Bu Blog içinde Ara

23 Haziran 2012 Cumartesi

KİN ve HASED

KİN ve HASED


Kin: İntikam fırsatı kollayarak kalpte beslenip saklanılan kızgınlık ve düşmanlığa kin denmektedir.
Kin, nefei bir hastalık olup kin besleyen kimse için çok zararlı so­nuçları vardır. Zira devamlı surette kalbi meşgul eder, sinirleri bo­zar, insanı zihinsel olarak bir belirsizliğe iter. Bazan kin besleyen kimse için hayat yaşanmaz bir hal alıp, dünyası kararır. Bunun üze­rine düşmanlarından intikam almanın yollarını aramaya başlar ve farkında olarak ya da olmayarak büyük bir suç işlemenin eşiğine gelir. Dolayısıyla da davranış bozukluğu ve dengesiz hareketleriyle toplum emniyetini tehdit eden zararlı bir unsur oluverir.
Hasede gelince, kişinin, Allah'ın başkasına vermiş olduğu nimet­ten dolayı rahatsız olup, şahıstaki o nimetin zevalini istemesi ve eğer bir fırsatını bulsa o nimeti kendi elleriyle yakıp yıkabilmesidir.
Eğer hased eden kişi o nimetin yok olmasını değil de kendisinde de olmasını İstiyorsa, mesela Allah'ın ilim verdiği bir insana bakıp, kendisiyle amel edip diğer insanlara öğretmesi için kendisine de aynı ilmin verilmesini isteyen kimse ise bu haset olarak İsimlendirilmez. Bunun adı gıpta'dır. Rasulullah (s.a.v.) Buhari ve Müslim'in rivayet ettikleri bir hadisi şerifte bu konuya açıklık getir­mektedir: "İki şeyin dışında haset etmek yoktur: Birincisi, malını hak yolunda infak eden Allah'ın mal verdiği kimse, İkincisi, Allah'ın ilim verdiği bir kimsedir ki o kimse ilmiyle amel eder ve insanlara da onu öğretir."
Başkasının malının.yok olması manasına gelen haset şer'an ha­ram olduğu gibi aklen de çirkin bir harekettir. Gelgeldim eğer bu nimet, dinsiz, günahkar ya da zalim bir kimsenin elindeyse ve bu kimse o nimeti insanlara eziyet etmek, onların arasını açıp fime çıkarmak, ya da ümmet içerisinde kötülüklerin çoğalması için bir vesile olarak kullanılıyorsa... Bu durumda nimetin zevalinin isten­mesi bizatihi nimetin aslı için değil bilakis o nimet üzerine terettüb eden fesat sebebiyledir. Allah'ın emirlerini hiçe sayıp çiğneyen bir zalimin elindeki nimetin, kuvvet ve saltanatının yok olmasını iste­mekte hiç bir beis yoktur. Hatta bunun da Ötesinde bunun için dua etmek hatra güç yetirebiliyorsa zulüm ve fesadına bizatihi mani olmak gerekir.
Hasedin ne denli çirkin bir şey olduğuna dair pek çok Kur'an ayeti ve Peygamberimizin hadisleri vardır.
Haset, ehli kitab kafirlerinin, münafık arapîarın ve Allah'ın nimetlendirdiği sadık kullarının ellerindeki nimetlere tahammül edemeyen imanı zayıf kimselerin bir sıfatı olarak belirtilmiştir. Allah (c.c): "Kitab ehlinin çoğu, hak kendilerine apaçık belli olduktan sonra içlerindeki çekememezlikten ötürü, sizi inandıktan sonra küf­re döndürmeyi isterler..." (Bakara, 109) buyurmuştur.
Kur'anı Kerim'de Yusuf(a.s.) kardeşleriyle olan kıssasını okuyan bir kimse, hasedin insanı ne hale getirip, gözlerini nasıl kör ettiğini, kalbinden merhameti nasıl söküp çıkardığını, nasıl da düşmanlık ve intikam almaya yönelttiğini açıkça görür. Cenabı Allah (c.c.) şöyle anlatmaktadır.
"Kardeşleri: 'Biz birbirimize bağlı bir topluluk olduğumuz halde, babamız, Yusuf u ve kardeşini daha çok seviyor. Doğrusu babamız apaçık bir yanılma içindedir. Yusufu öldürün veya o'nu ıssız biryere bırakıverîn ki babanız size kalsın; ondan sonra da iyi kimseler olur­sunuz dediler." (Yusuf, 89)
Allahu Teala kitabında, peygamberine ve mü'minlere başkalan-na eziyet edip zarar vermekten kaçınmalarını emretmiştir. Kaçınıl­masını emrettiği şeylerden bir tanesi de, sahibini haset ettiği kimse­den intikam almak için yanıp tutuşturan hasettir.
Cenabı Allah şöyle buyurmaktadır: "De ki: Tarattığı şeylerin şer­rinden, karanlığın bastığı vakit gecenin şerrinden, düğümlere üfle­yen (büyücü) kadınların şerrinden, bir de hased ettiği (hasedinin gereğini yaptığı) vakit, kıskancın şerrinden sabahın Rabbine sığını­rım." (Felak, 15)
Peygamber (s.a.v.), mü'minleri birbirine kin tutmaktan ve haset­ten menetmiş, Allah'ın kullan ve kardeşler olmayı emretmiştir. Müs­lim, Buhari ve İmam Malik Peygamber'in (s.a.v.) şöyle söylediğini rivayet etmişlerdir: "Zan'dan şiddetle kaçınınız. Zira zan, sözün en yalan olanıdır" ve yine aynı hadiste "... Birbirinize hased etmeyin, birbirinize kin tutmayın... ".... Allah'ın kullan kardeşler olunuz" bu­yurmuşlardır. Peygamber (s.a.v.) hasedden sakındırmış ve hasedin ateşin odunu yakıp kül ettiği gibi amelleri yok ettiğini beyan buyur­muşlardır. Ebu Davud ve Beyhaki Rasulullah'tan (s.a.v.) şöyle riva­yet etmişlerdir: "Hased etmekten (şiddetle) sakinmi2. Zira hased, ateşin odunu yemesi gibi iyilikleri yer."

Hased ve Kin'den sakındınlması


Peygamber (s.a.v.) müslümanlara, müsamahakar, temiz kalpli olmalarını emretmiş, kin, hased ve düşmanlıktan da sakındırmıştır. Eğer kişi bu söylenilen emirleri yerine getirebilirse her şeye kadir olan Allah'ın çok büyük bir nimetle nimetlendirdiği bir kimse demektir.
İbni Mace'nin sahih bir isnadla, ayrıca Beyhaki ve diğer muhaddislerin de Abdullah b. Ömer'den rivayet ettikleri bir hadisi şerif şöyledir: Ey Allah'ın Rasulü (s.a.v.) insanların en faziletlisi kim­dir? diye sorulduğunda O: "Kalbi temizlenmiş, dili doğrudan başka şey söyiemeyendir" buyurmuştur.
"Dili doğru olmanın ne demek nMnğunu biliyoruz ama kalbi temizlenmiş ne demek?" dediler. Peygamber (s.a.v.) "0 takvalı, saf, içinde günah ve isyan olmayan, kin ve hasetten (arınmış) bir kalp­tir" buyurdular.
Ahmet b. Hanbel ve Nesai'nin tahricini yaparak isnadının hasen olduğunu belirttikleri bir hadisi şerifi Enes b. Malik'ten rivayet et­mişlerdir. Özetle hadis şöyledir: Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdular: "Üç gün, cennet ehlinden bir adam size çıkıp gelecek" Gerçekten de adamın biri üç gün peşpeşe çıkıp yanlarına geldi. Bunun üzerine Abdullah b. Ömer (r.a.) üç gün o adamın yanında geceledi. Bu zaman zarfında adamın gece ibadeti için kalktığını hiç görmedi. Sadece adam uykusundan uyandığında ya da yatağında sağa sola döndüğünde tekbir getirip Allah'ı (c.c.) zikrediyordu. Bu hal sabah namazına kalkıncaya kadar devam ediyordu. Abdullah b. Ömer adamın yanından ayrılmaya karar verdiğinde sanki de adamın ame­lini küçümser bir şekilde ona Rasulullah'm kendisi hakkında söyle­diği sözü haber vererek, adamın başkalarına nisbetle amelinin daha az olmasına rağmen nasıl olup da böyle bir makama ulaştığına hay­ret ettiğini söyledi. Bunun üzerine adam ona: "Evet bu gördüğünün dışında bir şey yok. Sadece şu var ki, hiç bir müslüman hakkında nefsimde taşıdığım en ufak bir hile, hainlik olmadığı gibi Allah'ın kendisine hayır ihsan ettiği hiç kimseye de asla haset etmem" dedi. Bunun üzerine Abdullah b. Ömer: "İşte seni bu makama getiren şey bizim güç yetiremediğimiz bu özelliğindir" buyurdular.
Bu hadisi şerif, kişinin ahiretteki yerini belirlemede, Allah katın­da makamının yükselip az da olsa yaptığı amelinin kabul görülme­sinde, kişinin kalbinin hıyanet ve düzenbazlıktan uzak, nefsinin de kin ve hasetten arınmış olmasının ne denli etkili olduğunu ortaya koymaktadır. Ameli az olmasına rağmen, kalbinin kötülüklerden arınmış, İnsanların da elinden ve dilinden emin olması sebebiyle cennete gireceği haber verilen kişi ile, gecelerini ibadet, gündüzle­rini ise oruçla geçiren buna rağmen komşularına eziyet ettiği Rasulllah'a (s.a.v.) söylendiğinde Hz. Peygamber'in (s.a.v.):
"O kadın cehennemdedir" dedi. Kadınla karşılaştırdığımızda bu hadis daha iyi anlaşılmış olacaktır.
Bütün bunlardan ortaya çıkan sonuç şudur ki, İslâm'ın öngör­müş olduğu ideal müslüman; ibadetlerle kalp temizliğini ve güzel ahlakı bir arada bulunduran, gizli amelleriyle açıktan yaptığı amel­leri uyum içerisinde, söyledikleriyle yaptıkları bir, toplumun elinden ve dilinden emin olduğu kimsedir.
Bu ve buna benzer müslümanlar sayesinde gerçek İslâm toplu­mu binası yükselir. Rasulullah (s.a.v.) hadisi şerifte işaret ettiği mana da budur: "Onlar birbirine sıkı sıkıya kenetlenmiş bir binanın yapı taşlan gibidirler." İşte İslâm mesajını yeniden dünya gündemine sunacak, müslümanlara İslâm devletini yenideri kazandıracak olan birbirine sımsıkı kenetlenmiş güçlü, ideal topluluk işte budur.

Davetçilerin, Kin ve Haset Hastalıkları Karşısındaki Durumları


Allah'a davet noktasında muhlis, İslâmi bir terbiyeden geçmiş, davet çalışmasını İslâm'ın emrettiği temel prensiplere uygun bir şekilde yürüten bir kimsenin her hangi bir kimse hakkında kin bes­leyip Allah'ın nimet verdiği bir kimsenin elindeki nimetin yok olma­sını isteyebileceğini asla düşünemiyorum, böyle bir durumun ola­bilmesi için o kimsenin zalim bir gaspedici veya Allah'a asi bir yöne­tici yahutta haddi aşan bir dinsiz olması gerekir.
Zira kin ve haset, sahibini ahlaksızlık bataklığının son noktasına, şerefsizliğin en aşağı derecesine götüren, insanı psikolojik olarak bunalıma İten hastalıkların en tehlikelilerinden bir tanesidir.
İnsanlarla olan ilişkilerinde canlı bir ahlak abidesi olan bir da-vetçinin kin ve haset hastalığına yakalanabileceğini nasıl düşünebili­riz? İnsanların ahlak olarak Örnek aldıkları hareketlerindeki nezaket ve öğütlerinden etkilendikleri, kalbi hastalıklarının tedavisini kendi­lerinden öğrenip temizledikleri bu tür davetçilerin kin ve haset afe­tiyle vasıflanmaları nasıl mümkün olabilir?
Bununla birlikte İslâmi toplumlarda irşad ve davet çalışması yapanlar ciddi bir incelemeye tabi tutulduklannda bu davetçilerin pek
çoğunun kalplerinin kin ateşiyle yanıp tutuştuğunu, nefislerinde kıskançlık tohumlarının kök saldığını, yalnız kaldıklarında şer işle­meye meyyal bir tabiata sahip olduklarını görürüz!
Hiç şüphesiz bu tür davetçilerin, gerçekte nasıl birileri olduğunu anlayan, toplum içindeki bu tür davranışlarına şahit olan bir kimse elbetteki onlardan kaçacak, başkalarını onlann aleyhine uyararak bu yaptıklarını ayıplayacaktır. Elbette ki bununla da kalmayıp bu insanların her söylediğine, her yaptığına muhalefet edip onların aleyhine çalışacaktır.
Bu tür davetçileri şu iki katagoride toplayabiliriz:
Birincisi davet etmekte vazifelendirilmiş, ancak ücret karşılığında çalışan, karşılık almaksızın asla herhangi bir faaliyette bulunmayan, maddi ya da şahsi bir menfaati olmadıkça asla kimseye hiç bir şey öğretme gayreti içerisinde olmayan kimsedir.
İkinci katagoride ise mevcut düzen için çalışan kimseler vardır. Bu tür insanlar düzenin emir ve yasaklarına harfiyyen uyarlar. Ken­dilerine emredilen ne ise onu uygulamakla görevlidirler.
Yapaklarını çoğu düzenin direktifleri doğrultusunda ve mevcut sistemin maslahatına uygun bir şekildedir. Velev ki kendisi için çalış­tıkları, hizmet verdikleri düzen, İslâm'a savaş açmış, davetçileri toplumdan uzaklaştıran, dinsizliği yürürlüğe koymuş bir sistem ol­sun!...

Ücret karşılığı çalışan adamın durumu


Yüksek derecede bir imani olgunluğa ve ahlaki erdemliliğe sahip olmayan bu tür insanların kin ve kıskançlık hastalığına yakalanma­ları çok kolaydır. Özellikle de kendi yaşıtlarını kendilerinden daha yüksek bir makamda ya da daha fazla maaş aldıklannı görmek on­ları çileden çıkarır. Onları bulunduklan makam ve mevkiden indi­rebilmek için elinden geleni ardına komaz. Buna gücü yetmezse her vesile ile bu insanları rahatsız eder durur.

Düzen hesabına çalışan adamın durumu:


Bu adam, alim ve davetçi kılığına girip düzen hesabına çalışarak çok alçakça bir görevi yerine getirmiş olur. Bu rolünü ve görevini iki şekilde yerine getirir:
Birincisi: Düzenin borazanlığını yapıp davetçilerin tecrid edilme­sini ve düzenin İslâm'a karşı savaş açmasını mazur göstermeye çalı­şır. Özel ve genel toplantılarda düzenin tellallığını yapar. Düzenin uygulamaya koyduğu planların yürümesi için elinden geleni yapar. Bu planların komünizm, sosyalizm ya da kapitalizm adına yapılıyor olması onu hiç rahatsız etmez.
ikincisi: Tavizsiz İslâmi cemaatlerin takibi ve samimi davetçilerin toplumdan tecrid edilmelerinde kullanılırlar. Bunu başarabilmek için kimi zaman davetçileri çeşitli şeylerle fitneye düşürmeye çalışır­lar. Bazen aleyhlerinde yazılar yazarak, bazen değişik tuzaklar kura­rak, kimi zaman da her türlü yalan ve iftiralarla davetçileri ve ce­maatleri toplum içinden tasfiye etmeye çalışırlar. Bütün bunları, karşılığında alacakları ya ufak bir dünyalık ya da bir kaç kuruş para için yaparlar. Bu insanlar ne kadar alimlik iddiasında bulunursa bulunsun, her ne kadar davetçi veya alim postuna bürünürse bü-rünsün, her ne kadar takvalı ve salih bir kul olarak görünmeye çalı­şırsa çalışsın, yine de düzenin işbirlikçi uşağı olmaktan öte bir vasıf­lan olamaz. Yaptıkları bu aşağılık ve alçakça işler yüzünden ne Al­lah katında, ne de insanlar nezdinde beş paralık bir kıymetleri yok­tur.
Kin, başkalarına tuzak kurmak ve kınamak, bu insanların dini, kıskançlık, aşağılık ve şahsiyetsizlikte bu tür insanların kişiliğidir. Onların, yalan, dolan, yeryüzünde fitne ve fesat çıkarmak, Allah'ın salih kullarını rahatsız edip, Allah davasının samimi erleri aleyhine tuzak kurmak dışında başka birşey yapmalarını beklemek çok büyük bir safdillik olsa gerektir.
Bu insanlar İslâm ümmetinin bünyesindeki Öldürücü mikroplar­dır   Davetçilerin insanlığın şeref ve izzetini kurtarma yollarında önlerine çıkan en tehlikeli engellerden bir tanesidir. Her şeye rağ­men batıl ne kadar büyürse büyüsün, ne kadar güçlenirse güçlen­sin, sonu yok olmaktır. Mücrimler ne kadar tuzak kurarsa kursun, ne kadar plan ve program yaparlarsa yapsınlar sonlan gelmiştir. İt ürürse de kervan yürümektedir. Zalimler istemese de elbette Allah (c.c.) nurunu tamamlayacaktır.

Davetçiler Kin ya da Kıskançlık Hastalığına Yakalanabilir mi?


Önce de zikretmiş olduğum gibi, İslâmi temeller üzerine yetişti­rilmiş, yeterli bir eğitimden geçmiş, davetini sırf Allah için ve yine Allah'ın koymuş olduğu prensipler çerçevesinde yürütmeye çalışan bir davetçinin böyle bir hastalığı üzerinde bulundurmasını aklımın ucundan dahi geçiremiyorum. Böyle korkunç neticeleri, toplum ve fert planında çok kötü etkileri olduğunu bile bile bir davetçinin birine kin besleyebileceğini ya da kıskanabileceğim asla düşünemiyorum.
Bununla birlikte davetçinin de bir beşer olduğu ve beşer olma­nın en temel özelliğinin bazen yanlış bazen de doğru yapmak, gü­nah işleyip sonra da tevbe etmek olduğu bilinen bir gerçektir. Evet davetçi de kimi zaman kendi yaşıtı veya kendi benzeri bir insanla zıt gidebilir. Şeytanın bir hilesi, nefsi emmaresİnin bir vesvesesi sonucu o da beşeri zafiyetine yenik düşebilir. Bilerek ya da hiç farkında olmadan kin ya da kıskançlık kancasına yakalanabilir. Gün gelir düşmanlık koru alevlenip, zıtlaştığı kişiye değişik tuzaklar kurması­na, ona kin besleyip elindeki nimetin gitmesini istemeye kadar gö­türebilir.
Elbette ki bu içine düştüğü durum düşük ahlaklı insanların, aşırı cahaletleri, haram olan dolanbazlıklan ya da körü körüne yapıştık­ları ırkçılıkları sebebiyle saplandıkları bataklığın ta kendisidir.
Davetçi ne zaman ki böyle bir ahlak düşüklüğüne doğru meylet­tiğini hissederse hemen Allah'a olan imanını hatırlasın. İyi bilsin ki
kendisi sıradan bir insan olmayıp bilakis her tabakadan insanın örnek aldığı Allah'a davet eden Allah rızası için çalışan bir davetçidir.
Kin, buğz, kıskançlık, haset, düzenbazlık ve düşmanlığı insanların en düşük, karakterlerinin özelliklerinden olduğunu da unutmasın. Bütün bunları hatırlayıp bilir, akledip iyice tefekkür ederse bunun sonucunu alarak kalpteki iman harekete geçer. Takva hassasiyeti nefsinde yeniden filizlenir. Allah'ın gözetimi altında olduğunu gön­lünün ta derinliklerinde yeniden hisseder. Böylece artık o gerçeği gören tövbekar, Allah'a yönelmiş pişman olmuş bir kul olur. Artık yeniden aynı hataya dönmemek azminde, imanın zevkine varmış, İslâm ahlakına bürünmüş ihlaslı bir davetçi, takvalı bir mürşittir o.

Kin ve Haset Hastalığının Tedavisi Şu Noktalarda Toplanmaktadır


1. Davetçinin herşeyden önce, Allah'a iman etmiş bir müslüman olduğunu hatırlaması gerekir. Kin, haset ve diğer kalbi hastalıkların imanın hakikati, İslâm'ın prensipleri ve Örnek bir müslüman şahsi­yetinin oluşumuyla taban tabana zıt olduğunu iyi bilmelidir.
2. Kendisinin, Allah'ın (c.c.) dininin yüceltilmesi için Allah (c.c.) yolunda gayret eden bir davetçi olduğunu yeniden uzun uzun te­fekkür etmelidir. Davet meydanına inen ve Allah yolunda çalışma yapan bir kimsenin bu gibi kötü sıfatlardan ve düşük ahlaktan ken­dini koruması gerekir. İnsanlara kin beslemekten onların ellerindeki nimetlerin yok olmasını istemekten daha aşağılık bir duygu, bir huy olabilirmi?
3. Kendisinin insanlara yapmalarını ya da sakınmalarını söylediği şeyler de okumuş, okumamış toplumun tüm kesimlerine ömek olduğunun farkında olmalıdır.
Bunun farkında olan bir insan, sözüyle Özünün, yaptıklarıyla da­vet ettiği şeylerin birbirine tezat olmasından şiddetle kaçar. Eğer bundan çekinmiyorsa, o zaman hem başkalarını kin ve hasetten sakındırıp hem de aynı şeyleri kendinin bizatihi yapması bu kötü sıfatlarla bezenmiş olması sebebiyle hem Allah hem de insanlar tarafından nefret edilip buğz edilen bir kimse olmaya razı oluyor demektir.
4. Rabbı ile kendi arasında başka hiçbir varlığın olmadığı uzlet ve halvet hallerinde kendi nefsine şu sorulan yöneltmelidir.
Acaba kin, haset ya da buna benzer kötü bir nefsi hastalığa ya­kalandım mı? Eğer herhangi birine kalbinde bir kin, ya da birisin­deki bir nimeti çekemediğini ve yok olmasını temenni ettiğini, ya da başka bir müslümanla kendi arasında bir nefret ve düşmanlık hali­nin olduğunu hissederse, hiç vakit kaybetmeden bir daha aynı ha­taya dönmemek azmiyle Rabbine yönelip tövbe etmeli, kardeşleriy­le banşıp onlardan helallik dilemelidir. Böyle yaparsa geçmiş gü­nahları inşaallah affedilmiş, kendisi de tekrar günahlardan sakınan takvalı bir müslüman olmuş olur.
5. Kaza ve kader inancını kuvvetlendi rmelidir. Kainattaki tüm olayların, kâr ya da zararın, zenginlik ya da fakirliğin izzet ya da zilletin, sıhhat ya da hastalığın, zekilik ya da geri zekalılığın, kuvvet ve zayıflığın tamamının Allah'ın takdiriyle meydana geldiğine bütün gönlüyle inanmalıdır. Böyle bir inanca sahip olan kimse aralarında sürtüşme olan birine hemen kin bağlamaz, birisine elindeki nimet­ten dolayı haset etmez, başına gelen musibetler onu doğru yoldan ayıramaz.
6. Nafile namazları ve Zikrullah'ı çoğaltmalıdir. Tüm benliğiyle sıdk ve ihias ile Allah'a yönelip nefsine ve şeytanın vesveselerine karşı kendine yardım etmesi İçin yalvarmalıdır. Allah'ı zikretmesi, ibadetleri, dua ve yakarışı vesilesiyle Allah (c.c.) onun kalbini nurla dolduracak, gönlünü hayırlı işleri yapmaya meylettirecek, kalbinde­ki kıskançlık hastalığını, kin karanlığını söküp yerine tüm Allah kul­larının iyiliğini isteyen bir nurla dolduracaktır.
Allah'tan dileğimiz davetçi kullarını kin ve haset hastalığından koruması, söz ve fiillerinde doğruyu ilham ederek, sertliği şefkatle, kızgınlığı yumuşaklıkla, düşmanlığı müsamaha ile, kötülüğü ise iyi­likle karşılayabilmeleri noktasında onları muvaffak kılmasıdır, dileğimiz davetçilerin, öyle bir temiz kalb, kötülüklerden arınmış bir nefis ve ruh haline sahip olmalarıdır ki hiç kimseye karşı kin besle­mesinler, kimseyi kıskanmasınlar. Birileriyle bozuştuklarında haddi aşacak taşkınlıklarda bulunmasınlar, ani gelişen olaylar biranda onları değişti remesin.
Davetçiler Cenabı Hakk'm şu sözünü kendilerine şiar edinmeli­dirler. "Onlardan sonra gelenler; Rabbimiz! Bizi ve bizden önce inanmış olan kardeşlerimizi bağışla; kalbimizde müminlere karşı kin bırakma; Rabbimiz! Şüphesiz sen çok şefkatli, çok merhametlisin, derler." (Haşr, 10) Aynca her akşam ve sabah haset edicilerin ha­setlerinden de Allah'a (c.c.) sığınmalıdırlar.
Şair ne güzel söylemektedir:
Haset edenlerin tuzaklarına sabret,
Sabrın öldürecektir onu elbet
Sen o buğzu yok edemezsen de
Cehennem ona yetişecektir elbet.
Diğer bir şair de şöyle söylemektedir.
Ey bendeki varlığının farkında mısın sen.
Allah' m hükmünü yanlış vehmettin.
Zira bana verdiği nimete razı olmadın.
Bundandır ki bana nimetini artıran Rabbim sana ceza verdi.
Ve O'na giden yollar yüzüne kapatıldı.