi de Ensâr'dandır: Ubeyy ibn Ka'b, Muâz ibn Cebel, Zeyd ibn Sabit ve Ebû Zeyd,” dedi.
Bu hadîsi el-Fadl, Hüseyin ibn Vâkıt'tan; o da Sumâme'den; o da Enes'ten isnâdıyle rivayet etmesinde Hafs ibn Ömer'e mutâbaat eylemiştir.[204]
8- Bize Ma'lâ İbn Esed tahdîs etti. Bize Abdullah İbn'l-Musennâ tah­dîs etti. Bize Sabit ile Sümâme, Enes İbn Mâlik'den tahdîs etti. O şöyle demiştir:
“Peygamber (s.a.v) vefat etti. Kur'ân'ı şu dört kişiden başkası toplamadı: Ebu'd-Derdâ, Muâz ibn Cebel, Zeyd ibn Sabit ve Ebû Zeyd.”
Enes: “Ve biz, bu Ebû Zeyd'e vâris olduk,” dedi (Çünkü bu Ebû Zeyd, Enes'in amcası idi ve zürriyet bırakmamıştı)[205].
9- Bu hadîsin zahiri, sahâbîlerden sâdece bu dört kişiden başkasının Kur'ân'ı cem' etmemiş olduğudur. Halbuki hadîsin ma'nâsı böyle de­ğildir. Aksine, hakkında hiç şüphe edilmeyen hakikat; Kur'ân'ı Muhacirlerden de bir çok kimselerin cem' etmiş bulunduklarıdır. Belki Enes'in maksadı Ensâr'dan bu dörtden başkası Kur'ân'ı cem' etmedi demektir. Ve işte bunun için muttafakunaleyh olan birinci rivayette Ensâr'dan bu dört kişiyi zikretmiş ve onlar da: “Ubeyy İbn Ka'b'dır...” diye saymıştır. Buhârî'nin yalnız olarak rivayet ettiği hadîslerden olan ikinci rivayette ise Ebu’d-derdâ, Muâz İbn Cebel, Zeyd İbn Sabit ve Ebû Zeyd vardır. Bun­ların hepsi meşhur kimselerdir. Ancak bu Ebû Zeyd meşhur değildir. Zira o ma'rûf değildir ve ancak bu hadîste tanınmadır. Onun isminde de ih­tilâf edilmiştir: Vâkıdî: “Onun ismi Kays İbnu's-Seken İbn Kays İbn Zeûrâ İbn Haram İbn Cündüb İbn Âmir İbn Ganem İbn Adiyy İbni'n-Neccâr'dır” dedi. İbnu Numeyr ise: “Onun İsmi, Sa'd İbn Ubeyd İbni'n-Nu'mân İbn Kays İbn Amr İbn Zeyd İbn Umeyye'dir, Evs kabîlesindendir” dedi. “Bunlar Evs'den Kur'ân'ı cem' eden iki kişidir” denildi. Bunu Ebû Ömer İbn Abdilberr hikâye etti. Bu ise uzak bir görüşdür. Vâkıdî'nin kavli ise daha sahihdir. Çünkü o zât Hazreclidir. Zira Enes: “Biz ona vâris olduk” de­miştir, onlar ise Hazrec kabîlesindendirler. Lâfızların birinde Enes: “Ebû Zeyd benim amucalarımdan idi” demiştir.
Katâde de Enes'in şöyle de­diğini nakletti:
“Ben iki kabile ile Evs ve Hazrec kabîleleriyle övünüyo­rum. Evs kabîlesi “Meleklerin yıkadığı Hanzala İbn Ebî Âmir bizdendir, arı cemaatının -yahud arkadan esen rüzgârın- himaye etmiş olduğu Âsim İbn Sabit bizdendir, ölümünden dolayı Arş'ın titrediği Sa'd İbn Muâz bizdendir, şâhidliği iki erkeğin şâhidliğine denk kılınan Huzeymetu'bnu Sabit bizdendir” dedi. Buna karşı Hazrec kabîlesi de: “Bizden dört kişi var ki bunlar Rasûlullah'ın zamanında Kur'ân'ı cem' etmişler­dir: “Ubeyy İbn Ka'b, Muâz İbn Cebel, Zeyd İbn Sabit ve Ebû Zeyd” dedi. İşte bunun hepsi Vâkıdî’nin sözünün sahîh olduğuna delâlet etmektedir. İşte bu Ebû Zeyd, birkaç kişinin zikrettiğine göre Bedr’de hâzır bulun­muştur.
Musa İbn Ukbe (141)de ez-Zuhrî'den naklen: “Ebû Zeyd Kays İbn's-Seken, Hicretten sonra onuncu senenin başında Ebû Ubeyd köp­rüsü gününde öldürüldü” demiştir.
Muhacirlerden de Kur'ân'ı cem' eden kimselerin bulunduğuna delil şudur: Ebû Bekr es-Sıddîk ki Rasûlullah onu, kendi hastalığı zamanında bütün muhacirler ve ensâr topluluğu üzerine imâm yapıp öne geçirmiş­tir. Halbuki Rasûlullah: “Bir topluluğa onların içinde Allah'ın Kitabını en iyi okuyanları imamlık eder” buyurmuştur. Öyleyse eğer Ebû Bekr onların içinde Allah'ın Kitabını en iyi okuyan kimse olmuş olmayaydı Rasûlullah onu sahâbiler topluluğu üzerine imâm yapıp öne geçirmezdi. Bu ifâde eş-Şeyh Ebu'l-Hasen Ali İbn İsmâîl el-Eş'arînin takrir ettiği muhakemenin mazmunudur. Bu takrir def edilemez ve bunda şüphe de olunamaz. Hafız İbnu's-Sem'ânî (615) bu husûsta bir risale cem' etmiştir. Ben de bunun takririni Müsnedu'ş Şeyhayn'da genişletmişimdir.
Kur'ân'ı tamâmiyle cem' eden Muhacirlerden biri de Osmân İbn Affân'dır. O yakında zikredeceğimiz gibi Kur'ân'ı bir rek'atda okumuşdur. Bunlardan bir diğeri Ali İbn Ebî Tâlib'dir. Onun, Kur'ân'ı indiriliş sırasına göre cem' ettiği söylenir. Biz bunu daha evvel takdim etmiş bu­lunuyoruz. Onlardan bir diğeri Abdullah İbn Mes'ûd'dur. Onun: “Allah'ın Kitabından hiç bir âyet yok ki ben o âyetin nerede indiğini ve ne hak­kında indiğini bilmiş olmıyayım. Şayet Allah'ın Kitabını benden daha iyi bilir ve kendisine bineklerin ulaştırabileceği bir kimse bileydim el­bette binip o zâta giderdim” dediği de daha önce geçmişti.
Onlardan bir diğeri de Ebû Huzeyfe'nin himayesinde olan Sâlim'dir. O necîb seyyidlerden ve nakîb imamlardan idi, Yemâme harbinde sahiden öldürülmüştür.
Yine onlardan biri, derya âlim, Rasûlullah'ın amucası oğlu ve Tercemânu'l-Kur'ân olan Abdullah İbn Abbâs'dır. Mucâhid'in şöyle dediği yukarıda geçmişti: “Ben Kur'ân'ı iki kerre İbn Abbâs'a arz ettim, her bir âyetin yanında duruyor ve kendisine o âyetin ma'nâsını soruyordum.”
Yine onlardan biri Abdullah İbn Amr'dır. Nitekim en-Nesâî ile İbn Mâce, İbn Cüreyc'den o da, Abdullah İbn Ebî Muleyke'den o da, Yahya İbn Hakîm İbn Safvân'dan olmak üzere şu hadîsi rivayet etmişlerdir: Abdullah İbn Amr: “Ben Kur'ân'ı cem' ettim ve her gece kıraat ettim. Benim Kur'ân'ı her gece okumam haberi Rasûlullah'a ulaştı da o: “Kur’ân'ı bir ay içinde okuyup hatmet” buyurdu demiştir. Râvi bu hadîsin tamamını böylece zikretmiştir.[206]
10- Bize Sadaka İbnu'1-Fadl tahdîs etti. Bize Yahya, Sufyân'dan o da, Habîb İbn Ebî Sâbit'den o da, Saîd İbn Cubeyr'den tahdîs etti. İbn Abbâs dedi ki: Ömer şöyle dedi:
“Alî bizim en iyi hüküm verenimizdir; Ubeyy de bizim en iyi okuyanımızdır. Bizler ise, Ubeyy: "Ben onu Rasûlullah'ın ağzından aldım, binâenaleyh ben hiç­bir neshedici şeyden dolayı Rasûlullah'tan almış olduğum okuyuşu terketmem" der olduğu hâlde, Ubeyy'in kavlinden bir kısmını mu­hakkak terketmekteyiz. Ubeyy: Yüce Allah şöyle buyurdu: "Mâ nensah min âyetin ev nense'hâ ne'ti bihayrin minhâ ev mislihâ” [207] şeklinde okurdu[208]








[1] el-Mâide: 5/48.
[2] Buhari, Fedailu’l-Kur’an, 1. (ta’lik)
İbn Abbâs'ın "el-Muheymin" lâfzının tefsiri hakkındaki sözüne gelince, Buhâ­rî bununla el-Mâide Sûresi'nde Yüce Allah'ın Tevrat ve İncîl'in zikrinden son­raki şu kavlini murâd etmiştir:
"Sana da hakk olarak Kitâb'ı, kendinden evvelki kitabı tasdîk edici (ve doğrultucu) ve ona karşı bir şâhid olmak üzere gönder­dik, o hâlde aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet..." (el-Mâide: 5/48).
İbn Abbâs bir rivayette "Muheyminen aleyhi", "Şehîden aleyhi" (yânî "Onun üzerine bir şâhiddîr") şeklinde söylemiştir.
"Heymene"nin aslı "Hıfzetmek" ve "Gözetmek"tir... Yüce Allah'ın isim­lerinde de "el-Muheymin" (el-Haşr: 59/23) vardır. Bu, herşey üzerine şâhid, herşeyi bakıp gözetici ve muhafaza edici demektir.
Kur'ân'ın diğer peygamberlerin kitâbları lehine veya onlar üzerine şehâdeti bir gerçektir. Ehli kitâbın ilâhî kitâbdan bir nasibe mazhar kılındıkları hâlde kendilerine hatırlatılan şeylerden büyük bir payı tahrif ettikleri ve unutmuş olduklan, Kur'ân'ın şehâdeti cümlesindendir. Ve yine onların kendi kitâblarının hepsini muhafaza edemedikleri, muhafaza etmekte olduklarının bir kısmını da­hî tahrif etmiş bulundukları hususu da bu şehâdet cümlesindendir.
[3] İsimlerden sonraki bu rakamlar hicrî tarihe göre ölüm yılını gösterir. Yanlamasına bir çizgi ile ayrılmış iki rakam  olursa birincisi hicrî, ikincisi milâdî tarihi gösterir.
[4] İbn Kesir, Fedailu’l-Kur’an.
[5] İbn Kesir, Fedailu’l-Kur’an.
[6] el-Haşr: 59/23.
[7] İbn Kesir, Fedailu’l-Kur’an.
Bu, lâfzın tefsiridir. Mânâ şudur: Kur'ân'ın, diğer peygamberlerin kitâbları lehine veya onlar üzerine şahadeti bir gerçekdir. Ehl Kitabın, ilâhî kitâbdan bir nasibe mazhar kılındıkları halde kendilerine hatır­latılan şeylerden büyük bir payı tahrif ettikleri ve unutmuş oldukları, Kur'ân'ın şahadeti cümlesindendir. Ve yine onların kendi kitâblarının hepsini muhafaza edemedikleri, muhafaza etmekde olduklarının bir kısmını da tahrif etmiş bulundukları hususu da bu şahadet cümlesin­dendir.
İşte bunların hepsi, o kitâblardan bir çok şâhidlerin te'yîd etmek­de bulunduğu bir hakîkatdir.
[8] Haddesenâ tabiri luğatda “bize söyledi” demek olabilirse de hadis ıstılahında üstadın talebesine veya hâzır bir meclise, elindeki kaynakdan hadisleri Peygamberden itibaren kimlerin kimlerden aldıklarını, alma tarz ve ifâdelerini aynen tekrar edib sıralıyarak bizzat takrir edib söylemesini yani “bize Fulân hadîs söyledi” demeyi ifâde eder. Türkçede tam karşılığı bulunmadığı ve hadîsin kuvvetini bildirmede önemli bir ıstılah olduğu için “bize tahdîs etti” şeklinde muhafaza edildi. Elmalılı merhum da böyle kullanmışdır: Hakk Dîni, VIII, 5881, 6123...
[9] Buhari, Fedailu’l-Kur’an, 1 (1).
Bu hadîsi Buhârî, Müslim'den ayrılıb yalnız başına rivayet etmiştir. Ancak bu hadîsi, en-Nesâî de, Şeybân İbn Abdirrahmân, o da Yahya İbn Kesîr, o da Ebû Seleme hadîsinden olmak üzere rivayet etmiştir.
Peygamber'in Medine'de on sene ikaamet etmesi, hakkında hilaf olmayan hu­suslardandır. Nübüvvetten sonra Mekke'de ikaamet müddeti ise, meşhur olan onüç senedir. Çünkü kendisi kırk yaşında iken O'na vahy indirilmiş, sahîh riva­yete göre de altmış üç yaşında iken vefat etmiştir... İbn Abbâs'm on sayısı üze­rindeki fazlayı, kelâmda kısaltma yapmak için kaldırmış olması muhtemeldir. Çünkü Arablar çok defa konuşmalarındaki kesirleri kaldırırlar. Yahud da Âişe ile İbn Abbâs, Cibril Aleyhisselâm'ın yaklaştırılmasına itibar et­mişlerdir. Zira İmâm Ahmed, Peygambere işin başlangıcında Mîkâil'in yaklaştırıldığı ve kendisine kelimeleri ve diğer şeyleri onun iletir olduğunu, bu devreden sonra da kendisine Cibril'in yaklaştırıldığını ri­vayet etmiştir.
Bu hadîsin Kur'ân'm Faziletleri ile münâsebet ciheti şudur: Kur'ân'ın ilk defa nuzûle başlaması, şerefli bir mekânda ve şerefli bir zamanda vâki' olmuş­tur -ki, o mekân el-Beledu'l-Harâm, o zaman da Ramazân ayıdır- binâenaleyh Kur'ân için hem zaman şerefi, hem mekân şerefi bir yere gelmiştir. İşte bundan dolayı Ramazân ayında Kur'ân tilâvetini çok yapmak müstehâb olur. Çünkü Ramazân ayı, Kur'ân'ın inmeğe başladığı aydır. Ve yine bundan dolayıdır ki, Cibril Kur'ân'ı her sene Ramazan ayında Rasûlullah ile mukaabele ederdi. Ni­hayet Rasûlullah'ın vefat edeceği yıl olunca, Cibrîl Kur'ân'ı te'kîd ve tamâmiyle tesbît etmek için iki defa mukaabele etmiştir. Ve keza bu hadîste Kur'ân'ın bir kısmının Mekkî, bir kısmının Medenî olduğunun beyânı da vardır. Mekkî, hicretten evvel inendir. Medenî ise, ister Medîne'de olsun yâhud ondan başka herhangi bir şehirde olsun, hattâ Mekke'de yâhud Arafe'de olsun, müsâvî ola­rak hicretten sonra inendir...
Bir takım sûrelerin Mekkî olduğu, diğer bir takım sûrelerin de Me­denî olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Diğer bir kısım sûreler hakkında ise ihtilâf etmişlerdir. Bazıları bu Mekkî ve Medenî olma hususunu, kayd altına alınmalarında bazı zorluk ve i'tirazlar bulunan bir takım kaidelere bağlamak istemişlerdir. Bazısı şöyle dedi: el-Bakara ve Âli İmrân müstesna evvelinde mukatta' harfleri bulunan her sûre Mekkî'dir. Nitekim içinde Yâ eyyuhellezîne âmenû bulunan her sûre Medenî'dir. İçinde Yâ eyyühennâsu bulunanın ise Mekkî kısmından ve Medenî kısmından olması muhtemildir. Gâlib olan, bunun Mekkî olmasıdır. Bazan, el-Bakara'daki şu âyetlerde olduğu gibi Medenî olur:
“Ey insanlar, sizi de sizden öncekileri de yaratan Rabbinize ibâdet edin. Tâki takva sahibi olasınız” (Bakara: 2/21)
“Ey insanlar, yerdeki şeylerden, halâl ve temiz olmak şartiyle yeyin. Şeytânın adımlarına uymayın. Çünkü O, size hakıykaten apaçık bir düşmandır” (Bakara: 2/168) (İbn Kesîr).
[10] el-İsrâ: 17/100.
[11] İbn Kesir, Fedailu’l-Kur’an. İbn Kesir dedi ki: Bu sahîh bir isnâddır.
[12] İbn Kesir, Fedailu’l-Kur’an.
[13] İbn Kesir, Fedailu’l-Kur’an.
Bu, Ali İbn Ebî Talha'dan meşhur olan sahîh bir isnâddır. O İbn Abbâs'dan tefsîr rivayet eden İbn Abbâs'ın ashabından biridir.
Medenî kısmında bir takım sûreler zikredilmiştir ki bunların Me­denî olmaları hususunda nazar vardır. Halbuki Hucurât ve Muavvizât da bu kısımda yoktur.
[14] Buhâri'nin ibaresi: Peygamber Ummu Seleme'ye... şeklindedir. Müel­lif İbn Kesir “Ummu Seleme'ye kısmını zikretmedi. Bu suâli soran Peygamber­dir. Maksud, Peygamber Ümmu Seleme'ye, O zâtın Cibril mi, yahud Dıhyetu'bnu Halîfe el-Kelbî (r.a.) kılığına girmiş bir melek mi olduğunu bildirmek için sormuş olduğudur.
[15] Ya'nî Peygamber, Ummu Seleme'nin yanından kalkıb da dedikleri gibi mescide gidince.
[16] Buhari, Fedailu’l-Kur’an, 1 (2).
Buhârî bu hadîsin bir rivayetini Alâmâtu'n-Nübüvve'de (Peygamberlik alâmetleri) bölümünde yine bu şekilde Abbâs İbnu'l-Velîd en-Nersî'den rivayet etti. Müslim de Ümmü Seleme'nin faziletleri bâbı'nda, Abdu'1-A'lâ İbn Hammâd'dan ve Muhammed İbn Abdi'l-A'lâ'dan bunların hepsi de Mutemir İbn Süleyman'dan olmak üzere rivayet etmiştir.. Hadîsi burada getirmekten maksad, Al­lah ile Peygamber arasındaki sefirin Cibrîl olduğudur. O Yüce Allah'ın şu âyetlerde buyurduğu gibi kerîm, vecâhet, celâlet ve mekânet sahibi bir melektir:
"O Kur'ân muhakkak ki Âlemlerin Rabb’indendir. O'nu Ruhu'l-emîn, inzâr edicilerden olasın diye senin kalbine ma'nâsı açık, Arabça bir dil ile indir­miştir. Şübhe yok ki, o Kur'ân, daha evvelkilerin kitâblarında da vardır, İsrâîl oğulları bilginlerinin bunu bilmesi de onlar için bir delîl değil miydi?" (eş-Şuarâ: 26/192-197).
"Muhakkak ki o Kur'ân çok şerefli bir elçinin (getirdiği) kelâmdır. Çetin bir kudrete mâliktir. Arş'm sahibi nezdinde çok itibarlıdır. Orada kendisine itaat olunandır, bir emindir, sizin sahibiniz bir mecnûn değildir" (et-Tekvîr: 81/19-22).
Binâenaleyh yüceliğine hudûd olmayan Rabb, iki kulunu ve iki elçisini, Cibril ve Muhammed'i övmüştür...
Bu hadîsde Müslim'in de beyân etiği gibi Ümmu Seleme için büyük bir fazilet vardır. Çünkü o, bu büyük meleği görmüştür. Keza Dihye İbn Halîfe için dahî bir fazilet vardır. Şöyle ki Cibril çok defa Rasûlullah’a Dihye suretinde gelirdi. Dihye, sureti çok güzel bir zâttı. Kendisi Üsâme İbn Zeyd İbn Harise el-Kelbî'nin kabilesinden idi. On­ların hepsi Kelb İbn Vebere'ye nisbet edilirlerdi. Onlar Kudâa'dan bir kabiledir. Kudâa da bir kavle göre Adnan'dan, bir kavle göre Kahtân'dan, bir kavle göre de kendi kendine bir batndır (soydur). Allah en iyi bilendir. (İbn Kesîr-Fedailu’l-Kur’an).
[17] Buhari, Fedailu’l-Kur’an, 1  (3).
Buhârî bu hadîsi, el-İ'tisâm'da, Abdu'1-Azîz İbn Abdi'llah’dan rivayet etti. Müslim ile Nesâî de beraberce Kuteybe'den, o da Leys İbn Sa'd'dan, o da Saîd İbn Ebî Saîd'den, o da ismi Keysân el-Makbu­rî olan babasından rivayet ettiler.
Hadîsin başlığa uygunluğu "Mu'cize olarak bana verilen ise ancak Allahın ba­na vahyetüğidir" sözünden alınır. Bu hadîs Kur'ân mu'cizesinin bütün peygam­berlere verilenlerden üstünlüğüne ve faziletine delâlet eder. Nevevî şöyle demiştir: Bu hadîsin ma'nâsında ihtilâf edilip şu ma'nâlar ileri sürülmüştür:
a. Her peygambere zamanına göre insanları inanmağa mecbur eden birta­kım mu'cizeler verilmiştir. Benim en büyük ve en açık mu'cizem Kur'ân'dır ki, uslûbundaki belâgati ve ihtiva ettiği medenî, adlî, içtimaî hükümleri i'tibâriyle böyle bir kitâb başka bir peygambere verilmemiştir. Bu cihetle ben peygamber­lerin en çok ümmetlisi olacağım.
b.  Bana bir Kur'ân mu'cizesi verildi ki, o kimseyi sihir ile zann ve hayâle düşürmez. Musa'nın asâ mu'cizesinin Fir'avn'ın sihirbazlarının el çubukluğu ile icra ettikleri şeylere velev ki surette benzediği gibi, hiçbir şeye benzemeyip görenleri "Acaba?" diye düşündürmez ve hatâya düşürmez.
c. Öbür peygamberlerin mu'cizeleri onların hayâtında yaşamış, onlar ölünce mu'cizeleri de son bulmuştur. Onların mu'cizelerini görmek, ancak kendileriy­le yaşayanlara münhasır kalmıştır. Peygamberimizin Kur'ân mu'cizesi ise kıya­met gününe kadar devam edecektir...
Kur'ân insanlara tevatürle nakledilmiştir. İstikbâldeki herbir zaman için de, o indirildiği gibi sapasağlamdır. Kur'ân, benzerini yâhud on sûresinin yâhud bir sûresinin benzerini getirmeleri için insanlığa meydan okumuş, her devirdeki in­sanlar bundan âciz olmuşlardır; bu meydan okuma kıyamete kadar da devam edecektir. (el-İsrâ: 17/88, Hûd: 11/13, Yûnus: 10/3, el-Bakara: 2/23-24).
Bu hadîsde, Kur'ân Mecîd için peygamberlerden her hangi biri­ne verilmiş olan her mu'cize üzerinde ve Yüce Allah'ın indirmiş oldu­ğu her kitâb üzerinde çok büyük bir fazilet ve üstünlük vardır. Bu da hadîsin ma'nâsının şöyle olmasındandır: Hiç bir peygamber yokdur ki ona mu'cizelerden kendi zamanındaki insanların inandıkları kadar ve­rilmiş olmasın. Ya'nî peygamberin insanlara getirdiği ve beşerden ken­disine tabî olanların tabî oldukları şeyler hususunda peygamberin tasdîk edilmesine delîl olan mu'cize verilmiştir. Sonra peygamberler öl­dükleri zaman peygamberlerin ardında insanlar için bir mu'cize kal­mamıştır. Ancak o peygamberlerin tabiîlerinin, peygamberin zama­nında müşahede ettikleri şeylerden hikâye edegeldikleri (şeyler) vardır.
Amma elçilik müessesesinin sonuncusu olan Rasûl Muhammed'e gelince, Allah'ın kendisinden ona verdiklerinin en büyük kısmı, in­sanlara tevatür ile nakl edilmiştir. Binaenaleyh istikbâldeki her bir zaman içinde o, indirildiği gibi sapasağlamdır. İşte bundan dolayı Peygamber: “Peygamberlerin en çok tabii bulunanı olacağımı ümîd ediyorum” buyurdu. Ve böylece vâki' oldu. Çünkü onun tabiîleri, risaletinin umumîliği, kıyametin kopmasına kadar devamı ve mu'cizesinin müstemirr olmasından dolayı diğer peygamberlerin tabiîlerinden da­ha çokdur.
İşte bunun için Yüce Allah şöyle buyurdu:
“Furkan'ı Âlem­lerin bir korkutucusu olsun diye kuluna indiren (Allah'ın şanı) ne yü­cedir” (el-Furkan: 25/1)
“De ki: Andolsun ins ve cinn şu Kur'ân'ın benzerini getirmeleri için bir araya toplansa, birbi­rine yardımcı da olsalar, yine onun benzerini getiremezler” (el-İsrâ: 17/88)
Sonra Yüce Allah muhaliflere karşı Kur'ân'dan on sûreye kadar kısaltma yaptı da şöyle buyurdu:
“Yoksa onu kendisi mi uydurdu di­yorlar? De ki: o halde haydi siz de onun gibi On Sûre getirin düzme ve uydurma olarak. Allah'dan başka kime gücünüz yetiyorsa onları da (yardıma) çağırın, eğer iddianızda doğru söyliyenler iseniz” (Hûd: 11/13)
Sonra Allah meydan okudu da onları Kur'ân'ın benzerinden bir tek sûre getirmelerine çağırdı. Onlar bundan da âciz oldular. Allah bu­yurdu:
“Yoksa onu, (Peygamber) kendiliğinden uydurdu mu diyorlar? De ki: Öyleyse eğer doğru söyleyiciler iseniz siz de benzeri bir sûre ge­tirin. Allah'dan başka gücünüzün yettiği kim varsa onları da (yardı­ma) çağırın” (Yûnus: 10/3)
Yüce Allah benzerini getirin diye meydan okumayı Mekkî sûrelerde ve zikrettiğimiz gibi Medenî sûrede bu makama bu noktaya kasr etti. Nitekim el-Bakara sûresinde şöyle buyurur:
“Eğer kulumuzun üzerine parça parça indirdiğimizden şübhe ediyor­sanız haydi onun benzerinden siz de bir sûre getirin. Allah'dan başka şahidlerinizi de çağırın, eğer doğru söyleyiciler iseniz. Fakat bunu ya­parsanız -ki hiç bir zaman yapamayacaksınız- artık sakının o ateşden ki onun tutamağı (çırası, odunu) insanla o taşdır. O, kâfirler için hazırlanmışdır” (el-Bakara: 2/23-24)
Ve onların, misliyle Kur'ân'a muâraza etmekden âciz olduklarını ve kendilerinin bu muârazayı müstakbelde de yapamıyacaklarını onlara haber verdi.
Halbuki onlar halkın en fasihleri, belagatı, şiiri, ölçülü söz söyle­meyi ve söz çeşitlerini en iyi bilen kimselerdi. Lâkin onlara Allah tara­fından, hiç bir beşer için yapma takati bulunmıyan neviden, sahîh ve faydalı pek çok ilimleri, geçmiş ve gelecek gayblarından bir çok doğru haberleri, sağlamlaştırılmış bir çok âdil hükümleri ihtiva eden gayet fasîh, beliğ, vecîz olan Kelâm gelmiştir. Nitekim Yüce Allah şöyle bu­yurdu:
“Rabbinin sözü doğruluk ve adalet bakımından tam kemâlindedir...” (el-En'âm: 6/115)
[18] İmâm Ahmed. İbn Kesir-Fedailu’l-Kur’an.
[19] el-Cinn: 72/1-2.
[20] Tirmizî bu hadîsi rivayet ettikten sonra: Bu garîb bir hadîsdir. Biz onu ancak Hamza ez-Zeyyât'ın ha­dîsinden olarak tanıyoruz. İsnadı meçhuldür. El-Hârisu'1-A'ver'in hadisinde ise söz vardır demiştir.
İbn Kesir dedi ki: Bu hadîsi rivayet et­mek de Hamza İbn Habîb ez-Zeyyât yalnız kalmamıştır. Bu hadîsi Mu­hammed İbn İshâk da, Muhammed İbn Ka'b el-Kurazî'den o da, el-Hârisu'l-A'ver'den olmak üzere rivayet etmiştir. Binaenaleyh Hamza uhdesinden -za'fından- berî olmuştur. Kendisi hadîsde zaîf bir kimse ise de kırâatda bir imamdır. Bu hadîs ise el-Hârisu'1-A'ver'in rivaye­tinden olmak üzere meşhurdur. Âlimler bu zât hakkında kelâm etmiş­lerdir hatta bazısı onu re'yi ve i'tikâdı cihetinden yalanlamış, yalana nisbet etmiştir. Amma onun hadîsde bilerek yalan söylediği vâki de­ğildir, yokdur. Allah en iyi bilendir.
Nihayet bu hadîsin işinin sonu ve kuvetinin varacağı yer, mü'­minlerin emîri Ali'nin kelâmından olması ve râvîlerden birinin bunu Peygambere ref’ etmekde vehm eylemiş bulunmasıdır. Haddizatında bu güzel bir kelâmdır, hatta Abdullah İbn Mes'ûd'dan o da, Peygam­berden olmak üzere bunun için bir şâhid de rivayet edilmiş oldu­ğundan dolayı sahîh bir hadîsdir.
[21] Bu hadîs, bu vecihden garîbdir. Bunu Muhammed İbn Fudayl da, Ebû İshâk el-Hecerî'den rivayet etti. Bu Hecerli zâtın ismi İbrâhîm İbn Müslim'dir, ki bu zât tabiîlerden biridir velâkin âlimler onun hakkında çok kelâm etmişlerdir: Ebû Hatim er-Râzıy: “Gevşektir, kaviyy de­ğildir” demiş; Ebu'1-Feth el-Ezdîy ise: “Çok ref edicidir, vehmi çokdur” demişdir.
İbn Kesir dedi ki: Allahu a'lem onun bu hadîsi ref et­mekde vehm etmiş olması muhtemildir. Ve bu hadîs ancak İbn Mes'ûd'un kavimdendir, lâkin bu hadîs için diğer bir vecihden bir şâhid de vardır. Allah en iyi bilendir.
[22] İbn Kesir, Fadâilu'l-Kur'ân.
[23] Buhari, Fedailu’l-Kur’an, 1 (4).
Bu hadîsi böylece Müslim de, Amr İbn Muhammed -ki bu en-Nâkıd’dır- den, ve Hasen el-Hulvânî'den ve Abd İbn Humeyd'den rivayet etmişdir, Nesâî de, İshâk İbn Mansûr el-Kevsec'den rivayet etmiştir. Bu râvîlerin dördü de Ya'kûb İbn İbrahim İbn Sa'd ez-Zühri'den bu isnadla rivayet etmişlerdir.
Hadîsin ma'nâsı şudur: Yüce Allah, Rasûlü üzerine her vakit ihtiyâç duyulan kadar azar azar birbiri arkasından vahy indirmiştir. Ve ilk fetretten sonra bir fetret daha vâki' olmamıştır. O ilk fetret de Meleğin ilk evvel "Ikra’ bismi Rabbike" kavliyle inişinin ardından olmuştu ki, bu ilk gelişin ardından vahy bir müddet gecikmişti. Sonra vahy kızıştı ve arka arkaya kesiksiz devam etti. Bu fetretten sonra inen ilk vahy ise "Yâ eyyuhe'l-müddessir kum fe-enzir" Sü­residir.
[24] Buhari, Fedailu’l-Kur’an, 1 (5).
Buhari bu hadîsi de bir çok yerde rivayet etti. Müslim, Tirmizî ve Nesâî de diğer tarîklerden olmak üzere Süfyân es-Sevrî'den ve Şu'betu'bnul-Haccâc'dan, bunların her ikisi de el-Esved İbn Kays el-Abdiy'den o da, Cundub İbn Abdillah el-Becelî'den bunu rivayet ettiler.
Bu hadîs ile bundan evvelki hadîsin Kur'ân'm Faziletleri Kitâbi'nda zikredilmelerindeki münâsebet, Yüce Allah'ın, Rasûlü'ne büyük ihtimamı (onunla meş­gul olması) ve şiddetli mahabbeti olmasıdır. Çünkü vahyi O'nun üzerine arka arkaya devam ettirmiş ve O'ndan vahyi kesmemiştir. Bunun içindir ki, Kur'ân O'na ancak fırka fırka indirilmiştir. Hiç şübhesiz böyle parça parça indirilmesi inayet ve ikramda daha belîğ olur.
Bu rivayette vahyin kesilip gecikmesi, bir iki gecedir. Bir rivayette dört gün­dür. İbn Cureyc'den oniki gün, Kelbî'den onbeş gün, Süddî ve Mukaatil'den kırk gün diye de rivayetler vardır. Onu tamâmiyle bilmek, ancak Rasûlullah’a ait olabilir. Bu ise merfû' olarak rivayet edilmemiştir. Sahîh olarak bilinen şudur: Bir müd­det vahyin gecikmesi vâki' olmuştur. Rasûlullah bundan hüzün ve ıztırâb duy­muş, hâllerinden bu hissedilmiştir. İki üç gece kalkmadığı görülünce O'nun bu hâlini ta'kîb eden müşrikler öyle söylenmeğe bir vesile de bulmuştur. Allah da O'nun kalbine itminan vermek üzere bu sûreyi indirmiştir (Hakk Dîni, VIII, 5885).
[25] Yûsuf: 12/2, Tâhâ: 20/112; ez-Zümer: 39/28; Hâmim Secde: 32/3; eş-Şûrâ: 42/7; ez-Zuhruf: 43/3.
[26] en-Nahl: 16/103; eş-Şuarâ: 26/195; el-Ahkaf: 46/12.
[27] Buhari, Fedailu’l-Kur’an, 2 (Ta’lik).
Buhârî bu âyet parçalarını burada başlığa delîl olarak getirmiştir.
[28] Buhari, Fedailu’l-Kur’an, 2 (6).
Bu hadîs, yakında kendisi üzerine kelâm gelecek olan hadîsten bir parçadır. Buhârî'nin bundan maksadı açıktır. O da Kur'ân'ın Kureyş lügati ile indiği ve Kureyş'in de Arab'ın hulâsası olduğudur.
[29] ... el-İmlâ, İmlâl ma'nâsınadır ki bir adam takrir ve bir diğer kimse yazmaktan, yahud nüshaya bakmıyarak ezberden yazmaktan iba­rettir.  (Kamus Ter.)
[30] İbn Kesir, Fedailu’l-Kur’an. İbn Kesir dedi ki: Bu sahîh bir isnâddır.
[31] ez-ZÖmer: 39/28.
[32] eş-Şuarâ: 26/192-195.
[33] en-Nahl: 16/103.
[34] Fussilet: 41/44.
[35] İbn Kesir, Fedailu’l-Kur’an.
[36] Buhari, Fedailu’l-Kur’an, 2 (7).
Hadîsin bir rivayeti Hacc Kitâbı'nda da geçmişti.
Hadîsin bu baba girme sebebi, Kur'ân'ın ve sünnetin her ikisinin de tek bir vahiyle ve tek bir dille geldiğini tenbîh etmektir denildi. Şöyle de denildi: Buhârî bununla "Biz hiçbir rasûlü kendi kavminin dilinden başkasıyle gönder­medik ki, onlara apaçık anlatsın..." (İbrâhîm: 14/4) âyetinin, Peygamber'in kavmi oldukları için sırf Kureyş'in diliyle gönderilmesini gerektirmediğine, fakat bü­tün Arab'ın diliyle gönderildiğine işaret etmiştir. Çünkü o, onların hepsine gön­derilmiştir. Zîrâ Peygamber kendisine soran bedeviye, sorusunun cevâbı olan vahy indikten sonra, ona anlayacağı şekilde hitâb etmiştir. Bu da vahyin, Kureyşli olsun, gayrisi olsun, her Arab'ın anlayacağı şekilde inmekte olduğuna delâlet etmiştir. Vahy de tilâvet edilir yâhud tilâvet edilmez olmaktan daha umûmîdir.
İbn Battal da şöyle demiştir: Hadîsin başlığa uygunluğu, metluvv olsun, gayrı metluvv olsun vahyin hepsinin ancak Arab diliyle indiğidir. Bu, Peygamber'in Arab ve gayrı Arab bütün insanlara ve daha başkalarına gönderilmiş ol­masını reddetmez. Çünkü vahyin indiği dil Arapça'dır. O da, bunu Arab taifelerine tebliğ etmektedir. Onlar da bunu Arab olmayanlara onların dilleriy­le tercüme.edeceklerdir... (ibn Hacer, Aynî).
[37] Buradaki cem' ile murâd, mahsûs bir cem'dir ki, o da ayrı ayrı yazılmış olan metinlerin sahîfeler içinde toplanması, sonra da bu sahîfelerin bir Mushaf için­de sûreleri tertîb edilip sıralanmış olarak toplanmasıdır. Üç bâb sonra "Kur'ân'ın te'Iîfi babı" gelecektir. Orada bundan maksad ise âyetlerin bir sûre içinde te'Iîfi yâhud sûrelerin Mushaf içinde tertibidir (İbn Hacer).
[38] Metindeki “kad isteharra”, şiddetli oldu, demektir.
[39] el-Lihâf, lıhfe'nin cem'idir. Lıhfe, yazı yazmaya elverişli ince taş lev­hadır. Bu kelime diğer rivayette geldiği gibi iki damma ile luhuf şeklinde de cemi'lenir.
[40] Yânî Zeyd bu âyeti, Peygamber'e vahy yazmakta bulunan kimselerden diğer bi­rinin yanında yazılmış olarak bulamamıştır. Yoksa bu âyeti ondan başkası ez­ber etmemişti demek değildir. Zîrâ bu âyeti pekçok kimseler ezber etmişler de namaz içinde ve namaz hâricinde tilâvet etmekte idiler.
[41] Buhari, Fedailu’l-Kur’an, 3 (8).
Buhari bu hadîsi el-Câmi'u's~Sahîh'in birkaç yerinde getirmiştir. İmâm Ahmed, Tirmizî, ve Nesâî de Zührî'den gelen birçok yollardan olmak üzere bu hadîsi rivayet etmişlerdir.
İşte bu Kur'ân'ı yazılı bulunduğu dağınık yerlerden bir araya toplama işi, Ebû Bekr'İn yap­tığı işlerin en güzeli, en büyüğü ve en azametlisidir... Ebû Bekr, her okuyucunun tamâmını ezber etmeye muktedir olması için Kur'ân-ı Azîm'i yazılı bulunduğu dağınık yerlerinden derleyip kitâb hâlinde topladı. Ve işte bu toplama Yüce Al­lah'ın "Kur'ân'ı biz indirdik biz, onun koruyucuları da şüphesiz biziz " (el-Hıcr: 15/9) kavlinin sırrından olmuştur.
İşte böylece Ebû Bekr es-Sıddîk, hayırları toplamış, şerrli işleri men' eyle­miştir. Allah ondan razı olsun ve onu da razı kılsın. İşte bundan dolayı birçok imamlar Alî ibn Ebî Tâlib(r.a.)'nin: "Mushaflar hususunda insanların en büyük ecirlisi Ebû Bekr'dir. Çünkü Ebû Bekr Kur'ân'ı iki levha arasında toplayanla­rın birincisidir" dediğini rivayet etmişlerdir. Bu, sahîh bir isnâddır. (İbn Kesîr)
[42] İbn Kesir, Fedailu’l-Kur’an.
[43] İbn Kesir, Fedailu’l-Kur’an.
[44] el-Bakara: 2/156.
[45] İbn Kesir, Fedailu’l-Kur’an.
İbn Kesir dedi ki: Bu sened munkatı'dır. Çünkü el-Hasen Ömer'e yetişmemiştir. Bu haberin ma'nâsı, Ömer Kur'ân'ın toplanma­sına işaret ve tavsiye etti de Kur'ân toplandı, bundan dolayı Ömer, Kur'ân'ın ezberlenip muhafaza edilmesi ve toplanması işi üzerine bir müheymin, bir murâkıb oldu demektir.
[46] İbn Kesir, Fedailu’l-Kur’an.
[47] Taibe”, “Ferika” vezninde korktu manasınadır. Yani diğer bir çok rivayetlerde geldiği gibi, Kur'ân'ın yazılı parçalarının tekrar yazılıp toplanmasından evvel hafızların çoğu öldüğü takdirde Kur'ândan bir kısmının zâyi' olabileceğinden korktu.
[48] İbn Kesir, Fedailu’l-Kur’an. İbn Kesir dedi ki: Bu haber munkatı'dır, hasendir.
Muhtemel ki murâd, yazılı metin üzerine şahadettir. Zeyd, Rasûlullah zamanında Kurân'ın hepsini ezber etmiş hafızlardan idi. Ömer de Kur'ân'ı ezbere biliyordu.
[49] Yani Zeyd, âyet getiren kimseye, getirdiği âyeti kimden yazdığını araştırdığına göre, bu âyeti Huzeyme'den başkasının yanında yazılı olarak bulamamıştı. Bundan önceki haşiyede geçti ki bu âyet ezber­lenmiş idi. Çünkü Zeyd, ezberinde tuttuğu ve bilmekte olduğu her şeyden sormakta idi.
[50] İbn Kesir, Fedailu’l-Kur’an. Bu hadîsi sünen sâhipleri rivayet etmiştir, meşhur bir hadîsdir.
[51] İbn Kesir, Fedailu’l-Kur’an.
[52] Burada geçen bazı isimlerin türkçelerini Kamus Tercemesinden verelim:
el-Asib: ... ve şol hurma şahına denir ki doğru ve ince ve bilcümle yaprakları sıyrılıp koparılmış ola. Ve yine şol şahına denir ki üzerinde yaprak bitmemiş ola, yaprak biten şâhına “seâb” derler…
el-Kateb: Cem'i el-Aktâb'dır, ve hassaten devenin semerine denir.
el-Huvâs: Noktalı hâ'nın dammı ile, hurma yaprağına denir müfredi el-Havsa'dir.
el-Ruk'a: Ğurfe vezninde, kağıt ve deri parçasına denir ki üzerine yazı yazılır, cem'i nıka' ve rikâ’ gelir.
es-Seaf: İki fetha ile hurma ağacının dalına denir, bir kavle göre yaprağa denir, ekseri kurusuna denir.
el-Lihâf: Kitâb vezninde ak ve yufka taşlara denir, müfredi temre vezninde “lahfe”dir.
[53] el-Mâide: 5/67.
[54] Müslim tercemesi, IV, 84-88 Peygamberin Haccı babı. Bu hadîsi Müslim, Kitâbu'l-Hac'da Câbir'den rivayet etmiştir.
[55] Müs­lim, Zühd ve Rikâk, et-Tesebbut fi’1-hadîs; Müslim Tercemesi, VIII, 554 (3004)
[56] İbn Kesir, Fedailu’l-Kur’an.
[57] Yânî kitabetin resminde meselâ hemzeli ve gayrisi nev'inden olmakta ihtilâf et­tiğiniz zaman, onu Kureyş dili ve lehçesine uygun olan resimle yazınız. Çünkü Kur'ân, Kureyş lehçesiyle inmiştir. Çünkü Kureyş lehçesi Rasûiullah'ın lehçesidir ve Arab lehçelerinin en fasihidir. Cibril Peygamber'e diğer Arab lügatleri ve lehçeleriyle, Kur'ân'ın tertîli kendilerine kolaylaşsın ve ma'nâsmı düşünmekten alıkoymasın diye, sırf bir ruhsat olarak okumuştur.
[58] Bu emrin hikmeti şudur: Hafsa'nın yanından alınan Mushaf, resmî mushafların istinsah edilip yazılmış oldukları aslî Mushaf'tır. Bu resmî Mushaf'ların top­lanma ve istinsahları hususunda hey'et ferdleri çok ciddî ve samîmi araştırma yapmışlardır. Binâenaleyh resmî Mushaflardan başkalarının var olmasını mübâh kılmaktan, onların bâzısında yanlış bulunması yâhud yalan ve ihtilâf için herhangi bir sebeb bulunması cihetinden endîşe edilirdi.
[59] el-Ahzâb. 33/21. Buhari, Fedailu’l-Kur’an, 3 (9).

[60] el-Menkabe, mimin ve kâfın fethası ile mefharet ma'nâsınadır ki if­tihar etmeğe sebeb olacak fadl, hüner ve meziyyet makûlesine denir. Bahse mevki' olacak haberler, eserler ve mefharelerden ibarettir ki “meslebe”nin zıddıdır. O menkabe sahibidir denilir… (Kamus Tercemesi)
[61] Ahmed, Ebû Dâvûd, Tirmizî, İbn Mâce... İrbâd (r.a.)’dan.
[62] Sâmirîler hakkında şu eserlerde bilgiler bulunur:
Hemen hemen bütün Dinler Tarihi ve Umûmî tarih kitablan ile an­siklopedik eserler.
Kamus Tercemesi, II, 409.
İslâm Ansiklopedisi, X, 148-167.
[63] İbn Kesir, Fedailu’l-Kur’an.
Sahih kitâblarda geldiği gibi, sûrelerin tertibi ancak el-Arzatu'l-Ahîre'deki okunuş üzere tevkifi olmuştur. Yani o arzada okunduğu üze­re Allah tarafından Cebrail'in öğretmesi ve Peygamberin de öylece okuması ile sabit olmuştur.
[64] İbn Cerîr, Ebû Dâvûd, et-Tirmizî ve en-Nesâî, Kitâb sahibi olan imamların bir haylisinin hadîsinden olmak üzere ri­vayet etmişlerdir.
[65] El-Menâr sahibi şöyle dedi: Bu görüş yanlıştır, sûrelerin hepsi hak­kında sahih olmaz, hatta bu görüş bâtıldır. Bazı kimseler sadece bu iki sûre hakkında bu rivayetle amel ederek bu görüşe itimad etti­ler. Halbuki sâdece bu iki sûrenin Osman tarafından tertîb edilmiş olduğu görüşü de yine merdûddur. Ben o görüşü el-Menâr Tefsirin­de, el-Âlûsiden naklettikden sonra şu sözlerimle tenkîd etmişimdir:
Ben derim ki: Osman'ın İbn Abbâs'a cevâbı, Ahmed, üç sünen sâhibleri, İbn Hıbbân ve el-Hâkim'in rivayet etmiş oldukları gibi şu­dur: “Rasûlullah (s.a.v.) üzerine müteaddid sûreler inerdi. Kendisine bir şey indiği zaman yazı yazanlardan bazısını çağırır ve onlara: “Şu âyetler gurubunu, içinde şu ve şu zikredilmekte olan sûrenin içindeki yerine koyunuz”, buyururdu. El-Enfâl sûresi, Medine'de ilk nazil olanlardandı.  Berâe ise Kur'ân'ın son nazil olan sûresi idi. kıssası ötekinin kıssasına benzemektedir. Bu sebeple ben sûreden olduğunu zannettim. Derken Rasûlullah kabzolundu da bunun ondan olduğu hususu bize beyân edilmedi. Bu sebebden dolayı ben bu iki sûre arasını birbirine yanaştırıp bitiştirdim ve aralarına “Bismillahi’r-Ramani’r-Rahim” satırını da yazmadım ve bunları es-Seb'u't-Tuvel  (en uzun yedi sûre) içine koydum.
İşte bu rivâyetden dolayı el-Beyhakıy, el-Enfâl ile Berâe'den baş­ka bütün sûrelerin tertibinin Peygamberden tevkifi olduğu hükmü­ne gitti, Es-Suyûtî de ona. muvafakat eyledi.
Bu görüş şöyle redd edilir: El-Enfâl ile Berâe müstesna diğer bü­tün sûreleri Peygamberin tertîb etmesi ma'kûl olmaz. Peygamberin her sene Ramazan içinde Kur'ân'ın tamamını Cibril'e karşı tilâvet eder olduğu, vefat ettiği yıl boyunca Cibrîl’le Kur'ân'ı iki defa arz ve mukabele eylediği sahih olarak sabit olmuştur. Öyleyse bu arz ve mukabele sırasındaki okuyuşunda bu iki sûreyi nereye koyuyordu? Muhakkak olan, bu iki sûrenin şimdiki yerlerine konulmasının tev­kifi olduğudur. Her ne kadar bu husus Osman'dan kaçmış yahud Osman bu gerçeği unutmuş ise de bu böyledir. Eğer böyle olmasaydı Cumhur ona muhakkak muâraza eder yahud Kur'ân'ın yazılması sırasında onunla bu husûsta münâkaşa ederlerdi. Nitekim bunun böyle olacağı, Kur'ân’ın cem'inden ve her tarafa neşredilip yayılma­sından senelerce sonra İbn Abbâs'dan da rivayet edilmiştir.
Bu hadîse gelince, Tirmizî: Hasendir, biz onu sâdece Avf (İbn Ebî Cemîle) o da Yezîd el-Fârisî'den o da İbn Abbâs'dan sened ile tanırız dedi. Bu Yezîd el-Fârisî meşhur değildir. Onun Yezid İbn Hürmüz mü yahud başkası mı olduğu hususunda ihtilâf ettiler. Sahîh olan, onun Yezîd İbn Hürmüz'den başkası olmasıdır. İbn Abbâs'­dan rivayet etti, Abdullah İbn Ziyâd'dan hikâye etti, onun kâtibi idi. Mushaflar içinde Haccâc İbn Yûsuf'dan da rivayet etti. O, Yahya İbn Maîn’e soruldu da o bu zâtı tanımadı. Ebû Hatim onun hakkında: Lâ be'se bih demişdir.
Bunları Tehzîbu't-Tehzîb'den özetledim. Böyle bir adamın mün­feriden rivayet ettiği hadîsin, Mutevâtir olan Kur'ân'ın tertibi hak­kında tutunulması sahih olmaz.
[66] Müslim, el-Iydeyn, Müslim Tercemesi, III. 53-54 (891), Ebû Vâkıd'dan.
[67] Salâtu'l-Musâfirîn ve kasrihâ, Gece namazında kıraati uzatmanın müstehablığı babı; Müslim Tercemesi II. 422-423ç
[68] Evlâ olan hatta vâcib olan şöyle denilmesidir: Bundan sonra her han­gi bir kimsenin o ilk nüsha içinde bu İmân Mushaflara muha­lif olacak bir şey bulunduğunu iddiaya kalkışmaması için. Çünkü o ilk nüsha dağınık vaziyette bir takım sâhifeler topluluğu görünü­şünde idi. Onlar bir şekil ve bir kıyas, bir ölçü ile kuvvetli yapılmış değildi. Onun için bu sahîfeler topluluğu, ebediyyen bakî kalması maksadı için istinsah edilip ashabın icmâı ile resmileştirilmiş bulu­nan Mushaflar gibi ebedî bir bâkîliğe elverişli bir İmâm mushaf edinilemezdi.
Umûmî haberler gazeteleri, Osman'ın etrafa yolladığı İmâm mushaflardan birinin Rusya kayserleri yanında mahfuz bulundu­ğunu, onların halefi olan Komünistlerin bu mushafı fotoğraf ale­tiyle bir suretini aldıkdan sonra Buhârâ Emîrine hibe ettiklerini nakletmişlerdir. Bir de aslı kaybolup, Emîre ulaşmadı da deniliyor.
[69] Bu haberi Ebû Bekr İbni Ebî Dâvûd, Ebû Hatim es-Sicistânî'den rivayet etti. Ebû Davud'un oğlu bunu Sicistânî söylerken işitmiştir.
[70] İbn Kesir-Fedailu’l-Kur’an.
[71] İbn Kesir-Fedailu’l-Kur’an.
[72] İbn Kesir-Fedailu’l-Kur’an. İbn Kesir dedi ki: Bu sahîh bir isnaddır.
[73] İbn Kesir-Fedailu’l-Kur’an.
[74] İbn Kesir-Fedailu’l-Kur’an.
[75] İbn Kesir-Fedailu’l-Kur’an.
[76] İbn Kesir-Fedailu’l-Kur’an.
[77] el-Gulûl ganimet malından hırsızlık yapmaktır. Onun maksadı, Mekke'de ve hicretin ilk yıllarında Zeyd henüz reşîd olma­dan ve Kur'ân'ı yazmadan önce bu kadar sayıda sûreyi ezberledi­ğini ifâdedir. Yoksa İbn Mes'ûd Kur'ân'ın hepsini ezberlemiş ve yazmıştı. Bu “yetmiş sûre” sözünün aslının “yetmiş kerre” olması da caiz olur.
[78] İbn Kesir-Fedailu’l-Kur’an.
[79] Müslim, Fadâilu's-Sahâbe, İbn Mes'ûd'un faziletlerinden bir bâb; Müslim Tercemesi VII, 372-378, rak. 2462.
[80] İbn Kesir-Fedailu’l-Kur’an.
[81] İbn Kesir-Fedailu’l-Kur’an.
[82] İbn Kesir-Fedailu’l-Kur’an.
[83] İbn Kesir-Fedailu’l-Kur’an. İbn Kesir dedi ki: Bu sahîh bir isnâddır.
[84] İbn Kesir-Fedailu’l-Kur’an. İbn Kesir dedi ki: Bu sahîh bir isnâddır.
[85] Doğru olan, Osman'ın o sahîfeler mecmuasını dâima salâbetli ve bâkî kalacak kuvvetli metin mushaflar içinde toplanmış olduğudur. Sahîfeler içindeki sûrelerin tertîblerine gelince, bu işin hepsi son arza üzerine tevkifi olmuştur. Bu tevkifi oluşu buradaki Sahihayn rivayetinde görürsün. el-Enfâl ve et-Tevbe sûrelerinin bu tertîbden müs­tesna oluşları kabilinden geçen söz ise beyan edildiği gibi zaîf bir görüştür.
er-Rab'a kelimesi hakkında İbn Kesir'in Fadâilu'l-Kurân’ına daya­nılarak şu açıklama verilmiştir.
“Ebû Bekr tarafından hazırlanan nüsha umumiyetle Mushaf ismini alır. (sahîfelerin toplandığı yer, yahud sahîfeler). Fakat bazan da Rab'a ismini alır. Bu kelime hük­me göre 4 sahifelik forma manâsı taşır. İbn Kesir’e göre Rab'a defter­ler mecmuası anlamındadır. Rab'a kelimesi umumiyetle kasa, kutu manâsındadır. El yazması, Kur’an bir kasa içinde muhafaza edildi­ğinden, bu kelimeyle en yüce kutu, Kurân'ı Kerim’i ifâde eden bir ku­tu anlatılıyordu.” (Prof. Muhammed Hamidullah, Kur'ân-ı Kerîm Tarihi ve Türkçe Tefsirler Bibliyografyası s. 49).
[86] İbn Kesir-Fedailu’l-Kur’an.
[87] İşte hakk ve ma'kûl olan ancak budur. O ilk nüshanın telef ve imha edilmesinden maksad, her hangi bir kimsenin kendi karihasından yalan bir söz peyda eylemesinin ve bir kısım insanları şüphe içine atmasının yolunu kapatmaktır. Nitekim bunu söylemiştir.
[88] İbn Kesir-Fedailu’l-Kur’an. İbn Kesir dedi ki: Bu sahîh bir isnâddır.
[89] Buhârî, Müslim. İbn Kesir-Fedailu’l-Kur’an.
[90] İbn Kesir dedi ki: Bu hadiste inkıta vardır.
[91] Muhtemil ki bunun aslı “lillezî yahfazu (:Kur'ân'ı ezber eden kimse için)” şeklindedir.
[92] İbn Kesir-Fedailu’l-Kur’an.
[93] İftiracı râfızîler ve onların azgınları tarafından uydurulmuş olan, “Ali'nin mushafında bir takım ziyâdelikler vardır”, “Mehdi yakında onu ortaya çıkaracaktır” iddiası kabilinden ortaya sürülen bu yay­garalara gelince bunların hepsi Ali ve Ali hanedanı hakkında Al­lah'ın indirdiğinde gizleme yapmak ve Allah'ın indirdiğini ketmedenlerin Allah'ın lanetlemesini hakketmeleri nev'inden şiddetli kötülemeler ihtiva eden bir takım yalanlardır. Allah Rasûlunün ehl Beyti'ni bunların iftiralarından beri kılmıştır. Bu iftiraları ortaya atan iftiracılara Allah la'net eylesin.
[94] Bu yanlış, bunu yazan kâtibin arab olmadığına delâlet eder. Zahir olan, bunu yazan kimse Fars Zındıklarından biridir. Nitekim biz onu diğer haşiyede de görüyoruz.
[95] İbn Kesir-Fedailu’l-Kur’an.
[96] el-Bakara: 2/136.
[97] İbn Kesir-Fedailu’l-Kur’an.
[98] Kendisi için yazdığı mushafı kasd ediyor. Çünkü yazıcılar cemaatı­nın yazmış olduğu mushaflar sahâbîlerin âlimlerine karşı okunmuş­lar ve müteakiben büyük şehirlere tevzi' olunmuşlardır.
[99] İbn Kesir-Fedailu’l-Kur’an.
[100] El-Bakka, Hîre yahud Hit yakınında bir yer ismidir.
[101] El-Hezb  (ve et-Tehzîb): Ağaç ve sâire nesnenin fazlalıklarını kesip izâle ile ıslâh edip pâkize ve hâlis ve münakkah eylemek manasına­dır ki revnak ve letafet ve hüsn kıyafete ifrağ olunur. (Kamus Ter.).
[102] İbn Kesir-Fedailu’l-Kur’an.
[103] İbn Kesir-Fedailu’l-Kur’an.
[104] İbn Kesir-Fedailu’l-Kur’an.
[105] Küttâb, kâtibin cem'idir. Buhârî nüshalarında yazılan ise “Peygam­berin kâtibi bâbı”dır. Buhari bu bâb içinde vahiy katiblerinden Zeyd İbn Sâbit'den başka kim­seyi zikretmedi. Bu da taaccüb olunacak bir şeydir. Sanki Buhârî için bundan başka îrâd edebileceği bir hadîs vâki olmamış gibi, ve Allah en iyi bilendir. Maamafîh bu vahiy kâtibleri konusu, siyer kitabında, Pey­gamberin kâtiblerinin zikri sırasında mevcuddur. (İbn Kesîr, Fadâilu'l-Kur'ân).
Buhârî bu başlık ile yalnızca Zeyd İbn Sâbit'i kasdetmiştir. Çünkü Zeyd vahyi en çok yazan kimse olduğu ve yazma işi ile uğraşıp meşgul olması çok olduğu için ona ahd lamı ile "el-Kâtib" ismini vermiştir (İbn Hacer-Fethu'1-Bârî).
İbn Hacer: İbn Kesîr Buhârî'nin sadece Zeyd'i zikretmiş olmasını müşkil ve karışık bir iş addetmiştir. Çünkü babın başlığını cemi olarak Kuttâb (Kâtibler) diye nakl etmiştir. Bu cemi' şekli ise el-Câmiu's-Sahîh'in nüshalarında ma'rûf olmadı., demek istiyor.
İbn Hacer buradaki hadîsin şerhinde Mekke'deki ve Medine'deki vahy kâtiblerini şöyle zikretti: Peygamber'e vahy yazanlardan bâzıları topluca şunlar­dır: 4 Halîfe, 5. Zubeyr ibnu'l-Avvâm, 6. ve 7. Saîd ibnu'1-Âs ibn Umeyye'nin iki oğlu Hâlid ve Ebân, 8. Hanzalatu'bnu'r-Rabî' el-Esedî, 9. Muaykıb ibn Ebî Fâtıma, 10. Abdullah ibnu'l-Erkam ez-Zuhrî, 11. Şurahbîl ibn Hasene, 12. Ab­dullah ibn Revâha ve diğerleri...
[106] Buhari, Fedailu’l-Kur’an, 4 (10).
Hadîsin başlığa uygunluğu, Ebû Bekr'in Zeyd'e hitaben "Sen Rasûlullah için vahyi yazıyordun" sözündedir. Bu hadîsin bir rivayeti daha önce de geçmişti.
Bu âyetlerin bu suretle Kur'ân'a konulması, sonraları şöyle bir tenkide uğ­ramış ve derin bir incelemeye vesîle olmuştur: "Kur'ân'ın birinci şartı Tevatür iken Zeyd ibn Sabit yalnız Huzeyme'nin yanında bulduğu âyetleri nasıl olup da Mushaf'a koyabilmiş ve Kur'ân'dan sayabilmiştir?" deniliyor ve buna şöyle cevâb veriliyor:
Tevatür vardır-yoktur mes'elesi, Peygamber'in sahâbîlerinden sonraki devre âiddir. Tâbi'î ve Etbâu Tâbi'î zamanlarına nisbetle tasavvur olunur. Sahâbîlere gelince, onlar Peygamber'den herhangi bir âyetin Kur'ân olduğunu işitince, onun Kur'ânlığını kat'î olarak bilirlerdi.
el-Ahzâb ve et-Tevbe âyetlerinin Huzeyme gibi yüksek bir sahâbînin ya­nında bulunması ayrıca bir i'tibâr ve emniyet medarı olmuştur. Bunun için Zeyd ibn Sabit bu hadîsinde Huzeyme'nin yalnız başına şâhidliğini, Rasûlullah'ın iki şahidin şâhidliğine denk ve müsâvî tuttuğunu bildirmiştir.
Bu el-Ahzâb ve Berâe âyetlerinin Kur'ân ayetinin şahitliğinde, Zeyd ibn Sâbit'in zatî fazileti ve ilmî kudret ve i'tibârı da hesâb edilmelidir...
Zeyd bu üç âyeti yalnız kendi ictihâdıyle de Mushaf'a koymuş değildir. O, başkanlık ettiği ilmî şûranın kararıyle hareket etmiştir. En sonra bu şûranın ka­rarı, usulen halifelik makaamının tasdikine arz olunmuş ve neşredilen bir tebliğ ile bütün sahâbîlerin ma'lûmu olup sükûtî bir icmâ' mün'akid olmuştur. Mus­haf dışmda Kur'ân olarak ne bir âyet, ne bir sûre kalmamıştır... Yukarıdaki deliller bu hakikate de zarurî bir ilim ve ıttıla bahşeder (İbn Kesîr, Fadâilu'l-Kur'ân).
[107] en-Nisâ: 4/95.
[108] en-Nisâ: 4/95.
[109] Buhari, Fedailu’l-Kur’an, 4 (11).
Hadîsin başlığa uygunluğu apaçık meydandadır.
[110] Buhari, Fedailu’l-Kur’an, 5 (12).
Buhârî bunun bir rivayetini Bed'u'l-Halk'da da getirdi. Müslim bir defa Yûnus'tan, bir defa da Ma'mer'den, bu ikisi de Zuhrî'den olmak üzere bu tarzda rivayet etti  Müslim, salâtu'l-musâfirîn ve kasrihâ, beyânu enne'l-Kur'ân alâ seb'ati ahrufin; Müslim Ter. II, 462-467.
[111] İbn Kesir-Fedailu’l-Kur’an.
[112] İbn Kesir-Fedailu’l-Kur’an.
[113] İbn Kesir-Fedailu’l-Kur’an.
[114] İbn Kesir-Fedailu’l-Kur’an.
[115] İbn Kesir-Fedailu’l-Kur’an.
[116] Müslim, Salâtu'l-Musâfirîn, beyânu enne'l-Kur'âne alâ seb'ati ahrufin; Müslim Tercemesi II, 462-466
[117] İbn Kesir-Fedailu’l-Kur’an.
[118] İbn Kesir-Fedailu’l-Kur’an. İbn Kesir dedi ki: Bu sahîh bir isnâddır.
[119] el-Beyyine: 98/2-3.
[120] el-Feth: 48/27.
[121] İbn Kesir-Fedailu’l-Kur’an. Bunu Müslim, Ebu Dâvûd ve Nesâî Şu'be'nin riva­yetinden olmak üzere tahrîc ettiler. Müslim, Salâtu'l-musâfirîn ve kasrihâ, beyânu enne'l-Kur'âne alâ seb'ati ahrufin; Müslim Tercemesi II, 462-466.
[122] İbn Kesir-Fedailu’l-Kur’an.
[123] İbn Kesir-Fedailu’l-Kur’an.
[124] İbn Kesir-Fedailu’l-Kur’an.
[125] İbn Kesir-Fedailu’l-Kur’an.
[126] İbn Kesir-Fedailu’l-Kur’an.
[127] İbn Kesir-Fedailu’l-Kur’an. İbn Kesir dedi ki: İşte bu da sahih bir isnaddır. Fakat diğer hadîsçiler bunu tahrîc etmediler.
[128] Bu hadîsi en-Nesâî de el-Yevm ve'l-Leyle kitabı'nda Abdurrahman İbn Muhammed'den o da, İshak el-Ezrak'dan o da, Avvâm İbn Havşebden o da, Ebû İshâk'dan o da Süleyman İbn Surad'dan rivayet etti. Süley­man İbn Surad: Ubeyy İbn Ka'b Rasûlullah'a, okumada ihtilâf etmiş iki adam getirdi, demiş ve hadîsin tamâmını zikretmiştir.
Bu hadîsi böy­lece Ahmed İbn Menî'de, Yezîd İbn Harun'dan o da, Avvâm'dan o da, Ebû İshâk'dan o da, Süleyman İbn Surad'dan o da, Ubeyy'den olmak üzere onun Peygamber'e iki adam getirdiğini... rivayet etmiştir. (İbn Kesir-Fedailu’l-Kur’an.)
[129] Adl ve zabt sıfatlarını hâiz yani sözüne inanılır sika bir râvî tarafın­dan daha sika râvilerin hilâfına olarak rivayet edilen hadîse şâz hadîs denir. Bu muhalefet gerek senedde gerek metinde olabilir. Buna nazaran sika râvilerin rivayet ettiği hadîse mahfuz hadis denir.
Diğer bir tarife göre sika olan râvîsi tek kalıb hiç bir kimse tara­fından mutâbaat olunmıyan hadîse şâz, başkası tarafından mutâbaat olunana da mahfuz elenir.
[130] İbn Kesir-Fedailu’l-Kur’an.
[131] İbn Kesir-Fedailu’l-Kur’an.
[132] İbn Kesir-Fedailu’l-Kur’an. Bu sahîh bir isnâddır, lâkin diğer hadîsciler bunu tahrîc etmemiştir.
[133] İbn Kesir-Fedailu’l-Kur’an. Bunu en-Nesâî de Kuteybe'den o da, Ebû Damra Enes ibn İyâd'dan olmak üzere rivayet etti.
[134] İbn Kesir-Fedailu’l-Kur’an. Bunu Ebû Ubeyd böyle senedinde şekk üzere rivayet etti.
[135] İbn Kesir-Fedailu’l-Kur’an. Bu da yukarıda geçen gibi sahîh bir isnâddır. Diğer hadîsciler bunu tahrîc etmemişlerdir.
[136] İbn Kesir-Fedailu’l-Kur’an.
[137] İbn Kesir-Fedailu’l-Kur’an.
[138] Âlu Imrân: 3/7.
[139] İbn Kesir-Fedailu’l-Kur’an.
[140] İbn Kesir-Fedailu’l-Kur’an.
[141] İbn Kesir-Fedailu’l-Kur’an.
[142] İbn Kesir-Fedailu’l-Kur’an.
[143] el-İnşikak: 84/17.
[144] en-Nâziât: 79/14.
[145] Burada bulunan şahid, vezinli bir mısra değildir. Lisânu'l-Arab'da, İbn Abbâs'ın es-sâhire’yi arz ile tefsir edip şu beyti inşâd eylediği zikredilmiştir:
[146] İbn Kesir-Fedailu’l-Kur’an.
[147] Fâtır: 35/1.
[148] İbn Kesir-Fedailu’l-Kur’an. İbn Kesir dedi ki: Bu sağlam bir isnâddır.
[149] Hâşşâb tab'ı nüshasında bu amel lâfzının tefsiri için: İlim lâfzı var­dır.
[150] İbn Kesir, Taberi'den bu cevâbı kısaltılmış ve bunu Taberî'nin lâfzı ile değil de ma'nâ olarak îrâd etmiştir.
Tahâvî şöyle zikretti: “Yedi harf ile kıraat, işin evvelinde, arab lehçelerinin çeşitliliği ve bütün taifelerin bir tek lehçe ile alma güç­lüğünden dolayı zarurete hass idi. Nihayet insanlar ve kâtibler çoğalıp zaruret kalkınca okuma işi bir tek kırâata döndü”  (Nevevî).
[151] Buhari, Fedailu’l-Kur’an, 5 (13); 27 (63).
Bu hadîsi İmâm Ahmed ve yine Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, en-Nesâî, et-Tirmizî, ez-Zuhrî'den gelen bir çok yollarla rivayet etmişler­dir Ve yine İmâm Ahmed bu hadîsi, Mehdî İbn Mâlik'den o da, Zührî'den o da, Urve'den o da, Abdurrahman İbn Abd (el-Kârî) den o da, Ömer’den olmak üzere rivayet etmiş ve hadîsi yukarıdaki tarzda zikreylemiştir.
Hadîsin başlığa uygunluğu son fıkrası olduğu açıktır. Bunun bir rivayeti Husûmât Kitâbı'nda geçmiş ve orada bâzı açıklamalar verilmişti.
Hadîsin sonundaki "Seb'atu ahruf: Yedi harf" ta'bîri, yedi lügat ve ye­di lehçe ve yedi şîve demektir. Buhârî'nin İbn Abbâs'tan rivayet ettiği hadîse göre Kur'ân başlangıçta bir lügat ve bir lehçe üzerine indirildiği halde -ki bu Kureyş lehçesi idi- Rasûlullah Kur'ân'ın kabileler arasında çabuk yayılması için diğer Arab kabilelerinin lehçeleri üzerine de okunmasını arzu ediyordu. Bu yol­da ısrarlı dualar sonunda yedi kabilenin lehçesi üzerine de okunmasına izin ve­rildi... Kur'ân'ın her kelimesi değil, bâzı kelimeleri yedi lehçe ile okunmuştur. Kur'ân bu suretle yayıldıktan sonra Peygamber'in vefatı yılının ramazânında Cibril'le yapılan el-Arzatu'1-Âhire'de Kureyş lehçesi kararlaştı. Şu da bilinsin ki, bu lehçe farkı, bir nev'ilenmeden ibarettir, ma'nâ yönünden bir çelişki ge­rektirmez. Nitekim Abdullah ibn Mes'ûd: "Ben değişik kabilelerin Kur'ân kı­raatlerini dinledim, hepsini ma'nâ yönüyle birbirlerine yakın buldum. Aranızda Helumme, Akbil demeniz gibi ki, ikisi de Geliniz diye çağrıdan ibarettir" demiştir. Âlimler bu yedi harfin ma'nâsı hakkında çeşitli görüşler ileri sürmüşlerdir:
a. Bundan murâd Akbil, Taâl ve Helumme gibi muhtelif lafızlarla birbiri­ne yakın ma'nâlardan meydana gelen yedi vecîhtir.
b. Bundan maksad, Kur'ân'ın hepsi yedi harf üzere okunur demek değil­dir. Lâkin bâzısı bir harf, yânî bir lehçe üzere, bâzısı da diğer bir lehçe üzere okunur...
c. Kur'ân'ın yedi lügati -lehçesi-, kabilelerin kendi lehçelerinde birbirine muhalefet etmelerine rağmen, hâsseten Mudar kabilelerine münhasırdır. Çün­kü Osmân: “Kur'ân Kureyş lugatiyle indi”, demiştir. Kureyş ise en-Nadr ibnu'l-Hâris oğulları'dır.
d. Bütün kıraat vecihleri yedi şeye dönmektedir: Harekesi değişmeyen, su­reti ve ma'nâsı da değişmeyen, sureti değişmeyip ma'nâsi değişen,...
e. Yedi harften maksûd emir, nehiy, va'd, vaîd... gibi ma'nâlardır... (İbn Kesir).
[152] İbn Kesir-Fedailu’l-Kur’an. İbn Kesir dedi ki: Bu da hasen bir isnâddır. Bu seneddeki Harb İbn Sabit, Ebû Sabit diye künyelenir, biz, onu kusurlu bulup cerh eden kimse tanımıyoruz.
[153] el-Hadîd: 57/13.
[154] el-Bakara: 2/20.
[155] Âlimlerin bazısı bunu şöyle görür: Sahâbîlerin bazısı bu gibi şeyleri bir tefsir olarak söyler, râvilerin bazısı da bunu Kur'ân zannederdi,
[156] Müslim, Hac, ihramdan çıkmanın kaldırılması ve ihramı tamamlamakla emir hakkında bâb; Müslim Tercemesi IV,195-99 1221.
[157] el-Mâide: 5/60.
[158] Yûsuf: 12/12.
[159] Yûsuf: 12/2; Tâhâ: 20/113; ez-Zümer: 39/28; Hâmîm Secde: 32/3; eş-Şûra: 42/7; ez-Zuhruf: 43/3.
[160] Fatır: 35/1.
[161] Eş'as İbn Kays şöyle dedi: Ben Kinde'den gelen heyet içinde Rasûlullah'ın huzuruna geldim. Konuşma arasında ben:
“Yâ Rasûlallah! Biz senin kendimizden olduğunu sanıyoruz” dedim. Rasûlullah da:
“Biz Nadr İbn Kinâne oğullarıyız, bize kazf etmeyin ve bizi ecdadımızdan ayırıp atmayın” buyurdu (Ahmed İbn Hanbel, İbn Mâce).
[162] eş-Şuarâ: 26/13. Ref ile “Yedîku” cumhur kıraatidir. Nasb ile “Enyukezzibuni” kendinden önceki üzerine ma'tûf olarak Ya'kûb kıraa­tidir.
[163] Sebe': 34/19. “Bâid” taleb ve duâ sîğasiyle cumhur kıraatidir. Ayni bâbdan mâzî fiil sîgasiyle “Bâ’ade” Ya’kub kıraatıdır. İbn Kesir, Ebû Amr ve Hişâm, et-teb'îd'den “Be’ııd” okudular. Bu kelime mushafda elifsizdir, böyle olunca meşhur iki kırâata muhtemil olur.
[164] el-Bakara: 2/259. Birincisi zây harfiyle, ikincisi râ harfiyledir. Her ikisi de mütevâtır yedi kırâattandırlar.
[165] el-Kâria: 101/5. el-Ihn, mutlak olarak koyun yünü yahut boyanmışıdır. Sûf lafzıyla olan kıraat mütevâtır değildir. Bunların benzerinde en râcih olan; bunların tefsir olmasıdır.
[166] el-Vâkıa: 56/29. Ayn ile “Tal’ın” kıraati Kur'an'da sabit olmıyan şazze bir kırâatdır ve bu imâm olan mushaf'ın resmine de muhale­fet etmektedir.
[167] Kaf: 50/19. İkincisi, önceki gibi şâzze bir kırâatdır.
[168] Sad: 38/23. “Unsâ” ziyâdesi şâzzedir. Bu da Vâkıı beyan için bir tef­sirdir. Çünkü en-Na'ce zâten dişi olan koyundur. Bundan sonraki iki âyet hakkında da bunun benzeri söyleniyor.
[169] el-Kehf: 18/80.
[170] en-Nûr: 24/33.
[171] İbn Kesir, Fedailu’l-Kur’an.
[172] İbn Kesir, Fedailu’l-Kur’an.
[173] Tek sûrenin âyetlerini toplama yâhud sûreleri tertîbli olarak bir Mushaf'ta toplama.
[174] Buhârî’de de “ve bana haber verdi” tarzında vâv iledir. Hafız İbn Hacer el-Feth'de şöyle dedi:  “Buhârî'nin râvilerinin yanında da böyle­dir. Bunu ne üzerine atf ettiğini bilmedim. Sonra en-Nesefî rivayetinde vâvı düşmüş gördüm. Bu hadîsin tarıklarından vâkıf olduğum şeyde de böyledir”. İbn Hacer, bu vâvın diğer râvîler yanında sehven zik­redilmiş olduğunu kasdediyor.
[175] el-Kamer: 49/46.
[176] Buhari, Fedailu’l-Kur’an, 6 (14).
[177] İbn Kesir, Fedailu’l-Kur’an.
[178] Asılda da böyledir, bundan “lev”in cevabı düşmüş haldedir. Murad, namazda bazısı öne geçirilse yahud geriye bırakılsa bunun mekruh olmıyacağıdır.
[179] İbn Kesir, Fedailu’l-Kur’an. Müslim, salâtü'l-musâfirîn ve kasrihâ, Gece namazında kıraati uzatmanın mustehaplığı, Müslim Ter. II, 422.
[180] Doğrusu, daha önce diğer bir haşiyede takdim etmiş olduğumuz, bu haberin bilhassa Kur'ân'ın tertibi gibi mühim bir konuda hüccet yapılamıyacağı ve sûrelerin Mushaf içinde sıralanışlarının tevkifi ol­duğu velâkin bu tertibin namaz içinde gözetilmesinin vâcib olmıyacağıdır.
[181] Eğer bu sahih ise -ki ben bunun Ali'den sahih olacağını zannetmi­yorum- bununla maksad her bir sûrenin tamamlanmasından sonra sûrelerin Mekkî ve Medenî diye ta'yîn edilip sıraya konmasıdır. Yok­sa sûrelerin tamamlanmasından önce âyetlerinin sıralanması değildir.
[182] İbn Kesir, Fedailu’l-Kur’an.
Bâkıllânî'nin İbn Mes'ûd'un Mushafı’nın evveliyle Ubeyy'in Musha­fı’nın evveli hakkındaki bu iki sözünden maksad, bir tek şeydir. O da bu iki şahsî mushafın evvelinin el-Fâtiha sûresi olduğudur. Her bir râvî bu sûreden sadece birer âyet zikretmiştir. Yoksa o, sahâbilerin, mushaflarının hepsini el-Fâtiha ile başlatmış olduklarına dâir olan icmâ' delili ile bâtıl bir söz olurdu. Zaten Fatiha isminden kasd edilen de ancak bu ma'nâdır.
Sahâbilerin şahsî mushaflarında sürelerin tertîbindeki ihtilâfla­rına gelince, bu husûsdaki rivayetlerin bazısı düşman casusları ta­rafından uydurulmuş olabilir. Bazısının sebebi de şu olabilir. Sahâbîlerin bazısı büyük kürek kemikleri, beyaz taşlar ve diğer şeylerde ayrı ayrı yazılı bulunan metinlerden bir sûreyi toplamayı, diğer sûrenin kemâle gelmesinden önce kemâle erdirir de kendisi bu sûrenin ötekinden önce nazil olduğunu bilir. Bu bilgisinden dolayı o sûrenin, Ubeyy'in icmâ ile Medeni olan Âlu İmrân sûresini yine icmâ ile Mekkî olan el-En'âm'dan öne geçirmesi gibi öne geçirir.
[183] İbn Kesir, Fedailu’l-Kur’an.
[184] İbn Kesir, Fedailu’l-Kur’an.
[185] el-Menkûs baş aşağı çevrilmiş nesneye denir.
Kur'ân'ı menkûsen okuyor” ta'biri bundandır ki sonundan başlıyor Fatiha ile bitiriyor yahud sûrenin sonundan başlıyor ve onu altını üs­tüne getirmiş olarak evveline kadar okuyor demektir. Bunların her ikisi de mekrûhtur. Ancak birincisi çocukları öğretmek hususunda mekruh olmaz (Kamus Ter.)
[186] Bunun misâli ters çevrilmiş olarak hatim kıraati yapmaktır. Kur'ân'­ın hepsini okumak isteyen kimse için, sûreler ancak Mushafın ter­tibiyle okunur. Namaz içinde Kur'anla okuyacağı kısım arasını ayırır, va'z etmek için ise Kur'ân'dan tercih eder.
[187] Buhari, Fedailu’l-Kur’an, 6 (15).
Buhârî bunu yalnız olarak tahrîc etmiştir. Bundan maksad, ibn Mes'ûd'un Mushaf'ındaki bu sûrelerin tertibinin Osmân'ın Mushaf'ları gibi olduğunu zikret­mektir. İbn Mes'ûd'un "Min ıtâki'l-uveli" sözü, "İnmesi kadîm olanlardan" demektir.  "Ve hunne min telâdî" sözü de "İlk kazanılanlardan ve ezber edilenlerdendir" demektir.
[188] Buhari, Fedailu’l-Kur’an, 6 (16).
Bu, sıhhatinde Buhârî ile Müslim'in ittifak ettiği bir hadîstir. Bu hadîs, hicret hadîsinden bir parçadır. Bu hadîsten maksad "Sebbih isme Rabbike'l-a'lâ"nın hicretten evvel inmiş Mekkî bir sûre olduğunu ortaya koymaktır. Ve Allah en iyi bilendir (İbn Kesîr).
[189] Bir rivayette “kad”sız olarak “le alimtu” şeklindedir.
En-Nezâir'den murad manalarında birbirine benzeyen sûrelerdir. Hamîm'ler ve el-mufassal gurubu gibi.
[190] Buhari, Fedailu’l-Kur’an, 6 (17).
Bu el-Câmiu's-Sahîh'in ravîsi olan Ebû Zerr'in rivayetidir. Bundan başka olan Buhârî nüshalarında Hâ mîm ed-Duhân ve Amme Yetesâelûne sözleri düşmüştür.
[191] İbn Kesir, Fedailu’l-Kur’an. Bu hadîsi Ebû Dâvûd ve İbn Mâce, Abdurrahman İbn Ya’la et-Tâî'nin oğlu Abdullah'ın hadîsinden olmak üzere tahrîc etmişlerdir.
[192] İmâm Mâlik'in, tilâvet için yazılacak mushaflarda sahâbîlerin resmi­ne (yani yazısına) uymanın vucûbuna, öğretimi kolaylaştırmak için sırf ta'lim mushaflarında da sonradan geliştirilmiş olan resmin mubahlığına kail olması da bunun benzeridir. Onun garazı tilâvet mushaflarının, sahâbîlerin aslını muhafaza etmek için, üzerinde ittifak etmiş oldukları İmâm mushaf gibi olmaları vâcib olur demektir. Onun buradaki sözü tabiîlerin ve onlardan sonrakilerin âyet sayıla­rını kendi mushaflarında rakamlarla tesbît etmiş olduklarına delâ­let eder. Çünkü bu rakamlar ne lâfızda ne ma'nâda bir seçilememezlik meydana getirmez. Rakamların Tefsir kitaplanna konulması ise daha da iyidir. Çünkü bu, müracaata ve anlamaya yardım eder.
[193] Buhari, Fedailu’l-Kur’an, 5 (Ta’lik).
Buhârî bunu burada muallak olarak zikretti. Alâmâtu'n-Nübüvve'de ve diğer yerlerde senedini de tam olarak getirmiştir.
[194] Buhari, Fedailu’l-Kur’an, 7 (18).
Bu hadîsin bir rivayeti Sahîh'in evvelinde Vahy Kitâbı'nda geçmişti. Bu, şahit­liğinde ittifak edilmiş hadîslerdendir.
[195] Buhari, Fedailu’l-Kur’an, 7 (19).
Bu hadîsi Ebû Dâvûd, en-Nesâî ve İbn Mâce de Ebû Bekr İbn Ayyâş'dan o da, Ebû Husayn Osmân İbn Âsım'dan gelen başka tariklerle rivayet etmişlerdir.
Cibril'in Kur'ân'ı Peygamber'e her sene muâraza etmesinden maksad, Allah'­tan Peygamber'e vahyettiği Kur'ân'ı, kendisindekiyle karşılaştırmasıdir. Bunu da bakî kalanın kalması, nesh olunanın gitmesi için, bir pekiştirme, sabitliğini ebedî kılma ve bir koruma olarak yapıyordu. İşte bu maksad için Peygamber, ömründeki son yıl içinde Kur'ân'ı Cibril'e iki kerre arzetti, Cibril de Kur'ân'ı O'nunla böylece iki kerre mukaabele etti. Peygamber bu iki kerre karşılaştır­madan ecelinin yaklaştığını anladı.
Osmân (r.a.) da İmâm Mushaf'ı işte bu "Son arza" üzerine topladı. Bu top­lama işini de aylar arasından ramazân ayına tahsis etti. Çünkü Kur'ân'ın vahyedilmeye başlaması, ramazân ayında olmuştu. İşte bundan dolayı ramazân ayında Kur'ân'ı birbirine karşı okumak ve tekrar etmek müstehâb olur. Yânı bir kerre biri okur, öteki dinler; diğerinde ise dinleyen okur, öbürüsü dinler... (İbn Kesîr).
[196] Yânî Kur'ân'ı ezberlemekle ve öğretmesine girişmekle meşhur olanlar. Bu "Kurrâ" lafzı selef örfünde Kur'ân hakkında tefakkuh eden.kimse için de kul­lanılırdı (İbn Hacer).
[197] Buhari, Fedailu’l-Kur’an, 8 (20).
Buhârî bunu el-Menâkıb Kitâbı'nda birkaç yerde getirmişti. Müslim ile en-Nesâî de el-A'meş'den o da, Ebû Vâil'den o da, Mes­rûk'dan olmak üzere bunu tahrîc etmişlerdir.
İşte bu dört zâtın ikisi ilk Muhacirler'dendir. Bunlar Abdullah ibn Mes'ûd ile Ebû Huzeyfe'nin himayesinde bulunan Sâlim'dir. Bu Salim, müslümanların ulularından ve değerlilerindendi. Peygamber'in Medine'ye gelmesinden önce in­sanlara imamlık yapardı. Bu dört kişiden diğer ikisi de Ensâr'dandır. Bunlar Muâz ibn Cebel ile Ubeyy ibn Ka'b'dır. İşte bu ikisi de hakkıyle büyük ve ulu iki zâttırlar. Allah hepsinden razı olsun! (İbn Kesîr).
[198] İbn Hacer, Feth'de bu hadîsin şerhinde şöyle dedi: Âsim, Bedr'den o da Abdullah'dan diye senedde bir zât ziyâde etmiştir. Abdullah: “Ben Mushaf’ın geri kalan sûrelerini Peygamberin sahâbîlerinden aldım” demiştir.
[199] Buhari, Fedailu’l-Kur’an, 8 (21).
[200] Buhari, Fedailu’l-Kur’an, 8 (22).
[201] Buhari, Fedailu’l-Kur’an, 8 (23).
Burada arka arkaya gelen bu üç hadîs, İbn Mes'ud'la ilgilidir.
Bunların hepsi haktır, doğrudur. Bu sözler, kişinin bizzat kendisinden bil­mekte olduğu, bazen başkalarının bilemeyecekleri nevi'den olan haberlerden­dir. Kişinin böyle kendinden haber vermesi, bir ihtiyâç için ise caiz olur. Nitekim Yüce Allah da Yûsuf Peygamber'in Mısır ülkesinin sahibine karşı kendisinden bahsedip: "Beni memleketin hazîneleri üzerine me'mûr et. Çünkü ben onları iyice korumaya muktedirim, bilenim" (Yûsuf: 12/55) dediğini Yûsuf'tan haber ver­miştir, İbn Mes'ûd'u medh ve sena olarak Rasûlullah'ın: "Kur'ân'ı dört kişi­den okuyunuz..." buyurup da bu dördü saymaya İbn Mes'ud'la başlaması kâfidir (İbn Kesîr).
[202] İbn Kesir, Fedailu’l-Kur’an.
İmâm Ahmed de bu ha­dîsi, Ebû Muâviye'den o da, el-A'meş'den böylece bir uzadılmış ve bir de kısa olarak rivayet etmiştir. Bunu et-Tirmizî ve en-Nesâî de Ebû Muâviye'den tahrîc etmişlerdir. Dârakutnî bunu sahîhdir hükmünü verip “Ben bunu Ömer'in Müsned'inde de zikrettim” demiştir.
[203] İbn Kesir, Fedailu’l-Kur’an.
İbnu Ummi Abd, Abdullah İbn Mes'ûd'dur. O bu lakab ile tanınıyordu.
[204] Buhari, Fedailu’l-Kur’an, 8 (24).
[205] Buhari, Fedailu’l-Kur’an, 8 (25).

[206] İbn Kesir, Fedailu’l-Kur’an.
Enes İbn Mâlik'den “Kur'ân'ı sahâbîlerden dört kişiden başkası cem' etmedi” dediği şeklinde zikredilen bu hasr, kat'î olarak hatâdır. Bu hatânın râvîlerin birinden olması caizdir. Lâkin hadîsciler bu hadîsin senedinin sahîh olmasına tâbi olarak metnin sahihliği için de bir ve­cih aramakla meşgul olmuşlardır. Hafız İbn Hacer, Fethu'l-Bârî'de bir çok ihtimaller îrâd ettikten sonra Enes'in bu sözüne cevâb ol­mak üzere muhakkıkların söyledikleri görüşleri tamâmiyle almıştır.
Nassı şudur:
El-Kâdî Ebû Bekr el-Bâkıllânî ve diğerleri Enes'in bu hadîsinden bir çok cevablarla cevab vermişlerdir:
Birincisi: Bunun mefhûmu mu­halifi yoktur, binaenaleyh bunlardan başkalarının Kur'ân'ı cem' et­miş olmamaları lâzım gelmez.
İkincisi: Murad, Kur'ân'ı nazil olduğu bütün vecihler ve kırâaatlar üzerine bu dört zattan başkası cem' et­medi, demektir.
Üçüncüsü: Kur'ân'dan, tilâvetinin ardından nesh edi­lenleri ve nesh edilmemiş olanları bu dört kişiden başkası cem' et­medi demektir. Bu görüş ikinci görüşe yakındır.  
Dördüncüsü: Kur'ân'ın cem' edilmesinden murad, diğerlerinin hilâfına vasıtasız olarak onu bizzat Rasûlullah'ın kendi ağzından almakdır. Buna göre bazıları­nın Kur'ân'ı almaları bir vâsıta ile olması muhtemil olur.
Beşincisi: Bunlar dâima Kur'ân’ı takrir etme ve öğretme işiyle meşgul olmuşlardır da bundan dolayı böyle Kur'ân'ı cem' edenler olarak meşhur olmuşlar­dır. Ve yalnız bunların bu hâlini bilen kişiye, başkalarının halleri gizli kalmışdır da o kimse Kur'ân'ı cem' etme işini kendi bilgisine gö­re sâdece bu dört zâta hasretmiştir. Halbuki iş haddizatında böyle değildir. Yahud da diğerlerinin gizli kalmalarına sebeb onların riya ve kendini beğenme gailesinden korkmuş olmalarıdır, böyle tanın­mamakla o gaileden emîn olunmuştur.
Altıncısı: Cem'ı ile murad yazmaktır. Binaenaleyh bu diğerlerinin sırf hafıza ile ezberlemiş ola­rak cem' etmiş olmalarını nefyetmez. Buradaki dört kişiye gelince on­lar hem yazılı olarak hem de sırf hafızadan ezberlemiş olarak Kur'ân'ı cem' etmişlerdir.
Yedincisi: Murad, her bîr insan Rasûlullah za­manında Kur'ân’ı ezberlemeyi tamamlaması ma'nâsıyle Kur'ân'i cem' ettiğini açıklamamıştır. Sâdece buradaki dört zât, diğerlerinin hilâ­fına bunu açıklamışlardır. Diğerleri bunu açıkça söylememiştir. Çün­kü gerçekte sahâbîlerden her biri Kur'ân'ın cem'ini ancak Rasûlul­lah'ın vefatı sırasında Kur'ân'dan en son âyet nazil olduğu ve tebliğ edildiği zaman tamamiyle ikmâl etmişlerdir. Muhtemil ki bu en son âyete ve en son nazil olmuşa benziyen âyetlere, daha önce bütün Kur'ân'ı cem' etmiş olan kimselerden sâdece bu dört zât hâzır ol­muştur. Her ne kadar bu son nazil olan âyetlere, diğer âyetleri apa­çık şekilde cem' etmemiş olan kimseler de hâzır bulunmuş iseler de.
Sekizincisi: Kur'ân'ın cem'inden murad, dinlenip ona itaat edilmesi ve mûcebiyle amel olunmasıdır.
Ahmed, ez-Zühd de Ebu'z-Zinâd tarikından şu hadîsi tahric etmiş­tir: Bir kimse Ebu'd-derdâ'nın yânına geldi de: “Benim oğlum Kur'ân'ı cem' etmiştir” dedi. Bunun üzerine Ebu’d-derdâ da: “Yâ Allah gufra­nını taleb ederim, Kur'ân'ı ancak onu dinleyip itaat eden  kimse cem' etmiştir” dedi. Bu ihtimallerin çoğunda ve bilhassa sonuncu­sunda bir külfete giriş vardır. Ben bunlardan önce diğer bir ihti­mâle îmâ etmiştim, o da muradın, bu dört kişiyi Evs'in karşısında, Hazrec kabilesi lehine isbat etmek olduğudur. Binaenaleyh bu ha­dîs, Evs ve Hazrec kabileleri dışındaki muhacirlerden ve onlardan sonra gelenlerden Kur'ân'ı cem' edenlerin mevcudiyetini nefyetmez. Bir de Enes bunlardan başkaları kendisine gizli olmadığı halde mak­sadının sırf bunlarla ilgili bulunmasından dolayı sâdece bunlar üze­rine iktisar etmiştir de denilmesi muhtemildir.
Bir çok hadislerden zahir olan şudur: Ebû bekr, Peygamberin ha­yatında Kur'ân'ı ezbere biliyordu. Peygamber gönderildiği ilk Mek­ke yıllarında Ebû Bekr'in, kendi evinin avlusunda bir mescid bina ettiği ve orada Kur'ân'ı devamlı okur olduğu geçmişti. Ebû Bekr'in okuduğu o Kur'ân metinleri her ne kadar Kur'ân'dan o zaman na­zil olmuş bulunan metinlere hamledilirse de bu, vukuunda hiç şüphe edilemiyecek bir husûsdur. Buna Ebû Bekr'in, Peygamberle Mek­ke'de bulundukları ilk sıkıntılı yıllarda dahî Kur'ân'ı Peygamber'den almaya olan şiddetli hırsı ve gönlünü Kur'ân için boşaltması ve Peygamberle Ebû Bekr'in biribirleriyle çok sık buluşup beraber olmalarını da ilâve etmelidir. Hattâ Âişe, hicret hadîsinde geçtiği gibi Peygamberin kendi evlerine sabah akşam gelmeyi itiyâd edindiğini söylemiştir. Müslim “Bir kavme, Allah'ın Kitabını en iyi okuyan­ları imamlık eder” hadîsini Sahihinde rivayet etmiş ve ben de o hadîse yukarıda işaret etmiştim. Ve yine Peygamberin, kendi has­talığı sırasında kendi yerine imamlık etmesi için Ebû Bekr'e emr ettiği de geçmişti ki bu da Ebû Bekr'in, sahâbîler içinde Kur'ân'ı en iyi okuyan bir kimse olduğuna delâlet eder. Ve yine Ali'den de, ken­disinin, Peygamberin ölümünün akıbinde nuzûl sırasına göre Kur'ân'ı cem' etmiş olduğu haberi geçmişti.
En-Nesâî sahîh bir isnadla Abdullah İbn Amr'dan tahrîc etti ki o şöyle demiştir: “Ben Kur'ân'ı cem' ettim ve onu her gece okudum. Benim bu okuyuşum Peygambere ulaştı. Bunun üzerine Peygamber, beni çağırdı da: “Kur'ân'ı bir ay içinde okuyup hatm eyle” buyurdu.
Bu hadîsin aslı Buhârî ve Müslim'in Sahihleri içindedir. Ve di­ğer bir hadîsde İbn Mes'ud'un ve Ebû Huzeyfe'nin himayesinde bu­lunan Salim’in zikri de geçmişti. İşte bunların hepsi Muhacirlerden­dir. Ebû Ubeyd, Peygamberin sahâbilerinden olan meşhur Kur'ân okuyucularını zikretmiş ve Muhacirlerden dört râşid halîfeleri, Talha'yı, Sa'd'ı, İbn Mes'ûd'u, Huzeyfe'yi, Sâlim'i, Ebû Hureyre'yi, Abdullah İbn Sâib'i ve Abâdile'yi (Abdullah İbn Abbâs, Abdullah İbn Ömer, Abdullah İbn Zubeyr, Abdullah İbn Amr Âs'ı; kadınlardan ise Âişe'yi, Hafsa'yi, Ummu Seleme'yi saymıştır. Lâkin bunların ba­zısı Kur'ân'ın cem'ini ancak Peygamberden sonra ikmâl etmişdir, binaenaleyh Enes hadîsindeki kasrı reddetmez.
Ebû Davud'un oğlu da Kitabu'ş-Şerîa'da Muhacir okuyucular­dan olmak üzere Temîn İbn Evs ed-Dârî'yi, Ukbetu'bnu Âmir'i, Ensârdan da, Ubâdetu'bnu's-Sâmit, Ebû Halime diye künyelenen Muâz'ı, Mecma' İbn Hârise'yi, Fudâle İbn Ubeyd'i, Mesleme İbn  Mahled'i ve diğerlerini  saymış ve bunlardan bazılarının Kur'ân'ı Peygamberden sonra cem' ettiklerini tasrih etmiştir. Kur'ân'ı cem' edenler­den biri de yukarıda geçtiği üzere Ebû Mûsâ el-Eşarî'dir. Bunu Ebû Amr ed-Dânî zikretti. Sonraki âlimlerden bazısı Amr İbn'1-Âs'ı, Sa'd İbn Ubbâd'ı ve Ummu Varaka'yı da sahâbîlerin okuyucularından saymışlardır.
Bu sayımlara göre sahâbîlerden Kur'ân'ı tamamiyle cem' edib okuyuşuyla da meşhur olan hafızların sayısı 29 oluyor. Bunlardan dördü kadın, 25'i erkekdir.
[207] el-Bakara: 2/106.
[208] Buhari, Fedailu’l-Kur’an, 8 (26).
Bu hadîs, büyük olan bir kimsenin haddizatında hatâ olduğu hâlde bazen birşeyi doğru zannederek söyleyebileceğine delâlet etmektedir. İşte bunun için İmâm Mâlik şöyle demiştir: "Hiçbir kimse yoktur ki, sözünden bir kısmı alınır, bir kısmı da reddedilir olmasın. Bu hükümden ancak şu kabrin sahibinin (yânî Peygamber'in) sözü müstesnadır. O'nun sözlerinin hepsi makbuldür. Allah'ın salevâtı ve selâmı üzerine olsun!"