Bu Blog içinde Ara

23 Haziran 2012 Cumartesi

KUR'ÂN'DA İBÂDET VE ZİKİR KAVRAMLARI

KUR'ÂN'DA İBÂDET VE ZİKİR KAVRAMLARI



Kur'ân, ilâhî bir hayat nizamıdır. Getirdiği genel prensipler, Anlatıldığı tarihî olaylar ve kıssalar ile içerdiği hükümlerin hepsi, insanı, dünyada ve ahirette saadete götürebilecek niteliktedirler. O'nun üzerinde düşünmeden ibret ve dersler almak, fikir plArıında incelemeden hikmetlerinden yararlArımak ve O'nu Anlamadan hayata geçirmek, mümkün değildir.
O halde Kur'ân'a tam olarak uymArıın ve gösterdiği yoldan gidebilme­ni' en önemli şartı, O'nu doğru olarak okuyup ruhunu, özünü kavramakla n onkündür. Kur'ân'da bulunan kelime ve kavramları Anlamadan da Kur'ân'ı
doğru Anlamak mümkün değildir.
İşte bu araştırmamızda, Kur'ân'da pek çok Arılamda kullanılan "ibâdete zikir" kelimelerinin manalan üzerinde duracağız. Bilindiği gibi, birden hâzla Arılama gelen kelimeler "zü vücûh" kelimelerdir, lafızları ayrı olmakla
birlikte aynı Arılama gelen kelimelere ise "en-Nezâir" denmiştir. Buna göre, vücûh, manalarda, nezâir de lafızlarda olmaktadır.[2]
Kur'ân ilimleri sahasında ayrı bir yeri olan "el-Eşbâh ve'n-Nezâir'" il­mi bu tür kelimeleri konu edinmiş ve açıklamaya çalışmıştır, Çünkü birbirin­den farklı bağlamlarda farklı Anlamlara gelebilen kelimelerin bilinmesi büyük bir öneme sahiptir. Zira bir kimse bir kelimenin sadece bir manasını bilse ve Kur'ân'da karşılaştığı her yerde onu hep aynı Arılamda Arılamaya kalkışsa büyük hata ve yanlışlıklara düşebilir. Kur'ân-ı Kerim"de bu türden kelimeler fazladır. O bakımdan, bu gibi kelimelerin çeşitli Arılamlarının bilinmesi, düşülmemesi için gereklidir.
İşte biz, bu araştırmamızda bu konuya değinecek ve çeşitli Arılamlarda kullArıılmış olan "ibâdet ve zikir" kelimelerinin Kur'ân'daki manalannı tespit çalışacağız.

A-İbâdet Kavramı


İbâdet kelimesi, zû vücûh kelimelerden biridir. Çünkü Kur'ân'da farklı Arılamlarda kullanılmıştır. Bu kelimenin Kur'ân'da kullanıldığı lara   geçmeden   önce,   sözlük  Arılamlarını   incelemek  yerinde   olur tindeyiz.

1- Lügat Yönünden İbâdet:


Ubudiyet ve abdiyet (köle olmak ve kulluk) diye de kullanılan ibadet sinin lügat manası; "itaat etmek, tevazu göstermek", daha açık bir ifade ile “kişinin bir kimseye isyan etmeksizin, ondan yüz çevirmeksizin, mukavemet de göstermeksizin itaat etmesi ve boyun eğmesidir."[3] O kadar ki kendisine eğilen kişi onu dilediği şekilde kullArıır ve kendisine hizmet ettirir, iste k dolayı Araplar, yumuşak huylu kolaylıkla güdülen yük devesi için |n muabbedün", gidişi gelişi kolay olan yol için de “tarîkun muabbedün" irini kullArıırlar. Bu etimolojik kökten, kelimenin yapısında mevcut olan; , itaat, ilâh edinmek, tapınmak, hizmet, bağlamak, bağımlı kılmak ve
gibi manalar çıkmıştır. Lısânu'l-Arab'da "a-be-de: kelimesi ile ilgili olarak aşağıda özetlediğimiz Arılamlar yer almaktadır:[4]
a) Kul, yani hür olanın karşıtı olan köle. 'teabbede er-racule" "Adamı köle edindi. " Onu, kul, yani köle edindi, yahut onu kul muamelesine tabi tuttu.
 Yine aynı manayı ifade etmek için tabirleri kullanılır. Hadis-i Şerifte bu hususu teyid için şöyle buyurulur:
"Üç kişi vardu" ki ben onların hasmıyım. Bunlardan birincisi, hür bir kimseyi köle ve mülk edinen adamdır."[5] Kur'ân-ı Kerim, Hz.Musa ile Firavun arasında geçen bir konuşmayı verirken şöyle demektedir:
"O nimet diye başıma kaktığın şey, (aslında) İsrail oğullarım ken­dine kul köle etmendir."[6]
b)  İbâdet, boyun eğmekle beraber itaat.  Meselâ
"Tağuta ibâdet etti" cümlesi "ona itaat etti" demektir. "Ancak sana ibâdet ederiz”[7] yani belli bir düzen içinde yalnız sana itaat gösteririz; "Rabbınıza ibâdet ediniz"[8] sözü "Rabbınıza itaat ediniz" de­mektir. "...O ikisinin kavmi bize ibâdet edicidir”[9] yani bize itaat edicilerdir demektir. Bu Arılamda herhangi bir krala boyun eğen kimse gerçekte ona itaat etmiş olur. İbnu'l-Enbârî şöyle diyor: "fülArıün âbidün", "Filanca ibâdet edicidir" yani o Rabbı'na boyun eğmiş ve Rabbi'nin emrine teslimiyet ve bağlılık göstermiş demektir.
c) kelimeleri "Ona kulluk etti onu ilâh tanıdı" manalanna gelir. "" kelimesi ile "ruh ve şekli­ne bağlı kalmak suretiyle kendini ibâdete verdi" demektir. " kelimesi "kendisine tapılırcasına saygı ve tazim gösterilen" demektir. Şair şöyle diyor:
"Cimrilerin yArımda malı, kendisine ibâdet edilircesine tazim edilir görüyorum"
d) "Ona yapıştı ve ondan ayrılmadı" demektir,
e) yani "senin bana gelmene engel olan neydi?"
Bu sözlük Anlamlarından da Anlaşılıyor ki (a-be-de:) kelimesinin ifade etmek istediği esas mana kişinin, yüksek, güç ve iktidar sahibi birine baş eğmesi, itaat etmesi, sonra kendi hürriyet ve bağımsızlığından feragat etmesi, onun karşısında her türlü mukavemet ve isyanı terketmesi ve tam bir bağlı­lıkla ona boyun eğmesidir. İşte kulluk ve itaat etmenin gerçek manası budur. Bundan dolayı bir Arap "el-abdü" ve "el-İbâdetü" kelimelerini duyduğu ilk Anda zihninde kulluk ve ubudiyet düşünceleri canlArııyordu. Kulun hakiki vazifesi efendisine itaat etmek ve emirlerine sıkı sıkıya bağlanmak olduğuna göre; hemen ardından itaat tasavvuru zihne geliverir. Ayrıca bir kölenin, zil­letini kabullenip itaat ederek kendisini efendisine teslim etmesi yetmez. Bunun yanında gönlü, verilen nimetlere karşı şükür ve minnet duygularıyla dolu ola­rak efendisinin büyüklüğüne inArıması ve yüce makamını itiraf etmesi de gere­kir. Ondan aldığı ve gördüğü nimetlere şükrünü irade etmesinde ve hizmet görevini yerine getirmesi sırasında durmadan efendisini yüceltir, büyütür ve kalbinden saygı ile geçirip Arıar. İşte bütün bunların adı ibâdettir. Bu düşünce, kulun efendisinin önüne sadece başını eğmesi ile değil, bilakis başı ile beraber kalbini de O'na âmâde kılması halinde gerçek kulluğun Anlamı ifade edilmiş olur. Geride kalan iki Arılama gelince, onlar kulluk için ikinci derecede düşün­celerdir, esas düşünceler değildir.[10]

 

2- Kur'ân-ı Kerim'de İbâdet Kavramı:


Bu sözlük araştırmasından sonra, Kur'ân-ı Kerim'e müracaat ettiğimiz zaman "ibâdet" kelimesinin çok kullanılan kelimelerden biri olduğunu görü­rüz. Zira Kur'ân'da bu kelime çeşitli türevleriyle birlikte toplam 275 defe geçmektedir.[11] Bunlardan;
5 tanesi mâzî fiil olarak, abede, abedtüm ve abednâ" şeklinde,
81 tanesi muzârî fiil olarak, e'budü, te'budü, te'budûne, ne'budü, ye’budü ve ye'budune" şeklinde,
37 tanesi emir fiil olarak, u'bud ve u'budû" şeklinde,
30 tanesi müfret ism-i Sil olarak, abdün veya âbid" şek­linde,
108 tanesi çoğul ism-i fail olarak, âbidûne veya ibâdun" şeklinde,
5 tanesi ism-i tasgir olarak, abîd" şeklinde,
9 tanesi de mastar olarak, ibâdet" şeklinde gelmektedir.[12]
ibâdet kavramını Arılam olarak incelediğimizde ise, çoğunlukla yukanda verdiğimiz sözlük manalanndan ilk üçü ile kullanıldığını görürüz. Bazı yerlerde ibâdet kelimesi ile birinci ve ikinci mana birarada kastedilmiş, diğer bir yerde de yalnız ikinci mana Arılatılmak istenmiştir. Keza kimi yerlerde de bu üç mana birlikte kullanılmıştır.

a) Kur'ân-I Kerim'de İbâdet Kelimesinin "Kulluk, Kölelik Ve İtaat" Arılamlarda Kullanıldığı Yerler:


"Sonra Musa'yı ve kardeşi Harun'u âyetlerimizle ve apaçık bir delille gönderdik; Firavun'a ve ileri gelen adamlarına onlar büyüklük tasladılar ve böbürlenen bir topluluk oldular. Şu iki adamın kavmi bize kölelik ederken, şimdi biz kalkıp bizim gibi iki insana mı inancıcağız? dediler."[13]
Taberî tefsirinde bu âyetler hakkında şunları yazıyor: "İtaat ediyorlar, onlara karşı zillet gösteriyorlar, onların emirlerini har­fiyen yerine getiriyorlar ve onlara boyun eğiyorlar. Araplar arasında krala itaat eden herkes için "kralın kulu, kölesi" sözü kullanılır."[14]
"O nimet diye başıma kaktığın ise, (aslında) İsrail oğullarım kendine kul köle etmendir.”[15]
Taberî  tefcirinde bu âyetteki hakkında şöyle diyor:
"Onları kendine ibâdet ettirdin, yani onları köle edindin" Mücâhid ise bu hu­susta şöyle diyor: "Onlara üstün geldin ve istediğini yaptırdın" İbn Cübeyr de şöyle diyor: "İsrailoğulları'nı yendin, galip geldin ve onlara dilediğini yaptır­dın."[16]
Bu yukandaki zikrettiğimiz âyetlerdekı "ibâdet" kelimesinden kastedi­len mana "kulluk, kölelik ve itaat"tır. Firavun: "Musa ve Harun'un kavmi bize ibâdet edicidirler" demiştir. Yani onlar bizim kölelerimizdir ve emirlerimize itaat edicidirler. Musa da: "Sen İsrailoğulları’nı köle edindin ve onları gönlü­nün istediği şekilde çalıştırdın" demiştir.

b) Kulluk Ve İtaat Anlamında İbâdet:


"Ey inananlar, size verdiğimiz rızıkların iyilerinden yeyin Allah'a şükredin, eğer (hakikaten) O'na kulluk ediyorsArıız."[17]
Taberî, tefsirinde bu âyet hakkında şöyle diyor: "Eğer sizler onun emri­ne boyun eğiyor, dinliyor ve itaat ediyorsArıız, o halde size yenmesini mubah ve helal kıldığı şeyleri yeyin. Onun haram kılınması hususunda şeytana uy­maktan vazgeçin. Şeytan, onu yemelerini teşvik ediyor ve haram olduğuna inAnmaktan vazgeçmeğe çağın yor. Çünkü onu cahiliye devrinde haram kıl­malan şeytana itaatleri ve geçmiş atalanna ve babalanna uymalan dolayısıyladır."[18]
Bu âyetin getirdiği hüküm ile İslam öncesi toplumun hali arasındaki münasebete gelince, İslam'dan evvel Araplar dînî önderlerinin emirlerine bağlanmak ve atalannın takip ettiği yola uymak suretiyle içecekler ve yiyecekleri konusunda bir takım sınırlara bağlı kalarak yaşıyorlardı.
Müslüman olunca Allah onlara şöyle buyurdu: "Eğer bana ibâdet edi­yorsArıız, bu kayıtlamalann tümünü bir yana atmalı ve size helal kıldıklarımı afiyetle yemelisiniz."
Bunun Anlamı şudur: "Siz bilgin ve önderlerinizin kulları değilseniz; ve sadece Allah'ın kulları iseniz; ve eğer siz gerçekten önderlerinizi bırakıp Al­lah'a itaat ediyorsArıız helal ve haram konusunda Allah'ın sizin için çizdiği sınırlara uymArıız gerekir; onların çizdiği sınırlara değil.
İşte bundan dolayı "ibâdet" kelimesi burada "ubudiyet ve itaat" mana' sın da kullanılmıştır.
"De ki, Allah katında bir ceza olmak bakımından bundan daha kötü­sünü size haber vereyim mi? Allah'ın lArıet ve aleyhinde gazab ettiği, içlerinden maymunlar, domuzlar yaptığı kimselerle tağuta ibâdet edenler ki işte bunların mevki daha kötü ve dümdüz yoldan daha sapıktır."[19]
Taberî, tefsirinde, 'Tağut" kelimesi hakkında bazı nakiller yaptıktan sonra şöyle diyor: "Bana göre sözün doğrusu Allah'a isyan edip de ya zor kullanarak veya karşı tarafın itaatıyla Allah'ı bırakıp kendisine kulluk ettiren demektir. Bu kendisine kulluk edilen insanı, şeytan, put, totem veya herhangi bir şey olabilir. Biz tâğut kelimesinin aslının şöyle kullanıldığını tespit ettik. Bir kimse "zulmettiği ve haddi aştığı" zaman onun hakkında "azdı, tuğyArı etti" denir."[20]
"Andolsun ki, biz, her ümmete 'Allah'a kulluk edin, tâğuttan kaçının' diye (tebligat yapması için) bir peygamber göndermişizdir..”[21]
"Tâğuttan, ona ibâdetten kaçınıp da Allah yoluna yönelenler (e gelin­ce), onlar için müjde vardır. O halde kullarıma müjdele.”[22]
Bu üç âyette 'Tâğuta ibâdet" sözünden kastedilen mana 'Tâğuta köle­lik ve itaattir". Kur'ân-i Kerim'in ıstılahında Tâğut'un manası; Allah'a karşı haddi aşan ve zulmeden her türlü yönetim, otorite veyahut her türlü başkanlık yahut kumAndanlıktır. Allah'ın mülkünde Otoun hükmünü yerine getirir, kulla­rını zorla, aldatmakla yahut kötü ve bozuk Öğretim gibi yollarla kendine itaate mecbur eder. Kişinin bu türlü otoriteye, başkanlığa, liderliğe boyun eğmesi ve ona tapması şüphesiz Tâğut'a bir itaattir, başkasına değil."[23]

c) İtaat Anlamında İbâdet:


Bu âyetlerden sonra "ibâdet" kelimesinin ikinci Anlamını ifade eden â-yetleri görelim. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
"Ey Adem oğulları, ben size And vermedim mi: "Şeytana tapmayın, o sizin apaçık düşmanınızdır."[24]
Açıkça görülen şudur ki, hiç bir kimse bu dünyada şeytanı ilâh tanı­maz, bilakis bütün gücü ile ona lArıet eder ve onu kendisinden uzaklaştırmaya gayret eder. Bunun için Allah'ın kıyamet gününde ademoğullarına yükleyeceği suç, dünya hayatında şeytana tapmalan değil, onun emrine itaat etmeleri, hükmüne tabî olmalan ve gösterdiği yollara süratle koşmalan olacaktır. Bu âyetteki şeytana ibâdetten maksat; şeytanın onlara verdiği vesvese ve onlara süslediği şeyleri yapıp şeytana itaat etmeleridir.[25]
(Yüce Allah meleklerine emreder) "Toplayın o zâlimleri onların eşle­rini ve taptıklarım" "Allah’tan başka, onlar cehennemin yoluna götürün!."[26]
''''Birbirlerine döndüler, sordular. (UyArılar, uydukları adamlara) de­diler ki: "Siz bize sağdan gelir (güvendiğimiz yandan bize sokulup vesvese verir)diniz." (ötekiler de); "Hayır, dediler, zaten siz kendiniz inanan insanlar değildiniz. " "Bizim sizi zorlayacak bir gücümüz yoktu. Siz kendiniz azgın bir toplum idiniz"[27]
Kur'ân-ı Kerim'in hikaye ettiği ibâdet edenlerle ibâdet edilenler arasın­daki bu karşılıklı konuşmaya iyice dikkat edildiği taktirde açıkça şu görüle­cektir ki, burada mabutlardan maksat, kavmin taptığı ilâh ve putlar değildir. Bilakis onlardan maksat halka görünüşte iyilik yapıyoruz izlenimi verirken sapıklığa sürükleyen, temiz aziz görünüşü altında insanların huzuruna çıka­rak, şerri ve fesadı, ıslah adı altında yayArı liderler ve kılavuzlardır. Onlar cüppe ve tespihleri ile aldatıp kendilerine tabî kıldılar. Onların, hilekarları körü körüne taklit etmeleri, onların emir ve hükümlerine uymalannı Yüce Allah bu âyette "ibâdet" kelimesi ile dile getirmektedir.[28]
"Hahamlarım ve rahiplerini Allah’tan ayrı Rabler edindiler, Meryem oğlu Mesih'i de. Oysa kendilerine yalnız tek İlah olan Allah'a ibâdet etmele­ri emredilmişti. O’ndan başka İlah yoktur. O, onların ortak koştukları şey­lerden münezzehtir."[29]
Bu âyette geçen Allah'ı bırakıp haham ve rahiplerini ilâh edinmelerin­den maksat; emir vermek, yasak koymak yetkisine onların sahip olduklarına iman edip Allah'dan ve Resulünden gelmiş bir delile dayanınaksızın onların kendiliklerinden koydukları hükümlere itaatleridir.[30]
Bu manayı Rasulullah (s.a.v) sahih hadislerinde bizzat açıklamıştır. Onlar: "Biz alimlerimize ve büyüklerimize ibâdet etmedik" dedikleri zaman, Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştu: "Onların helal kıldıklarını helal, haram kıldıklarını haram saymıyor muydunuz?."[31]

d) İlâh Edinmek Anlamında İbâdet:


Şimdi de üçüncü Anlamıyla, içinde (ibâdet) kelimesi geçen âyetlere bir göz atalım. Bu arada ilâh edinmek Anlamındaki "ibâdetsin Kur'ân'ın ifade buyurduğu gibi iki Anlamı kapsadığını hatırda tutmamız gerekir.
Birincisi: Kişinin bir başkası için tapınma ve kulluk amacıyla sücut, rüku', kıyam, tavaf etmesi, kapı eşiğini öpmesi, adak ve kurban kesme ve benzeri davranışlardan birini göstermesidir.
İkincisi: Kişinin bir kimseyi bu alemde sebepler nizamı üzeninde ege­men zanederek istediklerini gerçekleştirmesi için ona dua etmesi, zarar ve felaketler karşısında ondan medet umması, korkulArı esnasında malların ve canların yok oluşunda ona sığınması.[32] Kişinin bu türden tutumlarının ikisi de ilah edinip kulluk etmek manasına dahildir. Bunun delili aşağıdaki Kur’an-ı Kerim ayetleridir.
"De ki: "Ben, Rabb'imden bana açık deliller gelince, sizin Allah’tan başka yalvardıklarınıza tapmaktan men olundum ve alemlerin Rabb'ine teslim olmakla emrolundum”[33]
"Sizden de, Allah’tan başka yaşardıklarınızdan da ayrılıyor ve yalnız Rabb'ime yalvarıyorum. Umarım ki Rabb'ime yalvarmakla (sizin gibi) baht­sız olmam istediklerimden mahrum bırakılmam), İşte onlardan ve onların Allah’tan başka taptıklarından ayrılınca biz ona İshak'ı ve (İshak'ın oğlu) Yakub'u armağan ettik ve hepsini de peygamber yaptık.”[34]
"Allah'ı bırakıp ta kıyamet gününe kadar kendisine cevap veremeye­cek şeylere yalvarAndan daha sapık kim olabilir? Oysa onlar, bunların yal-vardıklarından habersizdirler. İnsanlar (mahşere) toplandıkları gün, (taptıkları tanrılar) onlara düşman olurlar ve onların, kendilerine tapmalanm tanımazlar"[35]
Üç âyetin her birinde Kur'ân-ı Kerim bizzat açıklamıştır ki; burada ibâdetten maksat "duâ ve medet ummaktır.”[36]
"...Bilakis onlar cinlere ibâdet ediyorlardı ve çoğu onlara inanmıştı."[37] Cinlere ibâdet ve onlara imandan bu âyette kastedilen manarıın ne oldu­ğunu aşağıda gelen Cin Suresi'ndeki âyetler açıklamaktadır:
"Doğrusu insanlardan bazı erkekler, cinlerden bazı erkeklere sığı­nırlardı da onların kibir ve azgınlıklarını artırırlardı.”[38]
Yukandaki âyette açıklanmıştır ki cinlere ibâdetten maksat; onlara sı­ğınmak, korkulardan, mal ve canların kaybından yine onlara sığınmaktır, keza cinlere imandan maksat da, muhafaza ve sığınma hususunda onların kudreti­ne inAnmaktır.
"(Rabb'in), onları ve Allah’tan başka taptıklarını topladığı gün, (tapılanlara) der ki: "Bu kullarımı siz mi saptırdınız, yoksa kendileri mi yolu sapıttılar?" Derler ki: "Senin sânın yücedir, senden başka dostlar edinmek bize yaraşmaz. Fakat sen onları ve babalanm nimet verip yaşattın, (nimetin bolluğu içinde arzulara daldılar, seni) Arımayı unuttular ve helaki hak eden bir kavim oldular.”[39]
Taberî tefsirinde şöyle diyor; Şanı yüce Allah buyuruyor ki: "Kıyamet gününü inkar edip putlara tapan yalancıları ve Allah’tan gayri cinlerden, insanlardan ve meleklerden olan şeylere tapanları toplayacağımız o günde..."[40]
Yukandaki âyetin beyanından, mabutlardan maksadın melekler, cinler ve insanlardan da salihler, peygamberler ve veliler olduğu açıkça anlaşılıyor. Onların ibâdetlerinden maksat da, onların kul olmaktan üstün ve yüce mevki­de olduklarına inanmak, ilâhlık sıfatı ile nitelenebileceklerine, kötülüğe son verip, gaybî yardım gibi şeylere güçleri yeteceklerine kanaat getirmek, sonra da onların huzurunda onları ilahlaştırmaya varacak şekilde tazim ve takdis etmektir.[41]
"O gün, onların hepsini mahşere toplar, sonra meleklere; "Bunlar si­ze mi tapıyorlardı?" der. (Melekler) derler ki: "Sen yücesin, bizim velimiz (koruyucumuz) onlar değil, sensin. Hayır onlar cinlere tapıyorlardı. Çoğu onlara inanmıştı"[42]
Bu âyetlerde, meleklere ve cinlere ibâdetten kastedilen mana cahiliye halkının yaptığı gibi, onların hayal ürünü resimlerine ve heykellerine karşı gösterilen kulluk ve ubudiyettir. Bundan maksatları ise, bu dünya hayatına bağlı işlerinde onların yakınlarını ve yardımlarını kazArımak suretiyle onlar hoşnut etmektir.[43]
"Allah'ı bırakıp kendilerine ne zarar, ne de yarar vermeyen şeylere tapıyorlar ve: (Bunlar Allah katında bizim şefaatçilerimizdir!) diyorlar. De ki: "Allah'ın, göklerde ve yerde bilmediği bir şeyi mi Allah'a haber veriyor­sunuz? " O, onların koştukları ortaklardan uzak ve yücedir"[44]
"...kendilerine O’ndan başka birtakım veliler edinenler (derler ki): "Biz bunlara Ancak bizi Allah'a daha fâzla yaklaştırsınlar diye tapıyoruz..."[45]
Bu âyetin tefsirinde Prof. Dr. Süleyman Ateş şöyle demektedir: "Allah’tan başkasına tapılmaz. Allah’tan başkasına tapanlar, taptıkları şeylerin, kendilerini Allah'a yaklaştıracağını, Allah ile kendileri arasında aracı ola­cağını söylerlerdi. Bu sözler, boş zAndan başka bir şey değildir. Dünya da her zümre, kendi inancının doğruluğunu iddia eder. Allah kıyamette, insanların ayrılığa düştükleri konularda hükmünü verecek, kimin hak, kimin bâtıl yolda olduğunu ortaya koyacaktır. Allah, hiçbir yalancı anankörü doğru yola iletmez.
Bu âyette geçen fiilinde zamiri akıllılar için kullanılır.
Bundan müşriklerin taptıkları şeylerin akıllı varlıklar olduğu Arılaşılır. Gerçi Araplar birtakım heykellere, putlara tapıyorlardı. Fakat aslında bunlar birta­kım ruhsal varlıkların sembolleri idi. Akıllı bir insanın, bir taşa tapmasını akıl almaz. Onlar, taptıkları heykel putların arkasında ruhsal varlıkların olduğunu sanıyorlardı. Ve o varlıkların, Allah ile kendileri arasında aracı olacağına inanıyorlardı. Onlara göre insanı doğrudan doğruya Allah'a ibâdet edemez. Ancak yıldızlar, göksel ruhlar veya büyük insanların ruhlarına ibâdet eder. O ruhlar, insanın ibâdetini Allah'a sunarlar. İşte: “Biz onlara, sadece bizi Allah'a yaklaştırmalan için tapıyoruz" sözlerinden maksat budur."[46]

e) Kulluk, İtaat Ve İlah Edinmek Anlamında İbâdet:


Takdim ettiğimiz misallerin hepsinde kesin olarak anlaşılmıştır ki Kur'ân-ı Kerim'de "ibâdet" kelimesi bazı yerlerde kulluk ve itaat, bazı yerler­de sadece itaat, başka bir yerde de yalnız "ilah" manasında kullanılmıştır. İbâdet kelimesinin her üç manayı içine almış olarak geçtiği misalleri sırala­maya geçmeden, öncelikle bahsedilmesi ve dikkat edilmesi gereken bazı hu­suslara göz atalım.
Az evvel birbiri ardına sıraladığımız misallerin hemen hepsi, Allah’tan başkasına yapılan ibâdeti kapsamaktaydı. İbâdet kelimesinin itaat ve kulluk manalannda kullanıldığı âyetlere gelince, bu âyetlerde mabuttan maksat ya şeytAndır, yahut Allah'a itaat ve ibâdette alternatif olarak kişileri kendilerine itaat ve ibâdete teşvik eden ve kendilerini tâğut kılan azgın kişilerdir; yahut da Allah'ın kitabını hiçe sayarak insanları , uygun gördükleri hayat düzeni ve yaşayış tarzına sürükleyen lider ve önderlerdir.
İbâdet kelimesinin "ilah" manasında kullanıldığı âyetlere gelince; bu âyetlerde mabuttan maksat, yol gösterme ve öğretilerine rağmen insanların kendilerini ilah telakki ettikleri salih kişiler, peygamberler ve velilerden yahut
yanlış anlayışları dolayısıyla tabiat kanunu üzerindeki koruyucu Rablıkta ortak edindikleri cin veya meleklerden ibarettir. Veya bunlar, mücerret şeytanın teşviki ile namazlarına kıble ve ibâdetlerine yön teşkil eden heykel ve ha­yali kuvvetlerden oluşmaktadırlar. Kur'ân-ı Kerim, bütün bu mabutları bâtıl sayıyor. İnsanların onlara tapmasını, onlara itaat etmelerini, onların ilah telakkî etmesini de büyük bir hata sayıyor. Bu ibâdetin onlara tapınılması, itaat olunması, yahut onları ilah kabul etmek şeklinde olması aynı şeydir. Kur'ân ayrıca şunu da vurguluyor: Sizin tapmakta olduğunuz bu şeylerin hepsi Al­lah'ın kulları ve köleleri olup ibâdet olunmaya müstahak değildir. Siz de onla­ra ibâdet etmekle ümitsizlik, alçaklık ve musibetten başka bir şey elde etmi­yorsunuz. Hakikatte onların da, yer ve göklerin de gerçek maliki bir olan Al­lah'tır. Bütün işler, bütün otorite ve salahiyetler O'nundur. İşte bundan dolayı da ibâdet edilmeye layık yalnız O'dur.[47]
"Allah’tan başka çağırdıklarınız (dua edip yalvardıklarınız) da sizler gibi kullardır, (onların tann oldukları hakkındaki iddiArıızda) doğru iseniz, çağırın onları da size cevap versinler."[48]
"Ondan başka çağırdıklarınız ise, ne size yardım etmeğe güç yetirirler, ne de kendilerine yardım edebilirler."[49]
"Rahman çocuk edindi" dediler. O, (böyle şeylerden) yüce (münezzeh)tir. Hayır, onlar (melekler) ikram edilmiş (Allah'a yaklaştırılmış) kullardır. Ondan önce söz söylemezler ve onlar, O'nun emriyle hareket ederler. (Allah), onların önlerinde ve arkalannda ne varsa (ne yapmış, ne etmişlerse) bilir. (Allah'ın) razı olduğundan başkasına şefaat edemezler ve onlar, O'nun korkusundan titrerler"[50]
"Rahman'ın kulları olan melekleri dişi saydılar. Onların yaratılışları­na mı şahit oldular ki (böyle hüküm veriyorlar?) şahitlikleri yazılacak ve (bundan) sorulacaklardır"[51]
"Ne Mesih, Allah'a kul olmaktan çekinir, ne de (Allah'a) yaklaştırıl­mış melekler. Kim O'na kulluktan çekinir ve büyüklük taslarsa bilsin ki O, onların hepsini kendi huzuruna toplayacaktır"[52]
"Göklerde ve verde bulunan herkes Rahman'a kul olarak gelecek­tir"[53]
Böylece Kur'ân-ı Kerim, insanların o ibâdet ettikleri şeylerin tümünün Allah'ın kulu ve onun karşısında âciz olduklarını açıkladıktan sonra, insanları ve cinleri ibâdet kelimesinin muhtelif manalanyla yalnız Allah'a ibâdete, sa­dece ve sadece O'na kulluk ve itaat etmeye çağırırken; kişinin O’ndan başkası­nı asla ilah kabul etmemesi gerektiğine ve ibâdetin hangi çeşidi olursa olsun bir hardal tanesi ölçüsünde bile olsa Ondan başkasına ait olmayacağına dik­kat çekiyor.
"Andolsun biz, her millet içinde: "Allah'a kulluk edin, şeytana” tap­mak) 'dan kaçının" diye bir elçi gönderdik Onlardan kimine Allah hidâyet etti, onlardan kimine de sapıklık hak oldu.,"[54]
"Tâğut'a kulluk etmekten kaçınan ve Allah'a yönelenlere müjde var. Müjdele kullarıma"[55]
"Ey Adem oğulları, ben size and vermedim mi: "Şeytana tapmayın (ibâdet etmeyin), o sizin apaçık düşmanınızdır. Bana ibâdet edin, doğru yol budur"[56]
"...Oysfl kendilerine yalnız tek ilâh olan Allah'a ibâdet etmeleri em­redilmişti.."[57]
"Ey inananlar! size verdiğimiz rızıkların iyilerinden yeyin, Allah'a şükredin; eğer O'na ibâdet ediyorsArıız."[58]
Allah Tealâ, bu âyetlerde boyun eğme, itaat, kulluk ve kölelikten ibaret olan ibâdetin yalnız kendisine has kılınmasını emrediyor. Zaten âyetlerde buna dair açık işaretler vardır. Çünkü Allah Tealâ bu âyetlerde atalara, rahiplere, bilginlere, şeytanlara, tâğutlara itaat etmekten sakınmayı ve bir olan Allah'a kulluk için gerekeni yapmayı emrediyor.[59]
"De ki: "Ben, Rabb'imden bana açık deliller gelince, sizin Allah’tan başka yaşardıklarınıza tapmaktan (ibâdet etmekten) men olundum ve âlem­lerin Rabb'îne teslim olmakla emrolundum.”[60]
 “Rabb 'iniz buyurdu ki: "Bana dua edin, duanızı kabul edeyim. Bana kulluk etmeğe tenezzül etmeyenler, aşağılık olarak cehenneme girecekler­dir.”[61]
"De ki: "Allah'ı bırakıp size ne zarar, ne de yarar vermeyen şeylere mi tapıyorsunuz? Oysa Allah, işiten, bilendir (O'na tapmArıız gerekmez mi?)"[62]
Allah Teâlâ bu âyetlerde "ilah edinme" manasını içeren ibâdetin kendi­sine tahsis edilmesini emretti Yukanda geçen ve aşağıda gelecek olan âyet­lerde Allah Teâlâ'ya koruyucu Rablığı konusunda ortak koştukları ilahlardan söz edilmiş bulunuyor. Şimdi aklı selim sahiplen kolayca Arılarlar ki, Kur'ân-ı Kerim'de Allah'a ibâdetin zikredildiği her âyette ibâdet kelimesinin çeşitli manalanndan sadece birine hasredilmesin! gerektiren herhangi bir durum bulunmuyorsa; o zaman bu gibi âyetlerde ibâdet kelimesinden kulluk, itaat ve ilâh edinme manalannın her üçü de kastediliyor demektir. Mesela şu âyetlerde olduğu gibi:
"Muhakkak ben,  (evet) ben Allah'ım; benden başka ilâh yoktur. (Yalnız) bana ibâdet et ve beni Arımak için namaz kıl."[63]
"Rabb'iniz Allah, işte budur. O’ndan başka ilâh yoktur (O), her şeyin yaratıcısıdır. O'na ibâdet edin, O her şeye vekildir.”[64]
"De ki: 'Ey insanlar, benim dinimden kuşkuda iseniz, fiyi bilin ki ben sizin, Allah’tan başka (ibâdet ettiklerinize) taptıklarınıza tapmam; fakat sizi öldürecek olan Allah'a tapanm. Bana müminlerden olmam emredilmiştir"[65]
"Siz O’nu bırakıp ancak sizin ve atalannızın taptığı (ibâdet ettiği bir takım (anlamsız boş) isimlere tapıyorsunuz. Allah onlar(ın gerçekliği) hak­kında hiçbir delil indirmemiş (onlara hiçbir güç vermemiş) 'tir. Hüküm, yalnız Allah'ındır. O, yalnız kendisine tapmArıızı (ibâdet etmenizi) emretmiştir. İşte doğru din budur. Ama insanların çoğu bilmezler."[66]
"Göklerin ve yerin gaybi (görünmez bilgisi), Allah'a aittir. Bütün işler hep Allah'a döndürülüp götürülür. O'na kulluk et ve O'na dayan. Rabb'in sizin yaptıklarınızdan gafil değildir.'"[67]
"...Kim Rabb'ine kavuşmayı arzu ediyorsa iyi iş yapsın ve Rabb'ine (yaptığı) ibâdete hiç kimseyi ortak etmesin.'"[68]
“(O), göklerin, yerin ve bunlar arasında bulunan şeylerin Rabb 'idin O'na kulluk el ve O'na kullukta sabret. Hiç O'nun adıyla ArıılArı birini bili­yor musun?."[69]

B-Zikir Kavramı


Zû vücûh kelimelerden birisi de zikirdir. Çünkü Kur'ân'da birçok farklı Arılamlarda kullanılmıştır. Bu kelimenin Kur'ân'da kullanıldığı anlamlara geçmeden önce, lügatteki Arılamlarını incelemek yerinde olur kanaatindeyiz.

1- Lügat Yönünden Zikir:


Zikr kelimesi Arapça lügatte "Ze-ke-ra" kökünden gelmekte olup, ço­ğulu "zükûr ve ezkâr " şeklindedir. Ez-Zebîdî, Tâcu'l-Arûs'ta zikir kelimesinin Arap lügatında başlıca şu manalara geldiğini söylemektedir:[70]
a) Zihinde tutmak, ezberlemek:
Araplar, "bir şeyi ezberledi, zihninde tuttu" anlamında "zekera'şeye, yezkuruhu" derler.
b) Teleffiız etmek, söylemek:
Araplar birine bir şey söyledikleri zaman "filana şu olayı söyledim:
derler. Er-Râğıb el-İsfehânî el-Müfredat isimli kitabında şöyle demektedir: "Bazen zikir demek suretiyle, nefsin bir durumu kastedilir ki, insanı onunla önem verdiği ve elde ettiği bilgi­leri ezberleyebilir. İşte o hıfz gibidir, Ancak onu kazArıma itibarıyla hıfz denir. Zikr ise, hatırlama itibariyledir. Bazen de bir şeyin kalbe veya dile gelmesine zikir denilir. İşte bundan dolayı zikir iki çeşittir denilmiştir. Birincisi, kalple zikir, ikincisi ise dil ile zikirdir. Bunlardan her biride iki kısımdır. Biri unutanın zıttı olan zikir, diğeri de, un utmak s izin hıfzın devam ettirilmesi sure­tiyle olan zikirdir."[71]
c) Şan, şöhret:
Zikir kelimesi "Zükrâ" kelimesi gibi, şan, şöhret Anlamına gelmektedir. Nitekim Ebû Zeyd, Arapların şöyle dediklerini nakletmektedir:
"Şüphesiz ki filan mürüvvetli bir adamdır, bir de onun bir sânı, şöhreti olsaydı." Ayrıca, iyi adama "raculün zekînin" derler.[72]
d)  Sena, övgü:
Zikir kelimesi sena (övgü) Anlamına gelmektedir. Bu övme sadece ha­yırda olur. Araplar hayırla ArıılArı adama "raculün mezkûrun" "iyi, salih adam" derler.[73]
e)  Şeref:
Zikir kelimesi şeref Anlamında da kullanılmaktadır.[74]
f) Allah için namaz kılmak, dua etmek:
Hadis-i şerifte zikir "namaz kılmak" Anlamında kullanılmıştır:
"Peygamberler kendilerine zor bir iş isabet edipte sıkıldıkları zaman kalkıp namaz kılarlardı."[75] Ebu'l-Abbas; zikir; "taat, şükür, duâ, teşbih, Kur'ân okumak ve Allah'ı teşbih ve tahmid etmek suretiyle Arımak" Anlamına gelmektedir, demiştir.[76]
g) Kitab:
Zikir kelimesi içerisinde milletlerin durumları ve dinin tafsilatı bulunan Kitab anlamına da gelmektedir Peygamberlerin kitaplarına zikir denilir.
h) Ayıplamak, insanları çekiştirmek:
Zikir kelimesi, insanları çekiştirmek, kusurlarını aramak ve ayıplamak anlamında da kullanıldığı olmuştur. Araplar, bir kimse insanların ayıbını söylüyor ve onları çekiştiriyorsa "filan insanların ayıbınr arıyor ve onlar çe­kiştiriyor" Anlamında "fiilânün yezkuru'n-nâse" derler. Nitekim Şâir Arıtera bu manada şöyle söylemiştir:
"Atımı ve ona yedirdiğimi ayıplama! Aksi takdirde senin cildin aynı uyuz devenin cildi gibi olur."[77]
i) Nişanlamak, nikahlamak:
Araplar, bir kimse bir kadını nikahlamak istediğinde ve nikahladığında "zekera fulâneten zikran" "O, filan kadını nikahladı" derler. Hz. Ali'nin hadi­sinde vârid olan"yezkuru" fiilide bu manadadır, "in Aliyyen yezkuru Fatımate" "Ali, Fâtıma'yı nikahlıyor" Anlamındadır.[78]

2- Kufân-ı Kerim'de Zikir Kavramı:


Kur'ân-ı Kenm'de çok kullanılan kelimelerden birisi de zikir kelimesi­dir. Çünkü Kur'ân-ı Kerim'de zikir kavramı çok geniş bir semArıtik alana yayılır. Bu kelime, Kur'ân'da çeşitli türevleriyle birlikte toplam 290 defe geçmektedir.[79] Bunlardan;
17 tanesi mâzî fiil olarak, zekera, zekerû ve zekerte" şeklinde,
7 tanesi meçhul mâzî fiil olarak, zukira" şeklinde,
67 tanesi muzârî fiil olarak,
ezkuru, tezkuru, tezkurune, yezkuru ve yezkurune" şeklinde,
4 tanesi meçhul muzârî fiil olarak, yüzkeru" şeklinde,
67 tanesi emir fiil olarak, üzkur, üzkuru ve üzkume" şeklinde,
76 tanesi mastar olarak, ziknın" şeklinde,
23 yerde zikrâ" şeklinde, 9 yerde tezkire" şeklinde 1 yerde de tezkîr" şeklinde mastar olarak,
1 yerde ism-i mef ûl olarak mezkûr" şeklinde,
1 yerde müzekkir", 1 yerde zâkirîne", 1 yerde de
zâkirât" şeklinde ism-i Sil olarak, kullanılmıştır.[80]
Zikir kelimesinin geçtiği âyetleri teker teker incelediğimizde, bu kelime­nin Kur'ân'da bir çok Arılamda kullanıldığını görürüz. Bu ArılamlArı şöyle sıralayabiliriz:

a) Zikir Kelimesinin "Zikretmek, Arımak Ve Hatırlamak" Anlamında KullArıılışı:


“Beni Arıın ki ben de sizi Arıayım; bana şükredin, nankörlük etmeyin”[81]
"..Ayakta, oturarak ve yArılarınız üzerine yatarken Allah'ı zikre­din..."[82]
"Rabb'ini içinden yalvararak ve korkarak, yüksek olmayan bir sesle sabah akşam zikret, gafillerden  olma!”[83]
Ama onlar. Rablerini anmaktan yüz çeviriyorlar:"[84]
"O erkekler ki onları ne ticaret ne de alışveriş, Allah'ı zikretmekten, namaz kılmaktan ve zekat vermekten alıkoymaz..”[85]
"Rabb'inin adını Arı ve her şeyden kalbini boşaltarak bütün gönlünle O'nayönel.”[86]
"Onlar inanan ve Allah'ı Anmakla kalpleri huzur bulArı kimselerdir. İyi bilin ki, kalpler Ancak Allah'ı Anmakla huzura kavuşur”[87]
Yukanda zikrettiğimiz âyetlerdeki "zikir" kelimeleri, "kalple ve dille Allah'ı teşbih ve hamd ile zikretmek, Arımak ve hatırlamak" Anlamında kullanılmıştır.[88] Tasavvuf alimleri, özellikle Ra'd suresi 28.âyetten ve yukanda zikrettiğimiz diğer âyetlerden delil getirerek zikir kavramını bu Arılama has­retmişlerdir. Yani onlara göre zikir; "Allah'ı teşbih ve temcîdetmek, kalp ve dil ile Allah'ın adını Anmaktır.” Kuşeyrî'ye göre, zikir, dil ile ve kalp ile ol­mak üzere iki çeşittir. Zikir önce dil ile başlar, sonra kalbe iner. Dil sussa da kalp zikreder.[89]

b) Zikir Kelimesinin "Kur’ân" Anlamında KullArıılışı:


"İşte bu sana okuduğumuz âyetlerden ve hikmetli zikir (Kur 'ân) dandır"[90]
"Dediler ki: Ey kendi­sine zikir (Kur'ân) indirilmiş olan, sen mutlaka delirmişsin."[91]
"O zikri (Kur 'ân'ı) biz indirdik biz: ve onun koruyucusu da elbette biziz!"[92]
"...Sana da bu zikri (Kur'ân'ı) indirdik ki, kendilerine indirileni insanlara açıklayasın, ta ki düşünüp öğüt alsınlar.”[93]
"Sen Ancak zikre (Kur'ân'a) uyan ve görmeden Rahman'dan korkan kimseyi uyarabilirsin..”[94]
Yukandaki âyet-i kerimelerde "zikir" kelimeleri "Kur'ân" Anlamında kullanılmıştır.[95]

c) Zikir Kelimesinin "Kitap" Anlamında KullArıılışı:


"...BilmiyorsArıız zikir ehline sorun.”[96]
Bu âyette geçen zikir ehlinden kasıt, 'Tevrat ve İncil Mücâhıd'de bu âyetteki zikir ehlinden kasıt "Ehl-i Kitap"tır, demiştir.[97]
"BilmiyorsArıız zikir ehline sorun."[98]
Katade'den rivayet edildiğine göre, bu âyetteki zikir ehlinden kasıt» 'Tevrat ve İncil ehlidir." Bu âyet nazil olduğunda ise Hz.Âli zikir ehli bizizj demiştir. İbn Zeyd de âyetteki zikir ehlinden kastedilen "Kur'ân Ehlidir", buradaki zikir ise Kur'ân'dır, demiştir.[99]
"Andolsun zikir'den sonra Zebur'da da: 'Arza mutlaka iyi kullarım vâris olacak' diye yazmıştık”[100]
Bu âyetin tefsirinde Prof. Dr. Süleyman Ateş şöyle demektedir: "Bu âyette yüce Allah, Zebur'da, Zikır'den sonra arza iyi kullarım vâris kılacağını yazmış olduğunu bildirmektedir. Burada Zikrin, Kur'ân'dan, Levh-i Mahfuz'dan, yahut Tevrat'tan veya gökten indirilmiş kitaplardan kinaye oldu­ğu söylenmiştir. Fakat sözgelişinden Anlaşılan mana şudur: Biz indirdiğimiz kitaplarda, ya da Davud'a indirilen Kitapta öğüt verdikten sonra, dünyaya sâlih kullarımızın vâris olacağını bildirdik. Buna göre Zebur'dan sonra sözü edilen zikir, ondaki öğütlerdir. İşte bu öğütlere uyArı sâlih kulların, arza vâris olacakları bildirilmiştir."[101]

d) Zikir Kelimesinin "Nasihat, Öğüt" Anlamında KullArıı­lışı:


"O sadece bütün âlemler için bir öğüttür"[102]
"Bu (Kur'ân) da ona in­dirdiğimiz mübarek (çok faydalı) bir öğüttür"[103]
ilKendilerine, Rahman'dan yeni bir öğütün her gelişinde muhakkak ondan yüz çevirici olmuşlardır"[104]
"O (Kur’an), Ancak bütün âlemlere öğüttür.”[105]
"Andolsun biz, Kur ân'ı öğüt almak için kolaylaştırdık Öğüt alan yok mudur? "[106]
Yukanda zikrettiğimiz âyetlerdeki "zikir" kelimeleri, "nasihat, öğüt" Anlamında kullanılmıştır.[107]

e) Zikir Kelimesinin "Allah İçin Namaz Kılmak" Anlamında KullArıılması:


“O şöyle demişti; 'Beni hayır sevgisi, Rabbimi zikirden alıkoydu.”[108]
Bu âyette geçen "hayır”dan kasıt, “at"tır. Çünkü Araplar, atı ve malı, hayır olarak ısımlendınrlerdi. Ayette geçen "zikirden kasıt ise "Allah nzaai ıçm namaz kılmaktır." Katâde ve Süddi’den de bu namazm ikindi namazı olduğu rivayet edilmiştir.[109]                                                          
"Ey inananlar! Cuma günü namaz için çağrıldığınız zaman, hemen Allah'ın zikrine koşun.."[110]
Bu âyette geçen "zikir'"den kasıt; imamın okuduğu hutbeyi dinlemek ve namaz kılmaktır.[111]

f) Zikir Kelimesinin "San, Şeref Anlamında KullArıılma­sı:


"Andolsun, size, içinde zikriniz bulunan bir kitap indirdik. Aklınızı kullArımıyor musunuz?"[112]
Bu âyetteki zikir kelimesinden kasıt "şereftir. O durumda âyet-ı kerimenin Anlamı: "Andolsun, size, içinde şerefiniz bulunan bir kitap indirdik. ' Akbnızı kullArımıyor musunuz?" şeklindedir.[113]
"Muhakkak ki o (Kur'ân), hem senin için, hem kavmin için bir şereftir. Yakında (ona uyup uymadığınızdan) sorulacaksınız.”[114]
Bu âyette geçen zikir "şeref Anlamındadır.[115]
"Senin sânını şerefini yükseltmedik mi?”[116]
Bu âyetteki zikir "şan ve şeref Anlamındadır. Bu âyetin tefsirinde Mehmet Vehbi efendi şöyle demektedir: "Biz Azimüşşân senin zikrini ref ettik. Yâni; ey Habibim! Senin ismini ismime mukârin kılmakla şanını ı'lâ ve ismini âlem nazarında yukan kaldırdım ki ezanda, kelıme-i şehâdette ve hutbelerde ismin ismimle beraber zikrolunmaktadır."[117]

g) Zikir Kelimesinin "Kusur Aramak, Alaya Almak Ve A-Yıplamak" Anlamında KullArıılışı:


"Bu mu, ilâhlarınızı ayıplayıp duran? Halbuki onlar. Rahman'in Kur'ân'ım inkar edenler onlardır."[118]
Bu âyetteki fiilinin manası; "ilâhlarınızı kötülükle zikre­den, ayıplayan" şeklindedir.[119]   

h) Zikir Kelimesinin "Sena Etmek, Övgüyle Arımak" Anlamında KullArıılışı:


"Hac ibâdetlerinizi bitirince atalannızı öyguyler Andığınız gibi hatta daha kuv­vetli bir Arıısla Allah'ı Arıın...!”[120]
Araplar cahiliye devrinde hac menâsikini tamamladıktan sonra toplArıırlar, babalannın eserleriyle övünürler ve onları övgüyle Arıarlardı. Yüce Allah'ta Kur'ân'da insanlara Allah'ı yücelterek şükür ve senayla Arımalannı emretti.
Cahiliye dönemindeki Araplar babalannı nasıl Arııyorlarsa onlardan da­ha fezla bir şekilde Allah'ı Arımalannı, tazim etmelerini ve övgüyle Allah'ı zikretmelerini istedi.[121]

Sonuç:


Kurana tam olarak uymArıın ve gösterdiği yoldan gidebilmenin en ö-nemli şartı, Onu doğru olarak okuyup, ruhunu ve özünü kavramaktır. Kur’ân'da bulunan kelime ve kavranılan anlamadan da Kur'ân'i doğru Anlamak mümkün değildir.
Bu araştırmamızda incelediğimiz ibadet ve zikir kavramları Kur'ân'da birbirinden farklı birçok Arılamlarda kullanılmıştır.
İbâdet kelimesi, sözlükte; "itaat etmek, tevazu göstermek", daha açık bir ifade ile "kişinin bir kimseye isyan etmeksizin, ondan yüz çevirrneksizin, mukavemet de göstermeksizin itaat etmesi ve boyun eğmesi" demektir. Kur'ân'da ise bu kelime farklı türevleriyle birlikte toplam 275 yerde geçmekte olup, bazı yerlerde "kulluk ve itaat", bazı yerlerde sadece "itaat", başka bir yerde de "ilâh edinme" manasında kutlArıılmıştır. İbâdet kelimesi bazı âyetler­de de her üç manayı kapsayacak bir şekilde, "kulluk, itaat ve ilâh edin-mek"Arılamlarmda kullanılmıştır.
Zikir kelimesi ise sözlükte "zihinde tutmak, ezberlemek, telaffuz etmek, söylemek, şan, şöhret, sena, övgü, şeref, Allah için namaz kılmak, dua etmek, kitap, ayıplamak, nişanlamak, nikahlamak" gibi Anlamlara gelmektedir. Kur'ân-ı Kerim'de de zikir, çok kullanılan kelimelerden birisidir. Bu kelime, Kur'ân'da çeşitli türevleriyle birlikte toplam 290 defa geçmekte olup, çok geniş bir semArıtik alana yayılır.
Bu kelimenin Kur'ân'da kazAndıkları manalan ise şöyle sıralayabiliriz: "Zikretmek, anmak ve hatırlamak, Kur'ân, kitap, nasihat, öğüt, Allah için namaz kılmak, şan, şeref, kusur aramak, alaya almak, ayıplamak, sena ve övgüyle Arımak."
Netice olarak şunu diyebiliriz; Kur'ân'in bu gibi birbirinden çok farklı Arılamlarda kullArıılmış olan kelimeleri üzerinde yapılacak olan derinlemesine çalışmalann elbette O'nun mesajının daha iyi Arılaşılmasına ve gittikçe ortaya daha sağlıklı meal ve tefsirlerin ortaya çıkmasına katkısı olacaktır.

[2] ez-Zerkeşî, Bedruddin, el-Bürhan fi UIûmî'l-Kur'an, Kahire, 1958, I, 102-110; es-Suyûtî. Celâlüddin, el-İtkân fi Ulûmi'l-Kiır'uı, Kahire, 1368, I, 142; Mukatü b.Süleyman, el-Vücuh ve'n-Nezair, Thk: Ali Özek, İst, 1993, s26; Güngör, Mevlüt. Kur'an Araştırmaları 2, İst, 1996, s. 131.
[3] İbn Fâris, Ebu'l-Hüseyin Ahmed, Mıu’cemu Makayisi'1-Luga, Kahire 1266, IV,205,206. maddesinde şöyle diyor: kelimesindeki ve san ki birbirine zıt iki sahih harf gibidir. Bu iki asıldan birincisi yumuşaklık ve tevazuya, ikincisi de şiddet ve kabalığa delalet eder.
[4] Bkz..,İbn Manzur, Lisanu’l-Arab, Beyrut, trs, II,664-667.
[5] Buhari, Ebû Abdillah Muhammed b.İsnıâil, el-Câmi'u's-Sahih. Çağrı Yayınla­rı, İst, 1981, Buyu1, 106; İcâra,10; Ahmed İbn Hanbel, Ahmed b. Muhammed b.Hanbel el-Müsned, Çağrı Yayınlan, İst, 1988,11,358.
[6] Şuarâ, 26/22.
[7] Fatiha, 1/5.
[8] Bakara,2/21.
[9] Mü'minûn, 23/47
[10] el-Mevdüdi, Ebu'1-A'la, el-Mustalahatü'l-Erbeatüfi'1-Kur'an, Dâru'l-Kuveytiyye, Kuveyt, trs, s. 96,97.
[11] Muhammed Fuâd Abdulbâkî, el-Mu'cemü'l-MÛfehres li Elfâzı'l-Kur'anri-
Kerim, Beyrut, trs, s 441-445.
[12] Bkz., Muhammed Fuâd Abdulbâkî, a.g.c, ay.
[13] Mü'minûn, 23/45-47.
[14] el-Taberî, Ebû Cafer Muhammed b.Cerir, Câmiu'l-Bcyân an Te'vili'l-Kur'ân, Mısır, 1954, XVIII,25.
[15] Şuarâ, 26/22.
[16] et-Taberi, a.g.e, XIX, 68.
[17] Bakara, 2/172.
[18] et-Taberi, a.g.e, II, 84.
[19] Mâide, 5/60.
[20] et-Taberi, a.g.e, VI, 294.
[21] Nahl, 16/36.
[22] Zümer, 39/17.
[23] el-Mevdûdî, a.g.e, s.98.
[24] Yasin, 36/60.
[25] Bkz., ez-Zemahşerî, Ebu'l-Kâsım Cârullah Mahmud b.Ömer el-Keşşâf an Hakâikı'l-Tenzîl Dâru'l-Ma'rife, Beyrut, trs, 111,327; et-Taberî, a.ge., XXIII, 23.
[26] Saffât, 37/22,23.
[27] Saffât, 37/27,30.
[28] el-Mevdûdi a.ge, s. 100.
[29] Tevbe, 9/31.
[30] Bkz., et-Taberî, ag.e., X,115; ez-Zemahşerî, a.g.e.,11,186.
[31] et-Tirmizî, Ebû İsâ Muhammed b.İsâ b.Sevre, es-Sünen, Çağn Yayınlan, İst, 1981, Tefsiru Sure, IX,10; İbn Kesir, İmâdü'd-Din Ebu'1-Fidâ İsmail, Tefsiru’l--Kur'ani'l-Azim, Dânı'l-Ma'rife, Beyrut, 1984,11,348.
canların yok oluşunda ona sığınması.31 Kişinin bu türden tutumlarının ikisi de ilah edinip kulluk etmek manasına dahildir. Bunun delili aşağıdaki Kur'ân-1 Kerim âyetleridir.
[32] el-Mevdûdî, a.g.c, s.105.
[33] Mü'min, 40/66.
[34] Meryem, 19/48,49.
[35] Ahkaf, 46/5,6.
[36] Bkz., et-Taberî, a.g.e., XXIV,81; XVI,93; XXVI,4.
[37] Sebe', 34/41.
[38] Cin, 72/6.
[39] Furkan, 25/17,18.
[40] et-Taberî,a.g.e.,XVIII,l90.
[41] el-Mevdûdî, a.g.e, s. 107.
[42] Sebe', 34/40,41.
[43] Bkz., et-Taberî, a.g.e., XXII,102.
[44] Yunus, 10/18.
[45] Zümer,39/3.
[46] Ateş, Süleyman,Yüce Kur'ân'ın Çağdaş Tefsiri, Yeni Ufuklar Neşriyat, İst, 1988, VII,526,527.
[47] el-Mevdûdî,a.g.e.,s.ll2.
[48] A'raf, 7/194.
[49] A'raf, 7/197.
[50] Enbiyâ, 21/26-28.
[51] Zuhruf 43/19.
[52] Nisa, 4/172.
[53] Meryem, 19/93.
[54] Nahl, 16/36.
[55] Zümer, 39/17.
[56] Yasin, 36/60-61.
[57] Tevbe, 9/31.
[58] Bakara, 2/172.
[59] el-Mevdûdî, a.g.e, s.121.
[60] Mü'min, 40/66.
[61] Mü'min, 40/60.
[62] Mâide, 5/76.
[63] Tâhâ, 20/14.
[64] En'âm, 6/102.
[65] Yûnus, 10/104.
[66] Yusuf, 12/40.
[67] Hûd, 11/123.
[68] Kehf, 18/110.
[69] Meryem, 19/65.
[70]ez-Zebîdî, Muhibbü'd-Din Ebî Farz Seyyid Muhammed Murtaza el-Hüseynî el-Vasıtî, Tâcu'l-Anıs min Cevahiri’l-Kamus. Dâru'1-Fikr, Beyrût.trs,III,226.
[71] er-Râğıb el-İsfehânî, Ebu'l-Kâsım Hüseyin  b.Muhammed, el-Mûfredât fî Garîbi'l-Kur'ân. Matbaatü'l-Fenniyye, Mısır, 1970, s.259.
[72] İbn Manzur, Lisânu'1-Arab, Beyrut,trs, 1,1072.
[73] ez-Zebîdî, a.g.e., III,226.
[74] îbnFâris.Ebu'l-Hüseyin Ahmed, Mu'cemu Makayisi'I-Luga, Dâru İhyâi'l-Kütübi'l-Arabiyyc, Kahire, 1266. II, 359.
[75] ez-Zebîdî, a.g.e, III,226.
[76] ez-Zebîdî, a.g.e, III,226.
[77] İbn Manzur, a.g.e., I,1072.
[78] ez-Zebîdî, a.g.e., III,227.
[79] Muhammed Fuâd Abdulbâld, el-Mu'cemü'l-Müfehres, s 270-275
[80] Bkz., Muhammet! Fuâd Abdulbâki, a.g.e. ay.
[81] Bakara, 2/152.
[82] Nisa, 4/103.
[83] A'râf 7/205.
[84] Enbiyâ, 21/42.
[85] Nur, 24/37.
[86] Müzzemmil. 73/8.
[87] Ra'd, 13/28.
[88] el-Alûsî, Ebul-Fadl Şihâbu'd-Dîn es-Seyyid  Mahmud,Rûhu'l-Meânî fi Tefsîri'l-Kur'âni'I-Azîm ve's-Seb’i’l-Mesânî.Dâru İhyâi't-Türâsi'l-Arabî, Beyrut,trs, II,19; V, 137; IX,164; XVII, 51; XVIII, 178; XXIX, 106; Ateş, Sü­leyman, a.g.e, IV, 474,475.
[89] Tasavvufla zikir kavramı hakkında daha geniş bilgi için bkz., el-Kuşeyrî, Abdulkerim bJfevftzm, er-Risiletû’l-Kuşeyriyye, Beyrut, 1993, s.221-226; Ebu Tâlib el-Mdcîd, GûtûM-Kulûb. Beyrut, trs, s.107-113; İmam Gazâlî, İhya, 1,393; Ateş, Süleyman, İslam Tasavvufu, îst, 1992, s.171-177; Ebu Nasr Serrâc Tûsİ, eKLflma' İslam Tasavvufu, Tere: H-Kamil, Yılmaz, îst, 1996, s.510-511; Yılmaz, H.Kamil, Anahatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar, Ensar Neşriyat, îst, 1994,s.l70-173.
[90] Al-i İmrân, 3/58.
[91] Hicr, 15/6.
[92] Hicr, 15/9.
[93] Nahl, 16/44.
[94] Yasin, 36/11.
[95]Bkz.,en-Nesefî, Ebu'l-Berekât Abdullah İbn Ahmed îbn Mahmud,Tefsiru'n-Nesefî (Medâriku't-Tenzîl ve Hakâikut Te'vîl), Kahraman Yayınlan, İst, 1984,I,160; II,269, 287; IV,3.
[96] Nahl, 16/43.
[97] et-Tabcri. Ebû Cafer Muhammed b.Cerir, Cimiu'l-Beyân an Te'vîli'I-Kur'ân, Mısır, 1954, XIV, 108.
[98] Enbiya, 21/7.
[99] et-Taberî, a.g.e., XVII,5.
[100] Enbiya, 21/105.
[101] Ateş, Süleyman, Yüce Kur'an'ın Çağdaş Tefsiri, İst, 1988, V, 528.
[102] Yusuf, 12/104.
[103] Enbiyâ, 21/50.
[104] Şuarâ,26/5.
[105] Sad, 38/87.
[106] Kamer 54/17.
[107] et-Taberî, a.g.e., 5011,76; XVII,35; XIX,62; XXIII, 188; XXVII,96.
[108] Sad, 38/32.
[109] et-Taberî,a.g.e.,XXIII,155.
[110] Cum’a,62/9.
[111] et-Taberî,a.g.e.,XXVIII,102.
[112] Enbiyâ, 21/10.
[113] et-Taberî, a.g.e., XVII,7.
[114] Zuhruf; 43/44.
[115] et-Taberî , a.g.e.,XXV,76. 
[116] İnşirah, 94/4.
[117] Vehbi, Mehmet, Büyük Kur'an Tefsiri, (Hûlâsatü'1-Beyân), İst, 1969,XV,6490.
[118] Enbiyâ, 21/36.
[119] et-Taberi, a.g.e., XVII,25.
[120] Bakara, 2/200.
[121] et-Taberî,a.g.e, n.296.